Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

TALHA b. UBEYDULLAH

Uhud Savaşı Kartalı


“İnananlardan Allah’a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir.” (Ahzab, 23)

Resûlullah (s.a.v.) bu âyet-i kerimeyi okuduktan sonra sahâbîlerinin yüzlerine baktı ve Talha’yı işaret ederek şöyle dedi: “Allah’a verdiği sözü yerine getirip, yeryüzünde yürüyen bir adama bakmaktan mutluluk duyacak biri varsa, Talha’ya baksın..!” Orada Resûlullah (s.a.v.)’in Talha b. Ubeydullah’a verdiği müjde kadar hiçbir müjdeyi ashab temenni etmiyor ve onun için kalpleri arzuyla çarpmıyordu..

Bundan böyle hayatının nasıl olacağından ve akıbetinden emindi artık... Allah’a verdiği sözü tutmuş olanlardan biri olarak, hiçbir fitne ve fesada düşmeden yaşayacak ve ölecekti... Resûlullah (s.a.v.) onu cennetle müjdeledi. Öyleyse bu müjdenin sahibinin hayatı nasıldı?

 Basra’ya ticaret için gittiğinde oranın seçkin rahiplerinden biriyle karşılaşmıştı. Rahip ona, salih peygamberlerin haber verdiği Harem beldesinde çıkacak olan peygamberin zamanının geldiğini ve günlerinin yaklaştığını haber vermişti...

Talha’yı onun cemaatini kaçırmamakla uyardı. Çünkü o hidâyet, rahmet ve kurtuluş cemaatiydi. Talha Basra’da yolculukla geçirdiği yıllardan sonra vatanı Mekke’ye döndüğünde, ahalisinin arasında bir didişmenin varolduğunu gördü... Onlardan birine veya bir cemaate her rastladığında Muhammedü’l-emin’den, ona gelen vahiyden, özellikle Araplar ve bütün insanlar için taşıdığı ilâhi haberden bahsettiklerini duydu. Talha ilk önce Ebû Bekir’i sordu. Onun çok yakın bir zamanda kafilesi ve ticaret mallarıyla döndüğünü, iman ederek Muhammed (s.a.v.)’in yanında yer aldığını öğrendi.

Talha kendi kendine sordu, Muhammed ve Ebû Bekir..?? Allah’a yemin ederim ki, ikisi dalalet üzere asla birleşmezler. Muhammed kırk yaşına geldi, bu hayatı boyunca bir tek yalanına şahit olmadık... Allah a yalan söyleyip de, beni peygamber yapıp, bana vahiy gönderdi mi diyecek? İşte kabul edilmesi zor olan budur... Ve Talha hızla Ebû Bekir’in evine gitti... Aralarındaki konuşma çok sürmedi.

Çünkü Resûlullah (s.a.v.)’le karşılaşmak ve ona biat etmek arzusu kalbinin vuruşlarından daha hızlıydı.. Ebû Bekir, Resûlullah (s.a.v.)’e onunla birlikte gitti. Müslüman oldu ve mübarek kafiledeki yerini aldı..
Böylece Talha ilk müslümanlardan olmuştu.

Kavminin ileri gelenlerinden biri olmasına, zenginlik ve başarılı ticaretine rağmen Kureyş’ten kendine düşen işkence payını gördü. “Kureyş Aslanı” diye adlandırılan Nevfel b. Huveylid ona ve Ebû Bekir’e işkence etmekle görevlendirildi. Ancak onların işkencesi pek uzun sürmedi.

Çünkü Kureyş kendinden utandı ve yaptığının akıbetinden korktu. Müslümanlar hicretle emrolunduklarında Talha Medine’ye hicret etti. Bedir Savaşı dışında bütün savaşlarda Resûlullah (s.a.v.)’la birlikte oldu. Çünkü o sırada Resûlullah (s.a.v.) onu Saîd b. Zeyd’le birlikte Medine dışına bir göreve göndermişti. İşlerini bitirip Medine’ye döndüklerinde, Resûlullah (s.a.v.) ve ashabı Bedir’den dönüyorlardı. İlk savaşında Resûlullah (s.a.v.)’la birlikte cihad etme ecrini kaçırmış olmak onları çok üzmüştü.

Fakat Resûlullah (s.a.v.) onların da savaşanlar gibi ecir ve sevap kazandıklarını bildirip onlara tam bir iç huzuru armağan etmiş oldu. Aynı zamanda savaşa katılanlar gibi savaşın ganimetlerinden de onlara pay ayırdı.

