Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

ZEYD b. HATTÂB

Yemame Gününde Savaş Kartalı


Peygamber (s.a.v.), bir gün etrafında müslümanlardan bir cemaatle oturuyordu. Sohbet devam ederken bir ara başını önüne eğdi. Sonra etrafındakilere şöyle dedi:

“İçinizde azı dişi cehennemde Uhud dağından daha büyük bir adam var...”

Resûlullah (s.a.v.)’la o mecliste bulunanları, dinde fitneye düşme korkusu daima huzursuz etmiş, endişelendirmiştir... Onlardan her biri, kötü sonun ve kötüye dönüşün kendisini beklediği korkusu ve tedirginliği içindeydi... Fakat o gün kendilerine bu sözün söylendiği bütün kişilerin sonu hayırlı bitti ve hayatlarını Allah yolunda şehit olarak tamamladılar.

Onlardan hayatta sadece Ebû Hüreyre ve Reccal b. Unfuve kaldı... Ebû Hüreyre’nin, söylenilenin başına geleceğinden duyduğu korkuyla içi hep sarsılmıştır. Kader kötü talihin sahibi üzerinden örtüleri kaldırıncaya dek ne huzur bulabilmiş, ne de gözünü kırpabilmiştir. Reccal İslâm’dan çıktı ve yalancı peygamber Müseylime’ye katılıp, ona iman etti.

İşte o zaman Resûlullah (s.a.v.)’in kötüye dönüşünü ve kötü geleceğini haber verdiği kişi ortaya çıkmış oldu. Bir gün, Reccal b. Unfuve denen bu adam, biat etmiş ve müslüman olmuş olarak Resûlullah (s.a.v.)’e geldi ve İslâm’ı bizzat ondan öğrenir öğrenmez kavmine döndü. Resûlullah (s.a.v.) vefat edip, Ebû Bekir halife seçilinceye kadar bir daha Medine’ye dönmedi.

Dönüşünde Ebû Bekir’e Yemame ahalisinin haberlerini, Müseylime’nin etrafında toplanmalarını anlattı ve onların İslâm’da kalmalarını sağlayacak olan Halife Elçisi olmayı teklif etti. Halifede ona izin verdi. Ve Reccal, Yemame ahalisine gitti. Dehşet verici çokluklarını görünce üstün olanların onlar olduğunu sandı.

Hain nefsi ona gelecekte kurulacağını düşündüğü Kezzab’ın devletinde bir yer edinmesini söyledi. İslâm’ı terk etti ve kendisine birçok vaatte bulunan Müseylime’nin safına katıldı. Reccal’in İslâm’a olan tehlikesi, Müseylime’ninkinden daha büyüktü. Çünkü o geçmişteki Müslümanlığını, Resûlullah (s.a.v.) zamanında Medine’de yaşadığı dönemi, Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetini ezbere biliyor olmasını ve müslümanların halifesi Ebû Bekir’e olan elçiliğini bir fırsat olarak kullandı.

Bütün bunları Müseylime’nin yalancı peygamberliğini pekiştirmek ve hakimiyetini desteklemek uğruna sinsice kullandı. İnsanlar arasında dolaşarak, onlara Resûlullah (s.a.v.)’in “Müseylime b. Hubeyb ile peygamberlikte ortak kılındım.”dediğini işittiğini söylüyordu.

Ve madem ki Resûlullah (s.a.v.) öldü; öyleyse ondan sonra peygamberlik ve vahiy bayrağını taşımakta insanların en haklısı Müseylime’dir!.. İşte bu Reccal denilen adamın yalanları Resûl (s.a.v.) ve İslâm’la olan geçmişteki beraberliğini sinsice kullanması nedeniyle Müseylime’nin etrafında toplananlarının sayısı aşırı bir şekilde arttı. Reccal’in haberleri Medine’ye ulaşıyor ve müslümanlar, insanları derin bir sapıklığa iten ve yapmak zorunda kalacakları savaş alanını genişleten bu tehlikeli mürtedten dolayı kızgınlıktan yanıp tutuşuyorlardı.

 Müslümanların en kızgını ve Reccal ile karşılaşmak için en çok yanıp tutuşanı olan Zeyd b. Hattâb, sevgili isminin altında tarih ve siyer kitaplarında anısı parıldayan yüce bir sahâbîydi!!.. Zeyd b. Hattâb… Şüphesiz onu tanımış olmalısınız...

Ömer b. Hattâb’ın kardeşi… Evet... Ömer’in büyük kardeşi... Ve hep ondan önde olan... Dünyaya Ömer’den önce geldi, ondan yaşça büyüktü. İslâm’da ondan önceydi... Allah yolunda şehâdette de ondan önceydi...

