LA'B:
Oyun, boş şey. Oyun ile boş yere vakit geçirme.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Biliniz ki, dünyâ hayâtı elbette la'b ve lehv (eğlence) ve zînet yâni
süslenmek ve tefâhür yâni öğünme ve malı, parayı ve evlâdı çoğaltmaktır.
(Hadîd sûresi: 20)
Dünyâ hayâtı la'b ve lehvdir. Allah'tan korkanlar için âhiret hayâtı
elbette hayırlıdır. Böyle olduğunu niçin anlamıyorsunuz. (En'âm sûresi:
32)
Kıyâmet günü makbûl olanlardan, kurtulanlardan olmak istiyorsanız,
Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği iyi işleri yapınız. Sünnet-i
seniyyeye yâni Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin yoluna sarılınız!
Bu yola uymayan hiçbir şeyi yapmayınız. E shâb-ı kehf, (rahmetullahi
teâlâ aleyhim ecmâin) her tarafı fitne kapladığı zaman, bir hicret
yapmakla yüksek dereceye kavuştular. Siz, Muhammed aleyhisselâmın
ümmetisiniz. Ömrünüzü lehv ve la'b ile ziyân etmeyiniz! Çocuklar gibi
top oynamakla vaktinizi elden kaçırmayınız. (İmâm-ı Rabbânî)
LAĞV YEMİNİ:
Geçmiş birşey için zan ile boş yere yapılan yemîn. (Bkz. Yemîn)
LAHD (Lahid):
Kabir kazıldıktan sonra, kabrin taban sathından kıble cihetine kabir
boyunca, içine ölü sığacak kadar genişlik ve derinlikte kazılan yer.
Beşikten lahd'a kadar ilim öğreniniz. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Meyyit (ölü), lahd içine, sağ yanı üzere konur. Şak yapılmaz, yâni kabir
kazıldıktan sonra ortasına çukur açıp; meyyit buraya konulmaz. Toprak
çürük, nemli ise, erkeği lahdin veya doğruca kabrin içine tabut ile
koymak câiz olur. Toprak kuru ve sağlam ise, erkeği tabut ile gömmek
mekrûh olur. Kadınları her zaman tabut ile gömmek efdaldir (daha iyidir).
(İmâm-ı Rabbânî) Götürüp lahde koysalar, arkaya bakmadan dönseler
Süâllerimi sorsalar, bilmem hâlim nice olur.
(Ahmed Yesevî)
LÂHİK:
1. Namaza imâm ile berâber başladığı hâlde, kendisine uyku, gaflet veya
benzeri bir sebebden dolayı abdest bozulması hâli ârız olup da (meydana
gelip de) namazın tamâmını veya bir kısmını imâm ile kılamayan kimse.
Lâhik, imâma uyan cemâat gibi hareket eder. Kaçırdığı rek'atleri kendi
başına kılarken imâma uymuş gibi davranır. Bunun için kendi başına
kıldığı rek'atlerde, üzerine sehv secdesi (yanılma, unutma secdesi)
gerekecek bir yanılma olsa, bundan dolayı se hv secdesi yapmaz. (İbn-i
Âbidîn)
Lâhik olan kimse, cemâati terk ettikten sonra eğer dünyâ kelâmı
söylememiş ise, imâmın ardında gibidir. Lâkin, câmiden çıktıktan sonra,
pek yakın yerden abdestini almalıdır. Çok ileriye giderse, namazı
bozulur diyen âlimler vardır. (Kutbüddîn-i İznikî)
Namazda imâma uyanlar dört çeşittir. Bunlar; müdrik (iftitah yâni
başlama tekbirini imâm ile birlikte alan), muktedî (iftitâh tekbîrine
yetişemiyen), mesbûk (imâm, rek'atlerin birini veya ikisini kıldıktan
sonra uymuş olan) ve lâhiktir. (Kutbüddîn-i İznikî)
2. Kavuşan, ulaşan, yetişen.
Peygamber efendimiz, bir kabir yanında hazır oldukları vakit; "Dünyâ ve
âhiret selâmeti, müslümanlardan ve mü'minlerden bu kabirde bulunanların
üzerine olsun. Biz inşâallah size lâhik oluruz. Siz bizden evvel
göçtünüz. Biz de, size tâbi olup, sonradan varırız. Yâ Rabbî! Bizi ve
bunları mağfiret et ve günâhlarımızı affet" buyururdu. (Hadîs-i
şerîf-Müslim)
LAHN:
Hatâ etmek, doğrudan sapmak. Çoğulu elhândır.
1.Tecvîd ilminde, tecvîd kâidelerine uymamaktan doğan okuyuş hatâsı.
Fıkıh kitablarında namaz kılanın namazın farzlarından olan kırâette
yaptığı hatâ zelletül-kârî adı altında incelenmiştir. (Bkz.
Zelletül-Kârî)
Lahn, dört şekilde olabilir: Birinci şekil i'râbda hatâdır. Yâni
harekelerde ve sükünde olabilir. Meselâ, şeddeyi hafif okur veya medleri
(uzunları) kısa okur veya bunların aksini yapar. İkinci şekilde,
harflerde olur; harfin yerini değiştirir veya h arf ilâve eder, yâhut
azaltır. Veyâhut harfi ileri geri alır. Üçüncü hatâ, kelimelerde ve
cümlelerde olur.Nihâyet, vakf ve vaslde hatâ olur. Yâni duracak yerde
durmaz, geçer. Geçecek yerde durur. Bu dördüncü şekil hatâda, mânâ
değişse de bozulmaz. İlk üç şekilde, mânâyı değiştirip, küfre sebeb
olacak mânâ hâsıl olursa, namazı bozar. (İbn-i Âbidîn)
Lahn; bir hafi, başka harf okumak şeklinde olursa, harfler çok farklı
ise, bozar. Meselâ, sat yerine ta söylemek, sâlihât yerine tâlihât
okumak. İhlâs sûresinde Ehad yerine ehat demek gibi. Harflerin farkı az
ise, çok âlimler, mânâ değişirse, eğer bi lerek okudu ise, bozulur;
ağzından kaçtı ise, bozulmaz dediler. Dat yerine zı demek, sin yerine
sat, te yerine tı demek gibi. Fetvâ böyle ise de, ihtiyâtlı olmak
lâzımdır. Dâllîn yerine zâllîn böyledir. Kelimeyi değiştirince, mânâ
bozulursa, Kur'ân-ı kerîmde benzeri bulunsa da bozar. Mânâ değişmezse,
bozmaz. (İbn-i Âbidîn)
2. Tegannî, sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, mânâ bozulacak
şekilde, harfleri ve kelimeleri değiştirerek, sesi alçaltıp, yükselterek,
çeneyi oynatarak okumak.
