YÂD ETMEK:
Hatırlamak, anmak. Zikir.
Dünyâdaki bütün insanlara peygamber olarak gönderilen, peygamberlerin
sonuncusu ve en üstünü Muhammed aleyhisselâmın doğduğu Rebî'ul-evvel
ayının on birinci ve on ikinci günleri arasındaki geceye Mevlid gecesi
denir. Bu gece, Kadr gecesinden sonra, e n kıymetli gecedir.Bu gece, O
doğduğu için sevinenler affolur. Bu gece Peygamber efendimizin doğumları
zamanlarında görülen hâlleri yâd etmek, öğrenmek çok sevâbdır. Kendileri
de anlatırdı. (Ahmed Saîd Müceddîdî) Allah'ın adını yâd et, rûh ve
kalbin şâd et, Bülbül gibi feryâd et, yalvar güzel Allah'a.
(Tâceddîn Halvetî)
YÂD-I DAŞT:
Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri. Zikrin, Allahü teâlâyı
anmanın ve hatırlamanın kalbe yerleşmesi, meleke hâline gelmesi.
Yâd-ı daşt en yüksek mertebedir. Ondan sonra mertebe yoktur. (İmâm-ı
Rabbânî)
YÂD-I GİRD:
Hatırlamak; Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri. Her an Allahü
teâlâyı anıp hatırlamaya çalışmak.
YAĞMUR DUÂSI:
Yağmur yağdırması için Allahü teâlâya yapılan duâ. (Bkz. İstiskâ)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz ve Eshâb-ı kirâm ve
İslâm âlimleri yağmur duâsı yaptılar. Yağmur duâsı için çıkılan yerde
imâm, evvelâ yalnızca veya cemâatle iki rek'at namaz kılar ve kalkmayıp,
yerde asâya dayanıp bir hutbe okur. So nra kıbleye dönüp, avuçları
semâya karşı açık olarak omuzları hizâsına kaldırıp, ayakta duâ eder.
Hazır olanlar, arkasında oturarak dinleyip âmin der. Yalnız yağmur
duâsında kollar omuzdan yukarı kaldırılır. Bir şey istemek için yapılan
duâlarda avuçları semâya karşı açmak sünnettir. Hadîs-i şerîfte; "Kul
ellerini kaldırıp, duâ edince, Allahü teâlâ onun duâsını kabûl
etmemekten hayâ eder" buyruldu. Hastalık, kaht (kıtlık) ve düşmandan
kurtulmak için yapılan duâlarda avuç içleri yere çevrilir. Kollarını
kaldıramayan, sağ elinin şehâdet parmağını uzatarak işâret eder. Yağmur
duâsına ara vermeden, üç gün çıkmak, eski ve yamalı elbise giymek,
çıkmadan sadaka vermek, üç gün oruç tutmak, çok tövbe ve istiğfâr etmek,
kul haklarını ödemek, hayvanla rı da çıkarıp, yavrularından ayrı
bulundurmak, ihtiyarları ve çocukları da çıkarmak sünnettir. Elbiseler
ters çevrilmez. Kâfirler getirilmez. Onların müslüman cemâatine
karışmaları mekrûhtur. Kadınlar erkeklerden uzak, sabîler (küçük
çocuklar) analar ından ayrı bulunur. (Süleymân bin Cezâ)
Yağmur duâsı kabûl olduğunda ânında yağmur yağar. Peygamber efendimiz
yağmur duâsı yaptığında duâ biter bitmez derhal yağmur yağmış, Medîne
sokaklarından seller akmış ve Peygamber efendimiz; "Yâ Rabbî! Rahmetini
başka beldelere de gönder" diye duâ buyurmuştur. (S. Abdülhakîm Arvâsî)
YAHÛDÎLER:
Ehl-i kitabdan birisi olan kavim, topluluk. Yâkûb aleyhisselâmın on iki
oğlundan gelenler. Bunlara daha önce Benî İsrâil yâni İsrâiloğulları
denildi.
Yâkûb aleyhisselâm, İbrâhim aleyhisselâmın oğlu olan İshâk
aleyhisselâmın oğlu idi. Asıl adı İsrâil idi. Bunun soyundan olanlara
Benî İsrâil denildi. Yâkûb aleyhisselâm zamânında Ken'an diyârına (bugünkü
Sayda, Sur, Beyrut ve Sûriye'nin bir kısmında) yerleşen İsrâiloğulları
Yûsuf aleyhisselâm zamânında Mısır'a yerleştiler. Yûsuf aleyhisselâmdan
sonra o zamanki putperest Mısır halkından zulüm gördüler. Mûsâ
aleyhisselâm ile Ken'an diyârına gitmek üzere Mısır'dan ayrıldılar. Mûsâ
aleyhisselâma Tevrât verilince, bir müddet ona uydular. Mûsâ
aleyhisselâmdan sonra bozulup yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Yûşâ
aleyhisselâm zamânında Ken'an diyârına gelebildiler. Dâvûd ve Süleymân
aleyhimesselâm zamânında en parlak devirlerini yaşadılar. Sonra, doğru
yoldan ayrıldılar. Gazâb-ı ilâhîye uğradılar. Âsurlular ve Bâbilliler
tarafından katledildiler. Kudüs harâbe oldu. Bu karışıklıkta hakîki
Tevrât yakılıp, yok oldu. Tevrât unutuldu. Muhtelif kimseler
hâtıralarında kalanları yazdılar. Mîlâddan yaklaş ık 400 sene önce Azra
isminde bir haham, Ahd-i atîk denilen Tevrât'ı yazdı. Yahûdîler,
Tevrât'ı unutup doğru yoldan ayrılınca, kendilerine nasîhat için
gönderilen peygamberlere inanmadılar. Çoğunu şehîd ettiler. Daha sonra
Kudüs, Romalıların eline ge çince, çok yahûdî öldürdüler. Kaçan
yahûdîler, gittikleri yerde hıristiyanlardan çok zulüm gördüler.
İslâmiyet gelince, rahata ve huzûra kavuştular. Son peygamber geleceğini
bildikleri hâlde Peygamber efendimize hasedlerinden inanmadılar.
Yahûdîler, yahûdî olmayanları putperest (puta tapan) sayarlar. Onlara
göre kanlı kansız kurban kesilir. Her hayvan hattâ güvercinden kurban
olur. Domuz haramdır. Cumartesi mukaddes gündür. Bugün iş görülmez ve
ateş yakılmaz. (Nişâncızâde, Kisâî, Sa'lebî)
YAHYÂ ALEYHİSSELÂM:
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Zekeriyyâ aleyhisselâmın
oğludur. Annesinin ismi Elîsa olup, hazret-i Meryem'in kızkardeşi ve
İmrân'ın kızı idi. Dâvûd aleyhisselâmın neslinden olan Yahyâ
aleyhisselâm, hazret-i Meryem'in teyzesinin oğludu r.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Ey Zekeriyyâ! Biz seni Yahyâ isminde bir oğulla müjdeleriz. Ondan önce
bu isimle kimseyi isimlendirmedik (bu adı vermedik) . (Meryem sûresi: 7)
(Biz Zekeriyyâ'ya Yahyâ'yı ihsân ettik ve şöyle dedik:); "Ey Yahyâ!
