Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

EBÛ HUZEYFE’NİN DOSTU SÂLİM

Hafızların En İyisi


Hafızların en iyisi...

Resûlullah (s.a.v.) bir gün ashabına vasiyet ederek buyurdu ki: “Kur’ân’ı dört kişiden alınız: Abdullah b. Mes’ûd, Ebû Huzeyfe’nin dostu Sâlim, Übey b. Ka’b ve Muâz b. Cebel...”

Daha önce İbn Mes’ûd, Übey ve Muâz ile buluşmuştuk. Resûlullah (s.a.v.)’in Kur’ân öğretiminde bir hüccet ve dayanak yaptığı dördüncü sahâbî kimdi? O, Ebû Huzeyfe’nin dostu Sâlim’dir... O, bir köle idi. İslâm onun şanını yükselterek, onu, müslüman olmadan önce Kureyş’in eşrafından ve liderlerinden biri olan müslümanların büyüklerinden birine evlat kıldı. İslâm, evlat edinme âdetini bozduğu zaman o, onu evlatlık edinen Ebû Huzeyfe b. Utbe’ye bir kardeş, arkadaş ve dost oldu.

Allah’ın fazlı ve nimeti ile Sâlim fazileti, davranışları ve takvası sebebiyle müslümanlar arasında ince ve yüksek bir makama ulaştı... Bu ad ile tanındı: Ebû Huzeyfe’nin dostu Sâlim... O bir köle iken azad edilmiş, İslâm’a giren ilkler arasında yerini almıştı… Huzeyfe b. Utbe de İslâm’a erken koşmuş ve babası Utbe b. Rebîa’yı hayatını bulandıran hışım ve dertleri çekmeye terk etmişti.

Çünkü oğlu kavminin ileri gelenlerindendi ve müslüman olmuştu. Halbuki babası onu Kureyş’in liderliği için hazırlıyordu. Ebû Huzeyfe, Sâlim’i azad ettikten sonra evlat edindi ve Huzeyfe oğlu Sâlim diye anılmaya başlandı. İkisi, Rablerine sükûnetle ve huşû ile ibadet etmeye, Kureyş’in eza ve baskılarına büyük bir sabırla sabretmeye başladılar.

Ve birgün, evlat edinmeyi yasaklayan Kur’ân âyeti nazil oldu… Her evlat, kendisini dünyaya getiren gerçek babasının adını taşımaya başladı. Mesela; Zeyd b. Hârise… Resûlullah (s.a.v.), onu evlat edinmiş ve müslümanlar arasında Muhammed oğlu Zeyd diye bilinir olmuştu. Yeniden babası Hârise’nin adını taşımaya başladı ve Zeyd b. Hârise oldu.

Fakat Sâlim’in bilinen bir babası yoktu. Ebû Huzeyfe’yi dost edindi ve böylece “Ebû Huzeyfe’nin Dostu Sâlim diye anılmaya başlandı. Sanki İslâm, evlât edinme âdetini yasakladığı zaman müslümanlara şöyle demek istemişti; “Kardeşliğinizi pekiştirecek, bizzat İslâm’dan daha büyük ve daha güçlü, sizi kardeş kılan imandan başka bir bağ, akraba ve sıla aramayınız.”
İlk müslümanlar bu mesajı iyi anladılar. Onlar için Allah ve Resûlullah (s.a.v.)’tan daha sevgili hiçbir şey yoktu. Ensârın, muhacir kardeşlerini nasıl karşıladıklarını, mallarını, evlerini ve sahip oldukları her şeyi nasıl bölüştüklerini gördük.

İşte bu, Kureyş’in eşrafından olan Ebû Huzeyfe ile babası bilinmeyen köle Sâlim arasında cereyan eden aynı şeydi. Hayatlarının son anına kadar bir kardeşten daha fazla kaldılar. Öldüklerinde dahi beraber öldüler... Ruh, ruhla beraber… Ceset cesedin yanı başında… O, İslâm’ın eşsiz azameti idi. Aksine azamet, meziyetlerinden bir tanesiydi.

