SAD b. EBÛ VAKKÂS
Aslan
Pençesi
İran kuvvetlerinin müslümanlara saldırılarının yoğunlaştığı,
müslü-manların dört bir civarda ağır kayıplar verdikleri, Iraklıların
müslümanları arkadan vurdukları ve müslümanlarla olan anlaşmayı
bozdukları haberleri peş peşe Medineye gelince, Müminlerin Emiri Hz.
Ömer (r.a.) sarsıldı. İranlılara karşı yapılan savaşta İslâmın ordusuna
bizzat komuta etmek üzere savaş bölgesine gitmeye karar verdi.
Medinede Aliyi (r.a.) vekil bırakarak
bir grup askerle yola çıktı. Henüz Medineden ayrılmamıştı ki, ashabtan
bir kısmı, geri dönmesi ve yerine bir başkasını göndermesi fikrini beyan
ettiler. Böyle bir ortamda Müminlerin Emirinin hayatının tehlikeye
atılmasının kötü sonuçlar doğuracağını Abdurrahman b. Avf belirtti.
Hz. Ömer (r.a.) müslümanlara istişare
için toplanmalarını emretti ve bunun için Cemaatle namaza!.. diye nida
edildi. Bu arada Hz. Aliye haber gönderildi ve Medine ehliyle beraber
Halife Ömerin bulunduğu yere geldiler. Şûra, Hz. Ömerin Medineye
dönmesi ve İslâm ordusu için yerine başka bir komutan tayin etmesi
kararını benimsedi. Emirül-müminin bu karara uydu ve istişareye
katılan arkadaşlarına Iraka komutan olarak kimi gönderelim? diye
sordu. Hepsi birden sustular ve düşünmeye başladılar.
Sessizliği Abdurrahman b. Avf bozdu:
Buldum! dedi. Hz. Ömer: Kim? diye sorunca, Abdurrahman: Aslan
Pençesi
Sad b. Malik ez-Zührî... dedi. Bu görüşü bütün müslümanlar
desteklediler. Müminlerin Emiri de Sad b. Malike yani Sad b. Ebû
Vakkâsa haber gönderdi ve kendisinin Iraktaki ordunun komutanlığına
atandığını bildirdi. Bu Aslan Pençesi kimdi ve nasıl biriydi? Allah
Resûlü bir gün ashabıyla birlikteyken bir adam yanlarına gelmişti. Allah
Resûlü onu göstererek: Bu benim dayımdır. Herkes dayısını göstersin!
demişti. İşte bu adam, Sad b. Ebû Vakkâs idi. Sadın dedesi Uheyb b.
Menaf, Resûlullahın annesi Aminenin amcası idi. Müslüman olduğunda
henüz on yedi yaşındaydı.
İlk müslüman olanlardandı. O şöyle der:
Ben müslüman olduğumda müslümanların ilk üçüncüsüydüm... Allah Resûlü
bu ilk günlerde, Allahın birliğinden, müjdelediği yeni dinden
bahsediyordu. Allah Resûlü daha Erkamın evini karargâh edinmeden Sad
elini uzatmış ve ona biat etmişti. Tarih kitapları Sadın, Ebû Bekirin
gayretleri sonunda müslüman olduğunu kaydeder. O gün Ebû Bekirin ikna
etmesiyle müslüman olanlar şunlardı: Osman b. Affan, Zübeyr b. Avvam,
Abdurrahman b. Avf ve Talha b. Ubeydullah.
Sad için, övünülecek bunun gibi çok olay vardır. Bunlardan en önemli
ikisi şunlardır: Birincisi: O Allah yolunda ilk ok atan ve ilk kendisine
ok atılandır. İkincisi: Allah Resûlünün anne babasını uğrunda feda
ettiği tek kişidir. Nitekim Resûlullah, Uhud günü şöyle buyurmuştur:
Annem babam sana feda olsun ey Sad, at, okunu at! İşte Sad bu iki
şeyi sürekli terennüm eder ve bundan dolayı Allaha şükürlerde bulunurdu:
Allaha yemin olsun ki ben, Araplar içinde Allah için ilk ok atanım.
Ali b. Ebû Tâlib şöyle der: Allah Resûlünün Sadtan başkası için
anne babasını feda ettiğini duymadım.