Lahn ve nağme (vezinli ses) bulunmayan güzel sesi dinlemek mutlaka
mubahtır, mahzuru yoktur. Sıkıntı gidermek için nağme ile kendi kendine
okumak câiz diyenler vardır. Fakat başkalarını eğlendirmek veya para
kazanmak için okumak haramdır. (Mazhâr-ı Cân-ı Cânân)
Lahn yaparak, tecvîdi, Kur'ân-ı kerîmi, şartlarına, usûlüne uygun olarak
okumayı bozmak bid'at, dinde sonradan çıkan bir şey olup, dinlenmesi de
büyük günahtır. (Abdülganî Nablüsî)
Kur'ân-ı kerîmi, zikri, duâyı lahn ile okumak icmâ ile yâni müctehid
âlimlerin sözbirliği ile haramdır. (Seâdet-i Ebediyye)
Lahn ile tegannî ederek okuyan imâmın arkasında kılınan namazı iâde
etmek lâzımdır. (İbrâhim Halebî)
Namaz vakitlerini bilmeyen, tegannî, elhan ederek okuyan kimse, ezan
okumaya ehil değildir. Böyle kimseyi müezzin yapmak câiz değildir.
(Bezzâziyye)
Lahn-ı Celî:
Açık ve herkesin bildiği tecvîd hatâsı.
Lahn-ı celî harflerde veya harekede yâhut sükunda olur. Meselâ tı
harfini dal, sad'ı sin okumak lahn-ı celîdir. (İbn-i Âbidîn)
Lahn-ı Hafî:
Gizli hatâ olup, ancak tecvîd ilmi ile uğraşanlar bilir.
Lahn-i hafîde mânâ bozulmaz. İhfâyı, iklâbı vb. yapmamak, kalın okunacak
yerde ince, ince okunacak yerde kalın okumak, uzatılacak yerde kısa
okumak, kısa okunacak yerde uzatarak okumak gibi. (İbn-i Âbidîn)
LÂİM:
Levm eden, kınayan, iyi ve güzel bulmayan.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Dinden çıkarsanız Allahü teâlâ sizin yerinize
başkalarını getirir. Onları sever. Onlar da Allahü teâlâyı severler.
Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı şiddetlidirler. Allah
yolunda cihad ederler ve hiçbir lâimin levminden korkmazlar. İşte bu,
Allah'ın bir ihsânıdır ki, onu dilediğine verir. Allah, ihsânı bol olan,
(her şeyi) çok iyi bilendir. (Mâide sûresi: 54)
Siz Allahü teâlânın hadlerini (cezâlarını) yakın ve uzak olan herkes
hakkında dosdoğru infaz ediniz (uygulayınız). Sakın hiçbir lâimin
kınaması sizi Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekten alıkoymasın.
(Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
LAÎN:
Lânet edilmiş, kovulmuş. Allahü teâlânın rahmetinden mahrum olan şeytân.
(Bkz. Lânet)
LAKAB:
Bir kimseyi övmek veya yermek (kötülemek) için takılan adlar.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Bir takım kimseler diğerleri ile alay etmesin. Olur ki,
alay edilenler, Allah indinde alay edenlerden daha hayırlıdır. Kadınlar
da, diğer kadınlarla alay etmesinler!Olur ki, alay edilen, eğlenceye
alınan kadınlar, onlardan daha hayırlıdırlar. Birbirinizi ayıplamayınız
ve birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayınız. Bir kimse îmân ettikten
sonra, fâsıklık ne çirkin bir addır. Kim ki bu yasak edilen şeylerden
tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerdir. (Hucurât sûresi: 11)
Müslüman bir kimseye kötü lakap takmak veyâ takılan kötü lakabla onu
çağırmak dil âfetlerindendir. İyi lakabla çağırmakta bir beis, sakınca
yoktur. (İmâm-ı Birgivî)
LAKÎT:
Geçim sıkıntısı veya nâmus korkusu (zinâ ithamlarından kaçınmak) için
terkedilmiş, bir yere bırakılmış çocuk.
Lakîti terketmek günâh, görünce alıp ölümden kurtarmak şehirde sünnet,
tenhâ yerde ise farzdır. Kuyuya düşen âmâyı (körü) kurtarmak da
böyledir. Dâr-ül İslâm'da (İslâm diyârında) bulunan çocuk, hür ve mü'min
olur. Lakît için, bu benim çocuğum diyen b ir adamın sözü kabûl edilir.
Kadın söylerse iki şâhid istenir. İlim öğretilir. Sonra san'ata verilir.
Hükûmetten izin almadan sünnet ettirilmez, malı satılamaz. Hükûmetten
izinsiz yapılan masraflar, çocuğa teberrû yâni hediyye olur. (Kâşânî)
LA'NET (Lânet):
Bedduâ; bir kimsenin kötülüğünü, Allahü teâlânın af ve merhametinden
mahrum olmasını, ihânet edenlerin veya kötülüklerin gerektiği cezâya
çarptırılmasını istemek.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruluyor ki:
Allahü teâlâ ve Resûlüne eziyyet edenlere, dünyâda ve âhirette de lânet
olsun. (Ahzâb sûresi: 57)
Ben, lânet etmek için, insanların azab çekmesi için gönderilmedim. Ben,
herkese iyilik etmek için, insanların huzûra kavuşması için gönderildim.
(Hadîs-i şerîf-Ahmed ibni Hanbel)
Kadın elbisesi giyen erkeğe ve erkek elbisesi giyen kadına lânet olsun.
(Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Bir kul, herhangi bir şeye lânet ederse, o lânet semâya yükselir. Fakat
göklerin kapısı bu fenâ söze karşı kapanır; yere iner, onun da kapıları
kapanır. Sonra sağa sola başvurur, girecek yer bulamayınca, lânete
müstehak olana gider. Eğer lânete lâyık değilse, bu defâ lânet edene
rücû eder (döner) . (Hadîs-i şerîf-Riyâz-üs-Sâlihîn)
Ey oğul! Hiç kimseye lânet etme. Zîrâ lânet eylediğin adam, lânete
müstehak değil ise, yaptığın lânet sana döner. Hayvanlara dahi lânet
etme. Zîrâ, melekler sana lânet ederler. ( Süleymân bin Cezâ)
Her kim bir binek ve yük hayvanına, lânet olsun derse, o hayvan (hal
diliyle) der ki: "Âmin, lâkin yüce Allah'a hangimiz daha fazla âsî ise,
lânet onun üzerine olsun." (Fudayl bin Iyâd)
LÂŞE:
Leş. Kendiliğinden ölmüş veya İslâmiyet'in emrine uygun olmayarak
kesilmiş veya öldürülmüş hayvan ve böyle hayvanın eti. (Bkz. Leş)
LATÎF (El-Latîf):
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından. Lütf ve ihsân edici, dâimâ güzel
muâmelede bulunan.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Gözler O'nu idrâk edemez. Ama O, gözleri idrâk eder. O latîftir, (her
şeyden) haberdârdır. (En'âm sûresi: 142)
Allah kullarına çok latîftir. Kimi dilerse onu rızıklandırır. Kuvvetli,
güçlü ancak O'dur. (Şûrâ sûresi: 19)
Allahü teâlânın rahîm, hakîm ve latîf olduğuna inanmak, tevekkülün
esaslarındandır. O'nun inâyeti (yardımı), şefkati, karıncadan insana
kadar, her mahlûka, yarattığına yetişir. Kullarına olan merhameti,
iyiliği; bir ananın yavrusuna olan merhâmetinde n daha çoktur. Lütfu,
merhameti o kadar çoktur ki, dünyâyı ve dünyâda olan herşeyi en iyi
şekilde yaratmıştır. (İmâm-ı Gazâlî)
El-Latîf ism-i şerîfini söylemeye devâm edenin üzüntü ve elemi gider,
rahat ve huzur bulur. (Yûsuf Nebhânî)
2. Yumuşak, hoş, güzel, nâzik. Âdem oğlu aç gözünü, yeryüzüne kıl bir
nazar, Gör bu latîf çiçekleri, hangi kuvvet yapar, bozar.
(M. Sıddîk bin Saîd)
3. Gözle görülmeyen.
Melekler cismdir, latîftir. Gaz hâlinden de daha latîftirler.
Nûrânîdirler. Diridirler, akıllıdırlar, insanlardaki kötülükler
meleklerde yoktur. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
LATÎFE:
1. Hoş, tatlı söz, şaka.
Arkadaşlarınıza latîfe yapınız. Onlarla edebli ve hoşça vakit geçiriniz.
Kalb kırmayınız. Lâkin şunu biliniz ki, bir topluluğu güldürenlerde
hayır yoktur. (İmâm-ı Mâverdî)
Latîfenin fazlası iyi görülmemiştir. Çünkü, latîfenin çokluğu gülmeyi
artırır. Çok gülmek kalbi öldürür, heybeti giderir. Böyle latîfelerden
sakınmalıdır. (İmâm-ı Gazâlî)
Resûlullah efendimiz latîfe yapmış ve söylemiş, latîfeleri hep hak üzere
ve fâideli olmuştur. (Muhammed Hâdimî)
2. Maddeli, zamanlı ve ölçülü olmayan Âlem-i emirdeki beş mertebeden her
biri.
Âlem-i emrde bulunan beş latîfenin insanda birer sûreti, benzeri vardır.
Bu beş latîfeye kalb, rûh, sır, hafî ve ahfâ isimleri verilmiştir.
Evliyânın çoğu bunları birbirinden ayırmamış ve hepsine rûh demişlerdir.
(İmâm-ı Rabbânî)
LÂÜBÂLÎ:
Başkalarıyla saygısızlığa varacak şekilde senlibenli; çekinmesi ve
sakınması olmayan.
Kur'ân-ı kerîm; bir erkeğin, yabancı bir kadınla halvetini yâni yalnız
başına kapalı bir yerde berâber kalmasını, yabancı kadınların seslerini
dinlemesini ve zarûretsiz lâübâlî bir şekilde konuşmasını da haram
kılmıştır. (Yûsuf Sinânüddîn)
LAZY:
Hiçbir dîne inanmıyanlar ile müşriklerin (Allahü teâlâya ortak
koşanların) azâb görecekleri, Cehennem'in altıncı tabakası.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Şüphe yok ki hem âhiret, hem dünyâ bizimdir. İşte sizi alevlendikçe
alevlenen Lazy ateşi ile korkuttum. Oraya ancak kâfir olan
(peygamberini) inkâr eden ve (îmândan) yüz çevirenler girer. (Leyl
sûresi: 13-15)
LEBBEYK:
1. Hac, umre veya her ikisini yapmak üzere niyyet ederken yâni ihrâma
girerken başlayıp, Mina'da Cemre-i akabede (büyük cemrede) şeytan
taşlanırken atılan ilk taşla söylemesi son bulan mübârek sözler: Lebbeyk
Allahümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk innelhamde venni'mete
leke vel-mülke lâ şerîke lek. (Allahım! Senin emrine her zaman itâat
ederim. Senin ortağın yoktur. Dâvetine can ve gönülden uyarım. Şüphesiz
hamd (övgü), nîmet (vermek) sana mahsûstur. Mülk de senindir. Senin
ortağın yoktur). (Bkz. Telbiye)
Hac yapacak kimse, ihrâma girince yüksek sesle telbiye eder. Lebbeyk
diyerek ihrâma giren hacı, Allahü teâlânın dâvetine ve haccediniz emrine
uyduğunu düşünmeli ve buna göre kendini hazırlamalıdır. (Saîdüddîn
Fergânî)
2. "Efendim, buyurunuz, emrediniz!" mânâsında, çağırana cevâb ifâdesi.