Kitâbı (Tevrât'ı) kuvvetle tut" ve biz ona (Yahyâ aleyhisselâma) daha
çocuk iken (rivâyete göre henüz üç yaşındayken) hikmet verdik (Tevrât'ı
ve fıkhî hükümlerini anlama kâbiliyeti v erdik) . (Meryem sûresi: 12)
Allahü teâlâ rahmet etsin kardeşim Yahyâ'ya ki o, küçük iken çocuklar
kendisini oyun için çağırdıklarında; "Ben oyun için mi yaratıldım?"
derdi. O küçük iken oyun için böyle söylerse, yetişkin kimsenin günâh
işlemesindeki hâli nasıl olur? (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Babası Zekeriyyâ aleyhisselâmın duâsı üzerine dünyâya gelen ve isminin
Yahyâ olduğu Allahü teâlâ tarafından bildirilen Yahyâ aleyhisselâm,
küçük yaşından îtibâren Tevrât'ı öğrendi. Rüşd (olgunluk) çağına
ulaştığı zaman kendisine peygamberlik emri bil dirildi. İsrâiloğullarını
Tevrât'ın hükümlerine uymaya çağırdı. İlk önce Mûsâ aleyhisselâmın
şerîatine (dînine) göre amel ediyordu. Îsâ aleyhisselâma İncîl
indirildikten sonra, Tevrât'ın hükmünün kaldırılması üzerine, Îsâ
aleyhisselâmın bildirdiği emir ve yasaklarla amel etti. Kavmini de
İncîl'in hükümlerine uymaya dâvet etti. Zâlim yahûdî hükümdârı büyük
Herod'un torunu, Birinci Herod tarafından şehîd edildi. Yahyâ
aleyhisselâm şehîd edildiği zaman otuz dört yaşında idi. Îsâ
aleyhisselâmla akran olan Yahyâ aleyhisselâmın mübârek bedeninin
parçaları başka başka şehirlerdedir. Başı, Şam'daki Ümeyye Câmii'ndedir.
Yahyâ aleyhisselâm kıldan elbise giyerek hayâtını devâm ettirir,
gece-gündüz Rabbine ibâdet eder, Allah korkusundan çok ağlardı. (Nişâbûrî,
Nişâncızâde, Kurtubî)
YAKÎN:
1. Şek ve şüpheden uzak olan; kesin.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Biraz bekledi, çok geçmeden Hüdhüd gelip, şunları söyledi:"Ben senin
bilmediğin bir şey öğrendim. Sana Sebe'den yakîn bir haber getirdim." (Neml
sûresi: 22)
Îmân ağaç gibi olup; kökü yakîn, dalı takvâ, nûru hayâ, meyvesi
cömertliktir. (Ali (r.anh))
2. Sağlam, sarsılmayan, şüphe ve tereddüt bulunmayan îtikâd, îmân.
Âgâh olunuz ki; insana dünyâda yakîn ve âfiyetten (günahlardan uzak
olmaktan) daha hayırlı bir şey verilmemiştir. Öyle ise Allah'tan o
ikisini isteyin. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Yakîn ihsân edilen birinin kerâmetlere, hârikalara, ihtiyâcı olmaz.
Bütün bu kerâmetler, Zât-ı ilâhînin zikrinden ve kalbin bu zikr ile
zînetlenmesinden aşağıda kalır. (İmâm-ı Rabbânî)
Kalb, bid'at pisliklerinden temizlenmedikçe ve Ehl-i sünnet îtikâdı ile
süslenmedikçe, hakîkat güneşinin ışıkları oraya giremez. O kalb yakîn
nûru ile aydınlanamaz. (Ahmed Raûf)
Her şeyi akıl ile isbât ederek inandırmak kolay değildir. Yakîn elde
edebilmek için, isbât yoluna gitmektense, kalbi hastalıktan kurtarmak
lâzımdır. (İmâm-ı Rabbânî)
3. Ölüm.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Sana yakîn gelinceye kadar da Rabbine ibâdet et. (Hicr sûresi: 99)
Mücrimlere, sizi Cehennem'e sokan nedir? derler. (Onlar da cevap
verirler): Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksulu doyurmazdık. (Bâtıla)
dalanlarla berâber dalardık. Hesâb gününü de yalan sayardık. Nihâyet
bize yakîn gelip çattı. (Müddessir sûresi: 41-47)
YÂKÛB ALEYHİSSELÂM:
Ken'an diyârındaki (Fenike denilen Sayda, Sur ve Beyrut ile Filistin ve
Sûriye'nin bir kısmından ibâret olan eski bir memleket) insanlara
gönderilmiş olan peygamber. İshâk aleyhisselâmın oğlu, Yûsuf
aleyhisselâmın babasıdır. Yâkûb, İbrânice bir isim olup, "Allahü
teâlânın saf ve temiz kıldığı kul" mânâsına gelmektedir. İkiz kardeşi
Iys ondan önce doğduğu için Arabça "tâkib etmek" mânâsına Yâkûb
denildiği de rivâyet edilir. Bir adı da İsrâil olup, onun on iki oğlunun
neslinden gelenlere İsrâiloğu lları adı verilmiştir.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Kullarımız, İbrâhim, İshâk ve Yâkûb'u da hâtırla ki, onlar tâat ve
ibâdette, kuvvet, kudret ve dinde basîret sâhibidir. (Sâd sûresi: 45)
Biz İbrâhim'e, isteği üzerine İshâk'ı ve isteğinden ziyâde olarak torunu
Yâkûb'u ihsân ettik. Biz onların hepsini sâlihlerden kıldık. (Enbiyâ
sûresi: 72)
Şam'da veya Medyen'de dünyâya gelen Yâkûb aleyhisselâmın çocukluğu,
babasının; gençliği ise, Harran'da bulunan dayılarının yanında geçti.
Kırk sene kadar dayılarının yanında kalan Yâkûb aleyhisselâmın on iki
oğlu dünyâya geldi. Harran'da iken vahiy g elerek Ken'an diyârı
ahâlisine peygamber gönderildiği bildirildi. Ken'an diyârına gidip
insanları Allahü teâlânın emirlerine uymaya, yasaklarından kaçınmaya
dâvet etti. En çok sevdiği oğlu Yûsuf aleyhisselâmı kıskanan kardeşleri,
onu kuyuya attılar. Kuyunun yanından geçen bir kervancı onu kuyudan
çıkararak Mısır'a götürdü ve köle diye sattı. Diğer oğulları Yâkûb
aleyhisselâma gelerek kardeşimiz Yûsuf'u kurt yedi dediler.Yâkûb
aleyhisselâm oğlu Yûsuf'a olan hasretliği sebebiyle üzüntüsünden
ağlayarak gözleri görmez oldu. Yûsuf aleyhisselâm Mısır'a mâliye nâzırı
(bakanı) olduktan sonra, babası Yâkûb aleyhisselâm ve kardeşlerini
Mısır'a getirterek birlikte yaşadılar. Mısır'da oğullarıyla birlikte on
seneden fazla yaşayan Yâkûb aleyhisselâm burada vefât etti. Oğulları
cenâze namazını kıldılar. Vasiyyeti üzerine Kudüs yakınlarındaki
Halîl-ür-rahmân'da bulunan babası İshâk aleyhisselâmın yanına defn
edildi. (İbn-ül-Esîr, Nişâncızâde, Taberî)
YÂSÎN SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin otuz altıncı sûresi.
