O yapılmasına karar verdiği şeyi, dilediğinde zorla yaptırır, düzeltir
ve onarır. Ancak bundan, Cebriyye'nin dediği gibi kullara hiç irâde
vermez, her emrini zorla yürütür, insanlarda ihtiyârî fiiller yoktur
mânâsını da anlamamak gerekir.
Çünkü kanun yapma ile ilgili emirlerin kulların cüz'i iradeleriyle
şartlı kılınmış olduğu da "Eğer siz Allah'a (O'nun dinine) yardım
ederseniz (Allah da) size yardım eder." Muhammed, 47/7 gibi birçok nass
ile tesbit edilmiştir. Ancak bundan şu mânâ anlaşılmalıdır ki, Allah
Teâlâ birçok fiilde insana irade vermiş ve hür yaratmış olmakla beraber
bütün isteklerini yerine getirmeye mecbur değildir. Dilerse, dilediği
anda iradelerini yok eder. Nitekim bir hadiste "Allah Teâlâ kaza ve
kaderini yerine getirmeyi istediği vakit, akıl sahiplerinin akıllarını
gideriverir ki, kaza ve kaderi onlarda yerine gelsin. Emri yerine
gelince de akıllarını onlara geri verir. Böylece de pişmanlık başlar."
buyurulmuştur. Dilerse onların akıl ve iradelerini yok etmemekle beraber
isteklerinin aksine kendi hüküm ve iradesini zorla üzerlerinde icra eder.
Halkın eksikliklerini tamamlayan, ihtiyaçlarını karşılayan, işlerini
düzelten ve bunları yapmakta çok güçlü olandır. Allah Teâlâ dertlere
derman veren, kırılanları onaran, yoksulları zengin eden, perişanlıkları
yoluna koyup düzelten en yüce zâttır.
Allah'tan korkmayan, emirlerine karşı gelen asiler hiç bir zaman cezaya
çarptırılmak istemezler. Ama zamanı gelince Allah'ın takdir edeceği
cezayı çekmeye mecbur olurlar. Hâsılı Allah Teâlâ'nın mutlak iradesi
altında mağlub ve mecbur olmayacak hiçbir şey tasavvur olunamaz. Bu
husus, "Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez, O'na
teslim olmuştur ve O'na döndürülüp götürüleceklerdir." Al-i İmrân, 3/83
âyetinde ifade edilmiştir.
Cebbâr isminde bu iki mânâdan başka iki farklı anlamın daha olduğu beyan
edilmiştir. İbnü'l-Enbarî der ki: "Allah'ın sıfatlarından olan Cebbâr,
kendisine erişilmez, el uzatılmaz demektir. Nitekim el yetişmeyen yüksek
hurma ağacına da denilir. İbnü Abbas'dan yapılan bir rivayette de "el
Cebbâr, "Melik-i azîm" yani çok büyük, azametli padişah mânâsına
gelmektedir. " Vahidi de der ki: "Bu zikredilen mânâlar, Allah Teâlâ'nın
Cebbâr sıfatı hakkındadır. Halkın sıfatı olarak kullanılan Cebbâr'ın,
daha başka anlamları da vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir:
Musallat (zorlayıcı - sataşan) demektir. "Sen onların üstünde bir
zorlayıcı değilsin..." Kâf, 50/45 âyetindeki Cebbâr, bu anlamdadır.
İri cisimli mânâsınadır "Orada iri cisimli (insanlardan oluşan) bir
kavim vardır..." Mâide, 5/22 âyetinde de, bu anlamdadır.
Allah'a ibadet etmeyen, baş kaldıran mânâsına gelmektedir. Bu anlam da,
"Beni başkaldıran bir zorba yapmadı." Meryem, 19/23 âyetinde vardır. Çok
insan katleden yani "kattâl" anlamını da ifade etmektedir. Nitekim "Yakaladığınız
vakit, çok katleden zorbalar gibi yakalıyorsunuz." Şuarâ, 26/130 âyeti
ile "Sen yeryüzünde katil bir zorba olmak istiyorsun." Kasas, 28/19
âyetinde de bu mânâ söz konusudur."
|