Muâz bin Cebel (radıyallahü anh) şöyle anlatmıştır. Bir gün Resûl-i
ekrem efendimiz bir hayvana binmişti. Ben de arkalarında bulunuyordum.
Bana "Ey Muâz!" diye seslendiler. Ben de "Lebbeyk yâ Resûlallah!" dedim.
Üç kerre ismimi söyledikten sonra; "Cenâb-ı Hakk'ın kulları üzerinde
olan hakkı nedir biliyor musunuz?" buyurdu. "Allah ve Resûlü daha iyi
bilir" dedim. Bunun üzerine; "Cenâb-ı Hakk'ın kulları üzerindeki hakkı,
onların kendisine ibâdet etmeleri ve başka hiçbir varlığı ona şirk
(ortak) koşmamalarıdır" buyurup, tekrar sordular: "Kullar bu
vazîfelerini yerine getirirlerse, Allah'tan bekledikleri hakları (Allahü
teâlânın onlara vâdettiği karşılık) nedir bilir misin?" buyurdular. Ben
yine "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" deyince; "Bu takdirde kulların
Allah üzerindeki hakkı (onlara vâdettiği) nîmet ve kullarına azâb
etmemesidir..." (Hadîs-i şerîf-Müslim)
LEDÜNNÎ İLMİ:
Allahü teâlânın vergisi, ihsânı olan mânevî ilim. (Bkz. İlm)
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Orada kendi indimizden bir rahmet (vahy ve nübüvvet veya uzun ömür)
verdiğimiz ve ona ledünnî ilmi öğrettiğimiz kullarımızdan birini
(Hızır'ı) buldular. (Kehf sûresi: 65)
Ledünnî ilim yetmiş iki derecedir. İlk derecesinden olan, bir ağaca
bakınca yapraklarının sayısını, bir denize bakmakla damlalarının
adedini, bir çöle bakınca kumlarının sayısını bilir. (Seyyid Abdülhakîm)
Hızır aleyhisselâm, güzel ahlâk sâhibi, cömert ve insanlara karşı çok
şefkatli idi. Allahü teâlânın izni ile kerâmet ehli olup, kimyâ ilmini
bilir, Hak teâlânın bildirmesiyle Ledünnî ilmine muttalî (vâkıf) idi.
(Sa'lebî, İmâm-ı Rabbânî) Matematik fizik kimyâ bu esrârı çözmüyor
Ledünnî ilminde üstâd bir Süleymân isterim
(Süleymân bin Ahmed)
LEHV:
Eğlence. Âhirette faydası olacak şeylerden alıkoyan her şey.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Biliniz ki, dünyâ hayâtı elbette la'b (oyun) ve lehv ve zînet yâni
süslenmek ve tefâhur yâni öğünme ve malı parayı ve evlâdı çoğaltmaktır.
(Hadîd sûresi: 20)
Her türlü lehv haramdır. Yalnız zevce (hanım) ile oynamak, at ve silâh
ile tâlim, yarış yapmak câizdir. (Hadîs-i şerîf-Nasb-ur-Râye)
Allahü teâlânın rızâsını kazanmayı düşünmeden yapılan işler hep lehvdir.
Bunların faydası çok çabuk geçtiği, kaybolduğu için sanki hiç faydası
yok gibidirler. (Senâullah-i Pânî Pûtî)
Lehvel-Hadîs:
Müzik, her türlü boş oyun, eğlence.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, bilgisizce (hissettirmeden) Allah
yolundan saptırmak ve o yolu eğlence yerine tutmak için lehvel-hadîs'e
müşteri çıkar. İşte bunlara şiddetli bir azâb vardır. (Lokman sûresi: 6)
Lehvel-hadîs ile ilgili âyet-i kerîmenin nâzil olmasının
(gönderilmesinin) sebebi şöyle bildirilmiştir: Müşriklerden Nadr bin
Hâris ticâret yapmak için Fâris (İran) diyârına giderdi. Oradan
Acemlerin hikâye ve efsâne kitablarını getirirdi. Bunları Ku reyşlilere,
Mekke halkına; "Muhammed size Âd ve Semûd kavminin kıssalarını
bildiriyor, gelin ben de size Rüstem'in, İsfendiyâr'ın, Kisrâ'nın
hikâyelerini anlatayım" diyerek pekçok kimsenin Kur'ân-ı kerîmi
dinlemesine mâni olurdu. Ayrıca bir de şarkıcı câriye satın almıştı. Bir
kimsenin müslüman olacağını işitince, hemen şarkıcı câriyesini alıp
müslüman olmaya karar veren kimsenin yanına gider, şarkıcı câriyeye,
haydi bu kimseye yedir-içir, şarkı söyleyiver derdi. Böylece o kimseyi
eğlendirip, gördün mü senin için bu daha iyi değil mi? derdi. Bunun
üzerine hem Nadr bin Hâris ve hem de böyle yapanların uygunsuz
hareketleri üzerine bu âyet-i kerîme nâzil olmuştur. (Muhammed bin Hamzâ
Senâullah-ı Dehlevî)
LEŞ:
Kendiliğinden ölen veya Besmelesiz kesilen veya kesilmeyip de başka
sûretle öldürülen veya Ehl-i kitâb olmayan kâfir ve mürtedlerin
kestikleri yenmesi haram hayvanlar. Ölmüş hayvan.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Şöyle ki, Kur'ân'da yenmesi haram olanlar, leş ve akıcı kan ve pis domuz
ve Allah'tan başkasının adı ile kesilmiş olandır. (En'âm sûresi: 145)
Kasten, yâni hatırında olduğu hâlde, bilerek Besmele çekmeden kesilen
hayvanı ve Besmelesiz tutulan av hayvanını, kitâbsız kâfirlerin,
mürtedlerin kestiği, avladığı hayvanı yemek haramdır. Böyle tutulan
balığı yemek haram değildir. Kesmeyip de, bir y erine bıçak saplayarak,
ensesine ve alnına vurarak veya boğarak veya ilâçlayarak,
elektrikleyerek öldürülen kara hayvanları leş olur. Bunları yemek haram
olur. (Hâdimî, İbn-i Âbidîn)
Murdar eti, yâni leş eti ve domuz eti ve şarap gibi kendileri kat'î
(açık, kesin) delîlle haram olanlar, hiçbir zaman helâl olmaz. Sâhibi
satsa, hediye etse, helâl etse de, yemek olmaz. Bunlara helâl diyen,
yerken bilerek Besmele çeken îmânını kaybed er. (Hâdimî, İbn-i Âbidîn )
Ölüm korkusu olunca, ölmeyecek kadar leş ve başkasının malı yenebilir.
