Yeryüzü Yıldızları 60 Seçkin Sahabenin Hayatı

 

OSMAN b. MAZ’ÛN

Hayatı Mescidden İbaret Olan Zâhid


Resûlullah’ın ashabını İslâm’a giriş sırasına göre saymaya kalktığında, on dördüncü sırada Osman b. Maz’ûn’u görürsün…

Yine Osman b. Maz’ûn, Medine’de ilk vefat eden muhacir olup, Baki mezarlığına defnedilen müslümanların da ilkidir...

Osman b. Maz’ûn büyük bir rahipti... Kilise rahiplerinden değil... Hayat rahibiydi, yani hayattan elini ayağını çekmiş bir insandı... Onun için tek bir hayat kaynağı vardı, o da içerisinde ibadet ettiği mescidiydi... O, daima hak yolunda hayır ve iyilikler yapmak için var gücüyle çalışmış güzide bir sahâbiydi...

Allah Resûlü’nün, İslâm’ın nurunu insanlığa yaymaya başladığı ilk günlerde etrafında toplanan insanlardan biri de Osman b. Maz’ûn’du… İslâm’ın ilk günlerinde mü’minlere uygulanan dayanılmaz acı ve işkencelere o da maruz kalmıştı... Bu acılar karşısında Allah Resûlü, mü’minlere Habeşistan’a hicret etmelerini emretmişti.

Osman b. Maz’ûn da ilk muhacir kafilesinin başkanı olmuştu... Yanında oğlu Sâib de vardı... Hep birlikte Allah’ın düşmanı Ebû Cehl’in ve Kureyş kabilesinin eziyet ve işkencelerinden uzaklaşıp, bir nebze ferahlamak için yurtlarını terk ederek, uzak diyarlara doğru yola çıkmışlardı...

Bu hicret ancak Osman b. Maz’ûn’un İslâm’a olan bağlılığını ve aşkını artırmıştı... Tıpkı birinci ve ikinci Habeş hicretlerine iştirak eden diğer muhacirlerde olduğu gibi... Gerçek şu ki, birinci ve ikinci Habeşistan hicretleri İslâm tarihinde şerefli birer örnek teşkil etmektedir... Resûlullah’a iman eden ve onun getirdiği nura (İslâm’a) tâbi olan mü’minler puta tapmaktan, sapıklıklardan ve cehaletten yüz çevirmişlerdi... Zira onlar, taşlardan yontulmuş veya çamurdan şekillendirilmiş aşağılık şeylere tapmaktan nefret eden birer fıtrat­ı selimeye sahiptiler...

Habeş’e hicret ettikleri vakit orada sakin ve organize bir din ile karşılaştılar... Kiliseleri, ruhbanları ve rahipleri olan bir din... Karşılaştıkları bu din geride bıraktıkları putperestlikten farklı bir yapıya sahipti... Ve Habeşistan’daki kilise adamları müslümanları bu dine çekmek için oldukça gayret gösterdiler... Bütün bunlara rağmen müslümanlar İslâm’dan ve Allah Resûlü Muhammed (s.a.v.)’in izinden ayrılmadılar... Beldelerine dönüp, Resûlullah’ın önderliğinde sadece ve sadece Allah’a ibadet edecekleri günü şevk ve iştiyakla beklediler...

 Muhacirler, Habeşistan’da emniyet ve güven içerisinde yaşadılar... Amcası oğlu Ümeyye b. Halef’in ve diğer müşriklerin kendisine yaptıkları eziyet ve işkenceleri unutamayan Osman b.
Maz’ûn da burada emniyet ve güven içindeydi... Ve şu sözlerle kendi kendine teselli buluyor ve bir anlamda kendilerini bu hâle koyanları tehdit ediyordu: “Faziletli insanlara zarar veriyorsunuz; bu size bir şey kazandırmaz... Ancak onlara faydalı olduğunuz zaman bir şeyler elde edersiniz... Şerefli, izzetli insanlarla harp ettiniz... Korktuğunuz kavimleri helâka yönelttiniz…”

Bir gün muhacirler dar­i hicrette Allah a ibadet edip, Kur’ân tedris ettikleri bir sırada kendilerine Kureyş’in müslüman olduğu ve Resûlullah ile birlikte Allah’a secde ettikleri haberi geldi… Bu haber üzerine mü’minler hemen eşyalarını toplayıp, Mekke’ye doğru yola çıktılar... Fakat Mekke yakınlarına geldiklerinde bu haberin asılsız olduğunu anladılar...

