GABEN:
Aldatma, aldanma, alıcı ve satıcıdan birinin diğerini aldatması.
Gaben-i Fâhiş:
Piyasadaki en yüksek satılandan altın ve gümüşte % 2,5 ve daha fazlasına,
urûzda yâni ölçülüp tartılan ve taşınabilen mallarda % 5, hayvan için %
10, binâ için % 20'den, ibâdet konularında lâzım olan şeylerde de
piyasadaki fiyatından iki misli fazla olan aldanmalar.
Bâyi' (satıcı), bu mala, şu kadar lira veren oldu deyip, satsa, sonra
gaben-i fâhiş olduğu ve başkası, o kadar lira vermediği anlaşılsa,
müşteri (alıcı) bey'i (satışı, alış-verişi) fesh edebilir, bozabilir. (Mecelle)
Yolculukta, su, gaben-i fahişle satılırsa veya piyasa fiyatı ile alacak
fazla parası yok ise, namazını teyemmüm ile kılması câiz olur. (İbn-i
Âbidîn)
Gaben-i Yesîr:
Az aldanma veya az aldatma.
GADAB (Gazab):
1. Hiddet, öfke, kızgınlık.
Gadab, şeytanın vesvesesinden hâsıl olur. Şeytan, ateşten yaratılmıştır.
Ateş, su ile söndürülür. Gadaba gelince, abdest alınız. (Hadîs-i
şerîf-Berîka)
Bir kimse, Allahü teâlânın rızâsı için gadabını giderirse, Allah da,
ondan azâbını def eder, giderir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Gadaba gelen bir kimse, dilediğini yapmaya gücü yettiği hâlde, yumuşak
davranırsa, Allahü teâlâ onun kalbini, emniyet, güven ve îmân ile
doldurur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Gadab kanın hareketinin artmasından (tansiyonun artmasından) meydana
gelir. Allah için gadaba gelmek iyidir, dîne olan gayretindendir. (Ali
bin Emrullah)
Gadabının peşinden hilm eden, yumuşak davranan kimseyi Hak teâlâ sever.
(İmâm-ı Rabbânî)
Gadab, insanın içinden dışına doğru çıkar. Hüzün ise, dışından içine
doğru işler. Gadabdan güç ve intikam hırsı, hüzünden ise, dert ve
hastalık doğar. (Rıslân ed-Dımeşkî)
Ey oğlum! İnsanlara kızmaktan çok sakın. Yoksa sana da kızarlar. Boş iş
ve sözlerden sakın, sonra aşağılanırsın. (Ca'fer-i Sâdık)
2. Allahü teâlânın, emrine karşı gelen kullarından intikam almak
istemesi.
Hadîs-i şerîfte buyruldu ki:
Bir yudum şarab içene, Allahü teâlâ üç gün gazab eder. (Yâni buna tövbe
etmedikçe, üç gün içindeki iyiliklerine sevab verilmez ve günahları
affedilmez. Üç gün içinde ölürse îmânsız gitmesinden korkulur. Bir kadeh
içene Allahü teâlâ kırk gün gadab ede r.)
Yalan yere yemin ederek, birinin malını alan kimse, kıyâmet günü Allahü
teâlâyı gadablı görecektir. (Hadîs-i şerîf-Seâdet-i Ebediyye)
Allahü teâlâ iyilik ve kötülük yapmayı çeşitli sebeblerle
hatırlatmaktadır. Merhamet ettiği kulları kötülük yapmak irâde edince,
isteyince O irâde etmez ve yaratmaz. İyilik yapmak irâde ettikleri zaman
O da irâde eder ve yaratır. Böyle kullardan hep iyilik meydana gelir.
Gadab ettiği düşmanlarının kötü irâdelerinin, isteklerinin yaratılmasını
O da irâde eder ve yaratır. Bu kötü kullar, iyilik yapmak irâde
etmedikleri için bunlardan hep fenâlık meydana gelir. (Abdülhakîm Arvâsî)
GADR:
1. Verdiği sözde durmamak.
Gadr eden kimse, kıyâmet günü kötü bir şekilde cezâsını görecektir. (Hadîs-i
şerîf-Berîka)
Dört şey münâfıklık (müslümanları aldatmak için müslüman görünmek)
alâmetidir (işâretidir) : Emânet olunana hıyânet etmek (emânet edilen
şeyi kötüye kullanmak, ona zarar vermek), yalan söylemek, va'dini (verdiği
sözü) bozmak ve ahdine (sözleşmesine) gadr etmek, mahkemede doğruyu
söylememek. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî)
Din kitaplarının hepsi, gadrden sakındıran yazılarla doludur. Gadr
ekseriyâ mal ve ikbâl (yükselme, mevkı) hırsı ve istek sebebiyle olur.
Her ne sûretle olursa olsun, hepsi dinde zemmedilmiş, kötülenmiştir.
(Ahmed Rıf'at)
2. Zulüm, haksızlık.
Allahü teâlâ kıyâmet günü bir adamı bütün insanlar arasında hesâba çeker
ve aleyhindeki doksan dokuz defterini ortaya kor. Allahü teâlâ; "Bu
günâhlardan, kabûl etmediğin ve meleklerin sana fazla yazdığı husûsunda
bir diyeceğin var mı?" diye sorar. Ad am; "Hayır yâ Rabbî! Bir diyeceğim
yok; hepsi benim yaptığım günâhlardır" der. Allahü teâlâ; "Bunlara karşı
öne süreceğin mâzeretin (özürün) var mı?" diye sorar. Adam; "Hayır yok
yâ Rabbî! Bir mâzeretim, bir îtirâzım, bahanem ve bir diyeceğim yok" de
r. Allahü teâlâ; "Hayır, dediğin gibi değil. Bizim nezdimizde (nazarımızda,
yanımızda) senin bir sevâbın vardır. Bugün zulüm yok" buyurur ve iki
parmak eninde ve boyunda bir kâğıt çıkarılır. Burada; "Eşhedü enlâ ilâhe
illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlühû" dediği yazılıdır.
