SELEME b. AKVÂ
Kahraman Piyade
Oğlu İyâs onun faziletini tek cümleyle şöyle özetler:
Babam asla yalan söylememiştir!..
Bir insanın iyi ve salih insanlar
arasında önemli bir mevki edinmesi için böylesi bir fazilete sahip
olması yeterlidir. İşte Seleme b. Akvâ bu fazileti elde etmiş ve ona
layık olmuştur.
Seleme b. Akvâ toplum içinde keskin bir
nişancı olarak ün yaptığı gibi aynı zamanda cesareti, cömertliği ve
güzel amelleriyle de temayüz etmişti. Zaten kendisini İslâma adarken
saf ve katıksız bir imanı vardı. İslâm ise, bu cevheri yepyeni bir
kalıba dökmüş, bundan o yüce şahsiyet meydana gelmişti. İşte o şahsiyet
Rıdvan Biatı nişanına sahip seçkin sahâbedendi.
Hicretin altıncı senesi Resûlullah ve
mümtaz ashabı yollara koyulmuşlardı. Amaçları çok sevdikleri, çok
özledikleri Beytül-harâmı ziyaret etmek, hasret gidermekti. Ama
Kureyş yolları kapamış, geçit vermiyordu. Resûlullah, Kureyşe Hz.
Osmanı gönderdi.
Hz. Osman onlara: Biz savaşmak için
değil; sadece ziyaret için geliyoruz. diyecekti. Bekleyiş uzun sürmüş;
ama Osman hâlâ geri dönmemişti. Bu arada müşriklerin Hz. Osmanı
öldürdüğü söylentisi yayıldı. Bunun üzerine Resûlullah bir ağacın
gölgesine oturmuş ve meşhur biat gerçekleşmişti. Sahâbe teker teker
Resûlullahın huzuruna gelmiş, mübarek ellerini tutmuş ve biat
etmişlerdi. Ey Allahın Resûlü! Senin uğrunda ne zaman istersen derhal
ölmeye hazırız, canımız sana feda olsun!.. demişlerdi. Seleme de orada
biat edenler arasındaydı.
Olayı ondan dinleyelim: O gün ağacın
altında Resûlullaha biat ettim, uğrunda ölmeye söz verdim. Sonra bir
kenara çekildim. Biat işi bitmek üzereydi ki, Resûlullah bana seslendi:
Ey Seleme! Sen neden biat etmiyorsun? Dedim ki: Ben biatımı yaptım ey
Allahın Resûlü! Bunun üzerine Resûlullah: Bir daha, bir daha..!
buyurdu.
Ben de gelip ikinci kez biat ettim.
Hiç şüphesiz, o biatına tam olarak sadık kalmıştı. Hatta o, bu biattan
çok daha önce ahdini yerine getirmişti. Allahtan başka ilâh yoktur,
Muhammed Onun kulu ve elçisidir dediğinden beri... İşte isbatı...
Diyor ki: Ben Resûlullahla beraber tam yedi gazveye katıldım. Dokuz
tane de Zeyd b. Hârise ile...
Gerçekten Seleme, bu gazvelerde en yetenekli piyadelerden biriydi. Okunu
ve mızrağını çok iyi kullanan keskin bir nişancıydı. Savaşırken,
günümüzün gerilla savaşlarına benzeyen bir taktik kullanırdı. Düşman
saldırınca geri çekilir, bu şekilde düşmanını oyalayıp yorgun düşürür,
sonra da yıldırım gibi üzerine çullanırdı.
Uyguladığı bu vurkaç taktiği
sayesindedir ki, o meşhur Zîkared savaşında Üyeyne b. Hısn el-Fizârî
komutasında Medine tepelerine saldırı düzenleyen düşman kuvvetlerini tek
başına bozguna uğratmıştı. Düşman kaçıyor, o kovalıyordu. Ansızın
saldırıyor, vuruyor, kaçıyor, ortaya çıkıyor, yine vuruyor ve yine
saklanıyordu. Bu şekilde onları Medineden uzaklaştırırken takviye
kuvvetleriyle beraber Resûlullah imdada yetişti. O gün Resûlullah
ashabına şunları söyledi: En hayırlı piyadeniz Seleme b. Akvâdır.