Yâsîn sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil olmuştur (inmiştir). Seksen üç
âyet-i kerîmedir. Yâsîn diye başladığı için,sûre bu ismi almıştır. Bâzı
âlimler, Yâsîn ile murâdın; ey insan veya ey insanların efendisi
mânâsına Peygamberimiz sallallahü aleyhi v e sellemin olduğunu
bildirmişlerdir. İhlâs ile (Allah rızâsı için) okuyanların dünyâ ve
âhiret nîmetlerine kavuşmalarına vesîle olacağı ve okunduğunda vefât
etmiş olan müslümanların ruhlarına hediyye edildiği için bu sûreye
Muammime; îmânın esasları (temelleri) ile ilgili hususları içerisinde
bulundurduğu, okuyanların kalblerini tenvîr ettiği, aydınlattığı için,
Kalb-ul-Kur'ân gibi isimler de verilmiştir. Bu sûrede, belli başlı
konular olarak; Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem
peygamberliği tasdîk edilmekte (doğrulanmakta), inkâr edenle kabûl
etmeyenler tehdîd edilmekte, eski kavimlerin (milletlerin) inkarcı
hâllerinden dolayı başlarına gelen azâb ve felâketler anlatılarak,
insanlar gafletten uyanmaya dâvet edilmekte (çağrılmakta) , bu arada
Peygamberimiz de sallallahü aleyhi ve sellem tesellî edilmektedir. Yine
bu sûrede Allahü teâlânın kudretinin ve büyüklüğünün eserlerine
dikkatler çekilmekte, âhirete inanmayanların ne kadar pişman olacakları,
mü'minlerin, inananların ise, pek büyük mükâfâtlara nâil olacakları (kavuşacakları)
bildirilmektedir. (Kurtubî, Râzî, Abdülhakîm Arvâsî)
Yâsîn, Kur'ân-ı kerîmin kalbidir. Muhakkak o, bütün dertlere şifâdır. (Hadîs-i
şerîf-Hakîm, Tirmizî)
Her kim Cumâ günü annesinin, babasının veya bunlardan birinin kabrini
ziyâret eder de baş ucunda Yâsîn sûresini okursa, okuduğu her harfi
adedince onlar mağfiret edilir (bağışlanır) . (Hadîs-i şerîf-Sa'lebî)
Ölmek üzere bulunan bir hastanın yanında Yâsîn sûresi okunursa, okunan
her harfi için, onar melek iner. Yâsîn sûresi üç bin harftir. İnen
melekler, ölmek üzere olan kimsenin önünde sıra sıra dizilip onun için
istiğfâr ederler (bağışlanmasını isterler) . Sekerattaki (ölüm ânındaki)
bir mü'minin yanında Yâsîn sûresi okunursa, Cennet Rıdvan'ı ona Cennet
şerâbı içirmedikçe Azrâil (aleyhisselâm) onun rûhunu almaz. (Hadîs-i
şerîf-Sefer-i Âhiret Risâlesi)
Yâsîn sûre-i şerîfesini okumanın on faydası vardır.
1) Aç olan, tok olur yâni ummadığı yerden rızık gelir.
2) Susuz olan, kanıncaya dek su bulur.
3) Elbisesi olmayan elbise bulur.
4) Eceli gelmeyen hasta şifâ bulur.
5) Eceli gelen hasta ölüm acısı duymaz.
6) Ölürken, Cennet melekleri gelip görünür.
7) İnsan korktuğundan emîn olur.
8) Misâfir ve garîb yardımcı bulur.
9) Bekârların evlenmesi kolay olur.
10) Gayb olan şey bulunur.
Fakat bunları niyyet ederek ve inanarak okumak lâzımdır. (Seyyid
Abdülhakîm Arvâsî)
Yâsîn, Peygamber efendimizin ism-i şerîflerinden olup, "Ey benim bahr-i
yakînimin sabbâhı (yakîn deryâmın dalgıcı) olan habîbim!" demektir. (Seyyid
Abdülhakîm Arvâsî)
YE'CÛC VE ME'CÛC:
Kur'ân-ı kerîmde adı geçen ve kıyâmete yakın, yeryüzüne yayılacak olan
zararlı ve bozguncu iki kötü kavim.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Nihâyet Ye'cûc ve Me'cûc'ün seddi açılıp da her tepeden saldırdıkları ve
hak olan va'd (kıyâmet) yaklaştığı vakit, işte o zaman kâfir olanların
gözleri hemen dikilecek: "Vah bizlere! Biz bundan gaflet ettik, doğrusu
kendimize zulmetmiş olduk" diyecekler." (Enbiyâ sûresi: 96, 97)
Cenâb-ı Hak (kıyâmete yakın) Ye'cûc ve Me'cûc'ü gönderir. Bunlar, yüksek
yerlerden akın edecekler, ilk kâfile Taberiyye gölüne uğrayıp oradan
geçecektir. (Hadîs-i şerîf-Riyâz-üs-Sâlihîn)
Resûlullah efendimiz, Zülkarneyn'in inşâ ettiği sed hakkında buyurdular
ki: "Ye'cûc ve Me'cûc, onu her gün oyuyorlar. Tam delecekleri sırada,
başlarında bulunan reis; "Bırakın artık delme işini, yarına yaparsınız"
der..." (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Resûlullah efendimiz, kıyâmet alâmetlerinden her ne haber verdi ise
hepsi doğrudur. Yanlışlık olamaz. O zaman güneş, âdet dışı olarak
garbdan (batıdan) doğacaktır. Hazret-i Mehdî çıkacak, Îsâ aleyhisselâm
gökten inecek. Deccâl çıkacak. Ye'cûc ve me'c ûc denilen insanlar
yeryüzüne yayılacaktır. (Ahmed Fârûkî)
Ye'cûc ve Me'cûc denilen kimseler, Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes'in
soyundandır. Yüzleri yassı, gözleri küçük, kulakları çok büyük, boyları
kısadır. Herbirinin bin çocuğu olur. Arkasında kaldıkları seddi her gün
oyarlar; sed, gece eskisi gibi olur. Hepsi kâfirdirler. Sed arkasından
çıkınca insanlara saldırırlar. (Yûsuf Nebhânî)
Zülkarneyn, Avrupa ve Asya kıt'alarına mâlik oldu. Asya'nın kuzey
doğusundaki mü'min Türkler'in ricâsı üzerine, Ye'cûc ve Me'cûc kavminden
korunmak için büyük duvar yaptırdı. Bu, şimdiki Çin seddi değildir.
(Nişâncızâde)
YED:
Kelime mânâsı "el" demek olup, Allahü teâlâ hakkında kudret, gücü yetmek
mânâsı verilen lafız, söz.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Habîbim) de ki: Ey mülkün sâhibi (olan) Allah'ım! Sen mülkü dilediğine
verirsin. Dilediğinden mülkü alırsın. Dilediğini azîz, dilediğini zelîl
edersin (alçaltırsın) . Hayır (ve şer) senin yed'indedir. Şüphesiz sen,
her şeye kâdirsin (gücü yetensin) . (Âl-i İmrân sûresi: 26)
Yed-i Beydâ:
Parlak el. Mûsâ aleyhisselâmın mûcize olarak gösterdiği ve koynundan
çıkardığında gözleri kamaştıran ve güneş ziyâsı saçan eli.
Yed-i Emîn:
Kânûnen güvenilir kimse olarak seçilen şahıs.Mahkemece kendisine bir şey
emânet olunan kimse; güvenilir, emin el.
Yed-i Kudret:
Allahü teâlânın kudreti.
Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemîn ederim ki; mü'min olmadıkça
Cennet'e giremezsiniz ve birbirinizi sevmedikçe mü'min olamazsınız.
Size; birbirinizi seveceğiniz bir şeyi bildireyim mi?Selâmı aranızda
yayın. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Nefsim yed-i kudretinde olana yemîn ederim ki, sizlerden biriniz beni
evlâd ve babasından fazla sevmedikçe lâyıkı ile mü'min olamaz. (Hadîs-i
şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
YEHOVA ŞÂHİDLERİ:
Amerika Birleşik Devletleri'nde Ch. Şarl Russel tarafından 1872'de
kurulan, 1931 senesinden sonra kendilerini bu adla tanıtmaya çalışan
mezheb ve misyoner teşkîlâtına verilen ad.
