EBÛ SÜFYÂN b. HÂRİS
Karanlıktan Aydınlığa
Bu, başka bir Ebû Süfyân
Ebû Süfyân b. Harb değil
Onun hikayesi, dalaletten hidâyete,
nefretten sevgiye, mutsuzluktan saadete ermenin hikayesidir
Yine onun hikayesi, uzun ve boş
yorgunluklarla ruhu ağırlaşmış bir kimsenin Allaha sığınınca, Onun
rahmetinin ne denli geniş olduğunu görmesinin hikayesidir. Düşünün ki!
Tam yirmi yılını Ebû Süfyân, İslâma sürekli bir düşmanlıkla geçiriyor...
Tam yirmi yıl, Nebî (s.a.v.)in peygamberliğinden itibaren Büyük Fetih
Günü yaklaşıncaya kadar Ebû Süfyân daima Kureyş yandaşlarını
destekliyor, şiiri ile Resûlullahı hicvediyor.
Düşmanlıkta öylesine gayretli idi ki,
Kureyşin savaş için topladığı kuvvetlerden hiçbir zaman geri kalmıyor...
Üç kardeşi de, Nevfel, Rebîa ve Abdullah ondan önce müslüman olmuşlardı...
Bu Ebû Süfyân, Resûlullahın amca oğluydu. Çünkü o, Peygamber
Efendimizin dedesi Abdülmuttalibin oğlu Hârisin oğluydu. Sonra o,
Resûlullahın süt kardeşiydi.
Çünkü Resûlullahın süt annesi Halime
hanımefendi birkaç gün onu da emzirmişti. Nihayet bir gün kader onu
mutlu dönüşe çağırdı. O da oğlu Caferi çağırdı ve ailesine: Biz
ikimiz yola çıkıyoruz.dedi. Nereye ey İbnül-Hâris? Resûlullaha
Onunla birlikte âlemlerin Rabbine teslim olmaya
Atını dörtnala
mahmuzladı. Adeta tayy-i mekan edercesine gidiyordu. Nihayet bir yerde
konakladığında hareket hâlindeki bir ordunun öncülerini gördü. Anladı ki,
Resûlullah Mekkeyi fetih için geliyor.
Hemen ne yapacağını düşündü!.. Çünkü
bir savaşçı ve hicveden bir şair olarak kılıcını ve dilini İslâm
aleyhine kullandığı uzun geçmişinden dolayı Resûlullah onun
öldürülmesine izin vermişti. Binaenaleyh İslâm ordusundan birisi görecek
olsa, onu öldürmekte tereddüt etmezdi. Dolayısıyla müslümanlardan
kimsenin gözüne ilişmeden, her şeyden önce kendisini Resûlullahın
huzuruna atmaya bir çare bulmalıydı. Kıyafet değiştirerek, oğlu
Caferle birlikte yaya olarak epeyce yürüdü. Nihayet Resûlullahın
ashabı ile birlikte gelmekte olduğunu gördü. Onlar konaklayıncaya kadar
bir kenara çekilip saklandı.
Ve onlar konaklayınca, birden bire
yüzündeki örtüyü kaldırarak kendisini Resûlullahın önüne attı.
Peygamber onu hemen tanıdı ve yüzünü çevirdi. Ebû Süfyân bu sefer başka
bir taraftan tekrar geldi. Resûlullah yine ona yüz vermedi. Bunun
üzerine Ebû Süfyân ve oğlu Cafer, birlikte haykırarak: Allahtan başka
ilâh olmadığına
Muhammedin de Onun elçisi olduğuna
inanır ve şehâdet ederiz. dediler. Ardından Kınamak yok ey Allahın
Resûlü diyerek Nebî (s.a.v.)e yaklaştı. Resûlullah da: Evet, kınamak
yok ey Ebû Süfyân diye cevapladı. Sonra onu Hz. Aliye teslim ederek:
Amcaoğluna abdesti ve sünneti öğret, sonra onunla birlikte tekrar bana
gel dedi.
Bunun üzerine Hz. Ali onunla gitti. Bir
süre sonra geri döndüğünde Resûlullah şöyle buyurdu: Git müslümanlar
arasında de ki: Resûlullah, Ebû Süfyândan razı oldu, siz de ondan razı
olunuz. Allah zamana hükmederek ona mübarek ol buyurdu. Böylece zaman
bütün boyutlarıyla bedbahtlık ve dalâlete kapandı ve Onun sınırsız
rahmetinin kapıları açılmış oldu...
Zaten o Bedirde müslümanlara karşı
savaşırken şahit olduğu şaşırtıcı manzara karşısında neredeyse müslüman
olacaktı. Bedir savaşında müşriklerin ileri gelenlerinden Ebû Leheb,
kendi yerine komutan olarak Âs b. Hişamı göndermişti. Kendisi de
savaşın haberlerini sabırsızlıkla bekliyordu.
Nihayet inkarcı Kureyşin hezimet
haberleri gelmeye başladı. Bir gün Ebû Leheb Kureyşten bir toplulukla
beraber zemzem kuyusunun başında oturuyorlardı. Bu sırada kendilerine
doğru bir atlının gelmekte olduğunu, yaklaşınca da onun Ebû Süfyân b.