Kâğıdı gören adam; "Yâ Rabbî! Şu doksan dokuz defter karşısında bu
kağıdın ne kıymeti var?" der. Allahü teâlâ; "Hayır sen bugün gadre
uğramazsın" buyurur ve doksan dokuz defter terâzinin bir gözüne,
Kelime-i şehâdetin yazılı olduğu iki satırlık kâğıd da terâzinin öbür
gözüne konur ve şehâdet kelimesinin yazılı olduğu kâğıt, doksan dokuz
defterden ağır gelir. (İmâm-ı Gazâlî)
GADÎR-İ HUM HADÎSİ:
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Mekke-i mükerremeden
Medîne-i münevvereye giden yol üzerindeki Gadîr-i Hum denilen vâdide
buyurduğu hadîs-i şerîf.
Peygamber efendimiz Hudeybiye andlaşması veya Vedâ haccı dönüşünde
Eshâb-ı kirâmla (arkadaşlarıyla) birlikte Gadîr-i Hum denilen mevkiye
geldiklerinde istirâhat edip, namaz kıldıktan sonra hutbe okudu ve; "Ben
de insanım. Bir gün ecelim gelecek. Size Allah'ın kitâbını (Kur'ân-ı
kerîm) v e Ehl-i Beytimi (ev halkımı) bırakıyorum. Kur'ân-ı kerîmin
gösterdiği yola sarılınız! Ehl-i Beytimin kıymetini biliniz" buyurdu. "Ey
insanlar! Siz ne üzerine şehâdet edersiniz?" diye sordu. "Allahü
teâlâdan başka ilâh bulunmadığına, Muhammed aleyhisselâmın da Allah'ın
kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ederiz" dediler. Peygamber efendimiz; "Sizin
velîniz kimdir?" diye sorunca; "Bizim velîmiz Allahü teâlâ ve Resûlüdür"
dediler. Peygamber efendimiz; "Ey insanlar! Ben size kendi cânınızdan
evlâ değil miyim" diye sorunca; "Evet yâ Resûlallah!" dediler. Bunun
üzerine Peygamber efendimiz; "Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun
mevlâsıdır (beni seven ve yardımcı bilen kimse, Ali'yi de yardımcı
bilsin) . Allah'ım ona dost olana dost, düşman olana düşman ol. Ona
yardım edene yardım et!" buyurarak duâ etti. Peygamber efendimiz Gadîr-i
Hum mevkiinde buyurduğu için, Gadîr-i Hum hadîsi denildi. (Hadîs-i
şerîf-Buhârî, Müslim, Ahmed bin Hanbel)
Hazret-i Ali'yi seviyoruz deyip, Eshâb-ı kirâmın geri kalanına söğen
kimseler, Gadîr-i Hum hadîsini ileri sürerek halîfeliğin hazret-i
Ali'nin hakkı olduğunu, Ebû Bekr, Ömer ve Osman (r.anhüm) tarafından
haksızlıkla gasb edildiğini ileri sürmeleri do ğru değildir. (Abdullah-ı
Süveydî)
GAFFÂR (El-Gaffâr):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Günah, kusur ve
kabahatları çok bağışlayan.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Şüphe yok ki ben, tövbe eden, îmân edip sâlih (iyi) amel işleyen, sonra
da hak yolda sebât gösteren ve buna devâm eden kimseyi Gaffârım. (Tâhâ
sûresi: 82)
Allahü teâlâ Gaffâr'dır. O, güzel işleri açığa çıkarıp, günâh ve
kötülükleri örtendir. Kullarının kabahatlerini başkalarının gözünden
saklayan, kalbe gelen kötü düşüncelerden dolayı kulları sorumlu tutmayıp,
affedendir. (Abdülhakîm-i Arvâsî)
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsı(güzel isimleri) vardır. Bu isimleri de,
kendi zâtı gibi ezelîdir yâni başlangıcı yoktur. Bu doksan dokuz isminin
arasında bulunan ve bulunmayan Müntekim ve Şedîd-ül-ikâb gibi
isimlerinden dolayı yedi Cehennem'i yarattı. Rahman ve Rahîm ve Gaffâr
ve Latîf ve Raûf gibi isimlerinden dolayı sekiz Cennet'i yarattı.
Cehennem'e ve Cennet'e gitmeğe sebeb olacak şeyleri ezelde ayırt etti.
Çok merhâmetli olduğu için, bunları kullarına bildirdi. (Hâdimî)
Cumâ namazından sonra yüz defâ el-Gaffâr ism-i şerîfini söyleyen, Allahü
teâlânın af ve mağfiretine kavuşur. (Yûsuf Nebhânî)
GÂFİL:
Gaflette olan. Allahü teâlâyı, emir ve yasaklarını unutan kimse.
Gâfiller arasında Allahü teâlâyı anan, gâziler arasında muhârebe eden
kimse gibidir. (Hadîs-i şerîf-Kelâm-ı Seyyid-il-Arab vel-Acem)
Bütün kötülüklerin başı, kalbin Allahü teâlâdan gâfil olmasıdır. (Abdülkâdir-i
Geylânî)
Dünyâ, uyuyan kimsenin rüyâsı gibidir. Devâmı olmayan nîmetin ne
safâsı(hoşluğu, güzelliği) olur? Bir kere düşün ki, dün sende bulunan
nîmetler, bugün gidince, rüyâ görmüş kimseden ne farkın var?Allahü
teâlâdan gâfil olanlar o kadar çoktur ki, bunlar dünyâ hayâtından gâfil
değildirler. Allahü teâlâya ibâdette o kadar çok uyuyan vardır ki, dünyâ
işlerinde uyumazlar. (İmâm-ı Mâverdî) Gâfil olma, kıl namazı çün seâdet
tâcıdır, Sen namazı şöyle bil ki, mü'minin mîrâcıdır.
(Lâ Edrî)
Mü'min gâfil olmadıkça çok gülmez. (İmâm-ı Gazâlî)
GAFLET:
Nefsin arzularına uyarak, Allahü teâlâyı, emir ve yasaklarını unutma
hâli.
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
(Ey Resûlüm!) Onları iş bitirildiği (hesâb görüldüğü) zamanın dehşeti
ile korkut. Onlar hâlâ gaflet içindedirler. Onlar îmân etmiyorlar. (Meryem
sûresi: 39)
Ey insanlar! Ölmeden önce gafleti bırakın, Allahü teâlâya dönün. Tövbe
istiğfâr ederek Allah'a kulluk edin. Sizi oyalayıcı işleriniz çoğalmadan
yararlı işler yapmağa gayret edin. Allahü teâlâyı çok çok anın.
