Taif Seferi 2

Taif'te Şehîd Olanlar 4

Huneyn Ganimetlerinin Bölüştürülmesi 5

Cı’rane Umresi 10

Ka'b Bin Züheyr'in Gelişi 11

Sekizinci Yıldaki Bazı Olaylar 14

Dokuzuncu Hicri Yıl Olayları Ed-Dahhak Bin Süfyân El-Kilâbî'nin Kuratâ' Serîyyesî 15

Alkame Bin Mücezzîz El-Müdlicî'nin Seriyyesî 15

Hz. Ali B. Ebi Tâlib'în El-Füls Putuna Seferi 16

Ukkaş B. Mihsan'ın Uzra Arazisine Seferi 16

Tebük Seferi 16

Ebû Zer'in Geri Kalıp Yetişişi 19

Ebu Hayseme'nin Yetişmesi 19

Bu Sefere El'usratü Denilmesi 20

Hicri Semud'da. 20

Yeniden Kıssaya Dönüş. 23

Halid B. Velıd'în Dümetü'l-Cendel Emiri Ukeydir'e Gönderilişi 24

Bu Konuda Bazı Değişik Rivayetler 25

Tebuk Seferine Katılamayanlar 26

Ka'b Bin Mâlik'in Kıssası 27

Münafık Abdullah Bin Übeyy'in Ölümü. 30

Dokuzuncu Yıldaki Bazı Olaylar 31

Arap Delegelerin Gelişi Urve Bin Mes'ûd Es-Sakafînin Gelişi 33

Sakıf Delegeleri 33

Onuncu Hicri Yıl Olayları 35

Temîm Oğulları Delegeleri 36

Âmir Oğulları Delegeleri 37

Benî Sa'd Delegesi 38

Carud B. Amr'ın Gelişi 39

Hanîfe Oğulları Delegeleri 39

Tay Kabilesi Delegeleri 40

Adiy Bin Hatem'î Taî'nin Gelişi 41

Ferve Bin Müseyr'in Peygamber'e Gelişi 42

Kînde Delegeleri 42

El'ezd Delegeleri 42

Himyer Kurallârı’nın Efendimize Mektubu. 42

Halid B. Velid'in Sonra Da Ali B. Ebî Talib (R.A)’Ların Yemen'e Gönderilişi 43

Ebû Mûsâ El- Eşarî Ve Muaz B. Cebel’in Yemen’e Gidişi 43

Efendimiz'in Amr B. Hazm'a Yemen'e Gönderirken Verdiği Mektup. 44

Necran Delegelerinin Nebî (S.A.V)'E Gelişleri 45

Halid B. Velîd'in Necran'a Gîdişî 46

Peygamberimizin Oğlu İbrahim'in Vefatı 47

Bazı Vefat Ve Doğum Olayları 47

Veda Haccı 48

Peygamberimiz Kaç Gazaya Ve Kaç Hacca Gitti 51

Onbirinci Hicri Yıl Olayları Üsame (Ra)'In Gazvesi 52

Efendîmîzîn Gaza Ve Seriyyelerî 52

 


Taif Seferi[501]

 

Resûlullah (s.a.v.) sekizinci yılın Şevval ayında Huney'den Taife doğru harekete geçti. Öncü kuvvetlerin başına Halid b. Velîd'i geçirdi. Oradaki Sakîf liler daha önce kalelerini tamir ederek içine bir yıl yete­cek ihtiyaçlarını da koymuşlardı. Evtas harbinde yenilince, hemen ka­leye kapanıp harp hazırlığına başladılar.[502]

Muhammed b. Şuayb, Osman b. Atâ el-Horasânî-babası Ata-İkrime isnadıyîa İbni Abbas'm şöyle anlattığım nakleder:

-Sonra Resûlullah yola çıkıp Taife kadar geldi ve orayı kuşattı. Peygamberin Dellal'ı:

"SakiFlÜerin kölelerinden kim kaçıp gelirse ona hürriyeti ve­rilecek!" diye ilan etti. Bu davete onların kalesinden bir gurup insan duyar duymaz hemen icabet ettiler.

Aralarında Ziyad'ın baba kardeşi olan Ebû Bekre b. Mesrûh'ta var­dı. Resûlullah onları azat etti. Onlardan her birini ashabından birine vererek geçimlerini yüklenmelerini söyledi. -Kuşatmadan   sonra-

Resûlullah (s.a.v.) geri dönüp Cı'râne'ye kadar geldi ve: "Ben Ömre yapıyorum" buyurdu.[503]

İbnü Lehî'a, Ebu'l Esved yoluyla Urve b. Zübeyr'den... İsmail b. İb­rahim b. Ukbe de amcası Musa b. Ukbe'den şöyle naklederler:

-Sonra Resûlullah (s.a.v.) Taif üzerine yürüdü. Esirleri Ci'rane'de bıraktı. Mekke çadırları (veya gölgelikleri) bunlarla dolup taşmıştı. Resûlullah Taif kalesine yakın El-Ekeme denen yere gelip on gün bu­rada konakladı ve onlarla savaştı.

Sakif liler de kalenin üzerinden ve ardından onlara taş ve ok atı­yorlardı. Ebû Bekre b. Mesruh (ile birkaç köle) dışında kimse kaleden çıkmadı. Pek çok yaralanan oldu.

Müslümanlar onları kızdırmak için bağlarının bir kısım çıbıklannı kestiler ve onları kızdırmak (ve çıkmalarni sağlamak) istediler. Bunu gören Sakîf liler: "Mallara zarar vermeyin! Zira onlar siz yenerseniz sizin, değilse bizim" dediler. Müslümanlardan bazıları Peygamber (s.a.v.)'den Taif kalesinin sürekli kuşatıma alınmasını teklif ettilerse de Nebi (s.a.v.);

"Onu fethedebileceğimizi sanmıyorum, henüz fetih izni veril­medi" buyurdu.

Urve'nin rivayetinde şu ilave vardır: Resûlullah (s.a.v.) Müslüman­lardan herbirine, bunların hurma ağaçlarından veya asma çıbıklarından beşer tanesini kesmelerini emretti.

Ömer (r.a.)'da Resûlullah'a gelip: "Yâ Resûlallah! Bunlar meyvesi yenilmeyen sahibi olmayan (orman gibi) şeylerdir." dedi. Nebi (s.a.v.)'de onlara;

"Meyveleri yenilebilenlerin öncelikle kesilmesi" emrini verdi. Bir de dellal çıkartıp: "Kim bize kaçar gelirse, hürriyeti bağışlanacaktır" diye, bağırttı.[504]

İbni İshâk anlatıyor: Taif kuşatmasına ne Urve b. Mes'ûd, ne de Gaylân b. Seleme katılabildi. İkisi de (Ürdün'deki) Cüreş şehrinde Mancınık ve (o zamana göre sığır derisinden) tank yapma sanatı öğreniyorlardı.[505]

Sonra Resûlullah (s.a.v.) Nahle üzerinden Taife geçti. Orada nama­zını eda ettiği bir mescit inşa etti. Ashabından birçok kişi okla öldü­rüldü. Müslümanlar bir türlü surlardan girme imkânı bulamadı. Sakîf liler kale kapılarını da üstlerine kapatmışlardı.

Nebi (s.a.v.), yirmi gün kadar onları muhasara altında tuttu. Yanın­da hanımlarından ikisi bulunuyordu. Bunlardan biri Ebu Ümeyye kızı Ümmü Seleme (r.a.) idi.

Daha sonra Sakif kabilesi Müslüman olunca Ebû Ümeyye b. Amr b. Vehb, Peygamber (s.a.v.)'in kuşatma esnasındaki namazgahının ol­duğu yere bir mescit inşaa etti.

Anlattıklarına göre, bu mescitte bir direk varmış hayat boyu güneşin üzerine her doğuşunda semer sesi gibi bir gıcırdama gelirmiş.[506]

Yunus b. Bükeyr, Hişam b. Senber-Katâde-Sâlim b. Ebî'1-Ca'd-Ma'dân b. Ebî Talha isnadıyla Ebû Necîh es-Sülemfnin şöyle anlattı­ğını nakleder:

-Biz Resûlullah (s.a.v.) ile beraber Taif sarayını kuşatmıştık. Ben Resûlullah (s.a.v.)'in:

"Kim attığı oku hedefine ulaştırırsa ona Cennette bir derece vardır" buyurduğunu duydum. Ben o gün tam onaltı tane oku hede­fine ulaştırdım. Yine Resûlullah (s.a.v.)'in;

"Kim Allah yolunda bir ok atarsa, o kendisi için bîr köle azad etmeye denk olur" buyurduğunu duydum.[507]

Hişam b. Urve, babası Urve-Zeyneb binti Ümmû Seleme isnadıyla Ümmü Seleme annemizden şöyle dediğini anlatır:

-Yanımda (adı Hit olan, kadın ve erkekliğe meyli olmayan veya a-sılda erkek gibi olup, kadınlık tarafı ağır basan) bir Hunsâ olduğu bir zaman Resûlullah (s.a.v) yanıma girmişti.

Bu eşcinsel adam, kardeşim Abdullah'a: "Eğer Allah yarın size Taifin fethini nasib ederse, ben sana Gaylan'ın kızını göstereceğim. Zira o -öyle tonbul biri ki- gelirken dörtle gelir, giderken sekizle gi­der[508] dedi.

Resûlullah (s.a.v.) bunu duyunca: "Bunlar yanınıza girmeyecek­ler!" buyurdu. Buharı ve Müslim aynı anlamda ittifakla rivayet etmişlerdir.[509]

Vakîdi, şeyhlerinden naklediyor: Selmân el-Fârisi, Taif kuşatma­sında Peygamber'e, "ben bunların kölelerine-taş atmak için mancınık-aleti- dikilmesi görüşündeyim!. Biz İran topraklarındayken kalelere karşı mancınık dikerdik. Eğer mancınık olmazsa kuşatma ve harp çok uzar." dedi.

Resûlullah'da ona bunu yapmasını emretti. Selman, bizzat kendi el­leriyle mancınığı yapıp onu Taif kalesinin karşısına yerleştirdi.

Bir rivayette mancınığı ve iki tankı Yezîd b. Zem'a'nm getirdiği an­latılırken, başka bir rivayette, bunu Tufeyl b. Amr'ın getirdiği geçer.

 (Onlar öküz derisinden yapılma tankın altına girerek kale duvarına saldırdılar).[510]

Bunun üzerine Sakif liler de Müslümanların üstüne yukarıdan ateş­te kızarmış demir sikkeler attılar. Sikkeler tank derisini yaktı. (Müs­lümanlar çıkmaya mecbur kalınca, üstlerine ok yağdırıp bir kısmını şehid ettiler. Efendimizde askerlerine onların bağlarının kesilip yakıl­masını emretti.

Bu kesimi gören Sûfyan b. Abdillah es-Sakafî "Yâ Muhammed, mallarımızı niye kesiyorsunuz? Bizi yenersen o zaten senindir. Değilse bizimdir, ya da senin de iddia ettiğin gibi onları Allah ve akrabalık i-çin bıraksan olmaz mı? Resûlullah (s.a.v.)'de, "Ben onu Allah ve akrabalık için bırakıyorum" diyerek bıraktı.[511]

İbnü Lehi'a tankıyla gelen hadiste Ebu'I Esved, Urve b. Zübeyr'den şöyle nakleder: Uyeyne b. Hısm kalkıp Resûlullah (s.a.v.)'in yanına geldi ve: Bana izin ver de Taif lilerle konuşayım, belki Allah onlara hidayet verir, dedi. Efendimiz de izin verdi.

Uyeyne gidip Kaleye girdi. Onlara: "Babam size feda olsun, yerini­zi iyi koruyun, vallahi biz kölelerden daha aşağılık durumdayız. Allaha yemin ederim ki, eğer bir takım hadiseler onun lehine gelişecek olursa, araplara zorla, cebren kıral olacaktır. Kalenizi iyi koruyun!" dedi. Sonra çıkıp geldi.

Nebi (s.a.v.) ona: "Sen onlara ne dedin?" diye sorunca, "ben on­lara İslâm'a çağırıp, ateşten sakındırdım ve dediğini yaptım" dedi. Efendimiz (s.a.v.)'de: "Yalan söyledin, sen şöyle şöyle dedin?" bu­yurarak dediklerini anlattı. O da: "Doğru Yâ Resûlallah, bundan dolayı Allah'a tevbe eder senden özür dilerim" dedi.

(insanlar ağaçları kesmeye başlayınca Uyeyne, Ya'la b. Mürra'ya, "bana düşen hisseyi kesmem bana haramdır" deyince Ya'la, "istersen senin yerine ben kesivereyim ne dersin?" deyince O, "cehenneme gi­rersin derim!" dedi.) Bu söz onun hala dininde şüphe olduğunu göste­riyordu. Bunu işiten Peygamber (s.a.v.) ona kızıp:

"Uyeyne cehenneme Ya'ladan daha layıktır" Hem iş sahibi sensin, senin yapman daha evlâdır" buyurdu.[512]

Muhammed b. Abdülaziz el-Mukrî 692ci yılda, Muhammed b. Ebi Hazm, Hasen b. Ali, Muhammed b. Ebî'1-Feth eş Şeybânî, Muhammed b. Ahmed el-Ukaylî, Muhammed b. Yusuf ez-Zehebi ve diğerleri bize, Ebu'l Hasen Ali b. Muhammed b.Es-Sehâvî'den haber verdiler ki.... Yine bize, İskenderiye'de Abdü'l Mu'ti b. Abdürrahman ve Abdürrahman b. Mekki haber verdiler ki.......

-Yine bize Mısırdaki, el-Lü'lü' el-Muhsıni, Ali b. Ahmed ve di­ğerleri bize bu konuda haber verdiler ki...

Yine Ebu'l-Hasen Ali b. Hibetullah eî-Fakıh, Ebu Tahir Ahmed b. Ahmed b. Silfe el-Hafız'dan o, Ebu'l-Hasen Mekki b.Mansur el'Kerci'den şöyle nakleder: Ben Halep'te Sungur el-Küdai'den Ab­dullah b. Yusuf un şöyle dediğini okudum; (ben 692 yılında İsa b. el-Muvaffak kızı Aişe'ye bu haberi okurken işittim); Bana dedem Ebû Muhammed Kudame 614 yılında huzur derslerinde haber verdi; Bu i-kisi der ki; bize Ebu Zür'a Tahir b. Muhammed el-Makdisi 487 yılında Muhammed b.Ahmed b. es-Savi'den bunlarda Ebu Bekir Ahmed b.el-Hasen el-Kadı, Ebu Abbas Muhammed b. Yakub- Zekeriya b.Yaya el-Mervezi isnadıyla Bağdat'ta Süfyan b. Uyeyne'den o, Amr b. Dinar aracılığıyla Ebu'l-Abbas'tan, o da Abdullah b. Ömer (r.a.) bu konuda şöyle dediğini haber verir;

-Nebi (s.a.v.) Taif halkım kuşattı. Ama onlardan hiçbir şey koparamadı. Bunun üzerine ashaba:

"İnşallah yarın yola çıkacağız." buyurdu. Müslümanlar da: "Biz burayı fethetmeden mi geri döneceğiz? dediler. Efendimiz (s.a.v)de:

"Öyleyse yarın sabah erkenden çarpışmaya gidin!" buyurdu. Onlar ertesi gün saldırınca pekçok yara aldılar. Resûlullah (s.a.v.) bu­nun üzerine, "İnşallah yarın biz yola çıkıyoruz" buyurdu. Bu söz ashabın bu kere çok hoşuna gitti. Nebi (s.a.v.) de tebessüm etti.[513]

Bu hadisi Müslim, Ebû Bekr İbni Ebî Şeybe'den, Sûfyan b. Uyeyne aracılığıyla nakleder ve "Abdullah b. Ömer" yerine Ibnü Amr geçer.[514]

Buharî ise bu hadisi Ali b. Abdullah el-Medînî-Sûfyan b. Uyeyne aracılığıyla nakleder ve "Abdullah b. Ömer dedi ki" diye devam eder. Hadisten sonra Buharî der ki: Humeydî der ki: "Bize Sûfyan (Amr-Ebû'l-Abbas el-A'ma isnadıyla Abdullah b. Ömeri (r.a.) işittim ki... di­yerek) haberin hepsini nakleder.

Ebû Kasım el-Buğavî'de: Bize Ebû Bekr İbni Ebî Şeybe-İbni Uyeyne.... diyerek hadisi verir ve "Abdullah b. Amr" der. Sonra İbni Ebî Şeybe der ki: Sonra ben bu hadisi Sûfyan b. Uyeyne'den bir daha duydum, o zaman da "Abdullah b. Ömer" dedi.[515]

Cafer b. Muhammed b. el-Ezher der ki: Bize Mufadel b. Gassân el-Ğallâbî sanıyorum Yahya b. Maîn'den nakletti ki: "Ebu'l Abbâs eş-Şâir, Abdullah b. Amr ve Abdullah b. Ömer'den Taif in fethi hakkın­daki haberi nakletmiştir. Doğrusu İbni Ömer olacaktır." Buradaki Ebu'l Abbas'ın asıl adı Es-Sâib b. Ferrûh olup Kinâne oğullarının kölesiydi.[516]

İbnü Lehi'a, Ebu'l Esved aracılığıyla Urve b. Zübeyr'den naklediyor: "Taif harbine Muhacir kadınlardan Havle binti Hakîm'de kocasıyla beraber katılmıştı. Bu Havle, hem Nebi (s.a.v.)'e biat edenlerden olup Bedir'den önce Osman b. Maz'ûn'un eşiydi. Resûlullah'ın yanma gelip, Taife karşı niye savaşa devam edilmediğini sordu. Efendimiz (s.a.v.):

"Şu ana kadar bize izin verilmedi. Burayı şimdi fethedeceği­mizi sanmıyorum" dedi. Kadın çıkarken Ömer (r.a.) ona rastlayıp; Peygamberin ona birşey anlatıp anlatmadığım sordu. Havle'de duydu­ğunu söyledi.

Bunu duyan Ömer (r.a.) cesarete gelip: "Yâ Resûlallah! Taif hal­kına beddua etsen ve saldırıyı sürdürsen, belki Allah fethi nasib eder. Senin ashabının sayısı da çok. Bu şekilde hapis gibi kalmak onlara a-ğır geldi. Geçim de zorlaştı" dedi.

Efendimiz Ona da izin verilmediğini söyleyince, Ömer: "Peki in­sanlara yarın gidene kadar bineklerini otlatmaya bırakmamalarını emredemez miyim?" deyince Nebi (s.a.v.) "tabi" buyurdu. Ömer de bunu ashaba duyurdu. Ertesi gün yola çıktılar.) Nebi (s.a.v.) yola çıkarken hayvanına bindiğinde:

Allah'ım onlara hidayet ver ve onların rızıkları için bize kifayet ver" buyurdu."[517]

İbni İshâk derki: Bana Abdullah b. Ebî Bekr ile Abdullah b. el-Mikdem, kendilerinin yetiştiği Sakif ten bir takım adamların şöyle an­lattıklarım haber verdiler: Resûlullah (s.a.v.) Taifı otuz gün veya otuz güne yakın bir süre muhasara etti. Sonra onları bırakıp oradan Medi­ne'ye geldi. Ramazan ayında da Taif İllerin elçileri Nebi (s.a.v.)'e geldi ve Sakif liler Müslüman oldular.[518]

 

Taif'te Şehîd Olanlar

 

İbni İshak derki: Resûlullah (s.a.v.)'le beraber Taife gidipte şehit olanlar şunlardır:

1- Saîd b. Saîd b. el-Âs b. Ümeyye,

2- Urruta b. Hubâb,

3- Abdullah b. Ebî Bekr es-Sıddîk, orada okla vurulup Medine'ye yaralı olarak geldi ve yara iyileşemeden babasının hilafetinde vefat et­ti.

4- Ümmü Seleme annemizin kardeşi Abdullah b. Ebû Ümeyye b. el-Muğîra b. Abdullah b. Amr b. Manzum el-Mahzûmî. Annesi Efen­dimizin halası Atike binti Abdü'l Muttalibdir. Asıl adı Huzeyfe olup "Zâdü'r-Rakib" denirdi. Önceleri Abdullah Müslümanlar üzerine çok saldırırdı. İşte Kurân'da geçtiği gibi (İsra Sûresi ayet 90) "Yerden pı­narlar fışkırtmadıkça sana asla îman etmeyeceğiz" diyen o idi. Sonra Mekke fethinden az önce Müslüman oldu ve çok iyi bir Müslüman ol­du. İşte o, hunsa herif, Hît'in: "Yâ Abdullah! Allah size Taifi fethi nasib ederse ben sana öaylan'ın kızını göstereceğim" dediği kimse idi.

5- Abdullah b. Âmir b. Rabîa

6- Es-Sâib b. el-Hâris,

7- Kardeşi Abdullah b. el-Haris,

8- Cüleyha b. Abdillah.

Ensar'ın şehitleri şunlardır:

9- Sabit b. el-Ceza,

10- Haris b. Sehl b. Ebî Sa'saa,

11- Münzir b. Abdillah,

12- Rukaym b. Sabit, işte bunlar oniki kişiydi, Allah onlardan razı olsun.[519]

Rivayete göre Nebi (s.a.v.), Taif halkı hakkında Nevfel b. Muâviye ed-Deylî ile istişare etmiş ve "Ya Nefvel! ne yapalım dersin?" buyur­muştu. O da: "bunlar deliğindeki tilki gibi, beklersen yakalarsın, bıra­kıp gidersen de sana zararları olmaz" dedi.[520]

 

Huneyn Ganimetlerinin Bölüştürülmesi

 

İbni İshâk anlatıyor: Sonra Resûlullah (s.a.v.) yola çıkıp Ruhayl ü-zerinden insanlarla birlikte Ci'râne'ye kadar gelip konakladı. Berabe­rinde Hevâzin esirlerinden altı bin kişi vardı. Deve ve koyunların sayısı ise hiç bilinmiyordu.[521]

Mu'temir b. Süleyman, babası Süleyman-Es-Semt isnadıyla Enes (r.a.)'m şöyle dediğini anlatır:

-Mekke'yi fethetmiş ve ardından Huneyn vadisine harbe çıkmıştık. Müşrikler o güne kadar gördüğüm en iyi tanzim ile düzenli bir ordu kurup gelmişlerdi. Öne süvarileri saf tutturmuşlar, sonra piyade savaş­çılar saf olmuş. Onların arkasında da kadınlar dizilmişlerdi .Kadınlardan sonra koyunlar, koyunların ardına da hayvanlar dizil­mişti. Bizde çok kalabalık idik, sayımız altı, bine ulaşmıştı.

-Ravi derki: Enes sanıyorum sadece Ensarın sayısını söylüyor. Bi­zim süvarilerin yan kanat komutanı Halid b. Velîd idi. Harp başlayınca bizim süvariler bizim arkamıza sığındılar. Çok geçmeden bizim süva­riler dağıldı ve bedeviler firar ettiler. Resûlullah (s.a.v.)de:

"Ey Muhacirler, ey muhacirler gelin, Ensar'lar ey Ensarlar gelin!" diye seslendi. Enes der ki: Bu benim kavmimin-yada amcala­rımın- hadisidir. Efendimizin sesini duyunca, "Lebbeyk Yâ Resûlallah!" dedik. O da yammıza-gelip, önümüze- geçti.

Allah'a yemin olsun ki, daha biz müşriklerin yanına gelmeden onlar bozguna uğradı. Biz de onların bıraktığı bu malları aldık. Sonra da Ta­ife gittik. Onları kırk gün kuşatma altında tuttuk. Sonra Mekke'ye dö­nüp orada konakladık. Nebi (s.a.v), bir kişiye yüz deve veriyordu, ensar kendi aralarında konuyu görüşüp, "Savaşana versin, ama savaşmayana vermesin" dediler. Bu söz Peygamber'e ulaşınca, muhacir ve ensarın lider konumunda olanların yanına girmelerini emretti. Bizde çadıra girdik ve orayı tıklım tıklım doldurduk ve:

"Yanıma yalnız Ensarh olan girebilir" buyurdu. Bize: "Ey Ensar topluluğu! diye üç kere seslendi ve: "Bana gelen bu söz ne?" buyurdu. Onlar: "Sana ne ulaştı? Yâ Resûlallah!" dediler. Efendimiz (s.a.v.) de:

Siz, insanların malı götürüp, sizin de Allah'ın Peygamberini gö­türüp evinize koymanıza razı olmaz mısınız?" buyurdu, ensar, "Biz razı olduk bile" dediler. Nebi (s.a.v.) de:

Eğer insanların hepsi bir yola girse, Ensar da başka bir yola girse, ben de Ensar'ra yoluna girerdim" buyurdu. Onlar da: "Yâ Resûlallah! Razı olduk" dediler. O da, "Razı olun" buyurdu. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[522]

İbni Avn'da, Hişam b. Zeyd isnadı ile Enes (r.a.)'ın şöyle dediğini rivayet eder: Huneyn harbi günü gelip çatınca (Hevazin ve Gatafan kabileleri, Peygamber'e karşı savaş için pekçok kuvvet topladılar. Ne­bi (s.a.v.)'in de on bin veya daha fazla gücü vardı. Beraberinde Mekke fethinde affa uğrayan "atlılar"da vardı.

Müşrikler hanımları ve çocuklarıyla gelip, onları saflarının arkasına aldılar. Harp başlayınca bu "atlılar" kaçıverdi. Resûlullah sağına dö­nüp "Ey Ensar!" dedi. "Lebbeyk!" seninleyiz dediler. Soluna dönüp; "ey ensarlılar" dedi. "Lebbeyk seninle beraberiz" dediler. Resûlullah atından yere indi ve iki taraf savaşa başladı. (Müşrikler yenildiler.)

O gün Nebi (s.a.v.) çok ganimet aldı ve bunları Muhacirler ile, bu "Tulekâ" denen affa uğrayan Mekke'liler arasında bölüştürüp Ensâr'a birşey vermedi. Ensar da: "harp zamanında biz davet ediliyoruz, ga­nimet bizden başkasına veriliyor" dediler. Bu söz Peygamber'e ula­şınca onları bir çadırın altında topladı ve onlara "kendine ulaşan sözle­rinin mahiyetini" sordu. Onlar sustular.

Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): "Siz, insanların dünyalığı alıp gi­derken, sizin Allah'ın Resulünü alıp götürerek evinize katmanıza razı olmaz mısınız?" buyurdu. Onlar da, "Yâ Resûlallah! Tabî razı oluruz" dediler. Nebi (s.a.v.) de: "Eğer bütün insanlar bir vadiye gitse, Ensar'da bir koyağa gitse, kesinlikle ben Ensar'm gittiği ko­yağı seçerdim" buyurdu.

Bu hadis, Buharı ve Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri haberdir.

Şuayb ve diğerleri Zührî'den naklediyor: Bana Enes (r.a.) anlattı ki: Ensardan bazı adamlar: "Huneyn harbinden sonra Allah (c.c.) Pey­gamberine Hevazin'1 ilerden ele geçen malları harp ganimeti olarak nasib edip te, Nebi (s.a.v.) de Kureyş'ten olan adamlara develerden yü­zer tane verince, dedikodu edip; "Allah (c.c.) Peygamberine mağfiret etsin, Kureyş'e verip bizi terkediyor, halbuki bizim kılıçlarımızdan on­ların kanları damlıyor" dediler.

Onların bu sözleri Peygamber'e anlatıldı. O da haber salıp onları deri bir çadırın altında topladı. Onlarla beraber başkalarını çağırmadı. Toplandıklarında;

"Sizden   bana   ulaşan   dedikodunuzun   gerçeği   ne?"   dedi. Ensar'ın fakih olanları: "Yâ Resûlallah! içimizde fikir sahibi olanlar hiç birşey söylemediler. Ama bazı yaşı küçük olanlarımız "o size ula­şan sözleri" söylediler." dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): "Ben, bir takım (İslâm'a yeni girmiş) küfür döneminden yeni kurtulmuş insanlara, kalblerini İslâm'a ısındırayım diye bu mal­dan (fazlasıyla) veriyorum. İnsanlar bu malı götürürken, siz, Al­lah'ın Peygamberini kendi yerinize götürmeyi istemez misiniz?

Vallahi, kesinlikle sizin buradan alıp geri götüreceğiniz, onların götüreceklerinden daha hayırlıdır" buyurdu. Onlar da "biz buna ke­sin razı olduk" dediler de Nebi (s.a.v.);

-Siz, benden sonra çok şiddetli bir şekilde kayırma yapıldığını göreceksiniz. Allah ve Resulüne kavuşana kadar (ölene) sabredin. Zira ben (kevser) havuzun başında olacağım" buyurdu. Enes (r.a.) "biz sabretmedik" derdi. Hadis muttefekun aleyh'tir.[523]

İbni îshâk anlatıyor: Bana Asım b. Ömer b. Katade Mahmut b. Lebîd aracılığıyla Ebû Saîd el-Hudri (r.a.)'tan nakletti:

Resûlullah (s.a.v.), Kureyşin bu "Mûellefe-i kulûb" (kalbleri ısındı-rılanlar) denen adamlarıyla, diğer araplar arasında Huneyn mallarını taksim ettiğinde bundan Ensara az ya da çok birşey vermemişti. Ensardan bir oymak bundan dolayı içlerinde huzursuzluk duydular. İç­lerinden birisi: "Artık Peygamber kendi kavmini buldu (ya bizi unut­tu)" dedi. Sa'd b. Ubade Peygamber'e gidip bunları anlattı. Efendimiz(s.a.v.);

"Ya Sa'd sen bu konuşmalarda hangi tarafı tutun?" buyurunca O, "bende o toplumdan biriyim!" dedi. Efendimiz öfkelenip: "Kav­mini topla ama başkası olmasın" buyurdu.

Sa'd onları topladı ve içeri başkasını almadı. İzin alan birkaç muha­ciri ise bıraktı. Sonra Nebi (s.a.v.) yüzünden öfke okunarak geldi ve: "Ey Ensar! Ben sizi delalet içinde bu İmam iş mıydım. Allah size hi­dayet etti." buyurdu. Onlar, Allah ve Resulünün öfkesinden Allah'a sığınırız, evet" dediler. Nebi (s.a.v.):

"Ben sizi fakir bulmamışmiydım, Allah sizi zengit etti? buyurdu. Onlar aynı şeyi dediler. Nebi (s.a.v.);

"Ben sizi birbirinize düşman bulmadım mı, Allah kalplerinizi ısıttı alıştırdı? buyurunca, yine "evet" dediler. Efendimiz; "cevab vermeyecekmisiniz? diye sorunca "ne diyelim Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediler. Peygamber (s.a.v.) de:

"Dileseydiniz siz de bana: "biz seni kovulmuş bulup barındır­madık mı? seni fakir bulup malımızı bölüşmedik mi? Yardımsız kalmışken yardım etmedik mi? derdiniz, hem doğru söylemiş, hem de doğruluğunu tasdik ettirirdiniz" buyurunca ağlaşıp "Allah ve Resulü minnet sahibidir" dediler. Nebi (s.a.v.)de:

"Siz, benim sırf kalblerini İslâm'a alıştırmak için, bir kavme verdiğim dünyalıktan dolayı içinizde bir hazımsızlık mı buldunuz. Halbuki ben sizin, İslâm'daki Allah'ın size taksim ettiği şeye gü­venerek sizi bırakmıştım." buyurdu. Sonra ellerini açıp Ensar'a du­ada bulundu. Ebû Saîd (r.a.) burada aynen Enes hadisindeki Efendimi'inzin söylediği sözleri nakletti.[524]

Sûfyan b. Uyeyne, Amr b. Saîd b. Meşrûk-babasi Mesrûk-Abâye b. Rifâ'a b. Rafı b. el-Hadîc yolu ile dedesi Rafî b. Hadîc (r.a.)'m şöyle dediğini rivayet eder:

-Resûlullah (s.a.v.) bu "müellefei kulûb'a" Huneyn esirlerinden vermiş ve herbirine yüz deve düşmüştü. Ebû Sûfyan b. Harb'e yüz, Safvân b. Ümeyye'ye yüz, Uyeyne b. Hısm'a yüz, Ekra b. Habîs'e yüz, Alkame b. Ulâseye yüz, Mâlik b. Avf en-Nasrî'ye yüz, Abbas b. Mirdas'a da yüzden azca vermişti. Bunun üzerine Abbâs b. Mirdas şu şiiri söyledi;

"Sen benim ve atım Ubeyd'in ganimetini Uyeyne ile el-Akra ara­sında bölüştürüyormusun? "

Toplumda ne Hısn, ne de Habis Mirdas'a üstün gelebilir...

Ben harpte kendine sığınılan koruyucu biriydim, ama hiç birşey verilmedi men de olmadım.

Ben bu ikisinden daha aşağıda biri değilim. Bugün kimi alçaltırsan bir daha yükselmez, "

Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) onun develerini de yüze tamamladı.

Bu hadisi Müslîm sahihinde; Mâlik b. Avf ile Alkame adını ve üçüncü beyti almadan nakleder.[525]                                          

Osman b. Ata el-Horasânî-babası Ata-İkrime isnadıyla, Abdullah b. Abbas (r.a.)'tan naklediyor:

-Resûlullah (s.a.v.), Ebû Sûfyan, Hakîm b. Hizam, Haris b. Hişâm el-Mahzûnî, Safvan b. Ümeyye el-Cumehî, Huveytıb b. Abdi'l Uzza gibi "Müellefei Kulûb" olan kimselere bu ganimetten paylar verdi. Herbirine yüzer deve vermiş, Kays b. Adiy es-Sehmî'ye elli deve, Saîd b. Yarbû'a da elli verdi. İşte bunlar, Peygamber (s.a.v.)'in kendilerine ganimet verdiği Kureyş'lilerdir.

EI-Alâ, b. Hâriseye yüz deve, Mâlik b. Avf a yüz deve, Uyeyne b. Bedr el-Fezârî'ye de yüz deve verdi. Abbas bin Mirdas'a da giyecek el­biseler verdi.

Bunu gören Abdullah b. Übey b. Selûl, Ensar'a; Ben size daha önce, "bunun (acısını) ateşini siz, serinliğini de başkaları tadacak" diye haber vermiştim." dedi. Ensar konuyu tartışıp Efendimize geldiler ve "Yâ Resûlallah! Bu kayırma ne sebeble oluyor?" dediler. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) de:

"Ey Ensar topluluğu: Ben sizi dağınık bulmamış mıydım, Allah sizi birleştirdi. Sizi delalette bulmadım mıydı, Allah size hidayet verdi. Yenilmiş idiniz size zafer verdi. Nefsim elinde olan zata ye­min olsun ki, dikseydiniz siz de, "biz seni yalanlamış olarak bulup seni doğrulamadık mı? Perişanken seni desteklemedik mi? Yur­dundan koyulmuşken seni barındırmadık mı? Muhtaç du­rumdayken kazancımızı seninle bölüşmedik mi?" diyebilirdiniz ve böyle demekle hem doğru söylemiş hem de doğruluğunuz tasdiklenmiş olurdu." buyurdu. Ensar, "biz böyle demeyiz! Biz an­cak fazilet Allah ve Resulünden gelir, Zafer Allah ve Resulündendir, deriz. Biz ancak bu kayırmadaki gerçeği bilmek istiyoruz" dedüer. Resûlullah (s.a.v.) de:

"Onlar daha yakın zamanda izzet ve mülk sahibi bir milleti. Başlarına bir bela gelip onları perme perişan etti. İmanın nasıl olacağını bir türlü kavrayanı ad ila r. İman'ın nasıl olacağını kav­rayıp, o konuda bilgi sahibi olduklarında, ben onlara ganimet taksiminin nasıl olacağını ve nerelere verileceğini öğreteceğim" buyurdu. İbni Abbas (r.a.) hadisin gerisini üstteki gibi nakletti.[526]

Cerîr b. Abdulhamîd, Mansûr-Ebû Vail isnadıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)tan nakleder:

-Huneyn günü olunca taksim hususunda Resûlullah (s.a.v.) bazı adamları kayırdı. Seleme b. el-Ekva'a yüz deve, Uyeyne b. Hısn'a da aynısını verdiği gibi arap eşrafından kimine de birşeyler verdi. O gün bu taksimde onları kayırmış oldu. Adamın biri: "Vallahi bu içinde ada­let yapılmayan bir taksimat olmuştur ve hem bunda Allah rızası da gö-zetilmemiştir" dedi. Ben de, "vallahi bu sözü Resûlullah'a haber vereceğim" deyip Ona geldim ve dediğini anlattım. Yüzü öyle değişti ki, kırmızı boya gibi oldu sonra da:

"Allah ve Resulü adaletli olmamış ise, kim adaleti tatbik edebi­lir" buyurup ardından da; " Allah Musa (a.s.)'a rahmet etsin! O bundan daha kötü sözlerle eziyet edildiği halde, sabretmişti," bu­yurdu. İbni Mes'ûd (r.a.) devamla der ki: "Bu olaydan sonra kesinlikle ona -bu tür- sözleri götürmeyeceğim" dedim. Hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmiştir.[527]

El-Leys, Yahya b. Saîd -Ebû'z-Zübeyr isnadıyla Câbir (r.a.)'tan nakleder: Huneyn dönüşü Cı'rane'de ganimetleri taksim ederken, adamın biri Nebi (s.a.v.)'e geldi. BilaPin elbisesi (önlüğü) içinde gü­müş doluydu. Resûlullah (s.a.v.) ondan avuç avuç alıp insanlara veri­yordu. Bu herif, Efendimize: "adaletli davran!" dedi. Nebi (s.a.v.):

"Yazıklar olsun sana! Ben adil olamazsam kim adil olabilir! Eğer âdil olmazsam o zaman ziyana ve hüsrana uğramış olurum" buyurdu. Ömer (r.a.): "Yâ Resûlallah! bana müsade et de şu münafığı boynunu vurayım!" deyince Peygamber Efendimiz:

"Benim ashabımı öldürdüğümü" konuşmalarından Allah'a sı­ğınırım. Şüphesiz bu ve arkadaşları, Kuran okudukları halde bo­ğaz hançerelerinden öte geçmez. Atılan okun -hedefini- delip geç­tiği gibi bunlar da, dinin içinde kalmazda- dinden çıkıp giderler."

buyurdu. Hadisi Müslim nakleder.[528]

Şuayb, Zührî-Ebû Selem- isnadıyla Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'ın şöy­le dediğini rivayet eder:[529]

-Bir ganimet taksimi yaparken bizde Nebi (s.a.v.)'in yamndaydık. Temîm kabilesinden Zü'l Huveysıra denilen bir adam geldi ve "Yâ Resûlallah adaletli ol!" dedi. Nebi (s.a.v.);

"Yazık sana! ben adaletli olmazsam kim adaletli olabilir! Ada­letli olmazsam, perişan olur ziyan ederim" buyurdu. Ömer (r.a.): "Bana izin ver de boynunu vurayım Yâ Resûlallah!" deyince Nebi (s.a.v.):

"Onu bırak, zira onun öyle bir ashabı var ki, sizden biriniz-onları görse- onların namazı yanında kendi namazını çok hakir (az) görecek, oruçlarına karşı kendi orucunu az bulacak. Onlar Kur'ân da okurlar ama boğazlarından öte geçmez. İslâm dininden atılan okun hedefi delip geçip gittiği gibi bunlarda -aşırılıkları yü­zünden İslâm'dan çıkar giderler" diyerek hadisi nakletti.

(Hadisin Buharî ve Müslîmdeki gerisi şöyledir: "Bu okun ucuna bakılır ava değdiğine dair hiçbirşey bulunamaz. Sonra okun ucu­nun girdiği yere bakılır orda da birşey bulunamaz. Sonra okun gövdesine bakılır yine birşey bulunamaz. Sonra okun arkasındaki tüye bakılır yine birşey bulunamaz, ok avın midesindeki yediği şeyleri de kanı da delip öteye hızlı geçmiş ve hiçbir iz kalmamış. (İşte bu adamlarda İslâm'dan öte geçince bir iz kalmaz.) Bu adamların tanınabileceği alamet şudur. İçlerinde pazularmdan biri kadın göğsü gibi veya tiril tiril sallanan et parçası gibi olan siyah bir adam olacak. Bunlar Müslümanlar ihtilafa düştüklerinde or­taya çıkacaklar.")[530]

Ukayl İbni Şihab-ı Zühri yoluyla Urve'den naklediyor: Bana Mervan ve Misver b. Mahrame haber verdiler ki:

-Hevazin kabilesi, İslâmı kabul ettikten sonra elçileri gelip te; Huneyn savaşında ellerinden kaçırdıkları kadın ve çocuklarının geri kendilerine verilmesini istemeye geldiklerinde, Peygamber Efendimiz ayağa kalkıp onlara:

"İşte gördükleriniz benim yanımdadırlar. Benim için sözlerin en se­vileni en doğru olanıdır. Artık -iş işten geçtiği için- bu vakitten sonra siz, ya esirden çoluk çocuğunuzu, ya da dağıtılan mallarınızdan birini seçin!. Çünkü ben, Taif dönüşü sizi gelir diye -dağıtım işini- çok bek­letmiştim" buyurdu.

Haikaten Resûlullah (s.a.v.) Taif dönüşü on gün on gece onları bek­lemişti. Hevazin'Iiler, Resulü Ekrem'in kendilerine bu ikisinden sade­ce birini verebileceğini kesin anlayınca; "biz çoluk çocuğumuzu tercih ederiz" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) Müslümanlar ara­sında ayağa kalktı, layık olduğu şekilde Allah'a hamd ve senada bu­lundu, sonra da:

"Şimdi şu kardeşleriniz bize tevbe ve pişman olarak geldiler. Ben onlara, esir aldığımız çoluk çocuklarını geri vermek görüşün­deyim. Sizden bunu gönül rızasıyla yapan çok varsa yapsın. Ama içinizden kendine düşen nasibinin kendisinde kalmasını isteyen ve Allah'ın bize nasip edeceği ilk ganimetten, bunun yerine kendisine bedel vermemizi isteyen varsa, o da böyle yapsın!" buyurdu. İn­sanlar "Yâ Resûlallah biz onlara bunu gönül hoşluğuyla veriyoruz" dediler. Efendimiz de;

"Biz sizin içinizde kimin buna izin verip kimin vermeyeceğini bilemeyiz. Şimdi gidin de içinizde arif olanlarınız bu kanaatleri­nizi alıp bize gelsin" buyurdu. Sonra insanlar konuşup Efendimize gelerek, gönül rızasıyla izin verdiklerini bildirdiler. Hadisi Buharı nakleder.[531]

Musa b. Ukbe der ki: Peygamber (s.a.v.) Taiften Cı'râne'ye döndü. Esirler oradaydı. Hevazin elçileri Müslüman olmuş olarak Peygam-ber'e geldiler. Aralarında dokuz tane kodamanları da vardı. Bunlarda Müslümanlığı kabul edip bîat ettiler. Sonra da esir olarak ele geçirilen Hevazin'liîer hakkında Onunla konuşup, "Yâ Resûlallah! sizin ele ge­çirdikleriniz arasında analar, bacılar, halalar ve teyzeler var. Onlar ka­vimlerin en çok utanacak sebebleri durumundadır. Allah'a ve sana ü-mit bağlıyoruz" diye yalvardılar.[532] Resûlullah (s.a.v.) çok merhametli, cömert ve kerem sahibi biri idi, Onlara:

"Sizin bu ricanızı yerine getirmeye çalışacağım" buyurdu. Musa b. Ukbe kıssanın gerisini aynen yukardaki gibi anlattı.[533]

Yine Musa b. Ukbe aynı kıssada Zühri'den şu sözleri de nakletti: Bana, Said b. Müseyyeb ile Urve, "Hevazin'den alınan esirlerin altı bin kişi olduklarım" söylediler.[534]

Yunus b. Bükeyr, İbni İshâktan naklediyor: Bana Amr b. Şuayb, babası yoluyla dedesi Abdullah b. Amr (r.a.)'dan şöyle dediğini nak­letti: Biz Huneyn'de Resûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Orada Hevazin'lilerden mal ve çoluk çocuk olarak elde edebileceklerini al­dıktan bir müddet sonra, arkalarından Cı'râne'de Müslüman olmuş o-larak Peygamber'e geldiler ve: "Yâ Resûlallah! Biz bir asıldan ve aşi­retteniz. Sana da gizli olmadığı gibi bize bir bela gelip çattı. Ne olur bize bağışta bulan, Allah'da sana bağışlasın" diye yalvardılar. Onların sözcüsü olan Züheyr b. Surad kalktı ve: "Yâ Resûlallah! Bu esirlerin bulunduğu çevrimde[535] senin süt teyzelerin, halaların ve seni kuca­ğında büyütüp besleyen dadıların var. Eğer biz Haris b. ebî Şemir'i ya da Nu'man b. el-Münzir'i emzirmiş olup da, sonra onlardan bize tıpkı senden bize ulaşan şey gibi bir şey isabet etseydi, biz onlardan bile ak­rabalık bağının gözetilmesini ve lütufkârlıklarını ümid ederdik. Sen ise bizim kabilemizde beslenip emzirilenlerin en hayırhsısın." dedi. Sonra da şu şiiri okudu:

Allah'ın Resulü kerem et de bize minnette bulun, zira ümidimiz ve gayretimiz sadece sensin,

Kavminin (şereflisi) yüzakı olana yardım et, hüzün ona engel koy­muş, hayatın değişmeli içinde örtüsünü parçalamış,

Bu üzüntü üzerine bir de Harp ona gönülleri gam dolu insanları­nın görünmez seslerini bıraktı,

Ey haber verilince insanların yumşaklıkta en seçkini eğer nimetler ona ulaşmazsa onu dağıtacak.

Vaktiyle emdiğin kadına minnetli davran, senin aldığında bıraktı­ğında seni güzelleştirir.

