ZEYD b. SÂBİT
Kurânın Toplayıcısı
Kurânı sağ eline alıp, ona bakıp âyet âyet, sûre sûre gül bahçelerinde
dalıp gittiğin zaman
Bu büyük eserden dolayı kendilerine
teşekkür borçlu olduklarından biri de Zeyd b. Sâbit adındaki büyük
adamdır. Kurânı bir kitapta toplama hareketi anlatıldığında bu büyük
sahabînin adı mutlaka geçer. Kurânın ezberlenmesi, tertibi ve
toplanmasının faziletine sahip olan mübareklerin anısına şükran
çiçekleri sunulduğunda Zeyd b. Sâbitin bu çiçeklerdeki payı oldukça
büyüktür.
O ensârdandır
Resûlullah (s.a.v.)
hicret ettiği zaman o on bir yaşındaydı. Küçük çocuk, ailesinden
müslüman olanlarla birlikte müslüman oldu ve Resûlullah (s.a.v.)
tarafından yapılan bir davetle tebrik edildi. Babası kendileriyle
birlikte onu da Bedir savaşına götürdü. Fakat yaşının ve bedeninin
küçüklüğü dolayısıyla Hz. Peygamber onu geri çevirdi.
Uhud savaşında ise kendi yaşıtlarından
bir grupla Resûlullahın yanına gittiler ve mücahidlerin saflarında,
neresi olursa olsun herhangi bir yere kabul edilmek için ona yalvardılar.
Aileleri ise onlardan daha çok yalvarıyor ve istiyordu. Resulullah küçük
süvarileri memnun bakışlarla süzüp, bu savaşta da onları asker
yapamayacağına dair özür beyan etmek isterken...
Onlardan biri olan Râfi b. Hudeyc, sağ
eliyle ustaca savurduğu bir kargı ile Resûlullahın önüne çıktı ve ona:
Gördüğün gibi ben bir atıcıyım, iyi atış yaparım, bana izin ver. dedi.
Resûlullah rıza dolu bir gülümsemeyle bu güzel ve yeni yeşeren kahramanı
selâmlayıp, ona izin verdi. Yaşıtlarının damarları kabardı. İkinci
olarak Semure b. Cündüb öne çıktı. Güçlü kollarını saygıyla hareket
ettirirken, akrabalarından bazıları Resûlullaha şöyle diyorlardı:
Semure güreşte Râfiyi yener
Resûlullah onu da sevgi dolu bir
gülümseyişle selâmladı ve izin verdi. Bedenlerinin kuvvet gelişimi bir
yana, o zaman Râfi ve Semure on beş yaşlarındaydılar.
Yaşıtlarından altı genç geri kaldı.
Zeyd b. Sâbit ve Abdullah b. Ömer de onlardandı. Onlar da kimi zaman
yalvarıp rica ederek, kimi zaman ağlayarak, kimi zaman da adalelerini
göstererek, kendilerini savaşa kabul ettirmek için çaba sarfetmeye
başladılar. Fakat yaşları genç ve vücutları taze olduğu için Resûlullah
bir dahaki savaş için onlara söz verdi.
Böylece Zeyd, kardeşleriyle birlikte
hicretin beşinci senesindeki Hendek savaşından itibaren Allah yolunda
savaşmaya başladı. Mümin İslâmî kişiliği, çarpıcı ve hızlı bir şekilde
gelişiyordu. O sadece bir mücahid olarak yetişmiyordu. Aynı zamanda
birçok meziyeti olan kültürlü biriydi. O Kurânı ezbere takip ediyor,
Allah Resûlü için vahiy yazıyor ve ilim ve hikmette ilerliyordu.
Resûlullah, davasını tüm dış dünyaya duyurmaya, yeryüzünün kayser ve
krallarına mektuplarını göndermeye başladığında, Zeyde onların
dillerini öğrenmeyi emretti.
O da bunları kısa bir zamanda öğrendi.
Böylece Zeyd b. Sâbitin kişiliği gelişti. Yeni toplumda kendisine
yüksek bir mevki edinerek, müslümanların saygı ve hürmet gösterdiği biri
oldu. eş-Şabî şöyle der: Zeyd b. Sâbit, bineğine binmek istedi; İbn
Abbas özengisini tuttu. Zeyd ona: Ey Resûlullahın amca oğlu bırak...
dedi. İbn Abbas ona şöyle cevap verdi: Hayır, biz âlimlerimize böyle
yaparız. Kabîsa şöyle der: Zeyd miras işleri, kıraat, fetva ve kadılık
işlerinde Medinede lider idi. Sâbit b. Ubeyd ise şöyle der: Zeyd
kadar evinde şakacı, meclisinde ağır başlı bir adam görmedim.
