MEDİNE YOLUNDA

Mâlik bin Cu'şum el-Mudlicî'nin oğlu Surâka anlatıyor:

Kureyş kâfirlerinin etrafa gönderdikleri adamları bize geldi. Kureyşliler, Peygamber aleyhisselâm ile Hazreti Ebû Bekir'i öldüren veya sağ olarak esir edip getiren kimseye yüz deve vereceklerdi.

Ben kavmim Mudlic oğulları ile beraber otururken onlardan bir adam çıkageldi ve ayakta olarak:

— Ey Surâka! Az önce sahile doğru giden bir kaç yolcu karaltısı gördüm. Zannedersem bunlar Muhammed ve arkadaşlarıdır, dedi.

Ben, o karaltı dediği kimselerin Allah'ın Resulü ile arkadaşları olduğunu derhal anladım fakat, bunu bildirmek istemediğim için:

— Hayır, o karaltı onlar değil. O gördüğün filan ve filandır ki, az önce önümüzden geçmişlerdi, dedim. Bir süre daha mecliste kaldıktan sonra kalkarak evime gittim. Cariyeme, atımı hazırlayıp yüksek tepenin arkasında beni beklemesini söyledim. Ben de kargımı alıp evin arka tarafından çıktım. Kargımın parıltısı dikkati çekmesin diye alt tarafını yerde sürüklemiş, üst tarafını ise aşağıya doğru tutmuştum. Atımın yanına gelince, üzerine bindim. Maksadıma yaklaştırması için hayvanı dört nala kaldırdım. Nihayet Allah'ın Resulü ile arkadaşlarına yetişip yaklaştım. Fakat bu sırada atım sürçtü ve kapaklandı. Ben de üzerinden düşüverdim. Hemen kalkıp torbadan fal oklarını aldım. Onlara zarar verip vermeyeceğimi öğrenmek için fala baktım. Netice istemediğim şekilde çıkmıştı. Oklara öfkelendim ve tekrar atıma bindim. Atımı yine hızla sürdüm. Allah'ın Resulünün okuduğunu duyar oluncaya kadar yaklaştım. Peygamber aleyhisselâm arkasına dönüp bakmıyordu. Hazreti Ebû Bekir ise çok bakmıyordu. Bu arada, atımın ön ayakları, dizlerine kadar yere gömüldü. Ben de üzerinden düştüm. Sonra atı kalkmaya zorladım. Hayvan da kalkmaya gayret etti, fakat bir türlü ayaklarını yerden çıkaramadı. Ayaklarını çıkardığı zaman ise altından göğe doğru ateş dumanı gibi bir toz yükselip etrafa dağıldı, .

Yine okları çıkarıp fala baktım. Yine arzu etmediğim şekilde neticelendi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm ile esbabından aman diledim. Onlar durdular. Atıma bindim, tâ yanlarına vardım. Peygamber aleyhisselâm ve eshâbını niyetlendiğim suikasttan koruyan bu fevkalâde hadiseler karşısında o anda gönlümde kesin bir kanâat meydana geldi ki, Allah'ın Resulünün yakın bir zamanda emri zahir ve peygamberlik dâvası zafer bulacaktır.

Bu kanâat üzerine Allah'ın Resulüne:

— Kavmin Kureyş, seni öldürmek veya esir almak için, bana mükâfat vaad etti, dedim.

Kureyş'lilerin kendisine ve arkadaşlarına ne yapmak istediklerini anlattım. Kendilerine yol azığı ve levazımı teklifinde bulunduysam da benden bir şey almadılar.

Ancak Peygamber aleyhisselâm ile Hazreti Ebû Bekir, bana:

— Ey Surâka! Bizim yolculuğumuzu gizle, dediler.

Bunun üzerine ben, Allah'ın Resulünden, bana bir emannâme yazmasını istedim. Peygamber aleyhisselâm da Âmir bin Füheyre'ye emir verdi. Âmir bir deri parçasına bunu yazdı. Sonra Allah'ın Resulü ve arkadaşları yollarına devam ettiler.

