RAB:
Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Sâhib, mâlik, terbiye eden.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
De ki; Allah her şeyin rabbi iken, hiç ben Allah'tan başka rab mı
isterim? Herkesin kazanacağı ancak kendine âittir. Hiçbir günahkâr,
başkasının günâhını çekmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O vakit
Allah, dünyâda ayrılığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. (En'âm
sûresi: 164)
Allah bütün göklerin ve yerin ve aralarındakilerin rabbidir. O hâlde
O'na ibâdet et ve O'na ibâdet etmekte sabret... (Meryem sûresi: 65)
Kazâ ve kaderime râzı olmayan, beğenmeyen ve gönderdiğim belâlara
sabretmeyen benden başka Rab arasın. Yeryüzünde kulum olarak bulunmasın.
(Hadîs-i kudsî-Mektûbât-ı Rabbânî)
Levh-i mahfûza ilk olarak; "Benden başka Allah yoktur. Muhammed
aleyhisselâm benim Resûlümdür ve Habîbimdir ve her şey benim mahlûkumdur.
Her şeyin Rabbiyim, Hâlıkıyım (yaratıcısıyım) ." yazıldı. (Hadîs-i
kudsî-Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel)
Rab kelimesini "Râb" diye uzatarak söylemek, mânâsını değiştirir. Çünkü
Râb diye uzatarak söylenince, Arapça'da üvey baba mânâsına gelir. Meselâ
"Elhamdülillâhi râbbil" diye uzatmak mânâyı bozuyor. Bunun gibi
müezzinlerin (Râbbenâlekel hamd) demeleri de mânâyı bozuyor. Çünkü Rab
kelimesini Râb şeklinde uzatarak söylemek, Allah'ımıza hamd ederiz
yerine, üvey babamıza hamd ederiz oluyor. Bu şekilde okuma tegannî ile
okumak olur. Tegannî ile okumak mânâyı bozarsa, namazı da bozar.
Söylenişine dikka t etmek lâzımdır. (Alâüddîn Haskefî) Besmeleyle
başlıyalım her işe! Allah adı, en iyi bir sığınaktır. Nîmetleri sığmaz
ölçü hisâba, Çok acıyan, affı seven bir Rab'dır.
(M. Sıddîk Gümüş)
Rabb-ül'Âlemîn:
Âlemlerin rabbi, sâhibi olan Allahü teâlâ. (Bkz. Rab)
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Hamd, Rabb-ül'âlemîn olan Allah'a mahsûstur. O, Rahmân (dünyâda nîmetini
herkese veren) ve Rahîm (âhirette nîmetlerini sâdece mü'minlere veren)
dir. (Fâtiha sûresi: 1,2)
RABBÂNÎ:
1.Allahü teâlâdan gelen.
Evliyânın sözünde rabbânî te'sir vardır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
2. Kendisine ilim ve hikmet verilmiş, ilmi ile amel eden derin âlim.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
... Velâkin Rabbânîler olunuz. (Âl-i İmrân sûresi: 79)
Abdullah bin Abbâs (radıyallahü anh) vefât ettiği vakit İbn-i Hanefiyye
şöyle dedi: "Bu ümmetin Rabbânîsi vefât etti."
Rabbânî âlim Yûsuf-i Hemedânî hazretleri buyurdu ki: "Bir kimse, kâmil
bir mürşid (doğru yolu gösteren bir rehber) bulamazsa, bozuk şeyhlere
talebe olmasın. Daha önce yaşamış din büyüklerinin, Ehl-i sünnet
âlimlerinin kitaplarını okuyup onlarla amel etsin (orada yazılanları,
hayâtında uygulasın). (Ahmed Fârûkî)
RABBENÂ LEKEL HAMD:
"Ey Rabbimiz sana hamd olsun" mânâsına namazda rükûdan doğrulunca
okunması sünnet olan söz.
Peygamber efendimiz cemâatle namaz kılarken; "Semiallahü limen hamideh"
yâni Allahü teâlâ kendisine hamd edenin hamdini işitir, kabûl eder"
deyince, ilk safta bulunan hazret-i Muâviye "Rabbenâ lekel hamd" derdi.
Böyle söylemesi takdîr ve tahsin (iyi) buyrularak, böyle söylemek
kıyâmete kadar sünnet olarak kaldı. (İbn-i Âbidîn, Hindiyye)
Cemâatle namazda, imâm; "Semiallahü limen hamideh" deyince, cemâat çok
yavaşca "Rabbenâ lekel hamd" der. İmâm bunu söylemez. (Halebî)
RÂBITA:
Bir velînin şeklini, sûretini hayâline getirerek onun kalbindeki feyz (bereket)
ve mârifetlere (ilimlere) kavuşma yolu. Kalbini büyüklerin kalbine
bağlayarak onlardan feyz alma. Her şeyi unutarak, dünyâ işlerini
düşünmeyerek, sevgi ve saygı ile bir v elînin mübârek yüzünü hayâlinde
veya gönlünde bulundurma.
"Ey îmân edenler. Allah'a bağlanınız ve sâdıklarla berâber olunuz"
meâlindeki âyet-i kerîmede râbıtaya işâret vardır. (Mevlânâ Hâlid-i
Bağdâdî)
Râbıta, feyz veren kâmil zâtın teveccühüyle birleşecek olursa, nûr
üstüne nûr meydana gelir. (Tâceddîn Sübkî)
Bir insanın hiç görmediği kimsenin şeklini, sûretini yalnız işitmekle,
okumakla öğrenerek, hayâline getirmesi çok zordur. Onun kendisi değil,
başkası görünür. Bunun için, Resûlullah'a râbıta yapılmaz. Çünkü
başkasının Resûlullah olduğuna inanmak küfü r olur. Evliyâya râbıta
yapmakta bu mahzûr yoktur. (İbrâhim Fasîh)
Râbıtasız yapılan zikr (Allahü teâlâyı anma) insanı ilerletmez. Zikirsiz
râbıta ilerletir. Râbıta her işte yardımcıdır. Zikirde yardımı ise
pekçoktur. Allahü teâlânın evi olan kalbi, nefsin pisliklerinden ve
şeytanın aldatmasından temizler. (Muhammed Hânî)
Râbıta, kalbin Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmekten, onları
düşünmekten kurtulmasına vesîle olur. (İmâm-ı Rabbânî)
Râbıta-i Telebbüsiyye:
Râbıta yaparken kendisini, velînin şeklinde, kıyâfetinde görmek ve
düşünmek.
Kur'ân-ı kerîm okurken ve dinlerken, ders, vâz dinlerken, namaz kılarken
ve her ibâdeti işlerken râbıta-ı telebbüsiyye yapmak ibâdetlerden lezzet
almaya sebeb olur. (Abdülhakîm Arvâsî)
RACÎM:
"Allahü teâlânın rahmetinden kovulmuş uzaklaştırılmış" mânâsına şeytanın
Kur'ân-ı kerîmde bildirilen sıfatı.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(İblîs yâni şeytan) dedi ki: "Ben ondan (hazret-i Âdem'den) hayırlıyım.
Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın." (Allahü teâlâ) buyurdu: "Hemen
buradan (Cennet'ten veya göklerden) çık. Çünkü sen artık racîmsin." (Sad
sûresi: 76, 77)
Kur'ân-ı kerîmi okumak istediğin zaman derhâl, racîm olan şeytandan
Allahü teâlâya sığın (yâni Eûzü billâhimineşşeytânirracîm, de) . (Nahl
sûresi: 98)
Allahü teâlâ racîm olan şeytan ile ilgili olarak, iki mühim şeyi
mü'minlere emr buyurmaktadır. Bunlardan birincisi, şeytanı azılı düşman
olarak bilmek, ikincisi ona düşman olmaktır. Bunun için de dâimâ
İslâmiyet'e uymalıdır. (İmâm-ı Yâfiî)
RA'D SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin on üçüncü sûresi.
Ra'd sûresi, kırk üç âyet-i kerîmedir. Sûrenin on üçüncü âyetinde gök
gürültüsü mânâsına gelen er-Ra'd kelimesi sûreye isim olmuştur. Sûrede;
Allahü teâlânın varlığı, birliği, ilminin sonsuzluğu, îmân etmekle
mes'ûd olanların ve inkâr eden kötü tâlih lilerin vasıfları ve
âkıbetleri ve Allahü teâlânın, Peygamber efendimizin peygamberliğine
şâhidliği bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs, Mücâhid bin Cebr, Râzî, Taberî,
Kurtubî)
Allahü teâlâ Ra'd sûresinde meâlen buyuruyor ki:
İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği
nîmetleri değiştirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince,
bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yoktur. (Âyet:
12)
Kim Ra'd sûresini okursa, geçmiş ve kıyâmete kadar gelecek bulutların
hepsinin ağırlığının on katı sevâb verilir. Kıyâmet günü Allahü teâlânın
ahdini (sözünü, va'dini) yerine getirenlerden olarak diriltilir. (Hadîs-i
şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
RADIYALLAHÜ ANH:
Daha çok Eshâb-ı kirâmdan birinin ismi anıldığı veya yazıldığı zaman
söylenen ve yazılan "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet
ve saygı ifâdesi. İki kişi için Radıyallahü anhümâ, ikiden fazlası için
Radıyallahü anhüm denir.