Yehova şâhidleri, Tevrât'ın, Yehova adını verdikleri tanrının kelâmı
olduğunu, kendilerinin hazret-i Âdem'in oğlu olan Hâbil'den, hazret-i
Îsâ'ya kadar süregelen uzun devredeki şâhidlerin son temsilcileri
olduklarını, Îsâ krallığının 144.000 uyruklu yeni bir dünyâ olacağını
ileri sürerler. Propagandalarını çeşitli yazılar, broşürler ve
sloganlarla yaparlar. Asker olmayı ve bayrağı selâmlamayı reddederler.
Bunların hahamları yoktur. Gezici vâizleri vardır. Toplanma yerleri New
York'tadır. İstatistiklere göre özellikle anglosakson olmak üzere
sayıları 900.000'e varmaktadır. Mezheb 1945'ten beri Batı Avrupa'da
yayılmıştır. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Yehova şâhidleri tatlı, okşayıcı dillerle müslüman yavrularını aldatmaya
çalışıyorlar. Telefon rehberlerinden aldıkları adreslere, broşürler,
risâleler gönderiyorlar. Şık, süslü giyinmiş güzel kızlar kapı kapı
dolaşarak evlere bu risâlelerden bırakıy orlar. Çok şükür ki müslümanlar
bu yaldızlı, hîleli yalanlara aldanmıyorlar. Çünkü müslümanlar onların
zannettikleri gibi câhil insanlar değildir. (M. Sıddîk Gümüş)
YEMÎN:
Kuvvet. Bir haberi yâhut bir işi yapma veya yapmama husûsundaki azmi,
iddiâyı (sözü); vallahi, tallahi şeklinde, Allahü teâlânın ism-i
şerîfini anarak veya dînin izin verdiği sözlerle kuvvetlendirmek.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Yeminlerinizi koruyun. (Mâide sûresi: 89)
Alış-verişte vallahi böyledir, vallahi öyle değildir diye yemîn edenlere
ve san'at sâhiplerinden, yarın gel, öbür gün gel diye sözünde
durmayanlara yazıklar olsun. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Doğru olsa bile çok yemîn etmek, son nefeste îmânsız gitmeğe sebeb olur.
Doğru olarak çok yemîn etmek Allahü teâlânın ism-i şerîfine ve yemîne
kıymet vermemek olur. Bunlara kıymet vermeyerek yemîn etmek çok çirkin
olur. Şarkılarda, temsillerde, eğlen celerde yemîn etmek böyledir.
(A.Haskefî, İbn-i Âbidîn)
Yemîn Keffâreti:
Yapılan yemîne riâyet etmeyip, yemîni bozan bir müslümana lâzım gelen
keffâret, cezâ.
Yemîni bozmadan keffâret verilmez. Yemîni bozduktan sonra keffâreti
geciktirmek günâhtır.Yemîn keffâreti için bir köle âzâd edilir. Yâhut
zekât alması câiz olan erkek veya kadın on fakîre bütün bedenini örtecek
kadar bir kat çamaşır verilir. Veya aç olan on fakîr bir gün iki defâ
(sabah-akşam) doyurulur. Bu üçünden birini yapamayan fakir, üç gün ard
arda oruç tutar. Bu oruçlara geceden niyet edilir.Kadın üç günü
tamamlamadan hayz başlarsa, hayz bittikten sonra yeniden üç gün tutar.
(İbn-i Âbidîn)
Yemîn-i Gâmûs:
Günâha ve Cehennem'e sokan yemin. Geçmişteki bir şey için, bile bile
yalan söyleyerek, yemin etmek.
Yemîn-i gâmûs eden kimse için peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:
Kim yalan yere yemîn ederse, Allahü teâlâ onu Cehennem'e koyar.
(Merginânî)
Yemîn-i Gâmûs büyük günâhtır. Pişman olunca tövbe edilir. Keffâret
verilmez. (İbn-i Âbidîn)
Yemîn-i Lağv:
Boş yere yemîn. Geçmiş bir şey için zan ile yanlış yemîn etmek. Bunda
günah ve keffâret yoktur.
Yemîn-i Mün'akıde:
Geleceğe âit bir iş hakkında meselâ ilerde yapacağım veya yapmayacağım
diyerek yapılan yemîn.
Mün'akıde yemin üç türlüdür: Birincisi zaman bildirmeden yapılır.Meselâ
döğeceğim diye yemîn edince, ikisi de sağ kaldıkça, döğmezse yemîn
bozulmaz.Biri ölünce bozulur. Döğmeyeceğim diye yemîn edince, ölünceye
kadar döğmezse, sonsuz olarak bozulmaz. Bir kerre döğerse bozulur.
Keffâret denilen cezâsını yerine getirir ve yemin biter. İkinci defâ
döğerse, keffâret vermez. İkincisi, zaman bildirilerek yapılan yemindir.
Zamânı gelmeden bozarsa, keffâret lâzım olur. Zamânı gelmeden önce
ölürse yemin b ozulmaz. Üçüncüsü, şarta bağlı yemindir. Yemin ettiği
şeyin yapılıp, yapılmamasını, kendinin veya başkasının bir şeyi yapıp
yapmamasına bağlamaktır. Zaman söylenmedi ise, hemen yapmak, zaman
söylendi ise, zamânın sonuna kadar yapmak lâzımdır. Kalkıp gelmezsen
vallahi seni döğerim demek bu çeşit bir yemindir. (Merginânî, İbn-i
Âbidîn)
YERHAMÜKALLAH:
Aksırıp, Elhamdülillah diyene, yanında bulunan kimsenin; "Allahü teâlâ
sana merhamet etsin" mânâsına söylediği mübârek bir söz, teşmit. (Bkz.
Teşmît)
Müslümanın müslüman üzerinde beş hakkı vardır. Selâmına cevâb vermek,
hastasını yoklamak, cenâzesinde bulunmak, dâvetine gitmek ve aksırıp
Elhamdülillah diyene yerhamükallah demek. (Hadîs-i şerîf-Buhârî-Müslim)
Aksırıp, Elhamdülillah diyene, namazda iken yerhamükallah demek namazı
bozar. Namazın dışında hemen cevâb vermek üç kerreye kadar farz-ı
kifâye, fazla aksırmalarda ise müstehabdır. (Riyâd-ün-Nâsihîn)
YE'S:
Ümitsizlik, ümîd kesmek.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Allah'ın rahmetinden (af ve lütfundan) ye'se düşmeyiniz. Doğrusu,
kâfirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ye'se düşmez. (Yûsuf sûresi:
87)
Ye's hâlinde tövbe makbûldür. Fakat ye's hâlindeki îmân makbûl değildir.
(Mâtürîdî)
Ey insan!.. Etrâfın, arzû ve emellerine uyduğu zaman, her şeyi, aklınla,
ilminle, fenninle, gücünle, kuvvetinle yaptığına, bütün başarıları
îcâdettiğine inanıyorsun. Hakk'ın sana verdiği vazîfeyi unutuyor ve o
yüksek me'mûrluktan istifâ ediyor ve emâ nete sâhib çıkmaya kalkıyorsun.