İbn Abbas şöyle der: Muhammedin ileri
gelen ashabı, Zeyd b. Sâbitin derin bir ilim sahibi olduğunu
anlamışlardı. Arkadaşlarının söylediği bütün bu özellikler, tüm İslâm
tarihindeki görevlerin en şanlılarından olan bir görevle şereflenmeyi
kaderin kendisine sakladığı adamı daha fazla tanımamıza yardımcı
olmaktır. Bu görev ise, Kurânı toplamaktır.
Vahyin, şu muhteşem âyetlerle, dava ve
Kurân kervanına seslenerek uyarıcılardan olsun diye Resûlullahın
kalbine sirayet etmeye başladığı zamandan beri vahiy Resûlullah (s.a.v.)
ile birlikteydi: Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alekadan (embriyodan)
yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı
öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti. (Alak, 1-5) Vahiy bu
başlangıçtan itibaren sürekli Resûlullah (s.a.v.) ile birlikteydi.
Hidâyetini ve nurunu isteyerek Allaha yüzünü her yönelttiğinde onun
yardımına yetişirdi.
Hz. Peygamberin bir savaştan diğerine
koştuğu, bir savaşı bitirip de düşmanlarıyla bir başkasında karşılaştığı,
büyük bir çaba ile yeni bir dünya kurduğu
bütün risalet yılları boyunca
vahiy inmeye devam etti. Resûlullah da okuyup tebliğ ediyordu. Orada ilk
günden itibaren Kurâna istekle sarılan mübarek bir topluluk vardı.
Bunların bazıları Kurânı güçlerinin yettiği kadar ezberlemeye, iyi
yazmayı bilen bazıları da âyetleri yazılı olarak muhafaza etmeye
bşladılar. Yaklaşık olarak yirmi bir sene zarfında, vahiy hadiselere
uygun olarak âyet âyet ya da âyetler topluluğu hâlinde indi. Bu hafız ve
yazıcılar Allahın büyük yardımıyla işlerini devam ettirdiler. Kurân
bir defada inmedi.
Çünkü telif edilen ve insan tarafından
yazılmış bir kitap değildi. O, her gün taş üstüne taş konularak kurulan
yeni ümmetin rehberidir. Akidesi, yüreği, fikri ve iradesi ilâhî
iradeye göre günden güne gelişen, olgunlaşan bir ümmetin
Bu nedenle;
beşerî tecrübenin gelişim çizgisini, yenilenen ortamlarını ve
karşılaştığı problemleri takip edebilmek için Kurânın parçalar ve
bölümler hâlinde gelmesi gerekliydi. Daha önce de söylediğimiz gibi
Kurânı ezberleyip yazmak için hafız ve yazıcılar çoğalmıştı. Bunların
başında ise -Allah hepsinden razı olun- Ali b. Ebû Tâlib, Übey b. Kab,
Abdullah b. Mesûd, Abdullah b. Abbas ve şimdi ondan bahsetmekte
olduğumuz saygın kişilik sahibi Zeyd b. Sâbit geliyor.
Kurânın inişi tamamlandığında ve
inişinin son zamanlarında Resûlullah âyetlerini ve sûrelerini tertib
ederek müslümanlara okuyordu. Resûlullah (s.a.v.)in vefatından hemen
sonra müslümanlar riddet (dinden dönme) savaşlarıyla karşı karşıya
kaldılar. Hâlid b. Velîd ve Zeyd b. Hattâbtan söz ederken anlattığımız
Yemame savaşında Kurân hafız ve okuyucularından şehid olanların sayısı
çok idi. Riddet ateşi söner sönmez Hz. Ömer geriye kalan hafız ve
kurraların şehid olup ölmelerinden önce Kurânın hemen toplanmasını
istemek için Halife Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.)a koştu. Halife Rabbinden
istihare yaptı (bunu yapmanın doğru olup olmadığını gönlüne açmasını
diledi).