Ebû Bekr radıyallahü anh birine nasîhat ederken şöyle buyurdu: "Ey
kardeşim! Sana yaptığım nasîhatı aklında tut, kaybolmamasına dikkat et.
Ölümü özüne sevdir. Nasıl olsa gelecek" dedi. Çok kere, dilini parmağı
ile tutar ve; "Başıma gelen her şey bunu n yüzündendir" derdi. Binekte
iken devesinin yuları düşse, verin, demez; deveyi çöktürür, alırdı.
Sebebini sordular: "Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem bana: "İnsanlardan
bir şey isteme" diye emretti" buyurdu. (Şemseddîn Sivâsî)
Ebû Bekr ile Ömer radıyallahü anhümâ bu ümmetin üstünleridir. (Hazret-i
Ali)
Eshâb-ı kirâmın radıyallahü anhüm ecmaîn hepsini büyük bilip, hürmet
etmekle berâber, Ehl-i beyti (Peygamber efendimizin akrabâlarını) de
sevmek Ehl-i sünnetin alâmetidir. (Tâhir-i Buhârî)
RADIYALLAHÜ TEÂLÂ ANHÂ:
Hanım sahâbîlerden birinin ismi anılınca veya yazılınca söylenen "Allahü
teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki hanım
sahâbî için (Radıyallahü teâlâ anhümâ" ve ikiden çok için "Radıyallahü
anhünne" denir.
Kadınlar Cennet'te, dünyâdaki bayram günleri gibi senede birkaç kere
Allahü teâlâyı göreceklerdir. Mü'minlerin kâmil (olgun, üstün) olanları
her sabah akşam, diğerleri ise Cumâ günleri Allahü teâlâyı anlaşılamayan
bir şekilde göreceklerdir. Mü'min ka dınlar ve melekler ve cin de bu
müjdeye dâhildirler. Fâtımât-üz Zehrâ ve Hadîcet-ül Kübrâ ve Âişe-i
Sıddîka ve diğer ezvâc-ı tâhirât (Peygamber efendimizin mübârek
hanımları) ve hazret-i Meryem ve hazret-i Âsiye radıyallahü teâlâ
anhünne ecmaîn gibi kâmil (üstün) ve ârif hâtunların diğer kadınlardan
müstesnâ (ayrı) tutulmaları uygun olur. (Abdülhak-ı Dehlevî)
RADÎ':
Süt emen iki buçuk yaşından küçük çocuk.
Radî', süt ana-baba ve akrabâsının hepsiyle evlenemediği gibi, süt
ana-baba da Radî'nin evlâdı, zevc (koca) veya zevcesi (hanımı) ile
evlenemez. (İbn-i Âbidîn)
RÂFIZÎLER:
Şîanın kollarından. İmâm-ı Zeynel'âbidîn'in vefâtından sonra oğlu
Zeyd'den ayrılarak, Eshâb-ı kirâm (Peygamber efendimizin arkadaşları)
düşmanlığında taşkınlık gösteren, hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer'in
halîfeliklerini kabûl etmeyen kimselerin m ensûb olduğu bozuk fırka.
Terk edenler, ayrılanlar mânâsına râfızî denilmiştir.
Ümmetim arasında râfızî denilen kimseler meydana gelecektir. Bunlar
İslâm dîninden ayrılacaklardır. (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ı Kâinât)
Râfızîler, Zeyd bin Zeynel'âbidîn Ali, "İmâmdır" dediler. Bunlar Zeyd'e,
Ebû Bekr ile Ömer'e düşman ol dediler. O da büyük dedem olan
Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem sevdiği iyi kimselere
düşmanlık edemem dedi. Bunun üzerine Zeyd'in yanında n ayrıldılar.
Râfızîler hazret-i Ali'yi seviyoruz; onu sevmek için, Eshâb-ı kirâmın
hepsine veya birkaçına düşman olmak lâzımdır diyorlar. Bu bozuk
düşünceleri onları doğru yoldan ayırdı. (Fîrûzâbâdî, Şehristânî)
RÂFİ' (Er-Râfi'): Esmâ-i hüsnâdan. Allahü teâlânın güzel isimlerinden.
Mü'minlerin ve evliyânın derecelerini yükselten ve huzûrunda başlarını
kaldırarak pak cemâline bakmak ile mertebelerini yükselten.
Er-Râfi' ism-i şerîfini söyleyen, zâlimlerin zulmünden emin olur. Beş
yüz kerre söyliyenin maddî mânevî ihtiyâcı giderilir. (Yûsuf Nebhânî)
RAGÎBET:
İhsân ve ikrâm. Çoğulu regâibdir.
Receb-i şerîfin ilk Cumâ gecesine Regâib gecesi denir. Çünkü Allahü
teâlâ bu gecede, mü'min kullarına rağibetler yapar. O gece yapılan duâ,
namaz, oruç, sadaka gibi, ibâdetlere kat kat sevâb verilir. O geceye
hürmet edenleri affeyler. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
RÂH-I İCTİBÂ:
Tasavvufta Allahü teâlâya kavuşturan yollardan biri. Seçilmişlerin yolu.
(Bkz. İctibâ Yolu)
Râh-ı ictibâ, Peygamberlerin ilerledikleri yoldur. Ancak ümmetlerinden
onlara tâbi olanlara da, onlara mahsûs olan kemâllerden ihsân olunduğu
gibi, buna da nasîb ederler. (Şihâbüddîn Sühreverdî)
RÂH-I MÜRÎDÂN:
Tasavvufta müridlerin, talebelerin yolu. Allahü teâlâya kavuşturan
yollardan. Sâlikler (tasavvuf yolunda ilerleyen talebeler) yolu. (Bkz.
İnâbet)
Allahü teâlâya kavuşturan yollar ikidir: Râh-ı mürîdân ve râh-ı murâdân.
Râh-ı mürîdân, müridlerin yolu olup, sülûk ile (tasavvuf yolunda
ilerlemekle) alâkalıdır, zahmetlidir. Râh-ı murâdân seçilmişlerin yolu
olup, cezbe (Allahü teâlânın yolunda çeki lme) ile alâkalıdır. Buna
ictibâ yolu da denir. (Bkz. Râh-ı İctibâ) (İmâm-ı Rabbânî)
RÂHİB:
Hiç evlenmeyen, bekâr ve yalnız yaşayan, yalnız ibâdetle meşgûl olan ve
kilisede vazîfeli olan hıristiyan din adamı.
Papazlar herkese râhib olmayı, yalnız yaşamayı emrediyordu. Allah
yolunda bulunabilmek ve Allahü teâlâya yaklaşabilmek ancak ruhbanlıkla
yâni evlenmemekle olur sanıyorlardı. Peygamber efendimiz sallallahü
aleyhi ve sellem bunu önlemek için Eshâbının (arkadaşlarının) bekâr
yaşamasını yasakladı. "Nikâh yapmak (evlenmek) benim sünnetimdir.
Sünnetimi yapmayan kimse benden değildir" buyurdu. (Saideddîn Fergânî)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem on iki yaşlarında iken
amcası Ebû Tâlib ile birlikte Şam tarafına giden ticâret kervanına
katıldı. Ticâret kervanı uzun bir yolculuktan sonra Busra denilen yerde
hıristiyanlara mahsûs bir manastırın yak ınında konakladı. Bu manastırda
Bahîra adında bir râhib kalıyordu. Önceden yahûdî âlimlerinden iken
sonradan hıristiyan olan bu bilgili râhib, kervanda bulunanların hepsini
yemeğe dâvet etti. Râhib Bahîra ısrarla yemeğe getirttiği sevgili
Peygamber efendimizin mübârek sırtındaki mühr-i nübüvveti açtırdı. Bunu
görünce, henüz yaşı küçük olan Muhammed aleyhisselâmın geleceği
bildirilen son peygamber olduğuna şehâdet etti. (Muînüddîn Hirevî)
RÂHİBE:
Kadın râhib. Hiç evlenmeyen, yalnız ve bekâr olarak yaşayan, kilisede
ibâdetle meşgûl olan görevli kadın.
Şehvet nazarı ile kadınlara bakmanın aynen zinâ olduğunu Îsâ
aleyhisselâm bildirmiş iken, hıristiyanlar kadınlarını örtmemişlerdir.
