Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

ABDURRAHMAN b. EBÛ BEKİR

Olağanüstü Kahraman


Bütün derinliği ve genişliğiyle Arap seciyesini yansıtan bir şahsiyet...

Babası ilk müslümanlardan. Henüz kimse iman etmemişken Resûlullah’a gönülden bağlanan, hicret esnasında saklandıkları mağarada Allah’ın kendisinden “İkinin ikincisi” diye söz ettiği “Sıddîk” ünvanı ile meşhur Ebû Bekir (r.a.) olmasına rağmen kendisi hâlâ kavminin dinine ve putlarına sımsıkı bağlı, bu inançta sağlam bir kaya gibi sabit duruyor... Bedir savaşında müşrik ordusunun saflarında... Uhud savaşında yine öyle...

Hem de müslümanlar ile savaşmak üzere toplanan okçuların komutanı olarak... İki ordu kıran kırana bir savaşa girmeden önce, âdet olduğu üzere iki tarafın yiğitleri teke tek düelloya çıkarlar... Abdurrahman, kendisiyle dövüşecek birisini isteyerek meydan okur müslümanlara... Babası Ebû Bekir es-Sıddîk onunla dövüşmek üzere ileriye doğru atılır... Fakat Resûlullah onu tutar, bir babanın, oğlu ile kılıç kılıca düello etmesine izin vermez.

Asil bir Arabın en mümeyyiz vasfı, tam olarak inandığı bir gayeye karşı gösterdiği mutlak bağlılık ve sadakattir. Bir dine, bir fikre ikna olunca âdeta ona kul olur, onu bundan ayırmanın artık bir yolu bulunamaz. Hile ve sahtekarlık olmaksızın, aklını ve ruhunu yeni bir inanç doldurursa o başka... Abdurrahman’ın, babasına tam bir saygısı, onun aklının yüceliğine, ruhunun ve ahlâkının büyüklüğüne tam bir güveni vardı. Bunları teslim etmesine rağmen kendi inancına olan bağlılığından dolayı babasının müslümanlığı, onu da müslüman etmeye yetmedi.

Böylece o, inancının ve akidesinin bir gereği olarak, Kureyş’in ilâhlarını savunmaya ve onların bayrakları altında, ölümden hiç korkmayan mü’minlere karşı savaşmaya devam etti. Fakat böyle asil ve güçlü bir kimseye hakikat eninde sonunda aydınlanacaktı... Çünkü bu tip insanlar, özlerinin yüceliği, açık kalpliliklerinin ve samimiyetlerinin nuru sayesinde bir gün mutlaka doğruya ulaşırlar, hidâyet ve hayır üzerinde birleşirler… Ve bir gün kaderin saati, Ebû Bekir’in oğlu Abdurrahman için yeni bir doğumu müjdelemek üzere çaldı...

Evet, nihayet ruhuna hidâyet güneşi doğmuş, onda cahiliyyenin miras bıraktığı karanlık ve sahtelik adına ne varsa hepsini silip süpürmüştü... Nihayet o, etrafındaki varlık ve eşyadan münezzeh, bir ve tek olan Allah’ın varlığını hissetti. Ruhuna ve gönlüne Allah’ın hidâyeti yerleşmişti artık... İşte o bir müslümandı artık... Hak dine girmek üzere derhal Resûlullah’a gitti. Oğlunun Resûlullah’a biat ettiğini gören Ebû Bekir, sevinçten neredeyse çıldıracaktı.

O küfründe de mertti... Ve şimdi de mertçe, yiğitçe müslüman oluyordu. Herhangi bir şeye tamah ettiği veya herhangi bir şeyden korktuğu yoktu. Bu iman, Allah ın hidâyet ve tevfikinin ona bahşetmiş olduğu gerçek ve dürüst bir inançtan ibaretti. Bundan sonra ise o, daha önce kaçırmış olduklarını da telafi etmek için Allah, Resûlü ve mü’minler uğrunda kendini feda edercesine çalışacaktı. Nitekim Abdurrahman, gerek Hz. Peygamber’in zamanında, gerekse halifeleri döneminde hiçbir meşru savaştan geri kalmamıştır. Yemâme gününde onun büyük bir kahramanlığı vardır.

