Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

TUFEYL b. AMR ed-DEVSÎ

Hidâyete Ermiş Fıtrat


Devs diyarında, şerefli ve cömert bir aile içinde büyüdü, gelişti…

Şiir yeteneği verilmişti kendisine... Şöhreti ve yeteneği kabileler arasında yayıldı…

Ukaz mevsiminde, Arap şairleri her taraftan akın edip geldiklerinde, halk toplanıp yığıldığında ve şairleriyle övündüğünde Tufeyl de başlardaki yerini alırdı.

Ukaz mevsimi dışında da Mekke’ye sık sık gelirdi. Bir ziyaretinde, Resûlullah (s.a.v.) davetini açıktan yapmaya başlamıştı… Kureyş, Tufeyl’in onu bulup müslüman olmasından ve şiir yeteneğini İslâm’ın hizmetinde kullanmasından korkmuştu. Bu Kureyş ve putları için felaketlerin en büyüğü olurdu. Onun için etrafını sararak, ona eğlence, zevk ve rahat edebilmesi için her türlü konuk konforunu hazırladılar. Sonra onu Resûlullah (s.a.v.) ile buluşmaktan uyardılar.

Ona şöyle diyorlardı: “Bir sözü var ki, kişi ile babasının, kişi ile kardeşinin, kişi ile hanımının arasını açıyor. Biz ondan senin ve kavmin adına korkuyoruz. Onunla konuşma, ondan bir şey dinleme..!” Haberin geri kalanını Tufeyl’in bizzat kendisinden dinleyelim. Diyor ki: “Vallahi üzerime o kadar düştüler ki, onunla karşılaşmamaya ve ondan bir şey dinlememeye karar verdim. Kâbe’ye gittiğimde konuşursa dediklerini duymamak için kulaklarıma pamuk tıkadım.

Onu Kâbe’de namaz kılarken buldum. Yakınında bir yerde durdum. Allah mutlaka duymamı diledi ve ben de çok güzel şeyler dinledim… Kendi kendime “Hay anasız kalasın! O gerçekten akıllı ve duygu yüklü bir insan. Ben ise iyiyle kötüyü ayırt edebilecek biriyim. Adamın söylediklerine biraz kulak vermemin ne sakıncası var. Anlattıkları güzel şeylerse kabul ederim; değilse ondan uzaklaşırım.” dedim. Hz. Peygamber evine gidinceye kadar bekledim. Eve girince arkasından ben de girdim.

Ona: “Hey Muhammed! Kavmin senin hakkında bana şöyle şöyle dedi… Beni sana karşı öyle korkuttular ki, seni duymamak için kulaklarıma pamuk tıkadım. Fakat Allah seni dinlememi diledi ve ben de senden çok güzel sözler dinledim… Bana hakkındaki gerçeği anlat.” dedim.

Resûlullah (s.a.v.) bana İslâm’ı arz etti ve Kurân’dan bölümler okudu… “Vallahi bundan daha güzel bir söz ve daha adil bir hüküm işitmedim!” Hemen müslüman oldum. Kelime-i şehâdet getirdim ve dedim ki: “Ya Resûlullah, ben kavmimde sözü dinlenir birisiyim. Onlara dönüyorum. Onları da İslâm’a davet edeceğim. Onları davet ettiğim şeyde bana yardımcı olacak bir âyet vermesi için Allah’a dua et…” Hz. Peygamber (s.a.v.) “Allah’ım ona bir âyet ver.” buyurdu.

 Allah Teâlâ kitabında “Sözü dinleyip en güzeline tabi olan o kimseler”i övmektedir (Zümer, 18).
İşte şimdi biz onlardan birisiyle buluşuyoruz…

O, olgun fıtrat çehrelerinden, samimi bir çehredir. Allah’ın, elçisinin kalbine indirdiği rüşd ve hayır âyetlerinden bazılarını duyar duymaz bütün işitme duyuları ve kalbi açılmış ve biat etmişti. Sadece bu değil. Aksine derhal kavmini bu hak dine ve sırat-ı müstakime davette üzerine düşen sorumluluğu kendiliğinden yüklendi. Bunun içindir ki, daha memleketi ve evi olan Devs diyarına varır varmaz kalbindeki inanç ve ısrarla, babasıyla yüzleştiğini görüyoruz. Allah’a davet eden Resûlden bahsettikten sonra babasını İslâm’a davet ediyor.

Onun yüceliğinden, temizliğinden, emanetinden, âlemlerin Rabbi Allah’a olan ihlasından ve alçakgönüllüğünden bahsetti. Babası o anda müslüman oldu… Sonra annesine döndü, o da müslüman oldu… Sonra hanımına… O da müslüman oldu… İslâm’ın, evini doldurmasından duyduğu huzurla aşiretine ve bütün Devs halkına gitti. Onlardan Ebû Hüreyre (r.a.)’den başka kimse müslüman olmadı. Onu dışlamaya başladılar, ondan uzaklaştılar.

Onların aralarında bulundu. Onlara karşı sabrı, tahammülü tükenince, bineğine binip Resûlullah (s.a.v.)’e dönmek, ona şikayette bulunmak ve öğrettiklerinden daha fazla almak üzere mesafeler katetti. Mekke’ye varınca Resûlullah (s.a.v.)’in evine koştu.

