ÜBEY b. KAB Ebû
Münzir, İlmin Mübarek Olsun..!
Bir gün Resûlullah (s.a.v.) ona sordu:
Ey Ebû Münzir...! Allahın kitabının
en yüce âyeti hangisidir?
Şöyle cevap verdi: Allah ve Resûlü
daha iyi bilir. Resûlullah (s.a.v.) sorusunu tekrarladı: Ey Ebû Münzir...!
Allahın kitabının en yüce âyeti hangisidir? Übey cevap verdi: Allâhu
lâ ilâhe illâ hû, el-Hayyul-Kayyûm (Allah, kendisinden başka ilâh
olmayan Hayy ve Kayyûmdur) âyetidir... (Bakara, 255) Resûlullah (s.a.v.)
eliyle göğsüne vurdu ve sevinç dolu bir yüzle şöyle dedi: Ebû Münzir,
ilmin mübarek olsun
!
Resûlullah (s.a.v.)in Allahın vermiş
olduğu ilim ve anlayışını tebrik ettiği Ebû Münzir, yüce sahâbî Übey b.
Kabdır. O Hazrecli ensârdandır. Akabe, Bedir ve diğer olaylarda
bulundu. ilk müslümanlar arasında değerli ve yüksek bir mevkiye ulaştı.
Öyle ki Emirül-müminin Ömer onun için şöyle demişti: Übey,
müslümanların efendisidir... Übey b. Kab (r.a.), vahiy ve mektup
yazanların başındaydı...
Kurân-ı Kerîmin ezberlenmesi, okunması
ve âyetlerini anlama bakımından başarılı olanlardandı... Bir gün
Resûlullah (s.a.v.) ona şöyle dedi: Ey Übey b. Kab! Kurânı sana
okumam emrolundu... Übey, Resûlullah (s.a.v.)in, emirlerini vahiy
yoluyla aldığını biliyordu.
O sırada yoğun bir neşeyle Resûlullah (s.a.v.)e
sordu: Ey Allahın elçisi! Annem babam sana feda olsun... Sana bu,
benim adım anılarak mı emredildi..? Resûlullah cevap verdi: Evet.
Mele-i Alâda adın ve nesebinle anıldın
Bir müslüman eğer Peygamber (s.a.v.)
kalbinde böyle bir yer edinirse o büyük çok büyük bir müslümandır..
Arkadaşlık yılları boyunca Übey b. Kab, Resûlullah (s.a.v.)e çok
yakındı ve onun cömertçe akan berrak ilim suyundan içti. Resûlullah (s.a.v.)in
yüce dosta irtihalinden sonra da Übey, ibadet, dinin sağlamlığı ve iyi
karaktere dair vermiş olduğu kesin söze bağlı kaldı... Yanındakilere
Resûlullah (s.a.v.)le birlikte oldukları günleri ve o günlerdeki ahid,
ahlâk ve zühdlerini hatırlatırdı.
Arkadaşlarına fısıldadığı büyüleyici sözlerinden biri de şudur:
Resûlullah (s.a.v.) ile birlikteyken hepimizin gidişatı aynı istikamet
üzereydi... O bizden ayrılınca her birimizin istikameti farklılaştı...
O Zühd ve takvaya sımsıkı sarılı olarak
kaldı. Dünya onu şaşırtıp yanıltmadı.. Çünkü nihayetinde onun hakikatini
görüyordu... Kişi ne kadar yaşarsa yaşasın ve bolluk ve iyilik içinde ne
kadar bulunursa bulunsun, mutlaka bütün bunların heba olduğu bir günle
karşılaşacak ve önünde, yaptığı iyilik veya kötülükten başka bir şey
bulamayacaktır.
Übey dünyadan şöyle söz ediyor:
İnsanoğlunun yemeği dünya için örnek verildi... İçine tuzu
doldurduğunuzda bakın o leziz yemek neye dönüşüyor..? Übey, bir şey
anlattığında boyunlar ona doğru uzanır, dikkatler ona verilirdi
Bütün
bunlar Allahtan başka kimseden korkmadığı ve dünyadan bir şey
beklemediği içindi...
İslâm ülkesi genişleyip, müslümanların,
valilerine haksız yere hoş görünme çabası içine girdiklerini görünce şu
uyarıcı sözlerini söylemeye başladı: Kâbenin Rabbine yemin olsun ki,
helak oldular.. Kendileri helak olup başkalarını da helak ettiler
Ben
onlar için üzülmüyorum, ben müslümanlardan helak ettiklerine üzülüyorum
Takva ve korkusunun çokluğundan dolayı
Allahı ve âhiret gününü her hatırlayışında ağlardı
Kurân âyetlerini
okuduğunda ya da işittiğinde bu onu ve onun bütün varlığını sarsardı
Öyle ki, o âyet-i kerîmelerden birini okuyup ya da işittiğinde tarif
edilemeyecek bir hüzün içinde olurdu
İşte onlardan bir âyet: Üstünüzden ve
altınızdan size azap göndermeye, sizi fırka fırka yapıp kimimizin
kiminize hıncını tattırmaya Kadir olan Odur.. (Enam, 65) Übeyin İslâm
ümmeti adına en çok korktuğu, İslâm çocuklarının birbirlerine olan
hıncının şiddetli olduğu bir günün gelip çatmasıdır
Daima Allahtan sağlık içinde olmayı
diliyordu... Allahın fazileti ve nimetlendirmesiyle bu dileğine kavuştu
ve Rabbine mümin, emin ve sevapla kuşanmış biri olarak ulaştı
|