Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

ZÜBEYR b. AVVÂM

Resûlullah’ın Havarisi


Zübeyr zikredilmeden Talha zikredilemez.

Ve Talha zikredilmeden Zübeyr de zikredilemez.

Resûlullah (s.a.v.) hicretten önce sahâbîlerini birbirlerine kardeş yaparken, Zübeyr ve Talha’yı kardeş yapmıştı. Şu hadisinde olduğu gibi daima Resûlullah (s.a.v.) onlardan birlikte söz ederdi: “Talha ve Zübeyr cennetteki komşularımdır.” Her ikisinin de Resûlullah (s.a.v.)’le soy ve akrabalık bağları vardır. Talha’nın soyu, Mürre b. Ka’b’ta Resûlullah’la birleşir. Zübeyr’in soyu ise, Kusay b. Kilâb’ta Resûlullah (s.a.v.)’in soyu ile birleşir. Aynı zamanda annesi Safiye, Resûlullah (s.a.v.)’in halasıdır.

Talha ve Zübeyr’in her biri özellikleri bakımından insanların birbirlerine en çok benzeyenleri idiler. Yetişmede, zenginlikte, cömertlikte, kuvvetli dindarlıkta ve çok cesur olmada aralarındaki benzerlik büyüktü. Her ikisi de ilk müslümanlardan, cennetle müjdelenen on kişiden ve Ömer’in kendisinden sonra halife seçmekle vekil kıldığı altı kişilk şûra görevlilerindendir. Başlarına gelenler de tam benzeşiyor, hatta aynı…

 Söylediğimiz gibi, Zübeyr erken dönemde müslüman oldu. İslâm’a koşan, Dâru’lErkam’daki ilk yedi müslümandan biriydi. O zaman on beş yaşındaydı. Böylece genç yaşta iyilik, aydınlık ve hidâyetle rızıklandı. Gençliğinden beri süvari ve önde olan biriydi. Hatta tarihçiler, İslâm’da çekilen ilk kılıcın, Zübeyr’in kılıcı olduğunu söylerler. İslâm’ın ilk günlerinde müslümanlar Dâru’l-Erkam’da gizlenen bir azınlık idiler. Bir gün Resûlullah’ın öldürüldüğü haberi yayıldı.

Bunun üzerine Zübeyr, genç yaşına rağmen kılıcını çekerek, Mekke sokaklarından bir tufan gibi geçti. Önce haberin doğruluğunu araştırdı. Haberin doğru olması hâlinde o onların ya da onlar onun işini bitirinceye kadar bütün Kureyşliler’in boyunlarını kılıçtan geçirmeye karar vermişti. Mekke’nin yukarı kısmında Resûlullah (s.a.v.) onunla karşılaştı ve ona ne olduğunu sordu. Zübeyr ona haberi bildirdi. Resûlullah ona hayır duada bulunup kılıcı için galibiyet diledi. Zübeyr, kavmi arasında şerefli biri olmasına rağmen Kureyş’in işkence ve eziyetinden nasibini aldı.

Ona işkence etmeyi üstlenen amcası idi. Onu bir hasırın içine sarıp, nefesini sıkıştırmak için ateşle duman yapıyor ve işkence altındayken: “Muhammed’in Rabbini inkar et, seni bu azabtan kurtarayım.” diyordu. O zamanlarda sadece yeni gelişmekte, taze bir genç olan Zübeyr, amcasına dehşet veren bir meydan okumayla cevap veriyordu: “Hayır..! Allah’a yemin ederim ki, asla küfre geri dönmeyeceğim..” Zübeyr, Habeşistan’a birinci ve ikinci hicreti yaptıktan sonra Resûlullah (s.a.v.)’le birlikte bütün hadiseleri yaşamak için döner. Hiçbir savaşı kaçırmaz.

Yaraları iyileştikten sonra bedeninde kalan izleri oldukça çoktu. Bunlar Zübeyr’in yüceliğini ve kahramanlığını ifade eden izlerdi. Vücudunda âdeta yer bulamayan bu izleri gören bir arkadaşına kulak verelim.

O bize şöyle anlatıyor: “Zübeyr b. Avvâm ile bazı seferlerde birlikte oldum ve vücudunu gördüm. Kılıçlarla yarılmıştı. Göğsünde ise, vurma ve yaralamalardan oluşan kör gözleri andıran izler gördüm. Ona: “Vallahi senin vücudunda kimsede görmediğimi gördüm.” dedim. O da bana: “Vallahi içlerinde hiçbir yara yoktur ki, Allah yolunda ve Resûlullah’la birlikte olmasın.” dedi.”

