BERÂ b. MÂLİK
Allah ve Cenneti…!!
“Allah için yaşayan ve zaman içinde gelişip büyüyen bir ahidle
Resûlullah (s.a.v.)’e bağlanan iki kardeşten ikincisiydi. Birinci kardeş,
Resûlullah (s.a.v.)’in hizmetçisi Enes b. Mâlik idi.
Ümmü Süleym, on yaşındayken onu
Resûlullah (s.a.v.)’e götürüp, şöyle dedi: “Ya Resûlullah...! Bu
Enes’tir, senin hizmetçindir. Sana hizmet edecek. Onun için Allah’a dua
et..!” Resûlullah (s.a.v.) gözlerinden öperek, uzun ömrünü hep hayra ve
berekete yönlendiren bir duada bulundu: “Allah’ım! Malını ve çocuklarını
çoğalt, onu mübarek kıl ve cennete girdir.”
Doksan dokuz yıl yaşadı. Birçok oğul ve
torunla rızıklandırıldı. Allah onu bir de büyük ve verimli bir bostanla
rızıklandırdı. Yılda iki defa meyve toplardı.
Kardeşlerin ikincisi, Berâ b. Mâlik’ti.
Aşağıda anlatacağımız muhteşem hayatını yaşarken şu sözleri kendine
rehber edinmişti: “Allah ve Cennet..!!” Kim onu Allah yolunda savaşırken
görse, hayret üstüne hayretle karşılaşırdı. Berâ, kılıcıyla müşriklere
karşı cihad ederken zaferin peşinde olan ve o an zafer kendisinin en
yüce gayesi olanlardan biri değildi... O şehâdeti arıyordu…
Bütün isteği, İslâm’ın ve Hakk’ın
savaşlarından birinin yüce alanında şehid olarak ömrünü tamamlamaktı. Bu
nedenle hiçbir şehâdet meydanını ve savaşını kaçırmadı. Bir gün
hastalığında kardeşleri onun ziyaretine geldiklerinde yüzlerine baktı ve
şöyle dedi: “Yatağımda öleceğimden endişe ediyor gibisiniz... Hayır!
Allah’a yemin ederim ki, Rabbim beni şehâdetten mahrum etmez...” Allah
onun bu zannını doğruladı ve Berâ yatağında değil de, İslâm’ın en
muhteşem savaşlarından birinde şehit oldu.
Berâ’nın Yemame savaşındaki
kahramanlığı ona yaraşan bir şeydi... Hz. Ömer’in asla komutan
olmamasını tavsiye ettiği kahramana yaraşıyordu. Çünkü olağanüstü
derecede cesur, atılgan ve ölümü arayan biriydi. Bütün bunlar
komutanlığını diğer savaşçılar için yok olmayı andıran bir tehlikeye
dönüştürüyordu. Berâ, Yemame savaşında İslâm askerleri Hâlid’in
komutasında saldırıya hazırlanırken, komutan hücum emrini vermeden önce
yıllar gibi geçen o anların ağır ağır tadını çıkarıyor...
Keskin gözleri kahramanın ölümü için en uygun yeri ararcasına savaş
alanının her tarafını süratle tarıyordu. Evet, hayatında bu amaç dışında
başka hiçbir şey onu ilgilendirmiyordu. Keskin kılıcıyla batılın ve
karanlığın davetçileri müşriklerden birçok ölüden oluşturduğu bir harman...
Sonra savaşın sonunda müşrik bir el tarafından kendisine vurulan bir
darbe, ardından cesedi yere yığılır… Mübareklerin, bayram ve şehitlerin
düğün sevinci içinde ruhu yücelere doğru yol alır...
Hâlid: “Allahu ekber” diye haykırdı ve
birbirlerine kenetlenmiş saflar kaderlerine doğru atıldılar. Ölümün
sevdalısı Berâ b. Mâlik de onlarla birlikte ileriye atıldı. Kılıcıyla
Müseylimetü’l-kezzab’ın taraftarlarını biçmeye başladı ve onlar
kılıcının parıltısı altında sonbahar yaprakları gibi dökülüyorlardı.
Müseylime’nin askerleri ne güçsüz, ne de azdı.
Aksine riddet ordusunun en
tehlikelisiydi. Sayısı, silahı ve öldürüşleriyle tüm tehlikelerden daha
korkunçtular. Müslümanların hücumuna öyle şiddetle karşı koydular ki,
neredeyse kontrolü ele geçirip, direnişlerini hücuma dönüştüreceklerdi.