(İbn-i Âbidîn)
LEŞKER-İ DUÂ:
Duâ ordusu. Sıkıntı ve darda kalan müslümanlara duâları ile yardımda
bulunan Allahü teâlânın sevgili kulları, sâlih müslümanlar, velîler
topluluğu. (Bkz. Duâ Ordusu)
Leşker-i gazâ (cephede savaşan asker), leşker-i duânın yardımına
muhtâçtır. İhlâs ile yapılan duâ muhakkak kabûl olur. (İmâm-ı Rabbânî)
Leşker-i duâ, leşker-i gazâdan akvâdır (daha kuvvetlidir). (İmâm-ı
Rabbânî)
LEŞKER-İ GAZÂ:
Gazâ ordusu, savaşan askerler. Allahü teâlânın rızâsı için O'nun dînini
yaymak, din, nâmus ve vatanlarını korumak için düşmanla savaşan
müslümanlar. (Bkz. Gazâ)
LETÂFET:
Hoşluk, yumuşaklık, tatlılık.
Allahü teâlâ, kıyâmette, ilâhlık makâmında tecelli buyurup, yedi kat
gökleri sağ kudret eline alıp buyurur ki: "Ey alçak dünyâ! Senin içinde
rablık dâvâsı edenler ve ahmakların rab tanıdıkları âcizler nerededir ve
senin güzellik ve letâfetinle aldatt ığın ve âhireti unutturduğun
kimseler nerededir?" (İmâm-ı Gazâlî) Hilye-i nebîyi güç iken beyân
Başlarız, ona oldukça imkân Geniş, güzel latîfti gözü Nûr saçardı hep
mübârek yüzü Gümüş teninde letâfet vardı İrice mühr-i nübüvvet vardı.
(M. Sıddîk bin Saîd)
LEVH-ÜL-MAHFÛZ:
Korunmuş levha; Allahü teâlânın takdir ettiği her şeyin yazılı
bulunduğu, nasıl olduğu bizce bilinmeyen ve her türlü te'sirden korunmuş
levha.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Dünyâda olacak her şey, dünyâ yaratılmadan evvel ezelde Levh-ül-mahfûza
yazılmış, takdir edilmiştir. Bunu size bildiriyoruz ki, hayatta
kaçırdığınız fırsatlar için üzülmeyesiniz ve kavuştuğunuz kazançlardan,
Allah'ın gönderdiği nîmetlerden mağrûr olmayasınız. (Hadîd sûresi: 23)
Allahü teâlâ Levh-ül-mahfûza önce şunları yazdı: Allahü teâlâdan başka
ilâh yoktur. Muhammed (aleyhisselâm) O'nun kulu ve Resûlüdür. Verdiğim
hükme râzı olan, belâlara sabreden, nîmetlere şükreden kimseyi doğrular
arasına yazdım. O kimse, kıyâmet günü onların arasında dirilir. Hükmün
dışında bir şey bekleyen, belâlara karşı sabırlı olmayan, nîmetlere
şükür yolunu tutmayan Benden başka ilâh arasın. (Hadîs-i
şerîf-El-Burhân-ül-Müeyyed)
Levh-ül-mahfûzda, ilk yazılan Besmeledir. Âdem'e (aleyhisselâm) ilk
gelen, Besmeledir. (Ya'kûb-ı Çerhî)
Cebrâil (aleyhisselâm) her sene bir kerre gelip, o âna kadar inmiş olan
Kur'ân-ı kerîmi, Levh-ül-mahfûzdaki sırasına göre okur, Peygamber
efendimiz dinler ve tekrâr ederdi. Âhireti teşrif edeceği (vefât
edeceği) sene, iki kerre gelip tamâmını okudula r. (İmâm-ı Süyûtî,
Zerkeşî, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
LEVM:
Kınama. (Bkz. Lâim)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ey îmân edenler! Dinden çıkarsanız, Allahü teâlâ, sizin yerinize
başkalarını getirir. Onları sever. Onlar da Allahü teâlâyı severler.
Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı şiddetlidirler. Allah
yolunda cihâd ederler ve hiçbir levm edenin levminden korkmazlar...
(Mâide sûresi: 54)
LEYL SÛRESİ:
Kur'ân- kerîmin doksan ikinci sûresi.
Leyl sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Yirmi bir âyet-i kerîmedir.
Geceye yeminle başladığı için sûreye, Sûret-ül-Leyl denilmiştir. Sûrede
cömertlik ve cimrilik anlatılmaktadır.
Allahü teâlâ Leyl sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Cehennem ateşinden çok korkan, Allah'ın söz verdiği nîmetlere kavuşmak
için, malını Allah yolunda verir. (Âyet: 5)
Kim Leyl sûresini okursa, Allahü teâlâ ona, râzı oluncaya kadar
(istediğini) verir ve zorluklardan muâf tutar ve ona kolaylık verir.
(Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
LEYLE-İ BERÂT:
Mübârek gecelerden, Şâban ayının on beşinci gecesi. (Bkz. Berât)
LEYLE-İ İSRÂ:
Mübârek gecelerden Mi'râc gecesi. (Bkz. Mi'râc)
LEYLE-İ KADR:
Daha çok Ramazân-ı şerîf ayı içinde bulunduğu bildirilen ve Kur'ân-ı
kerîmin gelmeye başladığı mübârek gece. (Bkz. Kadr Gecesi)
LEYLE-İ Mİ'RÂC:
Mübârek gecelerden, Resûlullah efendimizin Mîrâca çıktığı Receb ayının
yirmi yedinci gecesi. (Bkz. Mi'râc Gecesi)
LEYLE-İ REGÂİB:
Mübârek gecelerden, Receb ayının ilk Cumâ gecesi. (Bkz. Regâib Gecesi)
LIHYE-İ SEÂDET:
Peygamber efendimizin sakal-ı şerîfleri.