Rabbinizin rızâsını kazanmaya çalışın. Böyle yaparsanız, rızkınız bol
olur. Kazancınız çoğalır. Yardım görürsünüz ve eksikleriniz tamamlanır.
(Hadîs-i şerîf-Sünen-i İbn-i Mâce)
Dört şey kişinin nasîbsizliğinden ve gafletindendir: Gözlerin ağlamaması,
kalbin katılaşması, hayalperest ve aç gözlü olmak. (Hadîs-i
şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
Gaflet, insana gurûr getirir, helâke yaklaştırır. (Hazret-i Ali)
İnsana zarârı en şiddetli olan şeyin ne olduğunu bilmek istedim. Anladım
ki, bu gaflettir. Gafletin insana yaptığı zarârı Cehennem ateşi yapmaz.
Yâ Rabbî! Bizleri gaflet uykusundan uyandır. Lütûf ve keremin ile bu
duâmı kabûl eyle. (Bâyezîd-i Bistâmî) Ömrünü boş geçirme, nefsine kuvvet
verme, Uyan! Gaflet eyleme yalvar güzel Allah'a. Günâhın çok olsa da
O'ndan ümidi kesme, Afvı, keremi boldur, yalvar güzel Allah'a.
(İbrâhim Tennûrî)
GAFÛR (El-Gafûr):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kulların günâh,
ayıb ve hatâlarını pek çok örtüp, bağışlayan.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Bir kimse, zulüm (günâh) i şleyip, sonra tövbe eder, sâlih (iyi) amel
işlerse, Allahü teâlâ tövbesini elbette kabûl eder. Muhakkak ki Allahü
teâlâ, Gafûrdur, Rahîmdir (çok merhâmetlidir) . (Mâide sûresi: 39)
Şüphe yok ki, Allahü teâlâ Gafûr'dur, Rahîm'dir. (Tegâbün sûresi: 14)
(Ey Habîbim!) Kavmine de ki: "Ey günah işlemekle nefslerine karşı haddi
aşmış kullarım! Allahü teâlânın rahmetinden ümid kesmeyiniz! Allahü
teâlâ bütün kulları affeder. O Gafûr'dur, Rahîm'dir. (Zümer sûresi: 53)
El-Gafûr ism-i şerîfini söyleyenin son nefeste Kelime-i tevhîdi
söylemesi ve ölümü kolay olur. (Yûsuf Nebhânî)
GAMÂRÂ:
Yahûdîlerin Tevrât'tan sonra mukaddes kitab saydıklarıTalmûd'un
kısımlarından biri. Talmûd; Mişnâ ve Gamârâ olmak üzere iki kısımdır.
Yahûdî inanışına göre, Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma Tûr dağında
Tevrât kitabını (yazılı emirleri) verdiği gibi, bâzı ilimleri yâni sözlü
emirleri de bildirdi. Mûsâ aleyhisselâm bu ilimleri Hârûn, Yûşâ ve
El-Yesa'a aleyhimüsselâm bildirdi. Bunlar d a kendilerinden sonra gelen
peygamberlere bildirdiler. Bu bilgiler nesilden nesile yâni hahamlardan
hahamlara rivâyet edildi. M.Ö. 538 ve M.S. 70 yıllarında Mişnâ adı
verilen çeşitli kitablar yazıldı. Zamanla bu kitablara şahsî görüşler
karıştı. Böylece pekçok rivâyetler ve kitablar ortaya çıktı. Nihâyet
mîlâdî ikinci asırda bütün kitabları içinde toplayan meşhûr Mişnâ,
Tannaim denilen hahamlar tarafından yazıldı. Amoraim (Îzahçılar) denilen
hahamlar da Gamârâ kitabını toplayıp ortaya koydular. Daha sonra Mişnâ
ve Gamârâ'ya birlikte Talmûd adı verildi. (Müslümanlık ve Hıristiyanlık)
GAMÛS YEMÎNİ:
Geçmişteki bir hâdise için, bile bile yalan söyleyerek, yemîn etmek. (Bkz.
Yemin)
Gamûs, günâha ve Cehennem'e sokucu yemindir. Büyük günâhtır. Pişmân
olunca tövbe istigfâr edilir. Keffâret verilmez. (İbn-i Âbidîn)
GANÎ (El-Ganî):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hiçbir zamanda,
hiçbir mekânda, hiçbir hâlde, hiçbir şeye muhtâc olmayan. Allahü teâlâya,
hiçbir şekilde başkasına muhtaç olmayan mânâsına Ganiy-yi mutlak da
denir.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
O'na bir yol bulabilenlerin (gücü yetenlerin) Beyti (Kâbe-i muazzamayı)
hac (ve ziyâret) etmesi, Allahü teâlânın insanlar üzerinde bir hakkıdır.
Kim küfrederse, şüphesiz ki Allahü teâlâ âlemlerden ganîdir. (Âl-i imrân
sûresi: 97)
Rabbin herşeyden ganîdir ve rahmet sâhibidir. Eğer dilerse (ey müşrikler)
sizi giderir (ortadan kaldırır), arkanızdan da yerinize dileyeceğini
getirir. Nitekim sizi de başka başka bir kavmin neslinden peydâ etmiştir.
(En'âm sûresi: 133)
Ey benim kullarım! Şüphesiz siz bana hiçbir zarar veremezsiniz ve bana
hiçbir fayda sağlayamazsınız. Ben bunlardan münezzeh ve berîyim. Ben,
ganîy-yi mutlakım siz de fakîr-i mutlaksınız, mutlak muhtaçsınız. (Hadîs-i
kudsî, Hilyet-ül-Evliyâ)
Allahü teâlâ ganîdir. İnsanlara acıdığı için, onlara ihsânı olarak emir
ve yasaklarını bildirmiştir. Emirlerin ve yasakların faydaları
insanlaradır. Allahü teâlâya faydası yoktur. Allahü teâlânın bunlara
ihtiyâcı yoktur. Allahü teâlâ Ganiy-yi mutlakt ır. Ne kendine, ne
sıfatlarına, ne de fiillerine hiçbir sûretle, hiçbir şey lâzım değildir.