Kureyş’in bütün kibir ve şiddetine tanık olmak için Uhud savaşı gelir. Bedir’in intikamını almak ve müslümanları kesin bir yenilgiye uğratıp, geleceğini güvence altına almak için geldi. Öyle bir yenilgi ki, Kureyş onu kolay bir iş ve kaçınılmaz bir kader sanıyordu..! Öğütücü bir savaş başladı ve çok geçmeden yeryüzünü acılı ürünüyle kapladı... Ve devran müşriklerin aleyhine döndü...

Müslümanlar onların geriye çekildiklerini görünce, ganimetlerden nasiplerini toplamak için silahlarını bıraktılar ve okçular yerlerini terkettiler… Aniden Kureyş askerleri arkadan dolanıp bir anda savaş alanına döndüler ve savaşın kontrolünü ellerine geçirdiler. Savaş bütün kasveti, şiddeti ve öldürücülüğüyle yeniden başladı. Bu aniden geriye dönüş, müslümanların saflarının dağılmasına neden oldu... O an Talha, savaşın Resûlullah (s.a.v.)’in bulunduğu tarafına baktı ve onun putperestlik ve şirkin gücüne hedef olduğunu görünce hemen yanına koştu.

Allah ondan razı olsun, kısa olmasına rağmen çok uzayan bir yolu aşmaya koyuldu..! Öyle bir yol ki her karışında şimşek gibi onlarca kılıç ve onlarca çılgın mızrak vardı! Uzaktan Resûlullah (s.a.v.)’in şakağından kan aktığını ve zorlandığını görünce çılgına döndü. Bir veya iki sıçrayışta o tehlikeli yolu geçip, kendini Resûlullah (s.a.v.)’in önünde korktuğu şeyle karşı karşıya buldu... Müşriklerin kılıçları ona doğru savruluyor ve etrafını kuşatıp zarar vermeye çalışıyordu. Talha kükreyen bir ordu gibi keskin kılıcını sağa sola savurarak vuruşmaya başladı... Resûlullah (s.a.v.)’in kanının aktığını ve acıdan inlemeye başladığını gördü. Ona destek oldu ve onu, ayağının kaymış olduğu çukurdan çıkardı. Sol eli ve göğsü ile Resûlullah (s.a.v.)’i koruyor ve güvenilir bir yere doğru çekiliyordu.

Mübarek sağ eliyle ise, savaş alanını çekirgeler gibi doldurup Resûlullah (s.a.v.)’in etrafını saran müşriklerle kılıcıyla vuruşuyordu! Bırakalım da Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.) bize hadiseyi kendisi anlatsın. Aişe (r.a.) diyor ki: “Uhud savaşından söz edildiğinde Ebû Bekir şöyle diyordu: O tamamıyla Talha’nın günüydü. Resûlullah (s.a.v.)’e ilk gelen bendim. Resûlullah bana ve Ubeyde b. Cerrâh’a şöyle dedi: “Kardeşinizi götürünüz.” Gördük ki, vücudunda yetmiş kadar yara vardı. Parmağı da kesilmişti. Onu tedavi ettik.”
 

Tüm savaş ve olaylarda Talha, safların en önünde Allah’ın rızasını arıyor, Resûlü’nün bayrağını koruyordu. Talha müslüman toplumun içinde yaşıyor, ibadet edenlerle Allah’a ibadet ediyor, mücahidlerle Allah yolunda cihad ediyor ve kardeşleriyle birlikte el ele tüm insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkarmak için gelen yeni dinin esaslarını yerleştirmeye çalışıyordu. Rabbine karşı olan vazifesini yerine getirdikten sonra Rabbinin faziletiyle, kârlı ticaretini ve başarılı işlerini arttırmasını dileyerek işine koyuluyordu. Talha (r.a.) müslümanların zengin ve serveti çok olanlarındandı…

Bütün serveti ise, Resûlullah (s.a.v.)’le birlikte bayrağını taşıdığı dinin hizmetindeydi! Ondan hesap edilemeyecek ölçüde infak ederdi. Allah da malını hesap edilemeyecek derecede artırırdı. Resûlullah (s.a.v.) ona şu lakapları vermişti: “Talhatu’l-hayr” (Hayırsever Talha), “Talhatu’lcûd” (Cömert Talha), “Talhatu’l-feyyâz” (Taşan Talha). Bu lakaplar ona çok olan cömertliğine övgü olarak verilmişti. Çok defa tüm servetini bir kerede dağıtırdı. Kerem sahibi Allah ise ona bunu kat kat geri verirdi. Eşi Su’da bint Avf onu bize şöyle anlatır: “Bir gün Talha’nın yanına girttim ve onu çok düşünceli gördüm. Ona neyin var? diye sordum. Şöyle cevap verdi: “Yanımdaki mal...