Kendini mâlik ve hâkim tanımak ve tanıtmak istiyorsun. Öte taraftan,
etrâfın arzûlarına uymaz, dış kuvvetler seni mağlûb etmeye başlarsa, o
zaman da kendinde hasret, hüsran, acz ve ye'sten başka bir şey
görmüyorsun. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
YESEVİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Ahmed Yesevî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
Tarîkatler başlıca ikidir. Zikr-i hafî yâni sessiz zikir yapan ve zikr-i
cehrî yâni yüksek sesle zikir yapan tarîkatler. Birincisi, hazret-i Ebû
Bekr'den gelmiş olup, mürşidlerinin (kurucu hocalarının) adına göre
Tayfûriyye, Yeseviyye, Medâriyye, hak îki olan Bektâşiyye, Ahrâriyye,
Ahmediyye-i müceddidiyye ve Hâlidiyye gibi isimler almışlardır.
(Abdullah-ı Dehlevî)
Yeseviyye yolunun kurucusu olan Ahmed Yesevî hazretleri, Buhârâ'da
yetişen evliyâdan Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinden tasavvuf ilmini tahsîl
etti. Zâhirî ve bâtınî (mânevî) ilimlerde kısa müddet içinde yüksek
derecelere ulaştı. Pek çok talebe yetiştir di. Onun kurduğu Yeseviyye
kolu kısa zamanda Türkistan, Mâverâünnehr, Horasan ve Harezm'de yayıldı.
Yeseviyye yolunun kurucusu olan Ahmed Yesevî hazretleri, vakitlerinin
çoğunu Allahü teâlâya ibâdet etmekle ve talebelerine zâhirî ve bâtınî
ilimleri ö ğretmekle geçirirdi. Devamlı olarak Hızır aleyhisselâmla
görüşür, sohbet ederdi. Çocukluğundan îtibâren Resûlullah efendimizin
sallallahü aleyhi ve sellem sünnetine tam tâbi olmakta hiç gevşeklik
göstermemişti. 63 yaşına geldiği zaman Resûlullah efendimiz o sene
âhirete teşrîf ettiklerinden, 63 yaşından sonra yeryüzünde durmağı uygun
görmemiş, kendisine yer altında bir hücre yaptırmış ve vefât edinceye
kadar orada kalmıştı. (Molla Câmî)
YETÎM:
Ergenliğe ulaşmadan babası ölmüş çocuk.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Yetimlere bâliğ oldukları zaman mallarını verin. Helâli harâma
değişmeyin. Kendi mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu büyük bir
günahtır. (Nisâ sûresi: 2)
Yetimlerin mallarını zulmen (haksız olarak) yiyenler, karınlarına ancak
bir ateş yerler ve yakında alevli ateşe girecekler. (Nisâ sûresi: 10)
Yetimin malına da yaklaşmayın. Ancak büluğ (ergenlik) çağına ulaşıp
rüşdü (malını dînin ve aklın uygun gördüğü yerlerde kullandığı)
görülünceye kadar en güzel şekilde (malını koruyup çoğaltmak için)
yaklaşabilirsiniz. Bir de ahdi (yapılan sözleşmeyi) yerine getirin.
Çünkü verdiği sözden cayan (kıyâmet günü) sorumludur. (İsrâ sûresi: 34)
Kim şefkat ve merhametle bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu
tüyler sayısınca sevâb alır. (Hadîs-i şerîf-Ahmed bin Hanbel ve
Taberânî)
Müslüman evlerinin en hayırlısı içinde kendisine iyi muâmele yapılan
yetimin bulunduğu evdir. Müslüman evlerinin en kötüsü de kendisine
haksızlık yapılan yetimin bulunduğu evdir. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)
İlâhî! Ben iki zayıfın, yetim ile kadının haklarına tecâvüz etmeyi
yasaklıyorum. (Hadîs-i şerîf-Nesâî))
Dul ve yetimlerin ihtiyâcına koşan, Allah yolunda cihâd edenlerle,
gündüzün oruç tutup geceyi ibâdetle geçiren gibidir. (Hadîs-i
şerîf-Buhârî)
Yetîmi kendine yakın tut. Başını elinle okşa ve onu sofrana oturt. Böyle
yaparsan kalbin yumuşar ve hâcetin (ihtiyâcın) görülür. (Hadîs-i
şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Her kim kıymetli günlere hürmeten bir yetimin başını okşarsa, Hak teâlâ
hazretleri, o yetimin başındaki kıl sayısınca o kimseye nîmet lutfeder.
(Süleymân bin Cezâ)
Haksız yere yetîm malı yemek, büyük günâhlardandır. (Kutbüddîn-i İznikî)
İslâm dîninde yetîmlik, büluğa (ergenlik, evlenecek yaşa gelmekle) sona
erer. (İbn-i Âbidîn)
YETMİŞ İKİ FIRKA:
Ehl-i sünnet yolundan (Peygamber efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın
bildirdiği doğru yoldan) ayrılan ve Cehennem'e gidecekleri hadîs-i
şerîfte bildirilen bozuk fırkalar. Bunlara bid'at ehli veya dalâlet
fırkaları da denir.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki:
"Benî İsrâil (İsrâiloğulları) yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan
yetmişi Cehennem'e gidip, ancak bir fırkası kurtulmuştur. Nasârâ
(hıristiyanlar) da yetmiş iki fırkaya ayrılmıştı. Yetmiş biri Cehennem'e
gitmiştir. Bir zaman sonra benim ümmetim de yetmiş üç kısma ayrılır.
Bunlardan yetmiş ikisi Cehennem'e gidip, yalnız bir fırkası kurtulur."
Eshâb-ı kirâm (Peygamber efendimizin arkadaşları) bu bir fırkanın kimler
olduğunu sorunca; "Cehennem'den kurtulan fırka, benim ve Eshâbımın
gittiği yolda gidenlerdir" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Milel ve Nihal, Ebû
Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce)
Yetmiş iki sapık fırkaya mensub olanlar, Ehl-i sünnet âlimlerinin
anladıkları gibi inanmıyanlar, mânâsı açık olmayan nassları (âyet-i
kerîme ve hadîs-i şerîfleri) yanlış te'vil ettikleri (yorumladıkları)
için kâfir olmuyorlar ise de, sapık inanışları yüzünden Cehennem'e
gideceklerdir. Fakat müslüman oldukları için, azâbda sonsuz kalmayacak,
îtikâdlarının (inanış) bozukluğu kadar yandıktan sonra tekrar
çıkarılacak, Cennet'e sokulacaklardır. Yetmiş iki sapık fırka vardır.
Bunların yaptıkları ibâdetlerin hiçbiri kabûl edilmez. (İmâm-ı Rabbânî)
Muhammed aleyhisselâmın ümmeti yetmiş üç fırkaya ayrıldı. Kur'ân-ı
kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan ve açık
olanların da mânâları icmâ ile zarûrî olarak anlaşılmamış olan
inanılacak ve yapılacak bilgilerde ictihâd ederken yanıl mak küfür
(îmânsızlık) olmaz ise de büyük günâh olur. Müslümanların yetmiş üç
fırkasından yetmiş iki fırkası böyle yanılmış, doğru yoldan ayrılmış,
bid'at sâhibi olmuşlardır.Bunlar sapık inançlarının cezâsı olarak
Cehennem'e gireceklerdir. Fakat müslüman oldukları için Cehennem'de
sonsuz kalmayacaklar, azâb gördükten sonra çıkarılacaklardır. (Abdülganî
Nablüsî)
Yetmiş iki bid'at (sapıklık) yolunun esâsı dokuz fırkadır ki bunlar;
hâricî, şiî, mûtezile, mürcie, müşebbihe, cehmiyye, dırâriyye,
neccâriyye ve kilâbiyyedir. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve
sellem ve dört halîfesinin zamânında bunların h içbiri yoktu. Bunların
meydana çıkması ayrı ayrı yollara ayrılması, Eshâb-ı kirâmın (Peygamber
efendimizin arkadaşları), Tâbiîn-i izâmın (Eshâbı gören büyükler) ve
Fukahâ-i Seb'anın (yedi büyük fıkıh âliminin) ölümlerinden senelerce
sonra idi. (Abdülkâdir-i Geylânî)
Eshâb-ı kirâmın hepsinin hakkında mümkün olduğu kadar iyi söyleyiniz.
