Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

ÜMEYR b. SA’D

Eşsiz Adam


Saîd b. Âmir’i hatırlıyor musunuz..?

Ömer’in, Şam emirliği ve valiliğini kabul ettirdiği o zahid, âbid ve itaat sahibi kişiyi..?

Ondan bu kitabımızın birinci bölümünde bahsetmiş ve onun hayret verici zühdünü, yüceliğini ve günahtan sakınmasını görmüştük. İşte biz bu sayfalarda onun bir kardeşiyle… günahtan sakınmada, zühdde, yücelikte ve benzersiz üstün kişiliğinde ikiz kardeşi olan biriyle buluşmaktayız.

O Ümeyr b. Sa’d’dır… Müslümanlar ona “Eşsiz Adam” diyorlardı. Kendilerinde olan fazilet, anlayış ve nura rağmen Resûlullah’ın ashabının böyle bir lakabı vermede üzerinde birleştikleri başka bir adam yoktur.

Babası Sa’d el-Kârî, Bedir’de ve ondan sonraki savaşlarda Resûlullah (s.a.v.)’le birlikteydi. Kadisiye savaşında şehid olup Allah’a kavuşuncaya kadar ahdi üzere kaldı. [1] Oğluyla birlikte Resûlullah’a gitti ve ona biat edip müslüman oldu. Ümeyr müslüman olduğu günden itibaren Allah’ın evine yerleşmiş bir âbid idi. Işıklardan kaçıyor ve gölgelerin sessizliğine sığınıyordu.

Onu ilk saflarda görmemek çok uzak bir ihtimaldi. Namazda en önde olmanın sevabını almak için ilk safta beklerdi. Cihada da şehid olmak ümidiyle ilk saflara koşardı. Bunun dışında iyiliğini, hayrını, salah ve takvasını artırmak için mescidde itikafa girerdi… Tövbekârdı, günahları için ağlardı… Kendini Allah’a adamıştı, hep tövbe ederdi… Her kervan ve her toplulukla birlikte Allah için yollara düşerdi…

Allah, ashabın gönlünü onun sevgisiyle doldurmuştu. Onların gözbebeği, gönüllerinin sultanıydı. Kuvvetli imanı, saflığı, sessizliği, huyunun güzelliği ve aydınlık görüşleri kendisiyle oturan veya gören herkes için bir sevinç kaynağıydı. Hiçbir şeyi ve hiç kimseyi dinine tercih etmezdi. Bir gün evinde iken çok yakın bir akrabası olan Culâs b. Süveyd b. Sâmit’in: “Eğer adam doğru söylüyorsa biz eşeklerden daha kötüyüz!” dediğini duydu. Bu kişi, “adam” sözüyle Resûlullah’ı kasdediyordu. Culâs, İslâm’a korktuğu için girenlerdendi.


Ümeyr b. Sa’d, bu sözü işitince sessiz ve iyilik dolu kişiliğinde kızgınlık ve şaşkınlık patlaması oldu. Kızgınlık; çünkü müslüman olduğunu iddia eden biri, çirkin bir dille Resûlullah’a söz söylüyordu…!! Şaşkınlık; çünkü duyup da kabul edemediği bu söz karşısında sorumluluğunu hatırladı…!! Duyduğunu Resûlullah’a söylesin mi? Meclislerden söz nakletmek yasaklandığı hâlde bu nasıl olur? Susup da duyduğunu unutsun mu? Nasıl yapsın…? O zaman vesilesiyle Allah’ın dalâletten hidâyete erdirdiği, karanlıktan çıkarıp aydınlığa kavuşturduğu Resûlullah’a olan bağlılığı ve vefa nerede kalır? Fakat şaşkınlığı uzun sürmedi.

Doğruluk daima sahibine bir çıkış yolu bulurdu... Ümeyr hemen güçlü bir adam ve takva sahibi bir mü’min gibi davrandı. Ve Culâs b. Süveyd’e şunları söyledi: “Culâs! Vallahi sen benim en sevdiğim, yanımda en kıymetli ve başına sevmediği bir şeyin gelmesini en çok istemediğim kişisin. Şimdi bir söz söyledin ki, eğer bunu duyurursam sana zarar verecektir. Susup söylemezsem, dinim helak olur. Ancak dinin hakkı vefalı olmaktan daha önceliklidir. Bu nedenle, konuştuklarını Resûlullah’a söyleyeceğim.” Böylece Ümeyr, Allah korkusuyla dolu yüreğini tamamen rahatlattı.

