EBÛ MUSA el-EŞARÎ
Ne
Olursa Olsun, İhlas
Müminlerin emiri Ömer b. Hattâb onu Basraya vali olarak gönderdiğinde
halkı topladı ve şöyle dedi:
Müminlerin emiri Ömer,
Rabbinizin kitabını ve Peygamberinizin sünnetini öğretmek ve
yollarınızı temizlemek üzere beni size gönderdi.
Halk, dehşet ve hayretten şaşmış
kalmıştı. İnsanları bilgilendirmek, dinlerini onlara öğretmek
Bunlar
bir yöneticinin görevlerinden bazıları olabilirdi; ama yolları
temizlemek
??! Bu bir yöneticinin nasıl görevi olabilirdi?! Bu, halk
için yeni, bilinmedik bir şeydi. İlgi ve hayretlerini çekiyordu. Hz.
Hasanın, hakkında Basraya, halkı için ondan daha hayırlı bir kimse
gelmedi. dediği bu vali kimdi?
O, künyesi Ebû Musa el-Eşarî olan
Abdullah b. Kays idi... Orada (Mekkede) tevhide çağıran, Allaha
basiretle davet eden ve iyi ahlâkla emreden bir elçinin varlığını duyar
duymaz memleketi ve vatanı olan Yemenden ayrılarak Mekkeye doğru yola
koyulmuştu
Mekkede, Resûlullah (s.a.v.)in huzurunda oturmuş ve
hidâyeti, doğruyu bizzat ondan öğrenmişti... Allahın kelimesini
aldıktan sonra memleketine döndü. Sonra Resûlullah (s.a.v.)in Hayberi
fethinin bitiminde Medineye tekrar geldi
Gelişi, Cafer b. Ebû Tâlibin
arkadaşlarıyla birlikte Habeşistandan dönüşüne rastladı. Resûlullah (s.a.v.)
hepsine Hayber ganimetlerinden pay verdi
Ebû Musa bu kez yalnız
gelmemişti. Beraberinde İslâma davet ettiği Yemen halkından elli küsur
adam ve iki kardeşi gelmişti. Onlar, Ebû Ruhm ve Ebû Bürde idi.
Resûlullah (s.a.v.) bu grubu ve hatta kavimlerinin hepsini Eşarîler
diye isimlendirdi.
Çoğu zaman onları ashabına örnek
gösterir ve onlar için şöyle derdi: Eşarîler bir gazaya çıktıklarında
veya ellerindeki yiyecekleri azaldığında yanlarında ne var ne yok
hepsini bir kapta toplarlar ve onu eşit bir şekilde bölüşürler
Onlar
bendendir. Ben de onlardanım.
O günden beri Ebû Musa, müminlerin
arasındaki o daimî ve yüce yerini korudu
Onlar ki, Allah Resulü (s.a.v.)in
ashabı ve öğrencileri olmak, her asır ve devirde dünyaya İslâmı taşımak
onlara takdir edilmişti. *** Ebû Musa birçok yüce sıfatın tuhaf bir
karışımıydı. O savaşa mecbûr kaldığında çetin bir savaşçıydı. Barışçıl,
olabildiğince uysal ve iyi huyluydu.
O, fakih, dirayetli ve zeki idi. En zor konularda dahi anlayışını doğru
yönlendirmesini iyi bilirdi. Fetva ve kadılıkta zirvede idi. Onun için
şöyle denildi: Bu ümmetin kadıları dörttür: Ömer, Ali, Ebû Musa ve Zeyd
b. Sâbit. Bununla beraber o, tertemiz bir fıtrat üzere idi
Allahı
adını anarak onu aldatan, ona mahkum olurdu
Mesûliyetlerine çok
bağlıydı
İnsanlara olan güveni çok büyüktü
Eğer hayatından bir şiar
seçecek olursak, şüphesiz şu söz olurdu: Ne olursa olsun, ihlas
Cihad
alanlarında el-Eşarî, sorumluluklarını büyük bir şecaatle üstlenirdi.