Onların hiçbirine sakın dil uzatmayınız. Yetmiş iki sapık fırkadan kimi
ifrâta (aşırılığa) vararak taşkınlık yaptı, kimi tefrîte (aşırılığa)
düşerek haklarını vermedi. Kimi akla gü vendi, kimi felsefeye ve eski
Yunan felsefecilerine aldandı. Böylece İslâmiyet'te olmayan, hattâ yasak
olan şeyleri yaptılar. Bid'atlere yâni sapıklığa sarıldılar. Sünneti
yâni İslâmiyet'i bıraktılar. (Seyyid Alizâde)
YEVM-İ ÂHİR:
Âhiret günü. Îmân edilmesi lâzım olan altı şeyden beşincisi. Arkasından
gece gelmeyen gün. Bu zamânın başlangıcı insanın öldüğü gündür. (Bkz.
Âhiret, Kıyâmet)
YEVM-İ NAHR:
Kurban kesme günü. Zilhicce ayının onuncu yâni kurban bayramının birinci
günü. On birinci ve on ikinci günleri de kurban kesme günü olduğundan
hepsine birden eyyâm-ı nahr denildi.
YEVM-İ ŞEK:
Şüpheli gün. Havanın bulutlu olup, Ramazan ayı hilâlinin görülmemesi
sebebiyle Şâbân ayının otuzuncu günü mü, yoksa Ramazân-ı şerîfin ilk
günü mü olduğu bilinmeyen, Şâbân'ın yirmi dokuzundan sonra gelen gün.
Yevm-i şekte Ramazân-ı şerîf orucuna veya vâcib bir oruca niyet edilerek
oruç tutulması tahrîmen (harama yakın) mekrûhtur. (M. Mevkûfâtî)
Yevm-i şek'te öğle namazı zamânına kadar oruç tutup, o gün Ramazan
olduğu îlân edilmezse, orucu bozmak lâzım olur. Bozmayıp, oruca devâm
etmek tahrîmen mekrûhtur. ( İbn-i Âbidîn)
YEZÎDÎLER:
Hazret-i Ali'ye düşman olan ve şeytana tapan kimselerin mensûb olduğu
bozuk fırka. İbâdiyye fırkasının kurucusu Abdullah bin İbâd'ın
adamlarından Yezîd bin Enîse'ye uydukları için bu adı almışlardır. Emevî
halîfelerinden Yezîd'in bunlarla hiçbir ilgi si yoktur.
Hâricîler yedi fırkadır. Bunlardan İbâdiyye fırkası, Abdullah bin İbâd
adındaki kimsenin adamlarıdır. İbâdiyye fırkası dörde ayrıldı. Bunlardan
Yezîd bin Enîse'nin adamlarına Yezîdî denildi. Yezîdîlere göre; Acemden
bir peygamber gelecek, kendisine g ökte yazılmış bir kitâb inecek,
Muhammed aleyhisselâmın dîninden çıkacak, Sâbiiyye olacak yâni
yıldızlara tapınacaktır. Küçük ve büyük her günâhı işleyen kimse kâfir
olmaktadır. (Seyid Şerîf Cürcânî)
İleri sürdükleri bozuk fikirlerden dolayı tâkibe uğrayan Yezîdîler, on
ikinci asırda Kuzey Irak'taki Lâdeş vâdisine sığındılar. Âdî adlı
birinin etrâfında toplanıp inanışlarını bölgedeki halk arasında
yaydılar. Âdî'nin ölümünden sonra yerine kardeşin in oğlu ikinci Âdî
geçti ve daha sonra da oğlu Şeyh Hasan reis oldu. Gün geçtikçe sayıları
artan Yezîdîler üzerine Musul emiri İmâdüddîn Zengî kuvvet göndererek
onları dağıttı. Âdî ve Yezîd bin Enîse'nin insan üstü varlıklar olduğunu
kabûl eden ve müslümanlıkla hıristiyanlık karışımı bir inanca sâhib olan
Yezîdîler, Osmanlılar zamânında da tâkibâta uğradılar. Osmanlı
şeyhülislâmları, kendilerine müslüman adı verdikleri hâlde, helâle haram
diyen, güneşe tapınan, iblise (şeytana) tâzim gösteren ülü'l-emre yâni
devlet başkanına karşı isyân eden Yezîdîlerin bulundukları yerin
dâr-ül-harb olduğuna ve İslâm askerinin bunlarla harb edeceğine dâir
fetvâ verdiler. Irak, Sûriye, Yemen, Âzerbaycan, Türkiye ve Hindistan
gibi yerlere dağılmış olan Yezîd îler bugün de mevcûddurlar. (M. Sıddîk
Gümüş, Abbâs Azzâvî)
Yezîdîler, Arabî ve kürtçe yazılmış olan Kitâb-ül-Celve adlı kitâba çok
önem verirler. Bu kitap, Maksimilyan Bütner tarafından Almanca'ya
tercüme edilmiştir. Yezîdîler, iblise melek ve tâvûs derler. Şeytana
söğeni öldürürler. Derdleri, belâları iblis yaratır derler. Lâdeş
vâdisindeki Baadır köyünde bulunan ölülerini gidip dolaşmaya hac derler.
Her gün güneş doğarken ona karşı dururlar. Sabah ilk ışık gelen toprağı
öperler. Güneş batarken de ona yalvarırlar. Bu yaptıklarına namaz
kılmak, ibâdet etmek derler. Ocak ayında üç gün oruç tutan Yezîdîlerin
okuma-yazma öğrenmesi ve sakal bırakması büyük günahtır. (M. Sıddîk
Gümüş)
YILBAŞI:
Sene başı. Yeni bir senenin başlaması. Başlangıç zamânına göre iki çeşit
sene vardır. Mîlâdî ve hicrî sene.
Mîlâdî sene Îsâ aleyhisselâmın doğum günü zannedilen târih ile başladığı
kabûl edilir. Ancak Îsâ aleyhisselâmın doğum zamânı kesin olarak
bilinmediği için, bu senenin başlangıcı tahmîne dayanmakta, ilmî ve
târihî bir gerçek taşımamaktadır. Bir Ocak'ı n (Kânûn-i sânî) yılbaşı
olarak kabûl edilmesi, Fransa kralı Dokuzuncu Şarl'ın 1563'de verdiği
emirle benimsenmiştir. (Bkz. Noel) (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Hicrî sene, Peygamber efendimizin Mekke'den, Medîne'ye hicret ettiği
seneden başlar. Hicrî senenin başı Muharrem ayının birinci Cumâ günüdür.
Muharrem ayının birinci gecesi müslümanların kamerî yılbaşı gecesidir.
(Yeni Rehber Ansiklopedisi)
YOLCU:
Yola çıkan, konuk, seferî kimse. (Bkz. Müsâfir)
Dünyâda sanki bir garîb gibi veya yola çıkacak bir yolcu gibi ol ve
kendini kabir ehlinden bil. (Hadîs-i şerîf-Et-Tâc)
YUHANNA:
1. Îsâ aleyhisselâma îmân eden on iki havârîden biri. İbrânî dilinde
Yahyâ demektir.Rumca'da Yohannes, İngilizce'de Can, Fransızca'da Jan
denir. Dört İncîl'i yazanlardan biridir. Îsâ aleyhisselâmın teyzesinin
oğlu idi. Yüz senesinde Efes'te öldü. Hır istiyanlar, on ikinci ayın
yirmi yedisinde yortusunu yaparlar.