Sakın bizleri ölüpde cemaatı dağılan kişi gibi yapma, bizi de bırak zira biz parlak bir toplumuz.

Her ne kadar inkâr olunsa da biz nimete şükrederiz. Bu günden sonra bizde daha ne hazırlıklı günler var.[536]

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.): "Size hanımlarınız mı yoksa mallarınız mı daha sevgili?" diye sorunca, "Sen bizi mallarımız ve soylarımız arasında birini tercih etmekte serbest bıraktın, çocuklarımız ve hanımlarımız bize daha sevimlidir" dediler. Resulü Ekrem de: "Benim ve Abdü'l-Muttalib oğullarının elinde bunlardan ne varsa sizindir. Ama, ben insanlara namazı kıldırınca, ayağa kalkıp, "Biz, Müslümanlara karşı Peygamberin şefaatçi olmasını istiyo­ruz. Müslümanlarla çocuklarımız ve hanımlarımız hususunda Resûlullah'a durumumuzu arz ediyoruz", deyin. İşte ben o zaman size yardımcı olacağım ve çoluk çocuklarınızı geri isteyeceğim" buyurdu.

Resûlullah insanlara öğle namazını kıldırınca, ayağa kalkıp kendile­rine söylediği gibi söylediler. Efendimiz (s.a.v.)de: "Benim ve Muttalib oğullarının eli altında bulunanlar sîzindir." buyurdu. Muhacirler de: "Bizim olanları da biz Allah Resulüne verdik" dediler. Bunu duyan Ensâr da, "Bizdekiler de Resûlullah'mdır!" dediler. El- Ekra' b. Habis ise: "Ben ve Temîm oğullarında bulunanlar olmaz!" dedi. Abbas b. Mirdas ta: "bendekilerle Süleym oğullan elindekiler de olmaz." dedi. Süleym oğulları ise, "aksine! bizdekiler de Resûlullah'mdır" dediler. Uyeyne b. Bedr'de "ben ve Fezâra oğullann-dakiler de olmaz" dedi. Resûlullah (s.a.v.):

"Kim hakkını bağışlamak istemiyorsa, elde edeceğimiz ilk ga­nimetten her bir insana karşı altı deve verilecektir" buyurdu. Böy­lece Hevazin'lilere hanım ve çocuklarını geri verdiler.

Sonra Resûlullah (s.a.v.) bineğine binip hareket etti. İnsanlar; "Yâ Resûlallah, bize harp ganimetimizi bölüştürüversene" diyerek peşine düştüler. Efendimizi bir ağaca doğru sıkıştırıp zor durumda bıraktılar, öyleki gömleği bile üzerinden çıktı. Bunun üzerine:

"Gömleğimi bana geri verin, Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizin Tihame bölgesindeki ağaç sayısınca hayvanlarınız olsa bile yine ganimet malını size dağıtırdım. Sonra siz bana asla cimri, korkak ve yalancı olarak rastlamazdınız." Buyurup, oradaki devenin birinin yanında dikildi ve devenin hörgücünden biraz deve tü­yü çekip parmaklarının arasına aldı ve:

"Ey insanlar! vallahi sizin ganimetinizden Humus haricinde bana birşey, hatta şu tüy bile yoktur. Humus ise size geri veril­mektedir. Binaenaleyh ipi de iğneyi de Ödeyiniz. Zira aldatmak; aldatanlar için kıyamet günü utançtır, ateştir ve rezalettir " bu­yurdu..

Adamın biri kıldan yapma bir ip yumağı getirdi ve: "ben şu ipi, sır­tındaki yağır yarası olan devemin semerini dikmek için almıştım?" di­ye sordu. Nebi (s.a.v.) Ona:

"Ondaki benim hakkım olan hisse senin olsun!" (başkası kendi bilir) buyurunca, adam,: "İş bu duruma kadar gelmişse artık benim ona ihtiyacım yok!" deyip onu elinden attı.[537]

Eyyûb-u Sahtiyanı, Nafı'den Abdullah b. Ömer (r.a.)'ın şöyle dedi­ğini nakleder:

-Cı'râne'de iken Ömer (r.a.), Nebi (s.a.v.)'e: "Ben Müslüman olma­dan, cahiliye döneminde "bir gün Mescid-i Haram da itikaf yapaca­ğım", diye nezretmiştim?" ne yapayım" diye sordu. Nebi (s.a.v.):

niceli «git de itikaf yap" buyurdu. Resûlullah ona Huneyn ganimet humusundan bir cariye vermişti. Resûlullah (s.a.v.) Hevazin'Iilerin esirlerini âzad edince, Ömer (r.a.) bana, "Yâ Abdullah! O cariyeye git de onu kendi yoluna bırak" dedi.

Hadisi Müslim rivayet ediyor.[538]

İbni İshâk der ki: Bana Ebû Vecze es-Sa'dî'n anlattı ki; Resûlullah (s.a.v.), Hevazin ganimetinden Ali b. Ebî Talib'e bir câriye vermişti: Osman ve Ömer'e de birer tane verdi. Ömer onu oğluna bağış yaptı.[539]

İbni İshâk der ki: Bana Nafî, İbni Ömer'in şöyle dediğini haber ver­di: Ben cariyemi, bana gelin olarak hazırlamaları için Cümah oğulla-rındaki dayılarıma götürüp bıraktım, kendimde Beytullah'ı tavaf edip gelmek istiyordum. Mescid-i Haramdan çıkınca insanlar beni sıkıstırdı. "Derdiniz ne?" dedim. Onlar: "Resûlullah hanımlarımızı ve çocuklarımızı bize geri verdi." dediler. Bende, "haydi hanımınız sizin olsun o şimdi Cümah oğullarında" dedim. Oraya gidip onu alıp götür­düler.[540]

Yine İbni îshâk, ebû Vecze Yezîd b. Ubey'din kendisine şunları an­lattığını söyler: Resûlullah (s.a.v.) Hevâzin'li elçilere, "Mâlik b. Avf ne yaptı?" diye sorunca, "O Taif te sakîf tilerle beraber" dediler. Efen­dimizde:

"Ona haber verin, eğer Müslüman olur da bana gelirse, ailesini ve malını ona geri verdiğim gibi yüz de deve vereceğim" buyurdu. Haber Mâlik'e ulaştırıldı. Hemen Nebi (s.a.v.)'a gelmek için Taif ten ayrıldı. Resûlullah'ın söylediği sözleri duyarlarda kendini hapsederler diye sakif ten korkuyordu. Hemen bineğini hazırlattı ve birde at ha­zırlatıp getirtti. Gece yola çıkıp atım koşturarak devesini hazırlattığı yere geldi ve binip Resûlullah'ın yanma geldi. Ona Cı'râne veya Mek­ke'de ulaştı. Efendimiz de ona ailesini, malını ve yüz de deve verdi. Bunu gören Mâlik şu şiiri söyledi:

-İnsanlar arasında Muhammed gibi birini ne gözüm gördü ne kula­ğım işitti.

-Bağış istenince en fazla en bol verendir. Dilersen sana yarın ne olacağını anlatır.

-Askerler dişlerini gıcırdatan gösterip meyletti, düşmanlar orada hepsi birden keskin kılıçlı yiğitlerle yönelip geldi.

-Sanki o yavrularının yanında, ininin ortasıdaki gözetleme yerinde oturan bir aslan gibiydi.

-Nebi (s.a.v.) Onu kavmi Hevazin ile, Sümâle, Selime ve Fehm ka­bilelerinden Müslüman olanlara veli tayin etti. O bunlarla Sakif kabi­lesine karşı çarpıştı. Onların meraya gelen mallarına devamlı baskın yapıp ele geçiriyordu. Hatta Sakif lilere dünyayı dar etti.[541]

İbni Asâkir Tarihinde derki: Mâlik b. Avf Şam şehrinin fethine ka­tıldı. Orada birde evi vardı.[542]

Ebû Asım derki: Bize Ca'fer b. Yahya b. Sevban anlattı: Bana Am­cam Umara b. Sevban, Ebû't-Tufeylin kendisine şöyle diyerek haber verdiğini anlattı: Ben Cı'râne'de Nebi (s.a.v.)'i et dağıtırken gördüm. O vakit ben deve kemikleri taşıyan genç bir çocuktum. Bir kadın gelip Nebi (s.a.v.)'e yaklaştı. Nebi (s.a.v.) ona ridasım çıkarıp yere serdi. O da üzerine oturdu. Ben "bu kadın kim?" diye sordum da bana "işte bu Onu emziren süt anasıdır" dediler.[543]

Hakem b. Abdilmelik, Katâde'den şöyle dediğini nakleder: Hevazin fethi günü olunca Resûlullah (s.a.v.)'e bir kadın geldi ve: "Yâ Resûlallah, ben senin bacınım, ben Haris kızı Şeymâ'yım" dedi. Nebi (s.a.v.) de ;

"Eğer doğru isen senin üzerinde benden kalma hiç kaybolma­yacak bir iz olması lazım" buyurdu. Şeymâ da pazusunu açtı ve "Evet Yâ Resûlallah! Sen küçücük iken ben seni taşırdım. Beni ısır­mıştın. İşte dişlerinin izleri hala duruyor" deyince Nebi (s.a.v.) hemen ridasım çıkarıp altına serdi ve:

"İste verileceksin, dilediğine şefaat iste şefaatin kabul edilmiş­tir" buyurdu.[544]

Ravi Hakem b. Abdü'l-Melik'i, Yahya b. Maîn zayıf saymıştır.[545]

 

Cı’rane Umresi

 

Hemmâm, Katade'den Enes (r.a.)'ın: "Resûlullah (s.a.v.) hepsi de Zilka'de ayında olmak üzere dört defa Ömre yaptı. Bundan sadece bir tanesi hariç, o da Haccı ile beraber yaptığı Ömresidir. Bunlar,

1- Hudeybiye zamanı, Hudeybiyeden gelerek yaptğı Ömre. Bu Zilkade ayında idi.

2- (Katâde der ki) Sandığıma göre Hudeybiyeden bir yü sonraki Umre demişti.

3- Ci'râne'den yaptığı Ömre Bu da Zilkade a-ymda Huneyn ganimetlerini taksim ettiğindeki Ömre,

4- Haccı ile be­raber yaptığı Ömre. Bu hadisi Buharı ve Müslîm rivayet ettiler.[546]

Urve'nin "Meğazî adlı eserinde de geçtiği gibi, Musa b. Ukbe "Meğazî" adlı eserinde der ki:

Resûlullah (s.a.v.), Zilka'de ayında Cîrâne'den ihrama girerek telbiye getirdi. Mekke'ye gelip Ömresini yaptı. Huneyn'e giderken Mekke'ye Muâz b. Cebeli idareci yapmış ve ona, Mekke'lilere Kur'ân öğretip din fıkhını açıklamasını emretmişti. Sonra kendisi Medine'ye avdet edip Muâz'ı Mekke halkının başında bıraktı.[547]

İbni İshâk anlatıyor: Sonra Resûlullah (s.a.v.) Ömre yapmak üzere Cı'râne'den hareket etti. Geri kalan ganimetlerin (Mekke'nin aşağı ta­rafında Merri-Zahran'daki Mecenne denen yerde depolanmasını em­retti. Ömresini bitirince de Medine'ye gitmek üzere hareket etti. Attâb b. Esîd (r.a.)'i Mekke'ye vali olarak tayin edip, halka dinlerini öğret­mesi için Muâz b. Cebel (r.a.)'ı da onunla beraber bıraktı. (Resûlullah ömresini Zilkade ayında yapmış ve aynı ay içinde veya Zilhicce ba­şında Medine'ye gelmişti. O yıl insanlar-hac düzeni olarak- öteden be­ri gelen Arab adeti üzere hacc ettiler. O yıl Attab b. Esîd'de hacc etti.[548]

Derim ki: Attab (r.a.) Hz. Ebû Bekr'in vefat ettiği gün kendi de ve­fat edene kadar Mekke emirliğini sürdürdü. Nesebi, Attâb b. Esîd b. Ebî'1-Iys b. Ümeyye el-emevîdir. Bize ulaşan habere göre Nebi (s.a.v.) ona:

"Yâ Attâb! Seni kimlerin üzerine vali yaptığımı biliyor mu­sun...! Seni Allah'ın halkına vali yaptım. Eğer onlara vali olarak senden daha hayırlı birisi olduğunu bilseydim o kimseyi onlara vali yapardım" buyurdu.[549]

O vakit yaşı yirmi civarında idi. Salih bir insandı. Kendisinden ri­vayet edildiğine göre:

-"Ben bu işten kazandığımla süslü iki aba kumaştan elbise aldım ve onları köleme giydirdim. Sizden hiçbiriniz. "Attâb benden şunu aldı" diyemiyecek. Resûlullah (s.a.v.) beni hergün iki dirhem maaşla rıziklandırdi. Hergün iki dirhemle doymayan karnı Allah doyurmasın!" demiştir.[550]

O yıl insanlar, Arabların (İsmail (a.s.)'dan gelen) geleneklerindeki hac şekli üzerine Haclarını ifa ettiler.[551]

 

Ka'b Bin Züheyr'in Gelişi

 

İbni İshak der ki: Rasulullah (sav) Taif dönüşü Medine'ye geldi­ğinde Büceyr b. Züheyr, kardeşi Ka'b'a bir mektup yazıp Peygambe­rin kendisini hicveden ve sataşan kimseleri Mekke'de öldürdüğünü, Kureyş şairlerinden Abdullah b. Ez-Zeb'ari, Hübeyre b.Ebi-Vehb gibi hayatta kalanların ise civara kaçtıklarını haber verip "eğer canına ihti­yacın varsa derhal Peygamberin yanına uçarak gel. Zira O, kendi ya­nına tevbe ederek gelen kimseleri öldürmez. Yok böyle yapmazsan canını kurtaracak yeryüzünde kendine bir yer ara" dedi. Ka'b daha ön­ce kardeşine şu şiiri yazmıştı:

-Büceyr 'e benden şu mektubumu ulaştırın. Yazıklar olsun sana söy­lediğinde senin lehine ne var?

-Eğer sen (o dediğim) yapmamışsan bize açıkla sana Muhammed bundan başka ne gösterdi?

-Anamı ve babamı tatbik ederken görmediğin, kardeşini de üze­rinde bulmadığın bir ahlak mı gösterdi!

-Sen bu işi yapmadıysan ben üzgün değilim. Tökezlediğinde de (Al­lah saklasın!) diyecek de değilim.

-Sana Güvenli kişi kandırıcı bir kadeh sunmuş. Güvenli zat o ka­dehten sana ilk ve ikinci yudumuda içirmiş.

Sonra bu şiiri kardeşine yolladı. Mektup Büceyr'e ulaşınca mek­tubu Pyegamberden saklamayı hoş görmedi ve şiiri Peygambere oku­du. Şiirin; "güvenli kişi sana kandırıcı bir kadeh sunmuş" kısmını du­yunca Peygamber (sav): "Doğru söyledi! Çünkü o kendisi yalan­cıdır" buyurdu. "Anamı ve babamı üzerinde bulmadığım bir ahlakı mı!" kısmını duyunca da "Doğru söylüyor zira O, ne anasını ne de babasını böyle bir şey üzerinde buldu" buyurdu.

Sonra Büceyr kardeşine şu şiiri yazıp gönderdi :

-Ka 'b 'a benim nasihatimi kim ulaştıracak! (senin batıl diye ayıpla­dığın şeyde senin lehine çok şey var ve O çok sağlam bir yoldu)

-Lat ve Uzzaya değil tek başına olan Allaha...Kurtuluş olacaksa kurtulacak ve selamete erecektin.

-O kurtuluşu olmayan günde sen insanlardan kaçamazsın o gün kurtuluş temiz kalpli Müslümanındtr.

-Dini hiçbir şey olmayan Zühüyer'in dini de Ebu Sülmâ'nın dini de artık bana haramdır.[552]

Büceyr'in mektubu Ka'b a ulaşınca dünya ona dar göründü, kendi canına acıdı. Çevresinde bulunan düşmanları da hemen dedikoduya başlamış ve "artık bundan sonra Ka'b öldürülmüş sayılır" Çaresiz kalan Ka'b, meşhur kasiddesini yazıp ardından Medine'ye geldi. (Eski dostlarından orada oturan Cüheyne kabilesinden birine misafir oldu. Arkadaşı onu Peygambere götürdü. Efendimizin arkasında sabah na­mazını kıldı ve Ka'b a; Peygamberi işaret ederek: "haydi yanına git de can güvenliği iste!" dedi. Ka'b da yerinden kalkıp Peygamberin huzu­runa vardı ve: "Yâ Resûlallah ! Ka'b b. Züheyr Müslümanlığı kabul ederek senden canını bağışlamanı rica etmeye geldi. Onu yanınıza ge­tirsem isteğini kabul edip onu bağışlamasın!" dedi. Peygamber (s.a.v.): "Evet bağışlarım" buyurdu. Ka'b da, "işte o, benim Yâ Resûlallah !" dedi.[553]

İbrahim b. Dîzil ve diğerleri derler ki: İbrahim b. el-Münzir el-Hi-zâm'î-Haccac b.zûr-Ruaybe b.Abdürrahman b.Ka'b b.Züheyr b.Ebû Sülmâ el-Müzenî-babası zû-r-Rukaybe isnadıyla dedesi Abdürrahman 'in şöyle dediğini haber verir :

Ka'b b. Züheyr kardeşi Büceyr'Ie beraber Mekke'den ayrılıp Ebrak el-Azzaf adındaki su başına kadar gelip konakladılar. Büceyr Ka'b'a, "Sen burada kal, ben şu Peygamber dedikleri zata kadar gideyim de ne söyleyip ne anlattığına bir kulak vereyim" dedi. Sonra oradan ayrılıp Medine'ye gelip Allah rasûlünün huzuruna çıktı. Kendisine teklif edi­len İslam dinini kabul ederek Müslüman oldu. Onun Müslüman olup Medine'de kaldığı haberi Ka'b'a ulaşınca, son derce üzülüp kardeşine şu beyitleri yazıp yolladı:

1- Büceyr'e benden şu mektubu ulaştırın! Yazıklar olsun sana, de­diklerinde sana bir yarar, bir kar mı var!

2- Güvenli zat sana susuzluğunu kandıracak bir kadeh sunmuş, (şii­rin bir diğer rivayaetinde -güvenli zat- yerine Ebû Bekir) Emin zat sana ilk ve ikinci yudumu taddırmış.

3- Sen Hidayet sebeplerim bırakıp Ona uydun, o acep sana ne gös­terdi de ona kapıldın, senden gayriye de yazıklar olsun.

4- Ananın ve babanın bulamadığı bir yolumu gösterdi? Halbuki kardeşini de böyle bir yolda görmüş değilsin.

Ka'b'ın bu şiiri Hz. Peygambere ulaşınca, Nebi (s.a.v.) Ka'b'ın ka­nını helal ilan etti. Bu durumu kardeşi Büceyr bir mektupla kardeşine bildirdi ve ona "senin kaçıp kurtulabileceğini sanmıyorum, gelde ca­nını kurtar!" dedi. Büceyr mektubunda, "bilki Resûhillah (s.a.v.) suç­lu biri kendine gelir ve şahadet kelimelerim söylerse, onun dilediği öz­rü kesinlikle kabul ediyor, Önceki suçlarını kesinlikle af ediyor." de­mişti.

Ka'b da Müslüman oldu. Resûlullah'a övgüler yaptığı meşhur kasi­desini kaleme aldı. Sonra kalkıp Medine'ye geldi. Devesini Mescidin kapısında ıhtırıp (ıh,ih diyerek dört dizi üzerine çöktürüp) mescide girdi. Resûlullah ashabıyla beraber yemek sofrasmdaki gibi oturu­yordu. İlk topluluk etrafını çevirmiş diğerleri onları çevirmiş, böylece halka halka üstüne gelerek mescidi doldurmuşlardı. Peygamber (s.a.v.) bir o yandakilere bir bu yandakilere dönerek konuşuyordu. Ka'b der ki:

"Ben devemi mescidin kapısı önünde çöktürüp içeriye girdim. Bana yapılan tarif ile Peygamberi görür görmez tanıdım. İlerleyip önüne ka­dar vardım ve;

"Eşlıedü enlâ ilahe illalah ve eşhedü enneke Resûlullah, Ya Resûlallah! Zatından can güvenliğimi isterim" dedim. Resûlullah bana "kimsin?" dedi. "Beb Ka'b b. Züheyr'im" dedim. Nebî (s.a.v.) de; "sen hakkımda şu şu sözü söyleyen misin!" deyip orada bulunan Ebû Bekr'e dönüp, "Nasıl söylemişti ya Ebû Bekir!" dedi. Ebû Bekir bu beyti :

"Ebû Bekir sana hararetini söndürecek bir bardak sundu Güvenli olan zat da ondan sana ilk ve ikinci yudumu içirdi. "

Şeklinde okuyunca ben: Ya Resûlallah ! ben bunu böyle söyleme­miştim, dedim. Resûlullah (sav) : " sen nasıl söylemiştin ?" buyurunca ben:

"Ebû Bekir sana hararetini söndürecek bîr bardak sundu. (Allah tarafından) Görevli zat da ondan sana ilk ve ikinci yudumu içirdi" şeklinde söyledim, dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sav): "Vallahi Görevli!" dedi.

Sonra Ka'b, Efendimiz hakkında yazdığı kasidesini Peygamberin huzurunda baştan sona okudu.[554]

İşte Ka'b in kasidesi:

1- Suâd(ciğım artık benden) uzaklaştı da, bu gün gönlüm, yıkık, Suâd'ın ardından perişan, fidyesi verilmeyen bir prangalı.

2- (Kafile) yola çıktığı o ayrılık sabahında, Suâd'a sadece kudretten sürmeli, gözlerinin ucu yere indirilmiş, iniltili sesler çıkarana -yaban öküzüne- benziyordu.[555]

3- Sanki birinci yudumunu, ardından da ikinci yudumunu şarap (do­lu kaseden içerek) sulanmış gibi tebessüm ettiğinde sulu dişleri parıldıyordu.

4- (O şarab ki) kumlu vadinin bükünde (büküldüğü, kıvrıldığı yer­de) saf berrak ve poyraz rüzgarını alarak ayazlatılmış su ile (sertliği) kırılmış, (veya kuşluk vaktine kadar serinletilmiş.)

5- (Şarabın sertliğim kıran bu su öyle bir su ki, üstünde bazı çerçöp görülse bile) Rüzgarlar onun çapaklarını alıp götürüyor ve (vadideki su çukurunu) bembeyaz (tepeli) dağlar gece bulutlarının yağmurundan doldurulmuştur.

6- Eğer Suâd sözünde dursaydı veya nasihat kabul etseydi, onun dostluk yönü ne mükemmel olurdu!

7- Lâkin Onun dostluğu, acı verme, yalan söyleme, sözünde dur­mama ve dostunu değiştirme (gibi kötü huyların) kanına işlediği bir dostluktan ibarettir.

8- (Bu kötü huylar sebebi ile) Olduğu hali üzere devam edemez. Tıpkı elbisesinde gulyabanî (peri) renkten renge bürünerek görünür gibidir.

9- 0 yapacağım diye üstlendiği sözü de yerine getirmez, (onun sö­zünde duruşu) sadece kalburun suyu tutuşu gibidir.

10- Sakın onun umdurduğu (ümit verdiği) ve va'd ettiği şeyler seni aldatmasın. Zira arzular ve düşler kesinlikle yoldan saptırırlar.

11- (Bu Öyle bir sevgili ki) Urkûb'un[556] randevuları sanki ona darb-ı misal olmuş. Zira Onun randevuları sadece boş sözlerden ibarettir.

12- Ben hâla onun dostluğunun yakın olacağını umar ve beklerim. Halbuki-bu arzuyu senden nail olma hususunda bizde hiçbir tahmin de yok.[557]

13- (Kuşluk yola çıkan) Suad öyle (uzak) bir yerde gecelediki, beni oraya ancak soylu, cinsi iyi ve hızlı adimlı develer ulaştırabilir.

14- Beni o topraklara gayet meşakkatli olmakla beraber, tabiatında tez adımhhk ve katır yürüyüşlülük bulunan güçlü develerden başka hiç bir şey ulaştıramaz.

15- (Öyle güçlü bir deveki) Terlediği zaman kulak tozu (kulak arka­sındaki çukurluklar) terleyen, hedefi, işaretleri (bu gün yol levhaları) silik, meçhul yol olan bir deve....

16- Taşhk arazi ve kum yığınları sıcaktan tutuştuğu vakit (bu deve bakışlarıyla tıpkı) eşini yitirip tek başına kalan beyaz yaban öküzü gözleriyle işaretleri kaybolan yolların izine bakıyor.[558]

17- Geniş gerdanlı, büyük buğcak (ayaktaki bağ vurulan incik)'lı. Yaratılışında babasına çeken dişi deve üzerine bir üstünlüğü var.

18- 0, (hafif meyilli ve kısaca) iri boyunlu, geniş yanaklı, güçlü ve erkek'gibi (bir deve) iki tarafı geniş önü meyilli (boynu uzun) bir hilkata sahib.

19- 0nun derisi -sanki- Deniz kaplumbağası derisi, de sırtının gü­neşe gelen yerinde (emecek kan bulamadığından) zayıf kene ona hiç etki edemez.

20- Kardeşi babası gibi, amcası da dayısı gibi olan, belli aynı soydan gelip soyunda karışıklık olmayan- soylu develerden gelme fıtratın zir­vesinde bir deve.

21- Kene bu devenin sırtında yürüyor -ama- devenin (yağlı ve etli olması hasebiyle) dümdüz olan göksü ve böğrü keneyi üstünden kay­dırıp atıyor.

22- (Sanki deve değiide) Enine doğru etle şişmanlayıp ön dirsekleri göğüslerinden (yani kaburgalarından) biraz uzakça sapasağlam (ba-sışlı) olan yaban eşeği (gibi güçlü ve hareketli bir hayvan)

23- Sanki yular vurulan burun ve çevresi ile kilbiten çenelerinden i-tibaren gözleriyle koynundaki kesim yerini öne geçmiş bir balyoz (gibi iri başlı).

24- Uzun yumşak tüylü yaprak bitmemiş hurma fışkını misali kuy­ruğunu, (yavru yapmadığı için) süt deliklerinin (süt emzirmeme sebe­biyle) noksanlaştıramadığı bir memenin üzerine getirip yapıştırır.

25- Çekme (Doğan kuşu gibi) burunlu, Ona bakan onun kulakla­rında (ki yapısında) açık şekilde bir üstün yaratılışta olduğunu, yanak­larında da yumuşaklık olduğunu görür.[559]

26- 0, arık, etsiz kupkuru -zayıf- yere pek az basan/ (yere basışı ye­minden kurtuluş gibi) ayakları üzerinde süratle gidiyor.

27- Simsiyah ayak sinirleri çakılları -bastıkça- darmadağın edip bı­rakıyor, O ayakları sert tepelere karşı- nal (veya nal yerine ayağa giydi­rilen şeyler- de korumuyor. (Yani bu deve yola giderken ayakları sert olduğu için çıplak ayakla gider, Nal'a ihtiyaç duymaz.

28- (Sıcaklar çöküpte) Terlediğinde ayağının hızla gelip gidişi, san­ki serap bürümüş küçük tepecik gibi..

29- (Bu tepeler) Güneşte kalan tarafı kızartılmış ekmekte dönen Bukaiemun'un sıcak ve güneşten yandığı günde... (Serab gibi görünür).

30- Çekirgelerin koyu yeşil renklileri çakılları -sıçrayıp- dağıttığı bir -sicak-vakitte kervancı başı topluluğa: "haydi istirahat edin!" dedi..

31- (Bu halde bu devenin ayaklarının gidip gelişi) Orta yaşta-güçlü bir kadının- çocuğu öldüğünde çırpınarak uzun kollarının gidip gelişi gibi idi. Ona cevabı çocukları yaşamayıp ölen çok ağıt yapan kadınlara verdi.

32- İşi gücü ağıt, ölüm habercileri ilk evladının ölüm haberini getir-diğindeki gibi, kollarını salmış, aklını kullanmaya mecali kalmamış kadmgibi...

33- Elleriyle göksünü parçalıyor, gömleği parçalanıp göğüs kemiği görünüyor... (Yani bu kadın çocuğunun ölümü sebebiyle üstünü başını parçalıyor, parçalanan yerden göksü görünüyor, aklını yitirmiş oldu­ğundan ne yaptığını bilmiyor. Bu deve de öyle olup nasıl yol gittiğini bilmiyor.)

34- Jurnalciler onun etrafında koşuşturuyor, sözleri de, "Ey Ebû Sülmâ'nın çocuğu artık sen Ölmüş sayılırsın" demekten ibaretti.

35- Hayatını- Umduğum her dost, "Senin -içinde bulunduğun bu tehdit sebebiyle meşgul olamayacağım zira ben senden başkası ile meşgulüm" dedi.

36- (Dostlar böyle korkup kaçınınca) Bende -onlara;- "çekilin yo­lumdan, babasız kalın! Rahmeti bol olan Allah ne takdir etmiş ise ola­caktır" dedim.

37- Her kadının çocuğu, sağlıklı hayatı ne kadar uzun olsa da, birgün eğri tahta âleti üzerine (teneşire) yüklenilecektir. (Yani her a-nanın doğurduğu çocuk ne kadar mesut, uzun bir hayat sürsede ölüm­den kurtuluş yok öyleyse bu tasa ve şamata ne?)

38- Haber verildim ki, "Resûlullah beni tehdid etmiş!" Halbuki Al­lah Rasûlünün katında umulan aftır.

(Buraya kadar ki sözler bir nevi mukaddime olup esas konuya şair (r.a) bu sözlerle giriyor.)

39- İçinde öğütler ve açıklamalar bulunan Kur'anı sana -verdiği i-limlere- ilave olarak veren zat, sana hidayet versin, acele etme...[560]

40- Ne olur beni, -bu- jurnalcilerin sözleriyle cezalandırma, hak­kımda her ne kadar bir sürü dedi kodu edilmişse de -sana karşı- ben herhangi bir suç işlemedim.

41- And olsun- Ben öyle bir (zatın heybetli bir) makamında bulu­nuyorum ki, Orada -Fil- durup gördüğümü görecek olsa yahut fil duy­duğumu duyacak olsa...

42- Kesinlikle tüyleri korkudan ürperirdi. Ancak Allah'ın izniyle Peygamberden kendine bir (af) bağışı olması müstesna.

43- Sağ elimi onun intikamlı, dediği dedik olan zatın eline -biat ve taat için- koyup onu hiç geri çekmedim.

44- Bana "sen -bir takım aleyhte laflara- nisbet ediliyor ve bunlar­dan sorumlu bulunuyorsun" denilmiş bir halde -Peygamber (s.a.v)'le konuşmaya başladığımda Resûlullah bana daha heybetli geldi.

45- Yırtıcı hayvanlar vadisi (olan Asser vadisi)'ndeki üst üste sık ağaçlık çevrili ininde gizlenen aslanlar aslanından (daha ürkütücü).

46- Bu aslan sabah erkenden gidip yiyecekleri paramparça edilip toprağa atılmış insan eti olan güçlü iki yavrusuna et yediriyor.

47- Kendine kuvvetçe dengi olan bir aslana saldırıp üzerine sıçra­yınca -kemikleri kırılıp- yere serilmedikçe, bu dengi olan aslanı bı­rakması kendine helal olmayan bir aslan bu...

48- Ondan, karada yaşayan yırtıcı hayvanlar ağzını kapatarak kor­kar, yaya giden insanlar onun vadisinde yürüyemez.

49- Hâla onun vadisinde, kendine güvenen yiğit kardeş silahlan ve elbiseleri parçalanıp atılmış kendisi yenilmiş halde durmakta...

50- Gerçekten Resûlullah, kendi ile -hak yolun- aydınlığı aranan bir kılıç- helak eden bir kılıç değil- Allah'ın kılıçlarından kınından sıyrıl-mış bir Hindistan -yapımı- kılıcı.[561]

51- Müslüman olduklarında Mekke vadisinde Kureyş'lilerden bir gurup genç içinde onların sözcüleri, "haydi -Medine'ye- ayrılıp gidin!" dedi.

52- Onlarda gidip -Medine'ye intikak ettiler... Aralarında- düşmanla karşılaştıklarında gevşek, kalkansız, semerde durmayı beceremeyen si­lahsız biri de yok.

53- Onlar burun direkleri kalkık, harpte kuşandıkları harp malze­meleri Dâvud (a.s)'ın dokuması (zırh) gömlek olan yiğitlerdir.

54- Sanki el-Kafâ' bitkisinin kıskıvrak bükülen -beyaz çiçekten-halkalan gibi, halkaları birbirine geçmiş uzun bembeyaz gömlekler.

55- Mızrakları bir topluluğa nail olunca -zafer elde edince- sevin­mezler, mızrak kendilerine isabet ederse de tasa ve üzüntüye kapıl­mazlar.

56- Onlar beyaz develerin yürüyüşü tarzında -vakarla- yürürler, kısa boylu kara adamlar -harpten- korkup kaçtığında bu yiğitleri -indirdik-leri- darbeler korur.[562]

57- (Harpten kaçmadıkları için) Darbeler onların -sırtına değil- sa­dece göğüslerine iner. Onların ölüm havuzundan geri kaçmak gibi bir durumları yoktur.[563]

 

Sekizinci Yıldaki Bazı Olaylar

 

Bu yıl Nebi (s.a.v.)'m en büyük kızı Zeyneb (r.a.) validemiz vefat etti.[564] Kendisini Ümmü Atıyye (r.a.) yıkamıştı. Peygamberimiz izannı Ümmü Atıyye'ye vermiş ve: Bunu onun cenazesine iç çamaşırı yap" buyurdu.O da onu kefeni ile vücudu arşına koydu.[565]

Zeyneb (r.a.)'nın, Ebû'l-Âs b. Er-Rabî1 b. Abdi Şems (r.a.)'dan kızı Ümame (r.a.)'yı doğurdu. Nebi (s.a.v.)'in namaz kılarken sırtına aldığı işte bu "Ümâme" idi.

Bu yıl, Nebi (s.a.v.)'in üzerinde hutbe okumsı için mescide minber yapıldı. Ona doğru giderken üzerinde hutbe okuduğu eski kütük inlemeye başladı.[566]

Yine bu yıl Peygamberimizin oğlu ibrahim (.a.s.) doğdu.[567]

Bu yıl, yaşlanan Şevde (r.a.), Peygamberle geçireceği gecelerin nö­betini Hz. Âişe (r.a.)'ya devretti.

Yine bu yıl Abdullah b. Muğaffel (r.a.)'m babası Muğaffel b. Nühm b. Âfîf el-Müzenî vefat etti. Kendisi sahabedir.

Arablann kiralı, Haris b. Ebî şemir el-Gassânî kâfir olarak Şam'da öldü. Yerine oğlu Cebele b. Eyhem geçti.

Ahmet b. Muhammed b. Yahya b. Hamza, İbnü Âiz-Vakîdi-Amr b. Osman el-Cumehî aracılığıyla Osman el-Cumehî'nin şöyle dediğini ri­vayet eder:

-Resûluliah (s.a.v.) Şucâ b. Vehb. (r.a.)'ı, (o zamanlarda sulaklığın­dan dolayı) Ğûta denen (şam tarafı) yerde bulunan Kıral El-Hâris b. Ebî Şemir'e yolladı.

Şucâa Medine'den hareket ettiğinde hicretin altıncı yılı Zilhicce ayı idi. Şucâ'a derki:

-Ben ona vardığımda onu Bizans İmparatorunun geliş hazırlığını yaparken buldum. Kayser, Hımış şehrinden İliya'ya (Kudüs'e) ziyarete geliyordu. Çünkü Allah(cc), önce galib olan İran ordusunu yenilerek geri kaçırmış, o da bunun için Allah'a şükretmek istiyordu. El-Hâris, Peygamber'in mektubunu okuyunca onu yere attı ve "Benim mülkümü beni devirerek kim elimden alabilir? İşte ben insanlarla ona doğru gi­deceğim" diye tehditte bulundu.

Sonra geceleyin yanıma geldi. Bir at hazırlanması emretti ve bana da: "Sen Peygamberine bu gördüklerini haber ver!" dedi. Kayser, Haris'e İliya'da rastladığında beraberinde Dıhyetü'I-Kelbî (r.a.) vardı. Yanında Peygamber (s.a.v.)'in mektubu vardı. Kayser, el-Haris'e "Sa­kın Peygamberin üzerine saldırmaya gitme, onu kendi haline bırak ve sen İliya ile ilgilen diye yazdı."

Şucâa der ki: Medine'ye gelip Peygamber (s.a.v.)'e bunu haber ver­dim. Efendimiz'de: Mülkü yok oldu" buyurdu.[568]

Bu yıl söylendiğine göre Mekke Emîri Attab (r.a.) insanlara hac emiri olarak hac etmelerini sağlamıştır.[569]

Bir başka rivayette ise insanların kendi başına dağınık olarak hac ettiği söylenir. Bu iki rivayeti de Vakîdî, Meğazîsinde nakleder. Doğ­rusunu Allah bilir.[570]

 

Dokuzuncu Hicri Yıl Olayları Ed-Dahhak Bin Süfyân El-Kilâbî'nin Kuratâ' Serîyyesî

 

Rivayete göre bu yılın Rabî'ül evvel ayında, Resulü Ekrem (s.a.v.) El-Kuratâ denen (Benî Bekr) kabilesinden bir oymağa asker yollayıp başına da Ed-Dahhâk b. Sûfyân el-Kilâbî'yi emir tayin etti.

Beraberinde o kabileden olan El-Asyad b. Seleme b. Kurt vardı. (Müslümanlar) onlara (Necd tarafındaki) Züccü Lâve denen yerde rast­ladılar. Kuratâ'hlan İslâm'a davet ettiler. Onlarda reddettiler. Müslü­manlarla savaştılar ve yenildiler.

El-Asyad babası Seleme b. Kurt'a Zücc suyunun başında yetişti ve babasına can güvenliği garantisi verip onu İslâm'a davet etti. Babası da kızıp oğluna ve oğlunun dinine söğdü. El-Asyad'da babasının atının inciklerini kılıçla kesiverdi. At kıç üstü çökünce Seleme suya düşüp, mızrağını suyun dibine dikerek su üstünde durmaya çalıştı. Müslümanlardan biri gelip onu öldürdü. Onu öldüren oğlu değildi.[571]

 

Alkame Bin Mücezzîz El-Müdlicî'nin Seriyyesî

 

Bu seriyye, bu yılın Rabîü'l Âhir ayında olmuştur. Denildiğine göre Habeşistan'dan birtakım adamlar, gemilere binip Eş-Şuaybe'ye gelmisler. Cidde (Şuaybe) halkı da onları görmüş. Durum Peygamber'e ulaşınca derhal oraya üçyüz kişilik bir müfreze yollayıp başlarına da Alkame b. Mücezziz el-Müdlicî"yi komutan yapmıştı.

Bunlar gidip denizdeki bir adaya kadar ulaştılar ve onlara saldırmak için hazırlandilardı ki, Habeşliler kaçtılar.

Sonra (Müslümanlar) geri döndüler. Yolda askerin bir kısmı izin a-hp arkadan gelmek istedi. O da onlara izin verip başlarına Abdullah b. Huzâfe (r.a.)'ı tayin etti.

Abdullah (r.a.) şakacı idi. Yolun bir kısmı gidilince ateş yakıp ve yemek yapıp ısınıyorlardı. Abdullah: "Ben sizin şu ateşe kendinizi at­manıza karar verdim." deyince bir kısmı kalkıp atlamaya hazırlandı. O da: "Oturun yerinize, ben sizinle şakalaşıp gülmek istedim" dedi. Ha­dise Nebi (s.a.v.)'e anlatılınca Efendimiz: (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Size günah işlemeyi emreden kimselere itaat etmeyin." [572]

 

Hz. Ali B. Ebi Tâlib'în El-Füls Putuna Seferi

 

Dokuzuncu yılın Rebîu'I âhır ayında, Hz. Ali komutasındaki yüz el­li kişilik Ensar'dan bir müfreze ile, Tay kabilesinin putu olan El-Füls'u yıkmaya gitmesi vuku bulmuştur.

Yüz deve ve elli ata binerek, siyah bir sancak ile beyaz bir bayrak alarak oraya gittiler. Şafakla birlikte Hatemi Tayî oğullarına ait bir mahalleye saldırdılar. el-Fûls putunu yıkıp yerle bir ettiler. Ellerini e-sirler, develer ve koyunlarla doldurdular.

Esirler arasında Adiy bin Hatem'in bacısı (Hatemî Tâî'nin kızı) da vardı. Adiy ise Şam'a kaçtı.[573]

 

Ukkaş B. Mihsan'ın Uzra Arazisine Seferi

 

Bugünlerde Hz. Ukkaş b. Mihsan (r.a.)'ın Uzra arazisine (Cinâb'a) seferi gerçekleştirmiştir. Bu seriyyeyi Şeyhimiz Dimyâtî "Muhtasaru's-Sîre adlı eserinde bahsediyor. Sanırım bunu Vakîdi'nin sözünden alıp nakletse gerek.[574]

Dokuzuncu yılın Receb ayında Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ha­beş (kiralı) Necaşi Ashame üzerine gaibden cenaze namazı kıldı. Ashame habeşcede "bağış" anlamına geliyor. Allah ve Resulüne îman etmiş idi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.):

Habeşistan'daki kardeşiniz ölmüştür" bu­yurarak, ashabını Musallâ'ya çıkanp onlara saf bağlattı ve üzerine na­maz kıldı.[575]

İbni İshâk derki: Bana Yezîd b. Roman, Urve aracılığıyla Hz. Aişe (r.a.)'nın şöyle dediğini haber verdi.

-Necaş "öldükten sonra hala insanlar arasında "Necâşî'nin kabri üzerinde bir nur alameti" görüldüğü konuşulmakta imiş."[576]

Sîre bölümünde, Ömer b. El-Hattab (r.a.)'ın İslâm'a girişinden önce geçen Necaşi ile ilgili haber buraya yazılacaktır.[577]

 

Tebük Seferi[578]

 

İbni İshâk, Asım b. Ömer-ile Abdullah b. ebî bekr b. Hazm'dan şöy­le nakleder:

-Resûlullah (s.a.v.), Tebuk Seferi hariç, hemen hemen hiçbir sefe­rinde; gideceği yeri değilde, başka bir yere gidecekmiş gibi gösterme yapmadığı, olmamıştır. Ancak Tebüğe çıkarken,

"Ey insanlar! Ben Rumlara sefere gitmek istiyorum" buyurarak maksadım açıkça ilan etmişti.[579] Bu ilan, yaz sıcağının en şiddetlendiği ülkelerin tam kuraklığa düştüğü bir mevsimde gerçekleşmiş, meyveler olgunlaşmış, insanlar bahçelerinde meyve ağaçlan altında oturmayı tercih ettiği bir sıra idi.

Resûlullah (s.a.v.) bir gün yol hazırlığı içinde iken Seleme oğulla­rından Cedd b. Kays'a:

"Yâ Ced! Senin bu Benü'l Esfar'm (Bizanslıların) kızlarına rağbetin var mı? "diye sordu. O da, "Yâ Resûlallah! Benim kavmim kesinlikle bilirler ki, kadınlara benden daha düşkün hiç kimse yoktur. Rumların kadınlarını gördüğümde beni baştan çıkaracaklarından kor­kuyorum. Yâ Resûlallah! Sen bana izin versen de ben bu sefere gitme-sen" dedi. Bunun üzerine Efendimiz yüzünü ondan çevirerek:

"sana izin verdim" buyurdu. Allah (cc):

" Onlardan kimileri "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" der.

Bilirki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir."[580] ayetini gönderdi. Pey­gamberden geri kalmakla daha büyük fitneye düştü.

Münafıklardan biri de (diğerlerine), "sakın bu sıcakta yola çıkma­yın!" dedi. Allah (c.c.) da onlar hakkında:

De ki; "Cehennem ateşi daha sıcaktır, eğer anlamış olsalardı"[581] ayetini indirdi

(Sonra Resûlullah (s.a.v.); sefer işini sıkıştırdı, insanlara hazırlan­malarını emredip, zenginleri de Allah yolunda katkıda bulunmaya, bi­neği olmayan mücahitlere binek hazırlayıvermeye teşvik etti. Zengin­lerin büyük bir kısmı, ecrini Allah'a havale ettikleri yardıma koştular.) O gün Hz. Osman'dan daha fazla yardım yapan olmadı. O yüz deve vererek bu yardıma katıldı.[582]

Osman "b. Atâ el-Horasânî, babası-îkrime isnadıyla Abdullah b. Abbas(r.a.)'tan Tebûk seferi hakkında şunları anlattığını nakleder:

-Nebî (s.a.v.), Müslümanlara, Allah yolunda sadaka ve nafaka ver­melerini emretti. Bir kısmı mükâfatını sadece Allah'tan almak üzere mallarını sarfederken, bir kısım adamlarda borç olarak yardımda bulu­nup, Allah rızasına yanaşmadı. Müslüman fakirlerden bir kısmı ve buldularsa getirirken bir kısmı da hiçbir şey getirmedi.

