KÖK HARFLER: ن ظ ر
ANLAM:
نَظَرَ / نَظِرَ : Bir kişiyi veya şeyi görmek için o kişiye veya şeye doğru bakmak. Beklemek, duraksamak, düşünüp taşınıp hareket etmek. Bir şeyi incelemek, telakki etmek, değerlendirmek, tahkik etmek. Hükmetmek, karar vermek.
AÇIKLAMA:
xx
KUR’ÂN’DA GEÇEN TÜREVLERİ:
Aşağıdaki tabloda Kur’ân’da geçen ve bu kökten gelen kelime türevleri, bunların gramatik adlandırılışları, Kur’ân’da kaç kere geçmiş olduğu belirtilmiş ve örnek bir ayet için, sûre/âyet numarası verilmiştir.
Tür | Adet | Anlam | Örnek | Açıklama | |
نَظَرَ | fiil-I | 87 | Baktı, görebildi, gördü, döndü, yöneldi | 59/18 | |
أَنْظَرَ | fiil-IV | 12 | Mühlet verdi | 11/55 | |
اِنْتَظَرَ | fiil-VIII | 8 | Bekledi, gözledi | 32/30 | |
نَظْرَةٌ | isim | 1 | Bir bakış, bir kez inceleme | 37/88 | |
نَظَرٌ | isim | 1 | Bakış | 47/20 | |
نَظِرَةٌ | isim | 1 | Erteleme, mühlet verme | 2/280 | |
نَاظِرٌ | isim | 7 | Bakan, araştıran, bilen | 33/53 | Müennes: نَاظِرَةٌ |
مُنْظَرٌ | isim | 6 | Mühlet verilen, süre tanınan | 7/15 | |
مُنْتَظِرٌ | isim | 6 | Bekleyen, gözleyen | 11/122 | |
Toplam | 129 |
BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR:
Mahreci Benzeyen Kökler
Benzer Manada Kelimeler
- نَظَرَ
- نَظَرٌَ
- نَظِيرٌ
Zıt Manada Kelimeler
TÜRKÇEYE GEÇEN KELİMELER:
Aşağıdaki tabloda bu kökten Türkçeye geçmiş olan kelimeler, bunların Arapça yazılışları, Türkçe anlamları verilmiştir. Bu kelimelerin bazılarına günümüz Türkçesinde pek rastlanmaz. Daha çok Osmanlıca metinlerde görülmektedir.
Nazar | نَظَر | Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak. |
|
Nazarî | نَظَرِى | Kuram niteliğinde olan, kuramsal, teorik. |
|
Nazariyye | نَظَرِيَّة | Kuram. |
|
Nazire | نَظِرَة | Karşılık olarak, benzetilerek yapılan davranış, söz. | ??? |
Nâzır | نَاظِر | Nazar eden, bakan. | Müennes: Nâzıra |
Nazra | نَظْرَة | Bir tek bakış. |
|
Nezâret | نَظَارَة | Bakmak, seyir, bakış. Gözetme, gözden geçirme, denetim. |
|
Nüzzâr | نُظَّار | Çokça bakan. |
|
Manzara | مَنْظَرَة | Nazar yeri, aleti. |
|
Manzûr | مَنْظُور | Bakılan. |
|
Munzar | مُنْظَر | Geciktirilmiş, te’hir edilmiş. Sonraya bırakılmış. |
|
Münâzara | مُنَاظَرَة | Karşılıklı konuşmak. |
|
Tenâzur | تَنَاظُر | Bakışım. |
|
Mütenâzır | مُتَنَاظِر | Tenazür eden, birbirinin karşısında bulunan. |
|
İntizâr | إِنْتِظَار | Birinin gelmesini, bir şeyin olmasını bekleme, gözleme. |
|
Muntazır | مُنْتَظِر | Bekleyen. Gözleyen. Birisinin gelmesini bekleyen. | Çoğulu: Muntazırîn |
Muntazar | مُنْتَظَر | Ümid ile gözlenen. Beklenen. Gözetilen. |
|
Sarf-ı nazar: Bir şeyden vazgeçme, cayma.
ÂYETLER:
DİKKAT! İncelediğimiz kökten gelen kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’deki yerlerinde, yakın çevresindeki kelimelerle ilişkilerini gösterecek şekilde listeliyoruz. Uzun ayetlerin sadece bir bölümünü ele aldık. Bazı ayetlerin sadece bir kısmını gördüğümüz için, ayetler hakkında yanlış bir hüküm verilmemesi gerekir. Tamamını ele aldığımız ayetlerin meallerinin sonuna bir yıldız (*) işareti konmuştur.