Bu yüzden Resûlullah (s.a.v.) onun
hakkında şöyle demiştir: Ebû Musa, savaşçıların efendisidir. Kendinin
bir savaşçı olduğunu bizlere göstermek için hayatından şu kesiti
göstererek şöyle der: Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte bir gazaya
çıktık. O gazada ayaklarımız yara içinde kaldı. Benimde ayaklarım yara
içinde kaldı.
Tırnaklarım düştü. O derece ki,
ayaklarımızı bez parçalarıyla sardık
Onun iyiliği, temizliği, savaşta
düşmana cesaretle saldırmaktan onu alıkoymazdı. Böyle bir ortamda o,
olayları açıklıkla görür ve kesin bir kararlılıkla karar verirdi.
Müslümanlar İran topraklarını fethederlerken el-Eşarî de ordusuyla
Asbahan halkına gelmiş; onlarla cizye almak üzere anlamışlardı.
Ancak onlar anlaşmalarında samimi
değillerdi. Kalleşçe bir hücum için fırsat kolluyorlardı. Fakat Ebû
Musanın, kendisine ihtiyaç duyulduğu yerde kaybolmayan fıtratı, onların
niyetlerini ve ne yapmak istediklerini ortaya çıkarıyordu. Hücuma
kalktıkları zaman komutan gafil avlanmadı. Hemen orada onlara savaşla
karşılık verdi ve gün yarılanmadan çok büyük bir zafer kazandı.
Müslümanları İran İmparatorluğuna
karşı giriştiği bütün savaşlarda Ebû Musa el-Eşarî, çok büyük bir savaş
deneyimi ve şerefli bir cihad ortaya koydu. Özellikle Tuster savaşında,
Hürmüzân ordusuyla şehre sığınmış ve orada büyük bir kuvvet yığmıştı.
Ebû Musa, bu savaşın kahramanıydı. O gün Müminlerin emiri Ömer,
başlarında Ammâr b. Yâsir, Berâ b. Mâlik, Enes b. Mâlik, Meczee b.
el-Bekrî ve Seleme b. Recâ olduğu hâlde kalabalık bir askerle ona destek
kuvvet göndermişti.
Derken iki ordu karşılaştı
Ebû Musa
komutasındaki İslâm ordusu ve Hürmüzân komutasındaki İran ordusu...
Savaşların en meşakkatlisi ve en şiddetlisinde karşı karşıya geldi
İranlılar sağlam olan Tuster şehri içlerine doğru çekildiler.
Müslümanlar, şehri günlerce kuşattılar. Ta ki Ebû Musa aklını ve
zekasını kullanana kadar
Şehrin kapısını bu görev için seçtiği
öncü kuvvete açmak için bir İranlı casus ile birlikte iki yüz atlıyı
gönderdi
Kapılar henüz açılmıştı ki, öncü kuvvet kaleye saldırdı. Ebû
Musa da ordusuyla hücum edip onları perişan etti. Ve birkaç saat içinde
o korkunç korunağa hakim oldu. İran komutanları teslim olmuştu. Ebû Musa
onları Müminlerin emirinin görüşüne sunmak üzere Medineye gönderdi.
Bununla beraber bu cesaret âbidesi
savaşçı, savaş meydanını terk eder etmez; ağlayan, gözü yaşlı ve bir kuş
kadar uysal bir kişiye dönüşürdü. Kurân okuduğu zaman işitenin içini
sarsardı. Onun içindir ki, Resûlullah (s.a.v.) onun hakkında şöyle
buyurmuştu: Ebû Musaya Davud oğullarının nefes borusu verilmiştir.
Hz. Ömer her gördüğünde onu Kurân okumaya davet eder ve şöyle derdi:
Ey Ebû Musa! Bizleri Rabbimize şevklendir. O, dine karşı koyan ve
Allahın nurunu söndürmeye çalışan müşrik ordularına karşı girişilen
savaşlardan başkasına iştirak etmemiştir. Savaş, iki müslüman arasında
ise, o zaman ondan kaçar ve o savaşta hiçbir rolü olmazdı.
