HABÎB b. ZEYD
Bir
Fedakarlık ve Sevgi Efsanesi
Daha önce birçok defa değinilen ve Medine ahalisinden yetmiş erkek ve
iki kadının Resûlullah (s.a.v.)e biat ettiği İkinci Akabe Biatında
Habîb b. Zeyd ve babası Zeyd b. Asım da o mübarek yetmiş kişinin
arasındaydılar...
Annesi Nüseybe bint Kab, Resûlullah (s.a.v.)e
biat eden iki kadının ilkiydi
İkinci kadın ise teyzesiydi
Öyleyse o
kemiklerinde ve kanında iman akan soylu bir mümindi...
Medineye hicretinden sonra hiçbir
savaş ve görevden geri kalmaksızın Resûlullah (s.a.v.)in yanında yaşadı..
Bir gün yarımadanın güneyi,
peygamberlik iddia eden ve insanları dalâlete sürükleyen kendini bilmez
iki yalancıya tanık oldu... Biri Sanada ortaya çıktı. Adı Esved b.
Kab el-Ansî.. Öbürü Yemamede ortaya çıktı. Adı Müseylimetül-kezzâb
idi
Bu iki yalancı kendi kabilelerinde Allaha ve Resûlüne icabet eden
müminlere ve o beldelere gönderilen Resûlullah (s.a.v.)in elçilerine
karşı insanları kışkırtmaya başladılar
Daha da ileriye giderek bizzat
peygamberlik gerçeğini saptırmaya ve yeryüzünde fesad ve dalâlet yaymaya
başladılar
Resûlullah (s.a.v.) bir gün Müseylimenin gönderdiği bir
elçiyle yüz yüze gelir. Elçi, Müseylimenin şu sözlerini içeren bir
mektup verdi: Allahın elçisi Müseylimeden Allahın elçisi Muhammede
selâm olsun
Seninle peygamberliğe ortak kılındım.
Yeryüzünün yarısı bizim, yarısı da Kureyşindir. Fakat Kureyş saldırgan
bir kavimdir...!! Resûlullah katip sahâbîlerinden birini çağırtıp,
Müseylimeye cevabını yazdırır: Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla
Allahın elçisi Muhammedten yalancı
Müseylimeye
Selâm hidâyete tâbi olanın üzerine olsun. Yeryüzü
Allahındır. Kullarından dilediğine verir ve akıbet takva
sahiplerinindir...! Resûlullah (s.a.v.)in bu sözleri sabah aydınlığı
gibiydi.
Peygamberliği bir mülk zanneden ve
yeryüzünün yarısıyla insanlığın yarısını istemeye kalkışan Benî Hanîfe (Hanife
oğullarının) yalancısının yalanını ortaya çıkardı..! Müseylimenin
elçisi saptırmada ve sapıklıkta oldukça ileri olan Müseylimeye
Resûlullah (s.a.v.)in cevabını götürdü..
Müseylime iftira ve yalanını yaymaya
devam etti. Müminlere eziyete ve insanları onlara karşı kışkırtmaya
devam etti. Resûlullah (s.a.v.) ona ahmaklığı bırakmasını öğütleyen bir
mektup göndermeyi gerekli buldu
Habîb kendisine büyük ecir ve sevap kazandıracak olan Müseylimenin
kalbinin hakka ihtida etmesi temennisiyle Resûlullah (s.a.v.)in
kendisini görevlendirdiği yüce görevin gururuyla dolu olarak hızlı
adımlarla yola düştü.
Yolcu hedeflediği yere ulaştı
Yalancı
Müseylime, nuru gözlerini kamaştıran mektubu açtı. Dalalet ve gururunda
daha da ileriye gitti. Müseylime bir serseri ve soysuzdan başka bir şey
olmadığından, serseri ve soysuzların bütün özelliklerini üzerinde
taşıyordu..!! Bu nedenle
Arapların saygı duyup, mukaddes saydığı bir
uygulama olan; yazılı bir mektubu taşıyan bir elçiyi öldürmekten
alıkoyacak ne mertlik, ne Araplık, ne de soyluluktan hiçbir şey onda
yoktu...!! Kader bu yüce dinin, bütün insanlığa verdiği kahramanlık ve
yücelik derslerine, bu sefer konusu ve öğretmeni Habîb b. Zeyd olan bir
yenisini eklemesini istedi..!!
Yalancı Müseylime kavmini toplayarak
onları önemli günlerinden bir gün için çağırdı... Resûlullah (s.a.v.)in
elçisi Habîb b. Zeyd, zalimlerin kendisine yaptığı şiddetli işkencenin
izleri üzerinde olduğu hâlde getirildi. Bunu ruhunun cesaretini yok edip,
insanların önünde Müseylimeye iman etmeye çağrıldığında, Müseylimeye
iman etmek için acele eden bir duruma getirmek ümidiyle yapmışlardı...