Beni düşündürecek ve sıkıntıya sokacak kadar çoğaldı.” Ona şöyle dedim: “Neyin var?! Onu dağıt.” Kalkıp insanları çağırdı. Ondan bir dirhem kalmayıncaya kadar onlara paylaştırmaya başladı...” Bir defasında da çok yüksek bir fiyatla bir arazisini sattı. Mal yığınına baktığında gözleri yaşla doldu ve şöyle dedi: “Evinde malların çoğaldığı ve ne yapacağını bilemeyen bir adam, AlIah’a yemin ederim ki, gaflet içindedir… Sonra birkaç arkadaşını çağırdı ve bu mallarını onlarla birlikte taşıyıp, yanında onlardan bir dirhem kalmayıncaya kadar Medine sokaklarında ve evlerinde dağıttı.

Cabir b. Abdullah, Talha’nın cömertliğini şöyle anlatıyor: “Talha b. Ubeydullah’tan başka, istenmeden çok veren birini daha görmedim.” Ailesine ve akrabalarına çok iyilik yapardı. Çok olmalarına rağmen hepsine yardım ederdi. Onun hakkında şöyle denilmişti: “Teym oğullarından kendisinin ve ailesinin ihtiyacını karşılamadığı muhtaç hiç kimse bırakmadı. Onların dullarını evlendirir, güçsüz olanlarına hizmet eder ve alacaklılarının borçlarını öderdi.” Saib b. Zeyd der ki: “Yolculukta da yerleşik hâlde de Talha b. Ubeydullah’a arkadaşlık ettim. Yiyecek, giyecek ve parada ondan daha çok cömert olanını görmedim.” Osman (r.a.)’ın hilafeti zamanındaki bilinen fitne meydana gelir…


Talha, Osman (r.a.)’a karşı olanların yanında yer alır. Talep ettikleri ıslahat ve değişimlerin birçoğunu destekler. O bu tutumuyla Osman’ın öldürülmesini istiyor ya da kabul ediyor muydu? Asla… Eğer kurbanı Zinnureyn Osman (r.a.) olan çirkin cinayetin meydana geldiği fitnenin büyüyüp sonuçta çılgın bir kin patlamasına dönüşeceğini bilseydi, iç huzuruyla buna katılır mıydı? Biz de deriz ki: Fitnenin böyle bir noktaya varacağını bilseydi, ona karşı koyardı. Hem de bir uyarı ve karşı koyma hareketi olması itibariyle onu destekleyen bütün sahâbîlerle birlikte karşı koyardı.

Hz. Osman çirkin bir yöntemle muhasara altına alınıp öldürüldükten sonra Talha’nın bu tutumu hayatının dönüm noktası hâline geldi. Hz. Ali, Talha ve Zübeyr kendisinden Mekke’ye gitmek için izin isteyinceye kadar Medine’de müslümanların biatını kabul etmemişti. Mekke’den de Osman’ın intikamını almak için birçok kuvvetin toplanmakta olduğu Basra’ya gittiler.

Osman’ın intikamının alınmasını isteyenlerle Ali’yi destekleyenler “Cemel Vakası”nda karşılaşmışlardı. Ali (r.a.) korkunç bir düşmanlıkla müslümanların ve İslâm’ın içinde bulunduğu zor durumu her düşündüğünde, üzüntüsü çoğalıyor, göz yaşları dökülüyor ve hıçkırıkları yükseliyordu. Bu zor savaşa mecbur kaldı. Müslümanların halifesi olması nedeniyle devlete karşı yapılan her- hangi bir başkaldırı ya da şer’î hükümete karşı yapılan silahlı bir isyana müsamaha etmek ne hakkıydı ne de bunu yapabilirdi… Böyle bir başkaldırıyı bastırmaya kalkıştığında da kardeşleri, dostları, arkadaşları ve de Resûlullah (s.a.v.)’in ve dininin tâbilerine karşı koyması gerekiyordu.

Onlarla hep birlikte şirk ordularına karşı savaşmıştı. Tevhid bayrağının altında birlikte, onları yoğurup arındıran sımsıkı bağlı kardeşler hâline getiren savaşlar yaşamıştı. Hangi savaştır şimdi bu..? Ve hangi zor belâdır..? İmam Ali bu savaştan kurtulmak ve müslümanlarının kanının akmasını önlemek için başvurulabilecek her türlü yola başvurdu. Fakat büyük yönetici Ömer’in zamanında İslâm devletinin hakimiyeti altında zorlukla karşı karşıya kalmış olan İslâm’ın aleyhindeki unsurlar çoktu. İşte bu unsurlar, fitne ağlarının dokusunu sağlamlaştırıyor, onu besleyip, akışını kontrol altında tutarak gelişmesine çalışıyordu.

