Esmaül Hüsna

 

10

El-Cebbar
Emir ve yasaklarını, hüküm ve kararlarını kullarına yaptırmaya gücü yeten, azgın ve zalimleri kahredici, dertlere derman olan, yaraları sarıp onaran, yarattıklarının hallerini düzelten



O yapılmasına karar verdiği şeyi, dilediğinde zorla yaptırır, düzeltir ve onarır. Ancak bundan, Cebriyye'nin dediği gibi kullara hiç irâde vermez, her emrini zorla yürütür, insanlarda ihtiyârî fiiller yoktur mânâsını da anlamamak gerekir.

Çünkü kanun yapma ile ilgili emirlerin kulların cüz'i iradeleriyle şartlı kılınmış olduğu da "Eğer siz Allah'a (O'nun dinine) yardım ederseniz (Allah da) size yardım eder." Muhammed, 47/7 gibi birçok nass ile tesbit edilmiştir. Ancak bundan şu mânâ anlaşılmalıdır ki, Allah Teâlâ birçok fiilde insana irade vermiş ve hür yaratmış olmakla beraber bütün isteklerini yerine getirmeye mecbur değildir. Dilerse, dilediği anda iradelerini yok eder. Nitekim bir hadiste "Allah Teâlâ kaza ve kaderini yerine getirmeyi istediği vakit, akıl sahiplerinin akıllarını gideriverir ki, kaza ve kaderi onlarda yerine gelsin. Emri yerine gelince de akıllarını onlara geri verir. Böylece de pişmanlık başlar." buyurulmuştur. Dilerse onların akıl ve iradelerini yok etmemekle beraber isteklerinin aksine kendi hüküm ve iradesini zorla üzerlerinde icra eder.

Halkın eksikliklerini tamamlayan, ihtiyaçlarını karşılayan, işlerini düzelten ve bunları yapmakta çok güçlü olandır. Allah Teâlâ dertlere derman veren, kırılanları onaran, yoksulları zengin eden, perişanlıkları yoluna koyup düzelten en yüce zâttır.

Allah'tan korkmayan, emirlerine karşı gelen asiler hiç bir zaman cezaya çarptırılmak istemezler. Ama zamanı gelince Allah'ın takdir edeceği cezayı çekmeye mecbur olurlar. Hâsılı Allah Teâlâ'nın mutlak iradesi altında mağlub ve mecbur olmayacak hiçbir şey tasavvur olunamaz. Bu husus, "Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez, O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülüp götürüleceklerdir." Al-i İmrân, 3/83 âyetinde ifade edilmiştir.

Cebbâr isminde bu iki mânâdan başka iki farklı anlamın daha olduğu beyan edilmiştir. İbnü'l-Enbarî der ki: "Allah'ın sıfatlarından olan Cebbâr, kendisine erişilmez, el uzatılmaz demektir. Nitekim el yetişmeyen yüksek hurma ağacına da denilir. İbnü Abbas'dan yapılan bir rivayette de "el Cebbâr, "Melik-i azîm" yani çok büyük, azametli padişah mânâsına gelmektedir. " Vahidi de der ki: "Bu zikredilen mânâlar, Allah Teâlâ'nın Cebbâr sıfatı hakkındadır. Halkın sıfatı olarak kullanılan Cebbâr'ın, daha başka anlamları da vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir:

Musallat (zorlayıcı - sataşan) demektir. "Sen onların üstünde bir zorlayıcı değilsin..." Kâf, 50/45 âyetindeki Cebbâr, bu anlamdadır.

İri cisimli mânâsınadır "Orada iri cisimli (insanlardan oluşan) bir kavim vardır..." Mâide, 5/22 âyetinde de, bu anlamdadır.

Allah'a ibadet etmeyen, baş kaldıran mânâsına gelmektedir. Bu anlam da, "Beni başkaldıran bir zorba yapmadı." Meryem, 19/23 âyetinde vardır. Çok insan katleden yani "kattâl" anlamını da ifade etmektedir. Nitekim "Yakaladığınız vakit, çok katleden zorbalar gibi yakalıyorsunuz." Şuarâ, 26/130 âyeti ile "Sen yeryüzünde katil bir zorba olmak istiyorsun." Kasas, 28/19 âyetinde de bu mânâ söz konusudur."