Eski zamanlarda ay yüzlü sevgilisi olan bir âşık vardı.
Yıllardır gönlüne ondan başkasını almamıştı. Kavuşmak için,
sabır ve hasretle bekledi. Nihayet sonunda sevgilisinden bir
haber geldi.
''Bu gece gel. Filan odada gece yarısına kadar bekle. Senin
için yaptığım güzel yemek ve tatlılarla geleceğim'' dedi.
Bunu duyan âşık, kurbanlar kesti. Ziyafetler verdi. Gece
olunca da kararlaştırdıkları odaya gidip beklemeye başladı.
Gece yarısını geçince, sevgilisi söz verdiği gibi çıkıp geldi.
Fakat âşık uykusuna yenik düşmüştü.
Sevgili, âşığının elbisesinden bir parça kesti. ''Henüz sen
daha çocuksun, şunları al da oyna'' dercesine cebine birkaç
tane ceviz koydu.
Âşık seher vakti sıçrayarak uyandı. Elbisesinin kesildiğini,
cebine ceviz koyulduğunu gördü.
Kendi kendine,
''Sevgilim gerçekten çok vefalıymış. Ben ne yaptımsa, kendime
yaptım'' dedi.
***
Eski devirlerde Hak âşıkları, bir bekçi gibi sabaha kadar
uyumayıp, geceyi ibadetle geçirirlermiş. Âşığa uykunun haram
olduğunu kabul ederlermiş.
Mevlânâ da bu mânada şöyle buyurdu:
''Ey âşık! Sıçra, ıstıraptan kurtul. Hem susuzluk, hem su
sesi, hem de uyku. Olur mu bu?'