O gün en iyi yardım edenlerden birisi Abdurrahman b. Avf (r.a.) idi

ve ikiyüz okka yardımda bulundu. Omer(r.a.) yüz okka, Asım b. Adî el-Ensârî doksan ölçek hurma yardımı yapmıştı. Nebi (s.a.v.) Abdurrahman b. Avf a:

"Ailene de bir şeyler bıraktın mı?" diye sorunca, "Evet, bu yap­tığım yardımdan hem fazla hem daha güzelini" dedi. Nebi (s.a.v.):

'"ne kadar?" buyurunca: "Allah ve Resulünün rızık ve hayırdan te­menni ettiği kadar" dedi.[583]

Amr b. Merzûk, Seken b. Ebî Kerîme-Velîd b. Ebî Hişâm-Erkad Ebû Talha isnadıyla Abdurrahman b. Habbâb (r.a.)'m şöyle dediğini anlatır:

-Resulü Ekrem (s.a.v.)'i (Ceyşi'l Usra) meşakkat ordusuna yardım teşviği yaparken görmüştüm. Osman (r.a.) kalktı ve "Yâ Resûlallah! Çulu ile palanı ile (edevatı ile) bana Allah yoluna yüz deve yaz!" dedi. Efendimiz ikinci kere teşvik edince, yine Osman kalktı ve: "Yâ Resûlallah! Allah yolunda bana palanı ile çulu ile iki yüz deve yaz" dedi. Efendimiz üçüncü kere teşvik edince yine Osman (r.a.) kalktı ve: "Yâ Resûlallah! Allah yolunda bana palamyla çuluyla üç yüz deve yaz." dedi.

Abdurrahman b. Habbâb (r.a.) der ki: Ben Resûlullah (s.a.v.)'in minbere çıkarak:

"Artık bu bağışından (ya da bugünden) sonra Osman'a yükle­necek bir vazife yoktur" buyurduğuna şahit oldum. Haberi Ebû Davûd-ü Tayalîsi ve diğerleri Es-Seken b. el-Muğîra yoluyla rivayet ederler.[584]

Damra, İbni Şevzeb-Abdullah b. Kasım -Abdurrahman b. Semura'nın kölesi Kesir- isnadıyla Efendisi Abdurrahman b. Semura (r.a.)'m şöyle dediğini rivayet eder:

-Tebuğe giden meşakkat ordusunun techizatıyla uğraştığı sırada Hz. Osman (r.a.), Peygamberimize bin dinar para getirip, Peygamberin ön­lüğüne boşalttı. Nebi (s.a.v.) onları eliyle karıştırarak defalarca:

"Bugünden sonra amel etmemesi Osman'a zarar vermez" diye söyledi.

Bürayd, Ebû Bürde'den Ebû Musa el-Eşarî (r.a.)'ın şöyle anlattığını nakleder:

-Arkadaşlarımın beni, "Tebliğe gitmek için kendilerine binek iste­meye" Peygambere yollamışlardı. Onlarda bu Meşakkat ordusunda Onunla beraberlerdi. Bu olay Tebük seferinde idi.[585] (Yâ Nebiyallah! Arkadaşlarım kendilerine binek vermen için beni sana yolladılar" de­dim. Nebî (sav):

Vallahi sizi hiçbir şeye bindiremiyeceğim" buyurdu. Efendimize öfkeli halinde varmıştım. Nebi (s.a.v.) beni me­netmesinden ve içinde bana karşı bir şeyler hissetmiş olacağı korku­sundan dolayı üzüntülü olarak döndüm. Arkadaşlarıma gelip Nebi (s.a.v.)'in söylediklerini haber verdim. Ancak bir saat kadar geçirme-miş idim ki, Bilal (r.a.)'ın, "Yâ Abdullah b. Kays!" diye beni çağırdı­ğını duydum ve hemen cevab verdim. Bana: "Haydi, Peygamberin da­vetine katıl seni çağırıyor!" dedi. Yanma geldim bana:

"Şu (biri diğerine bağlı) iki deveyi ve şu iki deveyi-şu iki de­veyi (diyerek altı taneyi gösterdi) al, ben onları şimdi Sa'd'dan al­dım. Onları arkadaşlarına götür ve onlara: "Allah (c.c.) veya Resûlullah(s.a.v.) sizi bu develere bindiriyor. Onlara bineceksiniz"de" buyurdu.

Develeri onlara götürdüm ve "Nebî (s.a.v.), size "binin diye" şun­ları verdi. Lakin ben sizi, benimle birinizin Resûlullah'ın bu dedikle­rini duyan birine gidip onu dinlemedikçe bırakmayacağım. Taki siz böylece beni, Peygamberin söylemediği bir şeyi uydurup size anlattı­ğımı sanmayasınız" dedim. Onlarda, "Sen bizim yanımızda sözü doğru kabul edilen birisin ama biz yine de senin istediğini yapacağız" dediler. Ebû Musa'da onlardan bir kaçını alıp, Resûlullah'ın Ona söyledik­lerini ve önce men ettiğini, sonradan verdiğini duyanların yanma ge­tirdi. Onlarda aynen Ebû Musa'nın dedikleri gibi anlattılar.)[586] Hadis muttefekun aleyh'tir.

İbni İshâk anlatıyor: Sonra ağıtlar yapan bir gurup Resûlullah (s.a.v.)'in yanma geldi. Bunlar Ensar'dan şu yedi kişi idi:

1- Salim b. Umeyr,

2- Ulbe b. Zeyd,

3- Ebû Leyla Abdurrahman b. Ka'b,

4- Amr b. El-Humam b. el Cumuh,

5- AbdulIah b. Muğaffel, (Bazılarınca Ab­dullah b. amr el-Muzenî)

6- Herem b. Abdillah,

7- Irbaz b.Sâriye el-Fezâvî. Bunlar Resûlullah (s.a.v.)'den bu sefere gitmek için binek is­tediler. Bunlar gerçekten ihtiyaç sahibiydiler. Nebi (s.a.v.) onlara:

"Size bindirecek birşey bulamıyorum" buyurdu. Onlar da ken­dilerinin Allah yoluna infak edecek birşey bulamamalarının üzün­tüsünden gözleri yaşlarla dolarak dönüp gittiler.[587] İbni İshâk devamla der ki:

-Bana ulaşan habere göre: Yâmin b. Amr, ağlaşmakta olan Ebû Leylâ ile Abdullah b. Muğaffel'e rastladı ve "Sizi ne ağlatıyor?" dedi. Onlar da, "Biz bize binek versin diye Resûlullah'a gittik, ama bizi bin-direbileceği bir hayvanı yanında bulamadık, bizde de Tebüğe gitmeye yetecek kadar güç verecek bir şey yok" dediler. Yâmin b. Amr da on­lara su taşımacılığı yaptığı devesini ve bir takım süt (ya da hurma gibi) yol azığı da verdi. Onlar da buna binip gittiler.[588]

Ulbe b. Zeyd ise geceleyin kalkıp Allah'ın nasib ettiği kadar namaz kılıp ağladı ve: "Allah'ım sen bize cihadı emrettin ve teşvik ettin, ama bana cihada gidecek güçten birşey vermedin, Peygambere de beni bin-direbileceği bir hayvan vermedin. Artık bende, maldan, candan ve eş­yadan elime geçen her mazlum hakkım her Müslümana sadaka olarak vereceğim" diye dua etti. Sabah olunca Müslümanlarla beraberdi ki, Resûlullah (s.a.v.):

"Bu gece sadaka veren nerede?" diye sordu. Kimse yerinden kalkmadı. Yine "Sadaka veren nerde?" ayağa kalksın!" buyurunca Ulbe ayağa kalkıp haber verdi. Resûlullah (sav):

"Müjde! Muhammed'in nefsi elinde olan zata yemin olsun ki, kabul edilen zekatlar arasına yazılmıştır" buyurdu.[589]

İbni İshâk der ki: Bedevilerden mazeret uyduranlar kendilerine -harbe gitmekten kaçmak için- izin verilsin diye gelip özür beyan etti­ler.[590] Allah (c.c.) onların bu özürlerini kabul etmedi. Bana anlatıldı­ğına göre bunlar Gıfar oğullarından bir gurup imiş. Müslümanlardan bir gurubu ise Resulü Ekrem'le birlikte yola çıkmaktan alıkoyan şey onların niyetleri idi. Ha şimdi, ha yarın derken seksiz şüphesiz Resûlullah'tan geri kaldılar. Seleme oğullarının kardeşi Ka'b b. Mâlik, Amr b. Avf oğullarından Mürâra b. Er-Rabî, Vâkıf oğullarından Hilal b. Ümeyye ile, Salim b. Avf oğullarından Ebû Hayseme idi. Bunlar Müslümanlıklarında asla itham olmayan doğru sözlü bir gurup idi.

İbni İshâk devamla der ki: Daha sonra bir perşembe günü Resûlullah (s.a.v.) Medine'ye Muhammed b. Mesleme el-Ensârî'yi va­li yaparak Medine'den ayrıldı. Resulü Ekrem oradan ayrılınca kampım Seniyyetü'l Veda tepesinde kurdu. Yanında otuz binden fazla adam vardı. Münafık Abdullah b. Übey b. Selûl de kampını veda tepesinden biraz aşağıdaki Zû Hudde denen yerde kurdu. İddiaya göre iki asker sayısı birbirinden az değildi. Resûlullah (s.a.v.) Tebüğe hareket edince Abdullah b. Selûl münafık ve şüphecilerle beraber yola çıkmayıp geri kaldı.[591]

Resûlullah (s.a.v.) Hz. Ali'yi ailesine bakması için Medine'de bıra­kıp, ona, onların arasında ikâmet etmesini emretti. Hemen münafıklar bunu kötü haber yapıp yayarak: "Bu yolculuğa göre o uyuşuk oldu­ğundan hafifletmek için Ali'yi götürmedi" dediler. Münafıklar bunu deyince Hz. Ali silahım aldı ve yola çıktı. Cüruf denen yerden konak­lamış olan Resûlullah'a yetişti ve "Yâ Resûlallah! Münafıklar senin, beni uyuşuk bulup bana bu yükü hafifletmek için götürmediğini iddia ediyorlar" dedi. Nebi (s.a.v.) de :

"Yalan söylemişler. Ben seni arkamda bıraktıklarıma vekil o-lacaksın diye götürmedim. Geri dön, benim ailemle kendi ailene vekil ol! Sen benim yanımda, Musa yanında Harun'un bulunduğu gibi bir rütbede bulunmak istemezmisin! Ancak benden sonra Peygamber yoktur." buyurdu. Hz. Ali'de Medine'ye döndü. Nebi (s.a.v.) yoluna devam etti.[592]

Aynı haberi Sahihaynda Hakem b. Uyeyne hadisi olarak Mus'ab b. Sa'd babası Sa'd (r.a.)'dan şöyle diye tahric ediyor:

-Resûlullah (s.a.v.) Tebük seferinde Ali (r.a.)'ı yerine vekil bırak­mıştı. Ali de, "Yâ Resûlallah! Beni kadınlar ve sabi çocukların ara­sında mı bırakıyorsun?" deyince Nebi (s.a.v.):

"Sen benim yanımda, Musa (a.s.) katındaki Harun gibi bir rütbede bulunmak istemezmisin. Şu kadar var ki, benden sonra Peygamber olmayacaktır" buyurdu. Bu hadisi Sa'd b. Ebî Vakkâs (r.a.)'m oğulları.Âmir ile İbrahim'de babalarından nakletmişlerdir.[593]

 

Ebû Zer'in Geri Kalıp Yetişişi

 

İbni İshak der ki: Buna Büreyde b.'Sûfyan, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî aracılığıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'m şöyle anlattığını haber

verdi:

-Resûlullah (s.a.v) Tebüğe doğru yola devam ettiğinde insanlar-bi-rer ikişer bir takım sebeblerle- geri kalmaya başlamış ve ashabda, "Yâ Resûlallah! Falanca da geri kaldı" diye gelip haber verir olmuşlardı. Nebi (s.a.v.) de:

"Onu bırakın, Eğer onda hayır varsa, yakında Allah onu size yetiştirecek. Eğer hayırdan başka bir şey varsa, Allah ondan sizi kurtarıverecektir" buyurdu. Nihayet: "Yâ Resûlallah Ebû Zer de ge­riledi. Devesi onu yoldan alıkoydu dediler. O da:

"Onu bırakın! Eğer onda hayır varsa yakında Allah onu size yetiştirecek. Eğer hayırdan başka birşey varsa, Allah ondan sizi kurtarrverecektir" buyurdu.

Deve yorulupta gitmeyiverince Ebû Zer devesine söylenip eşyasını deveden aldı, sırtına sarıp yaya olarak Resûlullah'ın ardından gitti. Resûlullah yolda bir yerde konaklamış idi. Müslüman nöbetçilerden birisi bakıp: "Yâ Resûlalİah! Yolda yaya gelen bir adam var" dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.):

Ebû Zer, sen ol bari!" buyurdu. Topluluk iyice bakınca, "Vallahi O Ebû Zer!" dediler. Resûlullah (s.a.v.):

"Allah Ebû Zer' e rahmet eylesin, tek başına yürür, tek başına ölür ve tek başına dirilir" buyurdu.

Zaman, geçip giderken Ebû Zer'e de darbesini vurmuş, Ebû Zer (Medine'ye üç günlük mesafedeki) Rabze köyüne sürgün edilmişti. Ölüm kendisine gelip çatınca hanımına ve kölesine: "Öldüğümde beni

yıkayıp kefenleyin ve yolun kenarına koyun. Size ilk uğrayan kervân-dakilere, işte bu cenaza Ebû Zer'dir, deyin" diye tavsiyede bulundu.

Ebû Zer ölünce hanımı ve kölesi dediğini yaptılar. Uzaktan bir ker­van göründü. Ama orada cenaze olacağını bilemedilerde nerdeyse de­veler teneşiri çiğneyecekti. Bir de kim olsa, Abdullah b. Mes'ud, Kü-felilerden bir gurupla geliyor: Onlara "bu ne?" dedi. "Ebû Zer'in cena­zesi dediler. İbni Mes'ûd "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi racıûn!" diyerek ağladı ve;

"Allah Ebû Zer'e rahmet etsin, tek başına yürür, tek başına ö-lür, tek başına dirilir..." buyuran Peygamber ne doğru söylemiş!" dedi ve devesinden inip, bizzat kendisi ve arkadaşları onu gömdüler.[594]

 

Ebu Hayseme'nin Yetişmesi

 

îbni İshâk der ki: Bana Abdullah b. Ebî Bekr anlattı ki: Salim oğul­larından biri olan Ebû Hayseme, Peygamber (s.a.v.)'in yola çıkışından günlerce sonra sıcak bir günde ailesinin yanına döndü. İki hanımını da, bahçesindeki çardaklarını su serperek serinletmiş, suyunu soğutmuş ve yemeğini hazırlamış olarak buldu.

Bahçeye girince çardakların girişi önüde durup: "Allah'ın. Peygam­beri güneşin rüzgarın ve sıcağın altında yola devam etsin, bende, serin bir gölgede, serin bir suyun başında, hazırlanmış sofrada, güzel hanım­la malın mülkün arasında oturayım ha? İşte bu insaf değildir. Hayır! Vallahi ikinizin de çardağına girmeden gidip Peygamber'e yetişece­ğim. Çabuk bana azık hazırlayın" dedi.

Eşleri de azığını hazırladılar. Sonra su taşıdığı devesini önüne katıp Resûlullah'a yetişmek üzere yola çıktı. Resûlullah(s.a.v.) Tebüğe yeni varıp konaklarken ona ulaştı. Yolda giderken kendisine Umeyr b. Vehb'de yetişmiş ve yol arkadaşlığı yapmışlardı. Tebüğe yaklaştıkla­rında Ebû Haysem'e arkadaşı Umeyr'e, "Benim bir günahım var. Sen geri kal da, önce Resûlullah'a ben varayım" dedi. O da kabul etti. Ebû Hayseme gidip Peygamber'e yaklaştığında Resûlullah(s.a.v.):

"Ebû Hayseme olsa bari!" buyurdu. Ashab da, "vallahi O Ebû Hayseme!" dediler. Varıp selam verdi. Nebi (s.a.v.) de: "senin için bu daha hayırlı ey Ebû Hayseme!" buyurdu. Sora Peygamber'e geri ka­lışını anlattı. Nebi (s.a.v.)'de ona hayır dua etti.[595]

İbnû Lehî'a da Esved yoluyla Urve'den...[596]

 

Bu Sefere El'usratü Denilmesi

 

İsmail b. İbrahim de amcası Musa b. Ukbe'den aynen İbni İshâk'ın naklettiği gibi naklederler.[597]

Mu'mer b. Râşid, Abdullah b. Muhammed b. Akıyl'den:

Ona en zor saatte uyan Muhacir ve Ensar" (Tevbe 117) ayeti hakkında şöyle dediğini nakleder: Onlar Tebuk sefe­rine çıktılar. Bir deveyi, bazen iki bazen üç kişi bölüşüp, nöbetleşerek bindiler. Çok sıcak bir yaz günü yola çıkmışlardı. Hele bir gün öyle bir susuzluk olmuştu ki, develerini keserek işkembesini çıkarıp sıktılar ve suyunu içtiler. (İşte bu, hem su, hem yiyecek hem de binek bakımın­dan zorluk idi)[598]

Mâlik b. Mığvel, Talha b. Musarrif-Ebû Salih- isnadıyla Ebû Hüreyre (r.a.)tan naklediyor:

-Biz Resûlullah (s.a.v.)'le bir seferde idik. Topluluğun azığı tü­kendi. Hatta içlerinden birisi binek devesinden birini kesmek istedi. Ömer (r.a.)'da Peygamber'e gelip dua etmesini istedi. Hadisin gerisi aşağıdaki gibidir. Haberi Müslîra naklediyor:[599]

- Tebuk gazvesi günü olunca insanlara tam bir açlık isabet etti: "Yâ Resûlallah! Bize izin versende şu develeri kessek, hem yeriz hem ya­ğını kullanırız!" dediler. Efendimiz de, "öyle yapın!" buyurdu. Ömer gelip: "Yâ Resûlallah! Buna izin verirsen binek azalır. Lakin insanla­rın yanında bulunan azıkların fazlasını iste ve biriktirip ona bereket vermesi için Allah'a dua et." dedi.

Nebi (s.a.v.): "Olur buyurup bir sofra bezi isteyip yaydırdı. Sonra azıkların ortasından elde olanları istedi. Kimi bir avuç arpa, kimi bir avuç hurma, kimi ekmek kırıntısı getirdi ve sofrada az bir şey birikti. Resûlullah bereket duası yaptı. Sonra ashabına: "Kaplarınızı doldu­run" buyurdu. Onlar da doldurdular. Öyle ki kampta bulunan herkes kabını doldurmuştu. Ondan yiyip karınlarını doyurdular, buna rağmen birazı arttı. Resûlullah (s.a.v.):

"Ben Allah'dan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın Re­sulü olduğuma şehadet ederim. Bu iki şahadet kelime ile içinde iman şüphesi olmadan, Allah'a kavuşan kul'un, Cennete girme­sine asla engel olunamaz." buyurdu.[600]

Urve b. el-Hâris- Said b. Ebî Hilal-Utbe b. Ebî Utbe-Nafi b. Cübeyr isnadıyla İbni Abbas (r.a.)'dan rivayet ediyor:

-Ömer (r.a.)'a, "Bize bu meşakkat ordusunun vaziyetinden bahse-diver" denilince şöyle anlattı: Çok şiddetli bir sıcakta Tebuğe doğru yola çıktık. Bir yerde konaklamış iken susuz kaldık. Hatta boyunlarımız susuzluktan düşecek sandık. Hatta bazı kimseler develerini kesip hayvanın midesindeki kalan hazmedilmemiş yemi bile sıkıp suyunu içerek, geri kalanını da ciğerlerinin üzerine koyarak serinlemek bile is­tediler.

Ebû Bekir (r.a.); "Yâ Resûlallah! Allah dua hususunda sana hayır verme adeti vardır. Bizim için Allah'a dua etsen!" deyince Nebi (s.a.v.): "Bunu ister inisin?" dedi. "Evet" deyince Nebi (s.a.v.) de ellerini kaldırıp duaya başladı ve gök bulutlanıp yağmur çiselemeye başlayıp sonra da su boşaltılır gibi şakır şakır yağana kadar ellerini in­dirmedi. Ashab'da yanlarında bulunan kabları doldurdular.

Sonra bu yağmurun eserini aramak için çevreye bakındık ama bu­luttan bir iz göremedik, kamp kurulan yerden geçip gitmişti. Bu hadis hasen dereceli, kavî isnatlı bir haberdir.[601]

 

Hicri Semud'da

 

İmam Mâlik ve diğerleri Abdullah b. Dinar aracılığıyla Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan şöyle naklediyor:

-Resûlullah (s.a.v.) ashabına (Hicr'a varıldığında):

"Şu-daha ölmeden önce, azaba uğrayanların yanma girmeyin, ancak-ibretle-ağlayarak girin ki, onlara gelen azab gibi birşey size de fatmasın! buyurdu. Bununla Hicr'da helak olan Senıûd kavmini kasdetti.[602]

Süleyman b. Bilâl der ki: Bize Abdullah b. Dînâr, İbni Ömer (r.a.)'ın şöyle dediğini haber verdi:

-Resûlullah (s.a.v.) Hicr'a vardığında ashabına Hıcr'daki kuyulardan su içmemellerini, ondan hayvanları ve ihtiyaçlarına su almamalarını emretti. Ashab'da, "Yâ Resûlallah! Biz o kuyulardaki su ile hamurla­rımızı yoğurup ihtiyaç olan suları aldık" dediler.Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) onlara:

"Bu hamurları atmalarını ve suları da dökmelerini emretti.[603]

Bu ve önceki iki hadisi Buharı rivayet etmiştir. Müslim'de de ön­ceki rivayetin aynısı vardır.

Ubeydullah b. Ömer, Narı yoluyla Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan ri­vayet ediyor:

-İnsanlar Resûlullah (s.a.v.) Efendimizle beraber Semud kavminin yaşadığı topraklar olan Hicr'a vardıklarında hemen oradaki kuyudan su alıp onunla hamur yoğurmuşlardı. Peygamber (s.a.v.)'de onlara bu su­ları dökmelerini ve bu su ile yapılan hamuru da develerine yedir­melerini emredip, onlara Salih (a.s.)'m mucize devesinin sulandığı kuyudan su almalarını emretmişti.

Bu haberi Müslim rivayet ediyor.[604]

İmam Mâlik, Ebû Zübeyr yolu ile Ebû't-Tufeyl'den nakleder ki, ona Muâz b. Cebel şöyle anlatmış:

-Tebuk senesi Resûlullah (s.a.v.) ile beraber yola çıkmışlar. Yolda "giderken Resûlullah (s.a.v.), öğle ile ikindiyi, akşamla da yatsıyı cem ederek namaz kılıyordu. Bir gün, namazı geciktirip sonra namazgahına çıkıp öğle ve ikindiyi birlikte kıldı. Sonra da çadırına girdi. Daha sonra çıkıp akşam ve yatsıyı birlikte kıldı. Sonra da:

"Siz, inşallah yarın Tebûk Pınarına varacaksınız. Gerçi gün­düz olup kuşluk girene kadar oraya varamayacaksınız ya! Yine de-benden önce- oraya varan kimse, ben gelene kadar sakın ora­nın suyundan hiçbir şey almasın" buyurdu. Muaz der ki:

-Oraya vardığımızda iki kişi bizden önce oraya ulaşmıştı. Su sanki ayakkabı ipi gibi azıcık birşey akıyordu. Resûlullah (s.a.v.) bu ikisine, "Siz buranın suyundan biraz aldınız mı?" diye sordu. Onlar "evet" deyince de, öfkelenip onlara kötü sözler sarfedip, Allah diline ne ge­tirdi ise onu saydı. Sonra ashab sudan azar azar avuçladilar. Bu aldık­ları en eski bir su kırbasında toplandı. Resûlullah o sudan alıp yüzünü yıkadı sonra da bunu suyun kaynağına boşalttı. Kaynak birden bire co­şarak gürül gürül akmaya başladı, insanlar su ihtiyacını giderdiler. Sonra Resûluîlah (s.a.v.):

"Yâ Muâz! Eğer ömrün uzun olursa, sen buraların bahçelerle dolduğunu görmüş olacaksın" buyurdu. Bu hadisi de Müslim rivayet etmiştir.[605]

Süleyman b. Bilâl, amr b. Yahya-Abbâs b. Sehl b. Sa'd isnadıyla Ebû Humeyd Essuidi (r.a.)'ın şöyle dediğini nakleder:

-Resûlullah (s.a.v.)'le beraber Tebûk seferine gittik. Va'di'l Kura (köyler vadisi) denen yerde bir kadının bahçesine gelmiştik. Resûlullah (s.a.v.) bize:

"Bahçedeki hurmanın ne kadar olduğunu tahmin edin" bu­yurdu. Biz bir tahmin yaptık. Resûlullah (s.a.v.)'de onu On vesak (altıyüz Sa) olarak tahmin etti ve kadına:

"inşallah biz sana geri gelene kadar,  bahçeden  ne  kadar mahsûl olduğunu iyi say!" diye tenbih etti. Yola devam ettik ve Tebuğe geldik. Resûlullah (s.a.v.) : 

"Bu gece üzerinize çok şiddetli bir yel esecek, içinizden kimse bu rüzgarda kalkıp bir yerlere gitmesin. Kimin de devesi varsa yularından iyi bağlasın" buyurdu. O gece müthiş bir yel esti. Ada­mın biri bir iş için kalkmıştı. Rüzgar onu alıpta Tay dağları(denen Lece ve Seima dağları)na kadar sürükledi.

Orada iken Eyle kiralı olan İbnü'l Almâ'm elçisi, Resûlullah'a bir mektup getirdi. İbnü'l Alma Efendimize beyaz bir katır hediye etmiş idi. Resûlullah (s.a.v.)'de ona bir mektup yazıp, Bürde'sini hediye gönderdi.

Sonra Tebük'ten ayrılıp, Vâdî'l Kurâ(daki kadının bahçesine)'ya geldik. Resûlullah o kadına Bahçesinin verimi hakkında: "Meyvesi ne kadar oldu?" diye sordu. Kadın da: "On Vesak-Resûlullah'ın tahmini gibi!" dedi.

Sonra Peygamberimiz bize: "Ben acele edeceğim, içinizden dile­yen acele edip benimle gelebilir, dileyen de burada eğleşip dinle­nebilir!" buyurdu.

Yola çıkıp devam ettik. Medine görününce Resûlullah (s.a.v.):

"İşte bu şehir Tâbe şehridir, bu da Uhud dağıdır, biz onu seve­riz, Uhut'da bizi sever." buyurdu.

Hadisi Müslim böylece ama daha uzun olarak anlatır. Buharî'de de buna yakın şekilde geçer.[606]

İbni İshâk anlatıyor: Bana Abdullah b. Ebî Bekr, Abbâs b. Sehl'den şöyle nakletti:

-Resulluilah (s.a.v.) Hıcr-ı Semûd'a uğradığında oranın kuyusundan su ihtiyaçlarını almışlardı. Yola gideceklerinde Nebi (s.a.v.):

"Bu kuyunun suyundan içmeyin ve abdest de almayın. O su ile yoğurduğunuz hamurlarınızı da develere yedirin. Bu gece hiç kimse dışarı çıkmasın, çıkanda yanındabiriyle çıksın!" emrini ver­di. Ashab da istenileni aynen yaptilarsa da, sadece Saîde oğullarından iki adam, biri ihtiyacı için diğeri de devesini aramak üzere geceleyin çıkıp bu emri tutmamışlardı. İhtiyacı için giden gittiği yerde boğaz­lanmış olarak bulundu. Diğerini de rüzgar alıp da Tay dağına kadar görürmüş. Bu durum Resûlullah'a haber verilince Efendimiz (s.a.v.):

"Ben size bir yere çıkmayı yasaklamamış mıydım!" buyurup git­tiği yerde boğazı sıkılanı getirtip ona dua etti de o iyileşti. Diğeri ise Peygamber (s.a.v.)'e ancak Tebûk'ten Medine'ye döndükten sonra ulaşabilmişti.[607]

Bu haber Abbas b. Sehl'in sahabe olmaması yüzünden hem mürsel, üstelikte (sika ravilerin rivayetlerindeki bilgiye de uymadığı için) Münker bir haberdir.

İbnü'l Vehb anlatıyor: Bana, Muaviye, Saîd b. Gazvan yoluyla ba­bası Gazvân'dan nakletti ki:

-Gazvân hacca giderken Tebuk şehrine uğramıştı. Orada oturak (kötürüm) bir adam görüp neden böyle olduğunu sormuş. O da, "ben sana birşey anlatacağım ama sen duyduğunu ben yaşadıkça kimselere anlatmayacaksın!" deyip şunları anlatmış:

Resûlullah (s.a.v.) Tebuğe varıp bir bahçe önünde konakladı ve: "İşte kıblemiz şudur" buyurup sonra Nahle'ye doğru namaza durdu. Ben o zaman çocuktum. Koşarak gelip hurma bahçesiyle Resûlullah'ın arasından geçtim. Bunun üzerine Resûlullah kızıp:

"Bu çocuk namazımızı kesip geçti. Allah'da onun eserini (ço­cuğunu) kessin" diye beddua etti. Bende ondan sonra bugüne kadar ayaklarımın üstüne duramadım.[608]

Saîd b. Abdüazîz, Yezîd b. Nimrân'm bir kölesi aracılığıyla Yezîd b. Nimran'ın şöyle dediğini anlatır:

-Tebükte oturak(kötürüm) bir adam gördüm. Bana şöyle anlattı: Ben eşeğin üzerinde binili olarak namaz kılmakta olan Peygamber (s.a.v.)'in önünden geçmiştim. O da "Allah'ım bunun izini (yani yürü­yüşünü) kes!" diye beddua etti. Artık bir daha o eşeğin üzerinde yürüyemedim.[609]

Üst haberle bunu Ebû Davûd rivayet etmiştir.[610]

Yezîd b. Harun anlatıyor: Bize El-Alâ Ebhu Muhammed es-Sakafî "Enes b. Mâlik (r.a.)'ı şöyle derken duydum" diyerek (hadisi) anlattı:

-Biz Tebuk'te Peygamber (s.a.v.) ile beraberdik. Güneş pırıl pırıl, bir şua ile ve şimdiye kadar hiç doğmamış olduğu bir nur ile doğ­muştu. Cebrail'de Peygamber'e gelmişti. Nebi (s.a.v.):

"Yâ Cibril! ne oluyorda, güneşi şimdiye kadar görmediğim bir doğuşla, ışıkla, aydınlıkla ve nurla doğar görüyorum!?" diye sor­du. Cebrail de: "Bunun sebebi şudur: Muâviye b. Muâviye el-Leysi bugün Medine'de öldü. Allah ona cenazesini kılmak üzere yetmiş bin melek gönderdi." dedi. Nebi (s.a.v.): "Bunu ne için gönderdi?" deyince Cebrail: "O, (Kulhü vallâhü ehad) sûresini gece gündüz yürürken de dururken de, otururken de çok okurdu. "Yâ Resûlallah istersen arzı se­nin için aradan alayımda sende onun cenazesini kıl!" dedi. Peygamber de "Evet" deyip onun cenazesini kılıp, sonra geldi.[611]

Ravi EI-Alâ, hadis ehlince "Münkeru'l Hadis" birisi olup hadisleri pek vehimdir.

Yunus b. Muhamed der ki: Bize Sadaka b. ebî Sehl, Yunus b. Ubeyd yoluyla Hasen-i Basrî'den rivayet ediyor: Muâviye b. Muâviye el-Müzenî Peygamber (s.a.v.) Tebük seferindeyken vefat etmişti. Cib­ril Ona geldi ve: "Sen Muâviye el-Müzenî'nin cenazesine katılmak is­ter misin?" deyince Nebi (s.a.v.) "Evet" buyurdu. Cebrail'de: "İşte şöy­le!" deyince dağlar ve tepeler aradan çekiliverdi, Resûlullah kalkıp

Cebrail'le beraber yetmiş bin kişilik bir melek gurubu arasında yürü­meye başladı. Yâ Cibril! Bu dereceye ne ile ulaştı?" diye sorunca "Kulhû vallâhû Ehad" sûresini çok okumakla, yürürken, otururken, (a-yakta)dikilirken, hayvanında binilirken daima bu sûreyi okurdu" diye cevap verdi.

Lâkin bu hadis Haseni Basrî'nin sahabe olmaması sebebiyle Mürseldir.[612]

İbnü'l-Cevsâ, Ali b. Saîd er-Râzî ve -metnin sahibi olan- Ebû'd-Dahdâh Ahmet b. Muhammed üçlüsü anlatıyor: Bize Nuh b. Amr b. Huveyy es-Seksekî-Bakıyye-Muhammed b. Ziyâd -El Hânî isnadiyla Ebû Ü'mâme el-Bâhilî (r.a.)'dan şöyle dediğini anlatır.

Tebuk'te iken Cebrail Nebi (s.a.v.) indi ve: "Haydi Muâviye b. Muâviye el-Müzenî'nin cenazesine katıl!" dedi. Efendimiz de asha-bıyla beraber hemen kalkıp cenaze namazı için dışarı çıktı, dağlar ezi­lip dümdüz oldu.

Cebrail-hepsine selam olsun- yetmiş bin Melekle beraber yere konmuştu. Cebraii kanadını dağların üzerine koydu, dağlar ezilip dümdüz oldu. Öyle oldu ki, Mekke ve Medine'ye baktılar. Resûlullah, Cebrail ve Melekler Onun cenazesini kıldılar. Cenaze namazı kılının­ca: "Yâ Cebrail Muâviye b. Muâviye Allah katındaki bu dereceye ne ile erişti?" deyince, Cibril: "gerek ayakta, gerek otururken, gerek binek üstünde gerek yaya iken hep "Kulhü vellâhü ehad" sûresini okumakla dedi.[613]

Ben de derim ki: Bu Nuh b. Amr hakkında adaletini yaralayıcı birşey bilmiyorum. Ama hadis buna rağmen gerçekten münkerdir. Zira Bakiyye'den bu hadisi alıp naklederek ona bu rivayet hususunda uyan birini asla bilmiyorum. İbnû Hibban (El-Mecrûhîn'in de (bundan önce geçen) El-Alâ'mn rivayeti olan hadisi nakletmiş, "bu hadis hiçbir mutabaati olmayan münker bir hadistir" deyip, "ashab arasında da kendine Muâviye b. Muâviye denen birisi hiçbir şekilde hafızamızda yer etmedi. Hem bu El-Alâ hadisini Şam halkından bir şeyh çalıp, onu Bakiyye'den b. Ziyad yolu ile Ebû Ümâme (r.a.)'a ulaşan bir senet uy­durarak rivayet etmiştir.

Osman b. Heysen el-Müezzin der ki: Bize Mahbûb b. Hilâl, Atâ b. Ebî Meymûne yoluyla Enes b. Mâlik (r.a.)'dan şöyle anlattığını haber verdi:

-Cebrâl gelip, "Yâ Muhammedi Muâviye b. Muâviye el-Müzenî öl­dü. Sen onun cenazesini kılmak ister misin?" diye sordu. Nebi (s.a.v.); "Evet!" dedi. Cibril'de kanadını vurunca ona eğilmeyen ne ağaç kaldı ne tepe. Nebi (s.a.v.) Onun cenaze namazını kıldırdı. Arkasında iki saf melek gurubu durdu ki, her bir safında yetmiş bin melek vardı. Ben: "Yâ Cibril! O bu dereceye ne ile nail oldu?" dedim de, bana "Kulhü vallahû ehad" sûresine olan sevgisiyle, o onu; dinelirken, otururken, giderken, gelirken hasılı her halde okurdu" dedi.[614]

Derim ki: Ravî Mahbû b. Hilâl meçhul bir ravi olup onun bu habe­rine uyulamaz.[615]

 

Yeniden Kıssaya Dönüş

 

Bekkâî, İbni İsha'tan naklediyor:

-Hıcr da kaldıkları gece sabah olunca, insanlar sabaha yanlarında bir damla su olmadan erişmişlerdi. Resûlullah duâ etti, Allah (c.c.) de bir bulut gönderip yağmur yağdırdı. İnsanlarda sularım aldılar.[616]

İbni îshâk der ki: Bana Asım (b. Amr b. Katâde) Mahnıûd b. Lebîd yoluyla Abdu'l Eşhel oğullarından bir takım adamlardan şöyle nakletti: Ben Mahmûd'a: "İnsanlar kendi aralarındaki münafıklığı biliyorlarmıy di?" diye sordum. "Evet, Vallahi! Bana kavmimden bazı adamlar biz­zat münafıklardan birinden şunu naklettiler:

-Hıcr'a varıp da olanlar olup da, Peygamber (s.a.v.) dua edince Al­lah bir yağmur bulutu göndermişti, o bulut, yağmuru yağdırdı. Bunun üzerine Münafıkların yanına geldiler ve: Yazık size, bundan sonra da­ha geriye ne kaldı? dediler. O münafık ta: "O yağmur da ne var sanki o gelip geçen bir yağmur bulutu idi" dedi. İbni îshâk devamla der ki:

-Sonra Resûlullah yola devam etti. Bir ara devesi kayboldu. Ashabı onu aramaya gittiler. Peygamberin yanında ashabından Umara b. Hazm denen Bedir harbinde ve Akabe biatında bulunan biri vardı. Umara'nın kafilesinde Zeyd b. el-Lusayt el-Kaynukâî denen münafık biri de vardı. Bu Zeyd'de Umara'nın kafilesinde idi. Umara'ya, "Muhammed gerçekten kendinin Peygamber olduğunu iddia etmiyor mu idi. Halbuki O gökten haber veriyor, oysa devesinin nerde oldu­ğunu bile bilmiyor." dedi. Umara Nebi (s.a.v.)'in yanında iken Nebi (s.a.v.) Ona:

"Adamın biri şöyle şöyle söyledi. Vallahi ben Allah'ın bana öğ­rettiğinden başkasını bilmem. İşte şimdi Allah bana devemin ye­rini gösterdi. O şimdi falan vadideki şu koyakta yuları bir ağaca takılıp onu alıkoymuş" dedi. Hemen gidip deveyi getirdiler. Umara hemen kafilesinin yanına gitti ve: Vallahi bize Resûlullah az önce acaib bir şey haber verdi. Birinin dedikodusunu Allah ona haber ver­miş. Umara'nın gurubunda olup da Resûlullah'ın yanına gitmemiş (ve ne dediğini duymamış) bir kişi kalktı ve: "Vallahi bu dediğin sözleri, sen buraya gelmeden az önce Zeyd b. el-Lüsayt söylemişti." dedi.

Umara bunu duyunca fırlayıp Zeyd'in boğazına vurup, "Ey Allah'ın kulları! Meğer benim kafilemde bir belâ varmış da benim haberim yokmuş! Ey Allah düşmanı çık benim kafilemden" dedi. Bazı insanlar daha sonra Zeyd'in tevbe ettiğini iddia ettiler.[617]

İbni İshâk der ki: Bu seferde, Münafıklardan da bir gurup vardı ki, Vedîa b. Sabit ile Muhaşşin b. Humeyyir de bunlardan idiler. Bunlar Resûlullah (s.a.v.) Tebuğe doğru giderken onu gösterip biri diğerine, "siz bu Rumların savaşma gücünü arabın birbiriyle çarpışmasındaki gibi bir güç mü sanıyorsunuz? Vallahi biz .sanki yarın sizi -esir olarak-iplere bağlanıp mü'minleri titretmek ve korkutmak üzere getirildiğinizi görür gibiyiz" dedi. Muhaşşin b. Humeyyir de, "vallahi herbirimize yüz değnek vurulacağına hükmedilip de, böylece sizin şu sözünüzden dolayı bizim hakkımızda Kuran ayetinin inmesinden kurtulmayı ne kadar isterdim" dedi.[618]

İbni İshâk devamla der ki:

- Bana ulaştığına göre o zaman Ammar b. Yâsir'e: "Haydi git ve şu guruba yetiş! Zira onlar fitne ateşini tutuşturdular. Onlara söyledikleri sözleri sor. Eğer inkâr ederlerse "tabi şöyle şöyle dediniz de!" buyurdu. Ammar (r.a.) onlara varıp bunları söyledi. Onlarda Resûlullah (s.a.v)'a özür dilemeye geldiler. Vedîa b. Sabit: "Yâ Resûlallah! biz la­fa dalmış, eğleniyorduk-kasdi değildi- dedi de bunun üzerine Allah (c.c.) Tevbe 65. Ayeti olan;

"Onlara soracak olursan "kesinlikle bir lafa dalmış eğleniyor­duk" derler. De ki: Siz Allah'la, ayetleriyle ve Resulü ile mi alay ediyorsunuz.?" ayetini indirdi. Muhaşşim b. Humeyyir, "Yâ Resûlallah benim adımla babamın adı, münafık olarak artık benim elimi kolumu bağlamış oldu ne yapayım?" diye sordu. Muhaşşin Tevbe 66. ayetinde "fil* 4i*Ua £p liu o] Eğer sizden bir gurubun suçunu affedersek..." şeklinde bildirilen affa dahil edilenlerden biriydi. Resûlullah (s.a.v)'de onu Abdurrahman diye isimlendirdi. Muhaşşin Allah'a dua edip kendisine şehitlik vermesini ve şehid olarak gömül­düğü yerinde bilinmemesini dilemişti. Yemâme harbinde şehid oldu ve bilinebilecek hiçbir izi kalmadı.[619]

Resûlullah (s.a.v) Tebuğe varınca, Eyle kiralı Yuhanna b. Ru'be kendisine ziyarete geldi. Resûlullah onunla kendisine cizye vermek şartıyla sulh yaptı.

Yine (Amman civarındaki) Cerbâ ile, (Belkâ civarındaki) Ezruh halkı da Nebi (s.a.v) geldi. Resûlullah onların da cizye teklifini kabul etti, sonra da onlara bu anlaşmayı içeren bir vesika yazdı. Bu vesika onların yanında kaldı.[620]

Ibnı Ishak der ki:

-   Resûlullah (s.a.v) Eyle halkına bu vesika ile birlikte bir de Bürdesini hediye etmişti. Daha sonra bu eibiseyi Ebu'l Abbas Abdul­lah b. Muhammed es-Seffâh üçyüz dinara onlardan satın almıştı.[621]

Musa b. Ukbe, İbni Şihâb-ı Zührî'den naklediyor:

- Bana ulaştığına göre, Resûlullah bu gazvesinde Tebuğe varıp daha Öte geçmemişti. Orada on küsur gün eğleşmiş idi.[622]

Yahya b. Ebî Kesîr, Muhammd b. Abdirrahman b. Sevbân yoluyla Câbir (r.a.)'tan şöyle dediğini nakleder.

- Resûlullah (s.a.v) Tebuk'te yirmi gün eğleşip namazlarını kısalta­rak kılıyordu. Bu hadisi Ebû Dâvûd rivayet ediyor. Hadisin isnadı sa­hihtir.[623]

 

Halid B. Velıd'în Dümetü'l-Cendel Emiri Ukeydir'e Gönderilişi

 

Yunus b. Bükeyr, İbni İshâk'dan naklediyor: Bana Abdullah b. Ebî Bekr ve Yezîd b. Roman şöyle anlattı:

-Resûlullah (s.a.v) Efendimiz Halîd b. Velîd'i, Kinde kabilesinden Ükeydir b. Abdilmelik'e yolladı. Ükeydir, Dumetü'l Cendel[624] kiralı olup (Bizansa bağlı bir) Hıristiyan idi. Resûlullah (s.a.v), Halîd b. Velîd'e: "Sen onu yaban Öküzü avı yaparken bulacaksın" buyur­muştu. Hz. Halid yola çıkıp, pırıl pırıl parlayan bir ayın aydınlattığı bir gece onun kalesine gözle görecek kadar yaklaşıp gelmişti. Ükeydir o esnada hanımıyla beraber sarayının balkonunda idi. Bir yaban öküzü gelip boynuzu ile sarayın kapısına sürtünmeye başladı. Hanımı, "sen daha önce böyle birşeyi hiç gördün müydü?" deyince, "hayır vallahi!" dedi. Hanımı da, "böyle bir avı kim bırakır?" deyince, Ükeydir, "hiç kimse bırakmaz" deyip hemen balkondan indi ve emir verip atma eğer vuruldu. Ailesinden bir gurup da onunla beraber atlarına bindiler. Kardeşi Hassân'da aralanndaydi. Kaleden çıkar çıkmaz onları Pey­gamberin süvarileri karşılayıp,' Ükeydir'i yakaladılar. Kardeşini ise çarpışırken Öldürdüler. Süvariler Ükeydir'i Peygamber (s.a.v)'e getir­diler. Resûlullah onun kanını bağışladı ve cizye vermek şartıyla, sulh anlaşması yapıp, Ükeydir'i serbest bıraktı.[625]

 

Bu Konuda Bazı Değişik Rivayetler

 

Abdullah b. İyâd b. Lakıyt, babası vasıtası ile Kays b. Nu'man es-Sükûnfnin şöyle dediğini anlatır:

- Resûlullah'ın süvarileri yola çıkınca Ükeydir gelişlerini duydu ve hemen Nebi (s.a.v)e gelip: "Senin süvarilerin buradan ayrılıp süratle benim topraklarıma doğru geliyorlarmış. Sen bana bir anlaşma yazı­ver. Ben üzerime düşen ne ise onu kabul ediyorum!" dedi. Nebi (s.a.v)'de ona bir mektup yazıverdi. Ükeydir de, imparatorun kedine bağlı kırallara hediye ettiği ipekten ma'mül Kaba denen cübbeyi çıka­rıp, "Yâ Muhammed! bunu benim hediyem olarak kabul et!" dedi. Ne­bi (s.a.v) de:

"Sen Cubbeni geri götür. Zira bunu dünyada giyen kimse âhirette ondan mahrum olur" buyurdu. Hediyesinin geri çevrilmesi ona pek ağır geldiği için, "Sen bunu Ömer'e hediye et" dedi. (Resûlullah'da onu Ömer'e yolladı. Ömer onu alır almaz hemen Pey-gamber'e geldi ve "Yâ Resûlallah! benim hakkımda bir şey mi oldu?" dedi. Nebi (s.a.v) ona, eliyle-veya elbisesinin ucuyla ağzını kapatacak kadar güldü sonra da:

"Ben onu sana giyesin diye değil, sadece onu satıp parasından istifade edersin diye yolladım" buyurdu.[626]

İbnü Lehî'a, Ebû'l Esved yoluyla Urve'den rivayet ediyor: Resûlullah (s.a.v), Medine'ye doğru hareket edip, Halid b. Velîd'i de dörtyüz yirmi kişilik bir süvari gurubuyla Dûmetü'l Cendel sahibi Ükeydir'e gönderdi. Resûlullah (s.a.v) ona yapacağı tavsiyeleri yapınca Halid, "Bu Dûmetü'l Cendel işi nasıl olacak, orada Ükeydir var. Biz ise ona. ufak bir Müslüman gurupla gideceğiz!" dedi. Resûlullah (s.a.v)de:

"Allah her halükarda seni ona karşı gelmeye yetirecektir." bu­yurdu. Halid'de hemen yola çıkıp, Dûmetü'l Cendel'e yaklaşınca şehrin arka tarafına dolaştı. Ükeydir ve arkadaşları gece evlerindeyken bir yaban öküzü gelip kalenin kapısına sürtünmeye başladı. Ükeydir o sı­rada hanımları arasında içki içip müzik çalıyordu. Hanımlardan birisi dışarı bakınca yaban öküzünü gördü ve, "et konusunda bu geceki gibi şanslı bir gece görmedim," dedi. Ükeydir onu duyunca sıçrayıp atma bindi, hizmetçileri ve ailesi de atlandılar ve yaban Öküzlerini aramaya çıktılar.