Arkadaşlarıyla görüşmeler yaptı. Sonra
Zeyd b. Sâbiti çağırarak ona: Bu konuda en çok güvendiğimiz akıllı
gençsin. dedi. Ve ona bu konuda bilgisi olanlarla yardımlaşarak
Kurân-ı Kerîmi toplamasını emretti. Zeyd bir din olarak İslâmın
geleceğinin bağlı olduğu bu işi üstlendi. Görevlerin en zor ve en büyük
olanını başarmak için büyük bir çaba harcadı.
Âyet ve sûreleri, hafızların
hafızalarından ve yazılı oldukları yerlerden toplamaya, onları
birbirleriyle karşılaştırıp incelemeye başladı. Bu işi, Kurânı düzenli
ve tertipli bir şekilde toplayıncaya kadar sürdürdü. Risalet yıllarında
Hz. Peygamber (s.a.v.)den Kurânı dinleyerek yaşayan bütün sahâbîler
onun yaptığı işin kusursuzluğunu kabullendiler. Kuşkusuz aralarında âlim,
hafız ve kâtipler de vardı.
Zeyd görevin yüceliğini ve kudsiyetinin
oluşturduğu büyük zorluğu anlatırken şöyle diyordu: Allaha yemin
ederim ki, beni bir dağı yerinden taşımakla yükümlü kılsaydılar, bu bana,
emretmiş oldukları Kurânı toplama işinden daha kolay gelirdi. Evet...
Zeydin omuzunda bir dağ ya da dağlar taşıması, bir sûrenin
tamamlanmasında veya bir âyetin naklinde yapacağı en küçük bir hatadan
daha tercihe şâyân idi.
Ne kadar küçük ve kasıtsız olursa olsun
böyle bir hatayı yapmaktansa, gönlü her tür zorluğa katlanmaya razıydı.
Fakat Allahın yardımı ve Zikri (Kurânı) biz indirdik ve onu biz
koruyacağız. (Hicr, 9) vaadi onunla birlikteydi. Zeyd görevini başardı,
sorumluluk ve yükümlülüğünü en iyi şekilde yerine getirdi.
Bu Kurânın toplanmasının ilk
aşamasıydı. Bu çalışmada Kurân, birden fazla kitapta yazılı olarak
toplandı. Bu kitaplar arasında farklılıklar ve ayrıcalıklar var olmasına
rağmen bunlar sadece şekilde idi. Tecrübe, Resûlullahın ashabına, bütün
bunların bir tek mushaf (kitap)ta toplamanın gerekli olduğunu gösterdi.
Hz. Osman (r.a.)ın hilafeti sırasında
Medineden uzaklarda İslâmî fetih ve ilerleyişler devam ediyordu. O
günlerde, her gün ard arda gruplar hâlinde İslâma girenler olurken,
sahâbîlerin arasında Kurâna yönelik ihtilaflar başlayınca, mushafların
çeşitli olmasının ileride neden olabileceği tehlike açık bir şekilde
fark edildi.
O zaman başlarında Huzeyfe b. Yemân olan bir grup sahâbî, Halife
Osmanın yanına gelerek mushafların birleştirilmesini (teke
indirgenmesini) zorunlu kılan durumu açıkladılar. Bunun üzerine Halife,
Rabbinden istihare yapıp, arkadaşlarıyla görüştü. Daha önce Ebû Bekir
es-Sıddîkın Zeyd b. Sâbitten yardım istemesi gibi Osman da ondan
yardım istedi.
Zeyd arkadaşlarını ve yardımcılarını
toplayıp mushafları Hafsa bint Ömer (r.a.)ın evinden getirtti. Çünkü
mushaflar onun yanında muhafaza ediliyordu. Ardından Zeyd ve arkadaşları,
büyük ve yüce görevlerine başladılar. Zeyde yardım edenlerin hepsi
hafız ve vahiy katiplerinden idiler. Bununla birlikte pek ihtilafa
düşmemekle birlikte, ihtilaf etmeleri hâlinde de Zeydin görüş ve sözünü
kesin kanıt olarak kabul ediyorlardı.
Biz, şimdi Kurânı kolaylıkla okuyor
ve güzel bir şekilde dinliyoruz. Onu toplamak için Allahın yaratmış
olduğu kişilerin karşılaştığı o büyük zorluklar aklımıza hiç gelmez
!!
Yeryüzünün karanlıklarını onun nuruyla yok edip, bir yüce dini
kökleştirmek için Allah yolunda savaşırken verdikleri nice canları ve
yaşadıkları zorlukları hiç mi hiç düşünmeyiz.
|