Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

EBÛ HÜREYRE

Vahiy Çağının Belleği


Gerçekten insanın zekasının hesabı soruluyor…

Olağanüstü yeteneklerin sahipleri, şükran ve armağan almaları gerektiği zamanlar çoğunlukla bunun bedelini öderler..!! Yüce sahâbî Ebû Hüreyre de bunlardan biridir...

Belleğinin gücü ve geniş kapasiteli oluşu bakımından olağanüstü bir yeteneğe sahipti… Allah ondan razı olsun, dinlemeyi çok iyi bilir, hafızasında çok iyi ezberleyip, depolardı... İşitir, anlar ve ezberlerdi. Sonra aradan ne kadar zaman geçerse geçsin ve yaşı ne kadar ilerlerse ilerlesin, öğrendiklerinden neredeyse ne bir kelime, ne de bir harf unuturdu…!

Bu nedenle yeteneği, onu, Resûlullah’ın ashabı arasında hadisleri en çok ezberleyen ve sonunda rivayeti en çok olan kişi olmaya hazırladı. Resûlullah (s.a.v.) hakkında uydurma hadis söyleyenlerin zamanı geldiğinde onlar Ebû Hüreyre’yi, onun Resûlullah (s.a.v.)’den rivayetteki ününü en çirkin şekilde kullanarak kendilerine alet ettiler.

Her hadis uydurduklarında da “Ebû Hüreyre şöyle anlattı” demeye başladılar..! Eğer bütün sahtekarlık ve dıştan sokuşturmaları reddederek, hadisin hizmetine hayatlarını adayıp, bu uğurda olağanüstü çabalar ortaya koyan yüce büyüklerin gayretleri olmasaydı, onun hakkında korkulan olacaktı…

Resûlullah (s.a.v.)’in muhaddisi olarak Ebû Hüreyre’nin ününü yok edecekler, kendisini şüphe ve endişeyle yaklaşılması gereken bir konuma düşüreceklerdi. İşte o zaman Ebû Hüreyre (r.a.) müfsidlerin bir yolla İslâm’ın içine sızdırarak, günah ve zararını ona yükleyecek oldukları uydurmalar ve yalanlar ahtapotundan kurtuldu… Şimdi... Bir vaizin, konuşmacının veya cuma hatibinin, nesiller boyu nakledilen “Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle dedi: Resûlullah (s.a.v.) dedi ki...” sözünü duyduğunda...

Derim ki, bu ismi bu şekilde duyduğunda ya da çoğunlukla hadis, siret, fıkıh ve genel olarak dinî kitaplarda rastladığında bil ki, sahâbîlerin arasında Hz. Peygamberle birlikteliği ve dinlemesi en çok olan bir kişiyle karşılaştın...

Çünkü Peygamber (s.a.v.)’den ezberlediği hikmetli sözler ve muhteşem hadislerden oluşan servetinin bir eşi daha az bulunur… Ebû Hüreyre, sahibi olduğu bu yetenek ve bu servetle sahâbîlerin içinde seni; Resûlullah (s.a.v.) ve ashabının yaşadığı o günlere götürebilecek ve eğer sen sağlam imanlı ve ince ruhluysan, hayata anlam veren, ona akıl ve olgunluk kazandıran Muhammed (s.a.v.) ve ashabının ihtişam dolu yaşamlarına şahit olan o ufuklarda seni uçurabilecek kudrette olan, en çok odur.

Eğer bu satırlar Ebû Hüreyre’yi tanımak ve onun hakkında söylenenleri duymak için arzularını harekete geçirdiyse, şimdi dur ve bekle… O İslâm inkılabının gerçekleştirmiş olduğu bütün büyük değişimlerin üzerine yansıdığı kişilerden biridir…


Bir işçiden beyefendiye... Zorluklar arasında yitik birinden bir imam ve âlime... Taş yığınlarının önünde secde eden birinden, tek ve güç sahibi Allah’a iman eden birine dönüşmeye doğru giden bütün değişimlerin yansıdığı biridir… İşte kendisi şöyle diyor: “Yetim olarak büyüdüm. Miskin olarak hicret ettim. Gazvân’ın kızı Busre’nin yanında karın tokluğuna çalışan bir işçiydim..!! Konakladıklarında onlara hizmet eder, yola çıktıklarında onların peşinden giderdim... İşte ben buydum. Allah beni onunla evlendirdi. Dini hâkim ve Ebû Hüreyre’yi imam yapan Allah’a hamdolsun...!”

