Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

SA’D BİN MUÂZ

Ebû Amr, Mübarek Olsun..!


Otuz bir yaşındayken müslüman oldu…

Otuz yedi yaşında da şehid olarak öldü...

Sa’d b. Muâz (r.a.) şehid ve müslüman oluşu arasında Resûlullah (s.a.v.)’in hizmetinde muhteşem günler yaşadı.

Bakınız..! Şu kocaman cüsseli, aydınlık yüzlü, uzun boylu, yüce, yakışıklı adamı görüyor musunuz..? İşte bu, odur... Es’ad b. Zürâre’nin evine… İslâm ve tevhidi müjdelemesi için Muhammed (s.a.v.)’in Mekke’den Medine’ye göndermiş olduğu Mus’ab b. Ümeyr’i görmek için koşarak ve sıçrayarak gidiyor... Evet... O bu yabancıyı diniyle birlikte Medine’nin sınırları dışına atmak ve Medine’yi kendi diniyle başbaşa bırakmak için oraya gidiyordu.

Mus’ab’ın, teyzesinin oğlu Es'ad b. Zürâre’nin evindeki meclisine daha yaklaşmadan yüreği esip gelen tatlı bir esintiyle ferahladı. Bir yandan Mus’ab’ın sözlerine kulak vermiş olarak oturanların yanında yerini alır almaz, Allah’ın hidâyeti ruhunu ve nefsini aydınlattı.

İşte kaderin büyüleyici ve baş döndürücü rastlantılarından birinde ensârın lideri mızrağını uzaklara atıp, biat için Resûlullah (s.a.v.)’e sağ elini uzattı… Ve Sa’d b. Muâz’ın müslüman oluşuyla Medine’de, âlemlerin Rabbi Allah’a Muhammed (s.a.v.)’le birlikte teslim olan birçok kalbin, yörüngesinde döneceği yeni bir güneş doğar!

Sa’d (r.a.) müslüman oldu... Ve İslâm’ının gereklerini kahramanca ve yücelik içinde taşıdı. Resûlullah (s.a.v.) ashabıyla Medine’ye hicret ettiğinde Benî Abd-i Eşhel’in (Sa’d’ın kabilesi) evlerinin kapıları ardına açıktı. Malları hesapsız, eziyetsiz ve minnetsiz olarak onların tasarrufuna bırakılmıştı.

Ve Bedir savaşı gelip çatar... Resûlullah (s.a.v.) görüşlerini almak için muhacir ve ensârdan olan ashabını toplar.. Ve yüzünü ensâr tarafına çevirerek şöyle der: “Ey insanlar! Bana görüşünüzü söyleyin...” Sa’d b. Muâz kalkarak bir bayrak gibi dikilir ve şöyle der:
“Ey Allah’ın elçisi...! Biz sana iman ettik, seni tasdik ettik, bize getirdiğinin hak olduğuna şehâdet ettik ve sana söz verdik. Ya Resûlallah, dilediğin yere git, biz seninleyiz...

Seni hak üzere gönderene yemin olsun ki, bizi denize doğru sürüp, yürüsen bile seninle ona gireriz. İçimizden hiçbirimiz bundan geri kalmaz. Yarın bizi düşmanımızla karşı karşıya getirsen bile bundan hoşnutsuzluk duymayız. Biz savaşta sabırlı ve ulaşmada kararlıyız... Umarım Allah bizimle senin yüzünü güldürür. Allah’ın bereketiyle bizimle yürü...”

Sa’d’ın sözleri müjdeydi, Hz. Peygamber’in yüzü, sevinç ve memnuniyetle parıldadı. Müslümanlara şöyle dedi: “Yürüyün ve sevinin..! Allah bana bu savaşta iki şeyden birini söz verdi… Onlardan her birinin vurulup yere düştükleri yerleri görür gibiyim...”

Uhud savaşında, Kureyş ordusunun beklenmedik saldırısı karşısında gözler kendini Sa’d b. Muâz’dan alamıyordu… Hz. Peygamber’in yanında âdeta kendini yere çakmışcasına sabit bir hâlde Allah Resûlü’nü savunuyor ve kendine yakışır bir kahramanlık sergiliyordu…!!

S’ad’ın yiğitliğinin ve kahramanlığının yüce ve çarpıcı bir şekilde tecelli etmesi için Hendek gazası olur. Hendek gazası, düşmanlıklarında ne adalet ne de güvenilirlik tanımayan düşmanlar tarafından müslümanların acımasızca kovalandıkları hain ve çirkin hilelerin açık bir örneğiydi.

Resûlullah (s.a.v.) ve arkadaşları Medine’de güven içinde Rablerine ibadet ederek ve ona itaat etmeyi birbirlerine tavsiye ederek yaşadıkları ve Kureyş’in saldırı ve savaşlarından vazgeçmelerini ümit ettikleri bir dönemde… Yahudilerin ileri gelenlerinden bir grup, Mekkelileri Resûlullah’a karşı kışkırtmak üzere gizlice Mekke’ye gittiler.

