Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

AMR b. ÂS

Mısır’ı Romalılardan Kurtaran Kahraman


Kureyş’ten üç kişiydiler. Resûlullah (s.a.v.)’i, davetine şiddetle karşı koymakla ve arkadaşlarına eziyet etmekle çok yordular…

Resûlullah (s.a.v.) onlara dua ediyor ve kendilerine azabını indirmesi için Rabbine niyazda bulunuyor… Dua edip dururken vahiy bu âyeti kerimeyle kalbine indi: “Bu işten sana hiçbir şey düşmez. (Allah), ya onların tevbesini kabul eder, yahut onlara, zalim olduklarından dolayı azab eder.” (Âl-i İmrân, 128) Resûlullah (s.a.v.) bu âyetten bunun, onlara beddua etmemesi gerektiği ve işlerini yalnızca Allah’a bırakması yönünde bir emir olduğunu anladı.

Ya zulümlerine devam edecekler, onun azabına duçar olacaklar veya tevbe edecekler, tevbelerini kabul edecek ve O’nun rahmeti onlara erişecekti… Amr b. Âs, o üç kişiden biriydi… Allah, onları İslâm’a hidâyet ederek, onlar için tövbe ve rahmet yolunu seçti.,, Amr b. Âs, kahraman bir müslümana ve İslâm’ın cesur komutanlarından bir komutana dönüşüvermişti… Amr’ın bazı durumlardaki tutumunu kabullenmememize rağmen o da sahabî olarak verdikçe vermiş, savunmuş ve savaşmıştır. Gözlerimizi ve kalplerimizi almaya devam edecektir.

Burada, özellikle Mısır’da İslâm’ı, dimdik ve yüce bir din olarak gören Resûlü’nde de indirilmiş bir rahmet, katıştırılmış bir nimet, basiretle Allah’a davet eden, hayata birçok olgunluğu bahşeden yüce, doğru bir resûl olarak kabul eden insanlar vardı… Bu imanı taşıyan kimseler, İslâm’ı Mısır’a, Mısır’ı da İslâm’a hediye etmeyi kaderin sebep kıldığı -ki ne büyük bir sebep- adama minnet borçlu kalacaklardır… O, Amr b. Âs’tır...

 Tarihçiler Amr’ı “Mısır Fâtihi” diye anmaya alıştılar. Bizce bu vasıfta ileri gitme ve yanlışlık var. Belki Amr’dan “Mısır’ı Kurtaran Kişi” diye söz etmemiz en uygunudur. İslâm, modern anlamdaki fetih ile ülkeleri fethetmiyordu. Aksine insanları ve ülkeleri kötü eziyetlerle ezen iki imparatorluğun tasallutundan kurtarıyordu. O ikisi, İran ve Roma İmparatorluklarıydı... Özellikle Mısır... İslâm öncüleri ona göründükleri gün, Romalıların yağmasıydı... Ahalisi ise çaresiz karşı koyuyorlardı… Ülkenin ufuklarından mü’min birliklerin: “Allahu Ekber..!! Allahu Ekber..!!”


nidaları duyulduğu zaman, doğan fecre doğru büyük bir coşkuyla koştular ve onu kucakladılar. Onda Kayser ve Rumlardan kurtuluşu buluyorlardı. Demek Amr b. Âs ve adamları Mısır’ı fethetmediler. Onlar, geleceklerinde hakla buluşabilmeleri için Mısır’ın önünü açtılar.

Ölçülerini adaletle belirlesinler, kendilerini ve gerçeğini Allah’ın kelâmı ve İslâm prensipleri ışığında bulabilsinler diye... Allah ondan razı olsun, Mısır halkını ve Kıbtîleri savaştan uzak tutmaya ve savaşı sadece ülkeyi işgal eden ve ahalinin mallarını çalan Roma askerleri ile sınırlı tutmaya azami dikkat gösteriyorlardı.

Onun için, onun o gün, hıristiyanların liderlerine ve büyük piskoposlarına konuştuğunu ve şöyle dediğini görüyoruz: “Muhakkak ki Allah, Muhammed’i hak ile gönderdi ve onunla emretti.