Bugün ellerde dolaşan İncîller hıristiyan kadınların örtünmelerini
emretmektedir. Bunun içindir ki, bütün kiliselerde, manastırlarda
vazîfeli olan kızlar, râhibeler, müslüman kadınları gibi
örtünmektedirler. (Harputlu İshâk Efendi)
RAHÎM (Er-Rahîm):
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Âhirette
yalnız müslümanlara acıyan.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
... Şüphesiz ki, Allahü teâlâ Gafûrdur, Rahîmdir. (Zümer sûresi: 53)
... Ben ziyâdesi ile tövbe kabûl edici ve Rahîmim. (Bekara sûresi: 53)
Şeytan; "Allahü teâlâ Rahîm'dir, affeder" diyerek insanı günâh işlemeğe
sürükler. (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâ, âhirette dostlarını yâni mü'minleri Rahîm sıfatıyla,
keremiyle, ihsânıyla, Cennet'e ve cemâline kavuşturur. (Seyyid
Abdülhakîm Arvâsî)
Her kim her gün yüz kerre Rahîm ism-i şerîfini söylerse, kalbinde rikkat
ve mahlûkâta karşı merhamet peydâ olur. (Yûsuf Nebhânî)
2. Günahkâr müslümanlara âhirette çok acıyıcı mânâsına Resûlullah
efendimizin sıfatlarından.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Andolsun ki, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin
sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir. Çünkü O, size çok düşkün,
mü'minlere karşı raûf (şefkatli) ve rahîmdir. (Tevbe sûresi: 128)
Biz delikanlı, yaşça birbirimize yakın bir takım gençler, Resûlullah'a
(sallallahü aleyhi ve sellem) geldik de O'nun yanında yirmi gece kaldık.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) rahîm ve refîk (yumuşak, kibar,
nâzik) idi. Âile efrâdını özlediğ imizi anlayınca, bize âilelerimizden
kimleri bıraktığımızı sordu. Biz de kendisine haber verdik. Bunun
üzerine: "Âilelerinizin yanına dönün de onların arasında kalın! Hem
onlara öğretin! Kendilerine emir verin! Namaz vakti gelince içinizden
biriniz size ezân okusun; sonra en büyüğünüz size imâm olsun" buyurdu.
(Mâlik bin Huveyris-Müslim)
RAHİMEHULLAH:
Daha çok Eshâb-ı kirâmdan başka İslâm büyüklerinden birisinin ismi
anıldığı veya yazıldığında, söylenen ve yazılan, Allahü teâlâ ona rahmet
eylesin mânâsına, duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için
rahimehumallah daha çok kimse için, rahimehumull ah denir.
RAHMÂN (Er-Rahmân):
"Dünyâda dost olsun düşman olsun, lâyık olsun olmasın, mü'min olsun
kâfir olsun bütün yaratıklara rızık ve sayısız nîmetler veren" mânâsında
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden).
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Rahmânın kulları, yer yüzünde gönül alçaklığı ve vakar ile yürürler.
Câhiller kendilerine sataştığı zaman onlara "sağlık, esenlik size" gibi
güzel sözler söyleyerek doğruluk ve tatlılıkla günahtan sakınırlar.
(Furkan sûresi: 63)
Her kim namazdan sonra yüz defâ Rahmân ism-i şerîfini söylerse, Allahü
teâlâ onun kalbinden nisyan ve gafleti çıkarır. (Yûsuf Nebhânî) Zikr et
zikr, bedende iken Cânın! Kalbin temizliği zikri iledir Rahmânın!
(İmâm-ı Rabbânî)
Rahmân Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin elli beşinci sûresi.
Rahmân sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Yetmiş sekiz âyet-i kerîmedir.
İlk âyet-i kerîmede geçen Rahmân kelimesinden dolayı Sûret-ür-Rahmân
denilmiştir. Sûrede; göklerin düzeninden, Allahü teâlânın insanlara olan
lütfu ve ikrâmından, insanın yaratı lışından, Allahü teâlânın
kudretinden, kıyâmet gününden ve o günde isyânkârların
cezâlandırılmasından ve inananların kavuşacağı nîmetlerden
bahsedilmektedir. (İbn-i Abbâs, Râzî, Taberî)
Allahü teâlâ Rahmân sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, yeri mahlûkât için yaratmıştır. Orada meyvalar ve salkımlı
hurma ağaçları vardır. Yapraklı tâneler ve hoş kokulu bitkiler vardır.
(Âyet: 10-12)
Kim Rahmân sûresini okursa, Allahü teâlânın verdiği nîmete şükr etmiş
olur. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
RAHMET:
1. Acıma, merhamet.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
(Ey Resûlüm!) De ki: "Ey (günâh işlemekle) nefslerine karşı haddi aşmış
kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidi kesmeyiniz. Çünkü Allahü teâlâ
(şirk ve küfürden başka dilediği kimselerden) bütün günâhları magfiret
buyurur, bağışlar. Şüphesiz ki O, Gafûr'dur, Rahîm'dir. (Zümer sûresi:
53)
Yâ Rabbî! Bize rahmetini ihsân eyle. İhsân sâhibi ancak sensin. (Âl-i
İmrân sûresi: 8)
Allahü teâlâ rahmeti yüz parçaya ayırmış, doksan dokuzunu kendisinde
bırakmış, yeryüzüne bir parça indirmiştir. İşte bütün mahlûklar bu parça
sebebiyle birbirlerine acırlar... (Hadîs-i şerîf-Müslim)
... Ramazân'ın birinci gecesi Allahü teâlâ mü'minlere rahmet eder.
Rahmetle baktığı kuluna hiç azâb etmez. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Beyhekî)
Bir kimse bir mü'minin ihtiyâcını karşılamak için yürüse, Allahü teâlâ
yetmiş bin meleği ona sâyehân eder, gölgelendirir. Eğer sabah vakti ise
akşama kadar, akşam vakti ise sabaha kadar ona rahmet ile duâ ederler.
Her bir ayağını kaldırdıkta bir günâhı affolur ve bir derece verilir.
(Hadîs-i şerîf-İbn-i Hibbân)
Allahü teâlânın bir kuluna rahmet etmiyeceğine, ona gazab ve azab
edeceğine alâmet, dünyâya ve âhirete faydası dokunmayan şeylerle meşgul
olması, zamanlarını lüzumsuz şeylerle öldürmesidir. (İmâm-ı Gazâlî)
Allahü teâlâdan korkmalı, fakat O'nun rahmetinden ümidi kesmemelidir.
Ümid, korkudan çok olmalıdır. Böyle olanın ibâdetleri zevkli olur.
(Muhammed Hâdimî)
2. Sevgili Peygamberimiz hazret-i Muhammed'in isimlerinden.
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiyâ sûresi: 107)
3. Kur'ân-ı kerîm.
4. Yağmur.
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Allahü teâlâ rüzgârı, rahmetinden önce müjdeci olarak gönderir.
Rüzgârlar, ağır olan bulutları sürükler. Bulutlardan ölü olan toprağa su
yağdırırız. O yağmurla yerden meyveler çıkarırız. Ölülerini de
mezârlarından böyle çıkaracağız. Umulur ki, düşünüp ibret alırsınız.
(A'râf sûresi: 57)
Rahmet-i İlâhiyye:
Allahü teâlânın merhameti, acıması.
Kalbinde zerre kadar îmân olan bir kimse, Cehennem'de sonsuz kalmayacak,
rahmet-i ilâhiyyeye kavuşarak Cennet'e girecektir. (İmâm-ı Rabbânî)
Cenâb-ı Hak bir kulunun hidâyet ve îmânda sebâtını dilerse, o kimseye
rahmet-i ilâhiyye gelir. Rahmet-i ilâhiyye, şeytanı uzaklaştırıp,
hastanın yüzünden yorgunluğu giderir. (İmâm-ı Gazâlî)
Rahmet Kapısı:
Duâların kabûl edildiği, ihsân ve bereket kapısı. Duâların geri
çevrilmediği lütuf kapısı.
Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan duâ, tövbe red
olmaz. Fıtr (Ramazan) bayramının ve Kurban bayramının birinci geceleri,
Şâban'ın on beşinci gecesi ve Arefe gecesi. (Hadîs-i
şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn
Evliyânın büyüklerinden Râbia-i Adviyye adamın birini duâ ederken; "Yâ
Rabbî! Bana rahmet kapını aç!" dediğini işitince; "Ey câhil! Allahü
teâlânın rahmet kapısı şimdiye kadar kapalı mı idi de, şimdi açılmasını
istiyorsun?" Rahmetin çıkış kapısı her zaman açık ise de, giriş kapısı
olan kalbler, herkeste açık değildir. Bunun açılması için duâ etmeliyiz"
dedi. (Muhammed Rebhâmî)
Rahmet Melekleri:
Yeryüzünde dolaşan ve mü'minlerin ölümü ânında hâzır olan melekler.
Bunlara Rûhâniyân da denir.
Resim, köpek ve cünüp kimse bulunan eve rahmet melekleri girmez.
(Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Sizden öncekiler arasında doksan dokuz kişiyi öldürmüş biri vardı. Bu
adam yeryüzündekilerin en âlimini sordu. Bir râhibi tavsiye ettiler. Ona
geldi ve; "Doksan dokuz kişiyi öldüren bir kimse için tövbe (affolma
imkânı) var mı?" diye sordu. O râhib de; "Hayır" dedi. Bunun üzerine onu
da öldürdü ve onunla yüz kişiyi tamamladı. Sonra yeryüzündeki insanların
en âlimini sordu. Ona başka âlim birini tavsiye ettiler. Ona geldi. "Yüz
kişiyi öldürmüş bir kimse için tövbe var mı?" diye sordu. O da; "Evet
tövbeyi kim engelleyebilir. Sen şu yere git. Çünkü orada Allahü teâlâya
ibâdet (kulluk) eden insanlar vardır. Sen de onlarla berâber Allah'a
kulluk yap. Sakın kendi memleketine dönme. Çünkü orası kötü bir yerdir"
dedi.
Adam oraya gitti. Fakat yolu yarıladığında vefât etti. O zaman Rahmet
melekleri ile azap melekleri (onun rûhunu alma) konusunda konuştular.
Rahmet melekleri: "Bu adam tövbe ederek ve kalbi ile Allahü teâlâya
yönelerek geldi" dediler. Azap melekleri ise; "O henüz bir hayır
işlememiştir" dediler. Onların yanına insan sûretinde bir melek geldi.
Onu aralarında hâkim yaptılar. O melek; "İki yer arasını (kendi
memleketiyle gideceği iyi memleketin arasını) ölçünüz. Bunlardan
hangisine daha yakınsa o oradan sayılır." dedi. Ölçtüler ve onu gitmek
istediği yere daha yakın buldular. Bunun üzerine onu Rahmet melekleri
aldılar. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Hangi evde Kur'ân-ı kerîm okunursa, orada bereket, bolluk olur,
şeytanlar uzaklaşır, melekler oraya hücûm eder. Hangi evde Kur'ân-ı
kerîm okunmazsa, o evde darlık, sıkıntı, huzursuzluk başgösterir. Rahmet
melekleri oradan uzaklaşır ve şeytanlar orayı istilâ eder. (Ebû
Hureyre-İhyâ)
Can vermek acısı, dünyâ acılarının hepsinden daha şiddetlidir. Fakat,
âhiret azâblarının hepsinden daha hafiftir. Mü'min, rûhunu teslim
edeceği vakit, rahmet meleklerini, Cennet hûrîlerini görüp, onların
zevki ile, can verme acısını duymaz. Rûhu tere yağından kıl çeker gibi
çıkar. Nîmetlere kavuşur. (Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ)
RAHMETEN LİL ÂLEMÎN:
"Âlemlere rahmet" mânâsına Peygamber efendimizin mübârek isimlerinden.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Biz seni ancak rahmeten lil âlemîn gönderdik. (Enbiyâ sûresi: 107) Geldi
çün ol rahmeten lil âlemîn Vardı nûr anda karâr kıldı hemîn
(Süleymân Çelebi)
RAHMETULLAHİ ALEYH:
Daha çok Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) başka
din büyüklerinden birinin ismi anıldığı veya yazıldığında, söylenen veya
yazılan "Allahü teâlâ ona rahmet eylesin" mânâsına duâ, hürmet ve saygı
ifâdesi. İki kişi için rahmetulla hi aleyhimâ, daha çok kimse için
rahmetullahi aleyhim denir.
Cüneyd-i Bağdâdî rahmetullahi aleyhin kıymetli sözlerinden bâzıları
şöyledir: Bir kimsenin havada bağdaş kurup oturduğunu görürseniz,
İslâmiyet'e uymaktaki hassâsiyetine, titizliğine bakınız. Eğer bu yönü
tam ise ona uyabilirsiniz. Emir ve yasaklara uymakta az da olsa bir
gevşekliği varsa, hemen ondan uzaklaşınız, çünkü size zararı dokunur.
Allahü teâlâdan gâfil olmak, O'nu unutmak, ateşte olmaktan daha
beterdir, kötüdür.
Sabır; yüzü ekşitmeden başa gelen dert ve musîbeti yudum yudum içine
sindirmektir.
Ebü'l-Hüseyin bin Sem'ûn rahmetullahi aleyh buyurdu ki: "Allahü teâlânın
adı bulunmayan söz kıymetsizdir. Allahü teâlâyı hatırlamadan susmak,
boşuna vakit geçirmektir. İbret almadan bakmak faydasızdır."
RAKÎB (Er-Rakîb):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyi
hakkıyla gören, gözeten, koruyan, bir an onlardan habersiz olmayan,
murâkabesi (gözetmesi) devamlı olan.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ her şeyi, rakîbdir. (Ahzâb sûresi: 52)
RAKS:
Oynamak, dans.
Tasavvuf yolları çoktur. Bunların içinde en lüzumlusu ve en uygunu
sünnete yapışan ve bid'atlerden (dinde reformlardan) kaçan büyüklerin
yoludur. Bu büyükler, her sözlerinde ve her hareketlerinde, sünnete uyup
da, kendilerinde hiçbir keşf, kerâmet, h âl, görüş ve ma'rifetler hâsıl
olmaz ise, hiç üzülmezler. Fakat bunların hepsi hâsıl olup da, sünnete
uymakta gevşek davranırlarsa, bunları hiç beğenmezler. İşte bunun
içindir ki, bu büyüklerin yolunda sima' ve raks yasaktır. Böyle
şeylerden hâsıl olacak lezzet ve hâllere kıymet vermemişler, bundan
hâsıl olan şeylere dönüp bakmamışlardır. (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlânın aşkı ile dolmuş, evliyânın büyüklerinden olan, Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı. Mûsikî dinlemedi
ve raks etmedi. (Abdülhakîm Arvâsî)
RAMAZAN:
Hicrî ayların dokuzuncusu, üç ayların sonuncusu ve farz olan orucun
tutulduğu ay. Ramazan yanmak demektir, çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe
edenlerin günahları yanar, yok olur.
Ramazan ayı gelince, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır
ve şeytanlar bağlanır. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Kim Ramazân-ı şerîf ve Kurban bayramı gecelerini ihyâ ederse; kalblerin
öldüğü gün, onun kalbi ölmez. (Hadîs-i şerîf-Kitâb-ü Metcer-ür-Râbih)
Kim Ramazân-ı şerîfin başından sonuna kadar cemâatle namaz kılarsa,
Kadir gecesinden nasîbini almış olur. (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ul-Cenne)
Ramazan çok hayırlı ve mübârek bir aydır. Gündüz tutulan oruca, gece
kılınan namaza, bu ayda verilen sadakaya, Allahü teâlâ kat kat sevâb
verir. (Hazret-i Ömer)
Ramazan ayının ilk gecesinden son gecesine kadar göklerin kapıları
açılır. Yâni bereket ve duâların kabûl kapıları açık kalır.Ramazan
gecelerinde namaz kılanlara Allahü teâlâ her bir secdesine bin beş yüz
hasenât, lutf ve ihsân buyurur. Kırmızı yâkut tan yapılmış bir cennet
verilir. Birçok kapısı olup, kapıları altından, kırmızı yâkutlar ile
süslüdür. Allahü teâlâ insanın her orucuna başka başka lutuflar ihsân
eder. Oruçlu olduğu günün güneşinin doğuşundan batışına kadar yetmiş bin
melek o oruçluya istiğfâr eder. Gecesinde ve gündüzündeki secdelerine,
Cennet bağlarında dünyâda tasavvur edemediği ağaçlar dikilir ve
gölgeliklerinde binlerce insan gölgelenir. (Muhyiddîn-i Arabî)
Ramazân-ı şerîfte yapılan nâfile namaz, zikir, sadaka ve bütün nâfile
ibâdetlere verilen sevâb, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu
ayda, bir oruçluya iftâr verenin günâhları affolur. Cehennem'den âzâd
olur. O oruçlunun sevâbı kadar, ayrıca buna da sevâb verilir. Bu ayda
ibâdet ve iyi iş yapabilenlere bütün sene bu işleri yapmak nasîb olur.