O önce meclis emniyetinin gereğini yerine getirerek, kendini yalan söz taşıyıcısı olmaktan kurtardı. İkinci olarak dininin gereğini yerine getirerek korkunç bir nifakı ortaya çıkardı. Üçüncü olarak da Resûlullah (s.a.v.)’e bildireceğini açıkça söylediğinde Culâs’a hatasından dönme ve Allah’tan af dileme fırsatı verdi. Eğer Culâs o an bunu yapmış olsaydı, Ümeyr’in içi rahat erer ve Resûlullah (s.a.v.)’e bildirme ihtiyacı duymazdı. Fakat Culâs, hatasından dönmeyi kendine yediremedi. Ağzından bir tek özür ya da üzüntü kelimesi çıkmadı. Ümeyr ise: “Beni senin günahına ortak edecek bir vahiy inmeden önce Resûlullah’a bunu haber vereceğim.” diyerek oradan ayrıldı.

Resûlullah (s.a.v.) Culâs’ın getirilmesi için birini gönderdi. Culâs söylediğini inkâr hatta yalan yere Allah’a yemin etti. Fakat hak ile batılı birbirinden ayırdetmek için Kur’ân âyeti nâzil olmuştu: “Andolsun ki, müslüman olduktan sonra inkar edip küfür sözü söylemişler iken, söylemedik diye Allah’a yemin ettiler, başaramayacakları bir işe giriştiler... Allah ve Resûlü, bol nimetinden onları zenginleştirdi ve öc almaya kalkıştılar. Eğer tövbe ederlerse bu, iyiliklerine olur; şayet yüz çevirirlerse, Allah onları dünya ve âhirette can yakıcı azaba uğratır.

Yeryüzünde bir dost ve yardımcıları yoktur.” (Tevbe, 74) Culâs yanlışlığını açıklayan âyetin aynı zamanda tevbe etmesi hâlinde kendisine Allah’ın rahmetini vaadettiğini görünce söylediğini itiraf etmek ve hatasından dolayı özür dilemek zorunda kaldı. …Eğer tövbe ederlerse bu, iyiliklerine olur… Ümeyr’in bu davranışı Culâs için bir iyilik ve bereketti. Culâs tövbe etti ve İslâm’ını güzelleştirdi.


Hz. Peygamber, Ümeyr’in kulağına yanaştı ve nuruyla onu çevreleyerek şöyle dedi: “Ey çocuk! Kulağın görevini yerine getirdi... Ve Rabbin seni tasdik etti!”

Dört yıl önce “Ömer’le Birlikte” adlı kitabımı yazarken, Ümeyr ile ilk buluşmamıza çok sevinmiştim. Emirü’l-mü’minin ile arasında geçenler kadar beni hiçbirşey büyülememişti. Bu hikayeyi, en çarpıcı yönleriyle yüceliği tanımanız için şimdi size anlatacağım.

Biliyorsunuz ki, Mü’minlerin emiri Hz. Ömer (r.a.) valilerini âdeta kaderini seçer gibi seçerdi. Onları, emirlik ve valilikten kaçan, ancak halife zorladığı zaman kabul eden, doğru sözlü, güvenilir ve Allah korkusuyla dolu zahid kişilerden seçerdi. Keskin basireti ve engin tecrübesine rağmen vali ve yardımcılarının seçiminde çok titiz ve ağır davranırdı.

Kendisinden nakledilmiş olan şu sözler dilinden düşmezdi: “Emiri olmadığı bir toplumun içinde, onların emiriymiş gibi... Emiri olduğu bir toplumun içinde ise, onlardan herhangi biriymiş gibi davranan bir adam istiyorum. Ne giyiminde, ne yiyeceğinde, ne de meskeninde kendini insanlardan ayrıcalıklı kılmayan.. Onlara namazı kıldıran... Aralarında hakça pay eden... Ve onlara adaletle hükmedip, kapısını açık tutan bir vali istiyorum.” Bu keskin ölçülerin ışığında bir gün Ümeyr b. Sa’d’ı Humus’a vali seçti. Ümeyr bundan kurtulmak istedi; fakat Halife Ömer onu buna mecbur etti. Ümeyr, Allah’tan hayır dileyerek görevinin başına gitti. Humus’ta tam bir yılını geçirdiği hâlde Medine’ye vergi göndermedi. Hatta kendisinden Halife’ye bir mektup dahi gitmedi.

