Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

ÜMEYR b. VEHB

Câhiliyenin Şeytanı, İslâm’ın Havarisi


Bedir’de, İslâm’ın işini hemen bitirmek için kılıcı sallamış komutanlardan biriydi.

Keskin görüşlü ve tahmin yeteneği çok mükemmel birisiydi. Bu sebeple Bedir’de Allah’ın Resûlü’yle beraber kendileriyle savaşmak üzere gelen müslümanların sayısını öğrenmek ve arkalarında pusu ya da yardımcı kuvvetleri olup olmadığını öğrenmek üzere kavmi onu seçmişti. Ümeyr b. Vehb atıyla ayrıldı ve müslümanların karargahları etrafında gizli incelemeler yaptı.

Sonra kavmine döndü ve: “Üç yüz kişiler. Biraz fazla ya da eksik olabilirler.” dedi. Tahmini doğruydu. “Arkalarında yardımcı kuvvetler var mı’?” diye sordular. Şöyle cevap verdi. “Arkalarında hiçbir şey görmedim. Fakat ey Kureyş topluluğu! Ölüme susamış kişiler gördüm. Güçlü olmayan bir topluluğun onların kılıçlarından başka sığınacak yeri yoktur... Allah’a yemin olsun ki, sizden birisini öldürmediği sürece onlardan birinin öldürülmesi mümkün değildir.

Onların sayısı kadar sizden de ölen olunca, ondan sonra hayatın ne tadı kalır ki? Ona göre kararınızı verin.” Kureyş’in liderlerinden bir grup onun sözlerinden ve gördüğünden etkilendiler. Neredeyse adamlarını toplayıp savaş yapmadan Mekke’ye döneceklerdi. Kararlarını bozduran, gönüllerde kin ateşini ve ilk kurbanı kendisinin olacağı harp ateşini tutuşturan Ebû Cehil olmasaydı (savaş olmayabilirdi)…

Mekkeliler onu “Kureyş’in Şeytanı” diye çağırırlardı. Bedir günü Kureyş’in şeytanının başına öyle bir belâ geldi ki, ne kendisi, ne de kavmi hiçbir şey yapamadı. Savaş sonunda Kureyş kuvvetleri yenilmiş ve kovulmuş olarak Mekke’ye döndü. Ümeyr b. Vehb ise, kendinden bir parçayı geride, Medine’de bırakarak... Çünkü oğlu Müslümanlara esir düşmüştü...

Bir gün, amcasının oğlu Safvan b. Ümeyye ile aynı mecliste bulundular. Safvan gün geçtikçe müslümanlara da karşı daha fazla kin kusmaktaydı. Çünkü babası Ümeyye b. Halef, Bedir’de yere serilmiş ve kemikleri de kuyuya gömülmüştü. Kinleri birbirini çektiği için, Safvan ve Ümeyr yan yana oturmuşlardı. Urve b. Zübeyr’in naklettiği uzun konuşmalarını dinleyelim: Safvan, Bedir’de öldürülenleri anarak: “Allah’a yemin olsun ki, onlardan sonra hayatın tadı kalmadı.” dedi. Ümeyr: “Doğru söyledin. Allah’a yemin olsun ki, ödemeye gücümün yetmediği borcum ve benden sonra geçim sıkıntısına düşmelerinden korktuğum ailem olmasa, bineğime binip Muhammed’e gider, onu öldürürdüm. Üstelik geçerli bir mazeretim de var: Elinizdeki esir oğlum için geldim, derim.”


Safvan bunu fırsat bilerek: “Borcun bana aittir, senin yerine onu ben öderim. Ailen de ailemle beraberdir; yaşadıkları sürece onları gözetirim.” dedi. Ümeyr: “Öyleyse, bu konuştuklarımız aramızda kalsın.” dedi. Sonra Ümeyr emretti, kılıcı bileylenip zehirlendi. Mekke’den ayrıldı ve Medine’ye geldi. Ömer b. Hattâb ve müslümanlardan bir grup Bedir savaşını konuşup, Allah’ın o gün kendilerine lütfettiği ikramları anarlarken, Ömer birden baktı ve Ümeyr b. Vehb’i gördü. Bineğini mescidin kapısının önüne çökertmiş ve kılıcını da kuşanmıştı. Bunun üzerine: “Bu köpek, Allah’ın düşmanı Ümeyr b. Vehb’dir.