O an hayal kırıklığına uğradılar, acele davrandıklarının farkına vardılar... Ama olan olmuştu... Mekke gözlerinin önündeydi... Geriye dönme imkânları yoktu... Müslümanların geldikleri haberini alan Kureyş, avı ayağına gelmiş yırtıcı hayvanlar gibi harekete hazır bekliyordu...

O vakitler “himaye” Arap toplumu arasında saygı duyulan bir gelenekti... Kureyş’in ileri gelenlerinden birinin himayesine girdiğiniz vakit kimse size dokunamazdı... Fakat bu himayeye mazhar olmak, o gün için herkese nasip olmamıştı... Müslümanlardan çok azı bundan faydalanarak Mekke’ye güven içinde girmişti... Bunlardan biri de Osman b. Maz’ûn’du. Velîd b. Muğire’nin himayesinde Mekke’ye eziyet ve işkenceye uğramadan güvenle girmişti...

Fakat Kur’ân ve Peygamber terbiyesinde yetişen Osman b. Maz’ûn Mekke’de kendilerini himaye edecek bir dost ve yardımcı bulamayıp, ezilen mü’min kardeşlerini görünce, kendi rahat durumundan vicdanen rahatsızlık duymuş ve Velîd b. Muğire’ye giderek, onun himayesinden çıkmak istediğini söylemişti...

Gelin bu olayı, bizzat gören birinden dinleyelim: Osman b. Maz’ûn o gün Hz. Peygamberin ashabının, içinde bulundukları zorlukları görünce kendisinin emniyet ve güven içerisindeki durumundan rahatsızlık duymuş, kendi kendine: “Vallahi kardeşlerim böyle eziyet çekerken, benim müşrik bir insanın himayesinde emniyette olmam bir eksikliktir.” diyerek, Velîd b. Muğire’ye gitti ve ona: “Ey Abdü Şems’in oğlu! Zimmetin tamam, artık senin himayenden çıkıyorum.” dedi. Velîd b. Muğire: “Niçin ey kardeşimin oğlu? Yoksa kavminden biri sana eziyet mi etti?” dedi.

Osman b. Maz’ûn: “Hayır; fakat ben Allah’ın himayesini tercih ediyorum. O bana yeter.” dedi. Sonra da Velîd’e: “Şimdi Kâbe’ye gidelim ve senin himayenden çıktığımı herkese ilan et.” dedi. Birlikte Kâbe’ye gittiler ve Velîd yüksek sesle durumu etrafındakilere duyurdu. Osman da: “Evet, doğru söylüyor. Velîd vefakâr ve cömert bir insan; bana da gayet iyi davrandı. Fakat ben Allah’ın himayesini tercih ettim... O bana kâfidir.” dedi. Sonra Osman oradan ayrıldı, Lebid’in de içlerinde bulunduğu bir meclise geldi. Lebid şiirler okuyordu, bir ara: “Biliniz ki, Allah hariç her şey batıldır.” dedi.

Osman: “Doğru söyledin.” dedi. Bu defa Lebid: “Ve her nimet yok olmaya mahkumdur.” dedi. Bunun üzerine Osman: “Hayır, yalan söyledin... Cennet nimetleri ebedidir.” dedi. Lebid orada bulunanlara: “Ey Kureyşliler! Bu arkadaşınız eziyete uğramamış... Bu ne zaman ortaya çıktı?” dedi. İçlerinde biri: “Bu ahmağın tekidir, atalarımızın dinini terk etti. Sen onun sözlerine aldırma.” dedi. Osman b. Maz’ûn buna itiraz edince aralarında tartışma çıktı... Adam kalktı ve Osman’ın gözünün üstüne bir tokat attı... Durumu gören Velîd b. Muğire: “Himayemde olsaydın bu başına gelmezdi.” dedi.

Osman b. Maz’ûn da: “Hayır, Allah’a yemin olsun ki, isabet alan bu gözüm, diğer sağlam gözüme nispetle benim için daha değerlidir... Ey Velîd! Ben senden daha güçlü ve yüce olan (Allah’ın) himayesindeyim” dedi. Velîd: “Sakin ol ey kardeşim. Eğer istersen yine himayeme girebilirsin.” dedi. Osman ise: “Hayır.” cevabını verdi. O gün Osman’ın gözü acı ve elem içersinde; fakat ruhu sevinç ve neşeyle doluydu…

Evine doğru yol alırken şu şiiri okuyordu: “Bununla düşmanımın eline bir şey geçmez. Allah bunun sevabını bana fazlasıyla verir Allah’ın mesut ettiği insan gerçekten mesut olur. Siz her ne kadar bana sapık ve dalalette deseniz de ben Resûl Muhammed’in diniyle hayat bulmuşum. Sizin azgınlıklarınıza rağmen bununla tek dileğim Allah ve hak din İslâm’dır.”

