KAYS b. SAD b. UBÂDE
İslâm Olmasa Arapların En Dâhisi
Genç yaşına rağmen ensâr ona bir başkan gibi muamele ederdi.
Ve şöyle derlerdi: Şayet mallarımızla
Kays için bir sakal alabilseydik, mutlaka alırdık...
Bu sözden anlaşılan onun köse olduğudur.
Kavminin örfüne göre; erkeklerin yüzlerini süsledikleri sakal dışında
başkanlık sıfatlarından hiçbir eksiği yoktu. Kavminin, yüzünü
örtebilecekleri bir sakal karşılığında, mallarını feda etmeyi ve böylece
hakikî büyüklüğüne ve üstün liderlik vasıflarına ilaveten, dış
görüntüsünü de mükemmelleştirmek istediği bu genç kimdir? İşte o, Kays
b. Sad b. Ubâdedir...!
Arapların en cömert ve en soylu
evindendir ki, Resûl (s.a.v.), o ev hakkında şöyle demiştir: Muhakkak
ki cömertlik, bu ev halkının en belirgin ahlâkıdır. O hile, maharet ve
zeka kaynayan bir dâhidir ki kendi hakkında şöyle demiştir ve doğrudur:
İslâm olmasaydı, öyle bir tuzak kurardım ki, bütün Arap toplumu bir
araya gelse bile onu anlamaya ve benzerini yapmaya güç yetiremezdi...
Gerçekten o, keskin bir zekaya, engin
bir hile yeteneğine ve parlak bir zihne sahipti. Sıffin savaşında da
Muaviyeye karşı Ali (r.a.)ın yanında yer almıştı. Kendi kendine oturur,
gün boyu ya da günün belli saatlerinde, zekasının kavrayabildiği
hileleri araştırır, Muaviye ve beraberindekilere yapabileceği hileleri
tesbite çalışırdı. Sonra Kötü niyetli komplolar, sadece
düzenleyicilerini tuzağa düşürür
(Fatır, 43) âyetini hatırlardı.
Titrer, böyle bir durumu kabullenemez ve tevbe ederdi.
Sanki lisanı hâliyle şöyle diyordu:
Allaha yemin olsun ki, Muaviye galip geldiği takdirde bizi zekasıyla
değil; bilakis verâmız ve takvamız sebebiyle yenmiş olur. İşte ensârdan
olan bu Hazreçli, daima liderlik yapmış büyük bir eve mensuptur. Güzel
huyları göbekten göbeğe büyük kişilerden miras almıştır.
O biraz sonra beraber olacağımız
Hazrecin lideri Sad b. Ubâdenin oğludur. Sad müslüman olduğu zaman
oğlu Kaysın elinden tuttu ve: Bu senin hizmetçindir ey Allahın Resûlü!
diyerek, onu Resûlullaha getirdi... Peygamber, Kaysta bütün üstün
özellikleri ve yetenek işaretlerini gördü.
Ona yaklaştı ve onu kendine yakın tuttu.
Kays da Resûlullaha olan bu yakın konumunu sürekli korudu. Allah
Resûlünün yakın dostu Enes şöyle der: Kaysın Nebî (s.a.v.)e
yakınlığı, emniyet genel müdürünün devlet başkanına yakınlığı gibiydi.
İslâmdan önce insanlar Kaysa zekasına göre muamele eder, onda en küçük
bir zihin yanılmasına ihtimal vermezlerdi. Medine ve çevresinde onun
dehâsını hesaplayacak kişinin binlerce hesap yapması gerekirdi.
Müslüman olunca, İslâm ona, insanlara
dehâlarıyla değil; ihlaslarına göre muamele edilmesi gerektiğini öğretti.
Bütün benliğiyle İslâmı özümsemiş bir er idi. Bu sebeple dehâsını bir
kenara bıraktı ve onu öldürücü hileleri çabucak yapabileceği bir yetenek
saymadı. Zor bir durumla karşılaştıkça kontrol altına alınmış dehâsına
hasreti artar ve klasikleşmiş sözünü tekrarlardı: İslâm olmasaydı, öyle
bir tuzak kurardım ki, bütün Arap toplumu bir araya gelse bile onu
anlamaya ve benzerini yapmaya güç yetiremezdi...