Bu aya saygısızlık edenin bütün senesi, günâh işlemekle geçer. Bu ayı
fırsat bilmelidir. Elden geldiği kadar ibâdet etmelidir. Allahü teâlânın
râzı olduğu işleri yapmalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Ramazan Hilâli (Bkz. Rü'yet)
RÂSİH ÂLİM:
Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin derin ve ince mânâlarını,
işâretlerini anlayan büyük din âlimi. (Bkz. Ulemâ-i Râsihîn)
Râsih âlimlerin dört hasleti vardır: 1)Allahü teâlâdan korkmak,
2)İnsanlara karşı mütevâzî (alçak gönüllü) olmak, 3)Dünyâya düşkün
olmamak, 4)Nefsi ile mücâdele etmek. (İmâm-ı Mâlik)
Râsih âlimler, peygamberlerin vârisleri oldukları müjdelenmiş olan,
Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) tam uyan, kendilerine nice
gizli ve ince bilgiler ihsân olunan ve gizli ve açık ilimlere kavuşan
âlimlerdir. İsrâ sûresinin seksen beşinci âyetinde meâlen; "Sizlere,
ilimden pek az verildi" buyruldu. Burada bildirilen ilim ile şereflenen
râsih âlimler perde arkasını seyretmektedirler. (İmâm-ı Rabbânî)
Râsih ilimli âlimlere Allahü teâlânın vâsıtasız olarak ihsân ettiği ilme
(vehbî) veya (kalb ilmi)denir. Hadîs-i şerîfte; "İlmi ile amel edene,
Allahü teâlâ bilmediklerini bildirir" buyruldu. (Muhammed Hâdimî)
RAÛF (Er-Raûf):
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarına
karşı merhâmeti çok olan ve yaptıkları iyilikleri zâyî etmeyen.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Muhâcirlerden (Mekke'den göç eden) ve Ensârdan (Medîneli müslümanlardan)
sonra, kıyâmete kadar gelen mü'minler; "Yâ Rabbî! Bizi affet ve bizden
önce gelen din kardeşlerimizi affet. Kalblerimizde, îmân edenlere karşı
hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen Raûf'sun, Rahîm'sin"
derler. (Haşr sûresi: 10)
Kızgınlık ânında kim on defâ er-Raûf ism-i şerîfini söyler ve Peygamber
efendimize salevât-ı şerîfe okursa öfkesi geçer, sâkinleşir. (Yûsuf
Nebhânî)
2. "Ümmetine karşı çok merhâmet eden, acıyan" mânâsına Resûlullah
sallallahü aleyhi ve sellemin isimlerinden.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya
uğramanız, O'na çok ağır ve güç gelir. Size (îmânınıza ve hâlinizin
salâhına, iyi olmasına) çok düşkündür. Mü'minlere karşı raûf ve
rahîmdir. (Tevbe sûresi: 128)
RAVDA-İ MUKADDESE:
Mukaddes bahçe. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem
Medîne-i münevveredeki mescidinin içinde kabr-i şerîfi ile mescidin o
zamanki minberinin arasında kalan mübârek mekân, yer. (Bkz. Ravda-i
Mutahhera)
RAVDA-İ MUTAHHERA:
Temiz bahçe. Medîne-i münevveredeki Peygamber efendimizin (sallallahü
aleyhi ve sellem) mescidinin içinde bulunan ve Peygamber efendimizin
kabr-i şerîfi ile mescidin o zamanki minberi arasında kalan 26 m.
uzunluğundaki mübârek yer. Ravda-i mukaddese, Ravda-i mübâreke de denir.
Bu fakire göre yeryüzünün en kıymetli yeri, Kâbe-i muazzama ve bunun
etrâfındaki Mescid-i Harâm denilen câmidir. Bundan sonra Medîne'deki
Ravda-i mutahheradır. Üçüncü olarak Mekke-i mükerreme şehridir.
Görülüyor ki, Ravda-i mutahhera Mekke'den daha üstündür demek doğrudur.
(İmâm-ı Rabbânî)
Hacca giden müslümanlar Mekke'de hac vazîfesini yerine getirdikten sonra
Medîne'ye gelirler. Mescide girmeden önce gusl abdesti alınır. Peygamber
efendimizin kabr-i şerîfini ziyârete niyet edilir. Salevât-ı şerîfe ve
duâ okuyarak Mescid-i nebîye geli nir ve minber yanındaki Ravda-i
mutahherada iki rek'at tahiyyet-ül-mescîd namazı, iki rek'at da şükür
namazı kılınır. Duâdan sonra Kabr-i şerîf ziyâret edilir. (Abdullah
Mûsulî)
RAVDA-İ MÜBÂREKE:
Mübârek, bereketli bahçe. Medîne-i münevverede, Peygamber efendimizin
sallallahü aleyhi ve sellem kabr-i şerîfi ile mescidin o zamanki minberi
arasında kalan mübârek mekan, yer. (Bkz. Ravda-i Mutahhera)
RÂVÎ:
Rivâyet eden, nakleden; duyduğu veya gördüğü bir sözü, bir işi, bir
olayı başkasına haber veren; Resûlullah efendimizin hadîs-i şerîflerini,
metin (hadîs-i şerîfin kendisini) ve senedi (nakledenleri) ile birlikte
nakleden hadîs âlimi.
Hadîs râvîlerinden Ebû Hüreyre radıyallahü anhın bildirdiği bir hadîs-i
şerîfte şöyle buyruldu: "Kadın dört şey için nikâh edilir:Malı, soyu,
güzelliği ve dîni. Sen, dindâr kadını seç; mes'ûd olursun." Bir başka
hadîs-i şerîfte; "Abdestli olan vücûd âzâsına Cehennem ateşi dokunmaz"
buyruldu.
Râvîlerin önde gelenlerinden hazret-i Âişe vâlidemize, Resûlullah
efendimiz şöyle buyurdu: "Ey Âişe, yumuşak ol! Zîrâ Allahü teâlâ, bir ev
halkına iyilik murâd ederse, onlara rıfk (yumuşaklık) kapısını
gösterir."
Müksirûn denilen binden fazla hadîs nakletmiş olan râvîlerden Enes bin
Mâlik, şu hadîs-i şerîfi bildiriyor: "Kendisinde şu üç sıfat bulunan,
îmânın tadını duyar: Allahü teâlâ ve Resûlünü başkalarından daha çok
sevmek. Sevdiğini Allah için sevmek. Küfürden (îmânsız olmaktan)
kurtulup hidâyete (doğru yola) kavuştuktan sonra, ateşe atılmayı ne
kadar istemezse, küfre dönmeyi de o derece kerih (çirkin) ve kötü
görmek."
RÂYE:
Bayrak, sancak. (Bkz. Livâ)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, yirmi yedi kerre muhârebe yaptı.
Bunlardan dokuzunda er olarak hücûm etti. Diğerlerinde başkumandanlık
mevkiinde bulundu. Râyesi siyâh idi. Livâsı (sancağı) daha küçük olup,
beyaz idi. (İmâm-ı Kastalânî)
RÂZI:
Memnûn, hoşnûd olan. (Bkz. Rızâ)
Kendisinden kocası râzı olduğu hâlde ölen her müslüman kadın Cennet'e
girer. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Namazlarını vakitleri gelince hemen kılanlardan Allahü teâlâ râzı olur.
Vakitlerinin sonlarında kılanları da affeder. (Hadîs-i
şerîf-Eşi'at-ül-Leme'ât)
Üveys-i Karnî'nin yüksek mertebelere kavuşması, annesini râzı etmesi
bereketiyle idi. Resûlullah efendimiz şöyle buyurdu: "Üveys-i Karnî'nin
bütün o kerâmet ve ihsâna kavuşması; annesine iyilik etmesiyledir"
(Meşârik-ul-Envâr)
RÂZIK:
Rızk veren. Yiyecek, içecek gibi kendisi ile faydalanılan şeyi veren.
Hakîkatte hâlık (yaratıcı) ve râzık Allahü teâlâdır. İnsana, hâlık veya
râzık demek ilhâddır (zındıklık, dinsizliktir). İnsanın aslî sıfatı,
âcizlik ve ihtiyâçtır. Allahü teâlânın sıfat-ı zâtiyyesi (zâtına âit
olan sıfatı), kudret (her şeye gücünün y etmesi) ve gınâdır (başkasına
muhtâç olmamasıdır). İnsanlara, yarattı ve yaratıcı dememeli; Allahü
teâlâya mahsûs olan Hâlık ismini, kimse için kullanmamalı ve ad
takmamalıdır. (İsmâil Hakkı Bursevî)
Allahü teâlâ öyle bir Râzıktır ki, kullarının günâhlarından dolayı
onların rızıklarını kesmiyor. (S. Abdülhakîm Arvâsî)
REBÎ'UL-EVVEL:
Hicrî-Kamerî senenin üçüncü ayı, Peygamberimizin doğduğu ay.
Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, mîlâdın beş yüz yetmiş
birinci yılı Nisan ayının yirmisine rastlayan, Rebî'ul-evvel ayının on
ikinci Pazartesi gecesi, sabaha karşı Mekke-i mükerreme şehrinde dünyâya
gelmiştir. Dünyânın her tarafındaki müsl ümanlar, her sene, bu geceyi,
mevlid kandili olarak kutlamaktadır. Her yerde mevlid kasîdeleri
okunarak Resûlullah efendimiz hatırlanmaktadır. Peygamberimiz,
nübüvvetten sonra, her yıl, bu geceye ehemmiyet verirdi. Her peygamberin
ümmeti, kendi peygamberinin doğum gününü bayram yapmıştı. Bugün de,
müslümanların bayramıdır. Neş'e ve sevinç günüdür. (İmâm-ı Kastalânî)
RECÂ:
Ümid etmek, Allahü teâlânın rahmetini ummak. (Bkz. Havf ve Recâ)
Peygamber efendimiz, ölüm döşeğinde yatan bir hastanın ziyâretine
giderek, ona, kendisini nasıl hissettiğini sorar. Adam; "Günâhımdan
korkuyor, fakat Allahü teâlânın rahmetinden de ümîdimi kesmiyorum"
deyince; Resûlullah efendimiz; "Mü'minin kalbinde havf (korku) ile recâ
toplandığı müddetçe, Allahü teâlâ o kuluna ümit verir ve onu
korktuğundan emîn kılar" buyurmuştur. (Hadîs-i şerîf-İhyâu
Ulûmiddîn-Tenbîh-ül-Gâfilîn)
RECEB AYI:
Hicrî ayların yedincisi ve mübârek üç ayların birincisi.
Receb, Allahü teâlânın ayıdır. Receb ayına ikrâm edene, saygı gösterene,
Allahü teâlâ dünyâda ve âhirette ikrâm eder. (Hadîs-i
şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)
Receb'in ilk Cumâ gecesini ihyâ edene (saygı gösterene) , Allahü teâlâ
kabir azâbı yapmaz. Duâlarını kabûl eder. Yalnız, yedi kimseyi affetmez
ve duâlarını kabûl etmez. Fâiz alan veya veren, müslümanları aşağı
gören, anasına-babasına eziyet eden, karşı gelen çocuk; müslüman olan ve
şerîate dîne uyan kocasını dinlemeyen kadın, şarkı ve çalgıcılığı san'at
edinenler, livâta ve zinâ edenler, beş vakit namazı kılmayanlar.
(Hadîs-i şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)
Receb-i şerîfin bir gün evvelinden, bir gün ortasından ve bir gün de
sonundan oruç tutana Receb-i şerîfin hepsini tutmuş gibi, Hak teâlâ
hazretleri lütf ve ihsânda bulunur. (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ul-Cenne)
Receb ayının her gecesi kıymetlidir. Receb ayı Âdem aleyhisselâmdan beri
kıymetli idi. Her ümmet, bu aya saygı gösterirdi. (Kutbüddîn İznikî)
RECM:
Taşlama; muhsan (evli) olup, zinâ eden kadın ve erkeği taşlayarak
öldürme.
Recm olunacak müslüman erkek ve kadının, zinâ suçunun, dört şâhid ile
isbât edilmiş olması veya kendileri tarafından dört kerre îtirâf (kabûl)
edilmesi lâzımdır. (İbn-i Âbidîn)
Osmanlılarda, altı yüz sene içinde, bir kerre zinâ şâhidliği yapılmamış,
bu sebeb ile hiç kimse, recm edilerek öldürülmemiştir. (S. Abdülhakîm
Arvâsî)
REDDİYE:
Ferâiz yâni İslâm mîrâs hukûkunda, Eshâb-ı ferâiz adı verilen Kur'ân-ı
kerîmde hisseleri bildirilen mîrâsçılar hisselerini aldıktan sonra
terike (ölenin bıraktığı mal) artmış ise ve kalanı alacak kimse yoksa,
artan terikenin yine aynı mirasçılar aras ında payları oranında taksim
edilmesi. Bu sûretle hisse alanlara Eshâb-ı red denilir.
Zevc (koca) ve zevce (hanım) dışındaki Eshâb-ı ferâiz (belli pay
sâhipleri) reddiye yoluyla mîrâsçı olur. Zevc ve zevceye red
olunmayanlar denir. (M. Mevkûfâtî)
REF':
Yukarı kaldırma, yükseltme.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Kitabda İdrîs'i de (aleyhisselâm) an. Çünkü o, çok sâdık bir
peygamberdi. Biz onu yüksek bir mekâna (göklere veya Cennet'e) ref'
ettik. (Meryem sûresi: 56, 57)
Doğrusu Allah onu (Îsâ aleyhisselâmı) ref' edip himâyesine almıştır.
Allah Azîz'dir. Hükmünde hikmet sâhibidir. (Nisâ sûresi: 158)
Biz, dilediğimizi derecelerle ref' ederiz ve her ilim sâhibinin üstünde
bir âlim vardır. (Yûsuf sûresi:76)
(Ey Resûlüm! Biz) Senin şânını (ismini ezân ve ikâmetlerde okunmakla)
ref' etmedik (yükseltmedik) mi? (İnşirâh sûresi: 4)
RE'FET:
Acıma, merhamet.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Sonra (Nûh ve İbrâhim aleyhimesselâmın) arkalarından peygamberlerimizi
ardarda gönderdik. Arkalarından da Meryem oğlu Îsâ'yı (aleyhisselâm)
gönderdik ve ona İncîl'i verdik. Kendisine tâbi olanların (bağlı
kalanların) kalblerine de re'fet ihsân ettik. (Hadîd sûresi: 27)
Acımak ve şefkat duygusunu kalbine yerleştirmiş olan re'fet sâhibleri,
himmetlerini zayıf ve âciz bir hayvana varıncaya kadar uzatırlar. Re'fet
sâhibi olmak, Allahü teâlânın lütuf ve merhâmetinin eseridir. (Ahmed
Rıfat Efendi)
REFÎK:
1. Dost ve arkadaş.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Kim Allahü teâlâya ve Resûl'e itâat ederse, işte onlar Allah'ın
kendilerine lütuflarda, ihsânlarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler,
şehîdler ve sâlih kişilerle berâberdir. Bunlar ne güzel refiktirler.
(Nisâ sûresi: 69)
Her peygamberin bir refîki vardır. Benim Cennet'teki refîkim Osman'dır.
(Hadîs-i şerîf-Savâik-ul-Muhrika)
Önce refîk sonra yol. (Şâh-ı Nakşibend) Yâ Rab! Kabrimi Ravda-i Cennet
et, Yalnız bırakma, refîkim rahmet et.
(M. Sıddîk Gümüş)
2. Yumuşak huylu, rıfk sâhibi. (Bkz. Rıfk)
Allahü teâlâ refîktir, yumuşaklığı sever. Sertlik edenlere vermediği
şeyleri ve başka hiçbir şeye vermediğini yumuşak davranana ihsân eder.
(Hadîs-i şerîf-Müslim)
Refîk-i A'lâ:
1. Allahü teâlâ.
Ölüm hastalığında Resûl-i ekrem, dünyâda kalmakla, âhirete kavuşmak
husûslarında serbest bırakıldığı vakit; "Allah'ım, senden Refîk-i
a'lâ'yı isterim" buyurmuştur. (Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim)
2. Peygamberlerin, evliyânın, şehidlerin ve sâlih (iyi) kimselerin
rûhlarının bulunduğu yer.
Rûhun, bedendeki hâlinden başka hâlleri vardır. Mü'min öldükten sonra,
rûhu, Refîk-i a'lâda bulunur. Bedene ilgisi de vardır. Bir kimse,
mezârdaki bedene selâm verse, Refîk-i a'lâda bulunan rûhu bu kimseye
selâm verir. (Dâvûd bin Süleymân Bağdâdî)
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, dilediklerine kavuşup, Allahü teâlânın ihsân
ettiği derecelere varıp, cenâb-ı Hakk'ın takdîri yerini bulunca, Azrâil
aleyhisselâmın dâvetini kabûl edip, hicrî bin otuz dört senesi, Safer
ayının yirmi dokuzuncu Salı günü Ref îk-i a'lâ'ya kavuştu. Sihrind
(Serhend) kabristanına defn edildi. (Bedreddîn Serhendî)
Allah'tan korkan takvâ sâhipleri için, başkalarının ortak olmıyacağı
üstün makamlar vardır. Onlar, Refîk-i a'lâ'da yer alırlar. Çünkü onlar
âlimlerdir. Âlimler ise, Peygamberlerin vârisleri olmaları bakımından
peygamberlerle berâberdir. Refîk-i a'lâ' da bulunmak, peygamberler ve
onlara katılanlara mahsûstur. (İmâm-ı Gazâlî)
REFREF:
İnce, yumuşak kumaş, bir çeşit döşek; Peygamber efendimizin mîrâc
esnâsında (bilinmeyen yerlere götürüldüğü, Cennet'i ve Cehennem'i
gördüğü gece) bindikleri Cennet yaygısı.
Resûlullah efendimiz, mîrâc gecesinde, Cebrâil aleyhisselâm ile Burak
adındaki beyaz hayvana bindi. Altıncı gökteki Sidret-ül-müntehâ ağacının
yanına geldiler. Cebrâil aleyhisselâm Sidre'de kaldı ve; "Kıl kadar
ilerlersem, yanar yok olurum" dedi. Resûlullah efendimiz, Cennet'i,
Cehennem'i ve sayısız şeyleri gördü. Sonra Refref üzerine oturdu. Bir
anda çok yükseklere çıktı. Hicâb denilen yetmiş bin perdeden geçti. Her
hicâb arası çok uzak idi. Her perdede vazîfeli melekler vardı. Refref,
Peygambe r efendimizi birer birer o perdelerden geçirdi. (Halebî)
Söyleşirken Cebrâil ile kelâm Geldi Refref önüne verdi selâm.