Uhud günü şöyle buyurmuştu: Annem
babam sana feda olsun ey Sad, at, okunu at. Sad, Arapların ve
müslümanların en cesaretlilerinden sayılırdı. Onun iki silahı vardı:
Mızrağı ve duası. Düşmana mızrağını ve okunu ne zaman atsa, isabet
ederdi. Ne zaman dua etse kabul olunurdu. Çünkü o, Allah Resûlünün
dualarına mazhar olmuştu. Bir gün Allah Resûlü onu görmüş, gözünü sevinç
kaplamış ve şöyle duada bulunmuştu: Allahım onun atışlarını isabetli,
duasını makbul kıl. Bundan dolayı, dostları içinde onun duası keskin
kılıç gibi bilinirdi.
Bir kimse için Allaha dua ettiğinde
kabul olurdu. Bu hususta Âmir b. Sad şöyle der: Sad; Ali, Talha ve
Zübeyre (r.a.) söven bir adam gürdü. Onu azarladı, adam sövmeye devam
etti. Sad bunun üzerine: Öyleyse ben de sana beddua ederim. dedi.
Hırçınlaşan adam: Görüyorum ki, bir peygamber gibi beni tehdit
ediyorsun. dedi. Sad oradan ayrıldı, abdest aldı, iki rekat namaz
kıldı. Sonra ellerini kaldırıp: Allahım! Görüyorsun ki, bu adam,
iyilik ve güzellikte kendisinden üstün olan insanlara sövüyor. Onun
sövmesi senin gazabını çekmektedir.
Ona öyle bir ders ver ki, ibret olsun.
diye adama beddua etti. Duasını bitireli çok zaman olmamıştı ki, azgın
bir deve belirdi orada ve insanların arasına daldı. Sanki birini
arıyordu. Sonra o adamı buldu, ayaklarının altına alıp ezdi ve adam
oracıkta öldü. İşte bu apaçık olay, onun dudaklarındaki gücü, kesin
doğruluğunu ve ihlâs derinliğini gösterir. Öyle ki, Sadın ruhu ateşli,
imanı sapasağlam, ihlâsı alabildiğine derindi. Onun ruh enginliği ve
duasının kabul olması, helâl lokma yemesinden ileri geliyordu. Çünkü o
ısrarla her dirhemin şüpheden uzak olmasını istiyordu. Hayattayken
müslümanlar içinde en çok mal ve servete sahip olan kişiydi.
Öldüğünde de, arkasında hiç de
azımsanmayacak bir servet bırakmıştı. Bir kimsede hem çok, hem de helâl
malın toplanması; bu ikisinin bir arada bulunması güçtür. Ama Allah
Sada bunu ihsan etmişti. Onun malı çok, temiz ve helâldi. O malının
temizliğinde önde gelen biri olduğu gibi, vermekte, fakir-fukaraya
dağıtmakta da önde gelen biriydi.
Malını toplama, koruma, aynı zamanda
helâlliğindeki şüphelerden arındırmadaki gücü, infakta da aynıydı. Veda
haccı esnasında hasta olmuştu. Allah Resûlü de onu ziyaret etmişti. Sad
Allah Resûlünden şu dilekte bulundu: Ya Resûlullah, ben servet sahibi
biriyim. Varisim olarak sadece bir kızım var. Malımın üçte ikisini
sadaka olarak dağıtayım mı? Allah Resûlü onun bu dileğine: Hayır,
yapma. dediler.
Sad: Yarısını vereyim. Allah Resûlü: Hayır, yapma. Sad: Üçte
birini vereyim. Allah Resûlü: Olabilir. Üçte biri bile çoktur.
Varislerini zengin olarak bırakman, onları başkalarına el açan insanlar
olarak bırakmandan daha hayırlıdır. Allahın rızasını gözeterek
yapacağın infakın karşılığını görürsün. Bu infak, hanımının yedirdiğin
bir lokma olsa bile. Sad sadece bir kız babası olarak kalmadı,
iyileşti, daha sonra birçok çocuğu oldu.