(Ahmed Fârûkî)
Hastalık veya bir musîbet geldiğinde el-Ganîyyü ism-i şerîfi okunduğunda,
Allahü teâlâ âfiyet verir ve o belâdan muhâfaza eder. (Yûsuf Nebhânî)
GANÎMET:
Harpte düşmandan zorla alınan mal.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Şimdi elde ettiğiniz ganîmetten helâl ve hoş olarak yiyin. (Enfâl sûresi:
69)
Ganîmetler bana helâl kılındı. Benden önce hiç kimseye helâl kılınmadı.
(Hadîs-i şerîf-Buhârî-Müslim)
Düşmandan alınan ganîmet, dâr-ül-İslâm'a (İslâm memleketine) getirilince,
askerin hakkı olur. Fakat, taksim edilmeden önce mülk olmaz. Ganîmetin
beşte biri beytülmâle (hazîneye) verilir. Geri kalanı askere dağıtılır.
(İbn-i Âbidîn)
GARÂMET:
Borçlanılan şeyi ödeme. Bir çeşit vergi.
Müslümanların, hıristiyanlara ve yahûdîlere yapmakla yükümlü oldukları
muâmele şekli, bizzat Resûlullah efendimizin, bütün müslümanlara hitâben
yazdırdığı şu mektûbda açıkça bildirilmiştir. Mektûbun tercümesinin bir
kısmı şöyledir:
Bu yazı, Abdullah oğlu Muhammed'in, bütün hıristiyanlara verdiği sözü
bildirmek için yazılmıştır... Müslüman olmayan herkes, benim himâyem (korumam)
altındadır. Hıristiyan manastırlarının (kiliselerinin) hiçbir tarafını
yıkmayın. Bunların kiliselerinden mal alınıp, müslüman mescidleri için
kullanılmasın. Ticâret yapmayan ve ancak ibâdet ile meşgûl olan
kimselerden, her nerede olursa olsunlar, garâmet almayın... (Feridun
Bey-Mecmûa-i Münşeât-üs-Salâtîn)
GARAZ:
1. Kin, içinden düşmanlık yapmak.
2. Gâye, maksad, arzu, dilek, istek. Hâsılım yok ser-i kûyunda belâdan
gayrı Garazım yok, reh-i ışkında fenâdan gayrı
(Fuzûlî)
(Ey sevgili! senin bulunduğun yerde, benim belâdan başka bir kazancım
yoktur. Aşkının yolunda, yok olmaktan başka bir maksat, gâye taşımıyorum.)
GARER:
Tehlike, zarar. Sonu belli olmayan şüphe ihtimâli olan satış.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem garer bulunan satışı, yasak
etmiştir. Bu sebeble yakalanmadan önce, balığı, havadaki kuşu, kaçıp,
kayıp olan hayvanı satmak bâtıldır. Hattâ sonra gelip müşteriye teslim
edilse yine satış geçerlilik kazanmaz. (M. Ebû Zühre)
GARÎB:
1. Yabancı, memleketinden uzakta bulunan, kimsesiz.
Garîb hastalanır, dört yanına bakınır da, tanıdık bir kimse göremezse,
Allah onun geçmiş günâhlarını affeder. (Hadîs-i şerîf-Deylemî)
Dünyâda garîb veya yolcu gibi ol ve kendini ölmüş say. (Hadîs-i
şerîf-Buhârî, Müslim)
Garîbler azdır. Onları sevmeyenler çoktur. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed
bin Hanbel)
En garîb ve muhtac olduğun gün, kabre konduğun gündür. (Ebû Zer Gıfârî)
Gariblere merhamet etmek Resûlullah efendimizin sünnetidir. Nerede bir
garip görsen ona olan merhametinden dolayı gözyaşların akmalıdır. (Ahmed
Yesevî)
GASB:
Başkasının malını izinsiz (rızâsı olmaksızın) zorla elinden almak. Malı
alana gâsıb, alınan mala mağsûb denir.
Gasb, haram olduğu gibi, gasbedilen malı; hediye, sadaka, ücret olarak
almak, kirâ ile kullanmak da haramdır. (Abdülganî Nablüsî)
Bir müslüman ölüp geriye gasb edilmiş bir mal bıraksa, vârislerin bu
malı, parayı alması helâl olmaz. Vârislerin bu malı sâhibine, eğer
sâhibi bilinmiyorsa fakîrlere vermesi lâzımdır. (İbn-i Âbidîn)
GASÎL-ÜL MELÂİKE:
Melekler tarafından yıkanan; Eshâb-ı kirâmdan Uhud harbinde şehîd olan
ve cenâzesini meleklerin yıkadığı Peygamber efendimiz tarafından
müjdelenen Eshâb-ı kirâmdan Hanzala hazretleri. (Âdem aleyhisselâmı da
melekler yıkamıştır.)
Hanzala'ya Gasîl-ül melâike lakabı verilme hâdisesi şöyle olmuştur:
HanzalaUhud gazâsına çıkılacağı gece evlenmişti. O gecenin sonuna doğru
Peygamber efendimizin harb haberini alınca, boy abdesti alma fırsatı
bulamadan Uhud harbine katıldı ve şehîd oldu. Harb sonrası Medîne'ye
dönüldüğünde, hanımı, Hanzala'yı sorunca , Resûlullah efendimiz şehîd
olduğunu bildirdi. Hanımı tekrar: "Yâ Resûlallah! O, boy abdesti almadan
harbe katılmıştı, bulunup yıkansın" deyince, Peygamber efendimiz; "Sen
Hanzala için hiç merak etme. Ben Hanzala'yı rahmet suları ile melekler
tarafından yıkanırken gördüm" buyurdu. (İbn-ül-Esîr, İbn-i Hacer)
GASL:
Yıkamak, yıkanmak. Ölünün cenâze namazı kılınmadan ve kefenlenmeden önce
teneşir tahtası üzerinde, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü
yatırıp, göbeğinden dizlerine kadar bir örtü ile kapatılarak yıkanması.