Hz. Ali ile Muaviye arasındaki
anlaşmazlıkta ve bu sebeple müslü-manların arasında savaşın
kıvılcımlanıp tutuştuğu o günde bu tavrı apaçıktı. Olur ki, hayatının bu
ayrıntısı, bizlere hayatının en meşhur tutumunu gösterir. O da Hz. Ali
ile Muaviye arasında hakemlik yaptığı zamanki tutumudur. Çoğu zaman bu
olay, Ebû Musanın, kendisinin kandırılmasına dahi sebep olabilecek
derecede iyi niyette ileri gittiğine dair bir delildir.
Ancak olay, kendisinde hata ve
acelecilik olmasına rağmen bu sahâbînin büyüklüğünü ortaya koymaktadır.
Kişiliğinin yüceliğini, hakka ve insanlara olan inancının büyüklüğünü
göstermektedir. Ebû Musanın hakem olayındaki tutumu şöyle özetlenebilir:
O, müslümanların birbirlerini katlettiklerini ve her grubun bir imam ve
yönetici için direttiğini görüyordu.
Ayrıca savaşan gruplar arasındaki
durumun gerginleştiğini, çözümün zorlaştığını, dolayısıyla bütün İslâm
ümmetinin geleceğini uçurumun kenarına getirdiğini görüyordu. Deriz ki,
onun görüşü, durumun vehameti bu sınıra varmışken, durumu tamamen
değiştirmek ve yeniden başlamak diye özetlenebilir
O günlerde süren iç
savaş, yöneticinin kim olacağı konusunda anlaşamayan iki müslüman grup
arasında idi. Durum yeniden müslümanlara havale edilip, onlar şûra
yoluyla diledikleri halifeyi seçinceye kadar İmam Ali geçici olarak ve
Muaviye hilafetten vazgeçsin.
Ebû Musa durumu böyle tartışmıştı.
Çözümü de buydu. İmam Aliye doğru bir şekilde biat edilmişti, bu
doğruydu. Meşru bir hakkı yok etmek için çıkan gayri meşru bir
ayaklanmayı amacına vardırmamak gerekirdi, bu da doğruydu. Ancak İmam
Ali ile Muaviye ve Irak halkı ile Şam halkı arasındaki anlaşmazlık -Ebû
Musanın görüşüne göre- yeni düşünce ve yeni çözümler gerektirecek
aşamaya gelmişti. Muaviyenin isyanı artık salt bir isyan değildi. Şam
halkının ayaklanması da salt bir ayaklanma değildi.
Anlaşmazlığın tümü, görüş ve seçim
anlaşmazlığı olmaktan çıkmıştı. Aksine bunların hepsi kanlı bir iç
savaşa dönüşmüş ve her iki taraftan binlerce insan ölmüştü. İslâmı ve
müslümanları en kötü akıbetlerle tehdit etmeye de devam ediyordu.
Anlaşmazlık ve savaşın sebeplerini ortadan kaldırmak ve tarafları
aralamak, Ebû Musanın görüşünde, kurtuluş yolundaki başlangıç noktasını
temsil ediyordu.
İmam Ali, hakem ilkesini kabul
ettiğinde kendi cephesini Abdullah b. Abbas ve ashabından başka birinin
temsil etmesini uygun görüyordu. Fakat cemaati ve ordusu arasında
bulunan görüş sahiplerinin büyük bir bölümü Ebû Musa el-Eşarîyi kabul
etmesi için onu zorladılar.
Ebû Musayı seçme nedenleri, Hz. Ali ile Muaviye arasındaki anlaşmazlığa
başından beri kesinlikle katılmamış olmasıydı. Hatta anlaşıp savaşa son
vermeleri gerektiğinden ümidini kestikten sonra iki taraftan da
ilişiğini kesmişti. Bu yüzden o hakem olmak için en uygunu idi. Ebû
Musanın ne dininde, ne ihlasında, ne de sadakat ve doğruluğunda İmamın
şüphesi yoktu. Ancak karşı tarafın niyetini anladı. Onların hileye ne
denli yatkın ve istekli olduklarını biliyordu.