(Süleymân Çelebi)
REGÂİB GECESİ:
Mübârek gecelerden. Receb ayının ilk Cumâ gecesi. Regâib, ragîbetin
çoğuludur. Ragîbet; ihsân, ikrâm demektir.
Allahü teâlâ, Regâib gecesinde mü'min kullarına, ragîbetler yapar.
Regâib gecesinde yapılan duâ red olmaz ve namaz, oruç, sadaka gibi
ibâdetlere kat kat sevâb verilir. O geceye hürmet edenleri affeyler.
(Seyyid Abdülhakîm)
Türkiye'de ve birçok İslâm memleketlerinde bir asırdan beri Peygamber
efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek babası Abdullah'ın
evlendiği geceye, Regâib kandili ismi veriyorlar. Regâib gecesine böyle
mânâ vermek doğru değildir. Böyle mânâ vermek, Resûlullah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem) dokuz aydan önce dünyâyı teşrif etmiş
olduğunu yâni doğduğunu bildirmek olur ki, bu da noksanlık ve kusurdur.
Her bakımdan her insanın üstünde ve her bakımdan kusursuz olduğu gibi,
Âmine vâlidemizi nûrlandırdığı zaman da noksan ve kusurlu değildi. Bu
zamânın noksan olması tıp ilminde ayb ve kusur sayılmaktadır. (Seyyid
Abdülhakîm)
REGÂİB NEMAZI:
Receb ayının ilk Cumâ gecesi olan Regâib gecesinde kılınan nâfile namaz.
Regâib, Berât ve Kadir gecesi namazını cemâatle (toplu olarak) kılmak
mekrûhtur. Peygamber efendimiz böyle yapmamıştır ve yapın diye emir
buyurmamıştır. (İmâm-ı Rabbânî)
REHBER:
Yol gösteren, kılavuz; bir kimseye veya bir topluluğa iyi ile kötüyü
görmesinde ve doğru yolu bulmasında yardımcı olan, insanı Allahü
teâlânın rızâsına kavuşturmaya çalışan, ilim ve ahlâk sunan zât. (Bkz.
Mürşîd)
Allahü teâlânın sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâm; insanların
rehberi, her bakımdan en güzeli, en iyisi ve en üstünüdür. (İmâm-ı
Rabbânî)
Allahü teâlâyı tanımaya çalışmak, bunun için, İslâm ahlâkını bilen ve
cenâb-ı Hakk'a kavuşturma yolunu gösteren bir rehber aramak ve ona
uymak, İslâmiyet'in emirlerindendir. (İmâm-ı Gazâlî)
İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik
yapamaz. Kusurları örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak
olması, doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip kötülükten
men edici olması, misâfirperver ve gece leri insanlar uyurken ibâdet
edici olması, âlim ve cesûr olması. (Abdülkâdir-i Geylânî)
Târihi inceleyecek olursak, insanların, önlerinde Allahü teâlânın
gönderdiği bir rehber olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış
yollara saptıklarını görürüz. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret
sâhibinin var olduğunu, aklı sâyesinde anlad ı. Fakat, ona giden yolu
bulamadı. Peygamberleri işitmiyenler, hâlıkı (yaratanı) evvelâ
etraflarında aradı. Kendilerine en büyük fâidesi olan güneşi, yaratıcı
sandılar ve ona tapmağa başladılar. Kısacası, insan bir, ezelî ve ebedî
olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Çünkü rehbersiz,
karanlıkta doğru yol bulunamaz. Peygamberler en büyük rehberlerdir.
İslâm dînini tebliğ eden, en son ve en üstün peygamber, Muhammed
aleyhisselâmdır. O'na verilen kitâb, Kur'ân-ı kerîmdir. O'nun doğru yolu
gösterici mübârek sözlerine, hadîs-i şerîf denir. Bir insan, bir rehber
olmadan Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin mânâsını anlayamaz. Bunun
için, yetişmiş ve yetiştirebilen Mürşid-i kâmil denilen büyük din
âlimlerine ihtiyaç vardır. Bun ların en üstünleri de dört mezheb
imâmlarıdır. Bunlar; İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe, İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Mâlik
ve İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'dir "rahmetullahi aleyhim ecmaîn". Bu dört
imâm, İslâm dîninin dört temel direkleridir. Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i
şerîflerin mânâlarını doğru olarak öğrenmek için, bunlardan birinin
kitâblarını okumak lâzımdır. Bunların herbirinin kitâblarını açıklayan
binlerce âlim gelmiştir. Bu açıklamaları okuyan, İslâm dînini doğru
olarak öğrenir. Bu kitâbların hepsindeki îmân bilgileri aynıdır. Bu
doğru îmâna "Ehl-i Sünnet" îtikâdı (inancı) denir. (M. Sıddîk Gümüş)
REHN (Rehin):
Bir sebebden dolayı bir şeyi habsetmek, alıkoymak; ödenecek mal
karşılığında bir malı, alacaklıda veya başka emin bir kimse elinde
emânet bırakmak. İpotek etmek.
Rehn ancak mal borcu için verilir ve zor ile alınmaz. Rehn akd ile yâni
îcâb ve kabûl (sözleşme) ile yapılır. (İbn-i Âbidîn)
Rehin bırakılan malın, satılmaya elverişli olması şarttır. Ağırlıkla ve
hacim ile ölçülen her şey; altın, gümüş eşyâ, para rehn olarak
verilebilir. (İbn-i Âbidîn)
Rehin edilen şeyin satışı, rehn sâhibinin izni olmadan bâtıldır,
geçersizdir. Teslîmi câiz değildir. (İmâm-ı Gazâlî)
Rehn, borç ödeninceye kadar habs olunur. Önce borç ödenir; sonra rehn
geri verilir. (İbn-i Âbidîn)
Alacaklı; rehnin, borçlunun mülkünden çıkmasına sebeb olamaz, satamaz,
kiraya veremez. Rehni, ancak borçlunun izni ile kullanabilir. (Ali
Haydar Efendi)
Borçlu, rehndeki malını, alacaklının izni olmadan satamaz. Satmak için
isteyemez. (İbn-i Âbidîn)
REK'AT:
Namazın bölümlerinden her biri; bir namazda kıyâm, rükû ve iki secdenin
toplamı.
Bir kimse kırk gün (cemâatle kılınan) namazın birinci rek'atini
kaçırmazsa, ona iki berât (kurtuluş vesîkası, senedi) yazılır:
Cehennem'den kurtulma berâtı ve nifâktan (münâfıklıktan) kurtulma
berâtı. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Ağız misvâklanmış olarak kılınan iki rek'at namaz, misvaklanmadan
kılınan yetmiş rek'at namazdan daha üstündür. (Hadîs-i şerîf-Taberânî,
Beyhekî)
Âkil (akıllı) ve bâliğ (ergenlik çağına gelmiş) olan her müslümanın her
gün beş vakit namaz kılması farzdır. Bu beş vakit namaz kırk rek'at
eder. Bunlardan on yedi rek'ati farzdır. Üç rek'ati vâcibdir. Yirmi
rek'ati sünnettir. (İbn-i Âbidîn)
Birinci rek'at, namaza durunca; diğer rek'atler ayağa kalkınca başlar ve
tekrar ayağa kalkıncaya kadar devâm eder. Son rek'at ise, selâm
verinceye kadar devâm eder. (İbn-i Âbidîn)
İki rek'atten az namaz olmaz. Akşamın farzı ile vitirden başka, her
namaz çift rek'atlidir. (Tahtâvî)
Her bir rek'atte namazın farzları, vâcibleri, sünnetleri, müfsidleri ve
mekrûhları vardır. (Bkz. İlgili maddeler) (Abdullah-ı Mûsulî)
Namazda rükûa yetişemeyen, o rek'ati imâmla kılmış olmaz. İmâm rükûda
iken gelen, niyyet eder ve ayakta tekbîr getirip namaza girer. (Halebî
İbrâhim)
REML (Remel):
Hac ibâdeti yerine getirilirken, tavâfın (Kâbe'nin etrâfında dönmenin)
ilk üçünde, erkeklerin kısa adımlarla, omuzları silkerek, çalımlı
yürümeleri.