Huyları arasında, zekasına üstün
gelecek cömertliğinden başka bir şeyi yoktu. Kaystaki cömertlik geçici
bir huy değildi, çünkü o cömertlik ve ikramda tâ eskilere dayanan bir
ocağa mensuptu. Bugün Arap cömertlerinin ve zenginlerinin de âdeti
olduğu üzere, Kaysın ailesinin yüksekçe bir yerde duran bir münadisi
vardı. Bu münadi, gündüz misafirleri yemeğe davet eder, gece de kimsesiz
yolculara yemek verildiğini göstermek için ateş yakardı...
İnsanlar o günlerde şöyle derlerdi:
Kim yağı ve eti severse, Düleym b. Hârisenin köşküne gitsin. Düleym
b. Hârise Kaysın ikinci kuşak dedesiydi. Bu eski ocakta Kaysa
cömertlik ve hoşgörü aşılanmıştı.
Bir gün Ebû Bekir ve Ömer,
Kaysın misafirperverliği ve cömertliği hakkında konuşmuşlar ve şöyle
demişlerdi: Eğer bu genci cömertliği ile baş başa bıraksak, babasının
bütün malını kesinlikle bu uğurda tüketirdi. Sad b. Ubâde, onların
oğlu Kaysla ilgili bu sözlerini duydu ve şöyle çıkıştı: Ebû Kuhâfe (Ebû
Bekir) ve İbn Hattâba (Ömere) benim hakkımda daha insaflı olmalarını
kim söyleyebilir? Beni öne sürerek oğlumu cimri yapmak istiyorlar..!
Kays bir gün darda kalmış
kardeşlerinden birine yüklü miktarda borç verdi. Ödeme için tayin edilen
gün gelince, adam Kaysa borcunu vermek için geldi. Kays, alacağını
kesinlikle kabul etmedi ve: Biz verdiğimiz şeyi geri almayız. dedi.
İnsan fıtratının şaşmaz metodu ve
değişmez kaideleri vardır. Bu nedenle cömertliğin bulunduğu yerde
kahramanlık da mutlaka bulunur. Evet... Gerçek cömertlikle gerçek
kahramanlık ikiz kardeş gibidirler. Biri diğerinden hiçbir zaman
ayrılmaz... Birisinde cömertlik görüp de cesurluk görmediğin zaman bil
ki, o gördüğün cömertlik değildir. O ancak, kibrin ve boş iddianın
görüntülerinden olan geçici bir davranıştır. Kays b. Sad cömertliğin
ipini sağ eliyle tuttu mu, aynı eliyle kahramanlığın ve atılganlığın da
ipini tutardı.
Sanki o, şairin şu sözüyle
kastettiği kişiydi: Şan ve şeref için bir bayrak kaldırılınca Onu sağ
eliyle alacak asil bir Arap genci mutlaka çıkar Kahramanlığı, Resûlullah
(s.a.v.)in katıldığı bütün savaşlarda görülmüştür. Resûlullah (s.a.v.)in
Cenabı Hakka kavuşmasından sonra katıldığı savaşlarda da görülmeye
devam etmiştir
Doğruluktan kaynaklanan cesaret, dehânın bedelidir...
Açık ve doğru olarak ortaya çıkar,
hileye dayanmaz. Sahibi de kendisine yüklenen ve yıpratan güçlük ve
sıkıntılara katlanır. Kays, dehâya dayanan harika kudretini bir tarafa
bıraktıktan sonra, bunun yerini bütün yönleriyle apaçık bir kahramanlık
yeteneği almıştı. O, bunun sebep olacağı yorgunlukları ve getireceği
zararları daha büyük bir sevinçle karşılıyordu.
Gerçek kahramanlık, sadece sahibinin rızasından kaynaklanır. Bu rıza da
şehvet ve hevesten değil; sadece doğruluktan ve Allah için ihlastan
oluşur.
Ali ile Muaviye arasında anlaşmazlık
çıkınca Kaysın önce tarafsız kaldığını görüyoruz. Kalbi mutmain
oluncaya kadar doğrunun kimden yana olduğunu araştırdı. Nihayet Hz.
Alinin haklı olduğunu anlayınca büyük, güçlü ve cesur bir er olarak
onun safına koştu.
Sıffin, Cemel ve Nehrevan savaşlarında
Kays en cesur kahramanlardan biriydi... Ensârın sancağını taşıyor ve
şöyle haykırıyordu: Bu Cibrilin bize yardım ederek Nebî (s.a.v.)in
etrafını çevirdiğimiz sancaktır Başka hiç kimse olmasa bile yanlarında
Ensârın yardımcı olduğu kimseler zarara uğramaz İmam Ali onu Mısıra
vali tayin etmişti
Muaviyenin gözü de Mısır üzerindeydi.
