Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

ZEYD b. SÂBİT

Kur’ân’ın Toplayıcısı


Kur’ân’ı sağ eline alıp, ona bakıp âyet âyet, sûre sûre gül bahçelerinde dalıp gittiğin zaman…

Bu büyük eserden dolayı kendilerine teşekkür borçlu olduklarından biri de Zeyd b. Sâbit adındaki büyük adamdır. Kur’ân’ı bir kitapta toplama hareketi anlatıldığında bu büyük sahabînin adı mutlaka geçer. Kur’ân’ın ezberlenmesi, tertibi ve toplanmasının faziletine sahip olan mübareklerin anısına şükran çiçekleri sunulduğunda Zeyd b. Sâbit’in bu çiçeklerdeki payı oldukça büyüktür.

O ensârdandır… Resûlullah (s.a.v.) hicret ettiği zaman o on bir yaşındaydı. Küçük çocuk, ailesinden müslüman olanlarla birlikte müslüman oldu ve Resûlullah (s.a.v.) tarafından yapılan bir davetle tebrik edildi. Babası kendileriyle birlikte onu da Bedir savaşına götürdü. Fakat yaşının ve bedeninin küçüklüğü dolayısıyla Hz. Peygamber onu geri çevirdi.

Uhud savaşında ise kendi yaşıtlarından bir grupla Resûlullah’ın yanına gittiler ve mücahidlerin saflarında, neresi olursa olsun herhangi bir yere kabul edilmek için ona yalvardılar. Aileleri ise onlardan daha çok yalvarıyor ve istiyordu. Resulullah küçük süvarileri memnun bakışlarla süzüp, bu savaşta da onları asker yapamayacağına dair özür beyan etmek isterken...

Onlardan biri olan Râfi b. Hudeyc, sağ eliyle ustaca savurduğu bir kargı ile Resûlullah’ın önüne çıktı ve ona: “Gördüğün gibi ben bir atıcıyım, iyi atış yaparım, bana izin ver.” dedi. Resûlullah rıza dolu bir gülümsemeyle bu güzel ve yeni yeşeren kahramanı selâmlayıp, ona izin verdi. Yaşıtlarının damarları kabardı. İkinci olarak Semure b. Cündüb öne çıktı. Güçlü kollarını saygıyla hareket ettirirken, akrabalarından bazıları Resûlullah’a şöyle diyorlardı: “Semure güreşte Râfi’yi yener…” Resûlullah onu da sevgi dolu bir gülümseyişle selâmladı ve izin verdi. Bedenlerinin kuvvet gelişimi bir yana, o zaman Râfi ve Semure on beş yaşlarındaydılar.

Yaşıtlarından altı genç geri kaldı. Zeyd b. Sâbit ve Abdullah b. Ömer de onlardandı. Onlar da kimi zaman yalvarıp rica ederek, kimi zaman ağlayarak, kimi zaman da adalelerini göstererek, kendilerini savaşa kabul ettirmek için çaba sarfetmeye başladılar. Fakat yaşları genç ve vücutları taze olduğu için Resûlullah bir dahaki savaş için onlara söz verdi.

Böylece Zeyd, kardeşleriyle birlikte hicretin beşinci senesindeki Hendek savaşından itibaren Allah yolunda savaşmaya başladı. Mü’min İslâmî kişiliği, çarpıcı ve hızlı bir şekilde gelişiyordu. O sadece bir mücahid olarak yetişmiyordu. Aynı zamanda birçok meziyeti olan kültürlü biriydi. O Kur’ân’ı ezbere takip ediyor, Allah Resûlü için vahiy yazıyor ve ilim ve hikmette ilerliyordu. Resûlullah, davasını tüm dış dünyaya duyurmaya, yeryüzünün kayser ve krallarına mektuplarını göndermeye başladığında, Zeyd’e onların dillerini öğrenmeyi emretti.

O da bunları kısa bir zamanda öğrendi. Böylece Zeyd b. Sâbit’in kişiliği gelişti. Yeni toplumda kendisine yüksek bir mevki edinerek, müslümanların saygı ve hürmet gösterdiği biri oldu. eş-Şa’bî şöyle der: “Zeyd b. Sâbit, bineğine binmek istedi; İbn Abbas özengisini tuttu. Zeyd ona: “Ey Resûlullah’ın amca oğlu bırak...” dedi. İbn Abbas ona şöyle cevap verdi: “Hayır, biz âlimlerimize böyle yaparız.” Kabîsa şöyle der: “Zeyd miras işleri, kıraat, fetva ve kadılık işlerinde Medine’de lider idi.” Sâbit b. Ubeyd ise şöyle der: “Zeyd kadar evinde şakacı, meclisinde ağır başlı bir adam görmedim.”