Ama Halid ve arkdaşlarma rastlayınca, Halid onu ve yanındakileri yakalayıp bağladı. Sonra Halid, Ükeydir'e, "ne diyorsun, seni koru­mama alsam bana Dûmetü'l Cendel'in kapılarını açar mısın?" dedi. Ükeydir, "evet" dedi. Böylece gidip Dûmetü'l Cendel'e yaklaşınca, halk hareketlenip kapıyı açmak istediler. Ama kardeşi onlara karşı geldi. Ükeydir durumu görünce Halid'e; "Ey kişi, beni çöz, Allah'a and olsun kapıyı sana açacağım. Benim senin elinde bağlı olduğumu bil­diği sürece kardeşim kapıyı açtırmayacak." dedi. Halid'de onu serbest bıraktı. Ükeydir kaleye girip kardeşini bağladı ve kapıyı Halid'e açı­verdi, sonra da, "işte şimdi dilediğini yap!" dedi.

Halid ve Arkadaşları içeri girdiler. Sonra O, "Yâ Halid! sulh için is­tersen ben senin hükmüne razı olayım, istersen sen benim hükmüme razı ol!" dedi. Halid, "biz senin vereceğin şeyi kabul ediyoruz" dedi. O da ellerinde bulunan sekizyüz esir, bin sığır, dörtyüz zırh ve dörtyüz mızrak verdi.[627]

Halid b. Velîd, Ükeydir'i alıp Nebi (s.a.v)'e getirdi. Eyle şehrinin lideri Yohanna b. Ru'be de onunla beraber geldi. Resûlullah (s.a.v)'in Ükeydir'e gönderdiği gibi kendisine de asker göndereceğinden endişe etmiş ve bizzat Peygamber'e çıkıp gelmişti. İkisi Peygamber (s.a.v)'in huzurunda biraraya geldiler. Resûlullah (s.a.v) onlarla Dûmetü'l Cendel, Tebük, Eyle ve Teyma üzerine bir hüküm verdi. Onlara birde yazılı vesika verdi. Sonra da Medine'ye dönmek için hareket etti.[628]

Sonra Urve b. Zübeyr bu bölümde münafıklardan bir kısmının oy­nadıkları rolü, Resûlullah'a eziyet etmeye kalkıştıklarını ve Allah'ın bu durumdan Peygamberini haberdar ettiğini bahsedip, münafıkların Mescid-i Zırâr'ı nasıl bina ettiklerini bahseder.[629]

İbni İshâk, Amr b. Avf oğularmdan sika birinden şunları rivayet eder:

-Resûlullah (s.a.v) Tebûk seferine giderken, Medine ile arası, gün­düz yolculuğuyla birkaç saatlik bir mesafede olan Zû Evân'a gelip ko­naklamıştı. Daha önce Mescid-i Zırar'ın cemaati, kendisine gelip: "biz hastalar, ihtiyaçlılar ve yağmurlu gecelerde gidemeyecekler için ma­hallemizde bir mescid inşa ettik. İstiyoruz ki, sen gelip orada bizim hatırımıza bir namaz kılasın" ricasında bulunmuşlardı. Nebi (s.a.v) de;

"Şimdi ben tam yolculuk halindeyim. Dönecek olursak inşallah size geleceğim" buyurmuştu. Zû Evân'da konakladığında gökten ken-disine-bunların münafıklığı hakkında- haber gelmiş, O da, Mâlik b. Ed-Duhşem ile Ma'n b. Adiy'i çağırtıp:

"Şu cemaati zalim olan mescide gidin, yıkın ve yakın" buyurdu. Onlar da sür'atle oraya varıp bu mescide girdiler. Münafıklar orada idi­ler. Orayı ateşe verip yıktılar. Münafıklar da oradan dağıldılar. Bu Mescid hakkında Kurân'da inen ayetler oldu.[630]

Ebû'l Esbağ Abdulaziz b. Yahya el-Harrânî, Muhammed b. Seleme-İbni İshâk-A'meş-Amr b. Mürra-Ebû'l Buhterî isnadıyla Huzeyfe (r.a.)'dan şöyle dediğini anlatır:

- Ben Resûlullah (s.a.v)'in devesinin yularını aldım ve deveyi çeki­yordum, Ammar da arkadan sürüyordu. (Veya Ammar çekiyordu ben sürüyordum) Dağ geçidine vardığımızda, ne göreyim tam on iki tane süvari orada Nebi (s.a.v)'in yolunu kesmiş durumdalar. Ben hemen Resûlullah'ı uyardım, Efendimiz de onlara bağırınca dönüp gittiler. Resûlullah (s.a.v) bize:

"Siz bu topluluğu tanıdınız mı?" buyurdu. "Hayır!" dedik onların yüzleri kapalıydı. Efendimiz (s.a.v):

"İşte bunlar Kıyamete kadar münafık kalacak olanlardır. A-kabe'de beni düşürmek için izdiham yaptılar." buyurdu. Biz de, "Yâ Resûlallah! Onların kabilelerine haber salsan da her kabile kendi adamlarının kafasını sana getirseler olmaz mı?" dedik. Nebi (s.a.v) de:

"Arabların, Muhammed kendi kavminin adamlarının katilidir, diye konuşmaları hoşuma gitmez." buyurdu. Allah (c.c.) daha sonra Peygamberini onlara üstün getirince, onlara saldırıp kahremişti. Daha sonra Nebi (s.a.v): "Yarab onları Dübeyle'ye at!" diye beddua etti. Biz, "Yâ Resûlallah! Dübeyle de nedir?" diye sorunca Efendimiz

(s.a.v): "Dübeyle ateşten bir şule olup, onların kalplerindeki aort damarına isabet edip onları helak eder" buyurdu.[631]

Katâde, Ebû Nadra yoluyla Kays b. Abbâd'dan naklettiği bir hadiste Huzeyfe (r.a.)'ın Ammar b. Yâsir (r.a.)'a Peygmber (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Ashabım arasında on iki tane münafık vardır. Bunlardan se­kizi varki, deve iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremeyecek­lerdir."[632] Hadisi Müslîm rivayet ediyor.

Abdullah b. Salih el-Mısrî, Muâviye b. Salih-Ali b. Ebî Talha yo­luyla İbni Abbas (r.a.)tan:

Mescid-i dırârı meydana getirenler..." ayeti hakkında şöyle dediğini anlatır:

-  Bir takım insanlar, kendilerine ait bir mescid yaptılar. Münafık Ebû Âmir onlara: "Siz kendi mescidinizi yapın ve gücünüzün sonuna kadar göç ve silah yardımı yapın. Zira ben şimdi Kayser'e gidip bir Rum ordusu getireceğim. Muhammed ve arkadaşlarını buradan çıka­racağım" demişti. Mescidi yapıp bitirdikleri zamanı Peygamber'e gel­diler ve: "Senin o mescitte namaz kılmanı istiyoruz" dediler. Bunun üzerine: " Sen orada asla namaz kılma" ayeti indirildi.

Sûfyan b. Uyeyne, Zûhrî aracılığıyla Sâib b. Yezîd'den şöyle nakle­diyor:

-  Ben, Resûlullah (s.a.v)'in Tebük seferinden dönüşünü hatırlıyo­rum. Küçük çocuklarla beraber Peygamberi karşılamak için Veda te-peşine kadar gitmiştik. Haberi Buharî nakleder.[633]

Birçok kişi de Humeyd et-Tavil yoluyla Enes (r.a.)'tan naklediyor: Efendimiz(s.a.v) Tebûk seferinden dönerken Medine'ye yaklaştığında:

"Me­dine'de kesinlikle öyle insanlar kaldı ki, sîzin gittiğiniz heryerde, kat ettiğiniz her vadide, sizinle -sevabca- beraber olmuşlardır" buyurdu. Ashab: "Ya Resûlullah! Onlar Medine'de (kalıp gelmeyen) kimseler mi?" dedi. Nebi (s.a.v) de: "Evet, onları mazeretleri yoldan alıkoymuştu" buyurdu. Hadisi Buharı rivayet ediyor.[634]

 

Tebuk Seferine Katılamayanlar

 

Şuayb b. Hamz, Zührî'den naklediyor: Bana Saîd b.el-Müseyyeb haber verdi ki: Yahudi Kureyza oğulları, Ebû Lübâbe ile sulh anlaş­maları yapmış bir toplumdu. Efendimiz onları kuşattığında Yahudiler ona geldiler, O da onları Resûlullah'ın vereceği hükme razı olmalarına uğraşıyordu. Onlar: "Yâ Ebû Lübâbe! Sen bize kalemizden inip onlara teslim olmamızı önerir misin?" diye sorunca o, eliyle boğazına işaret ederek, "bunun kesilip öldürülme" demek olduğunu söyledi. Bu du­rumdan Resûlullah(s.a.v) haberdar edildi. O da ona, "beni niye kor­kutuyorsun?" deyince Nebi (s.a.v):

"Sen elinle boğazını onlara kesilme işareti olarak gösterirken, Allah'ın senin elinden gafil olduğunu mu sandın.?" buyurdu. Ebû Lübâbe bir müddet orada durdu, Resûlullah (s.a.v) onu azarlamaya de­vam etti.

Sonra Resûlullah (s.a.v) Tebüğe sefere çıktı. Ebû Lübâbe de oraya gelmeyen kaçaklar arasında idi. Resûlullah (s.a.v) Tebük'ten gelince Ebû Lübâbe Ona geldi ve selam verdi. Resûlullah (s.a.v) ise ondan yüz çevirdi. Ebu Lübâbe müthiş bir paniğe kapıldı. Hemen mescide varıp, kendini Ümmü Seleme (r.a.)'mn hücresi yanındaki (daha sonra) tevbe direği -diye anılan direğe- kendini bağladı.

Şiddetli bir sıcakta, yedi gündüz yedi gece hiçbir şey yemeden, bir damla daha su içmeden bağlı kaldı. "Ya ölüp dünyadan ayrılana kadar burası benim yerim olacak veya Allah tevbemi kabul edecek" diyordu. Bu hal devam ederken artık bitkinlikten sesleri işitmeyecek hale geldi. Resûlullah, sabah akşam -geçerken- ona bakıyordu. Sonra Allah tevbesini kabul etti. Ona: "Allah artık tevbeni kabu! etti!..." diye ünlediler. Resûlullah bağından onu kurtarmak için birini yolladı. Lâkin o, Peygamberden başka birinin kendini ipten kurtarmasını reddetti. Biz­zat Nebi (s.a.v) kendi ona geldi ve elleriyle ipini çözdü.

Ebû Lübâbe ayıldığı zaman: "Yâ Resûlallah! Ben bu günahı işledi­ğim yerden, kavmimin yurdundan göçüp sana intikal ederek, senin ya­nında oturmak istiyorum. Hem Allah ve Resulü yolunda malımı sa­daka vererek ondan da kurtulmak istiyorum!" deyince Nebi (s.a.v):  Sana malının üçte birini vermen kâfidir." buyurdu.

Ebû Lübâbe yurdunu terkedip malının üçte birini sadaka olarak da­ğıttı. Sonra tevbe etti. Artık Dünyadan ayrılana kadar İslâm hususunda ondan sadece hayırlı şeyler görüldü. Bu Mürsel bir haberdir.[635]

Verkâ', İbnü Ebî Necih yoluyla Mücâhit'den:

Günahlarını itiraf ettiler" Tevbe 102 ayeti hakkında;

"O, itirafçı Ebû Lübâbe'dir. O vakit Kureyza Yahudilerine di­yeceğini deyip Boğazına işaret ederek: "Eğer onun hükmüyle ka­leden inerseniz, Muhammed sizi kesecektir" demişti." dediğini nakleder. Muhammed b. İshâk, "Onun kendini direğe bağlaması o za­man olmuştu" der. Belki de bu bağlaması iki defa gerçekleşmiştir.[636]

Abdullah b. Salih derki: Bize Muaviye b. Salih, Ali b. EM Talha'dan İbni Abbas (r.a.)'ın: diğerleri günahlarını itiraf ettiler." ayeti hakkında şöyle dediğini anlatır:

-Nebi (s.a.v)'den geri kalıp Tebuk'e gelmeyenler on kişilik bir gu­rup idi. Resûlullah (s.a.v)'in dönüşü gerçekleşmeye başlayınca, onların yedisi kendisini gidip mescidin direğine bağladı. Bağlandıkları direk Peygamberin-evine-geçtiği yerdeydi. Onları görünce, "bunlar kim?" buyurdu. Ashab: "Bu Ebû Lübâbe, diğerleri de onun arkadaşları se­ninle yola çıkamayanlar. Yâ Resûlallah! Sen onların özürlerini kabul edip serbest bırakmcaya kadar böyle kalacaklar" dediler. Resûlullah (s.a.v) de:

"Ben Allah'a yemin ederim ki, onları ne salıverir ne de özürle­rini kabul ederim. Ancak Allah onları af edip bırakırsa ne âlâ. Onlar benden yüz çevirip Müslümanlarla beraber savaşa gitmek­ten kaçındılar." buyurdu. Peygamberin bu sözü onlara ulaşınca; "Al­lah bizi bırakmadıkça biz de kendimizin bağını çözdürüp serbest kal­mayacağız" diye yemin ettiler. Bunun üzerine Allah (c.c.) Tevbe 102. ayeti olan:

"(Medine halkından bir) diğerleri günahlarını itiraf ettiler, salih amellerine diğer kötü şeyi karıştırdılar, ola ki, Allah tevbelerini kabul eder." âyetini indirdi. Ayetteki "Asâ, ola ki" kelimesi Allah tarafından kullanılınca vacib manasına gelip "O kesinlikle tevbeleri kabul edip, çok merhamet edendir" anlamına gelir.[637]

Bu ayet inince Nebi (s.a.v.) onlara adam yollayıp serbest bırakarak özürlerini kabul etti. Mallarını Allah için sarf ettikleri hakkında da:

"Onların mallarından, onları temizleyen ve tezkiye eden bir sadaka al ve onlara dua et. Zira senin duan onlara sekînettir" aye­ti indi.[638]

Atıyye el-Avfî'de bu haberi bu mana ile İbni Abbas (r.a.)'tan rivayet eder.[639]

 

Ka'b Bin Mâlik'in Kıssası

 

Ukayl, İbni Şihalp-ı Zührî'nin Abdurrahman b. Abdullah b. Kâ'b b. Mâlik'ten nakline göre, babası Abdullah b. Ka'b şöyle demiş: Babam Ka'b' Peygamberden geri kalıp Tebüğe gitmediği zamanki hadisesini şöyle anlatırken duydum:

- Ben Tebûk gazvesi dışında Peygamberin yapmış olduğu hiçbir gazada Resûlullah'tan geri kalmış değildim. Ancak ben Bedir savaşına da katılmamıştım. Allah (c.c.) Bedire katılmayan kimseleri hiç ayıp­lamamıştı. Zira Resûlullah Bedire harb için değil, Kureyş kervanını yakalamak için gitmiş Allah (c.c.)'de onlarla düşmanlarını hiçbir ran­devu olmadan karşılaştırmıştı. Ben, Resûlullah (s.a.v) ile Akabe gece­sinde (biatta) bulunmuştum. Her ne kadar Bedir, insanlara göre Akabe Biatı'ndan daha meşhur ise de bana göre Bedir'de bulunmak Akabe'de biatta bulunmaktan daha üstün değildi.

-Tebûk seferinde benim Peygamberden geri kalma hadisem şudur: Ben, bu yolculuğa çıkılırken geri kaldığım zaman, ne kuvvetim ne de imkânım vardıki vaziyetim böyleydi. Vallahi bu seferden daha önce hiçbir zaman iki tane binek devem olmamış idi, ama bu seferde iki de­vem vardı.

-Resûlullah (s.a.v) bir sefere çıkarken, gittiği yeri, başka bir yere gidecekmiş gibi yaparak gizlerdi. Bu kere, çok sıcak bir mevsimde bu sefer için yola çıkıp, uzak ve ıssız bir yolu, çok kalabalık bir düşmanı göğüslemek gelip çatınca, sefer ihtiyaçlarını hazırlayabilmelerini sağ­lamak için Nebi (s.a.v) Müslümanlara vaziyeti açık açık bildirdi. Git­mek istediği yönü açıkladı. Resûlullah (s.a.v)'Ie beraber yola çıkan Müslümanların sayısı bir divan kâtibinin kitabına sığmayacak kadar çoktu. Kâ'b (r.a.) devamla der ki:

(Adam çokluğundan dolayı) ortalıktan kaybolmak isteyen bir kim­se, kendi hakkında vahiy gelmedikçe bu iş gizli kalacak sanardı. Resûlullah (s.a.v) bu yolculuğa meyvelerin olgunlaştığı, gölgenin gü­zelleştiği bir mevsimde sefer yapıyordu. Bende bu yolculuğa çıkmak istiyordum. Resûlullah (s.a.v) ve Müslümanlar yol hazırlığına başladı. Bende onlarla beraber hazırlanayım diye erkenden gidiyordum, ama hiçbir şey yapmadan geri dönüyor ve kendi kendime; "İstediğim her zaman hazırlanacak gücüm var."diyordum. Benim halim böyle sürüp giderken insanlar ciddi biçimde hazırlığa girmişlerdi.

-Resûlullah (s.a.v) bir sabah erkenden yola çıktı. Müslümanlarda onunla beraberdi. Ben ise hazırlığımdan henüz hiçbirşey yapamamış idim. "Resûlullah (s.a.v)'den bir iki gün sonra yola çıksam bile yolda ona ulaşırım" diyordum. Onlar yola çıktıktan sonra yine hazırlanayım diye çarşıya çıktımsa da hiçbirşey yapmadan geri döndüm. Ertesi gün bir daha gidip yine hiçbirşey yapamadan geri döndüm. Ben mütemadi­yen böyle gidip boş geri gelirken, gaziler hızla geçip gitmişlerdi. He­men yola çıkıp onlara yetişeyim diye içimden geçirdimse de -keşke böyle yapaydım- bu da benim için mukadder olmadı.

-İnsanların arasına çıktığımda; nifakla itham edilmiş ya da takati kesiklerden, Allah'ın gitmeme mazeretini kabul ettiği kimselerden başka Medine'de kalan birini görememek beni çok üzüyordu. Resûlullah (s.a.v) Tebûk şehrine varana kadar beni anmamış, orada in­sanların içinde otururken, "Kâb bin Mâlik ne yaptı?" diye sormuş. Se­leme oğullarından adamın biri: "Yâ Resûlallah! Onu -süslü-elbiseleri ile omuzlarına -kendini beğenerek- bakması yoldan alakoydu." demiş. Bunu duyan Muaz b. Cebel de: "sen ne kötü bir karar verdin! Vallahi Yâ Resûlallah biz Kâ'b hakkında hayırdan başka birşey bilmiyoruz" demiş.

Resûlullah (s.a.v)'in Tebükten geri gelmekte olduğu haberi bana ulaşınca tasam başımda toplandı. Söyleyecek yalan şeyler hazırlamaya başladım ve "Yarın Peygamerin öfkesinden ne ile kurtulabilirim? diye düşünüp ailemden, akıllı olanların görüşlerinden faydalanmalıyım" dedim. "Resûlullah (s.a.v) Medine'ye ayak basmak üzeredir" denilince bendeki batıl düşünceler dağılıp gitti ve anladım ki, ben bu öfkeden, içinde yalan bulunan bir şeyle asla kurtulamam. O vakit ona doğruyu söylemeye karar verdim.

-Resûlullah (s.a.v) bir sabah Medine'ye teşrif etti. Peygamber E-fendimiz, ne zaman bir seferden dönse işe önce mescidden başlar, ora­da iki rekat namaz kılıp, sonra insanları dinlemek üzere otururdu. Bu kere de böyle yapınca, sefer kaçağı kimseler gelip ona mazeret bil­dirmeye ve yemin etmeye başladılar. Bunlar seksen kişi kadardı. Resûlullah onların bu dış mazeretlerini kabul edip Matlarını aldı. On­lar için istiğfar ediverip içlerinde sakladıklarını da Allah'a havale etti.

-Bende Efendimize gelip selam verdim. Bana öfkelenilen kimseye yapılan tebessüm ile gülümsedi, sonra da; "Gel!" buyurdu. Yürüyüp yanına geldim ve Önüne oturdum. Bana: Seni yoldan alıkoyan ne idi? Sen-biat suretiyle-sırtını satmamışım idin?" buyurdu. Ben: "Tabi Yâ Resuullah! Ben Vallahi senden başka, bir dünya ehlinin hu­zurunda otursaydım, onun öfkesinden bir özürle kurtulacağım kanaatindeyim. Zira ben mücadele (bilgisi ve dili) verilmiş biriyim. Lakin, Vallahi kesinlikle bilirim ki, bugün sana yalan bir sözü mazeret diye söylesem de, sen onunla benden razı olsan bile çok geçmeden Allah bana öfkelenir (bir rivayette seni bana öfkelendirir). Eğer sana doğruyu söyleyip de, sen o doğruda benim aleyhime olacak birşey bulacak ol­san bile ben, Allah'ın beni af edeceğini umarım. Vallahi benim hiçbir mazeretim yoktu. Vallahi senden geri kaldığım zamanki kadar, daha önce ne gücüm ne de zenginliğim vardı." dedim. -Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v)

"Buna gelince, kesinlikle doğru söyledi. Haydi kalk git de Al­lah'ın senin hakkında vereceği hükmü bekle" buyurdu. Seleme oğullarndan bir takım adamlar sıçrayıp peşine takıldılar ve: "Vallahi olmaz! Bundan önce senin işlediğin bir günah görmedik. Sen, şu se­fere gidemeyeceklerin mazreti gibi bir mazeretini Peygamber'e arz etmekte aciz mi oldun. Peygamberin senin için yapıvereceği bir istiğ­far, senin günahını karşılamaya kâfi idi." demeye başladılar. Vallahi onlar bana böyle sözlerle sitem etmeye öyle devam ettiler ki, dönüp kendi sözlerimi yalanlamak bile istedim. Sonra onlara, "bu konuda be­nimle beraber bu hale düşen oldumu? "dedim. Onlarda:

-İki kişi, senin dediğin gibi söylediler, onlara da sana verilen karar gibi söylendi dediler. Ben:

- Onlar kimler? deyince, onlarda:

- Nürara b. Er-Rabî1 el-Amrî ile Hilal b. Ümeyye El-Vakıfî'dir, di­yerek, Bedir harbine katılmış iki salih insanı bana bildirdiler. O ikisi tam örnek insanlardı. Onların adını söylediklerinde ben de geri dön­mekten vazgeçip yoluma devam ettim.

Resul Ekrem (s.a.v)-daha sonra- kendisinden geri kalanlar arasın­dan sadece bu üçü olan bizimle konuşmaktan insanları men etti. Bu­nun üzerine insanlar bizden sakınıp bize karşı tavırlarını değiştirir ol­dular. Bu şekilde elli gün durduk. İki arkadaşım ise çekilip evlerinde

ağlayarak oturmaya başladılar. Ben üçünün en genç ve en sağlam ola­nıydım. Evimden çıkıp Müslümanlarla beraber namaza geliyorum, çarşıda dolaşıyorum ama benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra Resûlullah (s.a.v)'in meclisine selam veriyor ve kendi kendime, "acaba selamı almak için dudaklarını kıpırdattı mı, kıpırdatmadı mı?" diyorum, sonra namaza durup gizlice ona bakardım. Namaz için kal­kıp yöneldiğimde bana baktı. Ben ondan tarafa dönünce yüzünü ben­den çevirdi.

Artık Müslümanların bana karşı uyguladığı bu cefa uzayıp gidince, bende gidip Ebû Katade'nin duvarından atladım. O benim amca oğ­lum olup benim insanlar arasında en sevdiğim kişiydi. Ona selam ver­dim, Vallahi selamımı almadı. Ben, "Yâ Ebû Katâde! Sana soruyorum Allah aşkına sen benim Allah'ı ve Peygamberini sevdiğimi bilmiyor musun?" dedim. Sustu. Ben sözümü tekrar ederek ant verdim, yine ce­vap vermedi. Sözümü üçünü defa tekrar edip ant verdim, bu kere, "Al­lah ve Resulü bilir!" dedi. Gözlerimden yaşlar boşandı, geriye dönüp duvardan atlayıp gittim.

Kâ'b der ki: Medine çarşısında gezindiğim bir sırada, Medine'ye yiyecek şeyler getirip satan Şam nebti (milleti)lerinden bir nebtî, "Ba­na Ka'b b. Mâlik'i kim gösterecek?" diye sesleniyordu, insanlar bana işaret etmeye başladı. O da bana gelip Gassân kiralından getirdiği bir mektubu verdi. Ben okuyup yazma bilen biri idim. Mektuba bakınca şunların yazılı olduğunu gördüm:

- "Emma Ba'dü: Senin Peygamberinin sana cefa ettiği haberi bana ulaşmış bulunuyor. Allah seni horlanıp zayi olacağın bir yerde yarat­mamıştır. Bize katıl sana layıkıyla muamele ederiz" kendi kendime, buda başka bir bela, deyip yanan tandıra varıp mektubu orada yaktım. Bu elli günlük ızdırabın kırkıncı günü dolunca bir de Nebi (s.a.v) E-fendimizin elçisi bana geldi ve; "Resûlullah (s.a.v) sana ailenden uzak durmanı emrediyor" dedi. "Onu boşayacak mıyım yoksa ne yapa­cağım?" dedim. O da, "Hayır boşamıyacaksın sadece ondan uzak du-

rup ona yaklaşmıyacaksın?" dedi. Meğer aynı haberi iki arkadaşıma da yollamış. Ben eşime: "Allah bu konuda bir hüküm bildirene kadar haydi sen ailene git ve onlarda kal!" dedim.

Hilal b. Ümeyye'nin eşi Peygamber'e gelmiş ve, "Yâ Resûlallah! Hilal, hizmetçisi bulunmayan yaşlı, takadi tükenmiş biridir. Benim ona hizmet etmemi istemez misin?" demiş. Nebi (s.a.v) de: "Hayır, Ona hizmet edebilirsin, ama o sana yaklaşmıyacak" buyuranca kadın: "Vallahi Yâ Resûlallah, onun hiçbir şeye hareketi yok. Vallahi bu iş basma geldiğinden bu güne kadar o durmadan ağlıyor." dedi.

Kâ'b der ki: Ailemden biri bana, "Sende hanımının hizmeti için Peygamberden izin alsan" dedi. Ben, "Vallahi olmaz, ben bu genç ha­limde bu konuda Ondan izin isteyecek olsam, bana Resûlullah (s.a.v) ne der" dedim. Bundan sonra on gün daha böyle kaldım. Böylece biz elli günü tamamlamış olduk.

-Bu ellinci günün sabah namazını kıldım, ben o sıra bizim evin du­varlarından birinin üzerinde idim. İşte ben, Allah'ın bizden (Tevbe Sû-resi'nde) bahsettiği tarz ile, kendi kendime -olanca genişliğine rağmen-yeryüzü bana daralmış bir halde otururken, Sela' dağı tepesinden biri­sinin olanca sesiyle: "Yâ Ka'b b. Mâlik, müjdeee!..." diye bağırdığını duydum. Hemen secdeye kapanmışım.

Artık kurtuluşun geldiğini anlamıştım. Resûlullah (s.a.v) sabah na­mazını kılınca, Allah'ın bizim tevbemizi kabul ettiğini ilan etmiş, in­sanlarda bizi müjdelemeye çıkmış ve arkadaşlarımdan tarafa bir kısmı müjdelemeye gitmiş. Biri de bana doğru atı ile gelmiş. Eşlem kabile­sinden birisi de koşa koşa Sel'a dağının tepesine çıkmıştı.

Tabi ses bana attan daha çabuk ulaşmıştı. Sesini duyduğum kimse bana müjdeyi vermek için geldiğinde, onun müjdesine karşılık olarak elbiselerimi çıkarıp ona giydirdim. Vallahi o gün bu elbiselerden baş­ka elbisem yoktu. İki elbise-alt üst-ödünç alıp onları giydim ve Resûlullah (s.a.v)'in yanına hareket ettim. İnsanlar gurup gurup beni

karşılayıp, tevbemin kabulünü tebrik ediyor ve "Allah'ın tevbeni kabul edişi sana hayırlı olsun!" diyorlardı.

Sonunda Mescid'e girdim. Etrafı insanlarla çevrili olarak Resûlullah (s.a.v) oturuyordu. Talha bin Ubeydullah kalkıp bana doğru koşar adımlarla gelip elimi tokaladı ve tebrik etti. Vallahi bana Muha­cirler arasında Talha'dan başka ayağa kalkan olmamıştı. Ben Talha'nın o davranışını asla unutamam. Resulü Ekrem (s.a.v) yüzleri sevinçle parlayarak:

"Annenin seni doğurduğu günden beri geçirdiğin bu en hayırlı gün'ün sana müjde olsun" buyurdu. Ben de, "Yâ Resûlallah! Bu af sizin katınızdan mı, yoksa Allah tarafından mı?" diye sorunca Efendi­miz (s.a.v) :

"Hayır, benden değil, Allah katındandır" buyurdu.

Resûlullah (s.a.v) herhangi bir müjde ile müjdelenince yüzü sanki bir ay parçası gibi parlamaya başlar, bizde bir müjde olduğunu yüzün­den anlardık. Huzurunda oturduğum zaman, "Yâ Resûlallah! Allah'a ve Resulüne -bu belâdan kurtuluşumun bir -sadakası olarak malımdan-mülkümden-dağıtarak sıyrılıp kurtulmamın- sadakam olsun (diye dü­şünüyorum)" dedim. Bana:

"Malının bir kısmını alakoy, bu senin için daha hayırlı olur."

buyurdu.   Bende,   "Kendim   için   Hayber   ganimetinden   verilen Hayberdeki araziyi alakoyayım dedikten (sonra) tekrar:

- Yâ Resûlallah! Allah beni -bu beladan- sadece doğruluk sebebiyle kurtardı. Hayatta kaldıkça doğru sözden başka söz kullanmamak be­nîm tevbemin gereklerinden biri olacaktır." dedim. Vallahi, Müslü­manlardan Allah'ın kendisini "doğru söz" hususunda imtihan ettiği Müslümanlardan benim imtihanımdan daha güzel netice alan hiçbir kimse tanımadım. Resûlullah (s.a.v.) Efendimize bu sözümü arzettikten sonra -bu günüme kadar- asla yalan söylemeye yeltenme-

dim. Hayatımın geri kaİan kısmında da Allah'ımın beni koruyacağını ümid ediyorum.

Allah (c.c.) -bu bizim meselemizde- Peygamberine:

"Allah (c.c.) Nebisi-Muhacirler ve Ensar üzerine tevbe etmele­rini nasib etti" ayetini ta, "ü^l-ai! £* IjjjSj ve sadıklarla beraber olsun" kısmına kadar indirdi.

-Vallahi, bana göre, beni İslâm'a ulaştırma hidayeti dışında, Allah'ın bana verdiği nimetler arasında hiçbir nimet, o gün Resûlullah'a doğru­yu söyleyip, onu aldatmaya kalkmamam ve bu yüzden, "ona yalan söy­leyenlerin helak olduğu gibi" helak olmamamdan daha büyük değildir. Çünkü Allah (c.c.) Vahiy inerken Peygamberce yalan söyleyenler hak­kında, bir insana söylenilecek en kötü sözleri söyleyerek:

"Onlara vardığınız zaman, onları bırakıp gidesiniz diye size Al­lah adına yemin edeceklerdir. Artık siz onlardan yüz çevirip gi­din. Zira onlar pisliktir. Sığınakları da, kendi elleriyle kazandık­larına karşılık olarak, Cehennemdir. Kendilerinden razı olasınız diye size yemin ederler. Eğer siz onlardan razı olacaksanız, kesin­likle Allah (c.c.) fasık topluluktan razı olmayacaktır. (Tevbe in­il 9) buyurdu.

Kâ'b der ki: Biz, şu üç kişi var ya, işte bizim tevbemizin kabulü şu özürlerini beyanla yemin edenlerin tevbelerini Resûlullah'ın kabul et­tiği kimselerinkinin -kabul- zamanından geri bırakılmıştı. Resûlullah (s.a.v) bizim işimizi, Allah bu konuda hükmünü bildirinceye kadar te­hir etmişti. Bu mevzuda Allah (c.c):

Ve şu tevbeleri geri biraktinlanlar..." diye buyurdu. Allah'ın burada bahsettiği, bizim Tebük seferinden geri kal­mamız değil, ancak Onun bizi, tevbenin kabulünde, Peygamber'e gelip diğer harp kaçakları ile mazeret bildirenlerin, Peygamberin de onların mazeretini kabul etmesinden daha sonraya bırakmasıdır.

Bu hadis, Buharî ve Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri bir haber­dir.[640]

 

Münafık Abdullah Bin Übeyy'in Ölümü

 

Yunus b. Bükeyr, İbni İshâktan naklediyor: Bana Zührî, Urve'den Üsâme b. Zeyd (r.a.)'ın şöyle dediğini haber verdi:

-Ölümü ile sonuçlanan hastalığında, Resûlullah (s.a.v.) Abdullah b. Übey'in yanına hasta ziyaretine gitmişti. Onun öleceğini anlayınca Resûlullah (s.a.v):

"Vallahi ben seni kesinlikle Yahudi sevgisinden men ederim1'

buyurdu. O da: "Onları Es'ad b. Zûrâra kızdırmıştı başka ne eline geç­ti?" dedi.[641]

Vakîdi anlatıyor: Abdullah b. Übey b. Selûl Şevval ayı sonlarında hastalanıp Zilka'de ayı içinde vefat etti. Hastalığı yirmi gün sürdü. Resûlullah bu süre içinde onu ziyarete geliyordu. Vefat ettiği gün Resûlullah (s.a.v) yanma girdiğinde o artık canını -azraile- bağışlı­yordu. Nebi (s.a.v) ona:

"Ben seni Yahudi sevgisinden men etmiş idim." Buyurdu. İbni Übey de, "Es'ad onları kızdırdı da ne faydası oldu?" dedi. Sonra da, "Yâ Resûlallah! Şu an itâb etme zamanı değil, bu an ölüm anıdır. Eğer ölecek olursam cenazemin yıkanışında sen bulun ve gömleğini ver de onunla kefenleneyim, hem cenaze namazı mı sen kıldır ve benim için istiğfar ediver" dedi.[642]

Bu hadis Mu'dal ve Vahi bir hadistir. Vakîdi buna bir isnad bul-saydi bile hiçbir işe yaramazdı. Birde hiçbir senedi olmadan nasıl olur!

Sûfyan b. Uyeyne, Amr aracılığıyla, Cabir (r.a.)'dan şöyle dediğini rivayet eder:

-Resûlullah (s.a.v), defnedildikten sonra Abdullah b. Übey'in kab­rine geldi ve çıkarılmasını emretti. Cenaze çıkartılıp dizlerine veya baldırları üzerine konuldu. Onun üzerine tükrüğünü üfleyip ona göm­leğini giydirdi. Doğrusunu Allah bilir, Hadisi Buharî ve Müslim riva­yet ediyor.[643]

Ebû Üsâme ve diğerleri anlatıyor: Bize Ubeydullah b. Ömer. Nafı aracılığıyla Abdullah b. Ömer (r.a)'ın şöyle dediğini anlattı:

-Abdullah b. Übey öldüğü zaman oğlu Abdullah b. Abdillah b. Übey Peygamberimize geldi ve ondan babasını kefenlemek için göm­leğini istedi. Resûlullah (s.a.v) de verdi. Sonra da cenaze namazını kıldırmasını istedi. Resûlullah (s.a.v) de gidip namazını kıldırmak için kalktı. Ömer (r.a) da ayağa kalkıp, "Ya Resûlallah! Allah ondan seni men etmişken, bu adamın cenaze namazını mı kıldıracaksın?" diye sordu. Efendimiz de:

-Rabbim beni bu konuda muhayyer bırakıp "Onlara ister istiğ­far ediver, ister istiğfar ediverme! Onlara yetmiş kere istiğfar ediversen bile Allah kesinlikle onları af etmeyecektir." buyurdu. Ben de bu istiğfarı yetmişin üzerine çıkaracağım" buyurdu. Bunun üzerine Ömer (r.a): "ama o bir münafıktır" dedi. İbni Ömer (r.a) devamla der­ki: Resûlullah (s.a.v) -buna rağmen- onun cenaze namazını kıldırdı. Bunun üzerine Allah (c.c), Tevbe sûresi 84 ayeti olan:

"O münafıklardan ölen hiçbirinin cenaze namazını ebediyyen kılma ve kabirleri başında da durma. Zira onlar Allah ve Rasûlüne küfretmişlerdir" ayetini indirdi.

Hadisi Buharî ve Müslim rivayet ediyor.[644]

 

Dokuzuncu Yıldaki Bazı Olaylar

 

Bu dokuzuncu yıl içinde Urve b. Mes'ûd es-Sakafî şehid edildi. Urve, arab dâhilerinden ve zekîlerinden, şerefli ve ayandan biri olma, kendi kavmini İslâm'a davet ettiği için onu öldürdüler. Onun hakkında Peygamber (s.a.v)'in:

"Onun ölümü de tıpkı kavmini Allah'a da'vet ederken öldürü­len Yasin süresindeki (Habîb-i Necâr adlı) zatın kine benziyor" buyurduğu rivayet olunur.[645]

Resûlullah (s.a.v) Efendimizin kızı ve Hz. Osman (r.a)'m kansı Ümmü Gülsüm (r.a) da bu yıl içinde vefat etti.[646]

Yine bu yıl Zü'1-Bicâdeyn (lakabı ile anılan) Abdullah (r.a) bu yol­culukta vefat etmiş ve cenazesi Tebük şehrine defnedildi. Namazını bizzat Nebi (s.a.v) kıldırıp ona övgüde bulundu, kabrine inip onu ken­di elleriyle lahdine yatırdı ve:

"Allah'ım! Ben ondan razı oldum, sende razı ol!" buyurdu.[647] Muhammed b. İshâk der ki: Bana Muhammed b. İbrâhîm anlattı ki; Abdullah Zü'l Bicâdeyn, Müzeyne kabilesinden olup yetim olduğun­dan amcasının himayesinde idi. Amcası ona çok iyi davranıyordu. Ab­dullah'ın Müslüman olduğu amcasına ulaşınca, "Eğer sen Müslüman olacak olursan bu güne kadar sana verdiğim her şeyi elinden çekip geri alacağım" dedi. O da, "ben Müslüman oldum bile" dedi. O da verdiği her şeyi geri aldı, hatta sırtındaki elbiseyi bile soydu.

Abdullah annesine geldi. O da ona iki tane "Bîcad" denen kaba kumaş kesiverdi, bir kısmını rida (gömlek), diğerini de izar (pantolon) yerine kullandı. Sonra gelip Resûlullah'm kapısından hiç ayrılmadı, Kur'ân okurken, zikir yaparken sesini gürleştirirdi. Peygamberimizin hayatında vefat etmiştir.[648]

Bu yıl, Sakif kabilesinin hey'eti Taif ten sonra Peygamber (s.a.v)'e geldiler, Tebük seferinden sonra da Müslüman oldular. Resûlullah (s.a.v) onlara yazılı bir belge verdi.[649]

Bu yıl, Nebî (s.a.v)'in Tebük dönüşü, Sehl b. Beyzâ'nın kardeşi Sü­heyl b. Beyzâ vefat etti. Bu Beyzâ onların annesi olup ismi Da'd binti Cahdem idi. Babaları ise Vehb b. Rabî'a el-Fihrî idi. Süheyl (r.a)'m hem sahabeliği var, hemde rivayet ettiği hadis var. Bu hadis, Yahya b. Eyyûb el-Mısrî'nin İbnü'l Hâd -Muhammed b. İbrahim- Saîd b. es-Salt isnadıyla Süheyl b. Beyzâ (r.a)'ın Nebî (s.a.v)'den naklettiği:

"Kim Lâ ilahe illallah şahadetleriyle ölürse cennete girer" hadi­sidir.[650] Yahya b. Saîd el-Ensarîrninde Muhammed b. îbrâhimden böyle bir nakli vardır.

Aynı haber hakkında Dırâverdi, İbnü'l Had -Muhammed b. İbra­him- Saîd b. Es-Salt -isnadıyla Abdullah b. Üneys (r.a)'tan nakleder ki böyle olursa bu haber ancak muttasıl isnadh olabilir. Zira Saîd b. Es-Salt Tabiîn'in büyüklerinden biri olsa bile, Onun Süheyl b. Beyza'dan hadis işitmesi mümkün değildir. Hem Süheyl'i işitme imkanı olsaydı kesinlikle Peygamber (s.a.v)'i de dinlemiş olacağından sahabe olurdu. Lakin bu muttasıl senedden üstteki mürsel isnad daha meşhurdur. Sü­heyl b. Beyzâ (r.a) ise ilk îman eden Müslümanlardan olup Bedir ve diğer gazalara katıldı. Kardeşi Sehl (r.a) da böyle idi. O da Onun gibi. Nebî (s.a.v)'in sağlığında vefat etmiştir.[651]

Abdü'l Vehhâb b. Atâ, Humeyd et-Tavîl isnadıyla Enes (r.a)'ın "Ebû Ubeyde b. Cerrah, Übey b. Ka'b ve Süheyl b. Beyzâ, Ebû Talha'nın yanında idiler. Bende onlara şakilik yapıveriyordum. Öyle oldu ki şarab onları sarhoş edecek hale gelmişti." diyerek şarabın ha­ram edilme hadisesini baştan sona anlattığım nakletti.

İbnü Ebî Fudeyk, Dahhak b. Osman -Ebû'n-Nadr- Ebû Seleme is­nadıyla Hz. Âişe (r.a)'dan şöyle rivayet eder:

- Sa'd vefat ettiğinde Hz. Âişe, "O'nun na'şını Mescide getirinde ben de namazını kılayım!" dedi. Lakin ashab tarafından mescitte ce­naze kılma işi pek hoş karşılanmadı. Bunun üzerine Âişe (r.a): "Val­lahi Resûlullah (s.a.v), Beyza'nın çocuklarına, Süheyl ve Sehl'e mes­citte namazlarım kılmıştı" diye cevap verdi.[652]

Aynı hadisi Dahhak'tan başka birinin yaptığı isnadda, "Hz. Aışe'nin: "Ne çabukda unuttular. Resûlullah Süheyl b. Beyzâ'ya Mes­citte namaz kılmıştı" dedi.

Yine bu yıl, Zeyd b. Sa'ne (ve Sa'ye de denilen ama daha çok Sa'ne şeklinde nun ile kullanılan) Zeyd vefat etti. Kendisi Müslümanlığı se­çen Yahudî âlimlerinden biriydi. Hem ilmi hem de malı çok idi. İslâmî döneminde de iyi bir bilgin oldu. Velîd b. Müslim, Muhammed b. Hamza b. Yusuf b. Abdullah b. Selâm'ın babası Hamza vasıtasıyla de­desi Abdullah b. Selâm'ın şöyle dediğini rivayet eder:

-  Allah (c.c.) Zeyd b. Sa'ne'nin hidayete ermesini nıurad ettiğinde Zeyd: "Peygamberlik alameti olarak bildiğim herşeyi, yüzüne baktı­ğımda Muhammed'in yüzünde görüp tanıdım. Ancak iki şey var ki bunları onun yüzünden okuyup anlayamadım.  

1- Onun hilmi, cehlini geçmiş idi.

2- Cehaletteki şiddet onun sadece hilmini artırırdı." Ab­dullah b. Selâm hadisin tamamını nakletti. Hadis Taberanî'nin "Et-tıvalât"inda ve sonu şöyle geliyor: Zeyd, "Eşhedü ellâ ilahe illallah ve eşhedü  enne   Muhammeden  Abdühü  ve  Rasûlühü deyip,  Nebi (s.a.v)'e iman ederek tabi oldu ve onunla birlikte gazalara katıldı. Tebük gazvesinde geri kaçmadan, hep ileri hücum eder bir halde öl­dü.[653] Bu hadis ğarib, hem de ifrad hadisin gariblerinden biridir.