Sad, Allah korkusundan çok ağlayan bir
kimseydi. Resûlullahın öğüdünü ve konuşmasını işittiği zaman o kadar
ağlardı ki, göz çukurları dolardı. Bir gün Allah Resûlü ashabıyla
otururken, gözünü ufka dikti, sonra ashabına dönüp: Şimdi size cennet
ehlinden biri gelecek. dedi. Ashab bekleşmeye başladı. Acaba bu mutlu
insan kimdi? Az bir zaman sonra Sad b. Ebû Vakkâs çıkageldi.
Abdullah b. Amr b. Âs bir gün ona
gelerek, ısrarla Allaha yakınlaşmaya vesile olan amel ve ibadetin ne
olduğunu söylemesini istedi. Öyle bir ibadet ki, kendisini sevaba gark
edecek ve bir müjde olacak. Sad ona: Topluca Allaha ibadet etmekten
daha iyi bir şey yoktur. Şu kadarı var ki, müslümanlardan hiç kimseye
öfkelenmem, kin duymam ve suizanda bulunmam. dedi. Bu adam Abdurrahman
b. Avfın belirttiği gibi tam bir Aslan Pençesi idi. Bu yiğit,
Kadisiye savaşı için Hz. Ömerin seçtiği komutandı. Bütün meziyetleri
Emirül-mümininin basireti önünde meydana çıkmış ve o da müslümanların
karşılaştığı en zor sınav için seçilmişti.
O, Allaha yalvardığında duası kabul
gören, yediği temiz, konuştuğu temiz, yaratılışı temiz olandı. Allah
Resûlünün bildirdiği gibi, cennet ehlindendi. Yani cennetle müjdelenen
Aşere-i mübeşşeredendi. O, Bedirde kahraman, Uhudda kahraman ve Allah
Resûlünün bulunduğu her yerde bir kahramandı. Son olarak da Hz. Ömer
onu unutmamış, kıymetini gizlememiş, ona en yüksek sorumluluğu
yüklemişti. Yine Hz. Ömer, Sadın annesinin öz oğluna yaptıklarını da
unutmamıştı. Annesi Sadı yeni dininden eski dinine döndürmek için
elinden geleni yapmış; ama hepsi boşa çıkmıştı.
Bunun üzerine etkisi herkesçe kabul
edilen, kendince bir çareye baş vurdu. Bu artık onun son umudu ve sonuca
götürecek en etkili yoldu: Sadın annesi açlık grevine başladı. Bu bir
nevi ölüm orucu idi. Çünkü ne yemek yiyor, ne de su içiyordu. Oğlu Sad,
babalarının dinine dönünceye kadar bu ölüm orucuna devam edecekti. Ama
Sad hiçbir şey karşılığında dinini satmamaya kararlıydı. Bu karşılık
annesinin hayatı bile olsa... İnatçı kadın ölmek üzere iken yakınları
onu alıp götürdüler. Neredeyse ölüm sarhoşluğu yüzünü kaplamıştı. Sad
gitti, kayaları eritecek bir sahne ile karşılaştı. Ama onun imanı, Allah
ve Resûlüne olan inancı en sağlam kayadan daha sağlamdı.
Annesinin işiteceği şekilde şöyle
seslendi: Bilesin ki ey anne! Yüz canın olsa, her bir canın teker teker
çıksa, yine de dinimi terk etmem. Şimdi ister ye, ister yeme! Annesi
kararından dönmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Sadı destekler biçimde
şu âyetler nazil oldu: Bilmediğin bir şeyi bana ortak koşman için
seninle mücadele ederlerse, anne ve babana itaat etme. Bu adam gerçek
bir Aslan Pençesi değil mi? Öyleyse Müminlerin Emiri, Kadisiye
savaşında İslâm sancağını onun eline verebilirdi.
Yüz bin kişiden fazla olan İran
ordusuna karşı bu komutanı gönderebilirdi. Bu İran ordusu ki, zamanın
süper gücüydü; silah ve teçhizat bakımından benzersiz bir özelliğe
sahipti. Komuta edenler ise dönemin en seçkin ve akıllı kimseleriydiler.
Sad b. Ebû Vakkâs ise sadece otuz bin askere sahipti. Ellerinde sadece
mızrakları olan otuz bin savaşçı. Ama gönülleri imanla doluydu. Gözünü
kırpmadan kendisini ölümün pençesine atabilecek bir cesarete sahiptiler.