Bundan sonrasını Ibni Şihab anlatıyor:

Peygamber aleyhisselâm, Şam'dan dönen Müslüman Tüccarlardan bir kafile arasında Hazreti Zübeyr'e rastladı. Zübeyr bin Avvam radıyallahu anh, Resûlüllah aleyhisselâm ile Hazreti Ebû Bekir'e beyaz elbiseler giydirdi. Medine'deki müslümanlar Allah'ın Resulünün Mekke'den yola çıktığını haber almışlardı. Her gün kuşluk vakti «Harre» mevkiine çıkarak öğle sıcağı basıncaya kadar Peygamber aleyhisselâmın gelmesini beklerlerdi.

Yine böyle bir gün, uzun zaman bekleyip dönmüşlerdi. Evlerine girerken bir yahudi, kendisine ait bir iş için, yahudi kulelerinden birinin üzerine çıkıp bakarken Allah'ın Resulü ile arkadaşlarını, beyazlar giymiş oldukları halde serap görünüşlerini ortadan kaldırarak geldiklerini gördü ve kendisine hakim olamayarak yüksek bir sesle:

— Ey Arap topluluğu! Beklediğiniz, ümid ve saadet kaynağınız geldi! diye haykırdı.

Bunu duyan müslümanların hepsi silahlan ile evlerinden sıçrayarak Peygamber aleyhisselâmı karşılamaya koşuştular. Harre denilen kara taşlık yolunda Allah'ın Resulüne kavuştular. Peygamber aleyhîsselâm karşılayanlarla beraber Medine'nin sağ tarafına yöneldi. Nihayet arkadaşları ile beraber Amr bin Afv oğullarının yurduna indi.

Bu, Rebîııl Evvel ayının Pazartesi günü olmuştu. Hoş geldin demeye gelenleri Hazreti Ebû Bekir karşılıyordu. Peygamber aleyhisselâm sükût edip bir tarafa oturmuştu. Ensar'dan Peygamber aleyhisselâmı görmemiş olanlar, kendisini tanımadıkları için, önce Hazreti Ebû Bekir'i selâmlıyorlardı. Tâ ki Resûlüllah aleyhisselâma güneş vurup da Ebû Bekir radıyallahu anh ridası ile kendisine gölgelik yapınca, işin farkına vardılar. O zaman herkes Allah'ın Resulünü tanımış oldu. Peygamber aleyhisselâm Amr bin Avf oğullarında on geceden fazla kaldı. Bu zaman içerisinde takva üzerine yapılan mescid inşa edildi ve Allah'ın Resulü bu mescidde namaz kıldı.

Sonra Peygamber aleyhisselâm devesine bindi ve kendisini karşılamaya gelmiş olan Ensar ile Muhacirlerden kalabalık bir topluluk ile beraber Medine'ye doğru yürüdü. Resûlüllah aleyhisselâm Medine'deki mescidinin bulunduğu yere gelince, devesi burada çöktü. Burayı müslümanlar o günde namazgah kabul etmişlerdi. Bu yer daha önce Saad bin Zürare'nin himaye ve terbiyesinde bulunan Süheyl ve Sehl isminde iki yetim çocuğa ait hurma kurutulan harman yeri idi.

Peygamber aleyhisselâmın devesi burada çökünce, Resûlüllah aleyhisselâm:

— Burası, inşaallah, bizim yerimiz ve makamımızdır, buyurdular. Sonra Allah'ın Resulü bu iki genci çağırıp bu yeri mescid yapmak üzere onlardan satın almak istedi, iki genç:

— Hayır, ey Allah'ın Resulü, biz burasını ancak bağışlarız, dediler. Fakat Peygamber aleyhisselâm bağış olarak almak istemedi.

Nihayet muayyen bir bedel karşılığında satın aldı. Sonra bu yerde Mescid-i Nebevî'yi bina etmeye başladı. Halk ile beraber kerpiç taşıdı.

Taşırken de şu beyitleri okuyordu:

— Ey Rabbimiz! Taşıdığım şu kerpiç yükü Hayber'in hurma ve üzümden ibaret olan yükünden daha hayırlı ve daha temizdir. Şüphe yok ki, ecir ve sevab, ancak âhiret ecir ve sevabıdır. Ey Rabbim, sen Ensar ve Muhacirine rahmet buyur!

Allah'ın Resulünün buradaki beyitlerinden başka, tam olarak bir şiir irşad ettiğini diğer hadislerde görmedik.

(Buharî)