Allah’a yemin olsun ki, mutlaka bir kötülük için gelmiştir. O, Bedir’de aramızda bozgunculuk çıkaran ve sayımızı tahminen kavmine bildiren kişidir.” dedi. Sonra Ömer, Allah Resûlü (s.a.v.)’in huzuruna girdi ve şöyle dedi. “Ey Allah’ın Nebîsi! Allah’ın düşmanı Ümeyr b. Vehb, kılıcını kuşanmış hâlde burada!” Resûlullah (s.a.v.): “Onu benim yanıma getir.” buyurdu.

Ömer geldi, boynundaki kılıcının bağından tuttu ve yakasını paçasını düzeltti. Ensârdan yanında bulunanlar da: “Allah Resûlü (s.a.v.)’in yanına getiriniz, etrafına oturunuz ve onu bu mikroptan koruyunuz. Çünkü o güvenilir biri değildir.” dediler. Ömer, boynundaki kılıcının kabzasından tutarak, onu Nebî (s.a.v.)’in huzuruna getirir. Peygamber (s.a.v.) onun bu durumunu görünce: “Onu bırak, ey Ömer!.. Yaklaş ey Ümeyr!” dedi. Ümeyr yaklaştı ve câhiliye döneminin selâmıyla “Hayırlı sabahlar” dedi. Nebî (s.a.v.): “Allah bize senin selâmından daha hayırlı bir selâm ikram etti. Ey Ümeyr! Bu “Selâmün aleyküm”dür...

Cennet halkının selâmı... “Allah’a yemin olsun ki, selâmın iyisi, ey Muhammed! Benim bildiğim, eskilerin sözleridir.” “Gelişinin sebebi nedir, ey Ümeyr?” “Şu elinizde bulunan esir için gelmiştim.” “Boynundaki kılıç için ne diyeceksin?” “Allah bütün kılıçların belâsını versin! Bize bir faydaları mı dokundu.” “Bana doğruyu söyle ey Ümeyr! Niçin geldin?” “Sadece söylediğim şey için geldim.” “Hayır! Sen ve Safvan b. Ümeyye bir kaya üzerine oturdunuz ve Kureyş’ten Bedir’de kuyuya gömülen kişileri konuştunuz. Sen: “Borcum ve ailem olmasa, gider Muhammed’i öldürürüm.” dedin.

Bunun üzerine Safvan, beni öldürmen karşılığında senin bütün borcunu ve ailenin geçimini üstlendi. Halbuki Allah, seninle yapacağın iş arasına engel koyacaktır.” O zaman Ümeyr şehâdet kelimesini haykırdı: “Şehâdet ederim ki Allah’tan başka tanrı yoktur. Yine şehâdet ederim ki, sen onun peygamberisin... Bu sadece benimle Safvan’ın bulunduğu bir konuşmaydı. Allah’a yemin olsun ki, onu sana ancak Allah haber vermiştir. Beni de İslâm’a kavuşturan Allah’a şükürler olsun...” Peygamber (s.a.v.) ashabına: “Kardeşinize dinini iyice öğretiniz. Kur’ân okutunuz ve esirini de serbest bırakınız.” buyurdu.

Ümeyr b. Vehb böylece müslüman olmuştu.
Peygamber (s.a.v.)’in ve İslâm’ın nuru kendisini kaplayınca bir anda İslâm’ın bir havarisi olmuş ve Kureyş’in şeytanı müslüman olmuştu. Olaydan sonra Ömer b. Hattâb (r.a.) şöyle der: “Canımı borçlu olduğum Allah’a yemin ederim ki, bizim yanımıza geldiğinde, bir domuz, bana Ümeyr’den daha sevimli idi… Bugün ise, onu bazı çocuklarımdan bile çok seviyorum.”

