Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

ÜSÂME b. ZEYD

Dostun Oğlu Dost…


Mü’minlerin emiri Hz. Ömer oturmuş, beytülmalden müslümanlara maaş veriyordu.

Oğlu Abdullah geldi; Ömer ona payına düşeni verdi. Sonra Üsâme b. Zeyd geldi, Ömer ona, oğlu Abdullah’a verdiğinin iki veya üç katını verdi.

Çünkü Hz. Ömer, insanlara, faziletlerinin üstünlüğüne ve bu uğurda yaptıklarımücadelelerin derecesine göre maaş takdir etmişti. Bundan dolayı Abdullah b. Ömer İslâm’daki yerinin sonlarda olmasından korkmuştu. Oysa o, taatı, cihadı, zühd ve takvası ile Allah katında ilklerden olmayı umuyordu... Bunun üzerine babasına sordu: “Üsâme’yi benden üstün tuttun.

Halbuki ben, Resûlullah’la beraber, onun karşılaşmadığı çok şeylerle karşılaştım?” Hz. Ömer cevap verdi “Muhakkak ki Üsâme, Resûlullah’a senden daha sevimli idi... Ve onun babası da Resûlullah’a senin babandan daha sevimli idi...” Dolayısıyla o ve babası, Resûlullah’ın gönlünde ve sevgisinde, Ömer’in oğlunun ve hatta bizzat Ömer’in ulaşamadığı bir noktaya ulaşmıştı.

İşte Üsâme b. Zeyd buydu… Sahâbe-i kiram arasındaki lakabı, “Dostun Oğlu Dost” idi. Babası Zeyb b. Hârise Resûlullah’ın hizmetçisi idi. Öyle ki, annesine, babasına ve ailesine karşı Resûlullah’ı tercih etmişti. Ve Resûlullah sahâbenin huzurunda şöyle demişti: “Şahit olun ki bu Zeyd, benim oğlum gibidir.

O benim mirasçım ve ben de onun mirasçısıyım.” Ve Kur’ân-ı Kerîm evlat edinmeyi yasaklayıncaya kadar uzun süre onun adı müslümanlar arasında Zeyd b. Muhammed olarak anıldı. İşte bu Üsâme, böyle bir babanın oğluydu. Annesi, Ümmü Eymen ise Resûlullah’ın sadık bir hizmetçisiydi. Üsâme, dış görünüş itibarıyla hiçbir şeye layık değildi. Çünkü, tarihçilerin rivayetine göre, siyah tenli ve yassı burunluydu. Evet... Tarih Üsâme’nin görünüşünden bahsederken bu iki hususiyetini, sadece bunları söylemekle yetiniyordu!..

Fakat İslâm ne zaman insanları dış görünüşüne göre sınıflandırıp değerlendirmişti ki? İslâm’ın Peygamberi şöyle buyururmuştu: “Dikkat edin! Saçı başı dağınık, toz toprak içinde, elbiseleri yırtık ve kendisine değer verilmeyen nice kimse vardır ki, Allah’ın adı üzerine yemin etse, Allah onu yalancı çıkarmaz.” Yani neye yemin etmişse onu gerçekleştirir. Öyleyse Üsâme’nin dış görünüşünü bir tarafa bırakalım. Onun teninin siyah oluşunu, burnunun yassı oluşunu bırakalım bir tarafa…

Zira İslâm’ın değer ölçüsü bakımından bunların hiçbir önemi yok... Biz bunları bırakalım da onun dostluğunun ve fedakarlığının nasıl olduğuna bakalım... İffet, istikamet, verâ ve takvasının nasıl olduğuna bakalım... Şahsiyetinin yüceliğine ve hayatta neler yaptığına bakalım... Bütün bunların hepsinde ise o, kimsenin kolay kolay ulaşamayacağı bir seviyede idi.

Bunları da Resûlullah’ın sevgi ve takdirini kazanma başarısı sayesinde elde etmişti. Resûlullah şöyle buyuruyor: “Üsâme b. Zeyd, insanların bana en sevimlisidir. Öyle ümit ediyorum ki, o sizin salihlerinizden olacak. Ona iyilikle muamele etmeye bakın.”

Üsâme (r.a.), Resûlullah (s.a.v.)’in kalbine kendini sevdirecek bütün yüce sıfatlara sahipti. Ve kendisini onun gözünde yükseltecek bütün sıfatlara... Nitekim o, Resûlullah’a dostluk ve yakınlık bakımından en ileri derecede bulunan ve ilk müslümanlardan olan bir anne babanın evladıydı. Ve yine o, ilk İslâm çocuklarındandı. İlk besinlerini, cahiliye karanlıklarından kendilerine hiçbirşey bulaşmadan İslâm’ın temiz fıtratından alan çocuklardan...