Sâlim, sadıkların imanı ile iman etti. Allah’a, iyiler ve müttakîler gibi yol tuttu. Soyunun sopunun ve sosyal statüsünün hiçbir değeri yoktu artık. Takvası ve ihlası ile o, İslâm’ın adil ve yüce temeller üzerine bina edip yükseltmeye geldiği yeni toplumun en yüksek mertebelerine çıktı... Âyet-i kerîmenin koyduğu değer ölçüsü şuydu: “Allah katında en şerefliniz, O’ndan en fazla korkanınızdır.” (Hucurât, 13) Hadis-i şerif: “Arabın, Arap olmayana takvadan başka bir üstünlüğü yoktur. Beyaz tenlinin, siyah tenliye takvadan başka üstünlüğü yoktur.”

Bu yeni ve olgun toplumda Ebû Huzeyfe, kendine şeref olarak da daha düne kadar köle olan birisini dost edinmekte buldu. Ayrıca Sâlim’i, kardeşi kızı Fatıma b. Velîd b. Utbe ile evlendirmekle de ailesi için bir şeref elde etti. Evet... Sâlim, Mekke’den Medine’ye hicret esnasında Kubâ Camisinde muhacirlerin imamıydı. Allah’ın Kitabında bir hüccet idi.

Bundan dolayı Peygamber (s.a.v.) müslümanlara ondan öğrenmelerini emir buyurmuştu. Onda hayır ve başarı vardı ki, bu yüzden Resûlullah (s.a.v.) ona şöyle demişti:: “Ümmetimde senin gibilerini kıldığı için Allah’a hamd olsun..!” Mü’min kardeşleri onun için “Sâlim, salihlerdendir” diyorlardı.

Sâlimin hikayesi, Bilâl ve onlarca kölenin ve fakirlerin hikayesi gibidir. İslâm, onların üzerinden kölelik ve zayıflık âdetlerini temizleyip, doğru ve olgun toplumda onları imamlar, liderler ve komutanlar yaptı... Sâlim, İslâm’ın bütün faziletlerinin bir buluşma yeri idi. Faziletler, onda ve etrafında toplanıyor, onun derin ve doğru imanı onları en güzel bir şekilde düzenliyordu. Hak gördüğü bir şeyi dobra dobra söylemesi onun en belirgin meziyetlerindendi. Söylemesi gereken bir sözü varken susmasını bilmezdi.

Hayatı aldatacak bir yanlışa susup, ona ihanet etmezdi Mekke müslümanlar tarafından fetholunduktan sonra Resûlullah (s.a.v.) Mekke civarındaki köy ve kabilelere seriyeler göndererek, onlara savaşçı değil; davetçi gönderdiğini bildiriyordu. Bu seriyelerin birinin başında Hâlid b. Velîd bulunuyordu. Hâlid gideceği yere vardığı zaman kılıcını kullanıp kan akıtacağı bir şey oldu.

Bu hadiseyi Peygamber (s.a.v.) duyduğu vakit, Rabbinden uzun uzun özür diliyor ve şöyle buyuruyordu: “Allah’ım! Hâlid’in yaptığından ben berîyim.” Mü’minlerin emiri Ömer bu hadiseyi ona hatırlatmaya ve aleyhine kullanmaya devam etti. Şöyle derdi: “Hâlid’in kılıcından kan damlar.” Bu seriyede Hâlid’e, Ebû Huzeyfe’nin dostu Sâlim ve ashabtan başkaları da refakat ediyordu.

Sâlim, Hâlid’in bu yaptığını görür görmez, ateşli bir münakaşayla cevap vermiş ve işlediği hataları saymaya başlamıştı. Cahiliyedeki ve İslâm’daki o büyük komutan ve kahraman Hâlid ise kâh dinliyor, kâh kendini savunuyor, kâh da sözlerinde şiddete varıyordu. Sâlim görüşünde ısrarlıydı. İdare etme yoluna gitmeden, korkusuzca dile getiriyordu.

Sâlim o anda Hâlid’i Mekke eşrafından biri gibi görmüyordu. Kendisi de daha düne kadar bir köle idi. Hayır... İslâm, onları eşitlemişti. Onu, yanlışları kutsanacak bir komutan olarak değil, aksine sorumlulukta ortak biri olarak görüyordu. Hâlid’e muhalefet ettiğinde herhangi bir çıkarı veya şehveti yoktu. Aksine o İslâm’ın, hakkını kutsal saydığı ve Peygamber (s.a.v.)’in dinin ta kendisi olduğu nasihatti: “Din, nasihattir. Din, nasihattir. Din, nasihattir.”