Reml, haccın sünnetlerindendir. Resûlullah efendimiz, Mekke'yi feth edip
Kâbe'yi tavâf esnâsında, Eshâbı (arkadaşları) ile birlikte reml yaparak
tavâf ettiler. Bu şekilde yapmalarının sebebi; karşıdan onları seyreden
ve müslümanların zayıf düştükleri kanâatinde olan Mekkeli müşriklere,
mü'minlerin güçlü ve azimli olduklarını göstermek içindi. İşte bu
sünnet, o hâdisenin hâtırâsıdır. (İbn-i Hümâm)
Kâbe'nin etrâfında yedi defâ tavâf eden (dönen) bir kimse, ilk üçünde
reml yapar. Diğer dört tânesini de normal yürüyüşle yapar. Reml
yapmaktan maksad; müşriklerin gözünü yıldırmak ve şecâat (kahramanlık)
göstermektir. Reml'de efdâl olan, Kâbe'nin ya kınında olmasıdır.
Kalabalık sebebiyle bu mümkün olmuyorsa, uzaktan yapmalıdır. Dış
taraftan üç kere reml yapar, sonra da yaklaşarak mümkün olduğu kadar
kimseye eziyet etmeden dört kere daha döner. Her dönüşte,
hacer-ül-esved'i istilâm (selâmlama) da ha iyidir. (İbn-i Hümâm)
REMY-İ CİMÂR:
Hac ibâdeti esnâsında Kurban bayramının birinci, ikinci, üçüncü ve
dördüncü günlerinde Minâ'da bulunan ve Cemre adı verilen taş yığınlarına
nohut büyüklüğündeki taşları atmak. Buna şeytan taşlama da
denilmektedir.
Remy-i cimâr haccın vâciblerindendir. Kurban Bayramı günlerinde Minâ'da
birbirlerinden birer ok atımı uzakta bulunan Cemre-i ûlâ (birinci
cemre), Cemre-i vustâ (orta cemre) ve Cemre-i Akabe (Akabe cemresi) adı
verilen taş yığınlarına, üç gün her biri ne yedişer taş atılır. Bu
taşlar atılırken Allahü ekber denir. (Mehmed Zihni Efendi)
Remy-i cimâr, Kurban bayramının dört gününde de yapılır. Birinci günü
sabahı, Cemre-i Akabe denilen yerde sağ elin baş ve şehâdet
parmaklarıyla cemre yerini gösteren duvarın dibine nohut kadar yedi taş
atılır. Bayramın ikinci günü öğle namazında Minâ 'da okunan hutbeden
sonra üç cemreye yedişer taş atılır. Remy-i cimâra mescid-i Hîf'e yakın
olandan başlanır. Üçüncü günü de böyle yedişer taş atılır ki, hepsi kırk
dokuz taş olur. Dördüncü gün de Minâ'da kalıp fecrden (tan yerinin
ağarmasından) güne şin batışına kadar dilediği zamanda yirmi bir taş
daha atmak müstehâbdır. Remy-i cimâr esnâsında, birinci ve ikinci
cemrelere (taş atma yerlerine) taş attıktan sonra kollar omuz hizâsında
kaldırılarak ve el ayaları semâya veya kıbleye çevrilerek duâ edilir.
Atılacak yetmiş taş Müzdelife'de toplanır. Remy-i cimârı hayvan üstünde
yapmak da câizdir. (Mevkûfâtî)
RESÛL:
1. Yaratılışı, huyu, ilmi, aklı ve her bakımdan zamânında bulunan bütün
insanlardan üstün olan ve yeni bir din ile gönderilen peygamber.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Resûl size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.
Allahü teâlâdan korkun. Çünkü Allah'ın azâbı çetindir. (Haşr sûresi: 7)
Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâmdan beri her bin senede bir resûl
vâsıtasıyla insanlara bir din göndermiştir. Son resûl Muhammed
aleyhisselâmdır. O'ndan başka peygamber gelmeyecektir. O bütün insanlara
peygamber olarak gönderilmiştir. (Abdülhakîm bin Mustafâ)
Allahü teâlânın, resûlleri vâsıtasıyla bildirdiği emirlerin, bilgilerin
herhangi birine inanmamak ve şüphe etmek küfürdür. Çünkü resûle
inanmamak veya îtimâd etmemek, resûle yalancı demek olur. Yalancılık
kusurdur. Kusurlu olan peygamber olamaz. (Seyyid Abdülhakîm Efendi)
Cenâb-ı Hak, bütün insanlara, sayılamayacak kadar çok nîmet, iyilik
vermiştir. Bunların en büyüğü ve en kıymetlisi olarak da, resûller ve
nebîler (aleyhissalevâtü vetteslîmât) göndererek ebedî seâdetin yolunu
göstermiştir. (Hâdimî)
2. Elçi, haberci.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Onlara o şehir (Antakya) halkını misâl getir. Hani oraya (Îsâ
aleyhisselâmın) resûller gelmişti. Biz o zaman kendilerine iki elçi
göndermiştik de onları tekzîb etmişlerdi, yalanlamışlardı. Biz de bir
üçüncü ile bunları takviye etmiştik de "Hakîkat, biz size gönderilmiş
elçileriz" demişlerdi. (Yâsîn sûresi: 13,14)
Resûl-i Ekrem:
Peygamberlerin en üstünü, en kıymetlisi olan Muhammed aleyhisselâm.
Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün âlemlere rahmet, canlı
ve cansız her mahlûka peygamber olarak gönderilmiştir. (Abdülhak-ı
Dehlevî)
Resûl-i ekremin mübârek gözleri uyur, kalb-i şerîfi uyumazdı. Aç yatıp
tok kalkardı. Aslâ esnemezdi. Mübârek vücûdu nûrânî olup, gölgesi yere
düşmezdi. Elbisesine sinek konmaz, sivri sinek ve diğer böcek mübârek
kanını içmezdi. (İmâm-ı Ahmed Kastalânî)
Resûl-i ekremin güzel huyları pekçoktur. Her müslümanın bunları
öğrenmesi ve bunlar gibi ahlâklanması lâzımdır. Böylece, dünyâda ve
âhirette felâketlerden, sıkıntılardan kurtulmak ve O iki cihân
efendisinin sallallahü aleyhi ve sellem şefâatine kavuş mak nasîb olur.
(İmâm-ı Kastalânî)
Resûl-i ekrem nâzik idi. Cömerd idi. Fakat isrâf etmez, faydasız yere
bir şey vermezdi. Herkese acırdı. Mübârek başı hep öne eğik idi.
Kimseden bir şey beklemezdi. Seâdet, huzur isteyen O'nun gibi olmalıdır.
(İmâm-ı Kastalânî)
Resûl-i ekrem, kahkaha ile gülmediği gibi, yüksek sesle de ağlamazdı;
amma mübârek gözlerinden yaş akar, mübârek göğsünün sesi işitilirdi.
Ümmetinin günahlarını düşünüp ağlardı ve Allahü teâlânın korkusundan ve
Kur'ân-ı kerîmi işitince ve bâzan da namaz kılarken ağlardı.
(Abdülhak-ı Dehlevî, Kastalânî)
Resûl-üs-Sakaleyn:
İnsanlara ve cinne peygamber olarak gönderilen Muhammed aleyhisselâm.
Rivâyet olunur ki, Mekke'de bir ağaç, Resûl-üs-sakaleyn'in önüne gelip;
"Yâ Resûlallah! Cinnîlerden bir cemâat sizinle görüşmeye gelmişler.
Hüsûn denilen yerde bekliyorlar" dedi. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
"Ben bu gece cinnîler ile mülâkât etmeğe ve onlara dîn-i İslâm'ı ve
Kur'ân-ı kerîmi öğretmeye emr olundum. Benimle gelecek kim vardır?"
Eshâb-ı kirâm sustular. İbn-i Mes'ûd (r.anh); "Yâ Resûlallah! İzin
buyurursanız ben gelebilirim" dedi. Kalkıp o yere gittiler. Resûlullah
efendimiz mübârek parmağıyla bir dâire çizdi ve İbn-i Mes'ûd'a; "Bu
dâire içine otur, sakın dışarı çıkma. Yoksa beni göremezsin" buyurdu.
Sonra namaza durdu. Tâhâ sûresini okumaya başladı. Daha sonra cinnîler
gelip Resûlullah'a uydular. Hepsi on iki bin cinnî idi. Namazdan sonra
onları İslâm'a dâvet eyledi. Hepsi kabûl ettiler. (Molla Miskîn)
Resûl-üs-sakaleyn Muhammed aleyhisselâma tâbi olmak demek; O'nun gittiği
yolda yürümektir. O'nun yolu, Kur'ân-ı kerîmin gösterdiği yoldur. Bu
yola, dîn-i İslâm denir. O'na uymak için, önce îmân etmek, sonra
müslümanlığı iyice öğrenmek, farzları yapmak, haramlardan kaçınmak,
daha sonra sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmak lâzımdır. Bunlardan
sonra, mübahlarda (yapılması emir olunmayan ve yasak da edilmeyen
şeylerde) da O'na uymaya çalışmalıdır. (Ahmed Fârûkî)
|