Bunun üzerine Hz. Ömer kâtibini çağırarak ona: “Ümeyr’e bize gelmesi için yaz.” dedi. Burada izninizle, Ömer ile Ümeyr’in buluşma sahnesini, “Ömer’le Birlikte” adlı kitabımdan nakletmek istiyorum: “Bir gün Medine sokakları, harcadığı çaba ve uzun süredir karşı karşıya olduğu zorluklardan dolayı adımlarını yerden sökercesine atan, yol yorgunluğu üzerine çökmüş, üzeri tozlu ve saçları dağınık bir adam gördü. Sağ omuzunda bir çıkın ve bir kap… Sol omuzunda içinde su olan küçük bir kırba…

İnce, zayıf bedeninin hiçbir zorluk vermediği bir asaya yaslanıyordu… Ömer’in meclisine ağır adımlarla yaklaştı. “Ey Mü’minlerin emiri! Allah’ın selâmı üzerine olsun.” Hz. Ömer selâma karşılık verdi. Bir yandan da üzerinde gördüğü bitkinlik ve yorgunluk ona acı verirken, sorar: “Ey Ümeyr! Nasılsın?” “Gördüğün gibiyim. Sağlıklı ve dünyayı boynuzlarından peşimde sürüklediğimi görmüyor musun?” “Yanında ne var?”
“Yanımda; yiyeceğimi taşıdığım çıkınım, içinde yemeğimi yediğim kabım, abdest ve içecek suyumu taşıdığım kırbam ve hem üzerine dayanıp, hem de eğer bir düşman karşıma çıkarsa onunla karşı koyduğum bir sopam var. Allah’a yemin ederim ki, dünya benim isteklerime tâbi olan bir nesneden başka bir şey değildir.” “Yürüyerek mi geldin?” “Evet.” “Bineceğin bir hayvanı verebilecek birini bulamadın mı?” “Onlar vermediler. Ben de istemedim.” “Sana verdiğimiz görevi ne yaptın?” “Beni gönderdiğin şehre gittim. Ahalisinden salih olanları topladım.

Onları malların ve vergilerin toplanması için görevlendirdim. Toplandıkları zaman da onları gerektiği şekilde ayırdım. Eğer onlardan sana bir şey kalmış olsaydı, onu sana getirirdim.” “Bize birşey getirmedin mi?” “Hayır…” Ömer hayretler içinde şöyle bağırdı: “Ümeyr’in görev süresini uzatın.” Ümeyr büyük bir isteksizlikle cevap verdi: “O günler artık geride kaldı. Ne sana, ne de senden sonra başka birine çalışmayacağım.” Bu hikaye tasarladığımız bir senaryo ve ürettiğimiz bir konuşma değil; o ihtişamlı günlerinde İslâm’ın başkenti Medine’nin şahid olduğu tarihî bir vakıadır. [2] Acaba bu eşsiz ve yüce kişiler hangi türden adamlar idiler?

Ömer (r.a.) temenni ederek şöyle diyordu: “Müslümanların işlerinde bana yardım edecek Ümeyr gibi adamlarımın olmasını isterdim.” Arkadaşlarının haklı olarak “Eşsiz Adam” diye niteledikleri Ümeyr, dikenli yaşamımızın ve maddî bedenimizin neden olduğu her tür insanî zaafın üstesinden gelmişti. Bu yüce zata, valilik görevi verildiğinde Allah’a olan korkusu nedeniyle buna ilerleme, gelişme ve güzellik kazandırmaktan başka bir şey yapmadı.

Humus valisi iken, daima minberden müslüman cemaate seslendiği şu kelimeleriyle müslüman yöneticinin görevlerini dile getiriyordu: “İslâm sağlam bir duvar ve kuvvetli bir kapı değil midir..? İslâm’ın duvarı adalet, kapısı ise haktır… Duvar yıkılır, kapı kırılırsa, İslâm fetholunur… Hakimiyet kuvvetlendikçe İslâm sağlam kalacaktır… Hakimiyetin sağlamlığı ise, kılıçla öldürmek ve kırbaçla vurmak değildir… Fakat hakkı vermek ve adeletle davranmakla olur…”

 Biz şimdi Ümeyr’le vedalaşıyor ve onu saygı ve huşû ile selâmlıyoruz. Gelin, başlarımızı önümüze eğelim. Öğretmenlerin en iyisi Muhammed için... Takva sahiplerinin imamı Muhammed için...

Hayat boyu insanlara armağan edilmiş Allah’ın rahmetine, Allah’tan salât ve selâm olsun…

İyi ailesine selâm olsun…

İyi ashabına selâm olsun…


[1] İbn Hişam’ın “Siret” kitabında (c.1, s.519 el-Habebî II.baskı) anlatılan biyografide Ümeyr’in babasının bir başka “Sa’d” olduğu ve Resûlullah henüz hayattayken, Tebük savaşından önce öldüğü yazmaktadır.. Fakat İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ adlı eserinde (c.4, s.324) onun; “Sa’d el-Kârî” olduğu söyler. Biz de bu görüşü benimsedik.
[2] Bu hikaye; kitabın başında da belirttiğim gibi, kaynaklarımızdan biri olan “Hilyetü’l-evliy┠adlı kitabın 1.nci cildinde anlatılmaktadır.