Ebû Ubeyd'e Ma'mer b. el-Müsennâ der ki:

- Bu yıl içinde İran'hlar kendi Kisraları olan Şehrabraz b. Şiraveyh'i öldürdüler ve yerine kızı Bûrân binti Kisrâ'yı kıraliçe yaptılar. Bu ha­ber Peygamber (s.a.v)'e ulaşınca şöyle buyurdu:

"İşlerine bir kadını veli yapan kavim asla kurtuluşa ermeye­cektir."[654]

Bu yıl ölenlerden biri de Abdullah b. Sa'd b. Süfyan el-Ensarî olup, Salim b. Avf oğullarmdandı Künyesi Ebû Saîd olup Uhut ve diğer ga­zalara katıldı. Nebi (s.a.v)'in Tebûk dönüşü vefat etti. Denildiğine göre Nebi (s.a.v) onu kendi gömleği ile kefenlemiş.

Yine bu yıl bu olaylar süresinde Zeyd b. Mühelhel bin Zeyd denen Ebû Miknet et-Taî lakablı Tay kabilesinin meşhur süvarisi de öldü. O da "Müellefe-i Kulûb"dan biriydi. Nebi (s.a.v) buna yüz tane deve ve­rip bir de arazi yazıvermişti. Kendine "Zeyd el-Hayl" Süvari Zeyd, de­nirdi. Resûrullah onu "Zeyd el-Hayr" diye adlandırdı. Sonra o kavmine geri döndü. Zeyd giderken Nebi (s.a.v):

ı'Zeyd Medine sıtmasından kendi kurtulabilirse........." buyurdu.

Zeyd, Necd diyarına varınca sıtmaya yakalanıp Öldü.

Yine bu sene, Ebû Bekr es-Sıddıyk Müslümanlara hac emin olarak görevlerini yaptırdı. Nebi (s.a.v) Onu Hac mevsiminde zilkade ayının sonlarına doğru Müslümanlara haclarını yaptırması için hac emiri ola­rak Mekke'ye yolladı. Onun yola çıkışım müteâkib de "Berâe" (Tevbe) sûresi nazil oldu. Bu yılın başlarında Nebî (s.a.v) ile müşrikler ara­sında daha önce varılan anlaşma bozuldu.[655]

İbni îshak der ki: Ali b. Ebî Talib'de Peygamber (s.a.v)'in El-Adbâ namlı devesine binip hac etmek üzere yola çıktı ve yolda Ebâ Bekr es-Sıddîyk'a yetişti. Ebû Bekir (r.a) onu görünce "Emir olarak mı gönde-rildin yoksa me'mur olarak mı?" dedi. Ali (r.a) da, "Emir değil aksine, me'mûr olarak" dedi. Sonra beraberce yola devam ettiler. Ebû Bekir insanlara haccı yaptırdı. Kurban bayramı birinci günü olunca, Şeytan taşlanan yerde Ali (r.a) ayağa kalkıp Resûlullah'ın emrettiği şeyleri ilan etti ve:

"Ey insanlar! Cennete ancak ve ancak Müslüman kişi girecek­tir. Bu yıldan sonra müşrikler hac edemeyecekler. Beytullah çıp­lak tavaf edilemeyecek. Kimin Resûlullah katında bir anlaşma ve­sikası varsa süresi kadar geçerlidir.

Sonra Ali (r.a) bu ilanından başlamak üzere güvenle ülkelerine geri dönebilmek için dört ay izin verip, bu süre bitiminden sonra müşrik­lere uzatacak başka süre olmadığım bildirdi.[656]

Akıyl, Zührî'nin Humeyd b. Abdürrahman'dan Ebû Hureyre (r.a)'m şöyle dediğini anlatır:

-Ebû Bekir (r.a) beni bu hacda dellallarla beraber vazifelendirdi. Onları kurban kesimi günü Minada:

"Dikkat! Bu seneden sonra müşrikler hacca gelmeyecek ve Beytullah çıplak tavaf edilmeyecek" diye ilan etsinler diye vazife-lendirmişti.[657]

Ravî Humeyd b. Abdirrahman der ki: Sonra Peygamber (s.a.v), Ebû Bekr'in peşi sıra Ali b. Ebî Tâlib (r.a)'ı gönderip Ona "Berâe" sûresinin gelişini ilan etmesini emretti.

Ebû Hureyre devamla anlattı ki: Ali de bizimle beraber Mina'da bu­lunanlar arasında kurban günü "Berâe" süresindeki beratı;

"Bu yıldan sonra müşrikler hac edemeyecek, Beytullahı çıplak tavaf yapamayacak" diye ilan etti. Bu hadisi Buharî anlatır. Yine bu hadisi Buharî ve Müslim, Yunus hadisi olarak Zührî'den naklederler.[658]

Süfyan b. Hüseyn, el-Hakem - Miksem isnadıyla İbni Abbas (r.a) tan naklediyor: Resûlullah (s.a.v) önce Ebû Bekr'i sonra da Ali b. Ebî Talib'i yolladı. Süfyan, hadisi yukardaki gibi nakleder ki, bu rivayette, "Ali insanlara bunları ilan ediyordu. Sesi kısılınca Ebû Hureyre kalkıp bu îlana devam etti.[659]

Ebû İshâk es-Sübey'î Hemedan'lı biri olan Zeyd b. Yûsey'a'dan naklediyor: Biz Ali (r.a)'a; "Zilhicce ayında hangi vazife ile Mekke'ye gönderildin?" diye sorduk. O da şöyle anlattı:

-Ben dört şeyi ilan etmekle vazifelendirildim:

1- Cennete ancak mü'min kimse girebilecek.

2- Beytullah'ı çıplaklar tavaf edemeyecek.

3- Bu yıldan sonra mü'minlerle kafirler Mescid-i Haramda bir ara­ya gelemeyecek.

4- Kimin Peygamber (s.a.v) ile bir anlaşması varsa bu anlaşma sü­resinin bitimine kadar geçerliliğine devam edecek, anlaşması olmayan­ların süresi de -bir yer bulana kadar- dört ay olacak.[660]

 

Arap Delegelerin Gelişi Urve Bin Mes'ûd Es-Sakafînin Gelişi

 

İbnü Lehîa, Ebû'l Esved aracılığıyla Urve bin Zübeyr'den nakledi­yor: Ebû Bekir (r.a) ile Ali (r.a) insanlara hac vazifelerini ifa ettirdik­ten sonra, Urve b. Mes'ûd es-Sakafî Müslümanlığı kabul etmiş olarak Resûlullah (s.a.v)'in yanma geldi. Mûsâ b. Ukbe'de Meğazî adlı ese­rinde aynen böyle söyler.[661]

İbni İshak ise Urve bin Mes'ûd'un bu gelişinin Rasûlü Ekrem'in Taif ve Mekke'den ayrılışının hemen peşi sıra olduğunu ve onun Nebi (s.a.v)'e yolda, daha Medine'ye varmadan Nebi (s.a.v)'e ulaşıp Müslü­man olduğunu ve İslâm dinini tebliğ etmek üzere kendi kavmine git­mek için Peygamberden müsade istediğini, Resûlullah'm da ona:  n "ama onlar seni öldürecek" buyurduğunu anlatır.[662]

Bundan birkaç ay sonra sakifliler geldi.[663]

 

Sakıf Delegeleri

 

Hatem bin İsmail, İbrahim b. İsmail b. Mücemma1 -Abdülkerîm-Alkama b. Süfyan b. Abdillah es-Sakafî isnadıyla Babası Süfyan'dan şöyle dediğini anlatır:

Biz de Resûlullah (s.a.v)'e gelen delegeler arasındaydık. Nebi (s.a.v) bizim için Muğîra b. Şu'be'nin evinin yanında iki çadır kur­durdu. Bilal bize yemeklerimizi getirdi, biz de, "Resûlullah yedi mi?" diye sorardık. Bilal de, "evet, ben O yemeğini yiyene kadar size gel­medim" der ve elini yemeğe uzatıp yemeye başlayınca bizde yemeye başlardık.[664]

Hammad b. Seleme, Humeyd et-Tavil -Hasen-i Basrî isnadıyla Osman b. Ebî'l - Âs es-Sakafî'den naklediyor:

- ResûIulİah (s.a.v), delegeleri Mescid'in bir tarafına kurulan ça­dırda misafir etti. Böylece onların kalblerine daha ince gelecek bir yol izlemişti. Onlar Müslümanlığı kabulleri esnasında Peygamber'e, -"biz Müslüman oluruz ama- Cihada gönderilmemek, öşür zekatı vermemek ve elleri dizlere koymamak (yani rüku .secde ve tahiyyatta oturmamak) şartı ile" dediler. Resûlullah (s.a.v)'de:

"İçinde rüku (yani namaz) olmayan bir dinde hayır yoktur. Maamafıh sizin için cihada gönderilmeme ve öşür toplanılmama kabul edilebilir" buyurdu.[665]

Ebû Davud Süneninde derki: Bize Hasen b. Es-Sabbâh, İsmail b. Abdilkerîm - İbrahim- babası- isnadıyla Vehb'den şöyle dediğini an­lattı: Câbir (r.a), Sakif Merin bîat ettikleri vakit ki, durumlarım sor­muştum. O da: "kendilerine zekat ve Cihad'ın şart olmamasını ileri sürdüler." dedi. Câbir (r.a) daha sonra Peygamberin onlar hakkında:

"Müslüman olunca onlar kendiliğinden zekat da verecek ciha­da da gideceklerdir" buyurduğunu işitmiş.[666]

Musa b. Ukbe'de Meğazî'sinde, Urve'den de bu manada bir rivayet vardır. Orada Musa derki: Urve b. Mes'ûd Müslüman oldu ve kavminin yanma dönmek için ResûluIIah'tan izin istedi. Resûlullah (s.a.v). "Onların seni öldürmeye kalkacaklarından korkarım" buyurdu. Urve de, "Onlar beni uyurken bulsalar uyandırmaya kıyamazlar" dedi. Resûlullah (s.a.v)'de ona izin verdi. Urve de Taife döndü. Taife var­dığında yatsı vakti olmuştu. Sakif liler gelerek Onu selamladılar. O da onları İslâm dinine da'vet etti ve nasihatta bulundu. Onlarda kızıp onu döneklikle itham ederek sözlerine karşı geldiler ve ona "şöyle., şöy­le-." diyerek yapacakları işkenceleri duyurdular. Bunlar Urve'nin onlar tarafından hiç ummadığı şeylerdi. Sakif Onun yanından çıkıp gitti, ta ki seher vakti girip şafak sökünce Urve evindeki bir odanın damına çı­kıp ezan okurken Sakif ten bir adam ona ok atarak öldürdü.

İddiaya göre, bu ölüm haberi Nebi (s.a.v)'e ulaşınca: "Urve'nin ha­li, tıpkı Yasin sûresinde geçen adamın haline benziyor, kavmini Allah'a davet etmiş, onlarda Onu öldürmüştü" buyurmuştu.[667]

Urve'nin öldürülüşünden kısa bir süre sonra, aralarında Kinâne b. Abdi Yâlîl gibi o günkü sakîf in başkanı ve yaşça en küçükleri olan Osman b. Ebî'l-Âs b. Bişr'inde bulunduğu Sakif ileri gelenlerinden on küsur kişi, Sakif delegesi olarak Nebî (s.a.v)'e Medine'de geldiler. Onun Mekke'yi fethettiğini ve arapların çoğunun Müslüman olduğunu görünce sulh istemeye gelmişlerdi.

Muğîra b. Şu'be, "Ya Resûlallah: Ben de kavmimin yanında olayım ve onlara ikramda bulunayım. Zira ben onlar arasında zamanı çok geçmemiş bir suçunda sahibiyim" dedi. Resûlullah (s.a.v) ona:

"Seni kavmine ikramdan men etmem. Lakin senin onları misa­fir edeceğin yer, onların Kur'an okunuşunu duyabilecekleri bir yer olsun" buyurdu. Muğira'nın oradaki suçu şu idi: O Sakifte ücretli bir işçi idi. Onlar Mısır'dan geliniyorlardı. Mekke civarındaki Büsak denen yere geldiklerinde onlar uyurken Muğira onlara saldırıp öldür­müş, mallarını da alıp gelmiş ve Peygamber (s.a.v)'e gelerek; "Ya

Resûlallah! Benim şu malımı da Humus'a (Harp ganimeti) dahil et" demişti. Resûlullah (s.a.v):

"Bu malın kaynağı ne?" diye sorunca, Muğirâ anlattı. Peygamber (s.a.v) de: "Biz asla hıyanet eden biri olmadık" buyu­rarak O'nu Humus olarak almadı.[668]

Rasûlü Ekrem, Sakif delegelerini Mescidine misafir etti. Kur'ân'ı -daha iyi- duymaları ve insanların namaz kılmalarını daha iyi müşahede edebilmeleri için onlara Mescit içinde bir çadır kurdurdu. Resûlullah (s.a.v), hutbe okurken kendi adını anmak gibi bir adeti yoktu. Onun bu tür hutbesini duyan Sakifliler, "nasıl oluyor, kendisinin Allah Rasûlü olduğuna şahit olmamızı bize emrediyor, kendisi bizzat kendi hutbe­sinde buna şahitlik yapmıyor ("ve Eşhedü ennî Resûlullah" demiyor) dediler. Bu sözler Nebî (s.a.v)'e ulaşınca:

"Benim, Allah Rasûlü olduğuma, ilk şahitlik eden benim" bu­yurdu.[669]

Delegeler her sabah en küçükleri olan Osman b. Ebî'l Âs'ı yükleri­nin başına nöbetçi bırakıp kendileri Resûlullah (s.a.v)'e geliyorlardı. Osman onların, Peygamberin yanından öyle sıcağı çökmeye yakın ge­lip kaylûle uykusuna çekildikleri sırada hemen Peygamber (s.a.v)'e ko­şup dinî sorular sorarak kendisine Kur'ân okutmasını istiyordu. Bu kı­sa süre içinde dinî anlayıp bir fakih haline geldi. Eğer Resûlullah (s.a.v)'i Kaylûle halinde bulursa hemen Ebû Bekr'e giderdi. Bunu ar­kadaşlarından da gizlerdi. Onun bu hali Resûlullah'ın hoşuna gidip onu beğenip sevmişti.

Delege Nebi (s.a.v)'e gidip gelmeye devam ediyor, Oda onları İs­lâm'a da'vet ediyordu. Böylece sonunda Müslüman oldular. Kinâne b.

Abdi   Yâlîl:   "Sen   bize   kavmimize   dönene   kadar   bir   anlaşma yaparmısın?" deyince Nebi (s.a.v):

"Evet, eğer siz İslâmı ikrar ediyorsanız kabul ederim. Yoksa benimle aranızda ne sulh ne de anlaşma vardır" buyurdu. Onlar. Zina konusunda ne diyeceksin? Zira biz devamlı gurbete çıkan bir mil­let olduğumuz için mutlaka zina etmemiz gerek" dediler. Nebi (s.a.v): "O size kesinlikle haramdır" buyurdu. Onlar:

-  Yâ, Faiz ne olacak, sermayede faizde bizim değil mi?; dediler. Nebi (s.a.v): "Sadece sermaye sizindir -faiz haramdır-" buyurdu.

Yine Onlar:

-  Ya şarap?, dediler. Efendimiz de: "Haramdır" deyip, onlara bu şeylerin haram olduğunu bildiren ayetleri okudu. Yani:

"Zinaya yaklaşmayın zira o bir fuhuş­tur", "Ey iman edenler Al­lah'tan korkun ve faizden kalanları terkedin" ile:

"Ey îman edenler, şarap, kumar dikili taş oyunları ve fal okları şeytan işlerinden bir pislikten ibarettir." ayetlerini okudu.

Topluluk Nebi (s.a.v)'in yanından kalkıp birbirleriyle başbaşa kala­rak, "Eğer biz Muhammed'e muhalefet edecek olursak Mekke günü gibi bir günün tekrarlanmasından korkuyoruz. O zaman vay halimize. En iyisi gidip bize sürdüğü şartları kabul ederek anlaşalım" diye ko­nuştular ve Peygamber (s.a.v)'e gelerek: "Evet bize tekliflerini kabul ettik. Ama bu (Lafın diğer adı olan) Rabbe putumuz hakkında ne söy­leyeceksin, onu ne yapacağız?" dediler. Nebi (s.a.v) de, "Onu yı­kınız!" buyurdu.

Onlarsa, "Heyhat bunu yapamayız. Eğer Rabbe putu senin kendisini yıkmak istediğini bilirse, onu yıkmak isteyenin ailesini öldürür" dedi­ler. Bunu duyan Ömer (r.a) da: Yazıklar olsun sana ey İbnü Abdi Yâlîl sen meğer ne ahmakmışsın, Rabbe dediğin put taştan ibarettir" de­yince, "Ey Hattab oğlu! biz sana gelmedik ki, sen ne karışıyorsun" dediler. Sonrada "Yâ Rasülellah! Şu Rabbe'nin yıkımı işini sen üstlen-sen, biz onu asla yıkamayız" dediler. Nebi (s.a.v) de:

"Ben size onu yıkacak adam yollayacağım" dedi. Böylece an­laşma yaptılar. Sakif liler, "Ya Resûlallah! Bize imamlık yapacak bir kimse tayin et!" dediler. O da, İslâmı öğrenme hırsını tanıdığı Osman b. Ebî'l Âs'ı tayin etti. Zira o esnada Osman bir çok Kur'ân sûresi ez­berlemişti.

Kinâne b. Abdi Yâlîl; "Ben Sakif kabilesini en iyi tanıyan kişiyim. Şimdi siz İslâm'a giriş meselesini gizleyin ve onları harb tehdidi ile korkutun ve onlara Muhammed bize bir takım şeyler teklif etti, ama biz kabul etmedik deyin" dedi. (Kafile yola çıktı).

Delegeler Taife yaklaştığı sırada haber alan Sakif kabilesi delegele­rini karşılamak için yola çıktılar. Delegelerin hayırlı haberle geri dö­nemeyen üzgün ve bitkin bir topluluğun hali gibi develeri birbiri ar­dına bağlayıp kater yapmış elbiselerine bürünmüş acele acele geldikle­rini gördüler. Yanlarına geldiklerinde yüzlerindeki hali görünce, "Sizin bu delegelerde hayır olmadığı gibi hayırlı bir haberle de gelmiyorlar" diye serzenişte bulundular.

Delegeler gelip doğruca Lât putuna yönelip yanında konakladılar. Bu Lat, Taif in dış tarafında, gizlenilen tıpkı Ka'be'ye hedy kurbanı ya­pıldığı gibi buraya da kurban adanan bir yerdi.

Delegeler oraya indiğinde, Sakiften bir adam, "sizin onu sadece görmekle onlarla bir taahhüd yapmış olmazsınız" dedi. Böylece herbiri ailesinin yanına döndü. Herbiri samimi dostlarının yanına gelince on­lara görüşmenin nasıl geçtiğini sordular. Onlarda, "Yahu biz öyle sert katı bir adama gitmişiz ki, kendi aklına ne gelirse onu tutuyor. Kılıçla ortaya çıkıp arabları emri altına alıp bütün insanlara baş eğdirdi.

Bize çok çetin bir iş teklif edip Lâfın yıkılmasını, faizi bırakıp sa­dece sermaye ile yetinmemizi, içki ve zinayı haram ediyor." dediler. Sakif liler de, "Vallahi böyle bir teklifi ebediyyen kabul edemeyiz" dediler. Delegeler de, "öyleyse anlaşmayı düzeltip, savaşa hazırlanın, kalelerinizi tamir edin." dediler. Sakif liler bu şekilde savaş düşünce­siyle iki üç gün geçirdiler. Sonra Allah (c.c) onların kalblerine bir kor­ku saldı da, "Vallahi, bizim ona karşı gücümüz yetmez, arabların hep­sini zaten emri altına almış durumda. Haydi Ona geri dönün, ne is­tiyorsa kabul edin!" dediler. Delegeler sakif lilerin Peygamber'e rağ­bet ettiklerini görünce, "zaten biz onunla anlaşma yapıp, bunları kabul ettik, Muhammedi de insanların en müttekîsi, en merhametlisi ve en doğru sözlüsü olarak bulduk." dediler.

Onlar da, "Öyleyse niye bunu gizlediniz de bizi bu müthiş telaşa ve kedere boğdunuz." Deyince, Delegeler: "Biz Allah'ın sizin kalblerinizdeki şeytanî kibri çıkarmasını arzu ettiğimizden dolayı giz­ledik" dediler. Onlarda oracıkta İslâm'a girdiler. Daha sonra onlara Peygamberin elçileri geldiler. Resûlullah (s.a.v) Onlara Halid b. Velîd'i komutan yapmıştı. İçlerinde Muğîra b. Şu'be de vardı. Bu elçiler oraya gelir gelmez Lafı yıkmaya yöneldiler. Sakif lilerin hepsi erkeği, kadını, çocuğu hatta genç kızlar bile mealinden çıkıp gelmişler ve orayı çepeçevre sarmışlardı. Kanaatlerine göre onun yıkılması imkansızdı.

Muğîra b. Şu'be kalkıp eline bir gürz alarak arkadaşlarına, "Vallahi sizi Sakif lilere güldüreceğim" deyip Gürzü Lafa indirdi. Sonra put sekerek çöktü. Taif halkı tek bir ağızdan bir nara atarak sarsıldılar ve "Allah Muğîre'yi uzak etsin, Artık Rabbe onu öldürecektir." dediler. Onun düşüşünü gördüklerinde pek sevindiler ve "Sizden dileyen yak­laşıp onu yıkmaya çalışsın. Vallahi ona asla gücü yetmeyecek" dediler. Muğîra (r.a) sıçrayarak, "Allah yüzünüzü karartsın. Bu put sadece za­yıf bir taş ve topraktan ibarettir. Allah'ın verdiği afiyete yönelip ona kulluk edin." deyip sonra kapıya vurup parçaladı. Sonra duvarının üze­rine çıktı. İnsanlarda oraya çıktılar ve onu yıktılar. Oranın hazineci ba­şı (veya kapıcısı) "Temel onlara kesinlikle gazab edip onları yerin di­bine geçirecektir." diye bağırmaya başladı. Muğîra b. Şu'be (r.a) Halid'e, "bırakta şunun temelim de kazayım" deyip temeli toprağı çıkarıncaya kadar kazdı. Lât putunun dekorları ve süsleri çıkartıp üze­rinden elbisesini soydular. Sakif Iiler buna şaşırıp kalmıştı. Onlardan bir kocakarı: "Onu süt bebeklerine teslim ettiler. Celladları ise serbest bıraktılar" dedi.

Delegeler tekrar hareket edip Laftan aldıkları mücevherat ve elbi­seleri Nebi (s.a.v)'e getirdiler, O da onları ashabına bölüştürdü.[670]

İbni İshak: Urve bin Mes'ûd'un öldürülüşünden sonra sakif Iiler bir kaç ay yerlerinde kaldılar." dedikten sonra Sakif İllerin Nebi (s.a.v) gelip İslâm'a girişlerini, Nebi (s.a.v)'in Ebû Süfyan ile Muğîra b. Şu'be'yi çevreye putları yıkmaya gönderdiğini anlatır.[671]

Saîd b. es-Sâib, Muhammed b. Abdillah b. Iyâd'ın Osman bin Ebi'l Âs'tan: "Nebî (s.a.v)'in kendisine Taif mescidini Onların putlarının ye­rine yapmasını emrettiğini" nakleder.[672] Bunu Ebû Hemmâm Muhammed b. Muhabbeb ed-Dellâl, Saidden nakleder. İbni İshak, Sakif lilerin kıssasını anlattıktan sonra, Ebû Bekr (r.a)'ın insanlara hac yaptırdığını anlatır.[673]

 

Onuncu Hicri Yıl Olayları

 

İbni İshak anlatıyor: Allah Mekke fethini Peygamberine nasib edip­te, Sakif kabilesi İslâm'a girince arap kabile delegeleri her taraftan gel­meye başlamıştı. Zira arablann umumu Kureyş'in bir kolu olan bu Sakif lilerin alacağı tavra göre İslâm'a girip girmemeyi gözetliyorlardı. Çünkü Kureyş kabilesi arabların önderi idi.[674]

 

Temîm Oğulları Delegeleri

 

İbni îshak derki: Utarid b. Hacib, aralarında El-Akra' b. Habis, Zübür kân b. Bedr, [Amr b. El-Ehtem, Hicab b. Yezîd, Nuaym b. Yezîd, Kays b. Haris ve Kays b. Asım'ın da bulunduğu[675] büyük bir Te­mim oğulları delegeleri ile geldi. Beraberlerinde Uyeyne b. Hısn el-Fezârî de vardı. Mescide girdiklerinde, Efendimizin hücrelerinin dı­şından, "Yâ Muhammed, yanımıza çık!" diye yüksek sesle bağırdılar. Onların bu kaba davranışları Nebi (s.a.v)'i incitti. Efendimiz evinden çıkınca, "Yâ Muhammed! Biz seninle iftihar etmeye geldik. Bizim şai­rimiz ve hatibimiz olan kişiye söylemeye izin ver" dediler. Nebi (s.a.v)'de:

"Ben hatibinize izin verdim, haydi kalkıp başlasın" buyurdu. Utarid b. Hacid de kalkıp:

-  [Hamd, bizzat kendine ait olan bizi fazl ve bağışını bize lutfedip bizleri kirallar yapan, varlığı ile iyilik yapabildiğimiz muazzam malı bize hediye eden, Şark halkının en şereflisi, nüfusça en fazlası, hazır­lıkça en kolay olanı olarak yaratan Allah'a aittir. İnsanlar arasında bi­zim gibi kim vardır? İnsanların başı ve fazilet sahibi olanı biz değirmiydik? Kim bizimle iftihar yarışına girip bizim iyi taraflarımızı saydığımız gibi onlarda saysınlar. Biz istersek sözü daha da çoğaltırız. Ama çok laftan utanıyoruz. Ben bu sözü, sizde bizim sözümüz aya­rında bir söz söyleyesiniz ve bizimkinden daha üstün bir şeyinizi söy-leyebilesiniz diye, söyledim] dedi ve yerine oturdu.

Nebi (s.a.v) de, Kays b. eş-Şemmâs el-Hazreci'ye: "kalk ve bun­lara cevap ver!" buyurdu. Kays'ta kalkıp şu mukabelede bulundu:

-  Yer ve gök, yarattığı mahluklardan olan Allah'a Hamd olsun. Yer ve gökte hükmünü icra etmiş, kürsisi ilmini kaplamıştır. Herşey sa­dece onun lutfu keremi ile olmuştur. Sonra bizi krallar yapması yine onun bu lütfü ile olmuştur. Yarattıklarının en hayırlısından Rasulünü seçip çıkardı. Onu soyca en mükerrem, sözce en doğru, hasebce en efdali yaptı. Ona kitabını indirip, yarattıklarına onu emîn tayin etti.

-Böylece O, Alemlerdeki Allah'ın en hayırlısı oldu. Sonra, insanları iman'a da'vet etti. O'na kendi kavminin Muhacir olanları ve Öz akra­baları iman ettiler. Bunlar asalet yönünden insanların en mükerremi, yüzce insanların en güzeli, fali'yet bakımından en hayirlısıdır. Sonra Peygamber kendilerini da'vet ettiğinde O'na ilk icabet eden halk oldu­lar. İşte bize, biz Ensar'a gelince: Biz Allah'ın (dininin yardımcıları olarak) Ensanz, Peygamberimin vezirleriyiz. Allah ve Rasûlüne îman edene kadar insanlarla çarpışırız. İnanan malını ve kanını kurtarır. Küfredenle de Allah yolunda sonuna dek çarpışırız. Onların katli bize pek kolay gelir. Sözlerimi arzeder, mü'min ve mü'mineler için Allah'a istiğfar ederim, Esselâmü aleyküm.

Zibrikân bin Bedr kalktı ve şu şiirleri okudu:

Biz öyle cömert insanlarız ki, hiçbir mahalleli bize eş olamaz. Kral­lar bizde çıkar, kiliseler bizde dikilir.

Biz nice kabileleri yağma yaparken mahvettik. Soylunun faziletine sadece tabi olunur.

Kıtlık anında biz misafirlerimize deve yavrusu olmasa bile kızar­tılmış etyediririz.

İnsanları nasıl görüyorsun, bize liderleri her taraftan el açarak ge­lir, sonrada biz isteklerinin yapılmasını emrederdik.

Şiirin daha bir kaç beyti vardır. Nebi (s.a.v) onu dinledi ve Hassan'a:

« -Yâ Hassan Kalk ve ona cevap ver," buyurdu.

Hassan (r.a) şu şiiri okudu:

Fikr ve kardeşleri hakkında liderler insanlara tabi olacakları sün­neti açıkça belirtmektedir.

Buna niyeti Allah'dan korkmak ve her hayrı yapmak olan kişi buna razı olacaktır.

Bir kavim ki, harbedince düşmanlarına zarar verir, taraftarlarına fayda vermek isteyince fayda verirler.    ,

Bu onların asli karekteri olup, sonradan uydurma değildir: Bilki ahlak'ın en şerlisi bid'aî (sonradan) olanıdır.

Bu beyitler böylece devam ediyor.

Hassân'ı dinleyen El-Akra' b. Habis: "Babam hakkı için bu adam her yolun kendine çıktığı birisi. Zira Onun katibi bizim katibimizden, şairi de bizim şairimizden daha üstün" dedi.

İbni İshak derki: Delegeler, bu iftihar düellosunu bitirince Müslü­man oldular. Peygamber (s.a.v) de, onların hediyelendirilmesini güzel yaptı. Onlar hakkında:

"Sana hücrelerin dışından bağıranlar varya, ekserisi akıl erdi-remeyenlerdir"[Hucurat, 4] ayeti indirildi.[676]

Süleyman b. Harb, Hammad b. Zeyd'den Muhammed b. Ez-Zübeyr el-Hanzalî'nin şöyle dediğini anlatır:

-Zibrekân b. Bedr, Kays b. Âsim ve Amr b. el-Ehtem, Nebî (s.a.v)'e geldiler: Amr b. el-Ektemıe, "sen şu Zibrikân'dan haber ver. Şu ya­nımdaki adama gelince ben sana onu sormuyorum" dedi. Muhammed b. Zübeyr der ki "öyle görüyorum ki, Kays'ı tanıdığı için böyle söyle­mişti. Amr'da, "yakınları arasında sözü geçerli, belagatı güçlü, arka­sındaki görmediği şeye manî biridir." deyince Zibrikân kalkıp, "O benim, bu anlattıklarından daha faziletli olduğumu bildiği halde kıs­kanarak demek istediğini söylemiştir." dedi.

Amr b. El-Ehtem de, "Ben seni sadece mürüvveti az, fikri dar, ba­bası ahmak, dayısı alçak birisi olarak tanıdım" dedi. Sonra da, "Ya Resûlallah! Ben her iki defasında da doğru söyledim beni hoşnud etti­ler. Bildiğim en güzel şeyi söyledim, beni gücendirdi, bende onda bu­lunan en çirkin huyları anlattım" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v) Efendimiz:

"ifadelerden Öyleleri varki, adeta -etkide- sihir gibidir." buyurdu.[677]

Bu hadisin bir benzerini Ali b. Harb et-Tâî, Ebû Saîd el-Heysem b. Mahfuz -asıl adı Yahya b. Yezîd olan Ebû'l-Mukavvim el-Ensarî- Ha­kem b. Üyeyne- Miksem isnadıyla İbni Abbas (r.a)'tan muttasıl bir isnadla nakleder.[678]

 

Âmir Oğulları Delegeleri

 

Müslim bin İbrahim derki, Bize Esved b. Şeybân, Ebû Bekir bin Sümâme b. Nu'man er-Rasîbî"den Yezîd b. Abdillah b. Eş-Şıhhîr'in şöyle dediğini rivayet etti:

-Babam Abdullah da, Amir oğullan delegeleriyle Peygamber (a.s)'a gidenlerden biriydi. Orada Efendimizi: "Sen bizim Seyyidimiz, bizden gücü kuvveti üstün olan bir zatsın" diye Övünce Nebi (s.a.v):

"Dur dur. Diyeceğinizi deyin ama sakın şeytan sizi cüretkarlığa sevketmesin! Seyyid Allah'tır Seyyid Allah'tır!" buyurdu.[679]

Zübeyr b. Bekâr derki: Bana Fatıma binti Abdü'lazîz b. Müemmel, babası Abdülaziz aracılığıyla dedesi Müemmil b. Cemîl'in şöyle dedi­ğini haber verdi.

-Âmir b. Tufeyl, Peygamber (s.a.v)'e geldi. Efendimiz ona: "Yâ Âmir Müslüman ol!" buyurdu. Âmir de: "Postluların yaşadığı yer (çöl) benim, kerpiçlilerin yaşadığı yer (olan şehir de) senin olması şar­tıyla Müslüman olurum!" dedi. Nebi (s.a.v): "O, dediğin olmaz! Yâ Âmir Müslüman ol" deyince Amir aynı sözünü tekrarladı. Nebi (s.a.v) yine "olmaz" buyurdu. Amir, "Yâ Muhammed! Bende bu şehrini eğer-siz atlarla, genç insanlarla doldurup her hurma ağacına bir at bağla­mazsam..." diyerek geri döndü. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) de:

"Allah'ım Âmire karşı bana sen yardım et ve kavmine hidayet ver." diye dûa etti. Âmir yola çıkıp Medine'nin dışına vardığında Selûliyye denen bir kadına rast geldi. Atından inip o gece onun evinde geceledi. O gece boğazında bir beze meydana geldi, hemen atına atla­dı, mızrağını aldı çöle doğru, "genç develerde olan beze hastalığı gibi bir beze, Selûliyye'nin evinde gelen bir ölüm" diyerek gitmeye başla-di. Bu halde giderken ölü olarak attan yere düştü.[680]

İbni İshak anlatıyor:

-Âmir oğullan delegeleri Peygamber (s.a.v)'e geldiler. Aralarında, Âmir b. Tufeyl, Erbed b. Kays, Halid b. Cafer ve Hayyân b. Selem de vardı. Bunlar, Amir oğullarının başları ve şeytanları idiler. Allah düş­manı Âmir, Peygamber (s.a.v)'in yanına tuzak kurma niyetiyle geldi.

Kavmi kendisine, "insanlar Müslüman olmuş durumda" deyince, Âmir: "Ben arablar peşimden gelinceye kadar bu işin peşini bırakma­yacağım, diye yemin ettim şimdi ben mi şu genç Kureyşli delikanlıya uyacağım? deyip sonra da Erbed denen adama, "Biz Muhammed'in yanına geldiğimizde onu meşgul edip yüzünü sana çevirmesine engel olacağım. Ben bunu başarınca sende kılıçla ona saldıracaksın" dedi.

Peygamber (s.a.v)'in yanma geldiklerinde Âmir, "Yâ Muhammed, beni kendine dost edin!" dedi. Nebi (s.a.v):

"Hayır! Vallahi sen tek olan Allah'a îman etmedikçe olmaz" buyurdu. Âmir'de, "Vallahi ben de at ve adamlarla sana gelip buraları dolduracağım" dedi. O geri dönünce Nebî (s.a.v):

"Allah'ım Âmir'e karşı bana sen yetersin!" buyurdu. Âmir, Erbed'e, "sana verdiğim emrim nerede kaldı?" deyince, Erbed: "Baba­sız kalasıca! Vallahi ben senin bana emrettiğin şeyi tam yerine getire­yim demiştim ki, Onunla arama sen girdin. Kılıcı sanamı vuraydım?" dedi.

Amir yurduna doğru giderken yolun birazını katetmişti ki, Allah (c.c) Onun boğazında veba hastalığı yarattı. Allah onun canını Selûl oğullarından bir kadının evinde aldı. Erdeb'e gelince, Allah ona bir yıldırım gönderdi, devesiyle beraber onu yakıp kül etti.[681]

Hemmâm, İshak b. Abdillah b. Ebî Talha aracılığıyla Enes (r.a)'ın Hizam b. Milhan'ın kıssası hakkında kendisine şöyle anlattığını rivayet eder:

-Bu müşriklerin reîsi Âmir b. Tufeyl idi. Bu zat Peygamber (s.a.v)'e gelerek; "Ben seni üç şeyden birini seçmende muhayyer bırakıyorum.  

1- Düz ekilebilen araziler senin, şehir olan yerler benim olacak,

2- Ve­ya senden sonra yerine ben geçeceğim,

3- Oda olmazsa ben bin tane yaya bin tane de atlı süvari ile sana harbe geleceğim" dedi. Enes derki:

-Bir kadının evinde veba hastalığına yakalandı ve "Falan oğulların­dan bir kadının evinde, genç develerde olan beze hastalığı gibi birşey oldu. Bana atımı getiriverin!" dedi. Atma binip -yola çıktı- ve atının üstünde Öldü. Haberi Buharı rivayet ediyor.[682]

 

Benî Sa'd Delegesi

 

İbni İshak, Muhammed b. Velîd, Kûrayb-isnadıyla İbni Abbâs (r.a)'tan naklediyor:

-Sa'd b. Bekr oğulları Dımâm bin Sa'lebe'yi delege olarak Nebi (s.a.v)'e yolladılar. Dımam, sağlam yapılı, gür saçlı saçlarım iki belik yapan biri idi: Gelip devesini mescidin kapısında ıhtırdı ve bağladı. Sonra arkadaşlarıyla mescitte oturmakta olan Peygamberin huzuruna girdi ve "Hanginiz Abdülmuttalib'in oğludur?" dedi. Nebi (s.a.v) "Ben" buyurdu. "Sen Muhammed misin?" deyince Efendimiz "evet" buyurdu. O da, "Ben sana bir soru soracağım ama soruda biraz kaba olacağım, sakın kendinde bir şeyler bulmayasın" dedi.

Nebi (s.a.v) "ne istersen onu sor!" deyince, Dımam: "Ben sana Al­lah adına senin, senden Öncekilerin ve senden sonra dünyaya gelecek­lerin ilahı adına ant veriyorum. Senin bize emrettiğin; hiçbir şeyi şirk koşmadan, sadece Allah'a ibadet etmeyi, şu diğer putlardan kurtulma­mızı, sana Allah mı emretti?" dedi. Nebi (s.a.v): "Allah için evet!" dedi. "Senin, senden önceki ve senden sonrakilerin ilahı olan Allah a-dına, sana ant veririm, bu beş vakit namaz kılmayı sana Allah mı em­retti?" dedi. Nebi (s.a.v), "evet" dedi. Sonra Dımam İslâm'ın diğer farzlarını tek tek sayıp her birinde ant vererek sözünü sürdürüp so­nunda da:

"Eşhedü el-Lâ ilahe illâ'Hah ve enne Muhammeden Resûlullah" diye şahadet getirip, bu farzların hepsini yapacak ve ya­sakladıklarından da sakınacağım. Sonra bu farzlara ne birşey ekleye­ceğim ne de eksilteceğim" dedi.

Sonra yurduna dönmek üzere devesinin yanına doğru yürüdü. Resûlullah (s.a.v):

"Eğer iki belikli doğru söylediyse cennete girdi." buyurdu. Kavminin yanma gelince başına toplandılar. Onun kavmine ilk söyle­diği söz "Lât ve Uzza ne kötüdür!" demek oldu. Onlar, "dur yahu, ala­ca hastalığına tutulmaktan, çarpılıp deli olmaktan kork!" dediler. O i-se: "Yazıklar olsun size, Vallahi onlar asla zararda yararda veremezler. Allah bir Peygamber gönderdi. O Peygamber'e, içinde bulunduğunuz sapıklıktan sizi kurtarabilecek olan kitabı indirdi."

"-Ben Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve Peygamberi olduğuna şehâdet ediyorum. Ben şimdi onun yanından size yapmanızı emrettiği ve sakınmanızı ikaz ettiği bilgileri getirdim" dedi. İbni Abbas (r.a) der ki:

-  Vallahi o gece O'nun, o büyük kabilesinden yanma gelen kadın erkek,  hepsi  Müslüman  oldu.  İbni  Abbas  (r.a)  "biz  Dmıam b. Sa'lebe'den daha hayırlı hiçbir delege duymadık" derdi.[683]

îshak b. Ebî İsrâîl el-Mervezî derki: Bana Hamza b. El-Hâris, Umeyr'den "bana babam, Ubeydullah b. Ömer'den o da Sâid yoluyla Ebû Hüreyre'den şöyle nakletti!" diye haber verdi.

-  Çöl halkından biri Nebî (s.a.v)'e geldi ve, "senden öncekilerin Rabbi ve senden sonrakilerin de Rabbi olan zat adına yemin veriyo­rum, seni gerçekten Resul olarak Allah'ını gönderdi?" dedi. Ravi ha­disi üst rivayetteki gibi anlattı. İşte bu rivayette şu ilaveler vardır: "îmdi ben iman edip, seni tasdik ettim. Ben Dımâm b. Sa'lebe'yim" dedi. Adam giderken Nebî (s.a.v):

"Adam dini anladı" buyurdu. Ömer (r.a) onun hak­kında, "Ben Dımam b. Sa'lebe'den daha güzel sormasını, sorarken de gayet vecîz soran birini görmedim" derdi.[684]

Lakin ravî El-Hâris b. Umeyr zayıftır. Buharî ve Müslim de sahih­lerinde Dımam'ın kıssasını Enes b. Malik (r.a)'tan (bazı yerler daha kı­sa bazı yerleri daha uzun olarak) nakleder.[685]

 

Carud B. Amr'ın Gelişi

 

İbni İshak anlatıyor: Abdü'l Kays oğulları'nın kardeşi Cârûd b. Amr'da delege olarak Peygamber'e geldi.

-Abdü'l Melik b. Hişam derki: O Hıristiyandı. Resûlullah (s.a.v) Onu İslâm'a da'vet etti. O da, "Yâ Muhammedi Benim dinime garanti verecekmisin?" diye sorunca Nebi (s.a.v) de: "Evet, Allah sana on­dan daha hayırlı bir din bulma hidayetini verdi" buyurdu. O da ar­kadaşları da Müslüman oldular.[686]

 

Hanîfe Oğulları Delegeleri

 

îbni İshak der ki:

-Peygamber (s.a.v)'in yanma Hanîfe oğulları delegeleri de temsilci olarak geldiler. Aralarında Müseyleme b. Habîb denen yalancı da var­dı. Neccar oğullarından Ensarlı Haris'in kızının evine konakladılar.

îbni ishak derki: Bana alimlerimizden biri anlattı ki, Hanîfe oğulları Müseyleme'yi bir elbise içinde gizleyerek Peygamber'e getirmişler. Allah Rasûlü o esnada elinde bir hurma dalı, başında hurma dalların­dan örme takkemsi bir şey olduğu halde ashabıyla beraber oturuyordu. Müseyleme gelip Peygamber'e -bazı isteklerini bildirerek- konuşunca Nebi (s.a.v):  

"Sen benden şu hurma dalını bile istesen, sana onu da vermez­dim." buyurdu.[687]

İbni îshak anlatıyor: Bana Yemâmedeki bir Şeyh'in anlattığına göre onun hadisesi bundan daha farklıdır. Onun iddiasına göre, Hanife oğulları Peygamber (s.a.v)'e geldiler, Müseyleme'yi de konakladıkları yerde bıraktılar.

Bunlar Müslüman olunca onun yerini söyleyip, "Ya Resûlallah! Biz konakladığımız yerde bir arkadaş bıraktık" dediler. Resûlullah (s.a.v) topluluğa emrettiğinin ona da geçerli olduğunu bildirip, "Ama O me­kanca sizin en şerliniz değildir" buyurarak, bununla "Müseyleme'nin arkadaşlarının eşyasını koruyuşuna" işaret etmişti. Heyet dönüp Müseyleme'nin yanına gelip Peygamberin dediklerini ulaştırdılar.

Yemâmeye geri döndüklerinde Allah düşmanı Müseyleme dinden döndü ve Peygamberlik iddia ederek: "Ben Peygamberlik konusunda Muhammed'le ortak oldum.'Siz Ona benden bahsedince, "O mekanca sizin en şerliniz değildir!" buyurmamış mı idi. Bunu benim Peygam­berlik konusunda kendisiyle ortak olduğumu bildiği için söyledi" diye­rek seci'li kafiyeli sözler uydurarak, güya Kur'ân'a nazire yapmaya uğ­raşarak: "Lekad enamellâhü ale'l-Hublâ, Ahrace minha nesemeten tes'â, min beyni sıfâkın ve Haşa".diye saçma şeyler söyledi.[688]

Onlardan namazı kaldırıp zina ve içkiyi helal etti. Buna rağmen bir yandan da Peygamberin Nebi olduğuna şahadet de ediyordu. Böylece Hanife oğullan da etkilenerek onunla bu konuda fikir birliği ettiler.[689]

Şuayb b. Ebî Hamze, Abdullah bin Abdürrahman b. Ebî'l Huseyn -Nafî b. Cübeyr isnadıyla İbni Abbas (r.a)'tan şöyle dediğini anlatır:

-Resûlullah zamanında Müseylemetü'l Kezzâb Medine'ye geldi ve, "Eğer Muhammed daha sonra bu işi bana bırakırsa o zaman ona tabi olurum" demeye başladı. Medine'ye kavminden pek çok insanla gel­mişti. Nebi (s.a.v) yanında Kays b. Şemmâs (r.a) ve elinde bir hurma dalı olduğu halde gelip Müseyleme ve arkadaşlarının yanında durdu ve:

"Sen şu dal parçasını bile istesen sana onu vermem Allah'ın emri asla sana gelmeyecek. Eğer dönersen Allah seni kesip atacak­tır. Ben seni benim gördüğüm rüyadaki o şey olduğunu sanıyo­rum. Sana şu Kays b. Şemmâs benim adıma cevap verecek" buyu­rup sonra ayrıldı. İbni Abbas derki; Ben Peygamberin:

"Ben seni rüyamda bana gösterilen o şey olarak görüyorum"

sözünün ne demek olduğunu sordum. Ebû Hüreyre bana: "Peygamber (s.a.v) Efendimiz:

"Bir gün uykuda iken elimde iki altın bilezik gördüm. Onların elimde oluşu beni üzmüştü. Uykuda bana onlara üfle diye vahyedildi. Bende onlara üfledim. Uçup gittiler. Ben rüyamı ben­den sonra çıkacak olan iki yalancı ile tabir ettim" buyurmuştu. İşte bunların birisi San'a kiralı olan el-Ansî ile diğeri Yemame sahibi Müseyleme'dir" dedi.