2. Dört İncîl'den biri.
Hıristiyanların dinlerinin esâsı olan ve İncîl dedikleri dört kitâb,
Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselâm ile gönderdiği asıl İncîl-i şerîf
değildir. Bu dört kitab, Îsâ aleyhisselâm semâya çıkarıldıktan sonra
dört kimse tarafından yazılmış birer târi h kitabıdırlar. Bunlardan
birincisi Matta olup, ahbablarının arzû ve ısrarları üzerine
gördüklerini ve işittiklerini bildirmek için Îsâ aleyhisselâm semâya
çıkarıldıktan on iki sene sonra yazmıştır. İkincisi Markos olup
havârîlerden işittiklerini yirmi sekiz sene sonra yazmıştır. Üçüncüsü
Luka olup, otuz iki sene sonra işittiklerini bildirmek için
İskenderiyye'de bir târih yazmıştır. Dördüncüsü Yuhanna olup, Îsâ
aleyhisselâm semâya çıkarıldıktan kırk beş sene sonra yazmıştır. Bu dört
İncîl birbi rine uymayan ihtilaflarla doludur.Halbuki asıl İncîl, Îsâ
aleyhisselâma indirilmiş olup, tek bir kitab idi. İçinde birbirlerine
uymayan, hâdiselere ters düşen bir şey olmadığı muhakkak idi. Kur'ân-ı
kerîmin bildirdiği Allah kelâmı olan bu İncîl'in bu dört târih
kitabından başka olduğu anlaşılmaktadır. (Abdullah Abdi bin Destân
Mustafa)
YÛNUS ALEYHİSSELÂM:
Musul yakınındaki Nineve (Ninova) ahâlisine gönderilen peygamber.
Babasının ismi Metâ'dır. Yûnus aleyhisselâm Âsûr Devleti'nin başşehri ve
önemli bir ticâret merkezi olan Nineve şehrinde doğdu.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Muhakkak Yûnus (bin Metâ aleyhisselâm) da peygamberlerdendir. (Sâffât
sûresi: 139)
Biz Yûnus'un (aleyhisselâm) duâsına icâbet edip, onu gamdan (gecenin,
denizin ve balığın karnındaki karanlıktan) halâs eyledik (kurtardık) .
Bunun gibi biz mü'minleri halâs ederiz. (Enbiyâ sûresi: 88)
Balığın karnındayken Yûnus'un (aleyhisselâm) yaptığı duâ "Lâ ilâhe illâ
ente sübhâneke innî küntü minez-zâlimîn" idi. Müslüman kişi bu duâyı her
ne şey için okursa, Allahü teâlâ elbette kabûl eder. (Hadîs-i
şerîf-Rûh-ul-Beyân)
Yûnus aleyhisselâmın babası olan Metâ sâlih bir kimseydi. Allahü
teâlâdan sâlih bir evlâd ihsân etmesi için duâ etti. Allahü teâlâ ona
Yûnus'u (aleyhisselâm) ihsân etti. Kavmi içinde emîn, yalan söylemeyen,
yardımsever bir kişi olarak meşhûr oldu. Ot uz yaşına gelince, Nineve
ahâlisine peygamber olduğu bildirildi. Yûnus aleyhisselâm senelerce
kavmini îmâna dâvet etti. Putlara, heykellere tapan Nineve ehli onu
dinlemediler. Heykellere tapmaktan vazgeçmediler. Yûnus aleyhisselâm
üzüldü. Dicle nehri kenarına geldi. Gemiye bindi. Hâlbuki Allahü teâlâ
böyle emir vermemişti. Gemi yürümedi. Kur'a çektiler. Yûnus
aleyhisselâma isâbet etti. Suçlu benim buyurdu. Denize attılar. Balık
yuttu. Tövbe etti. Balık bunu bir kenâra çıkardı. Ölüm hâlinde idi.
Tekrar kuvvet buldu. Yeniden Nineve'ye gitmesi emrolundu. Yûnus
aleyhisselâm gelmeden önce hava kararmış, her yeri kara duman
kaplamıştı. Kavmi korkup, tövbe etmiş, tövbeleri kabûl olup azâb geri
alınmıştı. Yûnus aleyhisselâm gelince, onun sözlerini dinlediler. Kavmi
mes'ûd ve iyilik üzere yıllarca yaşadı. Şarkta Midyalılar, Bâbil'de
Keldânîler meydana geldi. Yûnus aleyhisselâm seksen üç yaşında iken,
Nineve'de vefât etti. (Nişâbûrî, Nişancızâde, Taberî)
YÛNUS SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin onuncu sûresi.
Yûnus sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Sâdece 40, 94, 95 ve 96.
âyetler Medîne'de nâzil oldu. Yüz dokuz âyet-i kerîmedir. Doksan
sekizinci âyet-i kerîmede Yûnus aleyhisselâmın kavminden bahsedildiği
için, sûreye bu isim verilmiştir. Sûrede; Nûh ve Mûsâ aleyhimesselâma
dâir kıssalar, rahmet-i ilâhiyyenin, azâb-ı ilâhîden daha çok olduğu
bildirilmektedir. (Râzî, İbn-i Abbâs, Kurtubî)
Yûnus sûresinde meâlen buyruldu ki:
Biliniz ki; Allahü teâlânın evliyâsı için azâb korkusu, nîmetlere
kavuşmamak üzüntüsü yoktur. (Âyet: 62)
Kim Yûnus sûresini okursa, Yûnus aleyhisselâmı tasdîk (îmân) ve tekzîb
edenlerin (yalanlayanların) ve Fir'avn ile boğulanların adedinin on katı
sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
YÛSUF ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı kerîmde adı geçen peygamberlerden. Mısır ahâlisine gönderilen
peygamber. Yâkûb aleyhisselâmın oğludur. Yâkûb aleyhisselâmın neslinden
gelen ilk peygamberdir. Allahü teâlâ ona rüyâ tâbiri ilmini öğretti.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Yûsuf (aleyhisselâm) ve kardeşlerinin kıssasında, ondan suâl edenler (ve
başkaları) için, Allahü teâlânın kudret ve hikmetine (veya Muhammed
aleyhisselâmın peygamberliğine) deliller vardır. (Yûsuf sûresi: 7)
Yûsuf (aleyhisselâm) onların (kardeşlerinin) zahîre yüklerini hazırladı.
Uşaklarına da " (Zahîre için verdikleri) sermâyelerini yüklerinin içine
koyuverin. Olur ki, âilelerine döndükleri zaman bunun farkına varırlar
da belki yine (kardeşleri Bünyâmin ile berâber buraya) dönerler" dedi.
(Yûsuf sûresi: 62)
Abdurrahîm Dehlevî şöyle anlattı: "Kardeşim Yûsuf benden sabîh (güzel)
ben ise ondan daha melihim (sevimliyim) " hadîs-i şerîfinin mânâsını
kavrayamamıştım. Bir gün rüyâmda Resûlullah efendimizi sallallahü aleyhi
ve sellem gördüm. Bu mes'eleyi arz ett im. Resûlullah efendimiz şöyle
buyurdular: "Allahü teâlâ benim cemâlimi (güzelliğimi) insanlardan
gizledi. Şâyet insanlar benim cemâlimi görselerdi, Yûsuf'u gördükleri
zaman yaptıklarından daha fazlasını yaparlardı. Ellerini değil,
yüreklerini keserl erdi de haberleri olmazdı."