Gelecekteki tâcı için onu daima bir inci sayardı. Bundan dolayı Kaysın
oranın yönetimini üstlendiğini görünce delirir gibi oldu. Kendisi Hz.
Aliye karşı kesin bir zafer kazansa bile, Kaysın Mısırla kendisi
arasına ilelebet girmesinden korktu. Böylece bütün tuzaklarını ve her
şeyi mübah gören hilelerini kullandı. Alinin yanında Kaysa karşı
birtakım dolaplar çevirdi. Sonunda Ali, Kaysı Mısırdan çekip merkeze
aldı. Bu esnada Kays, tabiî zekasını meşru bir sûrette kullanabilmek
için güzel bir fırsat yakalamıştı.
Keskin zekasıyla, aleyhine oynanan bu
oyunu Muaviyenin yapmış olduğunu katiyetle anlamıştı. O, bunu, kalbinde
Aliye karşı düşmanlık uyandırmak ve Alinin onun valiliğini
küçümsediğini göstermek için yapmıştı. Öyleyse Muaviyenin dehâsına
verilebilecek en hayırlı cevap, Aliye olan sevgiyi daha da artırmak ve
Alinin temsil ettiği hak davaya daha fazla sahip çıkmak olacaktı. Bu
davranış, aynı zamanda Kays b. Sad b. Ubâde için kesin ve doğru bir
gönül rızasına da kaynaklık edecekti...
Böylece, bir an bile olsun, Alinin onu
Mısırdan azlettiğini düşünmedi. Valilik, başkanlık ve diğer mevkiler
neydi ki? Kaysa göre hepsi inancına ve dinine hizmet etmek için birer
vasıtaydı. Mısırın yönetimini üstlenmesi hakka hizmet için bir
vesileydi. Fakat Hz. Alinin yanında savaş alanındaki yeri de önem ve
şeref açısından ondan hiç aşağı kalmayan bir vesileydi
Hz. Alinin şehâdetinden sonra Hz.
Hasana biat etmesiyle, Kaysın şecaati, sadakatinin zirvesine
ulaşmıştır... Kays, Hasan (r.a.)ın, hilafetin şerî varisi olduğuna
kesin kanaat getirmişti. Buna dayanarak, durumu daha fazla tehlikeye
atmadan hemen biat etti ve onun yanında yer aldı. Muaviye onları
kılıçlarını çekmeye mecbur bırakınca, Kays, Ali için başını ortaya
koymuş beş bin kişiye komutanlık ederek saldırıya geçer
Hz. Hasan, çok kan dökülerek yeterince
deşilmiş olan müslümanların yaralarını sarmayı tercih eder, sonsuza dek
sürecek ve taraflarını yok edecek bir savaşa son verir. Muaviye ile
anlaşır, sonra da ona biat eder. Bu durumda Kays meseleyle ilgili
düşüncelerini tekrar gözden geçirir. Hasanın doğru yolda olduğunu
anlamakla beraber yine de kendi idaresinde bulunan ordu ile istişare
etmesi gerekiyordu. Böylece onları topladı ve bir konuşma yaptı.
Konuşmasında:
İsterseniz, en küçük ferdimiz ölünceye kadar sizinde beraber savaşayım.
İsterseniz, sizin için dokunulmazlık alayım. dedi. Ordusu ikinci şıkkı
tercih etti. O da onlar adına Muaviyeden eman aldı. Cesaret açısından
en güçlü ve sonuç itibariyle de en tehlikeli düşmanının başına gelen bu
durumu görünce, Muaviyenin kalbi sevinçle doldu... İslâmın, dehâsını
terbiye ettiği bu büyük dâhi Medine-i Münevverede hicri elli dokuz
yılında öldü. Evet
Hep şöyle diyen insan ölmüştü:
Resûlullah (s.a.v.)in, Tuzak kuran ve hile yapan kişiler, cehenneme
gideceklerdir. dediğini duymasaydım, bu ümmetin en hilekârı mutlaka ben
olurdum. Hayata dosdoğru, açık, hareketli, cömert ve cesur bir insanın
kokusunu bırakarak, barış içinde ölmüştü. Evet... Üzerinde sorumluluk,
vasiyet ve anlaşma gibi İslâma ait ne varsa, kelimenin tam anlamıyla
yerine getirmiş güvenilir bir insanın kokusunu ardında bırakarak ukbâya
yürümüştü.
|