Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

SÂBİT b. KAYS

Resûlullah’ın Hatibi


Hasan, Resûlullah (s.a.v.)’in ve İslâm’ın şairiydi...

Sâbit de Resûlullah (s.a.v.)’in ve İslâm’ın hatibiydi...

Kelimeler ağzından güçlü, etkileyici, toparlayıcı ve muhteşem bir şekilde dökülürdü. Heyetler yılında Medine’ye “Benî Temim” heyeti geldi ve Resûlullah (s.a.v.)’e:

“Seninle, övünme yarışına geldik; şair ve hatibimize konuşması için izin ver... “ dediler. Resûlullah (s.a.v.) gülümsedi ve onlara: “Hatibinize izin verdim, konuşsun…” dedi. Bunun üzerine hatipleri Utârid b. Hâcib kalkıp, kavminin övünçlerini saymaya başladı. Bitirince Resûlullah (s.a.v.) Sâbit b. Kays’a: “Kalk ve ona cevap ver…” dedi. Sâbit kalkıp şunları söyledi: “Gökleri ve yeri yaratan, emirlerini orada uygulatan, her şeyi bilen ve O’nun fazileti olmaksızın hiçbir şey olmayan Allah’a hamd olsun...

O kudretiyle bizi imam kıldı. Yarattıklarının en hayırlılarından, en soylu, en doğru sözlü ve en saygın olanını peygamber olarak seçti. Ona kitabını indirdi. Yarattıklarını ona emanet etti. O Allah’ın âlemler içinde seçtiğiydi... Sonra o; insanları imana davet etti. Kavminden ve akrabalarından muhacirler ona iman ettiler. Onlar soyca insanların en şereflisi, amelce en hayırlısı idiler... Sonra tüm insanlık içinde ilk biz (ensâr) ona katıldık. Biz Allah’ın destekleyicileri ve Resûlullah (s.a.v.)’in yardımcılarıyız.”

Sâbit, Resûlullah (s.a.v.)’le birlikte Uhud ve diğer savaşlara katıldı. Fedakarlığı güzel… çok güzel… çok güzeldi…!! Riddet savaşlarında daima en önde ensârın bayrağını taşıyor ve hiçbir engel tanımaksızın kılıcıyla vuruyordu...

Daha önce anlatmış olduğumuz Yemame Savaşı’nda Sâbit savaşın başında Müseylimetü’lKezzab’ın askerlerinin düzenlediği şiddetli saldırının müslümanlar üzerindeki etkisini gördü ve gür sesiyle haykırdı: “Vallahi…! Biz Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte böyle savaşmıyorduk...” Sonra biraz uzaklaşıp, kefenlerini kuşanmış olarak döndü ve tekrar haykırdı: “Allah’ım! Bunların yaptıklarından sana sığınırım!..

Yani Müseylime’nin askerlerinin… “Bunların yaptıklarından da senden özür dilerim...”
Yani müslümanlann savaştaki gevşekliğinden... Muhacirlerin bayrağını taşımakta olan Resûlullah (s.a.v.)’in hizmetkarı Sâlim de ona katıldı... Her ikisi de kendileri için derin bir çukur kazdılar. Sonra içine inip ayakta durdular, bellerine kadar kum doldurdular. Böylece sapasağlam ve dimdik durdular. Her birinin yarısı çukur içinde kumların altında gömülü dururken, öbür yarısı -göğsü, yüzü ve kolları- yalanın ve putçuluğun askerlerine karşı savaşıyordu...

Her ikisi de bulundukları yerde güneşleri batıncaya kadar Müseylimenin askerlerinden yanlarına her yaklaşanı kılıçlarıyla vurmaya başladılar.. Ve şehid oldular… Onların şehâdeti müslümanların tekrar yerlerine dönmelerine katkıda bulunan en büyük haykırıştı. Öyle ki, Müseylimetü’l-Kezzab’ın askerlerini ayakların çiğnediği bir toprağa dönüştürdüler .. ! !

