Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

ABBÂD b. BİŞR

Onda Allah’ın Nuru Var


Mus’ab b. Ümeyr, Resûlullah tarafından Medine’ye gönderilip, Akabe biatlarına katılan ensârı irşad edip, öğretmek, onlara namaz kıldırmak üzere görevlendirildiği zaman, Abbâd b. Bişr, Allah’ın hayır nasip ederek gönlünü açtığı seçkin ve mübarek zatlardan birisi olmuştu.

Mus’ab Medine’ye gelir gelmez doğruca onun meclisine gitmiş ve anlattıklarını can kulağı ile dinlemişti. Sonra hiç tereddütsüz sağ elini uzatmış ve İslâm adına ona biat etmişti. O günden itibaren Allah’ın razı olduğu ensâr arasındaki itibarlı mevkisini kazanmıştı.

Resûlullah Medine’ye hicret edince, müşriklerle savaşlar hemen başlamış, hayır ve nur güçleri, karanlık ve şer güçleriyle çarpışmaya başlamıştı… İşte Abbâd b. Bişr, bu savaşların hemen hemen tamamında, hem de en ön saflarda yer almıştır. Allah yolunda bütün gücüyle cihat etmiş, cesareti ve mahareti ile hep parmak ısırtmıştır.

Belki de şu olay bile bu büyük mü’minin kahramanlığını ortaya koymaya yeter. Resûlullah ve yanındaki müslümanlar “Zâtü’r-rik┠gazvesini bitirmiş ve gecelemek üzere bir yere yerleşmişlerdi. Resûlullah ashabının bir kısmını gruplar hâlinde nöbetçi tayin etmişti. Ammâr b. Yâsir ile Abbâd b. Bişr de aynı nöbete düşmüşlerdi. Abbâd baktı, arkadaşı Ammâr çok bitkin. Dedi ki: “Önce nöbete ben başlayayım, bu arada sen biraz dinlen. Sonra uyanır, nöbeti devralırsın.” Abbâd etrafı şöyle bir kolaçan etti, baktı ki pek tehlike yok, ortalık gayet sakin.

 “Boşu boşuna oturmaktansa, vaktimi namaz kılarak değerlendireyim.” diye geçirdi aklından. “Böylece nöbet sevabıma namaz sevabı da eklemiş olurum...” Ve başladı namaza… Fâtiha’yı bitirmiş, ardından bir sûre daha okuyacaktı ki birden omzuna bir ok saplandı. Hemen çekip çıkardı ve namazına devam etti: Ama gecenin karanlığında ikinci bir ok gelmiş ve onu bulmuştu. Yine çıkardı ve kıraatını tamamladı. Sonra rükûsunu, secdesini yaptı. Acılar içindeydi.

Gittikçe kuvvetten kesiliyordu. Secdeye giderken, sağ elini uzatıp, hemen yakınında uyuyan arkadaşını sarsmaya başladı. Derken secdeden, kalktı, zorlukla teşehhüdü okudu. Böylece namazını tamamlamıştı… Bitkin ve titrek bir sesle Ammâr’a seslendi: “Kalk yerime nöbet tut. Ben vuruldum.” Ammâr hemen yerinden sıçradı. Bir nâra attı.

Saldırganların ciğerine işledi bu nâra ve kaçıp gittiler. Sonra Abbâd’a yöneldi. “Sübhanallah, oldu mu ya?! Niye beni ilk vurulduğun zaman uyandırmadın?!” diye sitem etti. Abbas ise şu cevabı verdi:
“Namazdaydım ve Kur’ân okuyordum. İçim güzelliklerle dolmuştu. Bu yüzden namazımı yarıda kesmek istemedim. Yemin ederim ki, şayet Resûlullah’ın emriyle bu nötebi tutmamış olsaydım, ölürdüm de okuduğum âyetleri okumaktan vazgeçmezdim.

Abbâd, Allah’ın dinine çok bağlı ve müslümanları çok seven birisiydi. Bu bağlılık, onun bütün hayatını sarmış, zerre zerre bütün benliğini kaplamıştı. Bu bağlılık, daha Resûlullah’ın ensâra olan şu övgüsünü işittiği zaman başlamıştı. “Ey ensâr halkı… Siz benim gömleğimsiniz, diğer insanlar ise kaftanımdır. İşte bu yüzden sizden hiç ayrılmam.” Abbâd, işte bu sözleri duymuştu.

Resûlullah’ın biricik öğretmeninin yegâne hidâyet rehberinin bu güzel sözlerini duymuştu ve ruhuyla, malıyla, canıyla kendisini Allah yoluna, Resûlü’nün yoluna adamış, fedâ etmişti. Kurbanı olmuştu bu yolun, can pazarlarında can koymuştu. Ganimet yerlerinde, savaşlarda... Arkadaşları onu anlatıyorlar... Çektiği çileleri, meşakkatleri ve gösterdiği gayretini… O her zaman… Âbiddi, ibadet içine işlemişti. Kahramandı, bütün varlığını kuşatmıştı kahramanlığı.