نَظَرَ : Fiil-I.
2:50 | فَأَنْجَيْنَاكُمْ وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَوْنَ وَأَنْتُمْ تَنْظُرُونَ |
Diyanet Meali: | (Hani, sizin için denizi yarmış), sizi kurtarmış, gözlerinizin önünde Firavun ailesini suda boğmuştuk. |
2:55 | فَأَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَأَنْتُمْ تَنْظُرُونَ |
Diyanet Meali: | Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı. |
2:104 | لَا تَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انْظُرْنَا وَاسْمَعُوا |
Diyanet Meali: | “Râ’inâ (bizi gözet)” demeyin, “unzurnâ (bize bak)” deyin ve dinleyin. |
2:210 | هَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا أَنْ يَأْتِيَهُمُ اللَّهُ فِي ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ |
Diyanet Meali: | Onlar (böyle davranmakla), bulut gölgeleri içinde Allah’ın (azabının ve meleklerin) kendilerine gelmesini (ve işin bitirilmesini) mi bekliyorlar? |
2:259 | فَانْظُرْ إِلَىٰ طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ |
Diyanet Meali: | “Böyle iken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış.” |
2:259 | وَانْظُرْ إِلَىٰ حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ آيَةً لِلنَّاسِ |
Diyanet Meali: | “Bir de eşeğine bak! (Böyle yapmamız) seni insanlara ibret belgesi kılmamız içindir.” |
2:259 | وَانْظُرْ إِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًا |
Diyanet Meali: | “(Eşeğin) kemikler(in)e de bak, nasıl onları bir araya getiriyor, sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?” |
3:77 | وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللَّهُ وَلَا يَنْظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ |
Diyanet Meali: | Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak (ve onları temizlemeyecektir). |
3:137 | فَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ |
Diyanet Meali: | Yeryüzünde gezin dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün. |
3:143 | فَقَدْ رَأَيْتُمُوهُ وَأَنْتُمْ تَنْظُرُونَ |
Diyanet Meali: | İşte onu gözlerinizle bakarak gördünüz. |
4:46 | وَلَوْ أَنَّهُمْ قَالُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ |
Diyanet Meali: | Hâlbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi, bu kendileri için daha hayırlı olurdu. |
4:50 | انْظُرْ كَيْفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ |
Diyanet Meali: | Bak, Allah’a karşı nasıl yalan uyduruyorlar. |
5:75 | انْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْآيَاتِ |
Diyanet Meali: | Bak, onlara âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz. |
5:75 | ثُمَّ انْظُرْ أَنَّىٰ يُؤْفَكُونَ |
Diyanet Meali: | Sonra bak ki, nasıl da (haktan) çevriliyorlar. |
6:11 | قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ |
Diyanet Meali: | De ki: “Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir görün.” * |
6:24 | انْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلَىٰ أَنْفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ |
Diyanet Meali: | Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve iftira edip durdukları şeyler (uydurma ilâhları) onları nasıl yüzüstü bırakıp kayboluverdi? * |
6:46 | انْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْآيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ |
Diyanet Meali: | Bak, biz âyetleri değişik biçimlerde nasıl açıklıyoruz, sonra onlar nasıl yüz çeviriyorlar? |
6:65 | انْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْآيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ |
Diyanet Meali: | Bak, anlasınlar diye, âyetleri değişik biçimlerde nasıl açıklıyoruz. |
6:99 | انْظُرُوا إِلَىٰ ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَيَنْعِهِ |
Diyanet Meali: | Bunların meyvesine, bir meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman bakın. |
6:158 | هَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا أَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلَائِكَةُ أَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ |
Diyanet Meali: | (Ey Muhammed!) Onlar (iman etmek için) ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini (ya da Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesini) mi gözlüyorlar? |
7:53 | هَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا تَأْوِيلَهُ |
Diyanet Meali: | Onlar ise ancak, (“Görelim bakalım!” diyerek) Kur’an’ın bildirdiği sonucu (te’vilini) bekliyorlar. |
