HUZEYFE b. YEMÂN
Hakikat Aşığı - Nifak Düşmanı
Medain halkı topluca Hz. Ömerin (r.a.) kendileri için tayin ettiği
valiyi karşılamaya çıktılar. Verâsı, takvası, Irakın fethinde
gösterdiği azim ve kararlılığı hakkında çok şey işittikleri bu güzide
sahâbeyi karşılamak üzere yola koyuldular.
Valinin kalabalık ve gösterişli bir
gurupla geleceğini ümit ederlerken, karşılarında semeri eskimiş bir
eşeğe binmiş, ayaklarını sarkıtmış, ellerinde tuttuğu çörek ve tuzu
yiyerek gelmekte olan, yüzü aydınlık bir adam görünce şaşırdılar. Adam
kendilerine iyice yaklaştığında bunun bekledikleri yeni valileri Huzeyfe
b. Yemân olduğunu anladılar.
Bu durum karşısında neredeyse
şaşkınlıktan akılları başlarından gidecekti. Fakat bu şaşkınlık neyin
nesiydi? Hz. Ömerin seçip gönderdiği birinden daha ne bekliyorlardı ki?
Ama onlar şaşırmakta haklıydılar; zira ülkeleri ne İranlılar döneminde,
ne de daha sonraki dönemlerde böyle bir vali görmemişti. Huzeyfe
aralarında ilerledi, insanlar etrafına toplanmışlardı. Onların
kendisinden bir şeyler söylemesini istediklerini anlayınca, onları
derinden şöyle bir süzdü ve: Fitne yerlerinden uzak durunuz. buyurdu.
İnsanlar: Ey Huzeyfe! Fitne yerleri nedir? diye sorduklarında cevap
olarak: Emirlerin kapılarıdır... Sizden biriniz emirin veya valinin
yanına gider, yalan söylediği hâlde onu tasdik eder, onda olmayan
şeylerle onu över. İşte bunlar birer fitnedir. buyurdu.
Konuşması da kendisi kadar ilginç ve
şaşırtıcıydı. Yeni valilerinin bu sözleri üzerine insanların ilk
şaşkınlıkları geçti ve ona ısınmaya başladılar. Zira onun dünyada en çok
kızdığı, hakir gördüğü şey, nifaktı. Aynı zamanda bu sözler, yeni
valinin şahsiyetini ve hüküm verirken takip edeceği metodun ne şekilde
olacağının da en açık deliliydi.
Huzeyfe b. Yemân tabiatı itibarıyla
nifaktan nefret eden ve onu en gizli yerlerde bile görebilme kudretine
sahip olan bir insandı. Huzeyfe, kardeşi Safvan ve babaları,
Resûlullaha gelip her üçü de iman ettikten sonra İslâm, kuvvet ve
kararlılık bakımından yeni bir güç kazandı. Huzeyfe güçlü, temiz, cesur,
doğru, korkaklığı, nifakı ve yalanı hor ve hakir gören büyük bir dine,
İslâma boyun eğmişti. O, Allah Resûlünün elinde edeplenmiş, kendisine
Resûlullahı örnek almış, doğru, güvenilir, hakkı müdafaa eden,
güçlükleri seven ve dönek, riyakar ve hilekârlardan da nefret eden bir
insandı. Resûlullahın ashabı içerisinde, az önce belirttiğimiz
hususlarda en hassas ve en duyarlı melekeye sahip olan kişi, Huzeyfe b.
Yemândı.
Huzeyfe, birçok alanda ileri derecede yetenekli bir insandı.
Öncelikle yüz hatlarını okuma ve
sırları açığa çıkarma konusunda uzmandı. İnsanın yüzüne bir bakışla,
onun nasıl birisi olduğunu, içinde ne tür duygular gizlediğini
anlayıverirdi. Bu konuda gerçekten ihtisas sahibiydi. Hatta zekası ve
tecrübesiyle tanınan Müminlerin Emiri Hz. Ömer dahi bir yere birisini
tayin edeceği zaman Huzeyfenin görüşüne baş vururdu. Huzeyfe, hayatta
hayrı talep eden kişi için hayrın açık ve seçik olduğunu, buna mukabil
şerrin gizli ve kapalı olduğunu, bu sebeple akıllı kişinin gerek
hareketlerinde, gerekse düşüncelerinde şerden sakınması gerektiğini
bilen ve tavsiye eden bir kişiydi. Huzeyfe şerri ve şerlileri, nifakı ve
münafıkları gözetler ve bu konular üzerinde ehemmiyetle dururdu.