Hicretin yedinci yılında Hayber’deyken Peygamber (s.a.v.)’in yanına geldi, isteyerek ve arzuyla müslüman oldu. Peygamber (s.a.v.)’i görüp ona biat ettiği andan itibaren uyku zamanları dışında ondan hemen hemen hiç ayrılmadı. İşte müslüman olduğu andan Peygamber’in (s.a.v.) Yüce Dost’a (Allah’a) gittiği ana kadar Resûlullah (s.a.v.)’le birlikte yaşadığı dört yıl böyle geçti.. Biz diyebiliriz ki, bu dört yıl başlı başına bir ömürdü... Geniş ve uzundu. Dinleme, yapma ve her türlü güzel sözle dopdoluydu.

Ebû Hüreyre yetkin tabiatıyla Allah’ın dinine hizmet verebildiği büyük dönemi yakaladı… Sahâbe arasında savaş kahramanları çoktu… Fakihler, davetçiler ve öğretmenler çoktu... Fakat toplum, yazıdan ve yazanlardan yoksundu. O çağlarda sadece Araplar değil, bütün insanlık yazıya önem vermiyorlardı ve yazı hiçbir toplumda gelişmişliğin işaretlerinden biri sayılmıyordu… Pek yakın bir zamana kadar Avrupa bile böyleydi… Başta “Şarlman” olmak üzere birçok kral büyük imkan ve zekaya sahip olmalarına rağmen okuma yazma bilmeyen ümmilerden idiler.

Sohbetimize dönüp, öğretilerini ve kültürünü muhafaza edecek olanlar için İslâm’ın kurduğu yeni toplumun ihtiyacına Ebû Hüreyre’nin, tabiatıyla yetişmesini görelim. O zaman sahâbenin arasında yazı yazanlar azdı. Ayrıca herkesin Resûlullah (s.a.v.)’in söylediği her hadisi kaydedebilecek boş zamanı yoktu. Ebû Hüreyre yazan biri değildi; fakat hafızdı ve ezberlemek için gerekli olan boş vakte sahipti. Ekebileceği bir toprağı, peşinden koşacağı bir ticareti yoktu…!! Kendisi geç müslüman olduğu için de kaçırmış olduğu zamandan oluşan açığı kapatmaya azmetmişti. Bu da ancak Resûlullah (s.a.v.)’le oturmayı ve onun peşinde olmayı sürdürmekle olacaktı…

O Allah’ın, kendisine vermiş olduğu bu yeteneğin farkındaydı. O yetenek, Resûlullah (s.a.v.)’in davasına güç, genişlik ve dinamizm kazandırarak, Allah’ın, sahibinden hoşnut kalmasına neden olan kuvvetli ve yüksek kapasiteli hafızasıydı. Öyleyse neden, bu kültürü hıfzedip gelecek nesillere taşımayı üstlenenlerden biri olmasındı…? Evet.. Yeteneklerinin kendisini hazırladığı ve hiç gecikmeden yapması gereken görevi
buydu... Ebû Hüreyre daha önce de söylemiş olduğumuz gibi yazmasını bilen biri değildi; fakat çabuk ezberleyen, kuvvetli hafızası olan biriydi...

Onun ne ekeceği bir toprağı, ne de kendisini meşgul edecek bir ticareti vardı. Bu nedenle ne yolculukta ne de yerleşik hâlde Resûlullah’ın yanından hiç ayrılmıyordu… Böylece olanca incelikleriyle kendini ve hafızasını, Resûlullah’ın hadislerini ezberlemeye adadı… Resûlullah (s.a.v.) vefat ettiğinde, bazı dostlarının da hayrete düşmesine neden olan ve: “Bütün bu hadisleri nereden duydu ve ne zaman ezberledi” dedirtecek kadar miktarda hadis rivayet etti... Ebû Hüreyre, arkadaşlarından bazılarının içine düşen şüphe izlerini yok edercesine bu meseleyi şu sözleriyle aydınlığa kavuşturdu: “Diyorsunuz ki: “Ebû Hüreyre Resûlullah’tan çok hadis rivayet etti.” Ve diyorsunuz ki: “Kendisinden önce müslüman olan mucahirler bile bu kadar hadis rivayet etmediler.”

