Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

HUBEYB b. ADÎ

Çarmıha Gerilen Kahraman


Şimdi...

Ey insanlar! Bu kahramana yolu açın..

Çabuk ve sessiz gelin....

Acele ve korkarak gelin...

Fedakarlıkta eşsiz bir ders almak için gelin…

Şimdiye kadar bizlere anlattıkların, fedakarlıkta eşsiz dersler değil miydi? diyebilirsiniz. Evet, dersler idi... Ve ihtişamlarında emsalsizdi... Fakat şimdi, kendini feda etme sanatında yeni bir üstadın karşısındasınız… Öyle bir üstad ki, şehâdeti hadisesini kaçırırsanız, gerçekten çok büyük iyilikler kaçırmış olursunuz. Ey her ümmet ve beldedeki düşünce sahipleri bize gelin..! Ey her zaman ve çağdaki yücelik sevdalıları bize gelin..! Ey gururlarının altında ezilip de din ve iman hakkında kötü zanda bulunanlar siz de gelin..! Gururunuzla gelin..!

Allah’ın dininin nasıl adamlar meydana getirdiğini gelin, görün..! İzzetin... gücün... kararlılığın... bilinmişliğin... fedakarlığın... ve sevginin ne olduğunu gelin görün… Tek kelimeyle, Hakk’a imanın, temiz yürekli sahiplerine kazandırdığı büyüleyici ve olağanüstü büyüklüğün ne olduğunu görün! Çarmıha gerilmiş şu cesedi görüyor musunuz? Bugünkü dersimizin konusu odur… Ey insanlık! Evet… Önünüzdeki şu çarmıha gerilmiş ceset konudur, derstir, öğretmendir… Adı: Hubeyb b. Adî... Bu yüce ismi iyice ezberleyin..! Ezberleyin ve söyleyin..! O her zamanda her mezhepten ve dinden her insan için bir şereftir…

O Medine’nin Evs kabilesinden ve ensârdandır. Resûlullah (s.a.v.) onlara hicret ettiği günden beri yanına gidip gelmeye başladı ve âlemlerin Rabbi Allah’a iman etti. Temiz ruhlu, berrak nefisli, sağlam imanlı ve dolu yürekli biriydi. İslâm şairi Hasan b. Sâbit’in anlattığı gibiydi: Ensârdan olan bir kartaldı İyi huylu temiz soylu biriydi Bedir savaşı olduğunda orada cesur bir asker ve önde bir savaşçıydı.

Savaş sırasında yoluna düşüp de kılıcıyla yere serdiği müşriklerden biri Hâris b. Âmir b. Nevfel’dir. Savaş bitip de Kureyş’in kaçan askerleri Mekke’ye geldiğinde Hâris oğulları babalarının öldüğünü haber aldılar ve savaşta onu öldüren müslümanın adını iyice ezberlediler: Hubeyb b. Adî..!

Müslümanlar Bedir’den Medine’ye dönerek, yeni toplumlarının yapısını kurmaya devam ettiler. Hubeyb, abid ve zahid biriydi. İçinde zahidlerin tabiatını ve abidlerin arzusunu taşıyordu. Orada aşık bir ruhla kendini ibadete verdi. Gece namaz kılıyor, gündüz oruç tutuyor ve âlemlerin Rabbi Allah’a yakarıyordu.

Bir gün Resûlullah (s.a.v.) Kureyş’in sırlarını bilmek, hareket ve hazırlıklarının olabilecek yeni bir savaşla ilgisini anlamak için sahâbîlerinden on kişiyi seçti. Bunlardan biri Hubeyb idi; başlarında Asım b. Sâbit vardı. Gurup bu amaçla yola çıktı. Mekke ile Asfan arasında bir yere vardıklarında, Huzeyl kabilesinin Benî Hayyan denilen kolunun bulunduğu yere onların haberi ulaştı. Okçularının en beceriklilerinden yüz adamla peşlerine düştüler ve izlerini takip etmeye başladılar.

İçlerinden biri kumun üzerindeki hurma çekirdeklerini görmeseydi onları bulamayacaklardı. Adam bu çekirdeklerden bazılarını aldı ve Araplar’ın ilginç dikkatiyle inceledi.

Sonra yanındakilere şöyle dedi: “Bu Medine çekirdeğidir. Onları bulmak için çekirdekleri takip edelim.” Yerlere atılmış hurma çekirdeklerini takip ederek ilerlediler. Sonunda uzakta aradıklarını gördüler. On kişinin emiri Asım, takip edildiklerini farkedince arkadaşlarına bir dağın zirvesine çıkmalarını söyledi. Yüz okçu yaklaşarak, dağın eteklerinde etraflarını sardılar ve ablukayı sağlamlaştırdılar. Onlara hiçbir zarar vermeyeceklerine dair güvence verdikten sonra teslim olmaya çağırdılar. Hepsinden Allah razı olsun, on kişi reisleri Asım b. Sâbit el-Ensârî’nin etrafında toplandılar ve vereceği emri beklediler. O şöyle diyordu: “Vallahi ben bir müşriğin tutsağı olmayı kabullenemem.