O esnada müslüman saflarının içine bir
parça korku düştü. Komutanları ve hatipleri hemen atlarının sırtından,
direnmeyle ilgili sözler söylemeye koyuldular ve Allah’ın vaadini
hatırlatmaya başladılar. Berâ b. Mâlik güzel ve gür sesliydi. Komutan
Hâlid ona: “Konuş ey Mâlik!” dedi. Berâ güzellikte, açıklıkta ve
kuvvette olağanüstü kelimelerle haykırdı: “Ey Medine ahalisi...!!
Bugün sizin için Medine yok. Sizin için
olan sadece Allah ve cennettir…!!” Söyleyicinin ruhuna delalet eden ve
hasletlerini haber veren kelimeler. Evet... Sadece “Allah ve cennet…!!”
Böyle bir yerde kafaların başka bir şeyi düşünmemesi gerekir. İslâm ın
başkenti Medine’yi bile... Evlerini, çocuklarını, eşlerini bıraktıkları
şehir...
Onu düşünmemeleri gerekir. Çünkü eğer
bugün yenilgiye uğrar iseler, onlar için artık Medine olmayacak.
Berâ’nın sözleri şey gibi yayıldı... Ne gibi..? Hangi benzetme onun
etkisinin ve bıraktığı izlerin gerçeğini açıklayabilir. Sadece Berâ’nın
sözleri yayıldı...diyelim, yeter. Bir müddet sonra savaş ilk hâline
döndü. Müslümanlar hareketli bir zaferle öne ilerliyorlar... Müşrikler
de korkunç bir hezimetle yerlere yuvarlanıyorlardı. Berâ orada
kardeşleriyle birlikte Muhammed (s.a.v.)’in bayrağıyla yüce hedefine
doğru ilerliyordu. Müşrikler geriye kaçarak, büyük bir bahçeye girip
oraya sığındılar. Ve savaş müslümanların kanlarıyla sessizleşti.
O an Müseylime’nin askerlerinin ve
taraftarlarının başvurdukları bu hileyle savaşın gidişatının
değişebileceği ortaya çıktı. İşte bu esnada Berâ yüksek bir yere çıkarak
bağırdı: “Ey müslümanlar... Beni kaldırıp onların üzerine bahçeye atın…!”
Size demedim mi? O zaferi değil, şehâdeti düşünüyordu… Bu planla hayatı
için en iyi sonu ve ölümü için en iyi şekli düşünmüştü… O bahçeye
fırlatıldığında kapıyı müslümanara açar; aynı anda müşriklerin kılıçları
onun cesedini parçalar.
Yine aynı zamanda yüce ve yeni bir
damadı karşılamak için bütün güzelliklerini kuşanan cennetin kapıları
açılır..! Berâ kardeşlerinin kendisini fırlatmalarını beklemeden duvara
tırmanıp, kendini bahçenin içine attı ve kapıyı açtı. İslâm askerleri de
içeriye girdi… Fakat Berâ’nın rüyası gerçekleşmedi, ne müşriklerin
kılıçları onu öldürdü ve ne de o arzuladığı ölüme kavuştu…
Ebû Bekir doğru söylemişti: “Ölümü iste...
Sana hayat verilir..!!” O gün müşriklerin kılıçları, kahramanı seksen
küsur darbeyle seksen yerinden yaraladı. Öyle ki savaştan sonra bir ay
Hâlid b. Velîd onun tedavisiyle ilgilendi.
Fakat bütün bu başına gelenler onun
amacı ve arzusu değildi. Buna rağmen bu durum Berâ’yı ümitsizliğe
düşürmedi. Yarın yeni bir savaş daha başlayacaktı.. Resûlullah (s.a.v.)
duasının kabul edileceğini söylemişti. Ona düşen sadece Rabbinden onu
şehâdet ile rızıklandırmasını istemek ve acele etmemekti. Çünkü her
şeyin bir zamanı vardı..!! Berâ, Yemame savaşının yaralarından kurtulur…
Karanlığın güçlerini yok etmeye giden İslâm ordularıyla birlikte o da
gider…
İki zayıf ve fani imparatorluğun
bulunduğu yere.. Âsi askerleriyle Allah’ın arzını işgal eden ve
kullarını köleleştiren Roma ve İran imparatorluklarının olduğu yere…
Berâ kılıcını vurur ve her vurduğu yerde, doğmakta olan bir gün gibi
İslâm’ın bayrağı altında hızla gelişen yeni dünyanın binasında dev bir
duvar yükselir…
Irak savaşlarından birinde İranlılar
çarpışmalarında yapabildikleri en alçakça vahşetlere baş vurdular…
Ateşle kızdırılmış zincirlere bağlı kapanlar kullandılar. Bunları
kalelerinden aşağı sarkıtıyorlardı ve içine düşüp kurtulamayan
müslümanları alıp götürüyorlardı. Berâ ve kardeşi Enes b. Mâlik’e
müslümanlardan bir grupla birlikte o kalelerden birini ele geçirme
görevi verilmişti.