Ümeyr, bu dinin hoşgörüsünün genişliğini ve bu peygamber (s.a.v.)’in büyüklüğünü düşünerek oturdu. İslâm’a tuzaklar kurduğu, Medine’ye hicret etmeden önce Peygamber (s.a.v.) ve ashabıyla mücadele ettiği günlerini hatırladı... Bedir savaşında başına gelen belâyı ve yaptığı savaşı hatırladı... Ve işte bugün, Peygamber’i öldüreceği kılıcını kuşanarak gelmişti. Bütün bunları “Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed Allah’ın Resûlüdür” sözü bir anda yok etmişti...

Ne hoşgörü ve bu dini kalplerinde taşıyan insanlara karşı duyulan ne sonsuz güven..! Geçmişteki bütün hatalarını, İslâm böylece bir anda silecek miydi..? Müslümanlar, kendilerine geçmişte yaptığı bütün zulümleri ve düşmanlıkları böylece bir anda unutacaklar, kalplerini ona açacaklar ve onu kucaklayacaklar mıydı..? Gizli bir kötülük ve kötü bir suça âlet olarak getirilmiş kılıcı böyle gözlerinin önünde hâlâ parlarken bütün bunların hepsi unutulacak mıydı..?

Şu anda Ümeyr’in Müslümanlığından başka hiçbir şey hatırlanmayacak mıydı..? Bir anda müslümanlardan ve Hz. Peygamber’in ashabından birisi mi olmuştu..? Onların sahip olduğu haklara o da sahip olacak, yapmakla yükümlü oldukları görevlerle o da yükümlü olacak mıydı..? İki dakika önce, kendisini öldürmek isteyen Ömer b. Hattâb’a, şimdi çocuklarından ve torunlarından daha sevimli bir kişi mi olacaktı..? Ümeyr’in müslüman olduğunu ilan ettiği bir anlık doğruluk, İslâm’ın bu kadar takdirini, ikramını, mükâfatını ve yüceliğini kapsıyorsa, öyleyse İslâm gerçekten çok büyük bir dindi… Ümeyr, bu dinin kendisine yönelttiği vazifeleri öğrendi...

Harp ettiği kadar karşılığında hizmet etmesi gerektiğini, aleyhine propaganda yaptığı kadar davet etmesi gerektiğini ve Allah’ın ve Resûlü’nün sevdiği doğruluk, cihad ve itaat gibi fiilleri Allah’a ve Resûlü’ne göstermesi gerektiğini öğrendi... Bütün bunları bilerek, bir gün Allah Resûlü’ne geldi ve şöyle dedi: “Ya Resûlullah! Ben, Allah’ın nurunu sürdürmeye çalışan ve Allah’ın dinine inanmış kişilere çok eziyet eden bir kimse idim. Şimdi bana izin vermenizi istiyorum; Mekke’ye gideyim ve onları Allah’a ve Resûlü’ne davet edeyim. Belki Allah onlara hidâyet nasip eder. Yoksa senin ashabına müslüman oldukları için eziyet ettiğim gibi onlara da müşrik oldukları için eziyet ederim.”

Ümeyr, Mekke’den ayrıldığından beri, Hz. Peygamber’iöldürmek için Ümeyr’i yola çıkmaya teşvik eden Safvan b. Ümeyye, Mekke sokaklarında böbürlenerek yürüyor, bulunduğu meclisleri sevinç ve neşeye boğuyordu... Kavmi ve kardeşleri, babasının kemikleri Bedir kuyularında hâlâ sıcakken sevincinin ve neşesinin sırrını sorduklarında gururla ellerini ovuşturuyor ve insanlara: “Birkaç gün sonra haberi gelecek ve Bedir olayını size unutturacak bir olaya sevininiz!” diyordu... Her sabah Mekke’nin dışına çıkar, kafile ve kervanlara: “Medine’de yeni bir şey var mı?” diye sorardı.