O şöyle diyor: İnsanlar Resûlullaha
hayrı sorarlardı. Ben ise, bana erişmesinden korktuğum şeyi sorardım.
Bir gün Allah Resûlüne Ya Resûlullah! Biz câhiliye ve şer
içerisindeydik. Allah bize hayrı ihsan etti. Bu hayırdan sonra şer var
mıdır? diye sordum. Allah Resûlü: Evet. dedi. Ben: Bu şerden sonra
tekrar hayır var mıdır? dedim. Resûlullah: Evet; ama içerisinde gizli
fitne olan bir hayır. dedi. Ben: Bu fitne nedir? diye sordum. Allah
Resûlü: Bunlar, benim sünnetimi bırakıp, başka şeylere uyan ve hidâyeti
benim dışımda arayan bir kavimdir... Sen onları tanır ve yadırgarsın (inkâr
edersin). buyurdu. Ben tekrar: Bu şerden sonra tekrar hayır var mıdır?
dedim.
Allah Resûlü: Evet, cehennem
kapılarında dikilip, insanları oraya çağıranlar vardır. Kim onların bu
çağrısına icabet ederse, onu cehenneme atarlar... buyurdu. Ben: Ya
Resûlullah o vakte erişirsem, bana ne yapmamı tavsiye edersin? diye
sordum. Allah Resûlü: Bütün o guruplardan uzak dur. Bir ağaç köküne
tutunmuş olsan bile, ölene kadar bu hâlin üzere kal. buyurdu. Bu
ifadelerden sonra Huzeyfenin, İnsanlar Allah Resûlüne hayırdan
soruyorlardı; ben ise şerden soruyordum. sözü daha iyi anlaşılmaktadır.
Huzeyfe b. Yemân, fitnelerden ve şerlerden korunmak ve insanları da bu
tehlikelerden sakındırmak için bu konularda daima uyanık, basiretli ve
ileri görüşlü bir kişi olarak yaşadı.
Bu sayede dünyayı, insanları ve zamanı
gerçek anlamıyla kavradı ve bu konularda bir bir feylesof hakim gibi
görüşler ortaya koydu. O (r.a.) şöyle diyor: Allah, Hz. Muhammedi (s.a.v.)
gönderdi. O da insanları, dalaletten hidâyete ve küfürden imana davet
etti. Bir kısım insanlar ona icabet edip, sanki ölüyken hak ile yeniden
dirildi. Bazıları da ona icabet etmeyip, dalalet içinde kalarak, daha
önce diriyken sanki ölü hâline döndüler
Sonra nübüvvet gitti, yerine
hilafet geldi... Daha sonrada yönetim -ısırıcı- saltanata dönüştü...
İnsanlardan bir kısmı şerri kalbiyle, diliyle ve eliyle inkâr eder...
İşte onlar hakka gerçekten icabet edenlerdendir. Onlardan bir kısmı da
sadece kalbiyle ve diliyle şerri inkâr eder.
Bunlar ise (imandan) haktan iki şubeyi
terk edenlerdir
Ne kalbiyle, ne eliyle, ne de diliyle şerri inkâr
etmeyenlere gelince, böyleler yaşayan ölülerdir. Huzeyfe kalplerin
hidâyeti ve dalaleti ile ilgili olarak da şöyle diyor: Dört çeşit kalp
vardır: 1. Haktan perdelenmiş kalp. Bu, kâfirin kalbidir. 2. İki yönlü,
dönek kalp. Bu, münafığın kalbidir. 3. İçerisinde parlak bir ışık
taşıyan temiz kalp. Bu, müminin kalbidir. 4. İçerisinde hem iman, hem
nifak bulunan kalp. Bu kalpteki iman, temiz suyun beslediği bir ağaç
gibidir; nifak ise, kan ve kusmuğun beslediği yara gibidir.