Âdem aleyhisselâm vefât edince, melekler Cennet'ten hanût ve kefen
getirdiler. Su ve sedir yaprağı ile gasl ettiler. Üçüncüsünde kâfûr
koydular. Üç kefen ile kefenlediler. Namazını kıldılar. Lahd (mezârın
içinde kıble tarafının biraz açılması) yaptıl ar. Defnettiler. Sonra
çocuklarına dönerek, ey âdemoğulları! Ölülerinize böyle yapınız!"
dediler. (Sa'lebî, Nişâncızâde, Mirhaund)
Meyyiti gasletmek, kefenlemek, cenâze namazı kılmak farz-ı kifâyedir (bir
kısım müslümanların yerine getirmesiyle diğerlerinin üzerinden düşen
farz). (İbn-i Âbidîn)
GÂŞİYE SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin seksen sekizinci sûresi.
Gâşiye sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Yirmi altı âyet-i kerîmedir.
İlk âyet-i kerîmede geçen Gâşiye kelimesi sûreye isim olmuştur. Sûrede
kıyâmet ve âhirete âit haberler bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs-Taberî)
Allahü teâlâ Gâşiye sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Cennet'te yüksek sedirler ve tahtlar vardır. (Âyet: 13)
Kim Gâşiye sûresini okursa, Allahü teâlâ (kıyâmet gününde) onun hesâbını
kolay eyler. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
GAVS:
Yardım eden. Evliyâ arasında kullara yardımla vazîfelendirilen velî zât.
Muhyiddîn-i Arabî'ye göre gavs, medâr kutbudur. İmâm-ı Rabbânî
hazretlerine göre ise, medâr kutbundan ayrı ve daha yüksek olup, ona
yardım edicidir. Bu sebeble, medâr kutbu birçok işlerinde ondan yardım
bekler. Ebdâl makamlarına getirilecek evliyâyı seçmekte bunun rolü
vardır. (Bkz. Kutb) (S.Abdülhakîm Arvâsî)
Gavs-ı A'zam:
Büyük gavs (yardımcı). Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin lakabı.
Gavs-üs-Sakaleyn:
İnsanlara ve cinlere yardım eden büyük velî Abdülkâdir-i Geylânî
hazretlerinin lakabı.
Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, tasavvufta Gavs derecesine ulaşmıştır.
İnsanlara ve cinlere yardım etmesi ve imdatlarına yetişmesi sebebiyle
Gavs-üs-sakaleyn ve Gavs-ül-a'zam lakablarıyla meşhûr olmuştur. (Şâh-ı
Nakşibend)
GAVUR:
Müslüman olmayan, îmânsız. (Bkz. Kâfir)
GAYB:
Hazır olmama, gizli kalma. Hazır olmayan gizli kalan, görünmeyen.
1. Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde bildirilmeyen, his organları,
tecrübe ve hesâb ile anlaşılmayan gizli şeyler.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Gaybları ancak Allahü teâlâ bilir. O'ndan başka kimse bilemez. (En'âm
sûresi: 59)
Gayb olan şeyler beştir. Onları yalnız Allahü teâlâ bilir. Ana rahminde
olanı, yarın ne olacağını, ne zaman yağmur yağacağını, nerede ve ne
zaman öleceğini, kıyâmetin ne zaman kopacağını. (Hadîs-i
şerîf-Buhârî-Müslim)
2. Akıl ve his (duyu) organları ile bilinemeyip, ancak peygamberlerin
haber vermesi ile bilinen, Allahü teâlânın sıfatları, âhiret günü,
öldükten sonra dirilmek, canlıların mahşer yerinde toplanması, hesab
vermeleri v.b şeyler.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Onlar gayba îmân ederler. (Bekara sûresi: 3)
Gaybları bilen yalnız O'dur (Allahü teâlâdır). Bildiği gizli şeylerden
dilediği kadarını yalnız peygamberlerinden istediğine açıklar. (Cin
sûresi: 26)
3. Mahlukların bir kısmının bilip, diğer kısmının bilmediği şeyler.
Cinlerin hâlleri, yaşayışları, insanlar için gaybdır. Uzak yerlerdeki
şeylerin durumları cinler için gayb olmadığı hâlde, insanlar için
gaybdır. Bundan dolayı bâzı kimseler, cinlerin gaybı bildiğini iddiâ
etmişlerdir. Hâlbuki onlar, görmediklerini de ğil, gördükleri şeyi
bilirler. Eğer cinler gaybı bilselerdi, Süleymân aleyhisselâm onları
çalıştırırken, vefât ettiğinde, onun vefâtını da bilirlerdi. Hâlbuki
bilememişlerdir. Yine semâlardaki (göklerdeki) şeyler, semâ ehline (meleklere)
göre gayb olmadığı hâlde, insanlara gaybdır. Aynı şekilde doğudaki
şeyler de batıdakilere göre gaybdır. Bu kısım gayb bâzan vahy ve ilhâm
ile, bâzan aradan perdelerin kaldırılması veya bunların
şeffaflaştırılması sûretiyle bilinir. Perdelerin kaldırılması şeklin
deki bilme, mûcize ve kerâmet kâbilinden olsa bile, gaybı bilme değil,
gördüğünü bilmektir. (Senâullah Pânî Pütî)
Kâhinlere, falcılara inanmamalıdır. Gaybı, gizli, bilinmeyen şeyleri
bunlara sormamalıdır. (İsmâil Hakkı Bursevî)
GAYBET:
Tasavvufta, kalbin kendisine gelen mânâlarla meşgul ve onlara dalmış
olarak, kendisinden ve halkın işlerinden, etrâfında olan şeylerden
habersiz olması.
Gaybet hâlindeki kimse, hissini ve şuurunu kaybeder. Kalbi, kendisine
gelen feyzler ve ilhâmlar, mânevî ilimler ile meşgûl olur. Rebi' bin
Heysem bir gün İbn-i Mes'ûd'un (r.anh) huzûruna giderken, bir demirci
dükkanının önünden geçiyordu. Körüğün ağz ında kızarmış bir demir gördü
ve cehennemliklerin Cehennem ateşindeki hâllerini hatırlayıp kendisini
bir gaybet hâli kapladı. Kendinden geçip yere düştü. (Abdülkerîm Kuşeyrî)
GAYRET:
Bir kimseden fâidesi bulunmayan, zararlı olan bir şeyin ayrılmasını
istemek, böyle şeyleri reddetmek, kabûl etmemek.