Onlar ise, ona sevmeyeceği ve hoşuna gitmeyecek cevapları veriyorlardı. Hiçbiri Medine’de kayda değer bir olay işitmemiş ya da duymamıştı... Safvan ümitsizliğe düşmemişti... Bilakis kervanları soruşturmaya devam etti. Nihayet bir gün, bir gurupla karşılaşmış ve yine “Medine’de yeni bir olay olmadı mı?” diye sormuştu. Yolcu: “Evet, büyük bir olay oldu!!” diye cevap verdi. Sevinçten ve mutluluktan Safvan’ın yüzü parladı, dünyalar onun olmuştu…

Aceleyle ve heyecanla tekrar adama dönüp sordu: “Ne oldu? Anlat.” dedi. “Adam: “Ümeyr b. Vehb müslüman oldu. Şu an orada dinî bilgisini derinleştiriyor ve Kur’ân öğreniyor..!” cevabını verdi. Safvan’ın dünyası birden kararmıştı. Kavmine müjdelediği, Bedir savaşını unutturacak diye beklediği olay, bugün bu yıldırım haberle gelmiş ve kendisini zıpkın yemiş balığa döndürmüştü. Medine’den çıkan yolcu, bir gün Mekke’deki evine ulaşmıştı.

Ümeyr kılıcını çekmiş, savaşa hazır bir hâlde Mekke’ye dönmüştü. Onu ilk karşılayan Safvan b. Ümeyye olmuştu... Onu görür görmez neredeyse ona saldıracaktı. Fakat Ümeyr’in elindeki savaşa hazır kılıç, onu temkinli davranmaya sevk etti ve Ümeyr’e birkaç küfür savunmakla yetindi. Sonra da yoluna devam edip gitti... Ümeyr b. Vehb, kısa bir süre önce müşrik olarak ayrıldığı Mekke’ye müslüman olarak dönmüştü.

Oraya, müslüman olduğu gün Ömer b. Hattâb’ın gösterdiği heybetin benzeri bir heybetle girdi. Müslümanlığını şöyle diyerek ilan etti: “Allah’a yemin ederim ki, inkâr ile oturduğum her yere müslüman olarak da oturacağım. Küfrün müdafaasını yaptığım her yerde İslâm’ı tebliğ edeceğim.” Ümeyr, sanki bu sözleri kendine şiar, bu hareket tarzını da esas edinmişti.

Şimdiye kadar karşısında savaştığı dine hayatını adamaya kesin azmetmişti. Bulunduğu mevki, dilediği kimseye zarar vermesine imkan tanıyordu. Böylece kaçırdığı fırsatları telafi etmeye başladı; Zamanla yarışıyordu. İslâm’ı gece gündüz, açıktan açığa tebliğ etti. Kalbindeki iman ona, güven, hidâyet ve nur yağdırıyordu.

Dilinde hak sözlerle insanları adalete, ihsana, iyiliğe ve hayra davet ediyordu. Sağ elinde de, inananları Allah’ın yolundan alıkoyan ve o yolun açıklarını arayan yol kesicileri korkuttuğu kılıcı vardı. Birkaç hafta sonra, Ümeyr b. Vehb vasıtasıyla hidâyete erip İslâm’a girenlerin sayısı akla gelebilecek bütün tahminlerin üstündeydi. Ümeyr onlarla uzun ve göz alıcı bir kafileyle Medine’ye doğru yola çıktı. Yolculukları esnasında geçtikleri çöl, bu adama karşı dehşet ve hayretini gizleyemiyordu. Az önce, Medine’de Peygamberi öldürmek üzere kılıcını taşıyarak geçmişti.