Allah’ım bizi Peygamberine bildir.” Bunun üzerine yüz okçu onları oklarla vurmaya başladılar. Emirleri Asım ve onunla birlikte yedi kişi vurulup şehid oldular. Geriye kalanlara da eğer inerlerse dokunmayacaklarına dair kesin söz verdiler. Üç kişi; Hubeyb b. Adî ve iki arkadaşı aşağı indiler. Okçular, Hubeyb ve arkadaşı Zeyd b. Desine’nin yanına gelip onları bağladılar.


Üçüncü arkadaşları, ihanetin başlangıcını görünce, Asım ve kardeşlerinin öldüğü gibi ölmeye karar verdi. Ve istediği gibi şehid oldu. Böylece mü’minlerden imanı en çok, ahidlerinde en temiz, Allah’a ve Resûlü’ne en vefalı olanlarından sekizi şehid oldu. Hubeyb ve Zeyd, bağlarından kurtulmak istediler; fakat çok sağlam idi. O hain okçular, onları Mekke’ye götürüp müşriklere sattılar.

Ve kulaklarda “Hubeyb” adı çınladı. Hâris b. Âmir’in oğulları Bedir’de babalarını öldüreni hatırladılar. O ismi iyi hatırladılar ve yüreklerindeki kin harekete geçti. Onu satın almak için koştular.

Bedir savaşında babalarını ve ileri gelenlerini kaybeden Mekke ahalisinin birçoğu, onlardan intikam almak için onlarla rekabete giriştiler. Sonunda hep birlikte anlaşarak, sadece ona değil; bütün müslümanlara olan kinlerini dindirecek bir akıbete onu hazırlamaya koyuldular. Bir başka gurup da Hubeyb’in arkadaşı Zeyd b. Desine’yi alarak, ona işkence etmek için götürdüler.

Hubeyb, kalbini ve her şeyini Allah’a emanet etti. Hubeyb, Allah’ın ona verdiği, bütün korkuları dağıtan ve kayaları eriten bir sükûnetle, cesurca ve güvenle dua etmeye başladı. Allah onunlaydı. Ve o Allah’la idi… Parmaklarının ucundaki soğukluğu göğsünde duyacak kadar Allah’ın eli onun üzerindeydi.

Evlerinde esir bulunduğu Hâris’in kızlarından biri bir gün yanına girdi. Şaşırtan bir şeyi görsünler diye insanlara haber vermek için bulunduğu yeri koşarak terk etti. “Vallahi elinde yemekte olduğu büyük bir üzüm salkımı gördüm. Fakat zincire vurulmuştu ve Mekke’nin hiçbir yerinde üzüm yoktu.

Bunun Allah’ın Hubeyb’e verdiği rızktan başka birşey olmadığını sanıyorum.” Evet... bu, Allah’ın salih kuluna verdiği bir rızk idi. Tıpkı daha önce Meryem’e verdiği gibi: “Zekeriyya ne zaman kızın bulunduğu mihraba girse, onun yanında yeni bir yiyecek bulurdu. “Meryem! Bu sana nereden geldi?” deyince, o da: “Bu, Allah katındandır.” derdi. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.” (Al-i İmrân, 37)

Müşrikler Hubeyb’e, kardeşi ve arkadaşı olan Zeyd b. Desine’nin ölüm haberini verdiler. Bununla onu huzursuz edeceklerini ve kat kat ölümü tattıracaklarını sanıyorlardı. Oysa onu Allah’ın himaye edip, ona sükûnet ve rahmet verdiğini bilmiyorlardı. Onunla imanı üzerine pazarlık etmeye ve önce iman ettiği Rabbine olmak üzere Muhammed’e küfretmesi hâlinde serbest bırakacaklarını söylemeye başladılar. Fakat onlar okla güneşi avlamaya çalışanlar gibiydiler.

Evet... Hubeyb’in imanı kuvvette, uzaklıkta, ateşte ve ışıkta güneş gibiydi… Kendisinden ışık isteyen herkesi aydınlatıyor ve ısınmak isteyen herkesi ısıtıyordu. Fakat ona yaklaşıp da meydan okuyanı yakıp eritiyordu. Ondan istediklerini elde edemeyeceklerini anlayınca kahramanı, son anı yaşatmak için, “Ten’im” denilen yere götürdüler. Oraya ulaştırıldığında Hubeyb iki rekat namaz kılmak için onlardan izin istedi. Onlar bunun Allah’ı, Resûlü’nü ve dinini inkar etmekle neticelenecek bir iç hesaplaşmaya neden olacağını zannederek izin verdiler.