Evet, bu hareketiyle Osman b. Maz’ûn örnek bir davranış sergilemişti… Düşmanları karşısında takındığı tavırlarıyla ve şu ölümsüz sözleriyle yüce bir insanın hayatına şahit olduk: “Vallahi, Allah yolunda isabet alan bu gözüm, benim için diğer sağlam gözümden daha sevimlidir... Muhakkak ki ben şu an senden daha yüce ve güçlü olan Allah’ın himayesindeyim…”

Osman Velîd’in himayesini reddettikten sonra diğer müslümanlarla birlikte birçok acı ve işkenceye maruz kaldı; fakat bu eziyetler mü’minlerin imanını olgunlaştırmaktan başka bir işe yaramadı... Onlar, korkmadan, yılmadan, yeise düşmeden hak bildikleri yolda kararlı adımlarla devam ettiler… Sonunda Osman b. Maz’ûn Medine’ye hicret etti... Ebû Cehillerin Ebû Leheblerin, Ümeyyelerin, Utbelerin, kısacası eziyet ve işkencelerin olmadığı Medine’ye... Ashabın ileri gelenleri ile, İslâm’ı daha geniş alanlara taşımak, nurlu ufukları genişletmek amacıyla Medine’ye yöneldiler... Medine­i Münevvere’de Osman b. Maz’ûn’un şahsiyetini şekillendiren cevherler bir kez daha gün yüzüne çıktı.

O âbid, zâhid ve takva ehli bir insandı... Hayat kaynağı, ibadetgâhıydı... Onu Allah yolunda ümit ve cihadla doldurmuştu... Gece âbid, gündüz mücahid... Ya da hem gece hem gündüz âbid ve mücahid... Ashab özellikle o dönemde büyük bir zühd içerisinde yaşamaktaydı; az yer, az konuşur, az uyur, çokça ibadet ederlerdi... Osman b. Maz’ûn’un bu konuda ayrı bir yeri vardı. O tüm hayatını, gecesini, gündüzünü ibadete adamış bir insandı... Âdeta dünyadan elini eteğini çekmişti... Kendisini tümüyle Allah’a vermişti… Kalın ve sert elbiseler giyer, katı ve sert yemekler yerdi...

Osman b. Maz’ûn bir gün üzerinde eski ve yırtık bir elbise olduğu hâlde mescide girmişti. Onu bu hâlde gören Allah Resûlü duygulanmış ve şöyle buyurmuştu... “Sabah başka, akşam başka elbiseler giydiğinizde, önünüze yemek kaplarından biri konulup, biri kaldırıldığında, evlerinizi Kâbe gibi örttüğünüzde (o günler geldiğinde) hâliniz nice olacak?”

Ashab: “Bunun olmasını isterdik ya Resûlullah, rahat ve huzura kavuşurduk.” dediler. Hz. Peygamber: “Bu olacaktır; ama bu günleriniz daha hayırlıdır...” buyurdu. Bunları işiten Osman b. Maz’ûn dünyadan daha da uzaklaştı. Kendisini iyice ibadete verdi, hatta karısına bile yaklaşmıyordu…

Durum Resûlullah’a intikal edince Allah Resûlü onu uyararak: “Ailenin senin üzerinde hakkı vardır...” buyurdu.

Allah Resûlü onu çok severdi. Ölüm döşeğinde son yolculuğuna hazırlanırken, Allah Resûlü de başındaydı... Onu alnından öpmüş ve mübarek gözlerinden yaşlar damlamıştı... Osman Medine’de vefat eden ilk sahâbiydi.

Onu son yolculuğuna uğurlarken Allah Resûlü: “Allah sana rahmed etsin ey Ebû Sâib (Osman b. Maz’ûn)! Dünyadan ayrılıyorsun, sen ona aldanmadın... o da seni aldatamadı...” buyurdu.

Resûlullah onu asla unutmamış, daima hayırla yad etmişti... Vefat etmek üzere olan kızı Rukiye’ye son sözleri şu olmuştu:

“Hayırlı selefimiz Osman b. Maz’ûn’a kavuş...”