Hangisi galip gelirse, kalp onun
şeklini alır. Huzeyfenin şer konusundaki tecrübesi, şerre karşı koyuşu
ve âdeta meydan okuyuşu, diline ve kelimelerine bir keskinlik ve güç
kazandırmıştı. O bu durumu açıklıkla ve cesaretle şu şekilde anlatıyor:
(Resûlullaha geldim ve:) Ya Resûlullah! Aileme ve etrafımdakilere
karşı dilim çok keskin. Bu durumun beni ateşe götürmesinden korkuyorum.
dedim. Allah Resûlü bana: İstiğfar ne güne duruyor ey Huzeyfe? Ben dahi
gün de yüz kere Allaha tevbe ve istiğfar ediyorum. buyurdu.
İşte Huzeyfe böyleydi... Nifâkın
düşmanı... gerçeğin, doğruluğun dostu... Bu tarz bir insan ancak ve
ancak güvenilir bir iman ve derin bir sadakat taşıyabilirdi... Nitekim
Huzeyfe de bu iki şeye gerçekten sahip olan mümtaz bir sahâbî idi.
Müslüman olan babası, Uhud günü müşriklerden biri sanılarak müslümanlar
tarafından yanlışlıkla öldürülürken, Huzeyfe durumu tesadüfen görmüş ve:
Hayır, yapma! O benim babam...babam! diye bağırmış; fakat takdir-i
ilâhî öyle tecelli etmiş ve öldürülmüştü.
Müslümanlar durumu anladıklarında çok
üzülmüşlerdi... Fakat Huzeyfe onlara şefkat ve merhametle bakmış ve:
Allah sizi affeder; O merhamet edenlerin en yücesidir. demişti. Sonra
da oldukça kızışan muharebenin ortasına atılmış ve Allah yolunda üzerine
düşen vazifeyi edaya girişmişti. Savaş sona erdiğinde durum Resûlullaha
bildirilmiş, Allah Resûlü de Huzeyfenin babasını yanlışlıkla öldüren
Huseyl b. Câbire, Huzeyfeye diyet ödemesini ve özür dilemesini
emretmişti.
Huzeyfe ise, o diyeti müslümanlara
tasadduk etmiş ve Resûlullah katındaki kadr-ü kıymetini bir derece daha
arttırmıştı. Huzeyfenin imanı ve sadakati acizlik, zayıflık ve
imkânsızlık diye bir şey tanımazdı. Hendek savaşındaydı... Kureyş
kâfirleri ve onlara yardım eden yahudi yandaşları bozguna uğrayıp,
safları sarsılmaya başladığı sıralardaydı... Allah Resûlü düşman
karargahındaki son gelişmeleri öğrenmek istemişti... Karanlık ve korkunç
bir geceydi... Ortalık ana baba günüydü, korku kol geziyordu ve ashab
açlıktan neredeyse kırılacak hâldeydi.
Böyle bir hâlde kim, hangi güçle,
düşman karargahına kadar girer, onların arasına karışır ve durumlarını
öğrenip haber getirebilirdi..? Allah Resûlü, bu zor ve çetin görev için
ashabından birini seçmek zorundaydı.
Kimi seçti sanırsınız? Huzeyfeyi...!
Evet, bu çetin görev ,Resûlullah tarafından Huzeyfeye verildi. Allah
Resûlü, Huzeyfeyi çağırdı ve durumu bildirdi. Huzeyfe, Resûlullahın
çağrısına icabet etti ve görevi kabullendi... Onun şu yüce sadakatine
bakınız ki, içerisinde bulunduğu şiddetli açlık, soğuk ve yorgunluğa
dahası karşılaşabileceği diğer tüm tehlikelere aldırış etmeksizin Allah
Resûlünün isteğine evet deyivermişti.
O gece Huzeyfe gerçekten akıllara
durgunluk verecek bir iş başardı. İki karargah arasındaki mesafeyi kat
etti, ablukayı delip geçti ve Kureyş karargahına sızdı, şiddetli yer
yağış sebebiyle karargahdaki ateşler sönmüştü. Huzeyfe karanlıktan
istifade ederek düşman safları arasında kendisine bir yer tuttu. Bu
sırada Kureyşin komutanı Ebû Süfyan müslümanların karanlıktan
yararlanıp aralarına sızabileceklerini düşünerek korktu ve bu konuda
askerlerini uyardı. Huzeyfe, Ebû Süfyanın yüksek sesle: Ey Kureyş!
