Hazreti Fatih 21 yaşlarında İstanbul'un fethine karar vermişti. Büyük bir ordu hazırlayarak İstanbul'u kuşattı. Denizden ve karadan devam eden kuşatma, uzadıkça uzuyor, fakat bir türlü fetih müyesser olmuyordu. Hazreti Fatih'in ordusunda, zamanın manevî sahibi ve Kutb-ul Evliya Akşemseddin Hazretleri de bulunuyordu. Haliç tarafında çadırını kurmuş olan Akşemseddin Hazretleri, orduya moral veriyor, muhasara başlayalı 51 gün olmasına rağmen fethin gerçekleşmemesi bazı paşaların ve askerin moralinin bozulmasına vesile oluyordu.

Bu arada Fatih'i bile ikna etmeye çalışanlar:

— Sultanım bu zamana kadar 11 kez muhasara edilen istanbul'u almak bize de nasip olmayacak galiba, diyerek askerin geri çekilmesini istiyorlardı.

Fakat Fatih'in hocası Akşemseddin hazretleri, Hazreti Fatih'e müjdeyi vermişti:

— Mutlaka İstanbul fethedilecek ve Resûlüllah'ın övdüğü kumandan ve asker siz olacaksınız, diyordu. Hazreti Fatih'e muhasaradan çekilmemesini tavsiye ediyor, cesaret veriyordu.

Hazreti Fatih, Beyaz atının üzerinde devamlı asakiri Islâmiyeyi kontrol ediyor:

— Askerlerim, yılmayın bıkmayın... Ya ben Bizans'ı alırım, ya Bizans beni, diyerek hocasının talimatını tatbik ediyordu.

Akşemseddin hazretleri Haliç tarafınnda çadırını kurmuş devamlı Allah'a yalvarmakla meşguldü. Hatta birkaç gün çadırından hiç dışarı çıkmadığı oluyordu. Son zamanlarda yine bir gün bazı ileri gelen kumandanlar, Hazreti Fatih'e:

— Sultanım, siz bir ihtiyarın sözüne uyup bu kadar askeri boşuna burada tutuyorsunuz. Halbuki size nasihat eden, fethin gerçekleşeceğini söyleyen hocanız, askerin arasına bile girmiyor. Devamlı, çadırında istirahat etmekle meşgul. Artık vazgeçelim bu davadan, demeye başladılar.

Bunun üzerine Hazreti Fatih, biraz üzüntülü biraz da mahcup ve kızgın halde Akşemseddin hazretlerinin çadırının bulunduğu yere vardı, atından indi. Çadıra yaklaşıp kulak verdi ki, hiç bir ses gelmiyor. Kılıcını çekerek çadıra doğru yürüdü.

— Eğer bize akıl veren hocam kendisi uyuyorsa kafasını keseceğim, diyordu.

Bütün ileri gelenler orada manzarayı seyrediyorlar ve neticeyi merak ve heyecanla bekliyorlardı.

Hazreti Fatih çadırın bir kenarından açıp baktı ki, Yüce Velî yatıp uyumak değil, günlerden beri gözlerine uyku koymamış, başı secdede Allah'a dua ile meşgul. Hatta öyle ki, gözlerinden akan mübarek yaşlar başını koyduğu yeri ıslatmış, başı çamur içinde kalmış, alnını secdeye koyduğu yere, mübarek başının izi çıkmıştı. Bu hali gören Hazreti Fatih, hocasına bir kat daha inançla başında bekledi ta ki Akşemseddin hazretleri başını secdeden kaldırıncaya kadar. Akşemseddin hazretleri başını secdeden kaldırdığında, padişahın, başında beklediğini gördü ve-şöyle dedi:

— Müjdeler olsun beyim! Resûlüllah'ın alemdarı Ebû Eyyûbu En-sarî burada gömülüdür... Allah'ın hikmeti seccademizi hazreti Eyyûb'un mezarı üzerine döşemişler, hemen şurayı kazsınlar, buyurdu. Akşemseddin hazretlerinin müridlerinden üç kişi orayı kazdılar. Derinliği üç ziraa varınca, dört köşe bir somaki mermer göründü. Üzerinde; «Haza kabr-i Eba Eyyûb-el Ensarî = Burası Eyyûb el Ensarî nin kabridir» yazılı idi. Taş kaldırıldı... Aradan asırlar geçmesine rağmen, Hazreti Eyyûb'un mübarek vücutları safranla boyanmış kefen içinde tab - taze duruyordu. Mübarek ellerinden birinde, tunçtan bir mühür vardı. Taş olduğu gibi geri kondu, mezarın üzeri kapatıldı.