Hadisi Buharî ve Müslim rivayet ediyor.[690]

Ma'mer b. Râşid, Hemmânı aracılığıyla Ebû Hüreyre (r.a)'dan Nebi (s.a.v) Efendimizin:

"Uyuyorken birde bana yeryüzünün hazinelerinin verildiğini gördüm. Ellerimde altından iki bilezik vardı ki, bunlar bana pek ağır geldi ve tasalandırdı. Bana "onlara üfle" diye vahyedildi ben de onlara üfleyince kayboldular. Ben bu iki altını benim -yurt ba­kımından- ortalarında olduğum San'a kiralı ile Yemâme sahibi olan iki yalancı Peygamber ile te'vil ettim" buyurduğunu anlatır. Hadisi Buharî ve Müslim ittifakla rivayet ediyor.[691]

Buharî derki: Bize Es-Salt b. Muhammed, Mehdî b. Meymûn'un Ebû Raca Imran b. Milhan, yanî El-Utarîdfyi şöyle derken işittiğini haber verdi:

-Peygamber (s.a.v) Allah tarafından Nebi olarak gönderildiğinde biz onu duyduk ama Müseylemetü'l Kezzâb'a katıldık. O da bizi Ce­hennem ateşine kattı. Cahiliye döneminde taşlara tapardık. Taş bula­mazsak, biraz toprak keseği toplar sonra üzerine su karıştırılmış süt döker sonrada etrafını tavaf ederdik.[692]

İsmail b. Ebî Hâlid, Kays b. Ebî Hâzim'in şöyle dediğini anlatır:

-Adamın birisi Abdullah b. Mes'ûd (r.a)'a gelip, "Ben Hanîfe oğul­lan mescidinden birine uğradım. Onlar Allah'ın indirmediği bir şey okuyorlar ve: "Et-Tahinâtû tahnen, vel-Âcinâtü acnen ve'l Hâbizâtü habzen, ves-Sâridâtü serden, vel-Lükımatü Lakmen" diye kıraat edi­yorlar" dedi. Abdullah'da onlara haber salıp getirtti. Bunlar yetmiş kişi

olup, başları Abdullah b. Nevvâha idi. Abdullah emir verdi ve bunlar öldürüldü. Sonra Abdullah (r.a), "biz bunlardan şeytana karşı zafer ka­zanmış olmadık. Lakin onları Şam'a kaydırdık, Olaki Allah onlara karşı bize yeter" dedi.[693]

Mes'ûdî, Asım -Ebû Vâil isnadıyla yine Abdullah b. Mes'ûd'un şöy­le dediğini nakleder:

-İbnü Nevvâha ile İbnü Üsâl, Müseyleme'nin elçisi olarak Peygam­ber Efendimize gelmişti. Peygamber (s.a.v) onlara:

"ikiniz benim Allah Rasûlü olduğuma şahit oturmuşunuz?" bu­yurdu. Onlar sa, "Biz Müseyleme'nin Allah Rasûlü olduğuna şahit olu­ruz" dediler. Bunun üzerine Nebi (s.a.v):

"Ben Allah'a ve Peygamberlerine inandım. Eğer elçi öldürme adetim olsaydı kesin ikinizi öldürürdüm" buyurdu. Abdullah (r.a) derki: Bu hadisten alınarak "Elçiler öldürülemez (halk arasında, elçiye zeval olmaz)" düsturu gerçekleşti. Abdullah devamla derki:

-İbnü Üsâl'e gelince, Allah bize ona kafi gelecek şeyi verdi de İs­lâm'a girdi. İbnü Nevvâha'ya gelince, hala içimde Allah'ın ona karşı bir imkan vereceği duygusunu taşıyorum.

Haberi Ebû Davud'u Tayalîsi "Müsned" adlı eserinde Mes'ûdî'den naklediyor. Hadisin şâhidide vardır.[694]

Yunus b. Bükeyr, İbni İshak'tan naklediyor: Bana Sa'd b. Tarık, Se­leme bin Nüaym b. Mes'ud aracılığıyla haber verdi ki, Babası, Müseylemetü'l-Kezzâb'ın elçisi olarak mektubunu getirdiğinde Nebi (s.a.v)'i kendilerine şöyle derken duyduğunu haber verdi:

- Siz ikinizde aynen Müseyleme'nin dediği görüşe katılıyor mu­sunuz? Onlar, "evet" dediler. Bunun üzerine Nebi (s.a.v):

"Eğer "elçiler öldürülemez" olmasaydı boynunuzu vururdum" buyurdu.[695]

İbni İshak anlatıyor:

-Müseyleme'tül-Kezzâb hicrî onuncu yılın sonunda Resûlullah (s.a.v)'e şöyle bir mektup yazdı.

-Allah Rasûlü Müseyleme'den Allah Rasûlü Muhammed'e... Selam sana... Ben bu Peygamberlik işinde sana ortak yapıldım. Yer yüzünün yarısı benim olmuştur. Lakin Kureyş haddi aşan bir topluluktur.

Bu mektup kendine ulaşınca Nebi (s.a.v) de ona şöyle cevap yazdı:

-Allah Rasûlü Muhammed'den, yalancı (başı) Müseyleme'ye!.... Hidayet'e tabi olanlara selam olsun. Emma ba'dü. Yeryüzü Al­lah'ındır, Onu kullarından dilediğine verir, güzel sonuç takva sa­hibi insanlarındır.[696]

 

Tay Kabilesi Delegeleri

 

Bunlardan sonra da Tay kabilesi delegeleri Rasûl'ü Ekrem (s.a.v)'e geldi. Aralarında kabile lideri Zeyd el-Hayl da vardı. Hepsi Müslüman oldu. Resûlullah (s.a.v) onu "Zeyd el-Hayr" diye adlandırdı ve Feyd mıntıkası ile iki araziyi ona tahsis etti. Buna dair yazılı bir belgede verdi. Zeyd'de kavmine geri döndü. [Resûlullah Zeyd'in çok iyi bir Müslüman oluverdiğini görünce:

"Bana Önceden faziletli anlatilıpta sonra yanıma gelen her arabı, kendi hakkında söylenenden daha aşağı seviyede buldum. Sadece bundan Zeyd müstesna. Zira, bana ondaki bütün iyi has­letler tam olarak ulaşmamıştır" buyurdu.] Zeyd yola çıkınca Rasülullah (s.a.v):

"Eğer Zeyd Medine sıtmasından kurtulabiİirse..." buyurdu. Söy­lendiğine göre Peygamberimiz sıtma adında bilinen "Humma" ya da "Ümmü Meldem" kelimelerini kullanmadan başka bir kelime ile söy­lemişti. Fakat her nedense, bu kelime tesbit edilememiştir.

Zeyd el-Hayr, Necd diyarını geçipte kendi sularından Ferde adlı pınara geldiği zaman sıtmaya tutulup orada Öldü. O ölünce hanımı onun yanındaki Peygamberin mektubunu alıp ateşte yaktı.[697]

 

Adiy Bin Hatem'î Taî'nin Gelişi

 

Şu'be der ki; bana Simâk b. Harb şöyle anlattı: Abbad b. Hubeyş'i Adiy b. Natem'den şöyle dediğini anlatırken duydum:

-Ben Akrab denen yerde bulunduğum sırada Resûlullah'ın süvarileri gelmişti. Halam ve bir kısım insanları yakalayıp Rasûlü Ekrem'e gö­türdüler ve saf halinde dizildiler. Halam, "Ya Resûlallah! Temsilci kayboldu, baba inkıtaa uğradı, (Öldü) bende yaşlı bir acizim. Bana cö­mert davran, Allah sana da cömert davransın!" dedi. Resûlullah (s.a.v)

ona:

"Senin temsilcin kimdi?" diye sorunca, "Adiy b. Hâtemdi!" dedi. Nebi (s.a.v):

"Şu Allah'tan ve Peygamberinden kaçan adam mı?" buyurdu. Kadın yine "bana iyilikte bulun!" diye yalvardı. Nebi (s.a.v)'in yambaşında bir adam daha vardı ve halam onun Ali olduğunu sanıyor. "Sen İhtiyacım ondan iste!" buyurdu. O da isteğini ona arzetti. O da, O'nun ihtiyaçlarını gidermesini emretti.

Adiy b. Hatem der ki. Halam bana daha sonra geldi ve "sen öyle bir şey yaptın ki, baban olmuş olsaydı böyle yapmazdı." Haydi ister seve­rek ister ürkerek, doğru ona git, falanca ona gitti ve kazandı, falanca gitti ve kazandı." dedi. Adiy derki:

- Ben de O'na gittim. Birde ne göreyim yanında bir kadıncağızla bir yada iki bebek var. Adiy Onların Nebi (s.a.v)'e ne kadar yakında ol­duklarını bahsedip, "O anda ben onun Peygamberliğinin Kisrâ ya da Kayser kirallığı olmadığını anladım. Bana:

"Yâ Adiy, seni "La ilahe illallah" demekten kaçıran ne idi. Allahtan başka ilah mı var !. "Allahû Ekber'den" neye kaçtın Ondan daha büyük varmı." Dedi. Bende Müslüman oldum.

Yüzünde müjde pırıltıları gördüm. Nebi (s.a.v):

"(Fatihadaki) Gazab edilenler Yahudîlerdir. Dalalette olanlar da Hıristiyan-lardır." buyurdu. Şu'be Hadisin gerisini (altta gelecek haberdeki gibi) rivayet etti. [698]

Hammâd b. Zeyd, Eyûb'u Sahtiyanı yolu ile Muhammed b. Sîrîn'den şöyle dediğini nakleder: Ebû Ubeyde b. Huzeyfe der ki: Adam'ın biri şöyle anlattı: Ben hadis alimlerine Adiy b. Hâtem'in ha­disini soruyordum, meğer o yanıbaşımdaymış da ona sormamışım. Ni­hayet ona gelip sordum, bana şunları anlattı:

-Allah Muhammed (a.s)'ı Peygamber olarak göndermişti. Ben on­dan hoşlanmadığım kadar daha önce hiç bir şeyden o derece ikrah et­memiştim. Hemen oradan kaçıp Rum hududunu doğru, arabların Me­dine'den en uzak yerlerine kadar vardım.

Daha sonra bulunduğum yerimden hoşlanmayıp, "Muhammed'e gi­dip ne dediğini dinlesem ne olur!" deyip Medine'ye geldim. İnsanlar beni karşılayıp, "Adiy b. Hatem geldi, Adiy b. Hâtem geldi diye se­vinçlerini ortaya koydular. Peygamber (s.a.v) bana:

"Yâ Adiy b. Hâtem! Müslüman olda kurtul!" buyurdu. Ben, "ama benim bir dinim var" dedim. Nebi (s.a.v):

"Ben senin dinini senden iyi bilirim, sen (hiristiyanlık kolların­dan olan) Rekusî değilmisin?" buyurdu. "Evet" dedim

"Kavminin reisliğini yapmıyormuydun?" dedi. "Evet" dedim.

"Peki ganimetin dörtte birini kendine almazmıydın?" dedi. "Evet!" dedim. O zaman:

"Bu ise, senin dininde de helal değildir" buyurdu. Ben bu sözde değerimin küçüldüğünü anladım. Adiy devamla derki: Nebi (s.a.v) de­di ki:

"Belki de bizim yanımızda yoksul insanları görmen senin Müs­lüman olmana mani oluyor, sen insanların bize karşı (tek bir güç gibi) birleştiğini görüp (korkuyorsun) dur, sen Hîyre şehrini gör­dün mü?" Ben.

- Orayı görmedim ama yerini biliyorum, dedim. Nebi (s.a.v) de:

"Bilesin ki, bir kadın yanında hiçbir koruyucu mahremi olma­dan Hıyre'den yola çıkıp Beytullahı tavaf edip gelecek (kadar İs­lâm ve güvenlik yayılacak). Kesinlikle Kisrâ'nın hazineleri bize açılacaktır." buyurdu. Ben, "Kisra b. Hürmüzün hazinelerimi!" diye sorunca Efendimiz (s.a.v);

"Evet, kesinlikle mal öyle artacak ki, malı olan bir kişi sadaka olarak malını alacak kimse çıkmayacak mı diye endişeye düşecek­tir" buyurdu. Adiyy (r.a) der ki:

-Daha sonra ben bir kadının korumasız, kendi başına Hıyre'den yola gittiklerini gördüm. Medayin şehrine hücum eden ilk süvari bölüğü içinde ben de vardım. Vallah'i (ikisi oldu) kesinlikle üçüncüsü de olaçaktır. Zira bu Allah Rasûlünün hadisidir.[699]

Yine bu habere benzer bir bilgiyi Hişam b. Hassan, Muhammed b. Sîrin yoluyla Ebû Ubeyde b. Huzefe'den rivayet ediyor.[700]

 

Ferve Bin Müseyr'in Peygamber'e Gelişi

 

İbni İshak diyor ki:

-Ferve b. Müseyk el-Murâdî, Künde Kıratlarından ayrılarak Resûlullah (s.a.v)'e geldi. Peygamber (s.a.v) de Onu Murâd, Zübeyd ve Mezhac kabilelerinin hepsine vali tayin etti.

Ferve ile beraber zekat ve öşürleri toplamak için de (mali'yeci ola­rak) Halid b. Saîd b. el-Âs'ı vazifelendirdi. Halid, Resûlullah'ın vefatına kadar onun yanında kaldı.[701]

 

Kînde Delegeleri

 

İbni İshak der ki: Aralarında Eş'as b. Kays'ında bulunduğu seksen kişilik bir Kinde (Yemen ile Hadramat arasında bir yerde bulunan ge­niş kollan olan bir kabile) delegeleri Peygamber (a.s)'a geldi. Huzu­runa girdiklerinde Nebî (s.a.v):

"Siz Müslüman olmadınız mı?" diye sorunca, "tabi olduk!" de­diler. Efendimiz de:

"Öyle ise şu boynunuzdaki ipeğin hali ne" diye sorunca, onu yırtıp attılar.[702]

 

El'ezd Delegeleri

 

İbni İshak anlatıyor: Ezd Kabilesinden Surad b. Abdillah, Peygam­ber (s.a.v)'e geldi ve Müslüman oldu. Medine'ye Yemen'in Ezd belde­sinden bir delege heyeti içinde gelmişti.

Peygamber (s.a.v)'de onu, kendi kavminden İslâm'a girenlere emir olarak tayin etti. Ona Müslüman olanlarla birlikte, Yemen kabilelerin­den müşrik olanlarla mücahede etmesini emretti.[703]

 

Himyer Kurallârı’nın Efendimize Mektubu

 

îbni İshâk: derki: Peygamberimizin Tebûk dönüşü Himyer kırallannın mektubu Efendimize ulaştı. Elçileri de Nebi (s.a.v) geldiler ve Müslüman olduklarım anlattılar. Bu kırallar Nâris bin Abdi Külâl, Nüaym b. Abdi Külâl, Zû Ruayn'ı bölge kiralı Nu'mân" Meâfîr ve Hemdân idi.

Zû Yezen, Peygamber'e delege olarak Malik b. Mürra er-Ruhâvî'yi yollayıp İslama girdiklerini bildirdi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v) de on­lara zekatın farziyetini de bildiren bir mektup yazdı.[704]

"Bismilahirrahmânir-Rahim, Allah Rasûlü Muhammed'den, Haris b. Abdi Külâl, Nüaym b. Abdi Külal, Nu'mân ile Zû Ruayn bölge kralları, Meâfîr ve Hemdân'a.. Bundan sonra:

- Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a olan hamdimi size ulaştırırım. Elçileriniz geldi. Tebliğinizi ulaştırıp sizin taraftan haberler verdiler. İslâm'a girişinizi ve müşriklerle çarpışmanızı anlattılar.

Allah size hidayeti bağışladı. Kendinizi düzeltin, Allah ve Rasûlüna itaat eder, namazı kılıp zekatı verir, ganimetten beşte birini Allah için verir. Peygamberinin hissesini ayırırsanız hida­yette olursunuz.

Göğün ve derenin suladığı tarla ürününün onda birini vermeyi, Allah mü'minlere farz kıldı. Ama kova ile (kuyu ile motorla) sula­nanın öşürü bu miktarın yarısıdır. Kırk devede bir iki yaşını biti­rip üçe giren bodak, otuz devede bunun erkeği, beş devede bir koyun, on devede iki koyun, kırk sığırda bir sığır, otuzunada bir ya­şında buzağı, kırk davarda bir davarı vermeyi farz kıldı.

-İşte Allah'ın kullara farz ettiği miktar zekatta bundan ibaret­tir. Kim fazla verirse hayrı kendine olur. Bunları ödeyip, İslâm olduğuna şahadet eder, Kafire karşı mü'mini desteklerse, O Müs­lümanlardan bir parça olup onların lehine olan kendisinin de le­hine, aleyhlerin olan da aleyhine olur. Artık O Allah ve Rasûlünün zimmetindedir. Yahudi ve Hıristiyanken İslâm'a giren de böyledir. Kim Hıristiyan yada Yahudi dininde kalmak isterse kabul edilir, sadece cizye verecektir."

Resûlullah bir mektup da Zür'a zû Yezen'e yollayıp, Muâz b. Cebel emirliğinde, Abdullah b. Zeyd, Malik bin Ubade, Ukbe b. Nemr, Mâ­lik b. Mürra ve arkadaşlarını oraya gönderdi ve onlara elçilerinin hoşnud dönderilmesini tavsiye etti.[705]

 

Halid B. Velid'in Sonra Da Ali B. Ebî Talib (R.A)’Ların Yemen'e Gönderilişi

 

İbrahim b. Yûsuf b. Ebî İshâk es-Sübey'î, babası-dedesi isnadıyla Berâe (r.a)'tan naklediyor:

- Nebi (s.av), İslâm'a da'vet etmesi için Halid b. Velîd'i Yemen'e yolladı. Ben de Halid'le beraber gidenlerden biriydim. Biz orada tam altı ay kalıp onları İslâm'a da'vet ettiksede hiç bir olumlu cevap ala­madık. Sonra Peygamberimiz (s.a.v) Ali (r.a)'ı Yemen'e gönderip, 0na,

"Halid'i geri yollamasını, ancak Halid'le oraya gidipte Aliy'le beraber -kalarak öyle- geri dönmek arzu edenlere de onunla dö­nebileceklerini emretmesini" söyledi.

Berâe derki: Ben de Ali ile beraber geri kalanlardan biri idim. Biz Hemedan'lılara yaklaştığımızda, onlar bize karşı saldırmak için önü­müze çıktılar. Ali bize namaz kıldırıp sonra hepimizi tek bir saf haline getirdi. Ardından da önümüze geçerek onlara Peygamber (s.a.v)'in Mektubunu okudu. Hemedan kabilesinin hepsi Müslüman oldu. Ali de durumu bir mektupla Peygamber'e bildirdi. Resûlullah mektubu oku­yunca secdeye kapandı, sonra başım kaldırarak,

"Hemedan'a selam olsun, Hemedan'a selam olsun1' buyurdu.[706]

Bu sahih bir hadis olup, İmam Buharı aynı isnadla bu hadisin bir kısmım rivayet etmiştir.[707]

A'meş, Amr b. Mürra -Ebû'l-Buhterî isnadıyla Hz. Ali (r.a)rdan ri­vayet eder:

- Nebî (s.a.v) beni Yemen'e yolladı. Ben, "Ya Resûlallah! Sen beni oraya gönderiyorsun ama ben, yargı konusunda hiç bilgisi olmayan bir genç olarak onların arasında nasıl yargılama yapacağım?" dedim. Resûlullah eli ile göksüme (iltifat olarak) vurup:

"Allahım! Sen Onun kalbine hidayet ver, diline de doğru karar vermeyi nasib et" diye dûa etti. Artık iki kişi arasında verdiğim hü­kümlerde hiç tereddüdüm olmadı."

Hadisi Ebû Dâvûd rivayet ediyor.[708]

Muhammed b. ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebî Talibi ile Atâ da  Ca^bir (r.a)’dan “Ali (r.a) Yemen’den Hz. Peygamberin yanına veda haccı esnasında geldiğini, söylediğini” naklederler ki. bu haber, Ata yoluyla Cabir (r.a) nakledilen bir hadis olup, onu Buharî ve Müslim nakletmiştir.[709]

 

Ebû Mûsâ El- Eşarî Ve Muaz B. Cebel’in Yemen’e Gidişi

 

Şu’be ve diğerleri, Said b. Ebî Bürde yoluyla babası Ebû Bürde’nin, Ebû Musâ el-Eşarî (r.a.)’tan şöyle naklettiğini h aber verir:

- Resulullah (s.a.v.) efendimiz hem kendisini hemde Muaz b. Cebel’i Yemene göndermiş ve onlara –yola çıkarken-:

“(insanlara) kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeci olun, nefret ettirmeyin, gönül erleri olun” buyurmuştur.

Bu hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmişlerdi. hadisin8 bunun dışında buradakilerden daha uzun olarak bir kaç rivayeti daha vardır.[710]

BuhariDinn Sahih’inde Tarık b. Şihab hadisinde Ebu Musa el Eşarî’nin şöyle dediği geçer:

-Resulullah (s.a.v) beni kavmimin diyarına yollamıştı. Nebı (s.a.v.)’e geldiğimde o Mekke’de Ebstah dene  yerde kampı8nı kurmuştu. Bana:

“Ya Abdullah b. Kays! Hac ettin mi?” buyurdu. “Evet” dedim. “Nasıl niyet ettin?” diye sordu. ben, “Senin ihrama girişin nasılsa öyle diyerek telbiye getirdim” dedim Bana: “Hac kurbanını da yanında mı sevkedip geldin?” diye sordu. “Hayır beraber getirmedim!” dedim. efendimiz (s.a.v.):

“Öyleyse Beytullah’ı tavaf et, sonra safa ile merve arasında sa’yini yap,sonrada ihramdan çık buyurdu. Bende öyle yaptım Buharî hadisin gerisini anlatıyor.[711]

Bu hadise göre Ebu Musa (r.a.)’ın Yemen’den Mekke’ye geldiği anlaşılıyor. Muaz b. Cebel (r.a)’a gelince, -rivayetlere bakılınca- onun Yemen’den geriye Resulullah’ın vefatına kadar dönmemişe benziyor.[712]  

 

Efendimiz'in Amr B. Hazm'a Yemen'e Gönderirken Verdiği Mektup

 

İbnû İshâk der ki: Bana, Abdullah b. Ebî Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm babası Ebû Bekr'in şöyle dediğini anlattı:

- İşte şu, Resûlullah (s.a.v)'in, dedem Amr b. Hazm'ı Yemen'e gön­derirken Yemen halkını bilgilendirmek, onlara sünneti öğretip, zekat vergilerini alması için yazıp vermiş olduğu mektup, bizim yanımızda-dır. Gerçekten Resûlullah (s.a.v) Amr'a bir yazılı taahhüdnâme verip Orada gerekli tavsiyelerini yapmışı. Mektup şudur:

"Bismillahirrahmânirrahîm: İşte şu- yazılı metin- Allah ve Rasûlü'nden yazılı bir açıklamadır. "Ey iman edenler, anlaşmaları­nıza vefalı çıkın" (Maide sûresi ayet 1). İşte bu, Allah Rasûlü tarafın­dan Amr b. Hazm'a Yemen'e vazifeli gönderildiği sırada verilmiş bir senettir. Ona yapacağı işlerin tümünde Allah'tan korkmasını emret­miştir.

Şüphesiz Allah (c.c.) kendisinden korkanlarla ve ihsan yapan kim­selerle beraberdir. Ona Hakkı Allah'ın emrettiği şekilde tutmayı, in­sanlara hayırları müjdelemeyi, insanlara hayırları müjdelemelerini söy­leyip, insanlara Kur'ân okumayı öğretmesini, Kur'ân'm inceliklerini onlara öğretmesini emretmiştir.

Hiç kimse temiz olmadıkça Kur'ân'ı tutmayacaktır.

İnsanların dinen kendi lehlerinde olan şeyleri de, aleyhlerinde olan şeyleri de haber verilecek.

Hak olan hususlarda insanlara yumuşak, Zulüm olan konularda on­lara katı davranılacaktır. Zira Allah zulmü çirkin sayıp, ondan men etmiş ve:

"Kendinize gelin Allah'ın la'neti zâlimlerin üzerinedir" buyur­du. (Hud sûresi ayet 18)

İnsanlar, Cennetle müjdelenip, ona dair bilgilendirilecek, cehennem -anlatılarak- insanlar, sakındırılıp cehenneme sebeb olan amellerden uzaklaştırılacak. İnsanlar, dinde tam ince anlayışa gelene kadar alıştıra alıştıra eğitilecek.

İnsanlara hac yapma yerleri, hacc'ın sünnet ve farzları, Allah'ın o konuda neyi emrettiği, "Hacc-ı ekber ve Haccı esğar'ın" nasıl yapıla­cağı hacc-ı esğar'ın ömre demek olduğu öğretilecek.

İnsanlar, küçücük, dar, tek bir elbise ile namaz kılmaktan men edi­lecek. Ancak gayet geniş olurda iki ucunun arasına alipta omuzuna a-tarsa ne alâ, insanların bir elbisenin içine ayaklarım sokarak, fecrini göğe dikmesi yasaklanacak.

Kimse uzadığı zaman saçını tepesinin üzerine topuz gibi yapmaya­cak. Aralarında kavga varsa insanları kabile ve aşiret çağırmalarından menederek. Onların çağırması daima ortağı olmayan tek Allah'a olsun. Kim de Allah'a değilde aşiret ve kabileyi yardıma- çağırırsa, onların çağırmaları, ortağı olmayan tek Allah'a olana dek onlar kılıçla İslah edilsin.

İnsanlara abdesti alırken güzelce alıp; yüzlerin, dirseklere kadar el­lerin, topuklara kadar ayakların yıkanılıp, başını nıeshetmesi Allah'ın emrettiği tarzda öğretilecek. Namazı vaktinde kılmaları, Rukuyu, sec­deyi ve huşu içinde olmayı eksiksiz şekilde ifa etmeleri, sabah nama­zını ortalık yöşerince40, öğleyi de öğle sıcağının geçtiği, güneşin batı tarafa meylettiği sırada, ikindi namazım güneş yerden ayrılırken, ak­şam namazım gece gelmeye başlayınca, ama yıldızlar gökte görün­meye başlamadan önce, yatsıyı da gecenin ilk girişinde kılmaları em­redilmiştir. Cum'a için ezan okunduğunda Cum'aya -koşarcasına git­mesi, giderken gusletmesi de ona emredilmiştir.

Yine ganimetlerden elde edilenin beşte birini Allah için almasını emredip, mü'minlere farz kılman arazi gelirlerinin dereden ve yağmur­dan sulanan su ile meydana gelen iratlardan onda bir, kuyulardan sula­narak yapılan tarım gelirlerinden de bunun yansı -yani yirmide bir ola­rak- almasını emretmiştir.

Yöş, yöşermek: karanlığın sıyrılıp ortalığın ağarmaya başlama vaktidir.

Her on devede iki koyun, yirmi de dört, kırk sığırda bir sığır otu­zunda bir tebî' yada tebî'a(bir yaşını doldurmuş), ceza' veya cezî'a(iki yaşını doldurmuş), kırk koyunda yayılan kısımdan ise bir koyun vere­cektir. Bu Allah'ın mü'min kullarına zekat konusunda farz ettiği şey­dir. Kim daha fazla verirse, kendisi için iyi olur.

Yahudi ve Hıristiyan'lardan İslâm dinini gönlünden seçerek İslâm'a girer ve bu dini yaşarsa o mü'minlerden biri olup, mü'minlerin lehine olan her şey onun da lehine, aleyhlerine olan şeyler de aleyhinedir. Hı­ristiyan yada Yahudi dininde kalmak isteyende kalabilir. Zira bu red­dedilemez.

Bu Yahudi ve Hıristiyan'lar buluğ çağına gelmiş, erkek, kadın, hür, yada köle olan herkese bir dinar veya o kıymette bir elbise vermek va­tandaşlık borcudur. Kim bunu öderse, O Allah'ın ve Rasûlü'nün zim­metindedir. Kim bunu ödemek istemezse, O Allah ve Rasûlünün ve mü'minlerin hepsinin düşmanıdır. Allah'ın salatları Muhammed'in üze­rine olsun. Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi ona olsun.[713]

"Süleyman b. Dâvûd, Zührî -Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm- Babası- Dedesi- isnadıyla aynen bu hadis gibi ama mevsûl bir isnad ile, zekât konusunda bir çok ilavelerle diğer anlattıklarımızı da bir takım eksiklerle rivayet eder ki, biz bunu Sünen-i (Kübrâ) da riva­yet ettik.[714]

Ebû'l- Yemân derki, bize, Safvân bin Amr, Râşid b. Sa'd'dan Asım b. Humeyd es-Sukûnî'nin şöyle dediğini anlattı: Peygamber (s.a.v) Muâz'ı Yemen'e gönderdiği zaman, Mu'a^'a bazı tavsiyelerde buluna­rak  uğurlamak   için   evinden   çıktı.   IVÎuâz  binit'inde,   Resûlullah  (s.a.v)'de onun bindiği hevdecin altında yürüyordu. Uğurlama yerine geldiklerinde Peygamber (s.a.v):

"Yâ Muâz! Belki de sen bu yıldan sonra bana bir daha rastla­mayacaksın. Her halde Mescidime ve kabrime uğrarsın!" buyu-runca Muâz yüksek sesle Peygamber'den ayrılışa ağlamaya başladı. Bunun üzerine Nebî (s.a.v):

"Ağlama yâ Muâz! Zira sesli ağlama şeytandır" buyurdu.[715]

 

Necran Delegelerinin Nebî (S.A.V)'E Gelişleri

 

İbni İshak anlatıyor:

- Bana Muhammed b. Ca'fer b. ez-Zübeyr, şöyle anlattı: Necran de­legeleri Rasûlü Ekrem'le görüşmeye geldiklerinde, Peygamberin ya­nma Mescid-i Nebevî'de, ikindiden sonra girmişlerdi ve onların ibadet vakti yaklaşmıştı. Kalkıp Peygamberin mescid-i içerisinde ibâdet et­meye yeltendiler. Ashab'da onları menetmek istedi. Bunun üzerine Nebî (s.a.v) onlara:

"Onları kendi haline bırakın!" buyurdu. Onlarda yönlerini şark'a

dönerek kendi ibâdetlerini yaptılar.[716]

Yine ibni İshak anlatıyor: Bana Bürayde bin Süfyan, İbnü'l-Beylemanî, Kürz b. Alkame'den şöyle dediğini anlattı:

- Necrân Hıristiyanlan, altmış kişilik binekli olarak Resûlullah (s.a.v)'e geldiler. Bunların yirmi dört tanesi onların eşrafından olup, aralarında topluluğun lideri en güçlü fikir sahibi, danışma meclisi baş­kanları, emir ve görüşlerinden asla ayrılmadıkları "el-Akıb" lakablı adı Abdü'l-Mesîk olan bir zat ile onların muhtaçlarının sığınağı, kervanla­rının ve toplantılarının başkanı olan el-Eyhem ve onların papazı, bil­gini ve kiliselerinin idarecisi olan Ebû Harise b. Alkame'de vardı.

Bu Ebû Harise, onlar arasında yüksek bir mevki kazanmış, onların kitablannı okuyup, dinleri hakkında iyi bir bilgi sahibi olmuş idi. Rum kırallarından Hıristiyan olanlar ona çok değer verip, finanse ederek ona bir de kilise yapmışlardı. Necran'dan Peygamber (s.a.v)'in yanına doğru harekete geçtiklerinde, Ebû Harise de Peygamber'e gitmek üze­re katırına binmişti. Yanıbaşında da kardeşi vardı ve ona Kûrz b. Alkame deniyordu. Ebû Harise'nin katın tökezleyince ona yol desteği oluyordu. Bir keresinde katır tökezleyince Kürz: "Kahrolasıca Irak tu­zak)" diyerek bu sözle Peygamberi kasdetmişti.

Ebû Harise'de, "Aksine sen kahrol!" dedi. Kürz'de, "Niye kahrola-yım, ey kardeş!" dedi. Ebû Harise'de: "Vallahi, O, kesinlikle bizim beklemekte olduğumuz Peygamberdir" dedi. Kürz de, "Sen bunu bil­diğin halde seni ona tabî etmeyen sebeb ne?" deyince O, "Şu Rum'ların bize ne iyilikleri var bir bilsen. Bize en yüce bir makamı verip, bizi finanse ettiler. Şimdi de Muhammed (s.a.v)'in, peşine git­meme direniyorlar. Eğer ben, senin dediğini yapacak olursam bu gör­düğün şeylerin hepsini bizden söküp alırlar" dedi. Bu durumu kardeşi Kurz ondan gizleyip daha sonra Müslüman oldu.[717]

İbni İshak anlatıyor: Bana Muhammed b. Ebî Muhammed (Zeyd b. Sâbit'in kölesi) Saîd b. Cübeyr yada Ikrime aracılığıyla İbni Abbas'ın şöyle dediğini anlatıyor:

-Necran Hıristiyanları ile Yahudi bilginleri Resûlullah (s.a.v)'in ya­nında toplandılar ve münazara ettiler. Yahudi bilginleri, "İbrahim Pey­gamber Yahudi'den başka bir şey değildi" dedi. Hıristiyanlar da, "O sadece Hıristiyan idi" dediler. Bunun üzerine Allah (c.c) Ali imran sû­resi 65 ci ayeti olan:

"Ey kitab ehli! İbrahim konusunda niye çekişiyorsunuz. Hal­buki Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir11 ayetini ta "Al­lah mü'minlerin velisidir." kısmına kadar indirdi.[718] Bunun üzerine Ebû Rafî' el-Kurazî;

-Yâ Muhammedi Sen de Hıristiyanların Meryemoğlu İsa'ya taptığı gibi bizim de sana tapmamızı istiyormusun? diye sorunca, er-Rabbî, denilen Necranlı birisi de, "evet sen bunu mu istiyorsun Yâ Muhammedi?" dedi. Peygamber (s.a.v)'de:

"Allah'tan başka birine ibadete çağırmaktan Allah'a sığını­rım" buyurdu. Bunun üzerine Ali İmranran sûresinde ki;

"Allah hiçbir kimseye kitab ve hüküm veripte...." ayetin tâ (> plty^JI D "Şahitlerdendir" kısmına kadar indirildi.

İsrail ve diğerleri, Ebû İshâk eş-Şîrazî -Sıla isnadıyla Abdullah İbni Mes'ûd (r.a)'tan, yine aynı haberi Şu'be ile Süfyân da, Ebû İshak eş-Şîrâzî'den İbni Mes'ûd yerine Huzeyfe'den diyerek şöyle nakleder:

-Seyyid ile Âkıb, Resûlullah (s.a.v)'e gelip Onun kendilerine la'net etmelerini istemişlerdi. (Daha sonra düşünüp) Biri diğerine, "sakın onun la'netini isteme! Vallahi eğer O Peygamber ise, sende Onun

la'netini isteyecek olursan, ne biz, ne de sülalemiz kurtulur" dedi. Böy­lece düşünüp, Peygamber (s.a.v)'e: "Senin şartlarını kabul ediyoruz, İs­tediğin vergileri verelim, sen bizimle "Güvenilen" bir zat yolla! Ama sadece güvenli olan birini yolla!"'dediler. Nebi (s.a.v) de:

"Ben sizinle, kesinlikle öyle güvenli bir zat göndereceğim ki hakîkaten emin biridir." buyurdu. Ashab hemen bakışlarını çevirdi­ler. Efendimizde: "Kalk yâ Ebâ Ubeyde b. Cerrah" buyurdu. Ebû Ubeyde kalkınca da,     ^-«Vl

"İşte bu ümmetin güvenli kişisi budur" buyurdu.

Bu hadisi Buhârî Huzeyfe'den nakleder.[719]

İdrîs el-Evdî, Simâk b. Harb - Alkame bin Vâil isnadıyla Muğîre b. Şu'be (r.a)'ın şöyle dediğini anlatır: Resûlullah (s.a.v) beni, Necrân'a yolladı. Oraya vardığımda bana söyledikleri içerisinde şu sorulanda vardı: Onlar:

-Sen, şu sizin Meryem hakkında:

"Ey Harun'un kızkardeşi" (Meryem 28) şeklinde okuduğunuz ayet hakkındaki görüşün nedir? İsa ile Musa arasında ne kadar zaman farkı olduğunu siz de bilirsiniz? dediler. Muğira derki: Daha sonra ben Peygamber (s.a.v)'e geldim ve sorduklarını anlattım. Efendimiz (s.a.v):

"Sen onlara İsrail oğullarının Peygamberlerin ve kendilerinden önceki sâlih insanların isimlerini kullanma adeti olduğunu haber versen olmazmıydı?" buyurdu.

Hadisi Müslim rivayet ediyor.[720]

 

Halid B. Velîd'in Necran'a Gîdişî

 

İbni İshak anlatıyor:

-Resûlullah (s.a.v) hicri onuncu yılın Rabîü'lâhir yada Cemadîyel-ûlâ ayında, Halit b. Velid'i Necrân'daki, Haris b. Ka'b oğullanna yol­ladı ve Ona, Haris b. Ka'b oğullarıyla çarpışmaya girmeden önce üç kere İslâm'a da'vet etmesini, kabul ederlerse; orada kalıp onlara Allah­'ın Kitabını ve Peygamber'in sünnetini, İslâm şiarlarını öğretmesini emretti. Halid yola çıkıp oraya vardı ve süvarilerini her tarafa saldı. Onlarda gidip çevredekileri İslâm'a da'vet ediyorlar, "Ey insanlar! İs­lâm'a girin de selâmete erin" diyorlardı. Halid orada epey eğleşip on­lara Allah'ın dinini öğretti ve bu durumu bir mektupla Peygamber'e bildirdi. Mektupta şunlar yazılıydı:"

-Bismülahirrahmanirrahîm: Nebi Muhammed'e Halid b. Veîd'den... Esselâmü aleyke Ya Resûlallah! Allah'a olan hamdimi sana ulaştırırım.

-Ya Resûlallah! Sen beni Haris oğullarına yolladin ve İslâm'a da'vet ederken üç gün onlarla savaşmamı emrettin ve Müslüman olmaları halinde kalıp, Allah'ın dinini ve kitabını Rasûlünün sün­netini öğretmemi emrettin. Ben buraya gelip emrini tuttum, on­larda Müslüman oldu. Ben şimdi aralamadayım. Onlara Allah'ın emrettiklerini yapmalarını, yasakladıklarını bırakmalarını söylü­yor, İslâm şiarlarını öğretiyorum.

Esselâmü Aleyke Ya Resûlallah!.[721]

Daha sonra bunların delegeleri Halid'le beraber Peygamber (s.a.v)'e geldiler. Aralarında kavmin ileri gelenlerinden Kays b. EI-Husayn,

Zül- Gussa Yezid b. el-Muhaccel ve Yezîd b. Abdü'l Medân'da vardı. Rasûlü Ekrem (s.a.v) Ka'b b. Haris oğullanna Kays b. Husayn'ı emir tayin etti.[722]

Efendimiz (s.a.v), onların delegeleri gittikten sonra, dini anlatıp sünneti belletmesi ve zekatlarını toplaması için Amr b. Hazm'ı oraya göndermişti.[723]

 

Peygamberimizin Oğlu İbrahim'in Vefatı

 

Bu yıl Rabî'ül evvel ayının onunda Peygamberimizin oğlu bir bu­çuk yaşında iken vefat etti. Onu Hz. Abbas'ın oğlu Fazl yıkadı. Riva­yete göre defnetmek için Fazl ve Üsame b. Zeyd Kabrine indiler. Bakî mezarlığına defholdu.

İbrahim dolgun vücutlu, ak benizli ve babası (s.a.v)'e çok benzeyen bir yavrucak idi.[724]

Sabit el-Bünânî, Enes (r.a)'tan, Peygamber (s.a.v) Efendimiz:

"Bu gece benim bir oğlum doğdu. Ona babam İbrahim'in adını verdim'* buyurdu. Sonrada onu Medine'de lakabı Ebû Yusuf olan ve kaynakçılık yapan birinin hanımı olan Ümmü Seyfe verdi. Bir gün Rasûllah (s.a.v) oğlunu görmeye gitmişti. Bende beraber gittim. Varıp eve girdi ve bebeği istedi. Bebek gelince Onu bağrına bastı ve Allah'ın kendine söylemeyi nasib ettiği sözlerle yavrusuna dûa etti.[725] Enes (r.a) devamla derki:

-Daha sonra ben İbrahim'i Resûlullah'in kolları arasında can çeki­şirken gördüm. Peygamber (s.a.v)'in gözleri yaşlar boşaltıyordu. Efen­dimiz:

"Göz yaşarır, gönül mahzun olur. Ama biz -bu halde de- sadece Rabbimizin razı olacağı şeyleri söyleriz. Vallahi Yâ İbrahim! biz sana çok üzüldük." buyurdu. Hadisi Müslim bu hali ile rivayet eder­ken, Buharî onu muallak ve kısa olarak verdi.[726]

Şu'be, Adiy bin Sabit aracılığıyla Berâe b. Âzib (r.a)'dan şöyle de­diğini anlatır:

-Peygamberimizin oğlu İbrahim öldüğü zaman Nebi (s.a.v):

"Onun, emzirme süresini cennette tamamlayacak olan bir süt annesi vardır." buyurdu. Bu haberî Buharî rivayet ediyor.[727]

Ca'fer b. Muhammed es-Sâdık, babası Muhammed'den naklediyor: Nebî (s.a.v) oğlu İbrahim vefat ettiğinde onun cenaze namazım kıldı.[728]

 

Bazı Vefat Ve Doğum Olayları

 

Bu yıl içinde Bizans İmparatoru Hiraklius'un yanında bulunan rahib Ebû Âmir vefat etti.[729]

Yine bu yıl, İran imparatorunun kızı imparatoriçe Boran öldü. Ye­rine bacısı Âzermen geçti. Bu bilgiyi Ebû Ubeyde verir.[730]

Bu yıl Zilkade ayı sonlarında Ebu Bekr es-Sıddik (r.a)'ın hanımı Esma binti Umeys'ten oğlu Muhammed doğdu. Doğum hacca giderken Zü'I Huleyfe mevkiinde gerçekleşti. Esma Peygamberin kervanın-daydı.

Cabir b. Abdillah (r.a) anlatıyor: Biz Peygamber (s.a.v)'le beraber yola çıkıp Zü'I Huleyfe mevkiine geldik. Esma binti Umeys orada Muhammed b. Ebî Bekr'i dünyaya getirdi. Esma "şimdi ben ne yapa­cağım?" diye Peygamber'e haber yolladı. Peygamber (s.a.v) de Ona:

"Yıkan ve bir bez ile kurulama bezi tutun ve İhrara'a gir!" bu­yurdu.[731]

Yine bu yıl, Necran'da bulunmakta olan Amr b. Hazm'ın orada Muhammed adında bir oğlu doğdu.[732]

 

Veda Haccı

 

Ca'fer b. Muhammed es-Sâdik, babası Muhammed bin Ali yolu ile Câbir (r.a)'tan şöyle dediğini anlatıyor:

-Resûlullah (s.a.v) -hac yapmadan dokuz yıl bekleyip onuncu yılda-insanlara hac edeceğini ilan etti. Bunu duyan pek çok kişi Medine'de toplandı. Hepside Onun gibi hac yapmak ve ona tabi olmak istiyordu-Zilkade'nin bitimine beş gün kala Efendimiz yola çıktı. Zül Huleyfe'ye vardığımızda Esma bin. Umeys, Muhammed b. Ebî Bekr'i doğurdu. O da, "şimdi ben -hac konusunda- ne yapacağım?" diye, birini, sorması için Peygamber'e yolladı. O da:

"Yıkan ve bir bez tutun, sonra ihrama gir!" buyurdu.

Allah Rasûlü sonra oradaki mescitte İki rek'at namaz kılıp ardından Kusvâ adlı devesine bindi. Deve Efendimizi oradaki Beydâ tepesine çıkarınca, Resûlullah (s.a.v) Tevhid kelimesi ile başlayıp telbiyesini getirdi. İnsanlarda o güne kadar bildikleri eski telbiyelerini getirdi. Ama Resûlullah onları reddetmedi. Ben gözümün alabildiği yerlere baktım; Resûlullah'ın önünde alabildiğine uzayan gerek atlı, gerek ya­ya -muazzam bir kalabalık vardı. Sağında aynısı, solunda aynısı ar­kasında aynısı.

Resûlullah telbiye getirmeye devam etti. Biz sadece tek Hac'ca ni­yet etmiş idik, Ömre nedir bilmiyorduk. Efendimizle beraber Beytullah'a geldiğimizde, Rüknü Hacer'i selamlayıp tavafta üç şavt hızlı yürüyerek Remel yaptı. Dört şavti da normal yürüyerek yaptı. Ar­dından Makam'ı İbrahim'e vararak "İbrahim'in makamını namazgah

edinin" ayetini okudu. Makam-ı İbrahim-i Beytullah ile kendi arasına aldı (namaz kıldı).