Sâbit bir Kays... Bir hatip olarak ve bir savaşçı olarak üstün başarı gösteren bu adam… Huşû dolu bir kalp ve sakınan bir nefis taşıyordu. Allah’tan en çok korkan ve utanan müslümanlardan biriydi. “Allah kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.” (Lokman, 18) âyet-i kerîmesi nazil olduğunda... Sâbit evinin kapısını kapatarak oturup ağladı. Resûlullah (s.a.v.) durumundan haberdar olup da onu çağırıncaya kadar bu hâl üzere uzun süre kaldı. Sâbit: “Ey Allah’ın elçisi! Ben güzel elbiseyi ve güzel ayakkabıyı severim. Öyle olmakla kendini beğenenlerden olmaktan korktum...” dedi.

Resûlullah gülerek memnuniyet içinde ona cevap verdi: “Sen onlardan değilsin... İyilik içinde yaşacak ve iyilik içinde öleceksin... Ve de cennete gireceksin…” “Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin.

Farkına varmadan, işlediklerinizin boşa gitmemesi için Peygamber’e, birbirinize bağırdığınız gibi yüksek sesle bağırmayın.” (Hucurat, 2) âyet-i kerîmesi nazil olduğunda; Sâbit yine evine kapanıp ağlamaya başladı. Resûlullah (s.a.v.) yokluğunu fark etti ve onu sordu. Sonra ona birini gönderdi. Sâbit de geldi.

Resûlullah (s.a.v.) beraber bulunmayışının nedenini sordu. O da cevap verdi: “Ben gür sesli biriyim. Sesimi senin sesinden daha fazla yükseltiyordum. Öyleyse benim amellerim boşa gitti. Ben de cehennem ehlindenim...” Resûlullah (s.a.v.) ona şöyle cevap verdi: “Sen onlardan değilsin... Övgüye değer bir şekilde… Şehid olarak yaşacak ve şehid olarak öleceksin... Allah da seni cennete koyacak…”

Sâbit’in hikayesinde geriye bir gerçek kaldı… Düşüncelerini, şuurlarını ve görüşlerini dar maddî dünyaları içinde hapsetmiş olanların hoşlanmayacakları bir gerçek…


Bu gerçek, doğru ve kesindir; baş gözlerinin yanı sıra gönül gözlerini de kullananlar için açık ve anlaşılması kolaydır… Sâbit (r.a.) savaşta şehid düştükten sonra yeni müslüman olanlardan biri ona rastladı ve Sâbit’in cesedi üzerindeki kıymetli zırhını gördü. Alma hakkı olduğunu zannederek, zırhı aldı. Şimdi bırakalım da olayı, ravilerden biri anlatsın: “Müslümanlardan biri rüyasında Sâbit’i görür. Sâbit ona şöyle der: Sana bir vasiyette bulunacağım; sakın bu bir rüyadır deyip, önem-semezlik etme…

Dün şehid olduğumda müslümanlardan biri benim zırhımı aldı... Evi şehrin en dışındadır. Atı yularıyla beklemekte… Zırhın üstüne bir ip ve onun üstüne de bir eyer koydu… Hâlid’e git ve ona birini gönderip zırhımı aldırmasını söyle…

Medine’ye Resûlullah (s.a.v.)’in halifesi Ebû Bekir (r.a.)’ın yanına gidersen, ona bazı borçlarımın olduğunu ve onları ödemesini söyle...” Adam uykudan uyanınca Hâlid’e gidip, ona rüyasını anlattı... Hâlid (r.a.) zırhı getirmesi için birini gönderdi ve onu Sâbit (r.a.)’ın tanımladığı biçimde buldu. Müslümanlar Medine’ye dönünce de o müslüman Sâbit’in vasiyetini yerine getirdi… Sâbit b. Kays’ın dışında İslâm’da ölümünden sonra hiç kimsenin vasiyeti bu şekilde yerine getirilmedi...”

Gerçekten de insan büyük bir bilinmezliktir…

“Allah yolunda öldürülenleri ölü zannetmeyin onlar canlıdırlar. Rablerinin yanında rızıklandırılmaktadırlar…” (Âl-i İmrân, 169)