Hırka-i seâdet dâiresinde Peygamber efendimizin altmışa yakın Lehye-i
seâdeti bulunmaktadır. Bunlardan yirmi dört kadarı altın ve kıymetli
taşlarla süslü muhâfazalarda veya sedef kutularda saklanmaktadır. (Bkz.
Sakal-ı Şerîf) (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)
LİÂN:
Lânetleşmek, erkeğin zevcesini (hanımını) zinâ etmekle suçlaması veya bu
çocuk benden değildir demesi hâlinde dört şâhid getiremezse, zevcenin
isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çağrılarak usûlüne uygun (âyet-i
kerîmedeki bildirildiği şekilde) kar şılıklı yemîn etmeleri ve
lânetleşmeleri. Buna mulâane de denir.
Liân için önce erkek "Sözüm doğrudur" diye yemin eder. Dört kerre tekrar
eder, beşincide; "Yalan söylüyorsam Allahü teâlânın lâneti benim üzerime
olsun" der. Sonra kadın dört defa; "Allah şâhidim olsun ki, bu adam bana
zâni (zinâ edici) demekle yalan söyledi" diye yemin eder. Beşincide;
"Doğru söyledi ise, Allahü teâlânın gadâbı benim üzerime olsun" der.
Sonra hâkim bunları bir talâk-ı bâin ile ayırır. Liân yapıldıktan sonra,
adam sözünden dönerek veyâ başka bir afîfe kadını kazf ederek (zinâ
isnâd edip isbat edemeyip) had cezâsı uygulanmadıkça eski hanımıyla
tekrar hiçbir zaman evlenemez. (M. Mevkûfâtî)
LİFÂFE:
Kefenin bir parçası. (Bkz. Kefen)
Lifâfe baştan ve ayaklardan aşırı uzunlukta olup kefenin en geniş
parçasıdır. Baş üstünden ve ayak altından uçları büzülüp bezle bağlanır.
(Halebî)
Kadının kefeni beş parça olup sünnettir: Kamîs, izâr, lifâfe, himâr ve
göğüs bezidir. (Halebî)
LİVÂ:
Sancak.
Peygamber efendimizin râyesi, bayrağı siyâh idi. Livâsı daha küçük olup,
beyaz idi. (İmâm-ı Kastalânî)
Peygamber efendimizin livâsının üzerinde "Lâ ilâhe illallah Muhammedün
Resûlullah" yazılı idi. (Ebü'l-Ferec ibni Cevzî)
Tebük seferinde Resûlullah efendimiz, en büyük livâsını hazret-i Ebû
Bekr'e ve en büyük bayrağını da Zübeyr bin Avvâm'a verip taşıttırdı.
(Vâkıdî)
Livâ-i Hamd:
Hamd (şükür) sancağı. Kıyâmet gününde, canlılar dirilip, Arasat
meydanında toplanınca, Allahü teâlâ tarafından Peygamber efendimize
ihsân edilecek olan ve altında bütün inananların toplanacağı sancak-ı
şerîf.
Kıyâmette herkes sustuğu zaman ben söyleyiciyim. Kimsenin
kımıldayamadığı vakitte onlara şefâat ediciyim. Kimsede ümid kalmadığı
zamanda onlara müjde vericiyim. O gün her iyilik, her türlü yardım, her
kapının anahtarı bendedir. Livâ-i hamd benim elimdedir. İnsanların en
hayırlısı en cömerdi en iyisiyim. O gün emrimde binlerce hizmetçi
vardır. Kıyâmet günü peygamberlerin imâmı, hatîbi ve hepsine şefâat
edici benim. Bunları öğünmek için söylemiyorum. (Hadîs-i şerif-Tirmizî,
Dârimi-Mişkât)
Allahü teâlâya sığınarak ve O'ndan yardım dileyerek bildiriyorum ki,
Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlânın resûlüdür, peygamberidir.
Âdemoğullarının seyyidi, efendisidir. Kıyâmet gününde kendisine uyarak
Cehennem'den kurtulanların en cömerdidir. Kıyâ met günü kabirden ilk
önce o kalkacaktır. İlk önce o şefâat edecektir. İlk önce O'nun şefâati
kabûl olunacaktır. Cennet kapısını önce o çalacaktır. Kapı O'na hemen
açılacaktır. Livâ-i hamd denilen sancak O'nun elinde bulunacaktır. Âdem
aleyhisselâm v e O'nun zamânından Kıyâmete kadar gelen her mü'min,
Livâ-i hamd sancağı altında toplanacaktır. (İmâm-ı Rabbânî)
LİVÂTA:
Erkekler arasındaki cinsî sapıklık. Homoseksüellik.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Sizden önce âlemlerden hiçbirinin yapmadığı hayâsızlığı mı yapıyorsunuz?