O gün Müseylime ve mürted ordusuna karşı savaşın kazanılmasında bu kahramanlığın büyük bir rolü olmuştur... Çünkü Müseylime’nin akıl hocalığını yapan ve ayrıca kuvvetleriyle mürted ordusunun sığındığı kalenin en önemli yerlerini koruyan Muhakkim b. Tufeyl’i cehenneme yollayan o olmuştu. Muhakkim, Abdurrahman’ın vuruşuyla yere yıkılınca etrafındakiler dağılmış, böylece surda bir delik açılmıştı. İslâm’ın gölgesinde Abdurrahman’ın güzel özellikleri daha bir gelişmiş ve parlamıştı. İnancına olan bağlılığı, doğru ve hak bildiği şeye karşı olan mutlak samimiyeti, sinsilik ve yağcılığa karşı oluşu ve daha niceleri... Bütün bu huylar, onun şahsiyetinin ve hayatının özü olarak devam edegeldi. Herhangi bir arzu veya korku bu özellikleri ondan uzaklaştıramadı.

Hatta Muaviye’nin kılıç zoruyla Yezid için biat aldığı o günde bile... Nitekim o gün Muaviye, Medine’deki valisi Mervan’a biat mektubu yazmış ve onu camide müslümanlara okumasını emretmişti, Mervan emredileni yapmıştı. Mektubun okunması biter bitmez, Abdurrahman b. Ebû Bekir ayağa kalktı. Camidekilere hakim olmaya başlayan korku ve endişeyi, kulak verilecek bir delil ve açık bir direnişe çevirecek olan şu sözleri söyledi: “Allah’a yemin olsun ki, siz Muhammed ümmeti için hayır murad etmiyor; ancak bu ümmeti Bizanslılara benzetmek istiyorsunuz.

Nasıl ki bir Bizans kralı ölünce onun oğlu kral oluyorsa, bizde de öyle olsun istiyorsunuz...” Abdurrahman o anda, Muaviye’nin bu emri uygulanıp da İslâm’da şûraya dayalı yönetim şekli terk edilerek onun yerine babadan oğula geçen veya tesadüfe, kaba güce dayanan Kisralık veya Kayserlik getirilince İslâm’ın başına gelebilecek bütün tehlikeleri gömüştü âdeta!..

Abdurrahman, bu acımasız ve sert sözleri Mervan’ın yüzüne karşı haykırınca, başlarında Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Amr’ın da bulunduğu bir grup da onu destekledi. Fakat daha sonra Muaviye’nin kılıç zoruyla, kesin olarak almaya karar verdiği bu biat karşısında onları susmaya mecbur eden yeni şartlar meydana geldi. Ama Abdurrahman bu biatın geçersiz olduğunu açıkça söylemeye devam etti.

Neticede Muaviye ona bir adamıyla yüz bin dirhem para gönderdi. Güya bununla onun gönlünü almak istiyordu. “Sıddîk’ın oğlu”, paraları bir tarafa fırlatarak, Muaviye’nin elçisine şöyle çıkıştı: “Git ona de ki, Abdurrahman dünyası için dinini satmıyor.” Daha sonra Muaviye’nin Medine’ye gelmekte olduğunu haber alınca, hemen orayı terkedip Mekke’ye gitti.

Allah diledi ki, onun karşılaştığı bu filmler ve kötü akıbetler artık yeter...

Mekke’nin tepelerine varır varmaz ruhunu Allah’a teslim etti... Ve insanlar onu Mekke’nin en yüce tepesinde omuzlarında taşıdılar. Buralar onun öz vatanı idi. Ve bu topraklar, onun cahiliye dönemine şahit olduğu gibi sadık, hür ve cesur bir adam olarak müslümanlık dönemine de şahit oldu...