Aynı zamanda Kureyşlilerin müslümanlarla savaşa çıkmaları hâlinde onların yanında yer alacaklarına dair birçok vaadlerde bulundular. Müşriklerle anlaşıp, birlikte saldırı ve savaş planı yaptılar. Medine’ye dönerken yolları üzerinde bulunan Arap kabilelerinin en büyüklerinden birini de ayarttılar. Bu, Gatafan kabilesiydi. Liderleriyle, Kureyş ordusuna katılmak üzere anlaştılar.

Plan yapıldı ve roller paylaştırıldı. Kureyş ve Gatafan Medine’ye korkunç ve büyük bir orduyla saldıracaklardı. Yahudiler ise, saldırı başladığı sırada Medine çevresinde ve içinde yıkıcı olmaya çalışacaklardı. Peygamber (s.a.v.) hain komployu öğrenince gerekli hazırlıkları yapmaya başladı.

Saldırganların saldırısını engellemek için Medine çevresinde bir hendek kazılmasını emretti. Resûlullah (s.a.v.), Sa’d b. Muâz ve Sa’d b. Ubâde’yi, beklenen savaşa dair tutumlarını öğrenmek için Benî Kurayza yahudilerinin reisi Ka’b b. Esed’e gönderdi. O zaman Resûlullah ve Benî Kurayza yahudileri arasında anlaşma vardı. Resûlullah (s.a.v.)’in elçileri Benî Kurayza’nın lideriyle karşılaştıklarında onlar beklenmedik bir şekilde şöyle diyorlardı: “Muhammed’le aramızda ne bir sözleşme, ne de bir anlaşma vardır!”

Medine ahalisinin bu yıkıcı saldırı ve yıpratıcı muharasaya maruz kalması Resûlullah (s.a.v.)’in çok ağrına gitti. Kureyş ile Gatafan’ı birbirinden ayırıp, düşman askerini eksilterek sayısını yarıya ve böylelikle düşman kuvvetini yarıya indirmeyi düşündü. Bu nedenle savaştan el çekmeleri için Gatafan liderleriyle görüşmeye başladılar. Bunun karşılığında Medine meyvelerinin üçte biri teklif edildi.

Gatafan liderleri bunu kabul ettiler. Bóylece bu anlaşmanın mühürlü bir belgeyle tescil edilmesinden başka bir şey kalmamıştı. Yapılan girişimin bu aşamasında Resûlullah (s.a.v.) durakladı. Bu konuda tek başına karar vermenin hakkı olmadığına inanıyordu. Durumu görüşmek için sahâbîlerini çağırdı. Resûlullah (s.a.v.) özellikle Sa’d b. Muâz ve Sa’d b. Ubâde’nin görüşlerine önem verirdi. Onlar Medine’nin ileri gelenleriydiler ve durumu tartışmak ve bir karar almakta daha öncelikliydiler.

Resûlullah (s.a.v.) kendisiyle Gatafan liderleri arasında geçen görüşmeleri onlara anlattı. Böyle bir çabaya başvurmasının nedeninin de bu korkunç muhasara ve tehlikeli hücumu Medine ve ahalisinden uzak tutmak istemesinden kaynaklandığını onlara belirtti. O sırada iki Sa’d Resûlullah (s.a.v.)’e şu soruyu sordular: “Ey Allah’ın elçisi...! Bu senin görüşün mü, yoksa Allah’ın sana buyurduğu bir vahiy midir?” Resûlullah onlara şöyle cevap verdi: “Benim sizin için tercih ettiğim bir durumdur...

Allah’a yemin ederim ki, Arapların birlik olup her yandan köpekler gibi üzerinize saldırmaya hazıralandıkları için yapıyorum... Üzerinizde olan baskılarını bir müddet kırmak istedim...” Sa’d b. Muâz, bir erkek ve mü’min olarak bir imtihanla hem çok çetin bir imtihanla yüz yüze olduğunu hissetti... O zaman şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resûlü...! Biz ve bunlar şirk üzere ve putlara tapıyorduk.

Allah’a tapmıyor ve tanımıyorduk. Onlar bizim şehrimizden ikram ya da satış dışında bir hurma bile yemeye tamah etmiyorlardı. Allah bize İslâm’ı armağan etti, bizi ona hidâyet eyledi ve bizi seninle ve onunla aziz kıldı. Şimdi mi mallarımızı onlara vereceğiz? Allah’a yemin olsun ki, buna ihtiyacımız yok…! Vallahi kılıçlarımızla karşı koymak dışında onlara hiçbir şey vermeyeceğiz...

Ta ki Allah bizimle onlar arasında hükmünü tecelli ettirsin..” Resûlullah (s.a.v.) kendi düşüncesinden vazgeçip, Gatafan liderlerine, ashabının anlaşma tasarısını reddettiklerini ve kendisinin de görüşlerini doğru bulup kabul ettiğini bildirdi.