Böylece o başarısız yalancı, aldattıklarının karşısında asılsız bir
mucize gerçekleştirmiş olacaktı.
Müseylime, Habîbe şöyle dedi:
Muhammedin Allahın elçisi olduğuna şehâdet ediyor musun? Habîb: Evet.
dedi. Muhammedin Allahın elçisi olduğuna şehâdet ediyorum..! Yüzü
korkudan sararan Müseylime sormaya devam etti: Benim de Allahın elçisi
olduğuma şehâdet ediyor musun..?! Habîb öldürücü bir aşağılamayla cevap
verdi: Ben sağırım, duymuyorum..! Müseylimenin yüzündeki korku
sararması, aşağılık kin dolu bir karanlığa dönüştü
Planı başarısızlığa uğradı. Yaptığı
işkence kendisine bir yarar sağlamadı ve mucizesine tanık olmaları için
topladıklarının önünde yalancı heybetini çamurlara batıran kuvvetli bir
tokat yedi. O an boğazlanmış bir öküz gibi tepindi ve celladını çağırdı.
O da önce Habîbin cesedini kılıcının ucuyla deşmeye başladı. Sonra
cesedini parça parça, bölüm bölüm, uzuv uzuv kesmeye başladı
Yüce
kahraman bütün bu yapılanlara sadece İslâmın sloganını tekrar ettiği
bir mırıldanmayla karşılık verdi: Allahtan başka ilâh yoktur. Muhammed
Allahın elçisidir
O an Habîb, yüreğinde imanını
gizleyerek Müseylimeye göstermelik bir evet deyip hayatını
kurtarsaydı, ne imanı eksilirdi, ne de İslâmına bir zarar gelirdi...
Fakat babası, annesi, kardeşi ve teyzesiyle birlikte akabe biatına
katılan ve o kesin ve mübarek anlardan itibaren biatının ve imanının
sorumluluğunu tam ve eksiksiz olarak taşıyan adam, bir günün bir anını,
hayatıyla amacı arasında ölçüye vuracak biri değildi...
Orada karşısında hayatını kazanabilmek
için, imanının hikayesini bütünüyle temsil eden o eşsiz fırsat gibisi
yoktu... Sebat, yücelik, kahramanlık, fedakârlık ve hak ve hidâyet
uğruna şehâdet
Bütün bunlar tatlılık ve ihtişamlarıyla neredeyse tüm
zafer ve başarıları aşacak bir ölçüdeydi
!!
Resûlullah (s.a.v.)e değerli elçisinin
şehâdet haberi ulaştı ve o Rabbinin hükmüne sabretti. O, Allahın
nuruyla bu yalancı Müseylimeye ne olacağını biliyor, hatta öldürülüşünü
bizzat görüyor gibiydi
Fakat Habîbin annesi Nüseybe bint Kab uzun
müddet dişlerini sıktı, sonra Müseylimenin bizzat kendisinden oğlunun
intikamını almaya, kılıcını ve mızrağını o pis etine gömmeye yemin etti
O an kızgınlığını, sabrını ve metanetini seyredip, ona hayran olan kader,
aynı zamanda sözünü yerine getirebilmesi için onun yanında olmaya karar
veriyordu
Kısa bir müddet sonra ebedî savaş,
Yemame savaşı gerçekleşti
Resûlullah (s.a.v.)in halifesi Ebû Bekir
es-Sıddîk, Müseylimenin en büyük orduyu topladığı Yemameye gidecek
olan İslâm ordusunu hazırladı
Nüseybe de askerlerle birlikte yola çıktı...
Sağında bir kılıç, solunda bir mızrak ve dili duraksamadan: Allahın
düşmanı Müseylime nerede..?! diye haykırarak, savaş kargaşasının içine
atıldı
Müseylime öldürülüp, taraftarları
dağılmış bir yün gibi düşmeye ve İslâm bayrakları aziz ve muzaffer
olarak yükselmeye başladığında... Nüseybe mübarek bedeni kılıç ve mızrak
yaralarıyla dolu olarak, şehid ve sevgili oğlunun yüzünü düşündü. Onu
zamanı ve mekanı doldurur bir hâlde buldu..!!
Evet...
Nüseybe, dalgalanan muzaffer
bayraklardan birine bakışlarını her çevirdiğinde onun üzerinde oğlu
Habîbin yüzünü muzaffer ve gülümser bir şekilde dalgalanırken gördü...
|