O peygamberlik görevini yerine getirdi. Bizleri apaçık ve dosdoğru yolda bıraktıktan sonra gitti… Bize, insanların özürlerini kabul etmeyi emretti. Biz sizi İslâm’a davet ediyoruz. Bize kim icabet ederse bizdendir. Lehimize olan şey onun lehine, aleyhimize olan şey de onun aleyhinedir. Kim bizim İslâm’a yaptığımız davete icabet etmezse ondan cizye -yani vergi- alırız ve onu korumaya ve kollamaya gayret gösteririz.

Peygamberimiz bize Mısır’ın fetholunacağını bildirmiş ve halkı hakkında hayırla vasiyette bulunmuş ve şöyle demiştir: “Mısır, benden sonra tarafınızdan fetholunacaktır. Kıbtîler hakkında hayır tavsiye ediniz. Onların zimmeti ve akrabalıkları vardır. Eğer siz, davet ettiğimiz şeyde bize icabet ederseniz, bu sizin için zimmet üzerine zimmet olur.” Amr sözlerini bitirdi. Bazı piskopos ve rahipler bağırarak dediler ki: “Peygamberinizin size vasiyet ettiği akrabalık çok uzak bir akrabalıktır. Bu gibi şeye ancak peygamberler ulaşır...” Amr ile Mısır Kıbtîleri arasında arzulanan anlayış için bu iyi bir başlangıçtı. Roma liderleri bunu önlemeye uğraşsalar bile…

Amr b. Âs, İslâm’a ilk girenlerden değildi. O Hâlid b. Velîd ile birlikte Mekke’nin fethi öncesinde müslüman oldu. Ne gariptir ki, onun İslâm’ı, Habeşistan’da Necaşî’nin eliyle oldu. Çünkü Necaşi, Amr’ı, Habeşistan’a sık sık gelip, kendisine hediyeler getirdiği için tanır ve sayardı. O memlekete yaptığı son ziyaretlerinde tevhide ve güzel ahlâka çağıran, Arap yarımadasındaki Hz. Peygamber haber konusu oldu... Habeşistan Kralı, Amr’a, Allah’ın hak peygamberi olduğu hâlde ona neden iman edip tâbi olmadığını sordu. Amr de Necaşi’ye sordu: “O, böyle midir?” Necaşi ona şöyle cevap verdi: “Evet.. Sözümü dinle ve ona uy ey Amr.

Vallahi o hak üzeredir ve kendisine karşı gelenlere üstün gelecektir.” Ve Amr, âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim olmak üzere istikametini Medine’ye doğru çevirdi. Vatanına bir an önce ulaşmak için de bir gemiye bindi.” Medine’ye götüren yolda Hâlid b. Velîd ile karşılaştı. Hâlid, Resûlullah (s.a.v.)’e biat etmek üzere Mekke’den geliyordu.


Resûlullah (s.a.v.) onların geldiklerini görür görmez yüzü nurlandı ve ashabına şöyle dedi: “Mekke sizi ciğerpareleriyle vurdu.” “Hâlid yaklaştı ve biat etti… Sonra Amr yaklaştı ve biat etti. Ve dedi ki: “Ya Resûlullah! Allah’ın, benim eski günahlarımı bağışlaması kaydıyla sana biat ediyorum.” Resûlullah (s.a.v.) ona şöyle buyurdu: “Ey Amr! Biat et. Muhakkak ki İslâm, kendinden öncekileri siler.” Amr, biat edip, dehasını ve şecaatini yeni dinin hizmetine koydu. Resûlullah (s.a.v.) Allah’a kavuştuğunda, Amr, onun Umman valisiydi. Hz. Ömer (r.a.)’ın hilafeti zamanında da Şam savaşları ve daha sonra Mısır’ın Romalıların egemenliğinden kurtarılışında bilinen tecrübe ve maharetinin hepsini göstermiştir...

Amr b. Âs, keşke ne olurdu da içindeki komutanlık sevgisine karşı koyabilseydi..?! O zaman, bu sevgi yüzünden düştüğü zor durumların hakkından çok daha iyi gelebilirdi. Amr’ın komutanlık sevdası, yeteneklerle taşan doğası gereği kendiliğinden ortaya çıkan bir şeydi. Bizatihi onun dış görünüşü, yürüyüş ve konuşma üslubu komutanlık için yaratıldığını ima ediyordu.