Hadisi nakleden Cafer derki: Babam Muhammed b. Ali "Efendimiz iki rek'atın birinde, "Kulhü vallahü ehad" diğerinde "Kulyâ eyyühel kâfirim" sûresini okurdu" diyor ki, bunu sanıyorum ki, sa­dece Peygamberden nakledilmiş olarak anlatmıştır.

Sonra Beyte gelip Rükne dönüp Hacer-i Selamlayıp ardından Ka­be'nin dış kapısından Safaya gitti. Safa tepesine yaklaşınca:

"Safa ve Merve Allah'ın şeâirindendir" ayetini okudu; ve: "Al­lah'ın Kur'ân'daki -tertibinde- başladığı gibi başlıyorum" buyurup Sa'y etmeye Safâ'dan başlayıp tepeciğe çıktı.

Beytullah'ı görünce kıbleye dönüp, Allah'a tevhid ve tekbir geti­rerek, Lâ ilahe illallahü vahdehû la şerikeleh. Lehü'l-Mülkü ve Lehü'l-Hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr. La ilahe illallahü vahdehû, en ceze va'dehû ve nasara abdehû ve hezime'I ahzâbe vahdehû" deyip ikisi arasında dûa etti. Üç defa aynı şeyleri tekrarladı.

Sonra Merve'ye doğru yürüyerek tepeden indi. Vadiye ayak basınca remel yaparak (hafifçe koşarak) ilerledi. Vadiden çıkınca normal yü­rüyerek Merve'ye geldi. Orada da aynen safadaki duaları tekrarladı. Merve'de son sa'yi bitirince:

"Eğer bu hac konusunda, daha sonra olanların böyle olacağını önceden -tecrübeyle -bilmiş olsaydım, kurbanımı beraber getir­mez (Haccı kıran yapmaz) ve Onu Ömre yapardım (Temettü ha­cısı olurdum). Kim hac kurbanını yanında getirmemişse ihram­dan çıkıp, haccını Ömreye niyetlenerek Temettu'a çevirsin" bu­yurdu. İnsanların hepsi ihramdan çıkıp tıraş oldular. Sadece Peygam­ber (s.a.v) ve yanında kurbanını getirenler kaldı.

Suraka b. Mâlik b. Cu'şum (r.a) kalktı ve "Ya Resûlallah, Ömre'nin -hac mevsimi-^ içinde yapılarak hacca katılması yalnız bu yıla ait mi,

yoksa ebediyen böylemi kalacak?" diye sordu. Nebi (s.a.v) de, par­maklanın birbirine kenetleyerek:

"Umre Hacca şöyle girmiştir" buyurdu ve bunu iki defa söyledi. Ve: "Hayır sadece bu yıl değil, ebediyen böyle kalacak!" buyurdu.

Hz. Ali, Yemen'den Peygamberin develerini sürüp geldi. Hanımı Fatıma (r.a)'yı ihramdan çıkmış, boyalı elbiselerini giyip sürme çe­kinmiş olarak görünce, onun bu halini normal görmedi. Hz. Fatıma ona, "bunu bana böyle yapmamı babam emretti" dedi.

Hz. Ali Irak'ta iken: Bu olayı anlatarak; "ben hemen, Fatıma'yı a-zarlatmak ve Efendimiz'den naklettiği fetvayı Peygamber'e sorup an-lamak-için Peygamber'e gittim ve durumu arzettim. Nebi (s.a.v:

"Fatıma doğru söylemiş, o doğru söylemiş, sen hacca niyetle­nince ne söyliyerek niyetlendin?" buyurdu. Ben "Allah'ım ben senin Peygamberinin niyeti ile niyetleniyorum diye niyet ettim" dedim. Nebi (s.a.v):

"Benim yanımda hac kurbanım var. Artık sen ihramdan çıkma!" buyurdu. Ali (r.a)'ın Yemen'den getirdikleri ile Peygamberimizin Me­dine'den getirdiği kurban sayısı yüz adet idi. Efendimiz ile kurbanları yanında olanlar hariç, herkes ihramdan çıkıp tıraş oldular.

Terviye günü girince, Mina'ya hareketle: "Hac için Lebbeyk.." diyerek telbiye getirdiler. Resûlullah devesine binmiş idi. Mina'ya va­rınca öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını orada kıldı. Gü­neş doğana kadar bekledi. Arafat girişi Nemure mevkiinde kendisine bir çadır kurulmasını emredip, kendisi de Arafata doğru hareket etti.

Kureyş'liler, kendilerinin cahiliye döneminde yapmış oldukları gi­bi, Peygamberin de Meş'ari'l haram'da duracağına kesin gözle bakıyor­lardı. Resûlullah ise duraklamadan yola devam edip Arafata kadar gel­di ve çadırını oradaki Nemura -köyceğizi-nde kurulmuş bulup oraya konakladı.

Güneş öğle vaktini geçince, Kusvâ adlı devesinin hazırlanmasını emretti. Deveye hevdeci vuruldu. Devesine binip Arafat'taki Urane vadisine geldi. Orada durup insanlara şu hitabeyi yaptı:

"Kanlarınız ve mallarınız şu hac ayı içinde, şu haram beldede şu günümüzün harem -hürmeti zorunlu- olduğu gibi haram edil­miştir. Dikkat edin! Cahiliye dönemi işlerinden olan herşey kaldı­rılmış olup ayağımın altındadır. Cahiliye döneminde aranızda bu­lunan kan davası kaldırılmıştır. Bu konuda ilk kaldırdığım kan da'vası, Rabî'a bin Hâris'in kanı olmuştur. Bu adam Benî Sa'd kabilesinde, süt anasına süt emmek için verildiği sırada Hüzeyl kabilesi tarafından öldürülmüştü.

Cahiliye dönemindeki -muamele ettiğiniz- faiz kaldırılmıştır. Faizlerden kaldırdığım ilk faiz de, Abdülmuttalib oğlu amcam Abbas'm faizi olmuştur. Artık faizin hepsi kaldırılmıştır.

Hanımlar hakkında Allah'tan korkunuz! Zira siz onları Allah­'ın bir emaneti olarak aldınız. Allah'ın kelimesi ile onları kendini­ze helâl kıldınız. Sizin onlardaki hakkınız; onların, sizin yatağını-za-evinize-sizin sevmediğiniz -istemediğiniz- kimseleri katmama­larıdır. Eğer bu hususta sizi dinlemeyip aksini yaparlarsa, yara­lamadan onları dövebilirsiniz. Onlarında sizdeki haklan; onların yiyecek ve giyecekleri örfte geçerli olana göre, sizin tarafınızdan temin edilmesidir. Ben size, sarıldığınız sürece asla sapıklığa düş-

meyeceğiniz bir şey bırakıyorum. Bu Allah'ın kitabıdır. Siz benim hakkımda sorulduğunuzda ne söyleyeceksiniz" buyurdu. Ashab'da:

-"Senin Peygamberliği tebliğ ettiğine, emaneti yerine getirdiğine, ümmete nasihatta bulunduğuna şahit oluruz," dediler. Bunun üzerine Nebi (s.a.v) şehadet parmağını göğe dikip sonra insanlara doğru işaret ederek üç kere,

"Şahid ol Yâ Rab!, Şahid ol Yâ Rab!, Şahid ol Yâ Rab!" buyur­du.

-Sonra Bilal ezan okudu, ardından kamet getirdi. Nebi (s.a.v) öğle namazını kıldırdı. Ardından Bilal kamet getirip ikindiyi kıldı. Öğle ile ikindi arasında, -sünnet ve nafile- hiçbir namaz kılmadı. Sonra Efen­dimiz devesine binip vakfe yapmak üzere Arafat'taki Rahmet tepesi­nin eteğine geldi.

-Devesinin göksünü kayalara çevirdi. Yayaların toplandığı yeri (te­peye çıkma yerini) önüne alarak kıbleye döndü. Gün batıncaya kadar orada vakfeye devam etti. Güneşin sanlığı gidip güneş yuvarlağı battı. Üsame b. Zeyd'i bineğinin ardına aldı. Devenin yularını kasarak yola çıktı. Yuları öyle kasmıştı ki, devenin başı semerin kaşına değecek gi­bi idi. Sağ eli ile de:

"Ey insanlar ağır ağır hareket edin!" diye işaret ediyordu. Her ne zaman bir kum tepesine gelse tepeyi çıkana kadar yuları gevşeti­yordu. Nihayet Müzdelifeye geldi. Orada Akşam ile yatsı namazını bir ezan ve iki kamet ile kıldırdı. Yine aralarında hiç bir namaz kılmadı. Sonra şafak sökene kadar uzandı. Şafak sökünce ilk şafak belirtileriyle beraber tek ezan ve tek kametle sabah namazını kıldı.

-Ardından devesi Kusvâ'ya binip müzdelifedeki Meş'ari'l Harâm'a geldi. Meşaril haram tepeciğine çıkıp kıbleye döndü, Allah'a hamd e-dip tekbir ve tehlîl getirdi. Ortalık ağarıncaya kadar Müzdelife vakfe­sine devam etti. Sonra güneş doğmadan yola çıktı. Fazl bin Abbas'î

devenin terekesine aidi. Fazl güzel saçlı, ak benizli idi. Peygamber Müzdelife'den hareket ettiğinde bir takım kadınlarda oradan geçerken Peygamber'e uğradılar. Fazl onlara bakmaya başladı. Peygamber onu görünce elini Fazl'in yüzüne kapattı. Bu kere Fazl da yüzünü öte tarafa çevirip oradan kadınlara bakmaya başladı. Peygamberde Fazl'ın yü­zünü başka tarafa çevirdi.

-Böylece Müzdelife ile Mina arasındaki (fil ordusunun helak ol­duğu) Muhasser vadisine geldi. Az daha ileri geçip ortadaki büyük şeytana giden yola girdi. Sonunda (o zaman) oradaki ağacın yanında bulunan büyük şeytana geldi. Her birinde tekbir getirerek şeytana iki parmak arasına girecek küçüklükte yedi taş attı. Bunu vadinin içinden atmıştı.

-Sonra kurban kesme yerine gelip altmış üç tane deveyi kesti. Sonra bıçağı Ali'ye verdi, diğerlerini de o kesti. Böylece Ali'yi bu kurbanlara ortak yapmış oldu. Ardından her deveden bir parça et alınmasını em­retti. Bunlar bir tencereye koyulup çorba yapıldı. Ali ile beraber kur­banların etinden yiyip çorbasından içtiler.

-Sonra Resûlullah (s.a.v) oradan Ka'beye doğru hareket etti. Öğle namazını Mekke'de kıldı. Zemzem kuyusundan su çekmekte olan Abdü'lmuttalib oğullarının yanına varıp;

"Ey Abdü'lmuttalib oğulları! Su çekmeye devam edin. Eğer insanlar -beni göreceğim diye gelipte- su çekerken sizi sıkıştırma­yacak olsalardı bende sizinle beraber zemzem çekerdim" buyurdu. Ona bir kova uzattılar O da ondan içti.

Hadisi Müslim, "Yuhyî ve yümît" sözü olmadan İbni Ebî Şeybe'den rivayet eder.[733]

Şu'be, Katâde -Ebû Hassan el-A'rac isnadıyla İbni Abbas (r.a)'tan ıaklediyor:

-Resûlullah (s.a.v) Zü'l Huleyfe'ye geldiğinde kurbanlık olarak göürdüğü devesini hörgücünün sağ tarafından enledi,[734] sonra oradan kan ıkmaya başladı. Nebi (s.a.v) de hacca niyetle telbiye getirdi.

Hadisi Müslim rivayet etmiştir.

Eymen bin Nabil derki: Bana Kudâme b. Abdillah şöyle anlattı: Sen Resûlullah (s.a.v)'i kızıl (bir rivayette dor renkli) bir devenin üzeinde Akabe (büyük) cemresinde şeytana taş atarken gördüm Deve (iz-lihamdan) ne yürüyecek, ne yürütülecek ve nede "haydî haydî" diye ^arlanacak halde idi.[735]   Bu isnadı Hasen dereceli bir hadistir.

Sevr b. Yezîd, Raşid b. Sa'd -Abdullah b. Lühay isnadıyla Abdullah ı. Kunt (r.a)'tan Nebî (s.a.v)'in :

"Allah katında günlerin en faziletlisi kurban bayramının biinci günüdür. Ondan sonra (karr) yerleşip dinlenme günüdür" buyurduğunu nakleder. Sevr der ki, "Bu -hac telaşından kurtulup- iskrara kavuştukları kurban bayramının ikinci günüdür." (Abdullaha) der ki) Resûlullah'ın önüne beş veya altı tane deve getirildi, bun­um her biri hangimizden başlıyacak diye Peygamber'e doğru yaklayorlardı. Kestiği hayvan ölüpte yan üstü yere düşünce, Resûlullah afif sesle bir kelime söyledi ama ben anlayamadım. Benim önümde na daha yakın olan birine, "ne buyurdu?" diye sordum. O da;

"Dileyen kendine bir parça kesip alabilir" bu ordu, dedi. Bu, isnadı hasen bir hadistir.[736]

Hişâm ed-Düstüvâî, İbni Sîrîn'den Enes (r.a)'ın şöyle anlattığını nakleder:

-Resûlullah (s.a.v) şeytanı taşlayıp Minadaki çadırına döndü. Kur­banını kesti. Sonra bir berber çağırtıp getirtti. Berber başının sağ tara­fından başlayıp o kısmı tıraş etti. Efendimiz saç tüylerini birer ikişer taksim etti. Sonra başının diğer tarafını tıraşa başladı. Sonra da Ebû Talhaya;

"Buraya gel yâ Ebâ Talha!" buyurdu ve saçları oha verip "in­sanlara dağıt" buyurdu.[737]

Ebân el-Aftar anlatıyor: Bize Yahya -Ebû Seleme'den nakletti ki, Muhammed b. Abdillah b. Zeyd ona anlatmış ki; babası Abdullah b. Zeyd kurban kesme yerinde Peygamber (s.a.v) ile beraber bulunmuş. Resûlullah (s.a.v) kesilen kurbanları ashaba bölüştürmüş. Lakin Ne Abdullah'a, nede arkadaşına bir parça düşmüş. Abdullah şöyle anlat­mış: Resûlullah (s.a.v) saçını tıraş ettirip, bir elbiseyele-Ona vermiş, O da bunu adamlara dağıtmış, tırnaklarını kesip arkadaşına vermiş. O şimdi bizde duruyor. Kına ve ketem ile boyalı bir haldedir.[738]

Ali b. el-Ca'd derki: Bize Er-Rabî' b. Sabîh, Yezîd er-Rakkaşî yo­luyla Enes (r.a)'m şöyle dediğini anlattı: Resûlullah (s.a.v) haccını de­ğeri dört dirhem ya eder ya etmez bir kadife ve eski bir eğer üzerinde îfa etmiş ve;

"Allah'ım içinde göstermelik ve duyurmak olmayan bir hac yaptır!" buyurdu. Lakin ravî Yezîd er-Rakkâşî zayıftır.[739]

Yezîd b. Ebân-er Rukkaşî hakkında bütün otoriteler zayıf, merdud, kıssacı ve met­ruk gibi ta'birler kullanıyor.

Ebû Umeys, Kays b. Müslim aracılığıyla Tarık b. Şihâb'dan nakle­diyor: Yahudilerden birisi Ömer (r.a)ra geldi ve, "Yâ Emîra'l mü'minîn! Sizin Kur'ân'da okuduğunuz öyle bir ayet var ki, bu ayet gi­bi bir ayet biz Yahudi milletine indirilmiş olsaydı kesinlikle o günü, bayram îlan ederdik!" dedi. Hz. Ömer de "O hangi ayet?" diye sorunca Yahudi;

"Bu gün size dininizi ikmal ettim üzerinize olan nî'metimi ta­mamladım ve sizin için din olarak İslâm'dan razı oldum" (Maide 3) ayetidir dedi. Bunun üzerine Ömer (r.a)'da; "Ben onun indiği gü­nüde, indirildiği yeride biliyorum, bu ayet Peygamber (s.a.v)'e Ara­fat'ta Cum'a günü indirildi" dedi.

Hadisi Buharî ve Müslim rivayet ederler.[740]

Hammad b. Seleme, Ammâr b. Ebî Ammar'dan naklediyor. Ben İbni Abbas'm yanında idim. Bir de Yahudi orada idi. "Bugün sizin di­ninizi ikmal ettim" ayetini okudu. Yahudi, "Bu ayet bize indirilseydi, o iniş gününü bayram ederdik" dedi. Bunu duyan İbni Abbas (r.a), "O ayet bayram günü, Cum'a günü, hemde Arafat'ta arafa günü indirildi" diye cevap verdi.

Bu hadis Müslim'in şartlarına göre sahihtir.[741]

İbnü Cürayc, Ebû'z-Zübeyr'in kendisine "Câbir'i şöyle derken duy­dum" diyerek şunları anlattığım söyler: Kurban günü Peygamberi bi­neğinin üzerinden şeytan taşlarken gördüm. Şöyle diyordu:

"Hac ibadetinin nasıl yapılacağını benden iyi alın. Zira ben belkide bu haccımdan sonra bir daha hac etmiyeceğim" buyurdu. Hadisi Müslim rivayet ediyor.[742]

İsmail b. Ebî Üveys derki: Bana babam Ebû Üvys, Sevr b. Yezîd -İkrime isnadıyla İbni Abbas (r.a)'tan naklediyor: "Resûlullah (s.a.v) Veda haccında insanlara hitabederek şöyle buyurdu:

Artık şeytan sizin topraklarınız üzerinde kendine tapınılma ümidini kesti. Ama hâlâ sizin birbirinizin amellerinizi hor görmek gibi, tapma dışı konularda ona uymanıza razı olmuş durumdadır.

Ey insanlar! Ben size kendisine sarıldığınız sürece asla dalalete düşmeyeceğiniz bir şeyi aranızda bıraktım. Bu Allah'ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.

Kesinlikle her Müslüman diğer Müslümanın din kardeşidir. Müslümanlar artık kardeş olmuşlardır. Artık kendi gönül rıza­sıyla verdiği dışında, kardeşinin malından bir şeyler alması hiç bir kimseye helal olamaz. Kimseye zulmetmeyin, benden sonrada sa-kın birbirinizin boğazını vurarak kâfirlere dönmeyin.[743]

Yunus b. Bükeyr, İbni İshak'tan naklediyor: Bana Yahya b. Abbâd b. Abdillah b. Zübeyr babası Abbâd'dan naklediyor;

Der ki: Rabî'a b. Halef el-Cumahî -gayet güçlü sesli biri olup, O gün Arafatta Peygamberin devesinin gerdanı altında dellallık yapan o idi.    Resûlullah   ona:    "Ey   insanlar   bu   ay   hangisi   olduğunu

biliyoraıusunuz? diye bağır!" buyurdu. O da yüksek sesle bunları ilan edince insanlar, "evet, bu ay haram aydır!" dediler. Nebî (s.a.v) de:

"Şüphesiz Allah, size birbirinizin kanlarınızı ve mallarınızı Rabbinize kavuşacağınız güne kadar, bu ayın haramlığı gibi ha­ram kılmıştır!" buyurdu. Abbad hadisin gerisini anlattı.[744]

Evzaî'nin Zührî yolu ile Ebû Seleme'den yaptığı rivayette Ebû Hüreyre (r.a) derki:

-Resûlullah (s.a.v) Mina'dan harekete karar verince:

"Biz inşallah yarın Kiname oğullarının dağ yamacındaki ka­firlerin (Peygamberi teslim almaya) and içtikleri Muhassab'da konaklayacağız!" buyurdu.

Olay şu idi: Kureyşler burada toplanıp Muhammed'i teslim edene kadar Haşim oğulları ile Muttalib oğullarından kız alıp vermemeye on­larla karışmamaya yemin etmişlerdi.

Bu hadis Buharî ve Müslim'in ittifakla rivayet ettiği bir haberdir.[745]

Eflah b. Humeyd, Kasım b. Muhammed yolu ile Hz. Âişe'den şöyle dediğini nakleder:

-Hac gecelerinde Resûlullah (s.a.v)'le beraber yola çıkıp Mina'dan ayrılınca Muhassab'da konakladık. Hz. Aişe, hadisin gerisini (Omreye gidişini) anlatır.

Hadisi Buharî ve Müslim rivayet eder. [746]

 

Peygamberimiz Kaç Gazaya Ve Kaç Hacca Gitti

 

Ebû İshak es-Sübey'î Zeyd b. Erkam (r.a)'tan şöyle dediğini nakle­diyor:

Resûlullah (s.a.v) ondokuz tane gaza için sefer etti. Hicret ettikten sonra da sadece Veda haccını yaptı. Ondan sonra da hac yapmadı. Ebû İshak daha öncesi için, "bir kere de Mekke'de iken hac etmişti."

Bu haber de Buharî ve Müslim'in ittifakla rivayet ettiği bir hadistir.[747]

Rivayete göre İbni Abbas (r.a) bu hacca "Veda haccı" denmesini mekruh görür ve "İslâm haccı" dermiş.[748]

Zeyd b. El-Hubâb anlatıyor:

-Bize Süfyân, Ca'fer b. Muhammed -babası- isnadıyla Câbir (r.a)'tan şöyle naklediyor:

- Peygamber Efendimiz (s.a.v) hicretten önce İki kere hac yaptı. Hicretten sonrada Ömre ile birlikte bir hac yapıp hac kurbanlığı olarak beraberinde otuz altı deve götürdü. Ali (r.a) da Yemen'den yüze kadar olan kısmı getirdi. Bu develer arasında burnu gümüş halkalı vaktiyle Ebû Cehle ait olan bir deve de vardı. Resûlullah (s.a.v) onu kurban etti.[749]

Zeyd b. el-Hubâb bu haberi rivayette tek başına kalmıştır. Hatta o-nun yanıldığı söylenir. Zira bu haber, Süfyan -Ebû İshak- Mücahit yo­lu ile Mürsel olarak rivayet edilir.[750]

Ebû Bekr el-Beyhakî der ki: Hadiste geçen "Ömre ile birlikteki hac" ifadesine gelince. Bu Enes (r.a)'ın görüşüdür Zîra bu görüş, ashabdan "Resûlullah Kıran haccı yaptı" diyenlerin görüşüdür. İfrad yaptı diyenlere göre ise bu cümle sahih olamaz. Çünkü isnadında ihti­laf vardır.[751]

Vakî'di de -Süfyan- İbni Cüreyc -isnadıyla Mücahit'in: "Resûlullah (s.a.v) üç kere hac yaptı. îki tanesi hicretten önce Mekke'de iken biride veda hacadır" dediğini nakleder.[752]

Bu onuncu yılın son günlerinde El-Esved el-Ansî' ortaya çıkmıştır ki ilerde gelecektir.[753]

 

Onbirinci Hicri Yıl Olayları Üsame (Ra)'In Gazvesi

 

Vakidinin şeyhlerinden naklettiğine göre, Safer ayının bitimine dört gün kala bir pazartesi günü, Peygamber Efendimiz (s.a.v) Bizans'a karşı bir sefer hazırlığına girişilmesi emrini verdi. Üsâme bin Zeyd'i çağırtıp;

"Allah'ın ismi ve bereketiyle git babayın öldürüldüğü yere u-laş. Onlara süvarilerle baskın yap. Ben seni bu orduya komutan yaptım. Filistin'deki Übnâ şehri halkına sabah erken hücum et. Yolda çok hızlı git ki, casusların götüreceği haberden Önce oraya ulaş. Zafere erdiğinde orada ikamet süreni kısa tut. Casusları ve gözcüleri ordudan önce gönder" buyurdu.

Çarşamba günü olduğunda Resûlullah (s.a.v)'in -ölüm- ağrıları baş­lamış bulunuyordu. (Sıtma gibi) Ateşi yükselip başağnsı başlamıştı.

Perşembe sabahı olunca, Peygamber bizzat kendi eli ile Üsame'nin bayrağını hazırladı ve:

"Yâ Üsame Allah yoluna Allah'ın adıyla çık. Allah'ı inkar e-denlerle çarpış. Gaza et ama hile etme, çocuk ve kadım öldürme­yin. "Düşmanla bir karşılaşsak!" diye temenni etmeyin. Zira siz bilemezsiniz, belki onlarla imtihan olunuyorsunuz. Ama Allah'ım bize yetiş, düşmanın gücünü bizden defet" deyin. Mecburen kar­şılaşınca da, naralar atarak hücum edin. Vakarınızı ve sessizliği­nizi koruyun. Aranızda çekişip gücünüzü kırmayın. "Allahım!, biz de onlar da senin kullarınızı/, bizim de onların da bağı senin

elindedir. Onlara ancak sen galib gelirsin" diye dûa edin ve bilin ki, cennet kılıç kıvılcımlarının altındadır" buyurdu.[754]

Böylece Usame kendi için bağlanılan bayrakla yola çıktı. Bayrağı Bürayde bin el-Husayb el-Eslemîrye verdi. (Medine'ye üç mil ötedeki el-Curuf ta kampını kurdu. [İnsanlar kampa katılmak için ciddi bir ha­zırlığa girdi] Az sonra Muhacir ve Ensar'dan bu harbe gitmek için ya­zılmayan hiç kimse olmamıştı. Bunlar arasında, Ebû Bekir, Ömer, [Ebû Ubeyde, Sa'd b. Ebî Vakkas, Saîd b. Zeyd, Katade b. Nu'man, Seleme b. Eşlem] gibi isimlerde vardı.

Lakin bu arada muhacirlerden bir kısmı, "Peygamber niye bu ço­cuğu komutan yapıyor ki?" diye dedikodu ettiler [En çok dedikoduyu Ayyaş bin Ebî Rabîa yapıyordu[755]

Süfyan b. Uyeyne ve diğerleri Abdulah bin Dinar'dan Abdullah b. Ömer (r.a)'i bu konuda şunları derken işittiğini naklederler:

Resûlullah (s.a.v) Üsame'yi orduya emir yaptı, bir kısım adamlar O'nun emir.olmasını tenkid etti. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v):

"İnsanlar Üsame'nin emirliğini tenkid ediyorlarsa (genç diye değil zîra) daha önce babası Zeyd'in emirliğini de tenkit etmiş­lerdi. Allah'a yemin ederim ki, O Emir olmaya çok layıktır. Zeyd nasıl bana insanların en sevimlisi ise şu oğlu da babasından sonra bana insanlann en sevimlisidir" buyurdu. Bu hadisi Buharî ve Müslim naklediyor. [756]

 

Efendîmîzîn Gaza Ve Seriyyelerî

 

Şeybân, Katâde'den şöyle nakleder:

- Rasûlü Ekrem (s.a.v) ondokuz defa Gaza'ya gitti. Bunların seki­zinde çarpışma vuku buldu. Yirmi dört defada küçük askerî müfreze (seriyye) yolladı. Nebî (s.a.v) Efendimizin bütün gazalarının toplam sayısı kırk üç tanedir.

Sonra Rabiü'I Evvel ayı girdi. Receb ayının girmesiyle beraber Hic­ri tarih'in onuncu yılı da tamamlanmış oldu. Allah'a hamd ve senelar olsun.

 

 



[501] Taİf: Mekke'nin seksen km. doğusunda iki bin metre yükseklikte bağlık, hurmalık ve narlıkları ile meşhur bir şehir olup, Arabistan'ın yaylasıdır. Taif Seferi için bak. Buhârî Meğazi 64/56; Müslim 1778; Vâkidî 3/922; İbni Sa'd 2/158; Taberî 3/82; İbni Hişâm 4/148; Urve Meğazî 216; Halife b. Hayyat 89 Mu'cemü'l Buldan 4/11, 12; Cevamius-Sîre 242; Eddürer fı'l meğazî 243; Beyhakî Delâil 5/156; Ya'kûbî 2/64; Ensâbü'I Eşraf 1/366; El-Muhabber 115.

[502] İbni Sa'd 2/158.

[503] İbni Sa'd 2/160 da bunu daha kısa olarak Miksem yoluyla İbni Abbas'tan nakle­der. Vakıdî ise dağınık dağınık verir. İbnü'I Cevzi ise olayı isnadsız anlatır. El-Muntazam 3/341; İmam Ahmed 1/248'de; İ. E. Şeybe Musannef 14/509'da Miksen yoluyla İbni Abbastan hadis metnini verir.

[504] Beyh. Delâil 5/157, 158; S. Kübra 9/84; Urve Meğazî s. 216; Vâkidî 3/929.

[505] İbni Hişâm 4/147; Taberî 3/84; Vâkidî 3/924.

[506] İbni Hişâm 4/149; Vâkidî 3/927; Beyh. Delâil 5/158.

[507] Beyhakî Delâil 5/159; Ebû Dâvûd 3965; Müsned 4/113 ve 384; Tirmizî 1689; Nesaî S. Kübrâ 4351; Nesaî Mücteba 7/104; Bey. S. Küb. 10/272; Hakim 2/121, 3/50; İbni Ebî Şeybe 5/309; İbnü Ebî Necih burada iki hadis daha serdeder ki mü­ellif onu mevzu dışı olduğu için buraya almamıştır.

[508] Dörtle gelir sekizle gider tabirini eski âlimler bilhassa İbni Hacer uzun uzun an­latmış.  Bu söz kadının tonbul olup göbek etinin kıvrılmış olmasıyla -belki göğüsleride kasdedilerek, "dörtle gelir sekizle gider" diye ta'bir edilmiştir.

[509] Buhârî 64/56, H. no: 5887, 4354 ve 5235; Müslim 2180/32; Muvatta 544 h. no: 1453; Beyh. Del: 5/160; Tab. Kebîr 9/12; Bey. S. Küb. 7/96, 8/223; Humeydî 297; Ebû Ya'lâ 12/6960; Müsned 6/290; 318; Ebû Dâvûd 4929; İbni Mâce 1902, 2614.

[510] Parentez arası manayı tamamlamak için Vâkidî'den ilavedir.

[511] Vâkidî 3/927, 928; B. Delâil 5/161.

[512] Metin bu şekilde Beyhakî Delâil 5/164, 165'tedir; Vâkidî 3/298'de biraz değişikçe anlatır. Parantez arası Vâkidî ve Beyhakî metnindendir.

[513] Bu isnad ve Metin Zehebi'nin gördüğümüz gibi birçok şeyhi vasıtasıyla İbni Ö-mer'e varan Âli bir isnadıdır. Rivayette hadis kitabı yazarlarından meşhur kimse yoktur.

[514] Müslim bu rivayeti İbni Ebî Şeybe'den nakleder. Oysa İbni Ebî Şeybe Musannefınde 14/507 bizzat "İbni Ömer" diye alır.

[515] Beğavî'nin bu rivayeti için bak Beyhakî Delâil 5/168.

[516] Beyhakî Delâil 5/168, Hadisin Metni için Bak. Buharî Meğazî h. no: 4325; Müs­lim 1778; İbni E. Şeybe 14/506; Müsned 2/11; Said b. Mansur Sünen 2763; Mumeydi Müsned 706.

[517] Beyhakî Delâil 5/168, 169; Bu Mürsel bir haberdir. Zira Urve bunu kimden aldı­ğım söylemiyor. Ancak Efendimizin: "Allah'ım Sakîf Iilere hidayet et" buyurduğu sabittir. Bak. Tirmizî 3942; İmam Ahmed Müsned 3/343; İbni Sa'd 2159; Vâkidî 3/937; İbni Hişâm 4/152; İbni Ebî Şeybe 12/201, 14/308; İbni Ebî Şeybe'nin 18800 nolu Hadisi Ebu'z-Zübeyr'in Cabir (r.a)'tan nakli ise, Beyhakî'dekı anlamca çok yakındır. İbni İshak'ın senetsiz verdiği bilgide böyledir.

[518] Beyh. Delâil 5/169; Taberî Tarih 3/97.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/286-294

[519] İbni Hişâm 4/151; Vâkidî 3/938; Tarih-i Halife sayfa 90.

[520] Vâkidî Meğazî 3/937

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/294

[521] İbni Hişâm 4/152; Beyhakî Delâil 5/171.

[522] Müslim Zekât 1059/33; Müsned 3/157, 158; Beyhakî Delâil 5/173; İbni Ebî Şeybe değişik lafızla 14/522.

[523] Buhârî Megazî 64/56; Müslim Zekât 1059/135; îbni E. Şey. 14/522; Müsned 3/280; Beyhakî Delâil 5/174; Humeydi Müsned 1201; İbni Adiy 3/1189.

Buh. Meğazî 64/ 56; Müslim 1059/132; Beyh. Delâil 5/176; Bey. S. Küb. 6/337.

[524] İbni Hişâm 4/156; İbni Ebî Şeybe 14/528; Müsned 3/72; Vâkidî 3/956; Taberî 3/93; Zehebî'nin sadece başını aldığı bu metni kaynaklardan verdim.

[525] Müslim zekat 1060/137; Beyhakî Delâil 5/133; İbni Hişâm 4/154; Vâkidî 3/946; Taberî3/90, 91.

[526] Taberânî'nin Kebîr'inden naklen Heysemî M. Zevaid 10/33; Vâkidî isnadsız ola­rak 3/957.

[527] Buhârî Meğazî 64/56 - 4336; Humus 19 - 3150; Enbiya 27 - 3405; Edeb 53 -6059, 71 - 6100; İsti'zan 47 - 6291; Müslim Zekat 1062/140; Tirmizî Müsned î/380, 396, 411, 436, 441, 453; Humeydî 1271; İbni Ebî Âsim 2/440; Beyh. Delâil 5/184; Ebû Ya'la Müsned 9/5206, 5133.

[528] Müslim Zekat 1063/142; Beyh. Delâil 5/186; Müsned 3/553; Taberânî 2/201; Ahlâkun-Nebî 43; İ. E. Âsim Sünne 2/460 Buhârî T. Kebîr 9/30; Said b. Mansur 2902; İbni Mâce h. no: 172.

[529] Buhârî Menâkıb 61/25; Meğazî 64/61; Fezailü'l Kur'ân 66/36; Edeb 78/95; Tevhid 97/95; İstitâbe 88/95; Müslim 1064/148; Beyhakî Delâil 5/188; İbni Mâce 172; Müsned 3/56; Beyh. Kübra 8/171; Taberî 3/250, 10/109; Ebû Dâvûd Sünne 27; Tirmizî Fiten 24; Nesaî Zekat 79; Tahrîm 26; Muvatta Mesaî'l-Kur'ân 10.

[530] Zehebrnin atladığı bu bölümü Buhârî ve Müslim'den ikmal ettim.

[531] Buhârî Meğazî 64/54; Ebû Dâvûd 2693; Müsned 4/327 Bey. S. K. 6/360, 9/64; Bey. D. 5/190.

[532] Vakîdî'nin dediğine göre, (3/949) bu gelenler arasında Rasûlüllah'ın süt amcası vardı ve bu ricayı yapan o idi. Vakîdî'nin metninde bunlar arasında senin süt anan, süt bacın, süt halan ve süt teyzen" var diyor.

[533] Beyhakî ve diğerleri kıssanın gerisini anlatmasına rağmen Zehebî kıssanın gerisini atlar ve onu İbni İshak'tan vereceği bilgi aynı olduğundan kısaltır.

[534] Beyh. Delâil 5/191, 192; İbni Sa'd 2/155, Vâkidî ise konuyu isnadsız ama çok ge­niş ve düzenli olarak verir. 3/950.

[535] "Çevrim" köyüm olan Kurucabel'in dilidir. Karaman toroslarmda kullanılır. "A-ğıl" ve benzeri şeylerin yerine kullanılır. Etrafı kayalarla çevrili olan veya vadile­rin kaynaklarında tabiî olarak, dairemsi, harman yeri veya daha büyük yerlere de­nir.

[536] Bu kıssa İbni Hişâm ve İbni İshak'ta olmasına rağmen şiir mevcut değildir. Şiir Yunus b. Bükeyr ile İbrahim b. Sa'd'ın İbni îshak'tan rivayetlerinde vardı. Bak. Bey Delâil 5/194; Süheylî Ravdu'l Unf 4/166.

[537] Buhârî Cihad ve siyer 56/24'te bunu kısa olarak Cübeyr b. Ma'tımden bir bölümü­nü nakleder. Beyh. Delâil 5/195, 196; İbni Hişâm 4/152; Vâkidî Meğazî 5/951, 952; Taberî Tarih 3/87, İbni Sa'd 2/153, 154; Bey. S. kübra 6/337; Bu haberi İbni E. Şeybe 14/479'da 18746 nolu Mekke fethini konu alan Ebû Seleme ve Yahya b. Abdirrahman'dan İmam Ahmed 4/84'te kısa olarak Cübeyr b. Mutım'den Abdürrezzak Musannefte 9497 yine Cübeyr'den İmam Malik Muvatta Cihad 13/22. Sayfa 457rde Amr b. Şuayb'dan munkatı olarak. Nesâî Kasemül fey 37/7 Cild 7/131 h. No: 4159'da Muvatta rivayetini Amr b. Şuayb babası isnadıyla Ab­dullah b. Amr'dan Müsned olarak verir. Taberânî 2/135, Bey. 7/17, 9/102; Ab. Musannefte yine Amr b. Şuayb'dan 9498 No ile verir.

[538] Müslim 1656/28; Beyhakî Del. 5/197; Aynı Haberi Buhârî Meğazi 64/54; H. no 4320 ile aynı isnadla, bazı lafız değişikliği ile alır ama Cariye kısmım almaz. Müsned 2/153; Bey. S. Kübra 6/338; Tahâvî Ş. Meanî 3/133.

[539] İbni Hişâm 4/152; Beyhakî Delâil 5/196; Taberî 3/86.

[540] Ibni Hişm 4/153; Beyhakî Delâil 5/197; Taberî 3/88.

 

[541] İbni Hişâm 4/153; Taberi 3/89; Beyhakî Del. 199; Vâkidî 3/955.

[542] Tarih-i Dımışk 2/135; Dr. Tedmurî dipnotta "bu evin yerinin eski bir hıristiyan ki­lisesi olduğunu, Malik'in Şam'ın ilk fethinde oraya indiğini ve bu yerin Benî Nasr yurdu diye bilindiğini ve El-Bıttıh el-Kebîr Caddesi üzerindeki eski evlerin olduğu yerde" diye tarif eder.

[543] Ebû Dâvûd Edeb 5144; Beyhakî Delâil 5/199 Suyutî ve İbni Kesîr bunun Halime olduğunu söyler.

[544] Beyhakî Delâil 5/199, 200.  

[545] Tarih-i Yahya b. Maîn 2/125

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/295-312

[546] Buhârî Hac Cilt 2/3. h. no: 1780 ve Cihad h. no: 3066; Meğazî, 4148; Müslim Hac 1253/217. Ebû Dâvûd 1994; Tirmizî 814. İbni Mâce 3003; Müsned 1/246, 321, 2/139, 3/134, 206, 4/297; Beyhakî Delâil 4/92, 5/203, 455; Ebû Ya'la Müs. 5/2872, 3091; Beyh. S. Kübra 4/345; Beğavî Ş. Sürme 7/11, no: 1846; İbni Huzeyme 3071; İbni Hibban 3771.

[547] Urve Meğazî s. 213. Beyh. Delâil 5/201. Metinde sanki Musa b. Ukbe'nin bu ha­beri Urve'nin Meğazisinde imiş gibi bir ifade kullanılmış. Biz onu Beyhakîye göre düzelttik. Zîra Urve rivayeti; İbnü Lehİa-Esved isnadıyla, Öbürü ise İsmail b. İbra­him, Musa b. Ukbe şeklinde geçer.

[548] İbni Hişâm 4/157; Beyhakî Delâil 5/203, Taberî 3/94; Halife b. Hayyat Tarih 92. Ensabül Eşraf 1/469; Hakim 3/270; Vâkidî 3/958; Taberî 3/94.

[549] Beyhakî Delâil 5/201,202; Hakim 3/270.

[550] Hakim Müstedrek 3/595; Ebû Nuaym Hılye 9/21; İbni Hişâm 4/157.

[551] Halife b. Hayyat Tarih s. 92.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/312-314

[552] Züheyr b. Ebî-Sülma, meşhur cahiliye şairlerinden birisi olup, Büceyr ile Ka'b in babasıdır. Züheyr'in babası Ebî-Sülma da meşhur bir şairdir. Ka'b (ra)'m hem ba­bası hemde dedesi muallaka şairlerindendir.

[553] İbni Hişâm,4/157.Hâkim,3/582,583.Ebû'Ferec ,EI-Eğânî, 17/89.

[554] Hakim , Müstedrek,3/579,580. Beyhaqî Delâil,5/207,208. Ebu'l Ferec el-Isfahâni el-EğâniI7/91.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/

[555] Bu kısım İbni Hişâm (4/154 Tedmurî baskısından alınmıştır. Ayrıca Hakim Müstedrekte 3/585, 586, yirmi iki beyit olarak alır. Ayrıca Hizânetü'l edep 4/243. Eğanî 15/15. İbnü'l Esîr el-Kamil 2/210. Tabakat-i İbni Selâm s. 21. Şiir ve Şuarâ sayfa 69. Semtu'l Leâlî 1/491. Taberânî Kebîr 19/179. Divanü Ka'b b. Züheyr s. 25. Uyûnü'l Eser 2/212

[556] Urkub: Medine'nin ilk sakinleri sayılan Amelika'dan birisidir. Kardeşlerinden birine hurma meyvesi vereceğini va'detmiş ve "hurma çiçek açınca gel!" demişti. Adam gelince "hurmaya alaca düşünce gel!" dedi. O vakit gelince, "iyice renklenince gel!" dedi. Hurma rengini alınca, "Taze hurma olupta yenecek şekle gelince gel!" dedi. Meyve yaş hurma olunca da, "sen hurma kuruyup tatlanınca gel!" dedi. Hurma kuruyunca bir gece gelip meyvelerin salkımını kesip götürdü ve arkadaşına birşey vermedi. İşte o gündön sonra arablar bu olayı sözünden dönenler için deyim haline getirip Urküb'dan daha allık" tabirini kullandılar.

[557] Şair burada "İltifat" san'atı yapıyor. Sözü takviye için "sakın seni... aldatma­sın" cümlesindeki muhataba olan hitabı bırakıp "Bu gün kalbim hastadır" cümlesinde ifade ettiği mütekellime dönerek "umarım..." diye başlıyor. Yine "Onun dostluğu" cümlesinden sonra "senden" diye hitabı sevgilisine çevirmesi de bir "iltifattır."

[558] Burada Teşbihi beliğ vardır. Teşbihin bir tarafı olup, teşbih edatı terkedildiği için istiare değildir. Ka'b (r.a) burada "bu deveyi bu sıcak vakitte evladını veya eşini arar gibi gözlerini etrafa gezdirişini ve çabukluğunu yaban öküzüne benzetiyor.

[559] Bu beytin bir rivayetinde "Kanvâü" yerine "Vecnûü" diye de rivayet edilirki, haşin ve iri yanaklı demektir.

[560] Ka'b (r.a) burada "Nafılete'l-Kur'an" lafızları ile, "Allah'ın Peygamberimiz (s.a.v) e muazzam bir ilim verdiğine ve Kur'ân'ı da bu ilme ilaveten lütfettiğine işaret etmektedir. İşte bu da En'am suresi 154'cü ayette geçen "Sonra Musa'ya -öğrenimini tam manasıyla sağlam yaptığı ilim-üzerine ilave olarak kitabı ta­mam olarak verdi." şeklindeki ifade ki, birkaç çeşitli tefsirin en güzelidir.

[561] Rivayete göre Ka'b (r.a) burada "Mühennedün min süyufı'l Hindi" Hind yapı­mı olan kılıçlardan bir Hind kılıcı" deyince Efendimiz: "Allah kılıçlarından" diye düzeltilmiştir. Burada Efendimizin kılıca benzetilişi Teşbîhi müekked'dir.

[562] Ka'b (r.a) bu "kısa boylu kara adamlar" sözü ile, Peygamber (s.a.v)'in huzurunda kendini öldürmek isteyen Ensarlılarata'riz yapıyordu.

[563] Şiirde İbni Hişâm rivayetini esas aldım. Zira Zehebî'de yarısı yok. Şiir ve Haber için bak. Hakim Müstedrek 3/580, 582; El-Eğanî 17/81, 88; Taberânî Mucemü'l Kebîr 19/176, 178, İbni Hişâm 4/158; Ka'b b. Züheyr Divan sayfa 6/25; (Tebrizi Şerhi) İstîâb 3/298; İbni'l Esîr El-Kâmil 2/275.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/314-328

[564] Taberî Tarih 3/27; Tarih-i Halife b. Hayyat s. 92; İbni Sa'd 8/34.

[565] Buhârî Cenaiz Cilt 2/s. 73, 74; Müslim Cenaiz h. no: 939/36; Ebû Dâvûd 3142; Nesaî 4/22, 29, 31, 32, 33, 34, 35; İbni Mâce 1458; Muvatta 222; Bey. S. KÜb. 3/389, 4/6; Müsned 6/407, 408, 5/84, 85, İbni Ebî Şeybe 3/242; Tirmizî 990; İbni Sa'd 8/34.

[566] Bu siyer bölümünde geniş olarak geçti.   .

[567] Taberî 3/95; Halife b. Hayyat Tarih 92

[568] Taberi Tarih 2/652. Bu konu daha önce geçmiş hicri altıncı yıla ait bir hadise iken Zehebî sadece Haris'in ölümü sebebiyle bu bağı kurmuş.

[569] Bu da bir rivayet ki, Attab (r.a)'m hac ettiği kesin. Ama ekseri rivayetler, Müşrik arablarında son kere Cahiliye adetine göre yapıldığında ittifak halindedir.