Ve o, Allah kendisinden razı olsun, ilk gençlik yıllarından beri kuvvetli bir mü’min, imanın ve dinin gerektirdiği bütün vecibeleri büyük bir samimiyet ve azimle yerine getiren güçlü bir müslümandı. Müthiş bir zekaya sahip olduğu gibi, olağanüstü derecede de mütevazı idi. Kendisini Allah ve Resûlü’nün yolunda feda etmekte sınır tanımazdı... Bu siyah tenli ve yassı burunlu insan, Hz. Peygamber’e son derece sevgiliydi.

Çünkü Allah’ın insanlık için seçip beğendiği din insanlar üstünlüğün ve insanlığın kriterlerini değiştirmişti. Şöyle diyordu: “Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O'ndan en çok korkanınızdır.” (Hucurat, 13) Bundan dolayıdır ki, Fetih günü Hz. Peygamber, bineğiyle Mekke’ye girerken arkasına da bu siyeh tenli yassı burunlu adamı, Üsâme b. Zeyd’i bindirdiğini görüyoruz. Yine Kâbe’ye girişlerinin hemen her defasında sağında ve solunda Bilâl’i ve Üsâme’yi… iki siyahî adamı görüyoruz. Onlar, Allah Resûlü’nün kalbinde büyük bir onura ve yüceliğe sahiptiler.

Çok genç yaşında, henüz yirmisini aşmadığı bir devrede, Allah Resûlü onu bir ordunun komutanı yaptı. Ebû Bekir ve Ömer de bu ordunun askerlerindendi…!! Bu durum müslümanlar arasında bir kargaşa ve hoşnutsuzluğa yol açtı. Genç bir delikanlının, içinde ensâr ve muhacirden ihtiyarların da bulunduğu bir orduya komutan olmasıydı bu hoşnutsuzluğa yol açan…

Nihayet bu hoşnutsuzluk haberleri Hz. Peygamber’e ulaştı. Bunun üzerine hemen bir konuşma yaptı. Şöyle dedi: “Bazı insanlar Üsâme b. Zeyd’in komutanlığını eleştiriyorlar… Ondan önce babasının komutan olmasını da eleştirmişlerdi… Halbuki babası komutanlığa layık biriydi… Aynı şekilde Üsâme de komutanlığa layıktır… O babasından sonra bana insanların en sevgilisidir. Sizin salihlerinizden biri olacağını umuyorum. Ona güzellikle davranın.”

Ordu, hedefine doğru yola çıkmadan önce Resûlullah (s.a.v.) vefat etti. Fakat sahâbesine hikmetli vasiyetini bırakmıştı:
“Üsâme ordusu durmasın... Üsâme ordusu mutlaka hedefine doğru gitsin..!” Resûlullah’ın vefatından sonra halife olan Ebû Bekir, şartların değişmiş olmasına rağmen Peygamber’in bu vasiyetini mukaddes bilerek, yerine getirme konusunda ısrar ve ihtimam gösterdi. Ve Üsâme ordusu, Halifenin ricası üzerine Medine’de kalan Hz. Ömer hariç, hedefine doğru yola çıktı.

Bizans İmparatoru Herakliyus, Resûlullah’ın vefat haberiyle birlikte Üsâme b. Zeyd komutasındaki İslâm ordusunun engel tanımadan Şam tarafına doğru yürümekte olduğu haberini aldı. Ve hayrete düştü. Nasıl oluyor da peygamberlerinin vefatı bile onların yollarında ve kararlarında bir değişikliğe neden olmuyordu..?!

Böylece İslâm ordusu, Arap yarımadasını Şam sınırlarına kadar İslâm’ın beşiği hâline getirirken, Bizanslılar geri dönüp herhangi bir müdahalede bile bulunmadan kaçtılar. Nihayet İslâm ordusu hiçbir kayıp vermeden muzaffer olarak geri dönünce, müslümanlar: “Üsâme’nin ordusundan daha sağlam ve kazançlı bir ordu görülmemiştir.” dediler.

Bir gün Üsâme, Resûlullah’tan hayatının dersini almıştı... Öyle açık ve etkili bir ders ki... Üsâme, Hz. Peygamber’in vefatından Muaviye’nin hilafetinin sonlarında âhirete göçüşüne kadar bütün hayatı boyunca bu dersi unutmadı… Vefatından iki yıl kadar önce Peygamber bir birliğin başında onu İslâm’a ve müslümanlara düşmanlık yapan bazı müşrikleri karşılamak üzere gönderdi.