Zeyd üstün bir kahramandı... Sessizce iş yapardı. Kahramanlığının özü olan suskunluğuna özen gösterirdi. Allah’a, Resûlü’ne ve dinine olan imanı sağlamdı. Hiçbir yerde ve hiçbir savaşta Resûlullah (s.a.v.)’den ayrı kalmadı. Her savaş alanında şehâdeti aradığı kadar hiçbir şeyi aramadı..! Uhud günü, müslümanlarla müşrikler arasında savaş kızıştığı anda, Zeyd b. Hattâb çarpışa çarpışa ilerliyordu.

Kardeşi Ömer, onun zırhının düştüğünü ve düşmanlar tarafından vurulmaya çok uygun bir hâle geldiğini gördü ve ona seslendi. “Zeyd benim zırhımı al ve onunla savaş..!” Zeyd ona cevap verdi: “Ömer, senin istediğin şehâdeti ben de istiyorum..!” Büyük bir cesaretle ve büyüleyici bir fedakarlıkla zırhsız olarak savaşmaya devam etti.

 Zeyd (r.a.)’ın, çirkin hayatını sona erdirmenin kendisine ait olması temennisiyle Reccal ile karşılaşmak arzusuyla yanıp tutuştuğunu söylemiştik. Reccal, Zeyd’e göre sadece mürted değil; aynı zamanda bir yalancı, münafık ve amacına ulaşmak için her şeyi göze alabilecek birisiydi. Mürtedliği, inanarak değil, alçak bir tamahkârlık ve nefret dolu aşağılık bir münafıklık nedeniyle idi.

Zeyd, münafıklığa ve yalana olan nefretinde tamamen kardeşi Ömer gibiydi..! Her ikisinin de kin ve nefretlerini, aşağılık amaçların ve alçak menfaatlerin oluşturduğu münafıklık gibi hiçbir şey harekete geçiremezdi.

İşte bu aşağılık amaçlar için Reccal iğrenç rolünü oynadı ve Müseylime’nin etrafında toplananların sayısını korkunç bir şekilde arttırdı. O bunu yapmakla, riddet (dinden dönme) savaşlarında ölümleriyle yüz yüze gelecek birçok kişiyi yok olmaya ve ölüme kendi elleriyle itiyordu... Önce onları saptırdı ve sonunda da öldürdü... Ama ne uğrunda..? Arzusunun süslediği, nefsinin kendisine güzelleştirdiği iğrenç emelleri uğruna… Zeyd iman dolu hayatını, bu fitneyi Müseylime’nin şahsında değil ondan daha tehlikeli ve daha günahkar olan Reccal b. Unfuve’nin şahsında yok ederek tamamlamaya kendini hazırladı.


“Yemame Savaşı” şiddetli ve korkunç bir şekilde başladı. Hâlid b. Velîd İslâm askerlerini topladı ve onları yerlerine dağıttı. Askerlerin sancaktarlığını kime verdi..? Zeyd b. Hattâb’a... Müseylime’nin taraftarları olan “Benî Hanife” ile çetin ve ölümcül bir şekilde savaştı. Savaş başta müslümanların aleyhine döndü ve onlardan birçok şehit düştü. Zeyd müslümanların bazısının kalplerine düşen kaçma arzusunun belirtilerini fark edince bir tepeye çıkıp kardeşlerine şöyle haykırdı: “Ey İnsanlar...

Dişlerinizi sıkın! Düşmanınızın üzerine yürüyün! İlerleyin... Allah’a yemin olsun ki, Allah onları yenilgiye uğratıncaya ya da O’na kavuşup şehâdetimin gerekçesini ona söyleyinceye dek konuşmayacağım..!!” Dişleri sımsıkı, dudakları kapalı bir hâlde dilini kıpırdatmaksızın tepeden indi. Ona göre savaşın geleceği Reccal’in akıbetiyle aynı noktada yoğunlaşıyordu. Reccal’ı bulmak amacıyla savaşan kalabalığı bir ok gibi yararak geçmeye başladı, sonunda onu gördü. Bir sağdan, bir soldan ona ulaşmaya çalışıyordu. Savaş tufanı, düşmanını her yutup gizleyişinde dalgalar tekrar onu yüzeye itinceye kadar Zeyd de onun ardından dalıyordu. Zeyd ona yaklaşıyor, kılıcını ona doğru savuruyor…