Dikkatinizi çekerim ki, muhacir kardeşlerimi pazarlardaki ticaretleri ve ensâr kardeşlerimi de toprakları meşgul ediyordu... Ben ise, Resûlullah (s.a.v.) ile en çok oturan, onlar yokken bile orada bulunan, unuttuklarında -ezberlediğini- unutmayan zavallı bir adamdım...” Bir gün Peygamber (s.a.v.) şöyle dedi: “Kim sözlerim bitinceye kadar ridasını açar, sonra da onu toplarsa, benden işittiği hiçbir şeyi unutmaz..!” Ben de eteğimi açtım. O konuşmasını bitirince ben de ridamı topladım.

Allah’a yemin olsun ki, ondan duyduğum hiçbir şeyi unutmadım... Allaha yemin ederim ki, Allah’ın kitabında bulunan şu âyet olmasaydı asla size hadis söylemezdim: “İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya mutlaka onlara Allah lanet eder.

Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler.” (Bakara, 159) Ebû Hüreyre, Resûlullah (s.a.v.)’den çok rivayet etmedeki eşsizliğinin sırrını böyle açıklıyor. Birinci olarak, o Peygamber (s.a.v.) ile birlikte olmak için başkalarından daha müsaitti. İkinci olarak, kuvvetli bir hafızası vardı. Resûlullah ona dua etti ve daha da kuvvetlendi… Üçüncü olarak, konuşmayı çok istediği için hadis rivayet etmiyordu; aksine bu hadisleri açıklamak dinî ve hayatî bir sorumluluk idi.

Yoksa hakikati ve iyiliği gizleyen ve görevini yerine getirmeyen biri olarak kötü akıbetin beklediği biri olurdu.. Bundan dolayı hiçbir engel ve zorluk tanımaksızın hadis rivayet etmeye devam etti. Ta ki, Halife Hz. Ömer kendisine şöyle dedi: “Ya Resûlullah’tan hadis rivayet etmeyi bırak ya da seni Devs’e geri gönderirim.”

Yani vatanına ve ailene… Hz. Ömer’in bu yasaklaması, Ebû Hüreyre’yi itham etmek anlamına değil; Ömer’in bizzat kendisinin ortaya koyduğu bir görüşü desteklemek içindi. O da şuydu: Özellikle bu dönemde müslümanlara düşen, yüreklerde ve akıllarda yer edip sağlamlaşıncaya kadar Kur’ândan başka bir şeyi okuyup ezberlememeleridir. Kur’ân, İslâm’ın kitabı, yasası ve sözlüğüdür. Resûlullah (s.a.v.)’den rivayet edilen hadislerin çokluğu, özellikle de Resûlullah (s.a.v.)’in vefatından sonraki ve Kur’ân’ın toplandığı bu yıllarda gereksiz ve yersiz olan bir karışıklığa neden olabilirdi…


Bu nedenle Ömer (r.a.): “Sadece Kur’ânla meşgul olun; çünkü Kur’ân Allah’ın kelamıdır.” Ve... “Kendisiyle amel olunanların dışında Resûlullah (s.a.v.)’den rivayet etmeyi azaltın.” diyordu. Ebû Musa el-Eş’arî’yi Irak’a gönderdiğinde ona şöyle dedi: “Mescidlerinde Kur’ân okurlarken arının uğuldaması gibi uğuldayan bir topluluğa rastladığında onları oldukları gibi bırak ve onları hadisle meşgul etme. Bu işin sorumluluğunda ben senin ortağınım..” Kur’â’n-ı Kerîm, kendisinden olmayan bir şeyin içine sızmayacağı bir şekilde güvenilir bir yolla toplanmıştı. Fakat Ömer (r.a.)’ın, hadislerin tahrif edilmesine veya Resûlullah (s.a.v.)’e iftira edip İslâma zarar vermede kullanılmasına karşı elinde bir güvence yoktu.

Ama kendinden ve güvenirliğinden emin biri olarak da saklanmasının günah ve yanlış olduğuna inandığı ilim ve hadislerin gizlenmesini de istemiyordu. Bundan dolayı, duyup bildiği hadisleri söyleyebilme fırsatı bulamadı; yoksa rivayet eder ve söylerdi Fakat bütün bunların dışında Ebû Hüreyre’nin çok hadis rivayet etmesine ilişkin şüphelerinin oluşmasında büyük etkisi olan başka bir sebep daha vardı.