Hâlid b. Velîd, Resûlullah (s.a.v.)’e ulaşınca sordu: Kimse ona itiraz etti mi...? Ne kadar yüce ve ne kadar muazzam bir soru... Aleyhisselâm’a şöyle dedikleri vakit gazabı sükûnet etmişti: “Evet... ona Sâlim itiraz etti.” Sâlim, Hz. Peygamber ve mü’minlerle birlikte yaşadı. Hiçbir gazadan geri kalmadı ve hiçbir ibadeti terk etmedi. Ebû Huzeyfe ile olan kardeşliği gün geçtikçe daha da arttı ve perçinleşti.

Resullullah (s.a.v.) âhirete irtihal etti. Ebû Bekir (r.a.)’ın hilafeti mürtedlerin baş kaldırmalarıyla karşı karşıya geldi. Yemame günü geldi. İslâm’ın benzeriyle müptela olmadığı şiddetli bir savaştı. Müslümanlar savaşmaya çıktılar... Sâlim ve Allah yolundaki kardeşi Ebû Huzeyfe de savaşa çıktılar. Savaşın başında müslümanlar hücuma karşı koyamadılar. Orada her mü’min savaşın kendi savaşı ve sorumluluğun kendi sorumluluğu olduğunu hissetti. Hâlid b. Velîd orduyu yeniden topladı.


Askeri müthiş bir ustalıkla yeniden düzenledi. İki kardeş, Sâlim ve Ebû Huzeyfe birbirlerine sarıldılar ve kendilerine dünya ve âhiret mutluluğunu veren bu hak din uğrunda şehit düşmeye ahdettiler. Ve kendi kendilerini müthiş kalabalığın içine attılar… Ebû Hüzeyfe bağırıyordu: “Ey, Kureyşliler...!! Amellerinizle Kur’ân’ı süsleyiniz... “ Kılıcı Müseylimetü’l-Kezzab’ın ordusuna kasırga gibi vuruyordu. Sâlim de bağırıyordu: “Ben ne kötü Kur’ân hafızyım..! Müslümanlar benim tarafımdan hücuma uğrarlarsa...” Asla ey Sâlim... Sen en iyi hafızlardansın...!! Kılıcı, mürtedlerin boyunlarında dolaşıyor, şahlanıyordu.

Onlar ki Kureyşin cahiliyetini hortlatmak ve İslâm’ın nurunu söndürmek için çıkmışlardı… Mürtedlerin kılıçlarından birisi sağ eline indi ve onu kopardı. Sağ elinde muhacirlerin sancağını taşıyordu. Onu Zeyd b. Hattâb düştükten sonra almıştı.

Sağ elinin koptuğunu görünce, sancağı eliyle tuttu ve onunla daha yükseklere doğru sallamaya ve şu âyet-i kerîmeyi bağırarak okumaya başladı: “Nice peygamberler vardı ki, beraberlerinde birçok Allah erleri bulunduğu hâlde savaştılar da bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.”(Âl-i İmrân, 146) Ne müthiş slogan bu... Ölüm günü kendisine slogan olarak bu âyeti seçmişti…

 Mürtedlerden bir karaltı etrafını kuşattı ve kahraman düştü. Fakat Müseylime öldürülüp, ordusu dağıtılana ve müslüman ordu galip gelip, savaş bitene kadar ruhu temiz cesedinde dolaşıyordu. Müslümanlar, kurbanlarını ve şehidlerini ararlarken, Sâlim’i son nefeslerini alıp verirken buldular.

Onlara sordu:

“Ebû Huzeyfe ne yaptı?” “Şehid düştü.” dediler: Dedi ki: “Beni onun yakınına uzatın.” Dediler ki: ”O senin yanında ey Sâlim... Aynı yerde şehit düştü...” Son defa gülümsedi... Ve bir daha konuşmadı... O ve arkadaşı arzularına kavuşmuşlardı. Beraber müslüman olmuşlar… Beraber yaşamışlar... Beraber şehit düşmüşlerdi… Ne muazzam kısmet..!! Ne güzel kader..!! Ve Allah’a gitti o büyük mü’min. Ömer b. Hattâb öleceği vakit onun için şöyle demişti: “Eğer Sâlim yaşıyor olsaydı, hilafet görevini ona devrederdim.”