(A'râf sûresi: 80) Tefsîr âlimleri buradaki çirkin işin livâta olduğunu
bildirdiler. (Celâleyn)
Lût kavmi gibi livâta yapanları, suç üstü yakalarsanız, ikisini de
öldürünüz. (Hadîs-i şerîf-Birgivî Şerhi)
Erkek, erkek ile livâta yaparken arş titrer, sallanır. Melekler de bu
iğrenç işe muttali (haberdâr) olup, yâ Rabbî emr etsen de, yeryüzü o
ikisini ta'zir etse (cezâlandırsa), gökyüzü onların üzerine taş yağdırsa
derler. Allahü teâlâ; "Ben (hilm sâhibiyim) acele etmem. Benden bir şey
kaçmaz" buyurur. (Hadîs-i şerîf-Hüsn-üt-Tenebbüh)
Üç şeyden dolayı, Allahü teâlâ gadaba gelip Arş titrer. Haksız yere adam
öldürme, erkeğin erkeğe, kadının kadına gidip livâta yapmasıdır. (Ebû
Tâlib Mekkî)
Livâta yapanlarda çok tehlikeli olan İt uru ve Aids hastalığı hâsıl
olmaktadır. (Seâdet-i Ebediyye)
LOKMAN HAKÎM:
Allahü teâlâ tarafından kendisine ilim ve hikmet; akıl, anlayış, idrâk
verilen peygamber veya velî. Kur'ân-ı kerîmde ismi zikr edildi. Dâvûd
aleyhisselâm zamânında Arabistan Yarımadası'nın Umman taraflarında
yaşadı. Uzun bir ömür yaşadıktan sonra ibâ det hâlindeyken Kudüs ile
Remle arasında vefât etti.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Muhakkak biz Lokman'a hikmet verdik ve sana verilen hikmet nîmetine
şükret dedik. (Lokman sûresi: 12)
Lokman, oğluna nasîhat ederek dedi ki: "Ey oğulcuğum! Allahü teâlâya
şirk (ortak) koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür. (Lokman
sûresi: 13)
Lokman, peygamber olmayıp ibâdet eden bir kuldu. Allahü teâlâ onu
günâhlardan korudu. Çok tefekkür ederdi. Îmânı kuvvetli idi. Allahü
teâlâyı sever, Allahü teâlâ da onu severdi. Allahü teâlâ ona hikmet
(akıl, anlayış, idrâk, ilim) ihsân eyledi. (Hadîs-i
şerîf-Hilyet-ül-Evliyâ)
Lokman Hakîm, Dâvûd aleyhisselâm zamânında Arabistan Yarımadasının Umman
taraflarında yaşadı. Dâvûd aleyhisselâmın peygamberliğinden önce Lokman
Hakîm müftî idi. Davûd aleyhisselâm peygamber olduktan sonra, Lokman
Hakîm ondan ilim öğrendi. Dâvûd aleyhisselâma ümmet oldu. Lokman Hakîm
cenâb-ı Hak tarafından peygamberlik ve hakîmlikten birini seçmek için
serbest bırakılınca, hikmeti seçti. Sebebi sorulunca; peygamberlik büyük
bir iştir, hakkını yerine getiremem diye korktum dedi. Allahü teâlâ
tarafından kendisine ilim, hikmet, akıl, anlayış verildi. (Katâde)
Lokman Hakîm'in hikmetli nasîhatlerinden bâzıları şöyledir:
Ey oğulcuğum! Namazını dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten nehyet.
Sana (bu yüzden) isâbet eden şeylere sabret. Çünkü bunlar kat'î (kesin)
sûrette farz edilen işlerdendir. (Lokman sûresi: 17)
Ey oğlum! Dünyâ derin deniz gibidir. Çok insanlar onda boğulmuşdur.
Takvâ (Allahü teâlâdan korkup haramlardan sakınmak) gemin, îmân, yükün,
tevekkül (Allahü teâlâya güvenmek) hâlin, sâlih (iyi) amel, azığın
olsun. Kurtulursan Allahü teâlânın rahmetiy le, boğulursan, günâhın
sebebiyledir.
Ey oğlum! Borçlu olmaktan sakın. Çünkü gündüz zillet (aşağılık), gece
gam ve keder içinde olursun.
Ey oğlum! Merhâmet eden merhâmet bulur. Sükût eden selâmete erer. Hayır
söyleyen kâr eder. Kötü konuşan günâhkâr olur. Diline hâkim olmayan
pişman olur.
Çalış, kazan, çalışmayıp herkese muhtâc kalanın dîni ve aklı noksan olur
ve iyilik etmekten mahrûm kalır ve herkesten hakâret görür. (Ahmed Sâvî,
İmâm-ı Gazâlî)
LOKMAN SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin otuz birinci sûresi.
Lokman sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Otuz dört âyet-i kerîmedir.
Lokman aleyhisselâmın kıssası anlatıldığı için, sûre bu ismi almıştır.
Sûrede; Kur'ân-ı kerîmin iyilere hidâyet ve rahmet vesilesi olduğu,
iyilerin husûsiyetleri ve mükâfâtları, k ötüler ve uğrayacakları azâb,
Lokman Hakîm'in oğluna nasîhatları, Allahü teâlânın ilminin ve
kudretinin sınırsızlığı bildirilmektedir.
Allahü teâlâ Lokman sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Lokman (aleyhimürrahme) oğluna nasîhat ederek dedi ki; "Ey oğulcuğum!
Allahü teâlâya şirk (ortak) koşma! Çünkü şirk; elbette büyük bir
zulümdür. (Âyet: 13)
Kim Lokman sûresini okursa, Lokman'a (aleyhimürrahme) kıyâmet günü refîk
(arkadaş) olur. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
LUKA İNCÎLİ:
Meşhûr dört İncîl'den biri. Antakyalı papas Luka tarafından yazıldığı
için bu ad verilmiştir. Şimdi elde bulunan İncîllerin en yanlış
olanıdır.
Hıristiyanların, İncîl dedikleri dört çeşit kitab, Allahü telânın
Cebrâil aleyhisselâm ile Îsâ aleyhisselâma gönderdiği asıl İncîl-i şerîf
değildir. Bu dört kitab, Îsâ aleyhisselâm göke kaldırıldıktan sonra dört
kimse tarafından sonradan yazılmışlard ır. Bunlardan biri, Matta'nın
yazdığı İncîl, ikincisi, Markos'un havârîlerden işittiklerini yazdığı
İncîl, üçüncüsü, Antakyalı bir papaz olan Luka'nın yazdığı İncîl,
dördüncüsü yine havârîlerden olan Yuhanna tarafından yazılan İncîl'dir.
Allahü teâlânın gönderdiği İncîl, bir kitâb idi. Bu mukaddes kitâbda
ihtilâflı, uygunsuz yazılar yok idi. Sonradan yazılan dört kitab ise
birbirlerine uymayan yalanlarla doludur. (İmâm-ı Kurtubî-Harputlu İshâk
Efendi)
Luka İncîli'ni yazan Antakyalı papaz, Îsâ aleyhisselâmı görmedi. Îsâ
aleyhisselâm göke kaldırıldıktan sonra yahûdî dönmesi Bolüs tarafından
Îsevî dînine alınmıştır. Bolüs'ün zehirli fikirleriyle aşılanarak şimdi
elde bulunan dört İncîl'den en yanlışı nı yazmıştır. (Rahmetullah
Efendi)
Luka, kendi zamânında pekçok kimsenin İncîl yazdığı bir sırada, kendi
adıyla anılan İncîli'ni yazmıştır. Luka, Havârîlerin kendi elleriyle
yazdıkları hiçbir İncîl bulunmadığına işâret ederek, kendi yazdığının da
asıl İncîl olmadığını, Luka İncîli'nin birinci bâbı başında
bildirilmiştir. (Rahmetullah Efendi, Harputlu İshâk Efendi)
LUKATA:
Yolda veya başka bir yerde bulunup da, sâhibi bilinmeyen mal.
