Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

SELEME b. AKVÂ

Kahraman Piyade


Oğlu İyâs onun faziletini tek cümleyle şöyle özetler:

 “Babam asla yalan söylememiştir!..”

Bir insanın iyi ve salih insanlar arasında önemli bir mevki edinmesi için böylesi bir fazilete sahip olması yeterlidir. İşte Seleme b. Akvâ bu fazileti elde etmiş ve ona layık olmuştur.

Seleme b. Akvâ toplum içinde keskin bir nişancı olarak ün yaptığı gibi aynı zamanda cesareti, cömertliği ve güzel amelleriyle de temayüz etmişti. Zaten kendisini İslâm’a adarken saf ve katıksız bir imanı vardı. İslâm ise, bu cevheri yepyeni bir kalıba dökmüş, bundan o yüce şahsiyet meydana gelmişti. İşte o şahsiyet “Rıdvan Biatı” nişanına sahip seçkin sahâbedendi.

Hicretin altıncı senesi Resûlullah ve mümtaz ashabı yollara koyulmuşlardı. Amaçları çok sevdikleri, çok özledikleri “Beytü’l-harâmı” ziyaret etmek, hasret gidermekti. Ama Kureyş yolları kapamış, geçit vermiyordu. Resûlullah, Kureyş’e Hz. Osman’ı gönderdi.

Hz. Osman onlara: “Biz savaşmak için değil; sadece ziyaret için geliyoruz.” diyecekti. Bekleyiş uzun sürmüş; ama Osman hâlâ geri dönmemişti. Bu arada müşriklerin Hz. Osman’ı öldürdüğü söylentisi yayıldı. Bunun üzerine Resûlullah bir ağacın gölgesine oturmuş ve meşhur biat gerçekleşmişti. Sahâbe teker teker Resûlullah’ın huzuruna gelmiş, mübarek ellerini tutmuş ve biat etmişlerdi. “Ey Allah’ın Resûlü! Senin uğrunda ne zaman istersen derhal ölmeye hazırız, canımız sana feda olsun!..” demişlerdi. Seleme de orada biat edenler arasındaydı.

Olayı ondan dinleyelim: “O gün ağacın altında Resûlullah’a biat ettim, uğrunda ölmeye söz verdim. Sonra bir kenara çekildim. Biat işi bitmek üzereydi ki, Resûlullah bana seslendi: “Ey Seleme! Sen neden biat etmiyorsun?” Dedim ki: “Ben biatımı yaptım ey Allah’ın Resûlü!” Bunun üzerine Resûlullah: “Bir daha, bir daha..!” buyurdu.

Ben de gelip ikinci kez biat ettim.” Hiç şüphesiz, o biatına tam olarak sadık kalmıştı. Hatta o, bu biattan çok daha önce ahdini yerine getirmişti. “Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir” dediğinden beri... İşte isbatı... Diyor ki: “Ben Resûlullah’la beraber tam yedi gazveye katıldım. Dokuz tane de Zeyd b. Hârise ile...”


Gerçekten Seleme, bu gazvelerde en yetenekli piyadelerden biriydi. Okunu ve mızrağını çok iyi kullanan keskin bir nişancıydı. Savaşırken, günümüzün gerilla savaşlarına benzeyen bir taktik kullanırdı. Düşman saldırınca geri çekilir, bu şekilde düşmanını oyalayıp yorgun düşürür, sonra da yıldırım gibi üzerine çullanırdı.

Uyguladığı bu vurkaç taktiği sayesindedir ki, o meşhur “Zîkared” savaşında Üyeyne b. Hısn el-Fizârî komutasında Medine tepelerine saldırı düzenleyen düşman kuvvetlerini tek başına bozguna uğratmıştı. Düşman kaçıyor, o kovalıyordu. Ansızın saldırıyor, vuruyor, kaçıyor, ortaya çıkıyor, yine vuruyor ve yine saklanıyordu. Bu şekilde onları Medine’den uzaklaştırırken takviye kuvvetleriyle beraber Resûlullah imdada yetişti. O gün Resûlullah ashabına şunları söyledi: “En hayırlı piyadeniz Seleme b. Akvâ’dır.”

Seleme hayatı boyunca üzüntü ve ümitsizlik nedir bilmemişti. Ama Hayber savaşında kardeşi Âmir’in cansız bir şekilde yere serilmesi onu bir kedere ve ümitsizliğe sevk etmişti. O gün Âmir, İslâm ordusunun önünde durmuş, sessizce şu beyitleri terennüm ediyordu: “Senin bize hidâyetin olmasaydı Allah’ım, Ne sadaka verebilir, ne de namaz kılardık.

Bize gönül huzuru ver, sekinet ver Allah’ım, Düşmanlarının karşısında metanet ver Allah’ım” Savaş başlamıştı. Kardeşi Âmir yalınkılıç bir müşriğe saldırdı. Kılıcını savurdu düşmanına. Fakat ne yazık ki, elindeki kılıç ters dönerek ucu kendisine dokundu ve cansızca yere yıkıldı. Kendi kendisini öldürmüştü Âmir. Bazı müslümanlar hayıflandılar: “Zavallı Âmir, şehâdetten mahrum oldu.”

İşte o an vurgun yemiş gibi oldu Seleme. Öyle sarsıldı, öyle üzüldü ki... Şimdi gerçekten kardeşi yanlışlıkla kendini öldürdü diye cihad ve şehâdet sevabından mahrum mu olacaktı? Hemen Resûlullah’a gitti: “Ey Allah’ın Resûlü! Gerçekten Âmir’in amelleri heba mı oldu?” Rahmet Peygamberi hemen heyecanını, endişesini gidermiş ve yüreğine su serpmişti: “Hayır, bilakis o bir mücahid olarak öldü.

Ve onun çifte sevabı vardır. Şimdi o, cennetin ırmaklarında serinliyor.” Seleme çok cömertti. Hele Allah için istenildiğinde taşardı cömertliği. Bir kimse ondan Allah rızası için canını bile istese, hiç tereddütsüz feda ederdi. Herkes onun bu özelliğini bildiğinden, bir şey istedikleri zaman “Allah rızası için istiyorum” derlerdi.

O ise buna şöyle mukabelede bulunurdu: “Allah rızası için vermeyeceğim de ne için vereceğim..?” Halife Hz. Osman (r.a.) şehit edildiği gün bu cesur mücahid anladı ki, müslümanlar arasında artık fitne kapıları açılmıştır. O ise bu zamana kadar hayatının çoğunu müşriklerle savaşarak geçirmişti.

Kalan ömrünü şimdi kardeşleriyle savaşmakla mı bitirecekti. Hayır asla! Müşriklere karşı savaşırken Resûlullah’ın övgüsüne mazhar olmuş bir insan, bu yeteneğini bir mü’min, bir müslüman
kardeşine karşı kullanamazdı... Bu yüzden eşyasını toplayıp Medine’den ayrıldı. Doğruca Rebeze’ye gitti. Rebeze daha evvel Ebû Zerr’in de hicret ettiği yerdi. Kalan ömrünü Rebeze’de geçirdi..

Bir gün Medine’yi ziyaret etme arzusu uyandı içinde. Hicretin yetmiş dördüncü senesiydi. Medine’ye varmış, orada bir iki gün kalmıştı ki, ecel kapısını çaldı. Medine’de kaldığı üçüncü gün vefat etti...

Toprağa dönüyordu, aslına, Dost’una dönüyordu. Sevgilisi onu kanatlarına almak, bağrına basmak istiyordu. Tıpkı mübarek arkadaşlarını, salihleri, şehitleri kucakladığı gibi...