Herkes yanındaki arkadaşına baksın, elinden tutsun ve ismini öğrensin!
dediğini duydu. Ve hemen yanındaki adamın elini tutarak: Senin adın
ne? diye sordu.
Yanındaki adam da falan oğlu falan.
diye cevapladı. Bu şekilde Huzeyfe düşman askerleri arasında kendisini
emniyete almış oldu. Ebû Süfyan askerlere dönerek konuşmasına devam etti:
Ey Kureyş! Vallahi sizler sağlam bir yerde sabahlamadınız, atlarınız ve
develeriniz öldü. Benî Kureyza bizi terk etti. Gördüğünüz gibi şiddetli
rüzgarlara yakalandık, ne kazanlarımız kaynıyor, ne de ateşlerimiz
yanıyor... Bizim için burada yer ve yurt yoktur.
Binâenaleyh buradan ayrılınız; işte ben
ayrılıyorum... Ebû Süfyan sonra devesine bindi ve yola koyuldu,
arkasından da diğerleri gittiler... Huzeyfe şöyle diyor: Eğer
Resûlullah Sakın hiçbir şey yapma! demeseydi, Ebû Süfyanı orada bir
okla öldürürdüm. Huzeyfe döndü ve Allah Resûlüne düşman askerlerinin
çekilip gittikleri müjdesini ulaştırdı.
Aslında Huzeyfenin fikirlerine,
felsefesine, marifetine ve yaşantısına bakan bir insan, onun savaş
meydanlarında kahramanlıklar göstereceğini pek düşünemez. Ne var ki
Huzeyfe, gösterdiği kahramanlıklarla, hakkındaki bu zanları daima boşa
çıkarmıştır. Abid, zâhid ve mütefekkir bir insanın kılıcını çekip,
küffar üzerine yürüyebilmesi için akıllara durgunluk verecek bir dehaya
sahip olması gerekir ki, Huzeyfe bu vasıfta bir insandı... Huzeyfenin,
Irakın tamamının fethinde, önde gelen üç kişiden veya beş kişiden
birisi olduğunu bilmemiz, onun savaş konusundaki yeteneğini anlamamız
için kâfidir.
Hemedan, Rey, Dinever fetihleri de
Huzeyfenin ellerinde tamamlanmıştı. Büyük Nihavend savaşında, İranlılar
yüz elli bin kişilik büyük bir orduyla toplandıklarında Müminlerin
Emiri Hz. Ömer, İslâm ordularının başına Numan b. Mukarrini atamış,
Huzeyfeye de Kûfe askerlerinin başında Numanla birlikte yürümesini
emretmişti. Sonra Hz. Ömer savaşçılara bir mektup göndererek:
Müslümanlar toplandıkları vakit, her komutan kendi askerlerinin başında
olsun. Numan b. Mukarrin tüm askerlerin başkomutanı olsun.
O şehit düşerse, bayrağı Huzeyfe alsın.
O da şehit olursa, Cerir b. Abdullah başa geçsin... buyurdu. Hz. Ömer,
savaş komutanlarını tayin ederek, bu şekilde yedi kişinin ismini
saymıştı. İki ordu karşılaştı... Farslılar yüz elli bin kişi...
Müslümanlar ise sadece otuz bin... Eşi benzeri görülmemiş bir savaştı...
Tarihin en büyük savaşlarından biri cereyan ediyordu... Can kaybı çoktu...
Bu sırada İslâm ordularının komutanı Numan b. Mukarrin şehid düştü...
İslâm sancağı yere düşmeden yeni komutan Huzeyfe sancağı kaptı ve zafer
rüzgarlarıyla dalgalandırarak, büyük bir azim ve kararlılıkla savaşa
devam etti... Etrafındakilere, savaş bitene kadar Numanın ölümünü
gizli tutmalarını söyledi. Sonra da sancağı, bir ikram ve onurlandırma
olarak, Numanın kardeşi Nuaym b. Mukarrine vererek, kardeşinin yerine
onu atadı.