Sonra Medine’den dönerken, geldiğinden farklı bir yüzle buradan geçmiş, Mekke’ye gitmişti. Sevinçli devesinin üstünde Kur’ân okuyordu. Şimdi yine aynı kişi, üçüncü defa buradan geçiyordu ve bu kez mü’minlerden oluşan uzun bir kafilenin başındaydı. Vadi “lâ ilâhe illallah” ve “Allahu ekber” sesleriyle çınlıyordu...

Evet, o gerçekten çok büyük bir haberdi... Allah’ın hidâyetinin, Kureyş’in şeytanını İslâm’ın havarilerinden cesur bir havariye çevirdiği haberi... Bütün gazalarda ve savaşlarda sürekli Resûlullah’ın yanında yer alan Kureyş’in şeytanının haberi… Allah’ın dinine olan bağlılığı, Nebî (s.a.v.)’in dünyadan göçmesinden sonra da artarak devam eden Kureyş’in şeytanının haberi gerçekten çok büyük bir haberdi... Mekke fethedildiği gün, Ümeyr, arkadaşı ve yakını Safvan b. Ümeyye’yi unutmadı.

Artık Hz. Peygamber’in doğruluğunda ve Peygamberliğinde hiçbir şüphe kalmadığından Safvan’a gitti, İslâm’ı tekrar anlattı ve onu İslâm’a davet etti... Ancak Safvan’ı, Cidde istikametine doğru yolculuğa hazırlanmış buldu. Oradan gemiye binip Yemen’e kaçacaktı...

Safvan’ın bu durumunu görünce Ümeyr’in yüreği parçalandı. Bütün imkânları kullanarak onu şeytanın elinden kurtarmaya azmetti. Hemen hızla Resûlullah’a (s.a.v.) geldi ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın Nebîsi! Safvan b. Ümeyye kavminin efendisidir. Senden kaçıp, canını kurtarmak için denize açılmak üzeredir. Allah’ın salâtı senin üzerine olsun! Ona eman (dokunulmazlık) veriver.” Peygamber (s.a.v.) de: “Ona eman verdim.” dedi.

“Ey Allah’ın Resûlü! Bana senin emanını anlayabileceği bir belge ver.” deyince: Peygamber (s.a.v.), ona, Mekke’ye girerken başında olan sarığı verdi. Gelişmelerin devamını Urve b. Zübeyr’e bırakalım, o anlatsın: “Ümeyr sarıkla beraber çıktı. Safvan gemiye binmek üzereyken ona yetişti ve: “Ey Safvan! Anam babam sana feda olsun. Allah’tan kork, Allah’tan! Canını niye tehlikeye atıyorsun? İşte Resûlullah (s.a.v.)’in eman belgesi, onu sana getirdim!” Safvan: “Yazıklar olsun sana! Benden uzak ol, benimle de konuşma...” “Ey Safvan..! Anam babam sana feda olsun.

Muhakkak ki Resûlullah (s.a.v.) insanların en faziletlisi, en çok iyilik yapanı, en yumuşak davrananı ve en hayırlısıdır... Onun izzeti senin izzetin, onun şerefi senin şerefindir...” “Canımdan korkuyorum.” “O, bu korkuya gerek kalmayacak kadar şefkatli ve cömerttir…” Safvan onunla beraber geri döndü. Resûlullah (s.a.v.)’in huzuruna çıkıp: “Bu, senin bana eman verdiğini iddia ediyor.” dedi.

Peygamber (s.a.v.): “Doğru söylüyor.” dedi. Safvan: “Bana müslüman olup olmama hususunda düşünmem için iki ay süre ver.” Rasulüllah (s.a.v.): “Dört ay süreyle serbestsin.” Safvan daha sonra o süre dolmadan müslüman oldu. Onun müslüman olması Ümeyr’e sonsuz bir mutluluk verdi.

Ümeyr b. Vehb, Allah’a doğru olan hayırlı yürüyüşünü, Allah’ın kendisiyle insanları sapıklıktan kurtardığı ve karanlıklardan aydınlığa çıkardığı en büyük Peygamber’in izine uyarak tamamladı.