Allahü teâlâ mü'min kuluna gayret eder. Mü'min de mü'mine gayret eder. (Hadîs-i
şerîf-Berîka)
Malını; haramda, zulümde, İslâmiyet'i yıkmada, bid'atleri ve günâhları
yaymakta kullananın malının yok olmasını istemek de hased olmaz din
gayreti olur. (Muhammed Hâdimî)
İlmini; mal, mevkî ele geçirmek, günâh işlemek için kullanan din
adamından ilmin gitmesini istemek gayret olur. (Hâdimî)
Gayret-i İlâhiyye:
Allahü teâlânın kullarından beğenmediği hallerin ayrılmasını istemesi,
böyle şeylere rızâ göstermemesi.
Önceki ümmetlerde kibir sâhibi birisi, eteklerini yerde sürüyerek
yürürdü. Gayret-i ilâhiyyeye dokunarak, yer bunu yuttu. (Hadîs-i
şerîf-Berîka)
Yûsuf aleyhisselâmın şerbetçiye; "Sultanın yanında benim ismimi söyle"
demesi gayret-i ilâhiyyeye dokunarak birkaç sene zindanda kalmasına
sebeb oldu. (Muhammed Hâdimî)
Dâvûd aleyhisselâm, duâ ederken; "Yâ Rabbî! Evlâdlarımdan bir kaçının
namaz kılmadığı hiçbir gece yoktur ve oruç tutmadığı hiçbir gün
geçmemiştir" demişti. Dâvûd aleyhisselâmın bu sözü gayret-i ilâhiyyeye
dokundu ve Allahü teâlâ; "Ben dilemeseydim, k uvvet ve imkân vermeseydim,
bunların hiçbiri yapılamazdı" buyurdu. (Muhammed Hâdimî)
GAYR-İ MEŞRÛ:
İslâmiyet'e uygun olmayan iş ve hareketler.
Kadın da, erkek de para kazanmak için haram işlememeli ve hiçbir namazı
kaçırmamalıdır. Ezelde ayrılmış olan rızık değişmez. Aynı rızık helâlden
isteyene helâl yoldan, haramdan isteyene haram yoldan gelir. Gayr-i
meşrû yoldan kazanan; hem büyük günâh ları işlemiş olur, hem de
kazandıklarının hayrını, bereketini görmez. (Muhammed Rebhâmî)
Gayr-i meşrû hayat yaşayanlarda frengi ve belsoğukluğu gibi pek çok
zührevî hastalıklar görülmektedir. (Fâideli Bilgiler)
GAYR-I MÜEKKED SÜNNET:
Müekked olmayan sünnet.
Resûlullah efendimizin bâzan yapıp, bâzan yapmadığı ibâdet ve tâatler. (Bkz.
Sünnet)
GAYR-İ MÜSLİM:
Müslüman olmayan.
Gayr-i müslimlerin yüzüne karşı; "Yâ kâfir!" demek günâhtır. Çünkü onlar
kendilerini kâfir bilmiyor ve kâfir denilince inciniyorlar. (Alâüddîn
Haskefî)
Müslüman olsun, gayr-i müslim olsun hiçbir insanın malına, canına ve
ırzına, nâmusuna dokunmak câiz (uygun) değildir. (Muhammed Hâdimî)
GAYÛR:
Gayreti çok olan. Kötülük ve çirkinlikleri şiddetle reddeden. (Bkz.
Gayret)
Resûlullah efendimiz bir defâsında Ensâra (Medîneli müslümanlara)
buyurdu ki: "Reîsinizin sözünü işitiniz!O çok gayûrdur. Ben ondan daha
çok gayûrum. Allahü teâlâ, benden daha gayûrdur." (Berîka)
GAZÂ:
İnsanların İslâmiyet'i işitmeleri, müslüman olmakla şereflenmeleri yâhut
müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna tecâvüz eden düşmanı
kovmaları için yapılan muhârebe.
Kim evinde oturduğu hâlde Allah yolunda mal infak ederse, (harcarsa),
onun her dirheminin (4.8 gram gümüş) karşılığında yedi yüz dirhem vardır.
Bizzât Allah yolunda gazâya gider ve bu yolda da infakta (harcamada)
bulunursa, onun her dirhemine karşılık yedi yüz bin dirhem vardır. (Hadîs-i
şerîf-Tergîb-ül-İbâd)
Denizde cihâd edenin karadakine üstünlüğü, on gazâ yapmak kadardır. (Hadîs-i
şerîf-Tergîb-ül-İbâd)
Gazâ Ordusu:
Allahü teâlânın rızâsı için O'nun dînini yaymak, din, nâmus ve vatanı
korumak için düşmanla savaşan müslüman askerler.
Gazâ ordusu, duâ ordusuna muhtaçtır. (İmâm-ı Rabbânî)
GAZAVÂT:
Gazâ kelimesinin çoğulu. (Bkz. Gazâ)
GAZAB:
Hiddet, öfke, kızgınlık. (Bkz. Gadab)
GÂZİ:
Allahü teâlânın dînini yaymak, din, nâmus ve vatanına saldıran düşmanı
kovmak için savaştıktan sonra geri dönen müslüman. (Bkz. Mücâhid)
Bir gâziye veya mücâhide yardım edeni, Cenâb-ı Hak mahşerde (gölge
olmayan günde) gölgelendirir. (Hadîs-i şerîf-Tergîb-ül-İbâd)
Ey mes'ûd ve bahtiyâr kardeşim! Amel ve ibâdet, niyet ile olur.
Kâfirlere karşı savaşa giderken, önce niyeti düzeltmelidir. Ancak,
bundan sonra sevâb kazanılır. Muhârebeye (savaşa) gitmekten maksad;
Allahü teâlânın ismini, dînini yaymak ve yükseltmek , din düşmanlarını
zayıflatmak ve bozguna uğratmak olmalıdır; adam öldürmek, can yakmak
niyeti ile cihâda gitmemelidir. Gazâdan selâmetle çıkan gâzi olur,
mücâhid olur. Ölen, hâlis şehîd olup, en büyük sevâblara, nîmetlere
kavuşur. (İmâm-ı Rabbânî)
GIBTA:
İmrenmek. Kişinin, başkasında bulunan iyi bir şeyin ondan gitmesini
istemeyip, benzerinin kendisinde de bulunmasını istemesi.