Uhud savaşında Kureyş askerleri Mekke’ye dönmek için geriye kaçtıktan sonra Resûlullah (s.a.v.), müslümanlarda hâlâ kuvvet olduğunu görsünler de Medine’ye gelerek savaşı yeniden başlatmayı düşünmesinler diye Kureyş askerlerini takip etmeleri için Ebû Bekir ve onu görevlendirmişti. Ebû Bekir ve Zübeyr, yetmiş müslümanın başına geçtiler.

Onlar galip olan bir ordunun peşine düşmüş olmalarına rağmen ancak es-Sıddîk ve Zübeyr kullandıkları ince savaş taktiği nedeniyle Kureyş’in, müslümanların uğradıkları zararı tespit etmede yanıldığını ve bu güçlü öncü kuvvetin, gelen bir ordunun ilk kuvvetlerinden başka bir şey olmadığını sanmalarına yol açtı. Böylece Kureyş Mekke’ye doğru daha hızla hareket etmeye başladı ve adımlarını çabuklaştırdı! “Yermük” savaşında Zübeyr tek başına bir orduydu. Başında bulunduğu savaşlarda müslüman askerlerin, dağları andıran Rum ordusu karşısında geriye çekildiğini görünce “Allahu ekber..!” diye bağırdı. Kılıcıyla vuruşarak, yürüyen dağları tek başına yarıp geçti.

Sonra alev alev parlayan kılıcıyla, düşüp kalkmadan, dehşet veren o safların arasından tekrar geriye döndü. Allah ondan razı olsun, şehâdeti çok arzulayan, Allah yolunda ölmeye sevdalı olan birisiydi. Şöyle diyordu: “Talha b. Ubeydullah, Muhammed (s.a.v.)’den sonra peygamber olmadığını bildiği hâlde çocuklarını peygamber isimleriyle adlandırıyordu. Ben de şehid olmaları ümidiyle, çocuklarımı şehid isimleriyle adlandırıyordum.” Şehid sahâbî Abdullah b. Cahş’ın adına teberrüken çocuğuna Abdullah b. Zübeyr adını verdi. Şehid sahâbî Münzir b. Amr adına, çocuğuna Münzir adını verdi. Şehid sahâbî Urve b. Amr adına, çocuğuna Urve adını verdi.

Yüce şehid Hamza b. Abdülmuttalib adına çocuğuna Hamza adını verdi. Oğlu Ca’fer’i, şehid sahâbî Ca’fer b. Ebû Tâlib’in adıyla adlandırdı. Oğlu Mus’abı, şehid sahâbî Mus’ab b. Ümeyr’in adıyla adlandırdı. Oğlu Hâlid’i, şehid sahâbî Hâlid b. Saîd’in adıyla adlandırdı. Böylece.... Ecellerinin geldiği gün şehid olmaları temennisiyle çocuklarına şehidlerin adlarını verdi. Hayat tarihçesinde onun için şöyle denildi: “O ne emirlik yaptı, ne cizye topladı, ne de başka bir şey yaptı; sadece Allah yolunda savaştı…”


Savaşçı olarak özelliği, kendine olan tam güveninde ortaya çıkıyordu. Savaşta beraberinde yüz bin kişi olsa bile onu tek başına savaşıyormuş gibi görürdün. Savaşçı olarak üstünlüğü, kararlılığına ve sinirlerinin kuvvetli oluşunda ortaya çıkıyordu. Uhud savaşında müşriklerin, dayısı Hamza’nın cesedini zalimce parçaladıklarını gördü. Korkunç bir intikam dışında başka bir şey düşünmeksizin kılıcının kabzasını sımsıkı kavrayıp dişlerini birbirlerine kenetleyerek onun önünde bir dağ gibi durdu.