Özlemişti onu… Peygamber (s.a.v.)’e dedi ki: “Ey Allah’ın Resûlü! Devs’te, zina ve faiz bana karşı galip geldi. Allah’a dua et, Devs’i helak etsin…” Resûlullah (s.a.v.)’in ellerini semaya doğru kaldırıp: “Allah’ım! Devs’e hidâyet ver, onları müslüman et.” dediğini görünce, bu sürpriz onu dehşete düşürdü. Sonra Resûlullah (s.a.v.) ona dönerek dedi ki: “Kavmine dön, onları davet et ve onlara yumuşak davran.” Bu manzara, Tufeyl’in sesini güzelliklerle, ruhunu da barışla doldurdu. Bu merhametli insan, Peygamber’i kendisine öğretmen ve üstad ve de İslâm’ı, din ve rızasının bulunduğu şey yaptığı için Allah’a hamdın en güzeliyle hamd etti.

Memleketine ve kavmine dönmek üzere kalktı… Orada, Resûlullah (s.a.v.)’in kendisine tavsiye buyurduğu gibi onları yumuşaklıkla ve sabırla İslâm’a davet etmeye başladı. Kavmi arasında geçirdiği süre zarfında, Resûlullah (s.a.v.) Medine’ye hicret etmiş ve Bedir, Uhud ve Hendek gazveleri yapılmıştı. Resûlullah (s.a.v.) Hayber’de iken ve Allah onun fethini müslüman-lara nasip ettiğinde, Devs’ten seksen aileden oluşan muhteşem bir grup Resûlullah (s.a.v.)’e tekbirlerle ve tehlillerle geldiler.

Önünde oturarak arda arda biat etmeye başladılar. O Coşkulu manzara ve mübarek biatları bittikten sonra Tufeyl b. Amr oturup düşünmeye başladı. Resûlullah (s.a.v.)’e geldiği ve ondan ellerini semaya kaldırıp “Allah’ım! Devs’i helak et!” diye beddua etmesini istediği günü hatırladı.

O, dua ile yakarmış ve onu hayrette bırakmıştı. “Allah’ım, Devs’i hidâyete erdir ve onları müslüman yap!” diyordu. Ve Allah Devs’i hidâyete erdirmişti. Onları müslüman yapmıştı. İşte onlar... Onlardan seksen ev ve aile… Halkının ekseriyetini teşkil ediyorlardı. Resûlullah (s.a.v.)’in arkasında tertemiz saflardaki yerlerini aldılar.

Tufeyl, mü’min cemaat ile beraber görevine devam ediyordu. Mekke fethedildiği gün on bin müslümanla birlikte yolunda bükülmeden, kibirlenmeden ve kin gütmeden gidiyordu. Aksine, bu yakın fethi ve apaçık zarferi lütfettiğinden dolayı Allah’a şükretmek için huşû ve saygı ile alınlarını eğiyorlardı.. Tufeyl’in, Resulullah (s.a.v.)’in Kâbe’nin putlarını kırıp, onu uzun süren o pislikten temizlediğini gördü. Hemen orada ed-Devsî, Amr b. Humeme’ye ait bir putu hatırladı.

Ona misafir olarak geldiği vakitlerde beraberce giderler ve önünde huşû ile durup ona yakarırlardı. Şimdi, o günlerin günahlarını silmek için Tufeyl’e fırsat doğmuştu. Orada, Amr b. Humeme’nin putunu yıkmak için izin istedi. Bu put “Zül-kefeyn” diye anılırdı. Peygamber (s.a.v.) ona izin verdi.

Ve Tufeyl, gider ve üzerine ateş yakar. Alevi azaldıkça onu arttırır ve şu beyti söylerdi: “Ey Zülkefeyn, sana tapanlardan değilim... Doğumumuz senin doğumundan eskidir... Ateşi kalbine dordurdum.” Peygamberle birlikte yaşadı.

Arkasında namaz kılar, ondan öğrenir ve onunla savaşlara katılırdı. Resûlullah (s.a.v.), Yüce Dost’a irtihal eder. Tufeyl, Resûlullah (s.a.v.)’in vefatıyla, bir müslüman olarak yükümlülüklerinin bitmediğini aksine yeni başladığını gördü. Böylece riddet savaşları henüz başlamıştı, kolları ve paçaları sıvamış, şehadeti özleyenin şevkiyle o şiddetli ve çetin savaşlara katılıyordu.

Riddet savaşlarının hepsine katıldı… Yemame savaşında bulundu. Oğlu Amr b. Tufeyl de beraberindeydi. Savaşın başlangıcında oğluna, Müseylime ordusuna karşı ölümü ve şehâdeti dileyen birisi gibi savaşmasını tavsiye ediyordu. Ve Tufeyl ona bu savaşta öleceğini hissettiğini haber verdi. Böylece kılıcını kuşanarak bir asîl gibi savaştı.

Kılıcıyla hayatını müdafaa etmiyor; aksine, hayatıyla kılıcını savunuyordu. Ölüp cesedi düştüğünde, henüz ölmemiş; diğer birinin eli onunla vursun diye kılıcı sapasağlam ve keskin bir hâlde kalmıştı. O savaşta Tufeyl ed-Devsî (r.a.) şehid düştü… Cesedi darbeler altında yere yıkıldı. Kalabalıklar arasında kendisini göremeyen oğluna el sallıyordu. Kendisini takip edip, ardından yetişsin der gibiydi. Nitekim ona yetişti; ama bir müddet sonra… Amr b. Tufeyl Şam’da Yermûk savaşına mücahid olarak katılmış ve şehid olarak vefat etmişti.

Son nefesini verirken, sağ kolunu uzatıyor. Avucunu açıyordu. Sanki birisiyle tokalaşacaktı. Kim bilir...? Belki de o saatte babasının ruhuyla tokalaşıyordu