SAÎD b. ÂMİR
Yırtık Elbiseler İçindeki Büyüklük
Hangimiz bu ismi tanıyor ve daha önce duymuş?
Büyük bir ihtimalle -hepimiz değilsek
bile -çoğumuz bu şahsı şimdiye kadar duymamışızdır. Ve şimdi soralım
Saîd b. Âmir kim diye? Evet, şimdi öğreneceğiz Saîdi!..
Her ne kadar onun bu titrek isminde
sahâbenin büyüklerinin isimlerine bir yakınlık olmasa da o sahâbenin
büyüklerinden biridir. Kuşkusuz, o takva ehlinin gizli kalmış
büyüklerindendir. Bütün toplantı ve savaşlarda onun Allah Resulünü
yakından izlediğini dile getirmek, belki fazla söz ve bir tekrardan
ibaret olacaktır. Ve zaten bu tüm müslümanların düsturuydu. Mümin olana,
gerek savaşta gerek barışta Peygambere muhalefet yaraşmazdı.
Hayberin fethinden az önce müslüman
olmuştu. Saîd, İslâmla kucaklaştığı ve Resûlullaha biat yaptığı andan
itibaren hayatını, varlığını ve geleceğini tümüyle İslâma adamıştı.
İtaat, zühd, alçakgönüllülük ve yücelik
İşte tüm bu büyük faziletler
dost ve kardeş olarak bu temiz ve pâk insanda bulunmaktaydı. Onun
büyüklüğünü iyi kavrayabilmek için herhangi bir şeyi kaçırmamak, uyanık
davranmak gerekir. Kalabalık içinde Saîde gözümüz iliştiğinde, göz onda
durmak için bir sebep görmez, başka tarafa geçer. Gözümüz onu alelâde
bir fert olarak görür; dağınık ve tozlu...
Ne giyiminde, ne dış görünümünde, onu
diğer yoksul müslümanlardan ayıran bir özellik taşımaz Saîd. Giyim
kuşamından ve dış görünümünden, onun hakikî yapısına delil aradığımızda
hiçbir şey bulamayız. Bu insanın büyüklüğünün süs ve şâşaadan daha öte
bir şey olduğunu fark ederiz. Çünkü bu eski elbiselerin ve sadeliğin
gerisinde büyük bir değer yatmaktadır. Sedefte gizlenmiş inci var ya...
İşte öyle.
Müminlerin Emiri Ömer b. Hattab,
Muaviyeyi Şam valiliğinden uzaklaştırınca, etrafını yoklayarak, onun
yerine göreve getirebileceği birilerini araştırdı. Ömerin vali ve
yardımcılarını seçmedeki üslubu, tümüyle dikkat, vakar ve mahzurları göz
önüne getiren bir üsluptu. O inanıyordu ki, şayet herhangi bir valisi
bir yerde hata işleyecek olsa, bunu Allah iki kişiden sorardı: İlk
olarak Ömerden, ikinci olarak da hata sahibinden. Kişileri atamadaki ve
vali seçimindeki ölçüsü, gayet hassas ve son derece basiretli idi. Şam,
dönemin büyük medeniyet merkezi idi.
Oradaki hayat, çeşitli medeniyetlerin
izlerini taşırdı. Ticaret için de önemli bir merkezdi. Geniş bir bolluk
vardı. İşte bu ve buna benzer nedenlerden ötürü de fesad diyarıydı.
Ömerin düşüncesine göre de, buraya ancak fesatçı şeytanların,
takvasının önünde duramayıp kaçtıkları bir veli uygun düşerdi. Zahid,
abid, itaatkâr ve günahından tövbe edip dönmesini bilen biri.
Ömer aniden bağırdı: Tamam buldum onu. Bana Saîd b. Âmir gerek. Daha
sonra Saîd, Ömere gelir. Ömer, ona Humus valiliğini teklif eder. Fakat
Saîd özür beyan ederek: Beni fitneye salmayın ey Müminlerin Emiri!
deyince Ömer bağırır: Allaha yemin olsun ki, seni bırakmam!
Emanetinizi ve hilafetinizi boynuma yıkıp, beni bir başıma terk
edemezsiniz. Saîd o anda ikna olmuştu. Ömerin sözleri ikna için
yeterli gelmişti. Evet... Emanet ve hilafeti Ömerin üstüne atıp, tek
başına bırakmaları adalet değildi.
Ve şayet Saîd b. Âmir gibileri de
sorumluluktan kaçınacak olursa, Ömer tayin edeceği kimseleri nereden
bulacaktı? Saîd, Humusa doğru yola çıktı. Yanında henüz yeni evlendiği
hanımı vardı. Ömer kendisine biraz da mal vermişti. Humusa
yerleştikleri zaman zevcesi, Ömerin verdiklerinden bir miktar harcamak
istedi, Saîde yeni elbise ve eşya almasını söyledi. Gerisini de
biriktirmek niyetindeydi. Saîd ona: Bunlardan daha iyisini sana
söyleyeyim mi? dedi ve ekledi: Bak, biz ticareti geniş ve pazarı
kazançlı bir memleketteyiz. Gel, bu elimizdekilerle bizim hesabımıza
ticaret yapacak, malımızı artıracak birine bunları verelim. Hanımı: Ya
iflas edecek olursa dedi.