Ebû Musa, fıkhına ve ilmine rağmen hile
ve kandırmacadan nefret ederdi. İnsanlarla zekasıyla değil; doğruluyla
ilişki kurardı. Bundan dolayıdır ki, Ali, Ebû Musanın diğerlerine yenik
düşmesinden ve hakem olayının tek tarafın tezgahı şekline dönüşerek,
olayları daha da vahimleştirmesinden korkuyordu.
İki taraf arasında hakem olayı başladı
Ebû Musa el-Eşarî İmam Ali cephesini temsil ediyordu
Amr b. Âs,
Muaviye tarafını... Gerçek şu ki, Amr b. Âs, hilafeti Muaviyeye
kazandırmak için keskin zekasına ve geniş hilesine güvendi. Ebû Musanın
teklifiyle iki adam -el-Eşarî ve Amr- arasında toplantılar başladı.
Teklif şuydu: Abdullah b. Ömerin aday gösterilmesi ve hatta
müslümanların halifesi olarak ilan edilmesi... Çünkü Abdullah b. Ömer,
sevgi, saygı ve itibarca büyük çoğunluğa sahipti
Amr b. Âs, bu yönde
Ebû Musada büyük bir istek görerek, bunu fırsat olarak değerlendirdi.
Ebû Musanın teklifinin boyutunun artık temsil ettiği taraf -Ali- ile
bir bağlantısı kalmamıştı.
Bunun anlamı şuydu: Abdullah b. Ömeri
teklif ettiğine göre; hilafeti Resûlullah (s.a.v.)in diğer ashabından
birine de vermeye hazır demekti. Böylece Amr, dehasıyla gayesine
ulaşacağı geniş bir gedik buldu. Muaviyeyi teklif etti. Sonra oğlu
Abdullah b. Amrı teklif etti. Onun Resûlullah (s.a.v.)in ashabı
arasında çok yüce bir mevkisi vardı. Amrın dehası karşısında Ebû
Musanın zekası kaybolmadı.
Amrın aday ilkesini, konuşmanın ve
hakem olayının temeli olarak aldığını görür görmez, dizginleri daha
sağlıklı bir yöne çevirdi. Amr de halife seçiminin tüm müslümanların bir
hakkı olduğunu ve Allahu Teâlanın onların işlerini aralarında şûra
kıldığını, dolayısıyla seçme hakkının sadece onlara bırakılması
gerektiğini ileri sürdü.
Amrın bu yüce ilkeyi Muaviyenin
yararına nasıl kullandığını göreceğiz
Fakat ondan önce Ebû Musa ile Amr
b. Âs arasındaki toplantının başında geçen tarihî konuşmanın metnine
kulak verelim. Ebû Hanîfe el-Dîneverînin el-Ahbârüt-tıvâl adlı
kitabından naklediyoruz: Ebû Musa: Ey Amr, içinde ümmetin salahı ve
Allahın rızası olan işte var mısın? Amr: Nedir o? Ebû Musa:
Abdullah b. Ömeri halife seçelim. Şüphesiz o bu savaşa hiçbir şekilde
girmemiştir. Amr: Peki, Muaviyeye ne olmuş? Ebû Musa: Muaviye buna
ne ehildir, ne de onu hak ediyor. Amr: Osmanın zulmen katledildiğini
bilmez misin? Ebû Musa: Elbette. Amr: Muaviye, Hz Osmanın kanının
velisidir.
Bildiğin gibi evi Kureyştedir. Eğer
halk, daha önce yapmadığı hâlde neden halifelik kendisine verildi
derlerse, bunda gerekçen var.