Seleme hayatı boyunca üzüntü ve
ümitsizlik nedir bilmemişti. Ama Hayber savaşında kardeşi Âmirin cansız
bir şekilde yere serilmesi onu bir kedere ve ümitsizliğe sevk etmişti. O
gün Âmir, İslâm ordusunun önünde durmuş, sessizce şu beyitleri terennüm
ediyordu: Senin bize hidâyetin olmasaydı Allahım, Ne sadaka verebilir,
ne de namaz kılardık.
Bize gönül huzuru ver, sekinet ver
Allahım, Düşmanlarının karşısında metanet ver Allahım Savaş
başlamıştı. Kardeşi Âmir yalınkılıç bir müşriğe saldırdı. Kılıcını
savurdu düşmanına. Fakat ne yazık ki, elindeki kılıç ters dönerek ucu
kendisine dokundu ve cansızca yere yıkıldı. Kendi kendisini öldürmüştü
Âmir. Bazı müslümanlar hayıflandılar: Zavallı Âmir, şehâdetten mahrum
oldu.
İşte o an vurgun yemiş gibi oldu Seleme.
Öyle sarsıldı, öyle üzüldü ki... Şimdi gerçekten kardeşi yanlışlıkla
kendini öldürdü diye cihad ve şehâdet sevabından mahrum mu olacaktı?
Hemen Resûlullaha gitti: Ey Allahın Resûlü! Gerçekten Âmirin
amelleri heba mı oldu? Rahmet Peygamberi hemen heyecanını, endişesini
gidermiş ve yüreğine su serpmişti: Hayır, bilakis o bir mücahid olarak
öldü.
Ve onun çifte sevabı vardır. Şimdi o,
cennetin ırmaklarında serinliyor. Seleme çok cömertti. Hele Allah için
istenildiğinde taşardı cömertliği. Bir kimse ondan Allah rızası için
canını bile istese, hiç tereddütsüz feda ederdi. Herkes onun bu
özelliğini bildiğinden, bir şey istedikleri zaman Allah rızası için
istiyorum derlerdi.
O ise buna şöyle mukabelede bulunurdu:
Allah rızası için vermeyeceğim de ne için vereceğim..? Halife Hz.
Osman (r.a.) şehit edildiği gün bu cesur mücahid anladı ki, müslümanlar
arasında artık fitne kapıları açılmıştır. O ise bu zamana kadar
hayatının çoğunu müşriklerle savaşarak geçirmişti.
Kalan ömrünü şimdi kardeşleriyle
savaşmakla mı bitirecekti. Hayır asla! Müşriklere karşı savaşırken
Resûlullahın övgüsüne mazhar olmuş bir insan, bu yeteneğini bir mümin,
bir müslüman
kardeşine karşı kullanamazdı... Bu yüzden eşyasını toplayıp Medineden
ayrıldı. Doğruca Rebezeye gitti. Rebeze daha evvel Ebû Zerrin de
hicret ettiği yerdi. Kalan ömrünü Rebezede geçirdi..
Bir gün Medineyi ziyaret etme arzusu
uyandı içinde. Hicretin yetmiş dördüncü senesiydi. Medineye varmış,
orada bir iki gün kalmıştı ki, ecel kapısını çaldı. Medinede kaldığı
üçüncü gün vefat etti...
Toprağa dönüyordu, aslına, Dostuna
dönüyordu. Sevgilisi onu kanatlarına almak, bağrına basmak istiyordu.
Tıpkı mübarek arkadaşlarını, salihleri, şehitleri kucakladığı gibi...
|