Cömertti, cömertlik her yanını sarmıştı. Kuvvetli bir mü’mindi, iman davasına hayatını adamıştı. İşte ashab arasında bu özelliklerle tanınırdı. Mü’minlerin annesi Aişe (r.a.) diyor ki: “Ensârdan üç kişi vardı ki, fazilette onları geçen başka hiç kimse yoktu: Sa’d b. Muâz, Üseyd b. Hudayr ve Abbâd b. Bişr...” İlk müslümanlar Abbâd’ı şöyle tarif ederlerdi: “O, Allah’ın nurunu taşıyan insandır…”

Onun aydın basireti, engin firâseti, onu daima hayra ve kesin bilgiye ulaştırırdı. Bu husus herkesçe bilinirdi, tartışmasızdı. Hatta çevresi, yakınları şuna inanırdı: Zifiri karanlık bir gecede Abbâd yola çıksa, hiç şüphesiz ondan nur ve ışık hüzmeleri yayılır ve yolunu aydınlatır…

Resûlullah’ın vefatının ardından meydana gelen riddet savaşlarında da Abbâd ağır sorumluluklar yüklenmiş ve eşine az rastlanır bir fedakârlık örneği sergilemiştir. Mesela, Yemame savaşında... Müslümanlar, Müseylimetü’l-Kezzâb komutasında son derece çetin ve yetenekli bir orduyla karşı karşıyaydı... Abbâd, İslâm ı tehdit eden tehlikeyi sezinliyordu...

Evet, cesaret ve atılganlık, kuvvetli bir imanın kazandıracağı vazife bilinceye birleşip, sonra da tehlikeleri önceden sezme seviyesine çıkınca, bu terkipten ölüm ve şehâdetten başka hiçbir şeye arzu duymayan fevkalade bir fedaî meydana geliyordu.

Yemame savaşınden bir gün önce Abbâd bir rüya görür. Ve güneşin doğuşuyla birlikte bu rüya tabir edilir... Dehşetli ve korkunç savaş meydanında... Bu rüyayı, gelin, büyük sahâbî Ebû Saîd el-Hudrî’den dinleyelim.
Ve tabi Abbâd’ın bu savaştaki rölünü… Ebû Saîd anlatıyor: “Abbâd b. Bişr, bana gelerek şöyle dedi: “Ey Ebû Saîd! Bu gece bir rüya gördüm. Sanki gökyüzü benim için açıldı, sonra üzerime kapandı. Ben bu rüyayı kendim için inşallah şehâdet olarak yorumluyorum, sen ne dersin?” Dedim ki: “Hayır olsun inşallah! Ben de öyle görüyorum.” Yemame günü onu izliyorum.

Sağa sola bağırıyor, çağırıyor ve ensâra şöyle sesleniyor: “Kılıçlarınızın kınını parçalayın ve diğer insanlardan ayrılın.” Bu çağrıya tam dört yüz mücahid koştu. Hepsi de ensârdandı. Bahçe kapısına geldiler. Ve orada müthiş bir çarpışma başladı. Sonunda Abbâd -Allah rahmet eylesin- şehit düştü. Yüzünde sayısız darbe izi vardı.

Vücudunda önceden bildiğim bir alameti olmasaydı onu tanıyamayacaktım.” İşte böyle yükselmişti Abbâd, derecelerin en yükseğine... Ensârdan bir mü’min olarak… Resûlullah’a canı üzerine biat etmişti ve bu uğurda şehit düşmüştü…

Bu savaşta Abbâd durumu gözden geçirdi. Zafer rüzgarı başlangıçta düşmandan yana esiyordu. Hemen Resûlullah’ın ensâra övgüsü geldi aklına: “Siz gömleğimsiniz, Ben sizden ayrılamam…” İçine işledi bu kelimeler, bütün ruhunu, bütün benliğini dalga dalga sardı. Sanki oradaydı Resûlullah. Ayakta duruyor ve sürekli bu sözleri tekrarlıyordu.

Abbâd anlamıştı ki, bu savaşın sorumluluğu, bütünüyle ensârın omuzlarındaydı ya da en azından öncelik onlarındı... İşte bu düşüncelerle bir tepeciğe çıktı ve başladı seslenmeye: “Ey ensâr topluluğu! Kılıçlarınızın kınını parçalayın ve herkesten ayrılın..!!” Onun bu çağrısına dört yüz ensâr icabet edince, o, Ebû Dücâne ve Berâ b. Mâlik, onları ölüm bahçesine götürdüler. Müseylime ordusunun çepeçevre kuşattığı ölüm bahçesine... İşte orada, kendisine yakışır bir kahramalıkla savaştı ve savaştı… Bir insan bir mü’min, bir ensârî olarak…

İşte o şerefli günde şehit düştü Abbâd. İşte akşam gördüğü rüya doğrulanmıştı… Gökyüzünün kapılarının açıldığını ve sonra onu bürüyüp, tekrar kapandığını o bahçe duvarındaki gedikten içeri girinceye kadar görmemiş miydi acaba? Ve bizzat kendisi bu rüyayı tabir etmemiş miydi? Önümüzdeki savaşta ruhum Rabbime yükselecektir, dememiş miydi?

Rüyası, gerçek olmuş, yorumu doğru çıkmıştı…

Hiç şüphe yok ki, göğün kapıları Abbâd’ın… beraberinde Allah’ın nuru olan adamın ruhunu karşılamak için ardına kadar açılmıştı