Bu, Üsâme’nin ilk komutanlığı idi... Başarı ve zaferle dönüyordu. Fakat başarı haberi Resûlullah’a kendisinden önce ulaşmış ve onu çok sevindirmişti. Olayın kalan kısmını Üsâme’nin kendisinden dinleyelim: “Nebi (s.a.v.)’e geldim. Fetih müjdesi ona gelmişti. Yüzü memnuniyetten hilal gibi parlıyordu.

Beni kendisine yaklaştırdı ve: “Anlat bakalım.”dedi. Ben de anlatmaya başladım: “Düşman bozguna uğramış kaçıyordu... Onlardan birine yetiştim, mızrağımla onu yere yatırdım. Adam “lâ ilâhe illallah” dediyse de dinlemedim onu öldürdüm.” Allah Resûlü’nün yüzü birden değişiverdi: “Yazık sana ey Üsâme! Lâ ilâhe illallah diyen birini nasıl öldürdün?!.

Yazık sana! Lâ ilâhe illallah diyen birini öldürdün ha?!” Bunu o kadar çok tekrar etti ki: “Keşke dünyaya gelmeyip de hiçbir şey yapmamış olsaydım.” dedim. Ve o gün İslâm’ın ne demek olduğunu iyice anladım. Ve bir daha böyle bir hataya düşmemek üzere Allah’a yemin ettim...

İşte, Dostun Oğlu Dost Üsâme’nin, Resûlullah’tan aldığı günden itibaren Allah’ın kendisinden razı olduğu bir kul olarak huzuruna yöneldiği güne kadar hayatını yönlendiren büyük ders buydu. Gerçekten de etkili bir ders..! Resûlullah’ın insaniyetini, adalet ve prensiplerinin yüceliğini, dininin ve yaratılışının yüceliğini gösteren bir ders... Hz. Peygamber’in, ölümüne üzüldüğü ve onu öldürdü diye Üsâme’yi azarladığı kimse hem de müşrik bir savaşçı idi.

Ve “lâ ilâhe illallah” dediği zaman zalim kılıcı da elinde idi. Ve o kılıçta, müslümanların cesetlerinden daha yeni koparılmış et parçacıkları vardı... “Lâ ilâhe illallah” diyordu; ama bunu belki de öldürücü bir darbeden kurtulmak ya da yeniden müslümanlara karşı savaşa dönmek için kendisine bir fırsat hazırlamak için söylüyordu.

Fakat bununla birlikte kelime-i tevhidi söylemişti bir kere, dili onunla hareket etmişti ya, işte sadece bu sebepten dolayı o anda kanı müslümanlara haram olmuş, canı emniyet altına girmiş oluyordu..! Damarlarında, içinde ve niyetinde ne olursa olsun... Üsâme dersini iyice almıştı artık… Resûlullah, hem de savaş esnasında böyle bir adamı sırf “lâ ilâhe illallah” dedi diye öldürmeyi hoş görmediğine göre...

Ya gerçek ve samimi bir müslümanı öldürmek nasıl olur? İşte bundan dolayı biz, Hz. Ali ve taraftarları ile Hz. Muaviye ve taraftarları arasında meydana gelen büyük fitne sırasında Üsâme’yi kesin bir tarafsızlık içerisinde görüyoruz... Evet, o, Ali’yi çok seviyor ve onu haklı görüyordu; ama Allah ve Resûlü’ne inanmış bir mü’mini kılıcıyla nasıl öldürsündü? Kaldı ki, Resûlullah onu daha önce yenilip de kaçarken “lâ ilâhe illallah” diyen müşrik bir savaşçıyı öldürdü diye azarlamamış mıydı?

Bu durumda Hz. Ali’ye bir mektup gönderdi ve ona şöyle yazdı: “Şuna kesinlikle inan ki, seninle aslanın pençesine bile seve seve giderim. Ancak sizin bu işinizi benim aklım almıyor doğrusu..!” Ve müslümanlar arasındaki bu kavga ve savaşlar devam ettiği sürece evinden dışarı çıkmadı.

Bazı dostları gelip, onun bu tutumunu eleştirdikleri vakit onlara: “Lâ ilâhe illallah” diyen hiçbir kimseyi hiçbir zaman öldüremem, ben buna yeminliyim.” diyordu. O dostlarından birisi ona: “Peki, Allah “Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Bakara, 193) buyurmuyor mu deyince, ona şu cevabı verdi: “Onlar müşriklerdir; biz fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşırız.”

Ve hicretin elli dördüncü senesi... Üsâme Allah’a kavuşma arzusunda, ruhu bu arzu ile tutuşmakta, ilk vatanına dönmeyi istiyor...

Ve cennet kapıları, temiz ve müttaki bir kulu şeref ve memnuniyetle karşılamak üzere açılıyor...