Bu da o günlerde Resûlullah (s.a.v.)’in hakkında çok rivayetlerde bulunan; fakat ashabın, hadislerine çok güvenmediği bir başka muhaddisin daha olmasıydı. Bu zat önceleri yahudi iken, İslâma giren “Ka’b el-Ahbar” idi.

 Mervan b. Hakem bir gün Ebû Hüreyre’nin ezber gücünü ölçmek istedi. Onu yanına çağırtıp, beraberce oturdular ve ondan Resûlullah (s.a.v.)’den hadisler okumasını istedi. Aynı zamanda katibini de perdenin arkasında oturtarak, Ebû Hüreyre’nin her söylediğini yazmasını istedi… Bir yıl sonra Mervan onu tekrar çağırdı ve katibinin yazdığı hadislerin aynısını ona söyletti. Ebû Hüreyre onlardan bir tek kelimeyi daha unutmamıştı..!! Ebû Hüreyre kendisi hakkında şöyle diyordu: “Abdullah b. Amr b. Âs dışında Resûlullah (s.a.v.)’in ashabı içinde benden daha çok hadis rivayet eden yoktu.

O yazıyordu; ben yazmıyordum.” İmam Şâfiî (rah.a.) onun için şöyle diyordu: “Ebû Hüreyre, zamanında hadis rivayet edenlerin ezberi en kuvvetli olanıydı.” Buhârî (rah.a.) de onun için şöyle diyordu: “Sekiz yüz veya daha fazla sahâbî, tâbiin ve ilim ehli kişiler Ebû Hüreyre’den rivayette bulunmuştur.” İşte böyle… Ebû Hüreyre, kendisine kalıcılık ve ebediyet nasip olan büyük bir okuldu...

Ebû Hüreyre, çok ibadet eden ve Allah’tan korkan biriydi. Bütün gece kızı ve eşiyle nöbetleşe ibadet ederdi. Gecenin üçte birini o, üçte birini eşi, üçte birini de kızı ibadetle geçirirdi. İşte böylece Ebû Hüreyre’nin evinde gecenin bir saati bile ibadet zikir ve namazsız geçmezdi.!! Resûlullah (s.a.v.)’le birlikte olma uğruna kimsenin çekmediği kadar açlık çekti…

O bize açlığın, bağırsaklarını nasıl kemirdiğini… karnına taş bağlayıp, elleriyle midesini nasıl sıktığını… sonra saralı olmadığı hâlde bazı arkadaşları onu saralı zannedecek kadar mescidde açlıktan yere düşüp kıvrandığını anlatır…


Müslüman olduktan sonra biri dışında hayatındaki hiçbir problem onu zorlamıyordu. Onun yüzünden gözüne uyku girmiyordu…. Bu problem annesiydi! Müslüman olmayı kabul etmemişti... Sadece bununla kalmayarak, Resûlullah (s.a.v.) hakkında kötü sözler söyleyip, oğluna eziyet ediyordu… Bir gün Ebû Hüreyre’ye Resûlullah (s.a.v.) hakkında kötü şeyler söyledi. Ebû Hüreyre ağlayarak ve hüzün içinde çıkıp, Resûlullah (s.a.v.)’in mescidine geldi. Şimdi sözün geriye kalanını anlatması için ona kulak verelim: “Resûlullah’a ağlayarak geldim ve ona şöyle dedim: “Ey Allahın elçisi! Ebû Hüreyre’nin annesini İslâm’a davet ederdim ve o da reddederdi.

Bu günde onu davet ettim; ama senin hakkında hoşlanmadığım şeyler söyledi bana. Allah’a, Ebû Hüreyre’nin annesini İslâm’a hidâyet etmesi için dua et!..” Resûlullah (s.a.v.) şöyle dedi: “Allah’ım! Ebû Hüreyre’nin annesini hidâyete erdir…” Resûlullah (s.a.v.)’in duasının müjdesini vermek için koşarak çıktım. Kapıya vardığımda kapalıydı ve içeriden su sesi geliyordu. Bana: “Ey Ebû Hüreyre yerinde kal..” dedi. Sonra elbisesini giyip, örtüsünü aceleyle örterek: “Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğu şehâdet ederim.” diyerek çıktı.