İbn Abbas şöyle der: “Muhammed’in ileri gelen ashabı, Zeyd b. Sâbit’in derin bir ilim sahibi olduğunu anlamışlardı.” Arkadaşlarının söylediği bütün bu özellikler, tüm İslâm tarihindeki görevlerin en şanlılarından olan bir görevle şereflenmeyi kaderin kendisine sakladığı adamı daha fazla tanımamıza yardımcı olmaktır. Bu görev ise, Kur’ân’ı toplamaktır.

Vahyin, şu muhteşem âyetlerle, dava ve Kur’ân kervanına seslenerek uyarıcılardan olsun diye Resûlullah’ın kalbine sirayet etmeye başladığı zamandan beri vahiy Resûlullah (s.a.v.) ile birlikteydi: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” (Alak, 1-5) Vahiy bu başlangıçtan itibaren sürekli Resûlullah (s.a.v.) ile birlikteydi. Hidâyetini ve nurunu isteyerek Allah’a yüzünü her yönelttiğinde onun yardımına yetişirdi.

Hz. Peygamber’in bir savaştan diğerine koştuğu, bir savaşı bitirip de düşmanlarıyla bir başkasında karşılaştığı, büyük bir çaba ile yeni bir dünya kurduğu… bütün risalet yılları boyunca vahiy inmeye devam etti. Resûlullah da okuyup tebliğ ediyordu. Orada ilk günden itibaren Kur’ân’a istekle sarılan mübarek bir topluluk vardı. Bunların bazıları Kur’ân’ı güçlerinin yettiği kadar ezberlemeye, iyi yazmayı bilen bazıları da âyetleri yazılı olarak muhafaza etmeye bşladılar. Yaklaşık olarak yirmi bir sene zarfında, vahiy hadiselere uygun olarak âyet âyet ya da âyetler topluluğu hâlinde indi. Bu hafız ve yazıcılar Allah’ın büyük yardımıyla işlerini devam ettirdiler. Kur’ân bir defada inmedi.

Çünkü telif edilen ve insan tarafından yazılmış bir kitap değildi. O, her gün taş üstüne taş konularak kurulan “yeni ümmet”in rehberidir. Akidesi, yüreği, fikri ve iradesi ilâhî iradeye göre günden güne gelişen, olgunlaşan bir ümmetin… Bu nedenle; beşerî tecrübenin gelişim çizgisini, yenilenen ortamlarını ve karşılaştığı problemleri takip edebilmek için Kur’ân’ın parçalar ve bölümler hâlinde gelmesi gerekliydi. Daha önce de söylediğimiz gibi Kur’ân’ı ezberleyip yazmak için hafız ve yazıcılar çoğalmıştı. Bunların başında ise -Allah hepsinden razı olun- Ali b. Ebû Tâlib, Übey b. Ka’b, Abdullah b. Mes’ûd, Abdullah b. Abbas ve şimdi ondan bahsetmekte olduğumuz saygın kişilik sahibi Zeyd b. Sâbit geliyor.

Kur’ân’ın inişi tamamlandığında ve inişinin son zamanlarında Resûlullah âyetlerini ve sûrelerini tertib ederek müslümanlara okuyordu. Resûlullah (s.a.v.)’in vefatından hemen sonra müslümanlar riddet (dinden dönme) savaşlarıyla karşı karşıya kaldılar. Hâlid b. Velîd ve Zeyd b. Hattâb’tan söz ederken anlattığımız Yemame savaşında Kur’ân hafız ve okuyucularından şehid olanların sayısı çok idi. Riddet ateşi söner sönmez Hz. Ömer geriye kalan hafız ve kurraların şehid olup ölmelerinden önce Kur’ân’ın hemen toplanmasını istemek için Halife Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.)’a koştu. Halife Rabbinden istihare yaptı (bunu yapmanın doğru olup olmadığını gönlüne açmasını diledi).