Öyle ki, Mü’minlerin emiri Ömer (r.a.)’ın bir gün onun geldiğini gördüğü ve gülümseyip şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ebû Abdullah’ın yeryüzünde ancak komutan olarak yürümesi gerekir.” Gerçekten de Ebû Abdullah, nefsinden bu hakkı esirgemiyordu. Hatta, korkunç hadiseler müslümanların başına geldiğinde, Amr, bu hadiselerde zekası, dehası ve üstünlüğü ile övünen, kendine güvenen kudretli bir komutan gibi çalışıyordu. Fakat kendisinde güvenilirlik vasfı vardı ki, valilerini seçmekte sertliği ve titizliği ile bilinen Ömer b. Hattâb onu Filistin ve Ürdün, sonra da yaşadığı sürece Mısır valiliğine atamıştır.

Mü’minlerin emiri, valilerinden, en azından halka yakın olmak için konforda, zenginlikte belli bir düzeyde kalmalarını istiyordu. Amr’ın bu yaşam sınırını aştığını bildiği hâlde onu görevde tutmakta sakınca görmemişti... Deriz ki: Halife, Amr’ın çok zenginleştiğini öğrendiğinde bile onu azletmedi. Onun azledilmesi yerine, Muhammed b. Mesleme’yi gönderip mallarının ve eşyalarının tümünü onunla bölüşmesini emretti. Yarısı kendisinde kalacak, diğer yarısını da Muhammed, Medine’ye hazineye getirecekti.

Eğer Mü’minlerin emiri, Amr’ın komutanlık ve yöneticilik sevdasının, onun, sorumluluklarında aşırıya gitmesine sebep olabileceğini bilseydi, onun olgun vicdanı onu bir an bile valilikte bırakmazdı.

Amr (r.a.) keskin zekâlı, düşünmeden doğru karar verebilen ve uzak görüşlü biriydi. Mü’minlerin emiri Ömer (r.a.) çaresiz birisini gördüğü vakit hayretle yumruklarını sıkar ve şöyle derdi: “Sübhanallah...!
Bunu yaratan ile Amr b. Âs’ı yaratan aynı İlâh'tır…!” Ayrıca o, oldukça cesur ve atılganlık sahibiydi. Bazı durumlarda cesaretini dehasıyla birleştirirdi ki, o zaman onun korkak ve çekingen olduğu sanılırdı.

Oysa bu hilenin ve tedbirin genişliğinden ileri gelirdi. Amr da bunu, kendisini korkunç zor durumlardan kurtarmak için çok iyi kullanırdı. Mü’minlerin emiri Ömer (r.a.), onun bu yeteneklerini bilir ve hakettiği değeri verirdi. Mısır’a vali olarak göndermeden önce onu Şam’a gönderen Mü’minlerin emiri’ne, Şam’daki Roma ordularının başında bir “Artapon” (cesur ve dahi bir komutan) var denildiği vakit Ömer (r.a.)’ın cevabı şöyle idi: “Roma Artapon’unu Arap Artapon’u ile vurduk.

Bakalım iş nereye varacak?!” Arapların Artapon’u ve korkunç dâhisi olan Amr b. Âs’ın ezici galibiyetiyle sonuçlandı. Roma Artapon’unu ordusunu hezimete terk ederek Mısır’a doğru kaçmıştı. Amr, birazdan ona yetişecek ve o topraklar üzerine İslâm sancağını yükseltecekti.

Amr’ın zeka ve dehasıyla zirvelere çıktığı hadiseler ne kadar çoktur... Eğer, Ebû Musa ile arasında geçen hakem olayında her ikisi Ali ve Muaviye’yi azledilmesine ve seçimin müslümanlar arasında şûra yoluyla yapılmasına anlaştıkları vakit Ebû Musa’ya karşı olan tutumunu saymazsak… Ebû Musa anlaşmayı uygulamış, Amr ise kaçınmıştı… Dehasına ve anında doğru karar verebilme yeteneğini görmek istersek, Mısır’da Romalılarla savaştığında “Babilion Kalesi” komutanı veya başka bir tarihî rivayete göre bahsedeceğimiz Yermük’te Roma Artapon’unu ile aralarında geçen davranışa bakmak yeterlidir.