Şehâdet şerbeti arzusuyla gönülleri yanan insanlardı. İki ordu
karşılaştı. Ama hayır, henüz karşılaşmadı.
Sad, Müminlerin Emirinin
tavsiyelerini bekliyordu. İşte o sırada Hz. Ömerin mektubu geldi. Bir
an evvel Kadisiye işini halletmesini istiyordu. Çünkü Kadisiye İrana
açılan kapıydı. Mektubunda öyle ifadeler vardı ki, Sadın kalbine nur
gibi akıyor, bir hidâyet rehberi oluyordu: Ey Sad b. Vüheyb!.. Senin
için Resûlullahın dayısı ve arkadaşı denmesi, seni Allaha karşı
aldatmasın, gurura sürüklemesin. Allah ile kul arasında nesep bağının
değeri yoktur, ancak taatin değeri vardır. Üstünüyle ve üstün
olmayanıyla bütün insanlar Allah katında eşittir.
Allah onların Rabbidir. Onlar da
Allahın kullarıdır. Allahın bağışıyla ancak farklı olabilirler. Allah
katındakine ancak Ona itaatleriyle ulaşabilirler. Allah Resûlünün
peygamber olarak gönderilmesinden vefatına kadar yapıp-ettiklerine bak,
onlara tutun. Çünkü hakikat onlardır. Hz. Ömer mektubuna şöyle devam
ediyordu: Bana bütün durumlarınızı bildir. Nerede konaklıyorsunuz?
Düşman sizin nerenize düşüyor? Durumunuzu bana öyle bildir ki, sanki ben
sizi izliyor gibi olayım. Sad, Müminlerin Emirine öyle bir mektup
yazdı ki, sanki her askerin duruşunu ve durduğu yeri gösteriyordu.
Sad Kadisiyeye indi. İran askerleri
karşıda daha önce hiç toplanmadıkları şekilde mevzilenmişlerdi.
Başlarında ise, en meşhur ve korkunç komutanları Rüstem vardı. Sad, Hz.
Ömere durumu bildirdi. Hz. Ömer de Sada şu satırları yazdı: Onlar
hakkında işittiğin ve sana gelen şeyler seni korkutmasın. Allahtan
yardım iste, Ona güven. Rüsteme akıllı, dirâyet sahibi, dayanıklı ve
sabırlı insanları gönder. Onu Allaha imana çağırsınlar. Her gün bana
durumu bildir. Sad, Müminlerin Emirine şöyle yazıyordu: Rüstem
askerlerini topladı, atlarını ve fillerini üzerimize saldı. Hz. Ömer
ise, onu sakinleştiren ve cesaretlendiren cevaplar yazıyordu.
Sad zeki, kahraman, Resûlullahın
dayısı, İslâma ilk girenlerden, savaş ve cenklerin cengaveri, kılıcın
işlemediği, mızrağın isabet etmediği kimse
Tarihî bir savaşta ordusunun
başında dimdik duruyor, sanki ordudan herhangi bir nefer gibi. Hiçbir
gurur, kibir alâmeti taşımıyor. Ta Medinedeki Müminlerin Emirine
sığınıyor. Aralarında kilometrelerce uzaklık olmasına rağmen her gün ona
bir mektup gönderiyordu. Sad biliyor ki, Ömer (r.a.) tek başına hüküm
vermiyor ve tek başına karar almıyordu. Etrafında bulunan, Allah
Resûlünün ashabı ile istişarede bulunarak karar alıyordu. Ayrıca Sad
kendisinin ve İslâm ordusunun Medinedeki insanların manevî güçleriyle
desteklenmesini istiyordu.
Sad, Hz. Ömerin tavsiyesini yerine
getirdi ve Rüsteme onu İslâma çağırmak üzere bir heyet gönderdi. İran
ordusunun komutanı Rüstem ile Sadın heyeti arasındaki konuşma bir
hayli uzadı. Son olarak heyetin sözcüsü şunu söyledi:
Allah Teâlâ mahlukatından dilediğini putçuluktan tevhide çıkartmak için
bizi seçmiştir... Kim bunu bizden kabul ederse, biz de onu kabul eder,
bağrımıza basarız. Ona dokunmadan geri döneriz. Kim de bizimle savaşırsa,
Allahın vaadi yerine gelinceye kadar onunla savaşırız. Rüstem sordu:
Allahın size vaad ettiği vaadi nedir? Sözcü cevap verdi:
Şehitlerimiz için cennet, kalanlarımız için zaferdir. Heyet, İslâm
ordusu komutanı Sada döndü ve harbin olacağı haberini getirdi. Sadın
gözleri yaşlarla doldu. İstiyordu ki, savaş daha sonra veya daha önce
olsun.