Saîd: Ben kefil olurum. dedi. Hanımı:
İyi öyleyse. dedi. Saîd çarşıya çıktı. Sade bir hayata gerekecek kadar
eşya alıp, malının kalanını yoksul ve ihtiyaç sahiplerine dağıttı.
Günler geçiyor, hanımı da zaman zaman ticarî kazançlarının ne durumda
olduğunu soruyordu. Saîd de: Başarılı bir ticaret, kazanç durmadan
artıyor. diye cevaplıyordu. Bir gün kadın aynı soruyu Saîdin bir
yakınının yanında sorduğunda meselenin iç yüzünü bilen adam önce
gülümsedi, sonra da kahkahayı bastı. Bu gülüş, kadını şüphelendirdi ve
açıklama yapması için ısrar etti.
Adam da kadına: Çok zaman oldu, onun
hepsini tasadduk edeli. dedi. Bunun üzerine kadıncağız hıçkırarak
ağlamaya başladı. Bu maldan doğru dürüst bir fayda görmeyişi onu üzmüştü.
Üstelik istediklerini alamamış, elinde de bir şey kalmamıştı. Saîd,
hanımına şöyle bir baktı. Akan gözyaşları ona daha bir güzellik katmıştı.
Fitneye sürükleyen bu manzara, nefsinde zaafa sebep olmadan önce o
basiretini cennete yöneltmiş, orada daha önce cennete gitmiş dostlarını
görmüştü. Şöyle dedi: Benim benden önce Rablerine kavuşmuş
arkadaşlarım var.
Ben kesinlikle onların yollarından
sapmak istemem. Tüm dünya içindekilerle benim olsa da
Hanımının,
güzelliğiyle kendisini kandırmasından korktuğu anda ona ve aynı zamanda
kendi nefsine şöyle sesleniyordu: Biliyorsun ki, cennette ceylan gözlü
hûrîler, iyi huylu güzeller var. Onlardan bir teki bile yeryüzüne inse,
her tarafı aydınlığa boğar, nuru güneş ve ayınkini yok eder. Kuşkusuz
seni onlara feda etmek, onları sana feda etmekten daha uygun düşecektir.
Sözünü başladığı gibi bitirmişti; sakin, güleç ve rahat. Hanımı
sakinleşmiş ve anlamıştı ki, Saîdin yolundan gitmekten ve Saîdin
sözünü ettiği zühd ve takvadan daha iyisi yoktu.
Humus o zamanlar İkinci Kûfe diye nitelendiriliyordu. Bunun sebebi de
ahalisinin aşırılıkları ve valilere karşı muhalefetleri idi. Irak bu
aşırılıkta öncelik sahibi idi. Humus da bu konuda ona benzemesinden bu
ismi alıyordu. Humusun belirttiğimiz bu aşırılıklarına rağmen Allah,
onların kalplerini bu salih kuluna, Saîde yöneltmişti. Onlar onu
seviyor ve itaat ediyorlardı.
Ömer bir defasında: Şam ahalisi seni
seviyor. demişti. Saîd de: Çünkü ben onlara yardımcı ve destek
oluyorum. diye cevap vermişti. Her ne kadar Humusluların Saîde
sevgileri varsa da yine de ortada bazı şikayet ve rahatsızlıkların
olması kaçınılmazdı... En azından Humusun Kûfe ile başabaş yarıştığını
ispatlaması gerekirdi. Bir gün Müminlerin Emiri Ömer (r.a.), Humusu
ziyaret eder ve kalabalık bir topluluk içinde onlara Saîd hakkında ne
dersiniz? diye sorar. Başlarlar ondan şikayetçi olmaya... Aslında
bunlar, bir adamın büyüklüğünü ortaya çıkaran şikayetlerdi... Ömer
şikayetçi guruptan şikayetlerini tek tek söylemesini istedi.
Gurup adına konuşacak kişi doğruldu ve:
Ondan dört hususta şikayetçiyiz. dedi ve ekledi: Gün iyice
ilerlemeden yanımıza gelmiyor. Geceleri işlerimizi görmüyor. Ayda iki
gün hiç yanımıza çıkmıyor, o günlerde kendisini hiç göre-miyoruz. Diğeri
de, gerçi kendisinin bu konuda elinde bir şey yok; ama bizi rahatsız
ediyor.
O da şu, kendisini zaman zaman
baygınlık tutuyor. Adam oturdu. Ömer (r.a.) bir müddet başını öne eğip
sustu. Sonra Allaha yönelerek: Ey Allahım biliyorsun ki, Saîd senin
en iyi kullarındandır. Ya Rabbi! Bu konuda ferasetimi yanlış çıkarma.
diye sessizce yalvardı. Saîdi, kendini savunması için çağırdı. Saîd de
cevaplamaya başladı. Onlar, benim, gün epey ilerledikten sonra
yanlarına çıktığımı söylüyorlar.