Bu manzarayı gören İslâm ordusu, bir kat daha îmanla Bizans'ın üzerine yürüdüler ve dünyada misli görülmemiş bir askerî taktikle Ege denizinden 70 parça donanmayı Beyoğlu'ndan ve Kasımpaşa sırtlarından Haliç'e indirdiler. Şimdilik Galata Köprüsü'nün olduğu yer Bizans'lılar tarafından kontrol edilmekte idi. Bu gemilerin nereden geçmiş olabileceği hususunda akıl erdiremeyen düşman, Haliç'ten de top ateşiyle karşılaşınca şaşkına döndüler ve büyük bir moral kırıklığına uğradılar..

Bundan sonra muhasaranın 51. günü şimdiki Edirnekapı'dan asker var gücü ile hücuma geçti, İslâm askerleri surlara- tırmandıkça düşmanın aman vermez ok ateşiyle karşılaşıyorlardı. Şehit olarak yere düşen askerin elinden Osmanlı bayrağını alan ikinci kahraman yine azimle surlara tırmanmaya devam ediyordu. Ne olursa olsun şehit olacaklar, gazi olacaklar ve İstanbul'u alıp, Hazreti Peygamberimizin: «Kostantiniyye elbette fetholunacaktır. O'nu fetheden Fatih ne güzel kumandan, onun askeri de ne güzel asker» Hadîs-i Şerifinin sırrına, ma zhar olmaya gayret ediyorlardı. Nitekim kısa zaman sonra Bursa'nın Ulubat'ından Hasan isimli bir yiğit: «Allahü Ekber Allahü Ekber» sâdâlarıyla Edirnekapı surlarının tepesine bayrağı dikip şehadet mertebesine o da kavuştu.

Ondan sonra artık istanbul alınmıştı. Açılan kapıdan büyük Kumandan hazreti Fatih ve O'nun muhterem hocası büyük velî Akşemseddin hazretleri tekbir ve tehlil nidalarıyla surların içine girdiler. Aya-sofya'nın olduğu yere doğru ilerliyorlardı... Bizans kızları yeni padişahlarını karşılamak istiyorlar ve ellerine aldıkları gül demetlerini padişah zannederek en önde giden Akşemseddin hazretlerine uzatıyorlardı. Akşemseddin hazretleri anlamıştı, onların maksadını:

— Padişah ben değilim. Şu arkadaki gençtir, siz ona verin ellerinizdekini,. diyerek kır atının üzerinde bütün haşmetiyle duran Fatih'i gösteriyordu.

Ayasofya meydanına gelindiğinde büyük Fatih atından indi, secdeye kapanarak yerleri öptü. Kendisini takip etmekte olan askerlerine, kısa bir konuşma yaparak fethin ehemmiyetini anlattı ve Cuma'ya kadar Ayasofya kilisesinin cami haline getirilmesini emretti.

İstanbul Salı günü alınmıştı. Üç gün içinde cami haline tahvil edildi ve ilk Cuma'yı Hazreti Fatih kıldırdı.

Namazı kıldırmadan evvel arkasında saf bağlayan cemaata dönerek şöyle seslenmişti:

— Ey cemaat içinizde kim ikindi namazını kazaya bırakmamışsa namazı o kıldırsın.

Fakat cemaat içinden kimse çıkmaya cesaret edemedi ve Fatih Sultan Mehmed: «Anlaşılan bu görev de bize düştü» diyerek geçip Cuma namazını kıldırdı.

Namaz esnasında Fatih'in üç defa tekbir getirdiği rivayet edilmektedir. Namazdan sonra neden üç defa tekbir getirmek lüzumunu duyduğu sorulunca mübarek şu cevabı vermiştir:

— Birinci tekbirde Ka'be'yi göremedim, ikinci'de ise şüphelendim. Üçüncü tekbiri aldığımda Ka'betullah karşımda idi... Artık şüphem kalmamıştı kıblenin doğruluğuna, ondan sonra namaza devam ettim, buyurmuşlardır.