Fakat bu kapanlardan biri aniden yere
düşerek Enes’i askıya aldı ve Enes kurtulabilmek için zincire
dokunamıyordu Çünkü alev alev yanıyordu… Berâ bu durumu gördü ve kızgın
zincirle kale duvarından yukarıya doğru çekilen kardeşinin yanına koştu.
Zinciri eliyle yakalayıp, onu
koparıncaya kadar büyük bir acıyla mücadele verdi. Enes kurtuldu. Berâ
ve yanındakiler ellerine baktıklarında yerlerinde göremediler..!!
Üzerlerinde bulunan bütün etler gitmiş, sadece yanık iskeletleri
kalmıştı..!! Kahraman iyileşinceye kadar bir müddet ağır bir tedaviden
geçti..
Ölümün sevdalısının amacına
ulaşacağı bir an yok mu…? Evet bir an…! Müslümanların İran askerleriyle
karşılaşıp ve Berâ’nın bayramının gerçekleşmesi için Tuster savaşı gelip
çatar..
Ahvaz ve İran ahalisi müslümanlarla
savaşmak için büyük bir orduyla yola çıktılar.. Halife Ömer, Kûfe’de
bulunan Sa’d b. Ebû Vakkâs’a, Ahvaz’a asker göndermesi için haber
gönderdi… Basra’da bulunan Ebû Musa el-Eş’arî’ye de Ahvaz’a asker
göndermesi için haber gönderdi… Mektubunda söyle diyordu: “Süheyl b.
Adî’yi askerlere komutan yap, Berâ b. Mâlik de beraberinde olsun…” Kûfe
ve Basra’dan gelenler, şiddetli bir savaşta Ahvaz ve İran askerleriyle
karşılaşmak için buluştular.
İki büyük kardeş, Enes b. Mâlik ve Berâ
b. Mâlik müslüman askerlerin içindeydiler… Savaş önce teke tek meydan
okumalarla başladı. Berâ tek başına İranlılardan yüz kişiyi yere serdi.
Sonra ordular birbirlerine girdiler ve her iki taraftan da birçok kişi
ölmeye başladı… Savaş devam ederken sahâbîlerden bazıları Berâ’nın
yanına yaklaşarak ona şöyle seslendiler: “Ey Berâ! Resûlullah (s.a.v.)’in
senin için söylediklerini hatırlıyor musun?” “Saçları dağınık, üstü toz
toprak içinde kimsenin önemsemediği nice insan vardır ki, Allah’tan
diler de Allah onun dileği yerine getirir.
Bunlardan biri de Berâ b. Mâlik’tir..”
“Ey Berâ, Rabbinden onları mağlup edip, bizi muzaffer kılması için
dilekte bulun...” Berâ dua ve yakarış için ellerini göğe doğru açtı:
“Allahım! Onları yenmeyi bize nasip et...! Allahım! Onları yenilgiye
uğrat...! Bizi onlara karşı muzaffer eyle…! Beni de bugün Peygamber’ine
kavuştur…!” Veda edercesine yanında çarpışmakta olan kardeşi Enes’e uzun
uzun baktı. Müslümanlar dünyanın bir başkasında göremediği bir cesaretle
atıldılar ve büyük bir zafer elde ettiler.
Savaş şehidlerinin arasında yüzünde
şafak aydınlığı gibi yumuşak bir gülümseme ve sağ eli pak kanıyla
bulanmış bir avuç toprak tutan Berâ vardı. Kılıcı kırılmamış ve
eğilmemiş olarak yanında duruyordu. Şehid kardeşleriyle birlikte yüce ve
muhteşem bir ömrün yolculuğunu tamamladı... “Onlara: «İşte bu gördüğünüz,
yaptığınız iyi işler karşılığında mirasçısı olduğunuz cennettir.» diye
seslenildi.” (A’raf, 43)
|