Hubeyb huşu, teslimiyet ve sessizlik içinde iki rekat namaz kıldı. İçinde imanın lezzeti taştı. Hep böyle sürekli namaz kılmayı istedi. Katillerine dönüp, onlara şöyle dedi: “Allah’a yemin ederim ki, eğer ölümden korktuğumu zannetmeyecek olsaydınız, namaz kılmaya devam ederdim.” Sonra ellerini gökyüzüne doğru kaldırarak şöyle dedi: “Allah’ım onları birer birer say ve ikişer ikişer öldür.” Sonra onların yüzlerini keskin bakışlarla süzerek şöyle dedi: Önemsemem nasıl olursa olsun Allah için olduktan sonra ölümüm Allah içindir bu dilerse rahmet eder Dağılmış bir bedenin parçalarına

Sanırım, Arap tarihinde ilk kez bir adamı çarmıha gererek öldürüyorlardı. Hurma ağaçlarından büyük bir çarmıh yaparak, Hubeyb’i üstüne yerleştirdiler ve onu bağladılar.

Müşrikler sevinç içinde toplandılar ve okçular mızraklarını bilemeye başladılar. Kasıtlı olarak bütün bu vahşet çarmıha gerili kahramanın önünde sergilendi. O ise gözünü hiç kırpmadı ve yüzündeki şaşırtıcı ışık saçan rahatlık kaybolmadı. Mızraklar saplanmaya ve kılıçlar etini parçalamaya başladılar.

Bu sırada Kureyş’in ileri gelenlerinden biri ona yaklaşarak şöyle dedi: “Sen akrabalarının arasında sağ ve salim olup da, Muhammed’in şimdi senin yerinde olmasını arzu eder miydin?” Burada Hubeyb eşsiz bir şekilde bir fırtına gibi kükredi ve katillerine şöyle haykırdı: “Allah’a yemin olsun ki, ben akrabalarımın ve çocuklarımın arasında dünya nimeti ve sağlığı içinde olup da Allah’ın Resûlü’ne bir dikenin batmasını dahi tercih etmem.”

Arkadaşı Zeyd b. Desine’nin öldürülürken söylediği muhteşem sözlerin aynısıydı bunlar. Evet, Zeyd’in dün söylediği büyüleyici, muhteşem ve çarpıcı sözlerin aynısıydı. Bugün onları Hubeyb söylüyordu. Bu sözler o zaman müslüman olmayan Ebû Süfyân’ın çaresizce ellerini birbirine vurarak, dehşet içinde şöyle demesine neden oluyordu. “Allah’a yemin ederim ki, hiç kimsenin kimseyi, Muhammed’in arkadaşlarının Muhammed’i sevdiği gibi sevdiğini görmedim!”

Hubeyb’in bu sözleri, kılıçlar ve mızraklara kahramanın bedeninden amaçladıklarını elde etmeleri için verilmiş bir izin gibiydi. Çılgınca ve vahşet içinde ona saldırdılar. Şehid edildiği yerin yakınında kuşlar ve kartallar uçuşuyordu. Sanki kasapların işlerini bitirerek gitmesinden sonra oraya gelip taze cesetten lezzetli bir yemek almayı bekliyor gibiydiler.

Fakat çok geçmeden birbirlerini çağırarak toplandılar. Tartışıp, bir çözüm arıyorlarmışcasına gagalarını birbirlerine yaklaştırdılar. Aniden gökleri yararak uçtular ve uzaklara çok uzaklara gitmeye başladılar.

Âdeta içgüdüleriyle çarmıha gerilmiş cesetten tevbekâr ve salih bir adamın kokusunu aldılar da ona yaklaşmaktan ya da bir zarar vermekten utandılar. Kuşlar utanarak ve insafla gökyüzünün derinliklerinde kaybolup gittiler.

Müşrik topluluk da isyan ve düşmanlıklarının gereğini yapmış olarak Mekke’deki kin dolu inlerine döndüler. Orada Kureyşliler’den kılıçlı ve mızraklı bir gurup, şehid cesedi beklemek için kaldı. Hubeyb kendini hurma ağacından yapılma çarmıha gerip bağladıklarında..

İşte o an yüzünü gökyüzüne doğru çevirerek yüce Rabbine şöyle bir duada bulunmuştu: “Allah’ım! Biz senin Resûlü’nün mesajını ilettik, sen de hemen ona bize yapılanları ilet.” Allah onun duasını kabul etti… Resûlullah (s.a.v.) Medine’deyken, ashabının zorluk içinde olduklarına dair kuvvetli bir his içine düştü. Ve ona onlardan birinin cesedinin asılı olduğu göründü.

Hemen Mikdâd b. Amr ve Zübeyr b. Avvâm’ı çağırdı. Atlarına bindiler ve uçarcasına gittiler. Allah onları hedefledikleri yere ulaştırdı. Arkadaşları Hubeyb’in cesedini indirerek, onu nemli toprağıyla kucaklamayı bekleyen temiz bir yeryüzü parçasına götürdüler.

Bugüne dek hiç kimse Hubeyb’in kabrinin nerede olduğunu bilmiyor. Herhalde böyle olması en doğru olanıydı. Ta ki tarihin hafızasında ve hayatın yüreğinde o “çarmıha gerilen kahraman” olarak kalabilsin!