Lukata, bulanın elinde emânet hükmündedir, yâni o mal, mülk edinmek için
değil, başkası nâmına muhâfaza etmek (korumak) için alınır. Ancak sâhibi
bulunmazsa ve fakir ise kendi kullanır; değilse fakir akrabâlarına
verir. (İbn-i Âbidîn)
Lukata; hastanelere ve fakîrlerin cenâzelerini kaldırmaya sarf edilir
(harcanır). Çalışamayacak hâlde olan kimsesiz fakirlere verilir.
Sâhibine vereceğinden emîn olanın, korumak için alması sünnettir. Yerde
helâk olacaksa, alması farz olur. Bulan fak ir ise, kendi kullanabilir.
Sâhibi sonra çıkarsa, ya kabûl eder, yâhut bulana tazmin ettirir
(ödettirir). (Kâsânî-Burhâneddîn Mergînânî)
LÛT ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı kerîmde ismi bildirilen peygamberlerden. Bugün Ürdün ile
Filistin arasında bulunan Lût gölü yanındaki Sedûm şehri halkına
peygamber olarak gönderildi. İnsanlara İbrâhim aleyhisselâmın dînini
tebliğ etti.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Lût (aleyhisselâm), kavmine; "Bu âlemde sizden önce hiç kimsenin
yapmadığı hayâsızlığı mı yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle
erkeklere varıyorsunuz. Doğrusu çok aşırı giden azgın bir kavimsiniz"
dedi. (A'râf sûresi: 80, 81)
Lût kavminin işini (livâta) yapan mel'ûndur. (Hadîs-i şerîf-Ahmed bin
Hanbel)
Benden sonra ümmetim hakkında en korktuğum şey; Lût kavminin yaptığını
yapmalarıdır. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî, İbn-i Mâce)
İbrâhim aleyhisselâmın kardeşinin oğlu olan Lût aleyhisselâm bugün Ürdün
ile Filistin arasında bulunan Lût gölü yanındaki Sedûm şehri halkına
peygamber olarak gönderildi. İnsanlara İbrâhim aleyhisselâmın dînini
tebliğ etti. Onları Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeye dâvet etti ve
yaptıkları çirkin işten (livâtadan) sakındırdı. Onlara birçok Mûcizeler
gösterdi. Kavmi onun dâvetini dinlemeyip, gittikçe azgınlaştı. Karısı da
onu dinlemedi. Lût aleyhisselâm Allahü teâlânın emri ile kendisine
inananlarla birlikte şehirden çıktı. Allahü teâlâ şehri yerin dibine
batırmak sûretiyle o kavmi helâk etti. Lût aleyhisselâm kavminin
helâkinden sonra, Şam bölgesine gidip, amcası İbrâhim aleyhisselâmın
yanında yedi sene kaldı. Sonra Hicâz'a gidip seksen yaşında orada vefât
etti. (Taberî, İbn-ül-Esîr, Nişâncızâde)
LÛTÎ:
Lût kavminin çirkin işini (livâta) yapan. (Bkz. Livâta)
LÜTF:
İhsân, iyilik.
Bir kula dîni hakkında Allah tarafından bir nasîhat gelirse; bu nasîhat,
Allah tarafından kendisine gönderilmiş bir nîmet ve lütuftur. Onu kabûl
eder ve gereğini yerine getirirse, ne güzel; kabûl etmezse, günâhının
çoğalması ve Allah'ın gazâbının çoğalması bakımından onun aleyhinde bir
delîl olur. (Hadîs-i şerîf-Mevâiz-ül-Hulefâ)
Akşam namazından sonra yatsı vakti girmeden iki rek'at namaz kılan, ilk
rek'atında bir Fâtiha ve bir Âyetel-kürsî ve beş kere İhlâs-ı şerîfi
okuyup, ikinci rek'atta bir Fâtiha ve Bekara sûresinin son üç âyetini
okuyan ve böylece bu namazı îfâ eden kimseye Hak teâlâ hazretleri
Cennet'te bir mevki lütf eder ve her rek'atı için bir şehid sevâbı ve
her âyet için de bir köle âzad etmiş sevâbı verir. (Hadîs-i
şerîf-Miftâh-ul-Cenne)
Ey lütf ve ihsanı bol Allah'ım! Bizi dünyâda ve âhirette kimseye muhtâc
etme! (İmâm-ı Rabbânî) Beni sen yoktan vâr ettin yâ Rabbî Nice nîmetler
lütf ettin yâ Rabbî.
(Muhammed bin Receb) Dertli oldum, ol Hüdâdan derde derman isterim
Âcizim bâb-ı atâdan lütf ü ihsân isterim
(M. Sıddîk bin Saîd)
Kıyâmet günü, Allahü teâlâ lütfunu ortaya koyup meâlen; "Âlimler benim
yanımda Peygamberlerim gibidir." Âlimlere hitâben; "Dilediğiniz
kimselere şefâat ediniz" buyurur. (İmâm-ı Gazâlî)
Mârifet, nûrunun himâyesine sığınmayıp da, öldükten sonra, şehvet
ateşinin canını yakmasından, Allahü teâlânın lütfü ve merhameti ile
kurtulacağını sanan bir kimse, kalın elbisesinin himâyesine girmeden,
kışın soğuğunun, Allahü teâlânın lütfü ile ken disini üşütmeyeceğini
sanan kimseye benzer. Allahü teâlâ, birçok faydaları sağlamak için, kışı
yaratmış ise de lütf ve merhamet ederek elbise yapacak şeyleri ve
bunları yapacak akıl da yaratmıştır. (İmâm-ı Gazâlî)
|