7:84 | وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًا فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ |
Diyanet Meali: | Onların üstüne bir azap yağmuru yağdırdık.” Bak, suçluların akıbeti nasıl oldu. * |
7:86 | وَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ |
Diyanet Meali: | Bakın, bozguncuların sonu nasıl oldu!?” |
7:103 | فَظَلَمُوا بِهَا فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ |
Diyanet Meali: | Onları (mucizeleri) inkâr ettiler. Bak, bozguncuların sonu nasıl oldu. |
7:129 | وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْأَرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ |
Diyanet Meali: | “Ve sizi bu yerde (Mısır’da) egemen kılıp, nasıl davranacağınıza bakacaktır.” |
7:143 | وَلَمَّا جَاءَ مُوسَىٰ لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنْظُرْ إِلَيْكَ |
Diyanet Meali: | Mûsâ, belirlediğimiz yere (Tûr’a) gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım” dedi. |
7:143 | وَلَٰكِنِ انْظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي |
Diyanet Meali: | (Allah da, “Beni (dünyada) katiyen göremezsin). Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin.” (dedi). |
7:185 | أَوَلَمْ يَنْظُرُوا فِي مَلَكُوتِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ |
Diyanet Meali: | Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama … hiç bakmadılar mı? |
7:198 | وَتَرَاهُمْ يَنْظُرُونَ إِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ |
Diyanet Meali: | Sen onların sana baktıklarını görürsün, hâlbuki onlar görmezler. |
8:6 | كَأَنَّمَا يُسَاقُونَ إِلَى الْمَوْتِ وَهُمْ يَنْظُرُونَ |
Diyanet Meali: | (Gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra), sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi (seninle o konuda tartışıyorlardı). |
9:127 | وَإِذَا مَا أُنْزِلَتْ سُورَةٌ نَظَرَ بَعْضُهُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ |
Diyanet Meali: | Bir sûre indirildi mi, (“Sizi bir kimse görüyor mu?” diye) birbirlerine göz ederler… |
10:14 | ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ مِنْ بَعْدِهِمْ لِنَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ |
Diyanet Meali: | Sonra, nasıl davranacağınızı görelim diye, onların ardından yeryüzünde sizi onların yerine getirdik. * |
10:39 | كَذَٰلِكَ كَذَّبَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ |
Diyanet Meali: | Kendilerinden öncekiler de (peygamberleri ve onlara indirilen kitapları) böyle yalanlamışlardı. Bak, o zalimlerin sonu nasıl oldu. |
10:43 | وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْظُرُ إِلَيْكَ |
Diyanet Meali: | İçlerinden sana bakanlar da vardır. |
10:73 | وَأَغْرَقْنَا الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَرِينَ |
Diyanet Meali: | Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Bak, uyarılan (fakat söz anlamayan)ların sonu nasıl oldu! |
10:101 | قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ |
Diyanet Meali: | De ki: “Göklerde ve yerde neler var, bir baksanıza.” |
12:109 | أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ |
Diyanet Meali: | Yeryüzünde dolaşıp da, kendilerinden önce gelenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? |
16:33 | هَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا أَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلَائِكَةُ أَوْ يَأْتِيَ أَمْرُ رَبِّكَ |
Diyanet Meali: | (O kâfirler) kendilerine ancak meleklerin veya senin Rabbinin helâk emrinin gelmesini bekliyorlar. |
16:36 | فَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ |
Diyanet Meali: | Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün. |
17:21 | انْظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ |
Diyanet Meali: | Bak nasıl, onların kimini kimine üstün kıldık. |
17:48 | انْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْأَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَطِيعُونَ سَبِيلًا |
Diyanet Meali: | Bak, senin için ne türlü benzetmeler yaptılar da saptılar. Artık (doğru) yolu bulamazlar. * |
18:19 | فَلْيَنْظُرْ أَيُّهَا أَزْكَىٰ طَعَامًا فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ |
Diyanet Meali: | “(Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de) baksın; (şehir halkından) hangisinin yiyeceği daha temiz ve lezzetli ise ondan size bir rızık getirsin.” |