Çünkü o gün hastalığı şiddetlenmiş,
adımını atamayacak kadar ağırlaşmıştı. Bütün bedenini çıbanlar kaplamış,
neredeyse oturamayacak hâle gelmişti. Eğer savaş hastalığından önce veya
hastalıktan kurtulduktan sonra olsaydı, onun için bu hastalığın hiç
önemi olmayacaktı. Ama şimdi. Hayır, Allah Resûlü bir kimsenin keşke
dememesini istemişti. Çünkü Keşke acziyetin ifadesiydi. Güçlü bir
mümin çaresiz ve aciz bir kimse değildi. Aslan Pençesi Sad sıçradı.
Orduya hitaben, şu âyet-i kerime ile başlayan bir konuşmayı yaptı:
Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla
Zikirden sonra biz Zeburda
yeryüzünün salih kullarımıza bırakıldığını yazdık. Konuşmayı
bitirdikten sonra orduya öğle namazını kıldırdı.
Sonra askerlerine yönelip Allahu Ekber
Allahu
Ekber
Allahu Ekber
Allahu Ekber diye dört kere tekbir getirdi. Tekbir
sesleriyle dağ taş, her yer inledi. Kolunu bir ok gibi ileri uzatıp, ilk
hedefin emrini verdi: Haydin, Allahın bereketine... Sad son derece
hastaydı. Otağı, yüksek sedye gibi yaptırdığı bir yerdi. Onun üzerinde
yastığına dayanmış savaşı idare ediyordu. Kapısı açıktı, bir İran
saldırısında yerle bir olur ve Sad anında can verirdi.
Ama onun hiç korkusu yoktu, onun
bunlarla uğraşacak zamanı da yoktu. O yüksek otağında sürekli talimat
veriyor, tekbir getiriyordu. Sağa yönelin, sol tarafı tutun., Önüne
bak ey Muğire!, Arkana dikkat ey Cerir!, Vur Allah için ey Numan!,
Hücum ya Esaş!, Sen de ey Kaka!, İleri ey Ashab-ı Muhammed gibi
emirler yağdırıyordu. Onun bu coşturucu sesi, âdeta her bir İslâm erini
birer ordu kılmıştı. İran ordusu, sinek gibi hafif kalmış, putları ve
ateşleri yokluğa gark olmuştu. Rüstem ve askerleri arkasına bakmadan
kaçmışlardı. İslâm ordusu ise Nihavend ve Medaine kadar gitmiş,
Kisranın sarayına dalmış, tacını, tahtını, hazinesini ganimet olarak
ele geçirmişti.
Medain savaşında büyük bir imtihan daha
geçirdi Sad. Medain savaşı, Kadisiyeden yaklaşık iki yıl sonra meydana
gelmişti. Kadisiyeden sonra iki ordu birlikleri aralıklarla, sürekli
olarak birbirleriyle çarpışmış, daha sonra Medainde iki ordu karşı
karşıya gelmişti. İslâm ordusu ile İran ordusu arasında bu son ve
sınırları belirleyici bir savaştı. Sad, düşmanın, bulunduğu yer
bakımından kendilerine üstünlük sağladığını anladı. Onların bu
üstünlüklerini gidermeye karar verdi.
Ancak aralarında Dicle nehri vardı.
Nehrin en coşkun olduğu bir mevsimdi. Sad bir yerde durmuştu ki,
Abdurrahman b. Avfın kendisine Aslan Pençesi diye nitelemesi kadar
isabetliydi. İman ve kararlılığı bütün korkuları yenecek, tehlikeleri
bertaraf edecek güçteydi. Ve Sad orduya nehri geçme emrini verdi. Önce
nehirden en kolay geçilebilecek yerlerinin araştırılmasını istedi. Henüz
nehir geçilmeye başlanmadan, Sadda nehrin karşı kıyısının güvenceye
alınması düşüncesi belirdi. Çünkü düşman karşı tarafa hakim durumdaydı.
