Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

ÜBEY b. KA’B Ebû

Münzir, İlmin Mübarek Olsun..!


Bir gün Resûlullah (s.a.v.) ona sordu:

“Ey Ebû Münzir...! Allah’ın kitabının en yüce âyeti hangisidir?”

Şöyle cevap verdi: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” Resûlullah (s.a.v.) sorusunu tekrarladı: “Ey Ebû Münzir...! Allah’ın kitabının en yüce âyeti hangisidir?” Übey cevap verdi: “Allâhu lâ ilâhe illâ hû, el-Hayyu’l-Kayyûm” (Allah, kendisinden başka ilâh olmayan Hayy ve Kayyûm’dur) âyetidir...” (Bakara, 255) Resûlullah (s.a.v.) eliyle göğsüne vurdu ve sevinç dolu bir yüzle şöyle dedi: “Ebû Münzir, ilmin mübarek olsun…!”

Resûlullah (s.a.v.)’in Allah’ın vermiş olduğu ilim ve anlayışını tebrik ettiği Ebû Münzir, yüce sahâbî Übey b. Ka’b’dır. O Hazrecli ensârdandır. Akabe, Bedir ve diğer olaylarda bulundu. ilk müslümanlar arasında değerli ve yüksek bir mevkiye ulaştı. Öyle ki Emirü’l-mü’minin Ömer onun için şöyle demişti: “Übey, müslümanların efendisidir...” Übey b. Ka’b (r.a.), vahiy ve mektup yazanların başındaydı...

Kur’ân-ı Kerîmin ezberlenmesi, okunması ve âyetlerini anlama bakımından başarılı olanlardandı... Bir gün Resûlullah (s.a.v.) ona şöyle dedi: “Ey Übey b. Ka’b! Kur’ân’ı sana okumam emrolundu...” Übey, Resûlullah (s.a.v.)’in, emirlerini vahiy yoluyla aldığını biliyordu.

O sırada yoğun bir neşeyle Resûlullah (s.a.v.)’e sordu: “Ey Allah’ın elçisi! Annem babam sana feda olsun... Sana bu, benim adım anılarak mı emredildi..?” Resûlullah cevap verdi: “Evet. Mele-i Alâ’da adın ve nesebinle anıldın…”

Bir müslüman eğer Peygamber (s.a.v.) kalbinde böyle bir yer edinirse o büyük çok büyük bir müslümandır.. Arkadaşlık yılları boyunca Übey b. Ka’b, Resûlullah (s.a.v.)’e çok yakındı ve onun cömertçe akan berrak ilim suyundan içti. Resûlullah (s.a.v.)’in yüce dosta irtihalinden sonra da Übey, ibadet, dinin sağlamlığı ve iyi karaktere dair vermiş olduğu kesin söze bağlı kaldı... Yanındakilere Resûlullah (s.a.v.)’le birlikte oldukları günleri ve o günlerdeki ahid, ahlâk ve zühdlerini hatırlatırdı.

Arkadaşlarına fısıldadığı büyüleyici sözlerinden biri de şudur: “Resûlullah (s.a.v.) ile birlikteyken hepimizin gidişatı aynı istikamet üzereydi... O bizden ayrılınca her birimizin istikameti farklılaştı...”

O Zühd ve takvaya sımsıkı sarılı olarak kaldı. Dünya onu şaşırtıp yanıltmadı.. Çünkü nihayetinde onun hakikatini görüyordu... Kişi ne kadar yaşarsa yaşasın ve bolluk ve iyilik içinde ne kadar bulunursa bulunsun, mutlaka bütün bunların heba olduğu bir günle karşılaşacak ve önünde, yaptığı iyilik veya kötülükten başka bir şey bulamayacaktır.

Übey dünyadan şöyle söz ediyor: “İnsanoğlunun yemeği dünya için örnek verildi... İçine tuzu doldurduğunuzda bakın o leziz yemek neye dönüşüyor..?” Übey, bir şey anlattığında boyunlar ona doğru uzanır, dikkatler ona verilirdi… Bütün bunlar Allah’tan başka kimseden korkmadığı ve dünyadan bir şey beklemediği içindi...

İslâm ülkesi genişleyip, müslümanların, valilerine haksız yere hoş görünme çabası içine girdiklerini görünce şu uyarıcı sözlerini söylemeye başladı: “Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki, helak oldular.. Kendileri helak olup başkalarını da helak ettiler… Ben onlar için üzülmüyorum, ben müslümanlardan helak ettiklerine üzülüyorum…”

Takva ve korkusunun çokluğundan dolayı Allah’ı ve âhiret gününü her hatırlayışında ağlardı… Kur’ân âyetlerini okuduğunda ya da işittiğinde bu onu ve onun bütün varlığını sarsardı… Öyle ki, o âyet-i kerîmelerden birini okuyup ya da işittiğinde tarif edilemeyecek bir hüzün içinde olurdu…

İşte onlardan bir âyet: “Üstünüzden ve altınızdan size azap göndermeye, sizi fırka fırka yapıp kimimizin kiminize hıncını tattırmaya Kadir olan O’dur..” (Enam, 65) Übey’in İslâm ümmeti adına en çok korktuğu, İslâm çocuklarının birbirlerine olan hıncının şiddetli olduğu bir günün gelip çatmasıdır…

Daima Allah’tan sağlık içinde olmayı diliyordu... Allah’ın fazileti ve nimetlendirmesiyle bu dileğine kavuştu ve Rabbine mü’min, emin ve sevapla kuşanmış biri olarak ulaştı