Onlara dersin ki: Onu Osmanın velisi buldum. Allah Teâlâ da şöyle
buyurur: Kim zulmen öldürülürse muhakkak velisine bir sultan kıldık. (İsrâ,
33) Bunun yanı sıra o, Hz. Peygamber (s.a.v.)in zevcesi Ümmü Habîbenin
kardeşi ve onun ashabındandır. Ebû Musa:Ey Amr, Allahtan kork!
Muaviyenin şerefinden bahsetme! Eğer hilafet şerefle hak edilecek
olsaydı, Ebrehe b. Sabah, insanların en hak edeni olurdu. Çünkü o,
yeryüzünün doğu ve batısını alan Yemen krallarının evladıdır.
Sonra Hz. Ali b. Ebû Tâlibin yanında
Muaviyenin şerefi nedir ki? Ama Muaviye, Osmanın velisidir dersen;
oğlu Amr b. Osman ondan daha çok Osmanın velisidir. Fakat beni
dinlersen, Ömer b. Hattâbın oğlu Abdullahı yetkili kılmakla onun
sünnetini ve adını ihya ederiz, derim. Amr: Fazilet sahibi, salih, ilk
muhacirlerden ve sahâbî olan oğlum Abdullahtan seni alıkoyan nedir?
Ebû Musa: Şüphesiz oğlun doğru adamdır.
Ama sen onu bu savaşa iyice bulaştırdın.
Hadi bu işi, iyinin oğlu iyiye, Abdullah b. Ömere verelim. Amr: Ey
Ebû Musa! Bu iş ancak iki azı dişi olan birisine yarar. Birisiyle
kendisi yer, diğeriyle de yedirir. Ebû Musa: Yazıklar olsun sana ey
Amr! Müslümanlar kılıçlarla, mızraklarla çarpıştıktan sonra bu işi bize
isnad ettiler.
Onları tekrar fitneye sürüklemeyelim.
Amr: O hâlde ne diyorsun? Ebû Musa: Diyorum ki, her iki adamı, Ali ve
Muaviyeyi azledelim. Sonra müslümanlar arasında şûra yapalım. Onlar
kendileri için istediklerini seçsinler. Amr: Bu fikrini kabul ettim.
Nefislerin salâhı bundadır. Bu konuşma, bu hakem olayını her
zirkettiğimizde Ebû Musanın alışageldiğimiz kişiliğini tamamen
değiştiriyor.
Şüphesiz Ebû Musa gaflette olmaktan
tamamen uzaktı. Aksine onun bu konuşmadaki zekası, zeka ve dehayla
meşhur olan Amr b. Âstan daha hareketli idi. Amr, Ebû Musaya
Kureyşteki asaleti ve Hz. Osmanın kanının velisi olmasından dolayı
Muaviyenin hilafetini kabul ettirmeye çalıştığında, Ebû Musanın kesin,
parlak ve kılıç kadar keskin cevabı geldi: Eğer hilafet şerefle hak
edilecek olsaydı, Ebrehe b. Sabah, insanların en hak edeni olurdu.
Çünkü o, yeryüzünün doğu ve batısını
alan Yemen krallarının evladıdır. Ama Muaviye, Osmanın velisidir dersen;
oğlu Amr b. Osman ondan daha çok Osmanın velisidir. Hakem olayı, bu
konuşmadan sonra sorumluluğunu sadece Amr b. Âsın kendisinin
yükleneceği bir yola girdi. Ebû Musa konuyu ümmete yöneltmekle kendi
zimmetini, vicdanını berî kıldı.