Arkadaşlarıyla görüşmeler yaptı. Sonra Zeyd b. Sâbit’i çağırarak ona: “Bu konuda en çok güvendiğimiz akıllı gençsin.” dedi. Ve ona bu konuda bilgisi olanlarla yardımlaşarak Kur’ân-ı Kerîm’i toplamasını emretti. Zeyd bir din olarak İslâm’ın geleceğinin bağlı olduğu bu işi üstlendi. Görevlerin en zor ve en büyük olanını başarmak için büyük bir çaba harcadı.

Âyet ve sûreleri, hafızların hafızalarından ve yazılı oldukları yerlerden toplamaya, onları birbirleriyle karşılaştırıp incelemeye başladı. Bu işi, Kur’ân’ı düzenli ve tertipli bir şekilde toplayıncaya kadar sürdürdü. Risalet yıllarında Hz. Peygamber (s.a.v.)’den Kur’ân’ı dinleyerek yaşayan bütün sahâbîler onun yaptığı işin kusursuzluğunu kabullendiler. Kuşkusuz aralarında âlim, hafız ve kâtipler de vardı.

Zeyd görevin yüceliğini ve kudsiyetinin oluşturduğu büyük zorluğu anlatırken şöyle diyordu: “Allah’a yemin ederim ki, beni bir dağı yerinden taşımakla yükümlü kılsaydılar, bu bana, emretmiş oldukları Kur’ân’ı toplama işinden daha kolay gelirdi.” Evet... Zeyd’in omuzunda bir dağ ya da dağlar taşıması, bir sûrenin tamamlanmasında veya bir âyetin naklinde yapacağı en küçük bir hatadan daha tercihe şâyân idi.

Ne kadar küçük ve kasıtsız olursa olsun böyle bir hatayı yapmaktansa, gönlü her tür zorluğa katlanmaya razıydı. Fakat Allah’ın yardımı ve “Zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik ve onu biz koruyacağız.” (Hicr, 9) vaadi onunla birlikteydi. Zeyd görevini başardı, sorumluluk ve yükümlülüğünü en iyi şekilde yerine getirdi.

 Bu Kur’ân’ın toplanmasının ilk aşamasıydı. Bu çalışmada Kur’ân, birden fazla kitapta yazılı olarak toplandı. Bu kitaplar arasında farklılıklar ve ayrıcalıklar var olmasına rağmen bunlar sadece şekilde idi. Tecrübe, Resûlullah’ın ashabına, bütün bunların bir tek mushaf (kitap)ta toplamanın gerekli olduğunu gösterdi.

Hz. Osman (r.a.)’ın hilafeti sırasında Medine’den uzaklarda İslâmî fetih ve ilerleyişler devam ediyordu. O günlerde, her gün ard arda gruplar hâlinde İslâm’a girenler olurken, sahâbîlerin arasında Kur’ân’a yönelik ihtilaflar başlayınca, mushafların çeşitli olmasının ileride neden olabileceği tehlike açık bir şekilde fark edildi.

O zaman başlarında Huzeyfe b. Yemân olan bir grup sahâbî, Halife Osman’ın yanına gelerek mushafların birleştirilmesini (teke indirgenmesini) zorunlu kılan durumu açıkladılar. Bunun üzerine Halife, Rabbinden istihare yapıp, arkadaşlarıyla görüştü. Daha önce Ebû Bekir es-Sıddîk’ın Zeyd b. Sâbit’ten yardım istemesi gibi Osman da ondan yardım istedi.

Zeyd arkadaşlarını ve yardımcılarını toplayıp mushafları Hafsa bint Ömer (r.a.)’ın evinden getirtti. Çünkü mushaflar onun yanında muhafaza ediliyordu. Ardından Zeyd ve arkadaşları, büyük ve yüce görevlerine başladılar. Zeyd’e yardım edenlerin hepsi hafız ve vahiy katiplerinden idiler. Bununla birlikte pek ihtilafa düşmemekle birlikte, ihtilaf etmeleri hâlinde de Zeyd’in görüş ve sözünü kesin kanıt olarak kabul ediyorlardı.

Biz, şimdi Kur’ân’ı kolaylıkla okuyor ve güzel bir şekilde dinliyoruz. Onu toplamak için Allah’ın yaratmış olduğu kişilerin karşılaştığı o büyük zorluklar aklımıza hiç gelmez…!! Yeryüzünün karanlıklarını onun nuruyla yok edip, bir yüce dini kökleştirmek için Allah yolunda savaşırken verdikleri nice canları ve yaşadıkları zorlukları hiç mi hiç düşünmeyiz.