Vallahi nedenini söylemek içimden
gelmiyordu. Madem istiyorlar söyleyeyim: Ailemin hizmetçisi yok. Onun
için hamurumu kendim yoğurup, mayalanmaya bırakıyorum. Sonra da ekmeğimi
pişiriyorum. Daha sonra da abdest alıp yanlarına çıkıyorum. Ömerin
yüzü güldü ve Allaha hamd etti. Ya ikincisi? dedi. Saîd konuşmasını
sürdürdü: Geceleri kimseyle ilgilenmediğimi söylüyorlar. Vallahi bunun
sebebini de söylemekten hoşlanmıyordum.
Ben gündüzü onlara, geceyi Rabbime
ayırdım. Ayda iki gün yanlarına çıkmayışıma gelince; benim çamaşırlarımı
yıkayacak hizmetçim yok; fazla çamaşırım da yok. Ben çamaşırımı yıkıyor,
sonra da kurusun diye bir müddet bekliyorum ve ancak ertesi gün
yanlarına çıkabiliyorum. Bir de zaman zaman beni baygınlığın tuttuğunu
söylüyorlar.
Ben ensârdan Hubeybin Mekkede şehid
düşürülüşüne şahit oldum. Vücudunu lime lime etmişti Kureyş. Onu bir
deveye bindirmişlerdi. Sordular ona: İster misin şimdi Muhammed senin
yerinde olsun, sen de kurtul, rahata kavuş? O şu cevabı vermişti:
Yemin olsun ki, Allah Resûlüne bir diken bile dokunacak olsa, ben ailem
ve çocuklarım beraber dünya afiyeti ve nimeti içinde olmayı istemem...
Her ne zaman bu manzara gözümün önüne gelirse, ki ben o sırada bir
müşriktim, o gün Hubeybe yardım etmeyişimi hatırlarım.
İşte o zaman Allahın azabından
duyduğum korkudan dolayı beni bir titreme alıyor ve kendimden geçiyorum.
Saîd sözlerini bitirmişti. Vera gözyaşlarıyla ıslanmış dudaklarından
dökülen sözlerdi bunlar... Ömer kendine ve neşesine hakim olamamış:
Ferasetimi yanıltmayan Rabbime şükürler olsun! diye bağırmıştı. Saîdi
kucakladı ve parlayan o yüce alnından öptü.
Böylesi bir saadete kim ulaşmıştı ki?
Allah Resûlü gibi bir öğreticiyi Kurân gibi bir nuru ve İslâm gibi bir
mektebi kim nerede bulmuştu ki? Fakat böyle bir hareket fazla miktarda
olsaydı, acaba yeryüzü bunu kaldırabilir miydi? Şayet böyle olsaydı, yer
yeryüzü olmaktan çıkar, Firdevs cennetine dönerdi.
Vaad edilen Firdevse... Firdevsin
zamanı gelmediğine göre, böyle şerefli ve yüce hayat yaşayanlar daima az
ve nadir olacaktır. İşte Saîd b. Âmir de onlardan biridir. İşi ve
vazifesi kadar maaşı ve geliri de çoktu Saîdin. Fakat o, bundan kendine
ve ailesine yeteri kadarını alır, gerisini yoksullara dağıtırdı.
Elindekilerle aile ve akrabana biraz bolca harca. demişlerdi bir
defasında kendisine.
O ise onlara: Neden aileme ve akrabama?!
Hayır, yemin olsun ki, ben Allahın rızasını akrabalığa karşılık satamam.
diye cevap vermişti. Kendisine her ne zaman Kendine, aile efradına
günlük harcamalarını biraz artır; hayatın güzelliklerinden istifade et.
Denilse, o devamlı şu büyük sözlerle karşılık verirdi: Ben Hz.
Peygamberin şu sözünü işittikten sonra benden öncekilerin (sahâbenin)
yolundan ayrılamam. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyuruyor ki: Allah
insanları hesap için toplar. O sırada müminlerin yoksulları güvercinler
gibi seke seke gelirler.
Onlara:Durun! Hesap var. denilir.
Onlar da: Hesaba çekileceğimiz hiçbir şeyimiz yok ki! derler. O zaman
Allah: Kullarım doğru söylüyor. der ve onlar herkesten önce cennete
girerler.
Saîd Hicretin 20. yılında Rabbine
kavuştu
Her şeyiyle tertemiz ve pâk olduğu bir dönemde. Artık o
dostlarına kavuşmuştu; gözü nurlu, gönlü rahat, yükü hafif olarak.
Ne yanında, ne ardında, ne sırtında
ağırlık verecek bir dünya yükü ve eşyası vardı. Yanında sadece verâ,
zühd, takva, büyük bir kişilik, büyük bir yaşantı ve mizanda ağırlığı
olan; fakat sırta ağırlığı olmayan faziletler getirmişti.
Selâm olsun Saîd b. Âmire!..
Selâm olsun ona hayatında ve âhiretinde!..
Selâm, yine selâm yaşayışına ve anısına!..
Selâm olsun tüm iyilere, Allah
Resûlünün (s.a.v.) ashabına!..
|