Bunun için iki bölük teçhiz etti. Birinci bölüğe Korkuların Bölüğü
adını verdi ve başına Asım b. Amrı getirdi.
İkinci bölüğe Korkusuzlar Bölüğü
adını verdi ve başına Kaka b. Amrı getirdi. Bu iki bölük, suya dalıp
karşıya geçecek ve orada arkasından gelen ordu için güvenli bir yer
temin edecekti. İşlerini başarıyla yerine getirdiler. O gün Sad b. Ebû
Vakkâsın planı öyle bir başarı sağlamıştı ki tarihçiler sanki Sadı
göz ardı etmişlerdir. Bu öyle bir başarıydı ki, Sad bile neredeyse
kendini görmüyordu.
Hatta arkadaşı ve savaşta yardımcısı
Selmân-i Farisîyi bile görmüyordu. Halbuki o elinde kılıç, büyük bir
kahramanlıkla sallıyor sallıyor ve şöyle haykırıyordu: İslâm yenidir...
Allah a yemin olsun ki, karalar onlara boyun eğdiği gibi denizler de
onlara boyun eğecek! Selmânın canı kudret elinde olan Allaha yemin
olsun ki, İslâm ordusu dalga dalga çıkacak Dicleden, dalga dalga
girdiği gibi... Evet, tıpkı Selmânın dediği gibi oldu
Bölük bölük
nehre dalan İslâm ordusu, hiçbir neferin burnu kanamadan, İran ordusuna
fırsat bırakmadan bölük bölük nehirden çıktı... Birinin elinden mızrağı
veya silahı düşse bir diğeri yardım ediyor veya yardım edilmesi için
çağrı yapılıyordu. İşte böyle bir yardımlaşma içinde karşıya geçtiler.
Bu durumu bir tarihçi şöyle anlatır:
Sad, müslümanlara şöyle hitabetti: Allah size yeter! O ne güzel
vekildir. Sonra atını Dicleye sürdü, ardından bütün bir ordu yürüdü.
Hiç kimse beri tarafta kalmadı. Sanki toprak üzerinde gidiyorlarmış gibi
karşı tarafa yürüdüler. Öyle ki, koltuklarına kadar sulara gömülmüşlerdi.
Süvari ve piyadelerden dolayı su görünmez olmuştu. İnsanlar sanki toprak
üzerinde gidiyorlarmış gibi birbirleriyle sohbet ediyorlardı. Bu,
Allaha ve zafer vaadine duyulan güven duygusunun verdiği gönül
rahatlığının bir eseriydi.
Hz. Ömer, onu Irak valisi tayin
ettiğinde yine onun emriyle Kûfe şehrini kurdu ve orada çeşitli sosyal
konutlar ve meskenler yaptırdı. Böylelikle Irakta İslâmın temelleri
atılmış ve yerleştirilmiş oldu. Bir gün Sadı, Emirül-müminin Hz.
Ömere şikayet ediyorlar
Aşırı tabiatları onlara galip geliyor ve
gülünç bir iddia ortaya atıyorlar: Sad güzel namaz kıldırmıyor. Sad
böylesi bir şikayet karşısında gülmekten kendisini alamıyor ve: Allaha
yemin olsun ki, ben onlara Allah Resûlünün namazı gibi namaz
kıldırıyorum. İlk iki rekatı uzun, son iki rekatı da kısa yapıyorum.
diyor. Bu şikayet üzerine Hz. Ömer onu Medineye çağırıyor. Ama kızmıyor.
Sad da hemen emre uyup geliyor. Kısa bir zaman sonra Hz. Ömer, Sadı
tekrar göndermek istiyor.
Sad gülerek: Namazı güzel
kıldırmadığımı iddia eden insanlara beni tekrar mı göndermek istiyorsun?
diye teklifi geri çeviriyor. Ve Medineyi hüzünler kaplıyor. Müminlerin
Emiri Hz. Ömer suikasta uğruyor ve ağır yaralanıyor. Bunun üzerine Hz.