[570] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/328-330

[571]Vâkidî Meğazî 3/982, İbni Sa'd Tabakat 2/162; Muntazam 3/359.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/331

[572] Vâkidî 3/183; İbni Sa'd 2/163; İ. Cevzî Muntazam 3/360. Ne bu kaynaklar ne de Zehebi isnadı vermiyor. Ancak İ. E. Şeybe 12/543 ve 14/341; İbni Mâce 2863 no ile; İbni Hiban sahihinde 7/44/4540 bunu Yezîd b. Harun, Muhammed b. Amr, Ömer b. El-Hakem b. Sevbân aracalığıyla Ebû Saîd el-Hudrî (r.a)'tan bu hadiseyi Habeş'lileri anmadan nakleder. Vakidi haberi Musa b. Muhammed babası, bir de İsmail b. İbrahim babası yolu ile verir ki, bu isnad kopuktur. Buhârî Meğazîde 64/59, bu seriyyeye "Ensar Seriyyesi" denildiğini ve Efendimi­zin iki kişiyi birden, Abdullah b. Huzafe ile Alkame'yi emir yaptığını Hz. Ali'den şöyle rivayet eder:

- "Abdullah onlara, itaat konusunda kızıp bana itaatinizi Peygamber emretmedi mi? deyince "evet" dediler. "Öyleyse odun toplayıp yakın" dedi. Onlarda öyle yaptılar. Abdullah, "haydi kendinizi içine atın" dedi. Atmak için kalktıklarında, bir kısmı onlara mani olmak için tuttular ve "Yahu biz zaten Peygamber'e ateşten (cehen­nemden) kaçmak için geldik" dediler. Öyle uğraşırlarken ateş söndü. Emirinde Öf­kesi geçti. Nebî (s.a.v) duyunca:

Eğer ateşe girselerdi, kıyamete kadar ondan çıkamayacaklardı. İtaat ma'rufta'dır" buyurdu.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/331-332

[573] Vâkidî 3/984; îbni Sa'd 2/164; İbnü'l Cevzi Muntazam 3/360; İbni Hibban Sire 366; Taberî 3/158.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/333

[574] İbni Sa'd Tabakat 2/164; İbnü'l Cevzî El-Muntazam 3/361; Vâkidfni Meğazisinin matbu nüshasında bu hadise yok. Bilmiyorum Zehebfdeki nüshada nasıldı. Ancak İbni Sa'd bunu bahsediyor.

[575] Müslim 951/67 İb. Ebî Şeybe 14/154, 3/562; Nesâî 4/69, 70; Müsned 4/333, 64, 431, 433, 441, 5/336; Tirmizî 1039; tbni Mâce 1535, 1536; Buhârî T. Kebîr 8/432; Taberânî 2/367, 199.

[576] BeyhakîDelâil 4/411,412.

[577] Zehebî buraya yazmak istediğini sanırım bu şekilde, müsvedde halindeyken işaret edip sonradan vazgeçse gerek. Hem o haber, sire bölümünde Ömer (r.a)'uı İslâm'a girişinden sonradır. Bak. Sire kısmı Cilt 1 sayfa: 275 ve devamı. Burada benim ki­tabın   tertibinde   TedmurTye   uymayıp   sireyi   meğaziden   önce   saymaminda Zehebrnin tertibine uygun olduğuna da delil vardır.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/333-334

[578] Bu sefer için bak Buhârî Meğazî 64/78, îbni Ebî Şeybe 14/539; İbni Hişâm 4/173, İbni Sa'd 2/165; Taberî 3/100; Beyhakî Delâil 5/212; Vâkidî 3/989; İbni Abdül Ber siyer 253; Camius-Sire 249.

[579] İbni Ebî Şeybe 14/539 da İmam Ahmed Müsned 3/456 da Ka'b b. Mâlik (r.a)tan bu kısmı aynen nakleder.

[580] Tevbe Suresi ayet 49.

[581] Tevbe Suresi ayet 81.

[582] İbni Hişâm 4/173; Beyhakî Delâil 5/213; Vâkidî 3/990, 993.

[583] Vâkidî 3/991; Taberî Tefsir Cüz 10 ayet 79.

[584] Beyhakî Delâil 5/215; Tirmizî 3700; Müsned 4/75; îbni Sa'd 7/55; Buhârî Tarih-i Kebîr 5/247; İbni Ebî Âsim Sünne 2/573; İbni E. Şeybe 14/545; EbûNüaym Hılye 1/59; İbni Asâkir Tarih-i Dımeşk Osman b. Affan kısmı s. 52.

[585] Parentez arası Buhârî'nin metnindendir.

[586] Buhârî 64/78 h. no: 4415; Müslim 1649/8; Bey. Del 5/216, 217; S. Kübrâ 10/31, 51; NesâîNüzûr/15; Müsned 3/179,4/404.

[587] Bu hadise sonra aynı ifadelerle Kur'ân'da anlatıldı Tevbe suresi ayet 92.

[588] İbni Hişâm 4/174; Taberî 3/102; Beyhakî Delâil 5/218; İbni Sa'd 2/165; Vâkidî 3/994.

[589] Beyh. Del: 5/219.

[590] Burada Zehebî'nin Metni ayet anlamı olduğu için ayet gibi yazılmış. Doğrusu ise İbni Hişâm ve Beyhakî'nin İbni İshak'tan yaptığı nakildir.

[591] İbni Hişâm 4/174; Beyhakî Delâil 5/219. El-Muhabber s. 284, 285; Taberî 2/105; Vâkidî 3/996; El-Kâmil 2/278.

[592] Beyhakî Delâil 5/220; İbni Hişâm 4/175; Muhabber 285.

[593] Buhârî Megazî 64/78; Müslim Fezâilüs-Sahâbe 2404/33; İbni Sa'd 3/2425; Tirmizî 3808; Beyh Delâil 5/220.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/335-341

[594] İ. Hişam 4/177; Taberî 3/107; Vâkidî 3/1000, 1001; Beyhakî Delâil 5/222; Hakim 3/51.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/342-343

[595] İbni Hişâm 4/175; Taberî 3/104; Vâkidî 3/998; Beyhakî Delâil 5/223; Taberî 11/43; Taberânî 6/38, 19/43, 85; Beğavî Sünne 3/160.

[596] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/343-344

[597] Bak. Beyh. Delâil 5/225, 226.

[598] İbni Sa'd 2/167; Beyh. Delâil 5/227.

[599] Müslim İman 10/h. no: 44 Beyhakî Delâil 5/229.

[600] Müslim İman 27/44; Müsned 3/11; Hakim 2/618; İbni'l Mübmek Zühd 321; İbnü Sünnî Amelü'l yevm 548; Said b. Mansur Sünen 2504; Beyhakî Delâil 5/230; Ebû Nüaym Delâil 149; Said b. Mansûr Sünen 2504; Ebû Avâne Müsned 1/9.

[601] Beyh. Delâil 5/231; Bey. S. Kübrâ 9/357; İbnü Huzeyme 101. İbni Hibban Zevaid no: 1706; Heysemî Taberânî ve Bezzâr'dan naklen 6/194, 195; Hakim 1/159; Ha­disi Hakim, İbni Hibban ve İbni Huzeyme sahih saymıştır. Hakim "Buhârî ve Müs­lim şartına göre sahih derken Zehebi ona katılır. Zaten burada da "Hasen ve Kavî" tabirini kullanır. Şeyh Nasıruddîn Elbânî ise İbni Huzeyme'nin dipnotuna itiraz e-derek "Lâkin Saîd b. Ebî Hilâl ihtilaf ederdi" diyerek sahih olmadığını söyler. Elbânî'nin bu sözünün yegane dayanağı Ona "kavî değildir" diyen İbni Hazm'dir ki, Zehebî'de zaten "bu sözü Ondan başka diyen yok" diyor. Saîd b. Ebî Hilal bir kere Buhârî ve Müslim başta diğer sünen ve müsnedlerde hadisi herkesçe kabul gören biridir.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/344-346

[602] Buhârî Salat 8/55 no: 433; Yine Meğazîde 64/80 no: 4419; Müslim Zühd 38 no: 2981; Müsned 2/9, 58, 72, 74, 113, 137; Beyh. S. Kübra 2/451; Delâil 5/233; Abdürrezzak 1625; Taberânî 12/457; Temhîd 5/212; Numeydî 653; Ebû Ya'Ia 5575; Taberî 14/49 Humeydî no: 653.

[603] Buhârî Enbiya 60/18, h. no: 3381.

[604] Müslim Zühd h. no: 2981; Müsned 2/9, 58, 66, 72, 74, 91, 96, 113, 137.

[605] Müslim Fezail 2281 (10/706); Müsned 2/308, 323, 5/238; İbni Hibban (Zevaîd) 549; Beyhakî Delâil 5/236; Abdürrezzak 4399; Beğavî sünne 4/194; ibnü Huzeyme h. no 968; Muvatta 1/143; Tahâvî (bir kısmı) Ş. Meâniü'l Âsâr 1/160; VâkidîMeğazî 3/1012.

Buradaki Hadiste öğle ile ikindinin akşamla yatsının seferde Cem olarak kılınışı geçer ki, konu mezhebler arası ihtilafıyla meşhurdur. Biz bu mevzuyu Zadü'l Meâd tercememizde namaz bahsinde geniş şekilde dipnotta inceledik.(M.C)

[606] Müslim Î392; Buhârî zekat 24/54; Müsned 5/424; Ebû Dâvûd 3079; Tahâvî Ş. M. Asar 2/40; Beyhakî Delâil 5/239; S. Kübra 4/122.

[607] İbni Hişâm 4/176; Beyh. Delâil 5/240.

[608] Ebû Dâvûd 707; Beyhakî Delâil 5/243; Süneni Kübra 2/270; Buhârî Tarih-i Kebîr 8/366.

Hadis çok zayıftır, belkide mevzudur. Yalnız benim garibime giden, İmam Zehebî Mizanül itidal adlı eserinde, "buradaki Ravî Said b./azvan'ın, babası z&zvân'ın ve kötürüm kişinin bu rivayet haricinde hiç bir yerde geçmiyorlar. Bunların kim oldu­ğu bilinmiyor", deyip, Abdü'l Hak ile Yahya b. Kattan'ın bu hadise zayıf dediğini anlattıktan sonra "Derim ki bu sanırım mevzu hadistir" demesine rağmen burada hiçbir şey demiyor. Mizan 2/154. Terceme no: 3253; İbni Kayyim'de Ebû Dâvûd muhtasarı şerhinde (Bak Avnü'l ma'bud 2/398. H. no: 693 (E. Davudda 707) buna benzer tenkidini yapıyor.

[609] Zehebî metninde «Aleyhima» diye geçerki mana (ayaklarım üzerinde) demek olur. Ama kaynaklar (aleyha) olarak verir.

[610] Ebû Dâvûd 705; Buhârî Tarih-i Kebîr 8/365; Terceme no: 3349; Beyh. Delâil 5/243; Beyh. S. Kübra 2/275; İbni Ebî Şeybe 1/284; Mizzî, Tehzibü'I Kemâl 32/260 da aynı isnad ve metinle verirse de, haberdeki hadis metnini bir üst hadis­teki gibi nakleder. Mizzî bu hadisin kendine Âli bir isnadla ulaştığını söyler. Yezid b. Nimran da bana sanki meçhul gibi geliyor. Gerçi Mizzî onun adını ve nesebini verip Ömer, Ebud Derda ve adı geçen kötürümden haber naklettiğini, Ondanda İsmail b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Yezîd ve metinde geçen (Saida adlı) köle nin rivayeti bulunduğunu, evinin Samda olduğunu Mervan'la beraber Rakıt olayına gittiğini bahsederse de, Ona sadece İbni Hibban'ın "sika" dediğini bazı âlimlerin de bu zatın üst hadiste adı geçen /azvanla aynı olduğunu söylediklerini anlatır. Ravilerin hadisi bir ona bir buna nisbetleri de bu görüşü doğrular. Bu hadiste üst hadis gibi olup zayıftır. Zira Yezîd'in kölesi kimdir. Hiç bir kaynak onun "Said" adı dışında bir bilgi vermeyip, "Zehebî" meçhul diyor. Hem hadisin manasında E-fendimize la'netçİlik gibi bir vasıf izafe ediliyor ki, bu husus isnaddan daha da güç­lüdür.

[611] Tab. Kebîr 19/428; Bey. S. Kübra 4/50; B. Delâil 5/245; Ebû Ya'la Müsned 7/4267; İbni Hibban Mecrûhîn 2/181; Hadis Zehebi'ninde dediği gibi "Münker"dir.

[612] Taberânî Kebîr 19/429 ve 8/137; Bey. S. Kübra 451; Ravi Yunus b. Ubeyd meç­hul biri olup onu sadece İbni Hibban sikalar arasında sayar. Heysemî ve İbni Kesir'de zayıf der. Heysem^de, Mecmu-uzzevaid'de bu hadisi Taberâni'den nakle­dip, "sadaka kimdir, bilemiyorum" der. Taberânî'nin bilmiyorum baskısından, bilmem mahtutada da var, sanki bu hadisi Haseni Basri, Muâviye b. Muâviye'den nakletmiş gibi "An Muâviye" diye basılmış ki bu kesinlikle yanlıştır.

[613] Taberânî M. Kebîr 8/136. h. no: 7537; Taberânî Müsnedüş-Şamiyyin h. no: 831; Tab. EI-Evsat 4/50; h. no: 3886 İbni Hibban el-Mecrûhîn (metinsiz) 2/181; İbnü Abdi'l Ber îstîâb 3/1424; Zehebî Mîzan 4/278; İbnü Sünnî Amelü'l Yevm vel-Leyle s. 94. h. no: 180. Hadis münkerdir. Hem Bakıyye hemde Nuh b. Amr'm za yıflığı bellidir. Zaten Zehebi metinde tenkidini yapıyor. Yalnız Taberânî'nin Mu. Kebîrini tahkik ve talikıyla neşreden Iraklı Şeyh Hamdi Selefi dipnotta (8/136) derki: [[İsnadda Nuh bin Ömer (Amr olacaktır) vardır ki, İbni Hibban "onun bu hadisi çaldığı söylenir" demektedir. Ben derim ki: Bu hadisin zayıflığı bu değildir. İsnaddaki (diğer ravi) Bakıyye'dir. O da tedlisçidir. Bu hadisin bundan başka illeti yoktur.]]. Bu söz şeyh Hamdi'nin acelesinden ve kaynaklara inmediğindendir. Oy­sa İbni Hibban adı geçen yerde. Zehebi Mizan ve Tarih'inde, İbnü Abdi'l Ber İstiâb'da, Heysem! Zevaid'de (3/38) bu illeti Nuh'a isnad ederler. Taberâni ise El-Evsat'ında, bu hadisi Muhammed b. Ziyad'dan rivayet eden tek kişinin Bakiyye olduğunu Nuh b. Amr'ında bunu tek olarak (müfred) rivayet ettiğini söyler.

[614] Tab. Kebîr 19/429; Ebû Ya'la Müsned 7/238. h. no: 4226; Beyh. Delâil 5/246; İbnü Abdil Ber İstiab 3/1420 de bu Muâviye hadislerinin hepsinin isnadları bozuk olduğunu söyler. Zehebî'de Mizan da 3/442 buna yakın ifade eder.

[615] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/346-355

[616] İbnü Hişam 4/176; Taberî 3/105.

[617] Beyhakî Delâil 5/232; İbni Hişâm 4/176, 177 Taberî 3/106; Vâkidî 3/1010; Vâkidî aynı konuyu tevbeye getirip, "Harice b. Zeyd b. Sabit onun tevbe ettiğini inkar eder ve o ölene kadar bu rezilliğini sürdürdü derdi" diye nakleder.   

[618] İbni Hişâm 4/177; Taberî 3/108; Vâkidî 1003, 1004.

[619] Vâkidî 3/1004, 1005; İbni Hişâm 4/177; Taberî 3/108; Nihayetü'l İrab 17/360.

[620] Beyhakî Delâil 5/241; İbni Hişâm 4/178; Taberî 3/108; Vâkidî Meğazî 3/1031. Bu kaynaklarda Zehebî'nin kısaltmak için almamış olduğu bu vesika metinde vardır. Metin şudur.

"Bismillahirrahmanirrahim. İşte bu vesika Allah ve Allah'ın Nebisi Muhammed ta­rafından Yuhanna b. Ru'be'ye ve Eyle halkına verilen bir Eman'dir. Bu eman onla­rın karadaki arabaları ve denizdeki gemileri içinde geçerlidir. Allah'ın ve Rasûlü Muhammed'in zimmeti, onlar ve onlarla beraber olan Şam, Yemen ve Bahr halkına verilmiştir. Onlardan kim bir olay yaparsa malı kendini koruyamaz. Zira onu alan için artık helal ve temiz olur. Artık onlar istedikleri sulara ulaşmaktan alakonulamaz, denizde ve karada gitmek istedikleri yoldan men edilemezler.

[621] Bu konu daha Öncede geçmişti.

[622] Taberî3/109.

[623] Ebû Dâvûd Salat 1235; Müsned 3/295.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/355-358

[624] Burası Kuzey Arabistan'da Tebûk'ten Irak'a giden yol üzerinde, bu gün bağlık bah­çelik olan çok eski bir şehirdir.

[625] İbni Hişâm 4/178, Vâkidî Meğazî 3/1025; İbni Sa'd 2/166; Taberî 3/109; Beyh. Süneni Kübra 9/187; Beyhakî Delâil 5250.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/358-359

[626] Tehzîb-û Tarih-i Dımeşk 1/116; 3/95; Kenzül Ummal 41888.

[627] İbni Sa'd 2/166; Vâkidî 3/1027.

[628] İbni Hişâm 4/178; Vâkidî 3/1031; Beyh. Delâil 5/251.

[629] Urve Meğazî sayfa 221; Beyh. Delâil 5/2 Bey. S. Kübra 9/33.

[630] İbni Hişâm 4/180; Taberî Tarih 3/110; Vâkidî Megazî 3/1045, 1046.

[631] Müslim sıfatü'l münâfıkiyn 2779/10; Beyhakî Delâil 5/260, 261.

[632] Müslim sıfatü'l Münafıkıyn 2779/9; Müsned 4/320, 5/390; Beyh, Del. 5/262; Bey. S. Kübra 8/198.

[633] Buhârî Meğazî 64/82 ve Cihad 56/196 h. no: 3082; Ebû Dâvûd, Cihad 2779; Beyhakî Delâil 5/265.

[634] Buhârî Cihad 56/35 ve Meğazî Müslim 1911, 64/81. h. no: 4423, 1061, 182, 300; İbni Mâce 2764; Bey. S. Kübra 9/24; Delâil 5/267; Tahâvî Müşkil 4/94; Muvatta 977; İbni Sa'd 2/168; Temhid 6/319; Ebû Nüaym Hılye 9/28 ve Tarih-i İsfahan 1/362; İbni Hibban İhsan 7/112; İbni Ebî Şeybe 14/546; Ebû Ya'la Müs. 4/2291 ve 6/3839.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/359-364

[635] Beyhakî Delâil 5/270, 271. Said b. Müseyyeb tabiinden olduğu için haber Mürselse de Hadisi burada Said'den nakleden Zührî onu Ka'b b. Malik'in torunun­dan tam olarak da nakleder. Bu az sonra gelecektir. Taberî bu haberi 11/15'te Ma'mer aracılığıyla Zührî'den direkt olarak verir.

Haberin Mürsel oluşu sadece Saİd b. Müseyyeb'den nakli sebebiyledir. Taberi ri­vayeti ise hem Mürsel hemde Maktu'dur. Ancak Buhârî Eyman 24; Vasaya 16; Tefsîr Sure 9/17; Müslim Tevbe 53; E. Dâvûd 3319, 3320, 3321; Müsned 3/453, 502; Bey, S. Kübra 4/181 ve 10/76; Nesaî Eyman 36. Daramı Zekat 25; Muvatta Nüzür 16 daki rivayetler bunu doğrulamaktadır.

[636] Beyhakî Delâil 5/271; Taberî Cüz 11/15. Taberide İbni İshak'ın görüşü yoktur.

[637] Beyhakî Delâil 5/272; Taberî Tefsir Cüz 11/12. Ayet 102.

[638] Beyhakî Delâil 5/272; Taberî cüz 11/16 ayet 103.

[639]  Beyhakî Delâil 5/272.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/364-367

[640] Buhârî Meğazî 64/79 no: 4418; Müslim Tevbe 2769/3; İbni Ebî Şeybe 14/541; Müsned 3/454, 456, 460 ve 6/387, 390; Abdürrezzak Musannef 9744; Taberânî Kebîr 19/42; İbni Hişâm Sîre 4/180, 182; Taberî Tefsir 11/44; Bey. S. Kübra 9/35; Bey. Del 5/273 Vâkidî 3/1049 ve devamı, İbnü'l Cevzî Muntazam 3/366.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/367-375

[641] Taberî Tarih 3/120; Beyhakî Delâil 5/280.

[642] Vâkidî 3/1057; Beyhakî Delâil 5/285. Haberin tenkidini müellif yapıyor.

[643] Buhârî Cenaiz cilt 2 sayfa 76. v. 95 ve cilt 7   Sayfa 36; Müslim Sıfatü'l Münafikıya 2773; Nesaî 4/37; Müsned 3/281; Vâkidî 3/1057.

[644]  Buhârî Cenaiz 23/23; Tefsir h. no: 4670; Müslim 2774; İbni Hişâm 4/191; Taberî Tefsir 18/86; Vâkidî 3/1058; Beyhakî Delâil 5/287; Tab. Kebîr 4/151; EbûNüaym Hılye 1/362.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/376-378

[645] İbni Ebî Şeybe 14/479; İbni Sa'd 1/312; Beyh. 5/300; Vâkidî 3/961; Hakim 3/615; Taberânî 17/148. Hakim Hadisi ne tashih eder, ne de tecrih. Zehebî'de aynı yerde sükut eder. Burada Zehebî hadisi temriz sığası ile alır. Zira hadisi Urve b. Zübeyr ve Musa b. Ukbe üst ravileri olmadan verir. İbni Sa'd'ın ki Vakidi rivayetidir ki o da kesiktir. Taberânîninkide Beyhakî gibi Urve rivayetidir. Gerçi Heysimi isnadı Hasen diyor ama hem inkıta' var, hem de İbnü Lehîa- Ama bu Haberi İbni Ebî Şeybe,   Yezîd  b.   Hânın,   Muhammed  b.   Amr-  Ebû   Seleme  ve  Yahya b. Abdirrahman ikilisinden ayrı bir isnadla verir.

[646] Taberî Tarih 3/124.

[647] İbni Abdi'l Ber, El-İstîâb 2/293.

[648] İbni Hişâm Sire 4/179, İstîâb 2/292.

[649] Konu daha öncede geçmişti. Bak Taberî 3/97.

[650] Taberânî Kebîr 6/257 no: 6033.

[651] El-İstîâb 2/92.

[652] İbnü Abdi-1 Ber, El-İstîâb 2/93.

[653] Hakim 3/604, 605; İbni Hibban Tertibü'l İhsan. Taberânî Kebîr 5/253, 255.

[654] Buhârî Fiten Müsned 5/43, 51, 6/38,47.

[655] Beyhakî Delâil 5/293; İbni Hişâm sire 4/167.

[656] İbni Hişâm 4/188; Vâkidî Meğazî 3/168,169.

[657] Beyh. Delâil 5/295.

[658] Buharî Tefsir 65 Tevbe Suresi 22. h. no: 4655; Huc 25/67 h. no: 1622; Müslim Hac 1347; Ebû Dâvûd 1946; Müsned 1/3, 79, 2/299; Tirmîzî 872; Beyhakî Delâil 5/296; Tarih-i Halîfe 93.

[659] Müsned 2/299; Beyhakî Delâil 2/296, 297.

[660] Müsned 1/79, 2/299; Beyhakî Delâil 5/297.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/378-384

[661] Urve rivayeti ile Musa b. Ukbe rivayeti için bak Beyhakî Delâil 5/299.

[662] İbni Hişâm 4/184; Taberî 3/96; Garibtir ki, Beyhakî Delâil'inde 5/304. İbni İshak'm bu rivayetini "Nebi (s.a.v) Ramazan ayında Tebük'ten Medine'ye döndü ve o ay Sakifliler O'na geldi. Onların gidişinden sonra Urve b. Mes'ud geldi" diye söyledi­ğini anlatır ki, bu İbni İshak'ın rivayetinin aksidir.

[663] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/385

[664] İbni Hişâm 4/185; Beyhakî Delâil 5/305.

[665] Ebû Dâvûd Haraç 3026; Beyhakî Delâil 5/305.

[666] Ebû Dâvûd 3025.

[667] Tahrîci ve taliki az yukarda geçmişti.

[668] Beyhakî Delâil 5/300.

[669] Beyhakî Delâil 5/300.

[670] Beyhakî Delâil 5/299-304; İbnü Abdi'l Ber s. 247-250.

[671] İbni Hişâm 4/185; Taberî 3/99; Beyhakî Delâil 5/304.

[672] " Ebû Dâvûd 450; Hakim 3/618; Beyhakî Delâil 5/306; Tab. Kebîr 9/39.

[673] ibni Hişâm 4/186.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/385-393

[674] İbni Hişâm 4/194; Beyhakî Delâil 5/309.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/393

[675] İlave Beyhakî'nin Delâilindendir.

[676] İbni Hişâm 4/204; Beyhakî Delâil 5/314, 315; Taberî 3/117, 118, 119; İbni Sa'd 1/294.

[677] İbni Hişâm 4/203, 206; Beyhakî Delâil 5/316. Bu haber munkatı'dir.

[678] Beyhakî Delâil 5/316. Zehebi'nin sadece senedini verdiği olay şudur:. Kays, Zibrikân ve Amr Nebi (s.a.v)'in yanına geldiler. Zibrikân, "Ben Temîm'in lideri, sözü tutulan, emri yerine getirilen, onları zulümden koruyup hakkı alıveren biri­yim. Bunu şu Amr iyi bilir" diye övündü. Amr da, "O, iyi bilir belağatçi, kendi et­rafını kollayan, yakınları tarafından sözü yerine getirilen biridir!" dedi. Zibkrikân da, "Yâ Rasûlellah! Bu adam benim hakkımda dediğinden başka olduğumu bilir, ama kıskançlık onu doğruyu söyletmedi." dedi. Amr b. EI-Ehtem de, "Ben seni kıskandım ha, Vallahi sen dayısı alçak, malı yeni, çocuğu salak, kendi aşiretinde bile aranıp sorulamayan birisisin. Yâ Rasûlellah, Ben Önceki sözümü doğru söyle­miştim, ikincisinde de yalan söylemedim. Ama ben öyle bir adamım ki, "istedim mi bildiğimi güzel sözle ifade edebilen, kızınca da görebildiğim en çirkin şeyleri seçer onu söylerim ve her ikisinde de doğruyu söylerim" deyince, Nebi (s.a.v): "Gerçekten bazı ifadeler sihirdir" buyurdu. Lakin Hafız Mizzî Tehzîb'inde Hakem b. Uteybe, Miksem'den sadece beş hadis duyurmuştur" diye Ravi Hakemi itham eder. İbni Kesir de "İsnadı ğarîbtir" der.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/393-397

[679] Müsned 4/25; Beyhakî Delâil 5/318; İbni Sa'd Tabakat 7/34. Hadisi Mutarrıf baba­sından aynı anlamda verir. Bak E. Davud 4806; Müsned 4/24, 25; Buhârî Edebül Müfred h. no: 211; İbnü Sünnî 381; İbni Sa'd 1/311; îbnü Adiyy El-Kamü 2/593; İmam Ahmed hadisi Enes'ten de verir. Müsned 3/249, 241.

[680] İbni Ebî Şeybe 12/199, Taberânî K. 6/155; Beyhakî Delâil 5/321; İbnü Kuteybe Eş-Şürveş-Şuarâ 1/252.

[681] Hakim 4/82; Buh. T. Kebîr 8/328; İbni Hişâm 4/206; Beyhakî Delâil 5/319. Bu Erbed, meşhur şair Lebîd b. Rabîa'nın anadan kardeşiydi. Lebid onun ölümünü du­yunca ağladı ve şiirle ona ağıt yaptı ki, İbni Hişâmda bu şiirin bir kısmı vardır.

[682] Buhârî Meğazî 64/28. h. no: 4091; Beyhakî Delâi! 5/230.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/397-400

[683] İbni Ebî Şeybe 11/8, 9; Darakutnî 1/230; İbni Hişâm 4/209; Beyhakî Delâil 5/374; Tab. Kebîr 8/365; İbni Sa'd 1/299.

[684] İsnadın zayıflığını Zehebi söyler. Ama şahidi ile iç bilgisi sahihtir,

[685] Buhârî İlim cilt l/s. 23. Îman/Bab Ez-Zekâtü fı'i İslâm.... Müslim îmân 23/17.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/400-402

[686] İbni Hişâm 4/110; Taberî 3/36.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/402

[687] İbni Hişâm 4/210; Beyhakî Delâil 5/330; Taberî 3/137.

[688] Bu hiçbir işe yaramayan saçma sözleri tercemeye değer bulmadım.

[689] İbni Hişâm 4/210; Beyhakî Delâil 5/331; Taberî 3/137; ibni Sa'd 1/316.

[690] Buhârî Menâkıb 61/25 cilt 4/s. 182; Meğazî 5/say. 119. no: 9378; Tevhîd 8/189; Müslim Ru'yû 2273/21; Beyhakî Delâil 5/334, 6/358.

[691] Buhârî Menâkıb 4/182; Meğazi 64/70, 3/s. 120. ve Ta'bir 8/81; Müslim Rüya 2273, 2274; Müsned 2/319; Tirmizî 2394; Beyhakî Delâil 5/335; Bey. Sün. Kübra 8/175.

[692] Buhârî 6/4; Daramı 1/4.

[693] Beyhakî Delâil 5/393.

[694] Müsned 1/396 ve 404; îbni Hişâm 4/220; Beyhakî Delâil 5/332; Nesâî Süneni Kübrâ 5/205. H. no: 8675; Tayalîsî Müsned 251; Mizzî Tuhfe'tül Eşraf 7/48. Beyhakî Derki: Daha sonra İbni Mesûd, Onu Küfe (valisi iken) de imkân eline ge­çince Öldürdü.

[695] İbni Hişâm 4/220; Beyhakî Delâil 5/332; Taberî 3/146; Ebû Dâvûd Cihat 165; Bey. SÜküb 9/212; Hakim 2/143, 3/52; Tahâvı Müş Âsâr 4/62.

[696] İbni Hişâm 4/146; Beyhakî Delâil 5/331; Taberî 3/146.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/402-407

[697] İbni Hişârfı 4/211; İbni Sa'd 1/321; Beyhakî Delâil 5/337; Taberî 3/145.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/407-408

[698] Müsned 4/378; İbni Hişâm 4/212; Beyhakî Delâil 3/340; Taberî 3/112; Taberânî Kebîr 17/100; İbni Hibban Zevaid/2279; İbni Sa'd 1/322.

[699] Darakutnî 2/221; Beyhakî Delâil 5/342; İbni Hişâm 4/213; Buhârî Menâkıb'da 61/25 hadis no: 3595. Cilt 4/175 buna benzer bir haberi Adiy'den nakleder. Orada hadis şöyle başlar: Ben Peygamberin yanında iken biri gelip fakirliğinden dert yandı. Öteki gelip yol kesen eşkiyadan şikayette bulundu. Nebi (s.a.v) de bana: Ey Adiy sen Hîreyi gördün mü? buyurdu.... Hadisin gerisi devam eder.

[700] Beyh. Delâil 5/343; İbni Hişâm 4/213,1

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/408-411

[701] İbni Hişâm 4/212; İbni Sa'd 1/327 Taberî 3/134; Beyhakî Delâil 5/268,269.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/411

[702] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/412

[703] İbni Hişâm 4/215; Beyhakî Delâil 5/372; Taberî 3/130; İbni Sa'd 1/337; Beyhakî bundan sonra, Surad'ın geri gidip Yemen'in Cüraş şehrine vardığını orayı bir ay kuşatıp sonra Keşûr dağına çekildiğini oraya gelen CüreşHIerle çarpışırken öldü­ğünü uzun uzun anlatır.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/412

[704] Zehebî mektuba kısaca değinirsede Önemine binaen kısaltarak İbni Hişâm'dan naklediyoruz.

[705] İbni Hişâm 4/216; Taberî 3/120, 122; Ya'kûbî Tarih 2/87, 89; Beyhakî Delâil 4/407, 408.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/413-414

[706] Zehebî hadisi Beyhakî'den naklettiği için buradaki  "İshâk"  ismini atlamış. Buhâıfden düzelttik.

[707] Buhârî (kısa) Meğazî 64/61; Beyhakî Delâil 5/396; Bey. S. Kübra 2/366.

[708] Ebû Dâvûdu Tayalisi s. 16. h. no: 98; Nesaî Hasais-i sayfa 40, 41, 44; Müsned 1/136; İbni Mâce Ahkam 2310; Hatib Tarih 12/444; İbni Sa'd 2/338; İbni Ebî Şeybe 10/176, 12/58; Hakim 3/135; Beyhakî Delâil 5/397; Ebû Ya'lâ Müsned 1/136; Maverdi Ahkamu, Sultaniye 3217; İbni Hibban ve Bezzar 3/126. H. no: 912. Bu isnadlar Zehebî’nin buradaki isnadı gibidir. hepsi A’meş yolu ile verirken sadece Müsned ve Ebu Yala’ Şu’be’den nakleder.

Ebû’l Buh’teri Hz. Ali’ye yetişmediği için Hüseyin Selîm Esed gibi bazı muhakkıklar isnadı zayıf sayar. hatta Hakim’in 37135’te bunu sahih sayıp Zehebî’ninde ona katıldığını bile söyler. oysa Zehebi buna ilişmez. üstelik Şu’be aracılığıyla Mizan da Terceme No. 9986’da Şu’be  aracılığıyla onun Hz. Ali’ye yetişemediğini, Seleme b. Küheyl’in de, o hiç bir büyük sahabeye yetişmedi. onun Simainı ifade eden hadisleri Hasen, “an” ile ifade ettikleri zayıftır der. ancak Ebü Ya’la ve Müsned rivayetinde “Ebul Buhteri, Ali’yi işiten birniden” iye araya bir meçhul katar. buna rağmen hadis sahihtir. zira aynı hadisi Hz. Ali’den Haneş, Amr. b. Hubşi, Harise b. Mudarrib ve diğerleri ile yarı bir isnadla ibni Abbas kendinden nakleder. Bak Müsned 1/111, 88, 149, 150; Ebû Dâvud 3582: Tirmizi 1331, Bey. Sü. Kübra 107137: Esu La’ma 1/293. 371: Natik 4/88b işte Zehebi; Hakim’in bu hadisine, Buhari ve Müslim’in şartlarına uygundur der.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/414-416

[709] Buhârî Hac 25732; Şirket 15; Meğazî 61; Müslim Hac 216 (141). ata hadisi. Muhammed b. Ali Hadisi Müslim 1218; Buhârî a.g.y. E. Dâvud 1905; İ. Ebî Şeybe 4717398; İbni Mâce 30774: Bey. S: Kübra 5790, 104: B: Delail 57399; İbni Hibbân Tertîbü’l İhsan 67100. no: 3933; Nesaî Menasik 50, 52: Daramî Menasik 17; Müsned 17254. 2728. 37185. 47295, 397, 410.

[710] Buhari Cihad ve Siyer cilt 4/26: Meğazi 5/107; Ahkam 8/114; Müslim Cihad 173: Beyhaki Delail 5/401: Müsned 4/417: Abd. Rezzak 5959: Bey. S. Küb. 8/155, 10/87; Temhîd 7/125

[711] Buhari Meğazı 5/109. no: 4346: Beyhakı Delail 5/404; Ebu Ya’la 12/7278; Müsned 4/410; Buhari Hac 1559; Müslim Hac 1221/155; Rezai 5/154: 5/20; İBni Hazm Muhalla 7/101

Bu söz Beyhaki’nindir. Delail 5/404.

[713] İbni Hişâm 4/219; Taberî 3/128; Beyh. Delâil 5/413, 415; Futûhü'l Büldân 1/83; İmtâû'l Esma' 1/501; M. Hamîdullah El-Vesâikus-siyasiyye no: 105.

[714] Bu sözler Zehebrnin değil Beyhakî'nin Delâil'deki açıklamasıdır. Dr. Ömer Abdüsselâm Tedmurî her nedense tahkikte Beyhakî'yi hiç dikkate almaz gibi dav­ranıp, bu hadisi de Buhari'ye azvetmeye çalışır. Oysa burada senedi verilen hadisi Beyhakî Sünen-i Kübrâ'da (1/88, 309 ve 8/189, 10/128) nakleder.

[715] Müsned 5/235; Beyhakî Delâil 5/404.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/418-422        

[716] Beyh. Delâil 4/382; îbni Sa'd Tabâkât 1/357; İbni Hişâm 2/157.

 

[717] İbni Hişâm 2/204; Beyhakî Delâil 5/383; İbni Sa'd Tabâkat 1/357.

[718] Buhârî Meğazî 64/72. h. no: 4380-81; Menâkıb/3745; Beyhakî Delâil 5/392; Buhârî Ahbarü'l Âhad 95/1. hadis no: 7354; İbni Ebî Şeybe 14/551, 12/136; Müs­lim, 2420; Tahâvî Müşkilül' Asar (Risale Tab'ı) h. no: 2509; Nesaî s. Kübrâ Menâkib h. No: 8197; Tirmizî 3797; İbni Mâce 135; Bunlar Huzeyfe rivayetidir. İbni Mes'ûd rivayeti için Bak. Nesaî Kübra 8196; İbni Mâce 136; Tahâvî Müşkil 2511; Hakim 3/267; Beyhakî Delâil 5/392; Müsned 5/398,400; İbni Sa'd 3/412.

[719] Buhârî Meğazî 64/72. h. no: 4380-81; Menâkıb/3745; Beyhakî Delâil 5/392; Buhârî Ahbarü'l Âhad 95/1. hadis no: 7354; İbni Ebî Şeybe 14/551, 12/136; Müs­lim, 2420; Tahâvî Müşkilül' Asar (Risale Tab'ı) h. no: 2509; Nesaî s. Kübrâ Menâkıb h. No: 8197; Tirmizî 3797; İbni Mâce 135; Bunlar Huzeyfe rivayetidir. İbni Mes'ûd rivayeti için Bak. Nesaî Kübra 8196; İbni Mâce 136; Tahâvî Müşkil 2511; Hakim 3/267; Beyhakî Delâil 5/392; Müsned 5/398, 400; İbni Sa'd 3/412.

[720] İbni Ebî Şeybe 14/155; Müslim 2135; Müsned 4/252; Tirmizî Tefsir 3100; Taberî 16/59; Beyhakî Delâil 5/392.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/422-425

[721] Parantez arası îbni İshak rivayetinden alınmadır.

[722] Beyh. Delâil 5/411, 412, îbni Hişâm 4/218; Taberî 3/128; Tarih-i Halife b. Hayat sayfa 94.

[723] Tarih-i Halife sayfa 94.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/426-427

[724] İbni Sa'd 3/137.

[725] İbni Sa'd 3/136; İbni Sa'd rivayeti burada bitirir.

[726] Müslim Fezail 231; Beyhakî Delâil 5/430; İbni Sa'd 3/136, 140; Buharî Cenâiz 23/42; Ebû Dâvûd 3126; İbni Mâce 1589, Müsned 4/328; İbni E. Şeybe 3/393; Bey. S. Kübra 4/69; Abdürrezzak Musannef 7983-84; Tahâvî Müşkil 1/454.

[727] Buharî Cenaiz 23/42 ve Edeb 78/109. h. no 6195; İbni Sa'd 3/139; Müsned 4/300; İbni Ebî Şeybe 3/379, 13/74; Hakim 4/38; Beyhakî Delâil 5/430, 31.

[728] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/427-428

[729] Taberî 3/140.

[730] Tarih-i Halife 94; Taberî 2/232.

[731] Müslim 1218; E. Davud 1905 Nesâî 1/154, 182, 208, 5/126; Müsned 4/398; Muvatta Hac /134; İbni Mâce 3074; İbni E. Şeybe 4/398; Bey. S. Kübra 5/90, 93, 101, 111; Daramı Menasık 34.

[732] Taberî Tarih 3/130.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/428-429

[733] Müslim Hac 1218/147; İbni Ebî Şeybe 4/1/398. h. no 2578; Beyhakî Delâil 5/433 Nesaî Hac 1/154, 182, 208, 5/126; E. Dâvûd 1905; Müsned 3/320; İbni Mâce 3074. Bey. Sü. Kübra 5/90, 93, 101, 111; İbni Hibbân Tertîb 6/100. no 3933; Muvatta hac/134 Daramı Menasik 34; Taberî 3/148; Urve Meğazî sayfa 222; Vâ-kidî 3/1088; İbni Sa'd 2/172, 177.

[734] Enlemek: bıçak ve benzeri ile yada kızarmış şişle, hayvanın belli olması, başka hayvanlara karışmaması İçin damgalanması demektir.

[735] Nesaî Süneni Kübra 4067; Nesaî Mücteba 5/270 no 3061; Tirmizî 905; İbni-Mâce 3035; Müsned 3/413; Beyh. Delâil 5/440; İ.E. Şeybe 4/246.

[736] Ebû Dâvûd Menasik 1765; Müsned 4/250; İbni Hibban (Tertibü'l İhsan) 4/206; Buhârî Tarih-i Kebîr 5/35; Hakim 4/221 İbnü Huzeyme 866, 2917, 2966; Bey. S. Kübra 5/241, 7/284; Tahâvî Şerhu Meâniü'l Asarında (4/159) Ebû Saîd el-Hudrî (r.a)'tan bunu destekleyen bir rivayet nakleder.

[737] Müslim Hac 1305/325, 326: Beyhaki Delail 5/441; Ebû Dâvûd 1981; Bey. S. Kübra 2/427; İBni Ebi Şeybe 4/375.

[738] Müsned 4/42; Beyhakî Delâil 5/441.

[739] Beyhakî Delâil 5/444; Tirmizî Şemail. İbni Mâce 2890; İbni Ebî Şeybe 4/2/106; İbni Sa'd 2/177; Ebû Nüaym Hılye 3/54.

[740] Buhârî îman 1/23, hadis 45, Tefsîr 65; Müslim 3017/5; Beyhakî Delâil 5/445; Tirmizî Tefsîr Maide 3034; Nesaî Sünen-i Kübra 11137.

[741] Tirmizî Tefsîr 3044; Beyhakî Delâil 5/446; E. Davû^-u Tayalîsi Müsned 1947; Taberânî Kebîr 12/184; Taberî Tefsir Maide suresi ayet 3.

[742] Müslim 1297; Müsned 3/318, 366 İbni Huzeyme 2877; İbni Sa'd 2/181; Ebû Nüaym Hilye 7/226; Ebû Ya'la 4/2147 Ebû Dâvûd 1944; Tirmizî 886; Nesaî 5/258; İbni Mâce 3023; Daramî 2/62.

 

[743] Müsned 1/230, 402, 2/104, 4/126; Beyhakî Delâil 5/449; Humeydi Müsned 98; Müslim Sıfatü'l Münafıkıyn 65 ve El-Bir ves-Sıle 37; îman 66; Buhârî Fiten 92/8; Buh. İlim 43; Hac 132; Meğazî 77; Edâhî 5/Edeb 95; Hudud 9. Tevhid 24; Ebû Dâvûd 4687; Tirmizî 2193; Nesaî 7/126; İbni Mâce 3942; Bey. S. K. 5/140, 6/92, 8/189; Hakim 1/93; Tab. Kebîr 2/348, 8/161, 10/192, 12/282, 359, 416, Ebû Avâne 1/25; Taberânî Sagîr 1/153; Tahâvî Müşkil 3/194; Temhîd 4/236; İbni Sa'd 3/1/86.

[744] İbni Hişâm 4/231; İbni Sa’d 2/184; Taberî Tarih 3/151; Buhârî Hudûd’da (cilt 87sayfa 15.) Abdullah (r.a)’tan bu ifadelere yakın bir rivayet yapar. bey. 6/92.

[745] Buharı hac 25/45, Müslim Hac 86/4; Beyhakî Delâil 5/451.

[746] Buharî 26/9; Müslim Hac 31/4; Beyhakî Delâil 5/452.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/430-440

[747] Buharî Meğazî 64 - 77. No 4404; Müslim Hac 199/5; Beyhakî Delâil 5/453.

[748] îbniSaıdTabakat2/188.

[749] Beyhakî Delâil 5/454. Zehebî Metninde "üç defa" derki dizim yanlışlığıdır.

[750] Beyhakî Delâil 5/434. Beyhakî bu sözü Buhariye isnad eder, ama Zeyd b. el-Hubâb ile ilgili Tarihi Kebîr de 3/391 böyle bir bilgi yok, belki bir başka yerdedir.

[751] Beyhakî Delâil 5/454.

[752] İbni Sa'd 2/189; Beyhakî Delâil 5/454; Beyhakî "Mahfuz olan budur" der.

[753] O bölüm Hulefaî Raşidîn kısmında Ebû Bekrin halifeliği döneminde arabca baskı­nın 14'cti sayfasındadır.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/441-442

[754] Parantez arası Vakıdı'den tamamlamadır.

[755] Vâkidî 3/1117,1118, İbni Sa'd 2/190; Tehzib-i Tarih-i Dımeşk 1/121.

[756] Buhârî Fezail 62/17; Megazî 64/87, 64/42; Eyman 83/2; Ahkam 93/33; Müslim Fezail 2426/64; Tirmizî 3904; Müsned 2/20, 89, 106, 110; îbni Sa'd 2/190; Beyh. S, Kübra 3/18, 8/154, 10/44; İbni Sa'd 2/190; Vâkidî 3/1119 Tahâvî Müşkil 5300.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/443-444