Üzüntüden ağladığım gibi sevinçten ağlayarak, Resûlullah’ın yanına koşarak geldim ve dedim ki: “Müjde ya Resûlullah! Allah duanı kabul etti... Allah Ebû Hüreyre’nin annesini İslâm!a hidâyet eyledi.” Sonra şöyle dedim: “Ya Resûlullah! Beni ve annemi, mü’minlere sevdirmesi için Allah’a dua et.” O da şöyle dedi: “Allah’ım! Bu kulunu ve annesini bütün mü’minlere sevdir…” Ebû Hüreyre bir mü’min ve mücahid olarak hiçbir savaştan ve itaat gerektiren hiçbir işten kaçınmaksızın yaşadı.

Hz. Ömer hilafeti sırasında onu Bahreyn valisi yaptı. Bildiğimiz gibi Ömer (r.a.) valilerini sıkı bir şekilde kontrol ederdi… Eğer birini vali yaptığında o sadece iki elbise sahibiyse, valiliği kendisine bıraktırdığı gün bırakması ve dünyada o iki elbiseden başka bir şeye sahip olmaması gerekirdi. Bir tek elbiseye malik olarak -valiliği- bırakması ise tercihe şâyândır..!! Ancak valiliği bıraktığında üzerinde varlık alâmetleri görülürse, kaynağı ne olursa olsun, Ömer’in hesabından kurtulamazdı..! Hz. Ömer’in ihtişam ve olağanüstülükle doldurduğu bir başka dünyaydı. Ebû Hüreyre Bahreyn valisi olduğunda kendisine helâl kaynaklardan mal biriktirdi.

Hz. Ömer bunu öğrenince onu Medine’ye aldı… Bırakalım Ebû Hüreyre onunla aralarında geçen konuşmayı bize kendi anlatsın: Ömer bana şöyle dedi: “Ey Allah’ın ve kitabının düşmanı! Allah’ın malını mı çaldın..?!” Ona şöyle dedim: “Ben ne Allah’ın, ne de kitabının düşmanıyım...!! Fakat onlara düşman olanların düşmanıyım. Ne de Allah’ın malını çalan biriyim..!!” Dedi ki:


“On binleri kendine nereden topladın?” Dedim ki: “Atlarım vardı, yavruladılar ve verilen armağanlar..” Ömer şöyle dedi: “Onları müslümanlarınn hazinesine (beytülmal) ver..!!” “Allah’ım Emirü’l-mü’minine mağfiret eyle...!” Bir müddet sonra Ömer, Ebû Hüreyre’yi çağırtıp ona tekrar valilik teklif etti; fakat o bunu reddedip özür diledi. Ömer Ona: “Niçin kabul etmiyorsun?” dedi. Ebû Hüreyre ona şöyle dedi: “Yaptıklarım kötülenmesin, malım alınmasın ve cezalandırılmayayım diye…” Sonra şunu söyledi: “Bilmeden hükmetmekten ve kötü söz söylemekten korkuyorum…”

Bir gün Allah’a kavuşma arzusu çoğaldı.. Kendisini ziyarete gelenler, hastalığından şifa bulması için dua ederlerken o ısrarla Allah’a şöyle diyordu: “Allah’ım! Sana kavuşmayı istiyorum, sen de benim kavuşmamı iste..!” Yetmiş sekiz yaşında hicretin elli dokuzuncu yılında vefat etti. Cenazesini kaldıranlar dönerlerken, dilleri Resûlullah (s.a.v.)’den rivayet edip onlara ezberlettiği birçok hadisi söylüyordu. Herhalde yeni müslüman olanlardan biri yanındakine dönüp soruyordu: “Bu dünyadan göç eden şeyhimize neden Ebû Hüreyre künyesi verildi.”

Bunu bilen arkadaşı şöyle cevap veriyordu:

“Cahiliyyede de adı Abdüşşşems (güneşin kulu) idi. Müslüman olunca Resûlullah ona Abdurrahman adını verdi... Hayvanları çok severdi. Yedirdiği, taşıdığı, temizlediği ve koruduğu bir kedisi vardı. Kedi onu gölgesi gibi takip ederdi...

İşte böylece ona Ebû Hüreyre (kedicik babası) denildi...”