Ancak korkunç insan dalgaları Reccal’ı tekrar yutuyordu. Zeyd ise onu takip ediyor ve kaybolmaması için ardından dalıyordu. Sonunda onu boynundan yakalayıp, gurur, yalan ve alçaklıkla dolu başını kılıcıyla uçuruyor... Ve yalanın düşüşüyle onun dünyası da düşmeye başladı. Korku, önce Müseylime’nin ve Muhkem b. Tufeyl’in, sonra da fırtınalı bir günde ateşin yayılması gibi, içinde Reccal’in ölüm haberi yayılan Müseylime’nin askerlerinin kalplerine yayıldı. Müseylime onlara kesin zafer vaat ediyordu. Onun, Reccal b. Unfuve ve Muhkem b. Tufeyl’in, zaferin ardından dinlerini yaymaya ve devletlerini kurmaya başlayacaklarını söylüyordu..!! İşte Reccal öldü.. Öyleyse Müseylime’nin peygamberliği tamamen bir yalan... Yarın Muhkem ölecek...

Öbür gün de Müseylime..!! Böylece Zeyd b. Hattâb’ın vuruşu, Müseylime’nin saflarında bütünüyle yıkıma neden oldu. Müslümanların ise, haber aralarında yayılır yayılmaz azimleri dağlar gibi yüceldi ve yaralıları yarasını umursamaksızın eline kılıcını alıp yeniden ayağa kalktı. Ölümün eşiğinde olup hayatla aralarında çok az bir şey ve zaman olanların bile haber kulaklarına tatlı bir düş gibi dokunuverdi. Muhteşem sonucuyla zaferi görebilmek ve savaşmak için hayata tekrar dönebilecekleri bir kuvvetin kendilerinde olmasını arzuladılar. Fakat bu nasıl olabilirdi? Artık onları karşılamak için cennetin kapıları açılmış ve onlar huzura çağrılırken, şimdi adlarını duymaktadırlar..?!

Zeyd b. Hattâb, Rabbine dua için ellerini gökyüzüne kaldırdı. Ona verdiği nimetten dolayı şükretti... Sonra tekrar kılıcına ve suskunluğuna döndü. Çünkü bir müddet önce zafer kesinleşinceye ya da şehit oluncaya dek konuşmamaya Allah’a yemin etmişti... Artık savaş müslümanların lehine olmaya ve kesin zaferleri onlara hızla yaklaşmaya başladı... O sırada Zeyd zafer rüzgarlarının esmeye başladığını gördü.

Hayatı için bundan daha iyi bir son olamayacağını anladı ve Allah’tan bu Yemame savaşında kendisini şehâdetle rızıklandırmasını istedi. Cennet rüzgarları esip içini özlemle, gözlerini yaşla ve yüreğini şiddetli bir arzuyla doldurdu... Ve büyük geleceği arayanın vuruşlarıyla vuruşmaya koyuldu... Ve kahraman şehid düştü... Daha doğrusu şöyle dediler: “Şehid olarak yükseldi...

Büyük, yüce ve mutlu olarak yükseldi...” Ve İslâm ordusu Medine’ye muzaffer olarak döndü... Hz. Ömer, Halife Ebû Bekir’le birlikte zaferle dönenleri karşılarken, bir yandan da özlem dolu gözlerle kardeşini arıyordu... Zeyd uzun boylu, belirgin bir uzunluğu olan biriydi. Bu nedenle gözün onu fark etmesi çok kolaydı... Fakat Ömer bakmaktan yorulmamıştı ki, dönen müslümanlardan biri yaklaşıp, Zeyd’le ilgili taziyesini ona iletti… Hz. Ömer şöyle dedi: “Allah Zeyd’e rahmet eylesin... İki güzellikte beni geçti... Benden önce müslüman oldu... Ve benden önce şehid oldu...”

İslâm’ın sonraları elde ettiği zaferlerin çokluğuna rağmen Zeyd bir an bile kardeşi elFaruk’un hatırından gitmedi. Daima şöyle diyordu: “Doğudan rüzgar her estiğinde onda Zeyd’in kokusunu bulurum.” Evet... Saba yeli Zeyd’in kokusunu, onun üstün özelliklerinin esintisini taşır... Eğer Emirü’l-mü’minin izin verirse, onun saygın ifadesini tamamlayıcı nitelikte birkaç kelime söyleyeceğim... Onlar da şundan ibarettir: …Yemame savaşından beri zafer rüzgarı İslâm’ın üzerine her estiğinde, İslâm onda Zeyd’in kokusunu... yaşadıklarını... kahramanlığını... ve büyüklüğünü bulur..!

Resûlullah (s.a.v.)’in bayrağı altında bulunan Hattâb oğulları mübarek olsunlar... Müslüman oldukları gün mübarek olsunlar... Cihad edip şehid oldukları gün mübarek olsunlar... Ve diriliş gününde mübarek olsunlar..! !