Roma Artapon’unu onunla konuşmak için onu davet ettiğinde bazı adamlarına da o kaleden çıktığı an üzerine bir kaya bırakmaları için emir vermişti. Kesin ölümü için her türlü hazırlık yapılmıştı. Amr, hiçbir şeyden şüphelenmeden komutanın yanına girmiş ve toplantıları bitmişti. Kaleden çıkacağı sırada surlar üzerinde şüpheli hareketler gördü.

Bu durum, içinde dikkat hissini uyandırdı. Derhal muhteşem bir şekilde davrandı. Kale komutanının yanına, sanki onu hiçbir şey korkutmamış gibi emin adımlarla ve sakin bir tavırla geri döndü. Ona dedi ki: “Aklıma bir şey geldi.

Bilmeni istedim. Benimle birlikte, arkadaşlarım arasında İslâm’a ilk giren, Resûlullah’ın ashabından bir cemaat var. Mü’minlerin emiri onların görüşünü almadan hiçbir karar vermez. İslâm ordularından bir ordu gönderdiği vakit onun başına mutlaka onlardan birini atar. Onun için, onları sana getireyim; senden benim duyduklarımı onlar da duysunlar ki onlar da bilgi sahibi olsunlar...” Roma komutanına, Amr, hayatının fırsatını vermişti.

O hâlde bu fikrini hemen kabul etsindi ki, beraberinde müslüman liderler ve komutan ve adamların en iyileri olanlar için de hazırlık yapsındı. Bu, sadece Amr’ı öldürmesinden daha iyi olacaktı... Dikkat çekmeden, Amr’ın öldürülme hazırlıklarının ertelenmesi için emir verdi. Amr’ı törenle yolcu edip onunla hararetle tokalaştı. Arapların dahisi, kaleyi terk ederken gülümsedi. Ertesi sabah Amr, ordusunun başında kaleye geri döndü. Kahkaha atarak kişneyen atının üzerinde, çalımlı... Evet.. O da sahibinin dahiliğinden çok şey biliyordu.

Hicrî kırk üç yılında, Mısır valisi iken ölüm Amr b. Âs’ı yakaladı. Yolculuk anında hayat yapraklarını seyrederek, dedi ki: “İlk önceleri kâfir idim. Resûlullah’a karşı insanların en şiddetlisiydim. O gün ölseydim, ateş bana vacip olurdu. Sonra Resûlullah’a biat ettim. İnsanların içerisinde onun kadar bana hiç kimse sevgili değildi.

Gözümde ondan daha yüce kimse yoktu. Onu övmem istense, beceremem. Çünkü gözlerimi ona karşı olan saygımdan dolayı onunla dolduramadım. Eğer o gün ölseydim, cennet ehlinden olmayı arzulardım. Sonra saltanatla duçar oldum… Ve daha başka şeylere… Bilmiyordum, acaba o lehime mi idi, yoksa aleyhime mi...?”

 Sonra gözlerini göğe doğru yalvarırcasına kaldırdı. Rahim ve Azim olan Rabbine münacaat ederek diyordu ki: “Allah’ım! Geçerli mazeretim yok ki, senden özür dileyeyim! Eğer rahmetin bana yetişmezse helâk olanlardan olurum…” Ruhu Allah’a yükselene kadar yalvarması ve tehlillerine devam etti. En son sözü “Lâ ilâhe illallah”... idi.

Amr’ın kalıntıları, ona İslâm’ın yolunu öğrettiği Mısır toprağının altındadır...

Sert toprağın üzerindeki, öğrettiği, karar verdiği ve hükmettiği meclisi, yüzyıllardır hâlâ eski caminin -Amr Camii- tavanı altında durmaktadır. İçinde bir ve tek olan Allah’ın adının zikredildiği, etrafından ve minberi üzerinden Allah’ın sözlerinin ve İslâm’ın prensiplerinin ilan edildiği, Mısır’da yapılan ilk cami budur