Ömer Resûlullahın ashabından altı kişilik bir şûra oluşturuyor, yeni
halifeyi seçmelerini emrediyor ve ekliyor: Size Allah Resûlünün
ölürken razı olduğu altı kişiyi seçtim. Bu altı kişi içinde Sad b. Ebû
Vakkâs da var. Hz. Ömerin sözlerinden, eğer bir kimse halife
seçilecekse o Sadın tercih edeceği kimse olacaktır gibi bir anlam
çıkıyor.
Nitekim o, şûra heyetine vasiyetinde
şöyle diyor: Şayet Sad birini seçerse, o halifedir. Başkası seçerse
Sadın onayı alınsın. Ömrü uzadı ve büyük fitne koptu. Sad herkesten
uzaklaştı. Ev halkına ve çocuklarına fitne ile ilgili hiçbir haberi
kendisine getirmemeleri için emir verdi. Bir gün insanlar onun bulunduğu
yere doğru yöneldiler. Yeğeni Haşim b. Utbe b. Ebû Vakkâs ona şu haberi
getirdi: Ey amcam, burada yüz bin kılıçlı insan senin halifeliğe en
layık kişi olduğuna inanıyorlar.
Sad şöyle cevap verdi:
Yüz bin kılıç bir kılıç demektir. Bir mümine vurduğu zaman hiçbir şey
yapmaz. Ama bir kâfire vurursa, onu paramparça eder. Yeğeni onun
maksadını anladı ve onu uzletinde kendi hâline bırakıp ayrıldı. Sonuçta
Muaviye halife oldu, ortalık duruldu. Muaviye, Sada sordu: Sana ne
oluyor da bizimle birlikte savaşmıyorsun? Sad: Zifiri karanlık bir
fırtınaya tutuldum. Ben de ıh ıh diyerek develerimi çöktürdüm ki,
ortalık açılsın. dedi. Muaviye: Allahın kitabında ıh ıh yoktur.
Ancak şu vardır: Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle
savaşırlarsa aralarını bulun, barıştırın.
Biri diğerinin üzerine saldırırsa,
Allahın emri gelinceye dek saldırganla savaşın. Sen ise ne
saldırganlarla beraber oldun, ne de saldırıya uğrayanlarla. Sad: Ben
Allah Resûlünün; Sen Musa yanında Harun ne ise benim yanımda öylesin.
Ancak benden sonra peygamber yoktur. dediği bir kimseye karşı, yani Hz.
Aliye karşı savaşamazdım. Hicretin 54. senesi Sad 80 yaşında
Rabbine kavuşma hazırlıkları içinde
Oğlu onun son dakikalarını şöyle anlatıyor: Babamın başı dizimdeydi.
Son nefesini vermek üzereydi. Ağladım. Niçin ağlıyorsun ey oğul? dedi.
Allah bana asla azap etmez. Ben cennet ehlindenim. Onun iman gücü ölüm
sarsıntısını bile hafif kılıyordu. Çünkü sözü en güvenilir ve en doğru
olan Allah Resûlü ona güvence vermişti.
Öyleyse korkacak bir durum yoktu.
Allah bana asla azap etmez. Ben cennet ehlindenim. Şu kadar var ki; o
en güzel hatıralarla Allaha kavuşmak istiyordu. O bu hatıraları dini ve
imanı sayesinde topladı, Allah Resûlüne bağlılığı ile elde etti. Oda da
bulunan bir sandığa işaret etti. Açtılar, içinden eski, parçalanmış bir
gömlek çıktı.
O gömleğin kendisine kefen yapılmasını
istedi. Ve ekledi: Bu elbise ile Bedirde müşriklere karşı savaştım. Ve
onu bugün için sakladım. Evet... Bu sadece bir elbise değildi; bir
alâmetti
Allah erlerinin iman işaretiydi
Doğruluk, dürüstlük, şecaat,
kahramanlık nişânesiydi
İnsanların omuzlarında, Medine sokaklarında,
son muhacirin naaşı taşındı. Kendinden önce Allaha kavuşmuş olan
dostlarına uğurlandı. Elveda Sad!.. Elveda Kadisiye kahramanı!.. Medain
fatihi!.. Mecusi ateşini ebediyen söndüren insan!..
|