20:97 | وَانْظُرْ إِلَىٰ إِلَٰهِكَ الَّذِي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا |
Diyanet Meali: | Hele şu ibadet edip durduğun ilâhına bak! |
22:15 | ثُمَّ لْيَقْطَعْ فَلْيَنْظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغِيظُ |
Diyanet Meali: | (Her kim ona, Muhammed’e Allah’ın dünyada ve ahirette asla yardım etmeyeceğini zannediyorsa hemen tavana bir ip çeksin), sonra kendini assın da bir baksın; başvurduğu (bu yöntem), öfkelendiği şeyi giderecek mi? |
25:9 | انْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْأَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَطِيعُونَ سَبِيلًا |
Diyanet Meali: | (Ey Muhammed!) Senin hakkında bak nasıl da temsiller getirdiler de (haktan) saptılar. Artık onlar doğru yolu bulamazlar. * |
27:14 | فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ |
Diyanet Meali: | Ama bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak! |
27:27 | قَالَ سَنَنْظُرُ أَصَدَقْتَ أَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِبِينَ |
Diyanet Meali: | Süleyman, Hüdhüd’e şöyle dedi: “Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın, göreceğiz.” * |
27:28 | فَأَلْقِهْ إِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ |
Diyanet Meali: | “(Benim şu mektubumu götür) onlara at, sonra da yanlarından ayrıl ve ne sonuca varacaklarına bak.” |
27:33 | وَالْأَمْرُ إِلَيْكِ فَانْظُرِي مَاذَا تَأْمُرِينَ |
Diyanet Meali: | “Emir senin. Ne emredeceğini düşün.” |
27:41 | نَنْظُرْ أَتَهْتَدِي أَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذِينَ لَا يَهْتَدُونَ |
Diyanet Meali: | “(Tahtını tanınmaz hâle getirin). Bakalım tanıyacak mı, yoksa tanımayacaklardan mı olacak?” |
27:51 | فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْ أَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ أَجْمَعِينَ |
Diyanet Meali: | Bak, onların tuzaklarının sonucu nasıl oldu: Biz onları ve kavimlerini topyekûn helâk ettik. * |
27:69 | قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ |
Diyanet Meali: | De ki: “Yeryüzünde dolaşın da suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.” * |
28:40 | فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ |
Diyanet Meali: | Ve onları denize attık (Orada boğuldular). Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bak! |
29:20 | قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ بَدَأَ الْخَلْقَ |
Diyanet Meali: | De ki: “Yeryüzünde dolaşın da Allah’ın başlangıçta yaratmayı nasıl yaptığına bakın.” |
30:9 | أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ كَانُوا أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً |
Diyanet Meali: | (Yine) onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. |
30:42 | قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلُ |
Diyanet Meali: | De ki: “Yeryüzünde dolaşın da önceki milletlerin sonlarının nasıl olduğuna bakın.” |
30:50 | فَانْظُرْ إِلَىٰ آثَارِ رَحْمَتِ اللَّهِ كَيْفَ يُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا |
Diyanet Meali: | Allah’ın rahmetinin eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. |
33:19 | فَإِذَا جَاءَ الْخَوْفُ رَأَيْتَهُمْ يَنْظُرُونَ إِلَيْكَ تَدُورُ أَعْيُنُهُمْ |
Diyanet Meali: | Korku geldiğinde ise, (üzerine ölüm baygınlığı çökmüş kimse gibi) gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. |
35:43 | فَهَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا سُنَّتَ الْأَوَّلِينَ |
Diyanet Meali: | Onlar ancak öncekilere uygulanan kanunu bekliyorlar. |
35:44 | أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ |
Diyanet Meali: | Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? |
36:49 | مَا يَنْظُرُونَ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak korkunç bir ses bekliyorlar. * |
37:19 | فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَإِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ |
Diyanet Meali: | O ancak şiddetli bir sesten ibarettir. Bir de bakarsın ki onlar (diriltilmiş hazır) beklemektedirler. * |
37:73 | فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَرِينَ |
Diyanet Meali: | Bak, uyarılanların sonu nasıl oldu! * |
37:88 | فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ |
Diyanet Meali: | (İbrahim), yıldızlara baktı. * |
37:102 | يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَىٰ فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرَىٰ |
Diyanet Meali: | “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” |
38:15 | وَمَا يَنْظُرُ هَٰؤُلَاءِ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ |
Diyanet Meali: | Bunlar da (müşrikler de) ancak (vakti gelince) asla geri kalmayacak korkunç bir ses bekliyorlar. * |
39:68 | ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَىٰ فَإِذَا هُمْ قِيَامٌ يَنْظُرُونَ |
Diyanet Meali: | Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar. |
40:21 | أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ كَانُوا مِنْ قَبْلِهِمْ |
Diyanet Meali: | Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? |
40:82 | أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ كَانُوا أَكْثَرَ مِنْهُمْ |
Diyanet Meali: | Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce gelenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha çok idi… |
42:45 | يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّ |
Diyanet Meali: | (Ateşe sunulurken onların zilletten başlarını öne eğmiş), göz ucuyla gizli gizli baktıklarını görürsün. |
43:25 | فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ |
Diyanet Meali: | Biz de onlardan intikam aldık. Yalanlayanların sonu, bak nasıl oldu! * |
43:66 | هَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar (bu tavırlarıyla) ancak, kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesini beklemektedirler, hâlbuki bunun farkında değillerdir. * |
47:10 | أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ دَمَّرَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ |
Diyanet Meali: | Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmadılar mı? Allah, onları yerle bir etmiştir. |
47:18 | فَهَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً |
Diyanet Meali: | Onlar kıyametin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. |
47:20 | رَأَيْتَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يَنْظُرُونَ إِلَيْكَ |
Diyanet Meali: | Kalplerinde hastalık olanların, (ölüm baygınlığına girmiş kimsenin bakışı gibi) sana baktıklarını görürsün. |
50:6 | أَفَلَمْ يَنْظُرُوا إِلَى السَّمَاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا |
Diyanet Meali: | Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina ettik, nasıl donattık! |
51:44 | فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ |
Diyanet Meali: | Derken Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı. Bu yüzden bakınıp dururken kendilerini yıldırım çarpıvermişti. * |
56:84 | وَأَنْتُمْ حِينَئِذٍ تَنْظُرُونَ |
Diyanet Meali: | Oysa siz o zaman bakıp durursunuz. * |
57:13 | انْظُرُونَا نَقْتَبِسْ مِنْ نُورِكُمْ |
Diyanet Meali: | “Bize bakın ki sizin ışığınızdan biz de aydınlanalım.” |
59:18 | يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍ |
Diyanet Meali: | Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. |
74:21 | ثُمَّ نَظَرَ |
Diyanet Meali: | Sonra (Kur’an hakkında) derin derin düşündü. * |
78:40 | يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ |
Diyanet Meali: | (Şüphesiz biz sizi), kişinin önceden elleriyle yaptıklarına bakacağı … günde (gerçekleşecek olan yakın bir azaba karşı uyardık). |
80:24 | فَلْيَنْظُرِ الْإِنْسَانُ إِلَىٰ طَعَامِهِ |
Diyanet Meali: | Her şeyden önce insan, yediği yemeğine bir baksın! * |
83:23 | عَلَى الْأَرَائِكِ يَنْظُرُونَ |
Diyanet Meali: | Koltuklar üzerinde, (etrafı) seyrederler. * |
83:35 | عَلَى الْأَرَائِكِ يَنْظُرُونَ |
Diyanet Meali: | Koltuklar üzerinde (etrafı) seyrederler. * |
86:5 | فَلْيَنْظُرِ الْإِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَ |
Diyanet Meali: | Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın. * |
88:17 | أَفَلَا يَنْظُرُونَ إِلَى الْإِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ |
Diyanet Meali: | Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır! * |
أَنْظَرَ : Fiil-IV. Meçhul Muzari: يُنْظَرُ
2:162 | خَالِدِينَ فِيهَا لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ |
Diyanet Meali: | Onlar ebedî olarak lânet içinde kalırlar. Artık ne kendilerinden azap hafifletilir, ne de yüzlerine bakılır. * |
3:88 | خَالِدِينَ فِيهَا لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ |
Diyanet Meali: | Onun (lânetin) içinde ebedî kalacaklardır. Onların azabı hafifletilmez, onlara göz açtırılmaz. * |
6:8 | وَلَوْ أَنْزَلْنَا مَلَكًا لَقُضِيَ الْأَمْرُ ثُمَّ لَا يُنْظَرُونَ |