İki şeyden birine kavuşan insana gıbta etmek yerinde olur. Allahü teâlâ
bir kimseye İslâm ilimlerini ihsân eder. Bu da, her hareketini bilgisine
uygun yapar. İkincisi, Allahü teâlâ, birine çok mal verir. Bu kimse de
malını, Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği yerlere harcar. (Hadîs-i
şerîf-Buhârî, Müslim)
Gıbta güzel bir huydur. İslâmiyet'in ahkâmına yâni farzları yapmağa ve
haramlardan sakınmağa riâyet eden, gözeten sâlih (iyi) kimseye gıbta
etmek gerekir. Dünyâ nîmetleri için gıbta etmek tenzîhen mekrûh olur. (Ebû
Sa'îd Muhammed Hâdimî)
GILMAN:
Allahü teâlânın Cennet'tekilere hizmet için nûrdan yarattığı hizmetçiler.
Güler yüzlü ve tatlı dilli olan gılmanlar, Cennet'te oturanlara hizmette
en ufak bir kusur etmezler. (İmâm-ı Gazâlî) Kabrimiz îmân ile pürnûr kıl,
Mûnis-i Gılmân ile hem hûr kıl.
(Süleymân Çelebi)
GINÂ:
1. Şarkı, tegannî, müzik perdelerine uygun ses; çalgı ile birlikte şarkı,
müzik. Tegannî de denir.
Gınâ, kalbde nifâk (münâfıklık) hâsıl eder. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı
Seâdet)
Gınâ, kalbi karartır. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Âbidîn)
Gınânın haram olduğunu bütün âlimler söz birliği ile bildirmişlerdir.
İsrâ sûresinin altmış dördüncü âyetinin gınâyı haram ettiğini bildiren
âlimler vardır. Gınânın haram olduğunda ihtilâf yoktur. (Abdullah
Dehlevî)
Gınâ, bala ve şekere karıştırılmış zehir gibidir. (İmâm-ı Rabbânî)
Gınâ haram olduğundan, bir şarkıcıya, ne güzel söyledin veya herhangi
bir teganniye iyi diyenin küfründen, îmânının gitmesinden korkulur. (İmâm-ı
Rabbânî)
2. Zenginlik.
Gınâ sâhibine tevâzû edenin, yâni zengine zenginliği için alçalanın
dîninin üçte ikisi gider. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî)
Asıl gınâ kalb zenginliğidir, mal zenginliği değil. (Hadîs-i
şerîf-Mesnevî)
Gınâ ehlinin ve dünyâya bağlananların sohbeti öldürücü zehirdir. (İmâm-ı
Rabbânî)
GÎBET (Gıybet):
Bir kimsenin, yüzüne karşı söylendiği zaman hoşlanmayacağı, kalbinin
kırılacağı bir sözünü, hâlini veya hareketini, arkasından, bulunmadığı
yerde söylemek, hareketiyle göstermek veya îmâ etmek. Dedi-kodu.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Birbirinizi gıybet etmeyiniz. Sizden herhangi biriniz (gıybet etmek
sûretiyle) ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? (Böyle bir etten
yemeniz size teklîf olunsa) tiksinirsiniz. Allahü teâlâdan korkup,
gıybet etmeyin. Allahü teâlâ gıybetten tövbe edenlerin tövbelerini kabul
eder. O çok merhamet edicidir. (Hücurât sûresi: 12)
Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâma; " Gıybetin ne olduğunu bilir
misiniz?" buyurdu. Eshâb-ı kirâm; "Allah ve Resûlü daha iyi bilir"
dediler. Resûl-i ekrem; "Gıybet, kardeşini, arkasından hoşlanmayacağı
bir şeyle anmandır" buyurdu. Eshâb-ı kirâm; "Yâ Resûlallah! Eğer
söylediğimiz şey onda varsa?" diye sordular. Peygamber efendimiz; "Eğer
onda varsa bu söz gıybet olur. Eğer yoksa bühtân yâni iftirâ olur"
buyurdu. (Müslim)
Gıybetten uzak durunuz. Çünkü gıybet zinâdan fenâdır. Zinânın tövbesi
kabûl edilir. Fakat gıybet edilen helâl etmedikçe tövbesi kabûl edilmez.
(Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn, İbn-i Ebi'd-Dünyâ)
Kıyâmet günü bir kimsenin sevâb defteri açılır. Yâ Rabbî! Dünyâda şu
ibâdetleri yapmıştım. Sahîfede bunlar yazılı değildir, der. Onlar
defterlerinden silindi, gıybet ettiklerinin defterine yazıldı denir. (Hadîs-i
şerîf-Berîka)
Gıybet kanser gibidir, girdiği vücûd iflâh olmaz, kurtulmaz. (Seyyid
Abdülhakîm Arvâsî)
Gıybet edene sus diyene yüz şehîd sevâbı vardır. (Seyyid Abdülhakîm
Arvâsî)
GÖTÜRÜ SATIŞ:
Alış-verişte bir malı tartı veya ölçü ile olmayarak toptan pazarlık
sûretiyle almak veya satmak; kabala.
Satılan mal ile karşılığında verilecek mal veya para aynı cinsten
değilseler ölçmeden götürü olarak toptan gösterilip verilebilir. Paket
kutu içinde ölçmeden alınan şeyler, miktârı yazılı olsa bile,
söylenmedikçe götürü satış demektir. (Dâmâd)
Bir kimse malları götürü satın alsa, ölçmeden tartmadan önce o mal
üzerinde tasarruf (kullanma) hakkına sâhiptir. Meselâ on ölçektir
zannıyla götürü olarak satın aldığı buğday yığını on beş ölçek gelse,
fazlası yine alana âittir. (İbn-i Âbidîn)
GULÂT:
Taşkınlık gösteren, azgın. Sapık fırkalardan küfre varanlar.
Gulât-ı Şîa:
Allah, hazret-i Ali'ye hulûl etmiş girmiştir; hâşâ, hazret-i Ali
tanrıdır diyenler. Gulât da denir.