Ali (r.a.), mü’minlerin annesi Aişe (r.a.)’yı, tahtırevanının içinde, şimdi onu öldürmek için çıkan askerlerin başında görünce çok ağladı… Askerlerin ortasında Resûlullah (s.a.v.)’in havarileri Talha ve Zübeyr’i görünce, Talha ve Zübeyr’i öne çıkmaları için çağırdı. Atlarının başları, diğerlerinden ileride oluncaya kadar öne çıktılar. Onlara dedi ki: “Ey Talha! Hanımını evde saklayıp, Resûlullah (s.a.v.)’in hanımını savaşmak için mi getirdin? Ey Zübeyr! Allah için sana soruyorum? Biz falanca yerdeyken Resûlullah (s.a.v.)’in sana uğrayıp da: “Ey Zübeyr, Ali’yi sevmiyor musun?” dediği günü hatırlıyor musun? Sen de şöyle dedin: “Dayım oğlu, amcam oğlu ve dinimde olanı sevmez miyim?”


O da sana şöyle dedi: “Ey Zübeyr! Allah’a yemin ederim ki, ona karşı savaşacak ve ona zulmedeceksin!” Zübeyr (r.a.) ise şöyle dedi: “Evet, şimdi hatırlıyorum… Unutmuşum… Vallahi seninle savaşmayacağım.” Böylece Talha ve Zübeyr, bu savaşa katılmaktan vazgeçtiler. Durum aydınlığa kavuşur kavuşmaz vazgeçtiler. Ammâr b. Yâsir’in, Ali’nin saflarında savaştığını görünce de Resûlullah (s.a.v.)’in Ammâr’a: “Seni isyan eden fırka öldürecek.” sözünü hatırladılar. Öyleyse Talha’nın katıldığı bu savaşta Ammâr ölürse, o zaman Talha âsi olacak…

Talha ve Zübeyr savaştan çekildiler ve bu çekilmeyi hayatlarıyla ödediler. Fakat kendilerine vermiş olduğu basiret ve hidâyetle, Allah’a huzur içinde kavuştular. Amr b. Cermuz adında bir adam Zübeyr’in peşine düşerek, onu namaz kılarken haince öldürdü! Talha’yı da Mervan b. Hakem bir okla vurarak, hayatına son verdi.

Osman’ın öldürülmesi, daha önce de söylediğimiz gibi hayatının dönüm noktası oluncaya dek Talha’nın iç dünyasında etkisini sürdürdü. Bütün bunlar savaşa katılmaması ve ona teşvik etmemesine rağmen sadece aleyhindeki karşı koyma hareketine destek olması nedeniyle olmuştu. Öyle ki, karşı koyma hareketinin gelişip güçlenerek bu çirkin cinayete dönüşeceğinin bilinmediği bir zamanda destek vermişti. Savaş başlamadan önce göz yaşlarının boğduğu ağlamaklı bir sesle şöyle dua edip yakarıyordu: “Allah’ım bugün Osman’a karşılık benim canımı al ki, senin rızana kavuşayım…”

Daha önce açıklamış olduğumuz gibi Ali, onunla ve Zübeyr’le karşılaşınca Ali’nin sözleri onları aydınlığa kavuşturdu. Doğruyu gördüler ve savaş alanını terk ettiler. Fakat şehâdet onları bekliyordu… Evet... Şehâdet Talha’nın nasibiyse, nerede olursa olsun birbirlerine kavuşacaklardı. Resûlullah (s.a.v.) onun için şöyle demiyor muydu: “Bu sözünü yerine getirenlerden biridir.

Kimi yeryüzünde yürüyen bir şehidi görmek mutlu edecekse, Talha’ya baksın.” Şehid mukadder olan büyük sonuna kavuştu ve “Cemel Vakası” bitti. Mü’minlerin annesi Aişe, hadiselerde acele ettiğini anladı ve bu kavgadan elini çekerek, Basra’dan ayrılıp Mekke’ye, oradan da Medine’ye gitti. İmam Ali ise, ona yolculuğunda rahatlık sağlayacak bütün imkanları sağladı.

Ali, savaşın şehidlerini tespit ederken, kendi tarafında ve aleyhinde olanların hepsinin namazını kılıyordu. Talha ve Zübeyr’i defnettikten sonra şu sözlerle onlara veda etti: “Ümit ederim ki, ben, Talha, Zübeyr ve Osman, Allah’ın kendileri için: “Biz onların gönüllerinde olan kini çıkardık; artık onlar sedirler üzerinde karşılıklı oturan kardeşlerdir.” (Hicr, 47) dediklerinden oluruz.”

Sonra saflık, sevgi ve iyilik dolu gözleriyle kabirlerini süzcerek şöyle dedi: “Bu iki kulağım, Resûlullah (s.a.v.)’in: “Talha ve Zübeyr cennetteki komşularımdır.” dediğini işittiler.”