Diyanet Meali: | Eğer (öyle) bir melek indirseydik artık iş bitirilmiş olurdu, sonra da kendilerine göz açtırılmazdı. (Hemen helâk edilirlerdi.) |
7:14 | قَالَ أَنْظِرْنِي إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ |
Diyanet Meali: | Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.” * |
7:195 | قُلِ ادْعُوا شُرَكَاءَكُمْ ثُمَّ كِيدُونِ فَلَا تُنْظِرُونِ |
Diyanet Meali: | De ki: “Haydi, çağırın ortaklarınızı, sonra bana tuzak kurun da bana göz açtırmayın bakalım!” |
10:71 | ثُمَّ لَا يَكُنْ أَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً ثُمَّ اقْضُوا إِلَيَّ وَلَا تُنْظِرُونِ |
Diyanet Meali: | “(Artık siz de bana ne yapacağınızı ortaklarınızla beraber kararlaştırın ki), işiniz size dert olmasın! Bundan sonra bana hükmünüzü uygulayın; bana mühlet de vermeyin! |
11:55 | مِنْ دُونِهِ فَكِيدُونِي جَمِيعًا ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ |
Diyanet Meali: | (Siz de şâhit olun ki, ben sizin) Allah’ı bırakıp da (O’na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım). Haydi hepiniz toptan bana tuzak kurun, sonra da bana göz açtırmayın.” * |
15:36 | قَالَ رَبِّ فَأَنْظِرْنِي إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُون |
Diyanet Meali: | İblis: “Rabbim! Öyle ise onların tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver” dedi. * |
16:85 | فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ |
Diyanet Meali: | (O zalimler, azabı gördükleri zaman) artık onlardan azap hafifletilmez ve kendilerine mühlet de verilmez. |
21:40 | بَلْ تَأْتِيهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ |
Diyanet Meali: | Şüphesiz o (tehdit edildikleri azap) onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşkınlıktan dondurup bırakacak. Artık ne onu geri çevirmeye güçleri yetecek, ne de kendilerine göz açtırılacak. * |
32:29 | قُلْ يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنْفَعُ الَّذِينَ كَفَرُوا إِيمَانُهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ |
Diyanet Meali: | De ki: “Fetih (Kıyamet) günü, inkâr edenlere iman etmeleri fayda vermeyecektir. Onlara göz de açtırılmayacaktır.” * |
38:79 | قَالَ رَبِّ فَأَنْظِرْنِي إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ |
Diyanet Meali: | İblis, “Ey Rabbim! Öyle ise bana insanların diriltilecekleri güne kadar mühlet ver” dedi. * |
اِنْتَظَرَ : Fiil-VIII.
6:158 | قُلِ انْتَظِرُوا إِنَّا مُنْتَظِرُونَ |
Diyanet Meali: | De ki: “Siz bekleyin. Şüphesiz biz de bekliyoruz.” |
7:71 | فَانْتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِرِينَ |
Diyanet Meali: | “Öyleyse (başınıza geleceği) bekleyin! Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!” |
10:20 | فَقُلْ إِنَّمَا الْغَيْبُ لِلَّهِ فَانْتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِرِينَ |
Diyanet Meali: | De ki: “Gayb ancak Allah’ındır. Bekleyin, şüphesiz ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim!” |
10:102 | فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ إِلَّا مِثْلَ أَيَّامِ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْ |
Diyanet Meali: | Onlar sadece, kendilerinden önce gelip geçenlerin başlarına gelen (azap dolu) günlerin benzerini mi bekliyorlar? |
10:102 | قُلْ فَانْتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِرِينَ |
Diyanet Meali: | De ki: “Bekleyin bakalım, ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim.” |
11:122 | وَانْتَظِرُوا إِنَّا مُنْتَظِرُونَ |
Diyanet Meali: | “Bekleyin, biz de bekleyeceğiz.” * |
32:30 | فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَانْتَظِرْ إِنَّهُمْ مُنْتَظِرُونَ |
Diyanet Meali: | Şimdi sen onlardan yüz çevir ve bekle. Şüphesiz onlar da bekliyorlar. * |
33:23 | فَمِنْهُمْ مَنْ قَضَىٰ نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُ |
Diyanet Meali: | İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. |
نَظْرَةٌ : İsim.
37:88 | فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ |
Diyanet Meali: | (İbrahim), yıldızlara baktı. * |
نَظَرٌ : İsim.
47:20 | يَنْظُرُونَ إِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِ |
Diyanet Meali: | (Fakat hükmü apaçık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince; kalplerinde hastalık olanların), ölüm baygınlığına girmiş kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını (görürsün). |
نَظِرَةٌ : İsim.