Bir müddet sonra Medine korkunç bir kuşatmaya tanık oldu… Gerçek olan şu ki, bu, kendisine zorunlu olarak kabul ettirilmiş bir kuşatmadan çok Medine’nin kendisi için yapmış olduğu bir seçimdi. Bunun nedeni ise, korunmak için etrafına kazılan hendek idi. Ve müslümanlar savaş giysilerini kuşandılar… Sa’d b. Muâz kılıcını ve mızrağını aldı ve şöyle diyerek çıktı:
Biraz bekle, hepimiz yaşayacağız şiddeti… Ne güzeldir ölüm, gelince onun vakti..! Saldırıların birinde müşriklerden birinin attığı bir ok koluna isabet etti.

Kan damarlarından fışkırmıştı ve hemen kanının durdurulması için geçici önlemler alındı. Resûlullah (s.a.v.) hemen mescide taşınmasını ve tedavisi sırasında ona yakın olabilmek için orada bir çadır kurulmasını emretti. Müslümanlar da büyük kahramanlarını Resûlullah (s.a.v.)’in mescidindeki yerine taşıdılar. Sa’d bakışlarını gökyüzüne çevirerek öyle dedi: “Allah’ım! Kureyş savaşından geriye bir şeyler bıraktınsa, beni de onun için bırak.

Çünkü senin Resûlü’ne eziyet edip, yalanlayıp, onu kovan bir kavimle savaşmayı sevdiğim kadar hiçbir kavimle savaşmayı sevmem... Fakat eğer onlarla aramızdaki savaşı sona erdirdiysen, bugün bana olanları şehâdete götürücü bir yol kıl... Ve Benî Kurayza’dan emin oluncaya kadar beni öldürme..!”

Allah seninle olsun ey Sa’d b. Muâz..! Senden başka kim böyle bir durumda böyle bir sözü söyleyebilir? Allah onun duasını kabul etti. Bu yarası onu şehâdete götüren yol oldu. Yarasının etkisiyle bir ay sonra Rabbine kavuştu. Fakat içi, Benî Kurayza’dan huzur bulamadan ölmedi. Kureyş Medine’yi yerle bir etmekten ümitsiz kalıp askerlerinin safları arasında korku yayılınca topluca silâhlarını ve eşyalarını alarak yıkık bir şekilde Mekke’ye döndüler.

Bunun ardından Resûlullah (s.a.v.) Benî Kurayza yahudilerini her istediklerinde Medine’ye ihanetlerini ortaya koyacakları bir şekilde bırakmanın doğru olmadığı bir durum hâline geldiğini gördü. İşte o zaman ashabına Benî Kurayza üzerine yürümelerini emretti. Onları on beş gün kuşattılar. Onlar da müslümanlardan kurtulamayacaklarını anlayınca teslim olup Resûlullah (s.a.v.)’den kabul gören bir ricada bulundular. O da şöyleydi: Sa’d b. Muâz onlar hakkında karar verecekti... Sa’d onların cahiliyyedeki dostlarıydı...

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) ashabından bazılarını, bakımının yapıldığı çadırından getirmek üzere Sa’d b. Muâz’a gönderdi. Sa’d bir hayvan üzerinde taşınarak geldi. Hastalığı da oldukça ileri safhadaydı. Resûlullah (s.a.v.) ona şöyle dedi: “Ey Sa’d! Benî Kurayza hakkında karar ver...” Sa’d ihanet girişimlerini tekrar anımsamaya başladı.

Bunların sonuncusu ise, Medine’nin, insanlarıyla birlikte neredeyse yok olmak üzere olduğu Hendek savaşıydı... Sa’d şöyle dedi: “Savaşçılarının öldürülmesi, çocuklarının sürgün edilmesi ve mallarının paylaşılması görüşündeyim.” Böylelikle Sa’d, Benî Kurayza’dan yana içi huzura ermeyinceye kadar ölmedi…

Bir gün Resûlullah ziyaretine gitti. Onu son anlarını yaşıyor buldu. Resûlullah (s.a.v.) başını kendi kucağına koydu ve Allah’a yönelerek şöyle dedi:
“Allahım! Sa’d senin yolunda cihad etti, senin Resûlü’nü tasdik etti ve ona olan oldu. Onun ruhunu bir ruhu kabul ettiğin en güzel şekilde kabul et...” Peygamber (s.a.v.) sözleri veda etmekte olan ruhun üzerine serinlik ve selâmet yağdırdı. Büyük bir çaba sarf ederek gözlerini açtı.

Hayatta en son gördüğü şeyin, Resûlullah’ın yüzü olmasını istiyordu. Şöyle dedi: “Sana selâm olsun ey Allah’ın elçisi...! Ben senin Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet ederim.” O an Resûlullah Sa’d’ın yüzünü süzdü ve şöyle dedi: “Ebû Amr mübarek olsun...!”

Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) şöyle dedi:

“Sa’d’ın kabrini kazanlardan biriydim... Toprağın her tabakasını kazdığımızda, lahdi bitirinceye kadar misk kokusu kokladık.”

Müslümanların Sa’d’a olan saygısı büyüktü... Fakat Resûlullah (s.a.v.)’in şu sözü söylediğini işittiklerinde ona olan saygı ve sevgileri daha da arttı... “Sa’d b. Muâz’ın ölümüyle Rahman’ın arşı sarsıldı.”