Hazret-i Ali'yi sevme husûsunda en çok aldanan Gulât-ı şîa, ilâhî bir
parçanın imâmlara hulûl ettiğine ve onların bedenine büründüğüne
inanırlar. (Hâşâ) Allahü teâlânın insan şeklinde olduğunu kabûl ederler.
Rûhların bir bedenden bir bedene geçtiğini kabûl edip, kıyâmeti inkâr
ederler. (İsferâînî, Şehristânî, Bağdâdî)
GURRE:
Düşürülen bir cenine (ana rahmindeki çocuğa) karşılık verilmesi gereken
mâlî tazmînât.
Cenin hakkında gurre, köle olsun, câriye olsun onun kıymeti beş yüz
dirhemdir. (Hadîs-i şerîf-Nasb-ur-Râye)
Bir kimse hâmile kadının karnına vurarak veya kadın ilâç ile çocuğu
düşürürse, gurre vâcib olur. Gurre, erkeğin diyetinin (kâtilin vereceği
para cezâsının) yirmide biridir ki beş yüz dirhem eder. Çocuk diri düşüp
sonra ölürse tam diyet gerekir. (İbn-i Âbidîn)
Zevcinden (kocasından) izinsiz çocuk aldıran veya ilâçla veya başka
sûretle ölü olarak düşüren kadının âkılesi (yardımcıları veya yardımcı
olan akrabâları) diyetin yirmide biri olan beş yüz dirhem gümüşü kadının
zevcine (kocasına) gurre olarak verir. Zevcin izni ile düşürürse bir şey
lâzım gelmez. Gurre bir senede ödenir. (Molla Hüsrev, M. Mevkûfâtî)
GUSL:
Boy abdesti. Cünüb olan her kadın ve erkeğin, hayz (âdet) ve nifası (lohusalık
hâli) sona eren kadınların ağzı ve burnu ile birlikte, iğne ucu kadar
kuru bir yer kalmayacak şekilde, bütün bedenini yıkaması.
Kirlenince çabuk gusül abdesti alın! Çünkü (herkesin yanında bulunan)
kirâmen kâtibîn melekleri cünüb gezen kimseden incinir. (Hadîs-i
şerîf-Ey Oğul İlmihâli)
Gusül abdesti almaya kalkan bir kimseye, üzerindeki kıl adedince (yâni
pekçok) sevâb verilir. O kadar günâhı affolur. Cennet'teki derecesi
yükselir. Guslü için ona verilecek sevâb, dünyâda bulunan her şeyden
daha hayırlı olur. Allahü teâlâ meleklere, bu kuluma bakınız! Gece
üşenmeden kalkıp, benim emrimi düşünerek, cünüblükten guslediyor,
temizleniyor. Şâhid olunuz ki, bu kulumun günâhlarını afv ve mağfiret
eyledim buyurur. (Hadîs-i şerîf-Gunye)
Namazın doğru olması için, abdestin ve guslün doğru olması lâzımdır. (İbn-i
Âbidîn)
Kâfir, müslüman olunca gusl abdesti alması müstehâbdır, sevâbdır. (İmâm-ı
Rabbânî)
GÜLŞENİYYE:
Evliyânın büyüklerinden İbrâhim Gülşenî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
İbrâhim Gülşenî Mısır'a yerleştikten sonra Memlûk hükümdârı Sultan Gavri
(Gûrî) başta olmak üzere pek çok kimse Gülşeniyye yoluna girdiler.
Gelenlerin çok olması üzerine Sultan Gavri Müeyyediyye'de bir medrese
yaptırdı. İbrâhim Gülşenî oraya giderek Ehl-i sünnet îtikâdını (inancını),
dînin emir ve yasaklarını anlattı. (Muhyî Gülşenî)
GÜNÂH:
Dinde yasak olan şeyler.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Biri günâh işler veya kendine zulmeder, sonra pişmân olup, Allahü
teâlâya tövbe istiğfâr ederse, Allahü teâlâyı afv ve mağfiret edici, çok
merhametli bulur. (Nisâ sûresi: 110)
Nefse sükûnet ve kalbe ferahlık veren iş, iyi iştir. Nefsi azdıran,
kalbe heyecan veren iş günâhtır. (Hadîs-i şerif-M. Ma'sûmiyye)
Gizli yapılan günâhın tövbesini gizli yapınız! Açıkça işlenen günâhın
tövbesini açıkça yapınız! Günâhınızı bilenlere, tövbenizi duyurunuz. (Hadîs-i
şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Günâh işlemekten çekinmeyen âlim, elinde meş'ale tutan köre benzer.
Herkese yol gösterir, fakat kendisi göremez. (Sâdi-i Şîrâzî)
Günâh işlemeye devâm ettiği hâlde, günâhımın Allahü teâlâya ne zarârı
var, o beni affeder demek münâfıklık alâmetidir. (Abdullah-ı Dehlevî)
Günâhlar eğer zinâ etmek, içki içmek, şarkı ve çalgı âletleri dinlemek,
haramlara bakmak, abdestsiz mushafa dokunmak ve bid'at îtikâdı (bozuk,
yanlış inanışlar) gibi Allahü teâlânın hakkı olup, kul hakları ile
ilgili değilse, onların tövbesi, pişmanl ık, istiğfâr ve yalvararak
Allahü teâlâdan özür dilemekle olur. Ama farzları terk etmişse, meselâ
namazlarını kılmamış, oruçlarını tutmamışsa tövbe ve istiğfâr bunları
kazâ ettikten sonra olur. Kul hakkı ile ilgili olanlarda, hakları
sâhiblerine veya vârislerine verip helallık dilemelidir. Vârisi
bilinmezse, sâhibine niyetle fakirlere sadaka olarak vermelidir. (İmâm-ı
Gazâlî, Yûsuf Sinânüddîn)
Günâh-ı Sagîre:
Küçük günah. (Bkz. Küçük Günah)
Günah-ı sagîreye devâm, büyük günâha yol açar. (İmâm-ı Rabbânî)
Günâh-ı Kebîre:
Büyük günah.
Günâh-ı kebîreye devâm, küfre yol açar. (İmâm-ı Rabbânî)
|