Hemen ardından Resûlü (s.a.v.) ve müslümanları sadece intikamı düşünmekten alıkoyan vahiy indi. Benî Kurayza’nın muhasarası uzayıp teslim olmadıkları zaman Resûlullah (s.a.v.) onu Ali b. Ebû Tâlib ile birlikte gönderdi. Aşılmaz surların karşısında durup Ali’yle birlikte şöyle diyordu: “Vallahi ya Hamza’nın tattığını tadarız ya da onların kalelerini açarız.” Sonra kendilerini tek başlarına kalenin içine attılar. Dehşet veren korkusuz bir güçle, kalede gizlenenlerin yüreklerine korku saldılar ve müslümanlara kalenin kapısını açtılar. “Huneyn” savaşında Hevazin’in lideri ve şirk ordularının komutanı Mâlik b. Avf’ı gördü.

 Huneyn’de onlar yenilgiye uğradıktan sonra onu, yenilgiye uğrayan askerlerinin ve ashabından oluşan büyük bir topluluğun ortasında duruyor gördü. Tek başına o topluluğu yardı. Tek başına birliklerini dağıttı ve savaştan dönen müslümanların ileri gelenlerinin bazıları için yattıkları pusu yerlerinden onları uzaklaştırdı.

Resûlullah onu çok seviyor ve onu överek şöyle diyordu: “Her peygamberin bir havarisi vardır; benim havarim de Zübeyr b. Avam’dır.” Bu ne onun, Peygamber’in halasının oğlu olması ve ne de Ebû Bekir’in kızı Esma’nın kocası olduğu için değil; aynı zamanda onun çok vefakar, saygın bir cesur, iyi bir cömert ve malını ve canını Allah yolunda feda etmiş biri olmasındandı.

Hasan b. Sâbit şu sözlerle onu çok iyi anlatır: Peygamberin zamanında Ve onun hidâyetinde yaşadı Havarisiydi; fiilleri sözlerini doğrulardı Onun çizgisinde ve yolunda yürüdü Haklı olanı korurdu, çünkü En doğru olan hak idi O ünlü bir süvari ve her yere koşan Bir kahramandı O bir gün bile yerinde durmazdı Resûlullah (s.a.v.)’e çok yakın biriydi O İslâm’a yardım eden soylu şeref sahibiydi O nice zorlukları kılıcıyla yok etti Resûlullah için bu yaptıklarının karşılığını Allah da ona çokça verirdi.

İnce hasletleri, üstün özellikleri olan birisiydi. Cömertliği ve cesareti yarışan iki at gibiydi. Ticaret hayatında başarılıydı. Serveti çok büyüktü. Fakat İslâm için tümünü harcadı ve borçlu olarak öldü.

Allah’a olan güveni (tevekkülü) cömertliğinin, cesaretinin ve fedakarlığının kaynağıydı. Can verirken, oğlu Abdullah’a borçlarını ödemesi için vasiyet ediyor ve şöyle diyordu: “Borçlar sana ağır gelirse, sahibimden yardım iste.” Abdullah ona sordu: “Hangi sahibi kasdediyorsun?” Ona şöyle cevap verdi: “Allah... O sahiplerin ve yardım edenlerin en iyisidir.”

Sonraları Abdullah şöyle diyordu: “Vallahi borcundan dolayı bir zorlukla karşılaştığımda: “Ey Zübeyr’in sahibi! Onun borcunu öde.” derdim; öderdi.” Talha’yı anlatırken zikrettiğimiz gibi, “Cemel Vakası” Zübeyr’in hayatının son dönüm noktası oldu. Hakikati gördükten sonra bu savaştan elini çekince, fitne ateşinin devam etmesini isteyenlerden biri onun peşine düştü.

Hain katil, Rabbinin huzurunda namaz kılarken onu yaraladı. Katil, Zübeyr’e yaptığı ihanetin haberini iletmek ve işlediği cinayetten sonra kılıcını takdim etmekle ona bir müjde götürdüğü zannıyla İmam Ali’ye geldi.

Fakat Ali, Zübeyr’in katilinin kapıda izin istediğini öğrendiğinde kovulmasını emrederek şöyle haykırdı: “Safiye’nin oğlunun katilini cehennemle müjdele.” Ona Zübeyr’in kılıcını getirdiklerinde onu aldı ve şöyle diyerek ağlamaya başladı: “Bir kılıç ki, vallahi sahibi daima onunla Resûlullah (s.a.v.)’den tehlikeleri uzaklaştırmıştır!”

Sözlerimizin sonunda, Zübeyr için İmam’ın sözlerinden daha büyük ve daha güzel ona gönderilecek bir selâm var mıdır? Yaşamından sonra ölümünde de Zübeyr’e selâm olsun... Selâm, yine selâm Resûlullah’ın havarisine