Hâris olduğunu gördüler... Ebû Leheb onu selâm vermeye bile fırsat
bırakmadan yanına çağırdı: Ey kardeşimin oğlu bana gel! Yemin ederim ki,
sende haberler vardır... Ordumuzun durumu nasıl, bize anlat!.. Ebû
Süfyân şöyle cevap verdi: Allaha yemin olsun ki, bizim karşılaştığımız,
boyunlarımızı kendilerine teslim ettiğimiz bir kavimden başkası değildir.
Onlar da bizden dilediklerini öldürüp, dilediklerini esir ediyorlar.
Allaha yemin olsun ki, Kureyşi
ayıplamadım. Alaca atlar üzerinde, beyaz renkte öyle insanlarla
karşılaştık ki, boyları gökyüzü ile yeryüzü arasını kaplıyordu, bildiğim
hiçbir şeye benzemiyorlardı. Ve önlerinde hiçbir şey duramazdı. Ebû
Süfyân aslında bu anlattıklarıyla Resûlullah ve müslümanlarla birlikte
savaşan melekleri tarif ediyordu.
Fakat henüz o gün gördüklerine rağmen
kalbi müslüman olmamıştı. Şüphe gerçeğe giden bir yoldur. Ebû Süfyânın
şüpheleri de ne kadar kuvvetli ise, bir gün gelecek, gerçeğe olan inancı
da o denli kuvvetli ve sağlam olacaktı. Nihayet onun da gerçeği
kavradığı ve hidâyete erdiği gün gelmişti artık. Ve gördüğümüz gibi, o
da âlemlerin Rabbine teslim oldu...
Ve Ebû Süfyân Müslümanlığının ilk
zamanlarında iyi bir kul ve mücahid olarak âdeta zamanla yarışmaya
başladı. Çünkü geçmişin kötü izlerini bir an evvel silmek ve
kaybettiklerine karşılık olarak daha fazla kazanmak istiyordu... Nitekim
Mekkenin fethinden sonra bütün savaşlara Resûlullah ile birlikte
katıldı. Ve Huneyn Savaşı... Müşrikler pusu kurmuşlar, hiç
beklemedikleri bir anda İslâm ordusuna saldırarak kuşatma altına
almışlardı. İslâm ordusu bozguna uğrar gibi olmuştu.
Bunun üzerine Resûlullah orduya şöyle
haykırarak, onu tekrar toparlamıştı:
İnsanlar! Ben peygamberim, bu sözümde doğruyum, Abdülmuttalibin
oğluyum İşte bu tehlikeli anlarda, ani saldırı karşısında direncini
kaybetmeden Resûlullahın etrafında sebatla mücadele eden bir topluluk
bulunuyordu.
Ebû Süfyân b. Hâris ve oğlu Cafer de
onlardandı. Resûlullahın bineğinin yularından tutuyordu. O anda anladı
ki, ne zamandır aradığı fırsat kendisine doğmuştu. Allah yolunda şehid
olarak, hem de Resûlullahın gözü önünde nezrini yerine getirmenin işte
tam sırasıydı. Bineğin yularını sol eline aldı, sağ eliyle kılıcını
müşrik kanı akıtmak üzere kıyasıya savuruyordu.
Artık müslümanlar, Hz. Peygamberin
etrafında savaşmak üzere tekrar dönmüşlerdi ve Allah da onlara zaferi
nasip etmişti. Savaş sona erip ortalık durulunca, Resûlullah ona dua
etti ve şöyle dedi: Kim bu..? Kardeşim Ebû Süfyân, öyle mi..? Ebû
Süfyân, Resûlullahın kendisine kardeşim diye hitap etmesi karşısında
sevinçten ve mutluluktan neredeyse uçacaktı. Hemen Resûlullahın
ayaklarına kapanarak öpmeye, göz yaşları ile onları sulamaya başladı...
Sonra şairâne duyguları harekete geçti
ve bir şükran-ı nimet olarak, Allahın kendisine ihsan etmiş olduğu
cesaret ve başarı ile ilgili şunları söyledi. Kab ve Âmir kabileleri
gördüler ki, Huneyn sabahı, herkes boyun eğdiği zaman ben, Savaşın
kardeşiydim. Ve en şiddetli anında savaşın, Resûlullahın önünde
sarsılmadan duruyordum. Allahtan, Her şeyin dönüp dolaşıp kendisine
varacağı, Çok merhametli Allahtan sevabını umarak
Ebû Süfyân bundan sonra tamamen kulluğa
ve ibadete yöneldi. Resûlullahın âhirete irtihalinden sonra Ona
kavuşma arzusu ile ölüme bağlandı ve yaşadığı günleri, âdeta bir vuslat
olarak gördüğü ölümü arzu ederek geçirdi. Ve bir gün insanlar onu Bakî
kabristanlığında kabir kazarken gördüler. Yaptığı bu işten dolayı
şaşıranlara: Kendi kabrimi hazırlıyorum
diye karşılık verdi.
Bu olaydan sadece üç gün sonra ölüm
döşeğinde yatıyordu. Çoluk çocuğu etrafında durup ağlıyordu. Bir ara
gözlerini açtı ve her işini tamamlamış olmanın huzuru içinde onlara
şöyle dedi: Benim için ağlamayın! Çünkü ben müslüman olduktan sonra
herhangi bir hatadan dolayı kınanmadım..!
Ve başı göğsüne düşmeden önce veda
selâmı vermek üzere başını son kez yukarı kaldırdı ve Allahın rahmetine
kavuştu.
|