2:280 | وَإِنْ كَانَ ذُو عُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ إِلَىٰ مَيْسَرَةٍ |
Diyanet Meali: | Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. |
نَاظِرِينَ : İsim. İsm-i Fâil. Kurallı Erkek Çoğul. Tekili: نَاظِرٌ Müennesi: نَاظِرَةٌ
2:69 | إِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَاءُ فَاقِعٌ لَوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِرِينَ |
Diyanet Meali: | “O, sapsarı; rengi, bakanların içini açan bir sığırdır.” |
7:108 | وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاءُ لِلنَّاظِرِينَ |
Diyanet Meali: | Elini (koynundan) çıkardı. Bir de ne görsünler o, bakanlar için, bembeyaz olmuş. * |
15:16 | وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ |
Diyanet Meali: | Andolsun, biz gökte burçlar yaptık ve onu, bakanlar için süsledik. * |
26:33 | وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاءُ لِلنَّاظِرِينَ |
Diyanet Meali: | Elini koynundan çıkardı, bir de ne görsünler, bakanlara bembeyaz olmuş. * |
33:53 | إِلَّا أَنْ يُؤْذَنَ لَكُمْ إِلَىٰ طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِرِينَ إِنَاهُ |
Diyanet Meali: | (Ey iman edenler!) Yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin (vakitli vakitsiz Peygamber’in evlerine girmeyin). |
نَاظِرَةٌ : İsim. İsm-i Fâil. Müennes. Müzekkeri: نَاظِرٌ
27:35 | وَإِنِّي مُرْسِلَةٌ إِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ |
Diyanet Meali: | “Ben onlara bir hediye gönderip, elçilerin ne haber ile döneceklerine bakacağım.” * |
75:23 | إِلَىٰ رَبِّهَا نَاظِرَةٌ |
Diyanet Meali: | Rablerine bakarlar. * |
مُنْظَرُونَ : İsim. İsm-i Mef’ûl. İf’âl Bâbı (IV. Bâb). Kurallı Erkek Çoğul. Tekili: مُنْظَرٌ
7:15 | قَالَ إِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ |
Diyanet Meali: | Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi. * |
15:8 | مَا نُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُوا إِذًا مُنْظَرِينَ |
Diyanet Meali: | Biz, melekleri ancak hak ve hikmete uygun olarak indiririz. O zaman da onlara mühlet verilmez. * |
15:37 | قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ |
Diyanet Meali: | Allah da, “O hâlde, sen (vakti yalnızca benim tarafımdan bilinen güne, kıyamete kadar) mühlet verilenlerdensin” dedi. * |
26:203 | فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَ |
Diyanet Meali: | (201-203) Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, “Bize mühlet verilmez mi?” demedikçe, ona inanmazlar. |
38:80 | قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ |
Diyanet Meali: | Allah, şöyle dedi: “Sen, mühlet verilenlerdensin.” * |
44:29 | فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنْظَرِينَ |
Diyanet Meali: | Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi. * |
مُنْتَظِرُونَ : İsim. İsm-i Fâil. İfti’âl Bâbı (VIII. Bâb). Kurallı Erkek Çoğul. Tekili: مُنْتَظِرٌ
6:158 | قُلِ انْتَظِرُوا إِنَّا مُنْتَظِرُونَ |
Diyanet Meali: | De ki: “Siz bekleyin. Şüphesiz biz de bekliyoruz.” |
7:71 | فَانْتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِرِين |
Diyanet Meali: | “Öyleyse (başınıza geleceği) bekleyin! Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!” |
10:20 | فَقُلْ إِنَّمَا الْغَيْبُ لِلَّهِ فَانْتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِرِينَ |
Diyanet Meali: | De ki: “Gayb ancak Allah’ındır. Bekleyin, şüphesiz ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim!” |
10:102 | قُلْ فَانْتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِرِينَ |
Diyanet Meali: | De ki: “Bekleyin bakalım, ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim.” |
11:122 | وَانْتَظِرُوا إِنَّا مُنْتَظِرُونَ |
Diyanet Meali: | “Bekleyin, biz de bekleyeceğiz.” * |
32:30 | فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَانْتَظِرْ إِنَّهُمْ مُنْتَظِرُونَ |
Diyanet Meali: | Şimdi sen onlardan yüz çevir ve bekle. Şüphesiz onlar da bekliyorlar. * |