Yüzünün ve ahlâkının güzelliği ile meşhûr olan Yûsuf aleyhisselâmı,
babası Yâkûb aleyhisselâm diğer kardeşlerinden çok severdi. Babasının
sevmesi, kardeşlerinin onu kıskanmalarına sebeb oldu. Onu götürüp kuyuya
attılar. Babalarına dönüp kardeşimiz Yû suf'u kurt yedi dediler. Allahü
teâlâ Yûsuf aleyhisselâmı korudu. Kuyunun yanından geçen bir kervanda
bulunan kimseler onu kuyudan çıkarıp Mısır'a götürdüler ve köle diye
sattılar. Mısır azîzi (mâliye nâzırı, bakanı) onu satın aldı. Azîzin
hanımı Zül eyhâ (Zelîha)nın iftirâsı netîcesinde zindana atıldı. Uzun
zaman zindanda kaldıktan sonra, suçsuzluğu anlaşılıp zindandan çıktı.
Ölen Mısır mâliye nâzırının yerine mâliye nâzırı oldu. Azîzin hanımı
Züleyhâ ile evlendi. Babasını ve kardeşlerini Mısır'a getirdi. Orada
yıllarca berâber yaşadılar. Babası Mısır'da vefât etti. Kardeşleri de
orada yerleştiler. Kur'ân-ı kerîmde kıssası ve başına gelen hâdiseler
geniş olarak bildirilmiş olan Yûsuf aleyhisselâm, Mısır ahâlisine
peygamber gönderildi. İnsanları Allahü teâlânın dînine uymaya dâvet
etti. Yâkûb aleyhisselâmın vefâtından bir müddet sonra Yûsuf
aleyhisselâm da vefât etti. Mısır'da herkes Yûsuf aleyhisselâmı kendi
mahallesine defn etmek istiyordu. İş kavgaya kadar yaklaştı. Sonunda
mermer bi r sandukaya koyup Nil nehri kıyısına (veya Nil nehrinin
ortasına) defn ettiler. Bir rivâyete göre ondan dört yüz sene sonra
gelen Mûsâ aleyhisselâm kabrini bulup, mübârek cesedini oradan alarak,
Yâkûb aleyhisselâmın da medfûn bulunduğu Halîl-ur-rahmân'daki yere defn
etti. (Kurtubî, Ahmed Nişâbûrî, Nişâncızâde)
YÛSUF SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin on ikinci sûresi.
Yûsuf sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Sâdece, 1, 2 ve 3. âyetleri
Medîne'de nâzil oldu. Yüz on bir âyettir. Yûsuf aleyhisselâmın
kıssasından bahsedildiği için bu ismi almıştır. (Muhammed bin Hamzâ,
Kurtubî)
Yûsuf sûresinde meâlen buyruldu ki:
Onların çoğu Allahü teâlâya îmân ediyoruz diyorlar. Fakat îmânsızdırlar.
Başka şeylere ibâdet ederek müşrik olmuşlardır. (Âyet: 106)
YÛŞÂ ALEYHİSSELÂM:
İsrâiloğullarına, Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra gönderilen
peygamber. Mûsâ aleyhisselâmın yeğeni ve vekîli idi. İsmi Yeşû olup
hıristiyanlar Yeşû diyorlar. Annesi Mûsâ aleyhisselâmın kız kardeşidir.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Allahü teâlâya îmân edip, O'ndan korkanlardan (Yûşâ bin Nûn ve Kâlib bin
Yuknâ adındaki) iki kimse, İsrâiloğullarına dediler ki: "Ey
İsrâiloğulları! Cebbârların (zâlimlerin) şehrinin kapısından hemen
girin. (Onların vücûdlarının büyüklüğünden korkmayın. Onların bedenleri
büyük ve kuvvetli fakat kalbleri zayıftır. Sizinle harb etmeye rûhî
metânetleri yoktur.) Bir defâ kapıdan girdiniz mi; Allahü teâlânın
vâdettiği yardımın size gelmesiyle elbette siz gâliblerden olursunuz.
Siz gerçekten inanan, Allahü teâlânın vâdini tasdîk eden kimseler
iseniz, Allahü teâlâya tevekkül ediniz. (Mâide sûresi: 23)
Güneş, hiçbir kimse için batmaktan alıkonmaz. Ancak Beyt-i Makdîs'i feth
etmek için gittiği gecelerden birinde Yûşâ aleyhisselâm için batmaktan
alıkondu. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Yûşâ aleyhisselâm Mısır'da doğdu. Mûsâ aleyhisselâmın husûsî talebesi,
hâlis yardımcısı olarak yanında bulundu. Mûsâ aleyhisselâm Fir'avn'ın
zulmü sebebiyle, Allahü teâlânın emriyle kendine tâbi olanlarla birlikte
Mısır'dan hicret edince, o da birlik te hicret etti. Mûsâ aleyhisselâmın
Hızır aleyhisselâmla buluşmak üzere gittiği yolculuğunda, onun yanında
bulundu. Allahü teâlânın emriyle, Mûsâ aleyhisselâmın İsrâiloğullarını
Arz-ı mev'ûd'a (Filistin ve Şam bölgesine) götürmek üzere yola
çıktığında Yûşâ aleyhisselâm ona yardımcı oldu. Cebbâr (zâlim)Amâlika
kavmiyle ilgili olarak bilgi toplamak üzere gönderilen temsilciler
arasında Yûşâ aleyhisselâm da bulundu. Diğer temsilciler dönüp
İsrâiloğullarını korkuttukları hâlde, Yûşâ bin Nûn aleyhisselâm ile
Kâlib bin Yuknâ aleyhisselâm onları harbe gitmek husûsunda teşvik
ettiler. Mûsâ aleyhisselâm vefât ederken yerine Yûşâ aleyhisselâmı
halîfe bıraktı. Allahü teâlâ Yûşâ aleyhisselâmı da İsrâiloğullarına
peygamber olarak vazîfelendirdi. Yûşâ aleyhisselâm İsrâiloğullarını
toplayıp Eriha şehrini kuşattı. Kuşatma altı ay sürdü. Nihâyet bir Cumâ
günü akşam üzeri mûcizeler göstererek şehri fethetti. Daha sonra İlyâ
(Kudüs) şehrini, bilâhere Belka şehrini kuşatıp fethetti. Yûşâ
aleyhisselâmın em rindeki İsrâiloğulları, Belka şehri hükümdârı Belâk'ı
ve ism-i a'zam duâsını bildiği hâlde doğru yoldan ayrılan Bel'am bin
Baûra'yı öldürdüler. Arz-ı mev'ûd diye bilinen Filistin ve Şam diyârı
peyderpey İsrâiloğullarının eline geçti. Fetihler yedi se ne devâm edip
Kudüs şehri de Yûşâ aleyhisselâm ve ona inananlar tarafından feth
edildi. İsrâiloğullarını Arz-ı mev'ûd'a yerleştiren Yûşâ aleyhisselâm,
yirmi yıl daha İsrâiloğullarına Tevrât'ı okudu ve hükümlerini açıkladı.
Yûşâ aleyhisselâm yerine Kâlib bin Yuknâ'yı halîfe tâyin ettikten sonra
127 yaşında vefât etti. Kabrinin Nablûs veya Haleb yakınındaki Mearre
şehrinde olduğu rivâyet edilir. Yûşâ aleyhisselâm İstanbul'a hiç
gelmedi. Beykoz tepelerinde ziyâret edilmekte olan kabrin Yûşâ
peygambere âit olduğu söyleniyorsa da târihî bilgilere uygun değildir.
(Taberî, Nişâncızâde, İbn-ül-Esîr)
|