Bütün bu sayılanlar bir anda oldu,
bitti... Savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu. Sonra Huzeyfe, âdeta bir
kasırga gibi savaş meydanına atıldı, bir yandan da şöyle haykırıyordu:
Allahu Ekber! Allah vaadini gerçekleştirdi! Allahu Ekber! Askerine
yardım etti! Sonra atını askerlerinden tarafa döndürdü ve onlara: Ey
Muhammed ümmeti! İşte cennet..! Bir nazlı gelin gibi sizin için
hazırlanmış! Sizi bekliyor..! Onu daha fazla bekletmeyin!.. Haydi ey
Bedrin aslanları!.. İlerleyin ey Hendek, Uhud ve Tebük kahramanları!..
Huzeyfe, askerin kahramanlık duygularını harekete geçirmeyi ve onları
savaşa teşvik etmeyi, diğer bir ifadeyle, savaş ve asker psikolojisini
çok iyi bilen bir insandı. Savaş, İranlıların büyük bir hezimete
uğramalarıyla son buldu...
Öyle bir hezimet ki, neredeyse bir eşi
ve benzeri görülmemişti... Huzeyfe, kahramanlıklarda eşine az rastlanır
deha sahibi bir insan olduğunu göstermişti. Gerçi o, kendisine verilen
her işi, her görevi yerine getirmede eşsiz bir insandı. Sad b. Ebû
Vakkâs ve beraberindeki müslümanlar Medâînden Kûfeye varıp, orayı yurt
edindikleri vakit
Yine Huzeyfenin dehasını görmekteyiz. Medainin
iklimi, müslümanlar için çekilmez hâle gelince, Hz. Ömer Sad b. Ebû
Vakkâsa mektup yazarak, müslümanlar için uygun bir yer bulup
taşınmalarını emretti. Sad da uygun bir yer bulması için Huzeyfeyi
görevlendirdi. Huzeyfe, Selmân b. Ziyad ile birlikte müslümanların yurt
edineceği uygun bir mekan aramaya koyuldu.
Kûfe arazisine geldiler... O vakit
orası, taşlık ve kurak bir yerdi. Fakat Huzeyfe etrafa şöyle bir bakıp,
gözden geçirdikten sonra burasının müslümanlar için elverişli olacağı
kanaatine vardı ve arkadaşlarına: Allahın izniyle, aradığımız yeri
bulduk; buraya yerleşeceğiz. dedi.
Böylece Kûfenin yeri belirlendi ve
Kûfe zamanla gerçekleştirilen imar faaliyetleriyle gelişmiş bir şehir
hâline geldi. Oraya yerleşen müslümanlar için de gerçekten bir sıhhat ve
afiyet kaynağı oldu. Huzeyfe, zekası ve tecrübesi geniş bir insandı...
Müslümanlara daima şöyle derdi: Sizin hayırlılarınız âhireti için
dünyalarını terk edenleriniz veya dünya için ahiretlerini terk
edenleriniz değildir.
Aksine her ikisinden de payına düşeni
alanlarınızdır. (Yani el kârda, gönül yarda olanlardır.) Hicretin 36.
yılında son yolculuğuna çıkmaya (âhirete) hazırlanırken, ziyaretine
gelen arkadaşlarına: Yanınızda kefen getirdiniz mi? diye sordu...
Onlar da: Evet. Dediler. Hani nerede; göreyim. dedi. Kefenin güzel
ve yeni olduğunu görünce tebessüm etti ve dudaklarından şu çarpıcı
ifadeler döküldü: Benim böyle bir kefene ihtiyacım yok... Bana gömleği
(kamisi) olmayan iki parça beyaz örtü yeterlidir... Zira ben kabirde
fazla kalmayacağım... Onlardan daha hayırlısına veya daha şerlisine
kavuşacağım...
Bu arada birkaç kelime daha mırıldandı, etrafındakiler ne dediğini
duymak için yaklaştılar, şunları söylüyordu: Merhaba ölüm... şevkle
gelen sevgili... Artık pişmanlık fayda vermez...
Böylece beşer ruhlarının en
yücelerinden ve en muttakilerinden biri daha Allaha yükselmişti...
|