Ümmet sözünü söylesin ve halifesini
seçsin, dedi. Amr, bu sözü uygun görerek kabul etti
Fakat İslâmı ve
müslümanları tehdit eden bir konuda Amrın bir felaket müjdecisi olacağı
ve Muaviyeye ne kadar sadakat getirmiş ise de hileye başvuracağı Ebû
Musanın aklına gelmiyordu
Anlaştıkları şeyi kendilerine haber vermek
üzere döndüğünde Ebû Musayı İbn Abbas ikaz etmiş, Amrın hilelerine
karşı uyarmış ve ona:
Vallahi Amrın seni kandırmasından korkuyorum. Eğer bir şey üzerinde
anlaşmaya vardıysanız onu öne sür, senden önce o konuşsun. Ondan sonra
sen konuş. Fakat Ebû Musa, durumu Amrın hile yapmayacağı kadar büyük
görüyordu. Bundan dolayı, anlaştıkları konuda Amrın dürüstlüğü hakkında
hiçbir zaman zan ve şüphe duymuyordu. Ertesi gün toplandılar
Hz. Ali
cephesini temsilen Ebû Musa, Muaviye cephesini temsilen de Amr b. Âs
Ebû Musa, Amrı konuşmaya davet etti.
Amr ise imtina ederek ona: Sen benden
daha faziletli, hicret bakımından daha eski ve benden daha yaşlısın.
Onun için önüne geçemem, dedi. Ebû Musa yaklaştı ve her iki taraftan
bekleyen topluluğun karşısına gelerek, dedi ki: Ey insanlar! Bu ümmeti
ülfetle bir araya getirecek ve durumu düzeltecek şeye baktık. İki adamı
-Ali ve Muaviyeyi- azletmekten ve insanların arasında şûra yoluyla ehil
birini seçmekten başka bir şey görmedik.
İşte ben Ali ile Muaviyeyi azlettim
Durumunuzu
kabul edin ve istediğinizi kendinize halife seçin. Dün varılan anlaşma
gereğince Ebû Musanın Aliyi azlettiği gibi Amrın da Muaviyeyi
azlettiğini ilan etme sırası gelmişti.
Amr, minbere çıkarak şöyle dedi; Ey
insanlar, Ebû Musa ne dedi duydunuz, arkadaşını azletti. Onun azlettiği
gibi ben de onun arkadaşını azlettim ve arkadaşım Muaviyeyi yerinde
bıraktım. Çünkü o Müminlerin emiri Osmanın velisi ve kan taliplisidir,
hem de bu makama ehil birisidir. Ebû Musa bu sürprize dayanamadı.
Hiddet ve intikam dolu kelimeleriyle Amrı tokatladı. Yeniden uzletine
döndü
Adımlarını Mekkeye doğru hızlandırdı. Ömründen geri kalan
günlerini Beytül-Harâmın civarında geçirmek üzere...
Ebû Musa, Resûlullah (s.a.v.)in,
halifelerinin ve ashabının güven ve sevgisine sahipti
Hz. Peygamber (s.a.v.)
onu Muâz b. Cebel ile birlikte Yemene gönderdi... Resûlullah (s.a.v.)in
vefatından sonra İslâm ordularının İran ve Bizanslılara karşı giriştiği
büyük cihadda üzerine düşeni yapmak üzere Medineye döndü
Hz. Ömer (r.a.)
devrinde de Müminlerin emiri onu Basraya vali yaptı
Halife Osman (r.a.)
da onu Kûfeye vali yaptı
Ezber, anlama ve amel yönünden Kurân
ehlindendi
Kurân hakkındaki ışık saçan sözlerinden bazıları şunlardır:
Siz Kurâna tâbi olun..! Kurânın size tabi olmasını beklemeyin..!
İbadet ehlindendi
İbadete devam ederdi
Nefesleri kesen o şiddetli
sıcak günlerde, Ebû Musanın oruçlu olmak için iştiyakla davrandığını
görürsün. Şöyle derdi: Umulur ki, öğle sıcağının susuzluğu, bizi
kıyamet gününde kandırır.
Ve rutubetli bir günde eceli geldi.
Yüzünü, Allahın rahmetini ve sevabını uman birinin gülümsemesi kapladı.
Mümin hayatı boyunca tekrarladığı
kelimeleri, dili şu anda, göç anında tekrarlamaya başladı: Allahım!
Selâm sensin!.. Selâm sendendir..!
|