Altıncı Hicri Yıl Olaylarının Devamı Hudeybiye Gazası 3

Hudeybiye Gazilerinin Sayısı 3

Hudeybiye Hadisesinin Cereyan Tarzı 4

Efendimizin Hudeybiye Kuyusunda Duası 8

Hudeybiye'dekilerin Sayısı 8

Hz. Osman'ın Mekke'ye Gönderilişi 11

Hudeybiye Sulhunun Yapılışı 14

Fetih Sûresinin Îndîrilişi 16

Ümmü-Gülsüm'ün İslam'a Girişi Ve Sulh Döneminde Efendimize (S.A.V)Hicret Edişi 18

Altıncı Yılda Vefat Edenler 20

Yedinci Hicri Yıl Olayları Hayber Savaşı 21

Merhab'ı Muhammed B. Mesleme Öldürdü Görüşü. 24

Hayber'de Müslüman Olan Köle. 25

Safiyye (R.A.)'Nın Kıssası 26

Hayber Şehitleri 29

Ca'fer B. Ebî Talib Ve Yanındakilerin Haybere Gelişleri 30

Kuzman'ın Ölümü. 31

Efendimize Yedirilen Zehirli Koyun. 32

Hayber Fethinin Mekke'de Duyuluşu Haccâc B. Ilât Es-Sülemî Hadîsi 33

Peygamberimizin Yolda Sabah Namazında Uyumaları 35

Hayber Fethi Sonrası İktisadın Düzelmesi 36

Yedinci Yılda Cereyan Eden Bazı Olaylar 37

Bu Yılkı Seriyyeler Ebû Bekr'in (R.A.) Necd Serîyyesi 37

Hz. Ömer'in  (R.A.)’In Ucuz-İ Hevazine Seriyyesi 38

Beşir B. Sa'd'ın Seriyyesî 38

Galib B. Abdîllah'ın Seriyyesi 38

Cinab Seriyyesi 40

Ebu Hadrad'n El-Gabe Serıyesı 40

Muhallim B. Cessâme'nin Seriyyesi 41

Abdullah B. Huzafe B. Kays'ın Seriyyesi 42

Umretü'l-Kaza. 42

Efendimizin Meymûne İle Evlenişi 44

Bu Sırada Hz. Hamza'nın Kızının Peşlerine Takılması 45

Sekizinci Hicri Yıl Olayları İbnü Ebî'l Avca'nın Benûsüleyme'ye Seriyyesi 46

Amr İbnü'l As İle Halîd B.Velîd'in İslam'a Girişi 46

Hâlid B. Velîd'in Müslüman Oluşu. 48

Şuca Bin Vehb'in Seriyyesî 49

Necd Seriyyesî 49

Ka'b Bin Umeyr'in Seriyyesi 49

Mu'te Savaşı 50

Abdullah B. Ravaha (R.A) 57

Mute Harbinde Şehit Olanlar 58

Efendimizin Elçileri 58

Dıhyetü'l Kelebi’nîn Bizans Elçiliği 58

Kisra'ya Gönderdiği Mektup. 61

Efendimizin Kisra'nın Ölümünü Bildirmesi 61

Resûlullah (S.A.V)'In Mukavkısa Mektubu. 62

Zati-Selasil Gazvesi 63

Sîfü'l-Bar Serîyyesî 64

Ebu Katade'nın Hadıra Serıyyesı 65

Ebû Katade'nin İdam Seriyyesi 65

Efendimizin Kızı Zeynep Valîdemiz'in Ölümü. 66

Mekke'nin Fethi 66

Efendimizin Yola Çıkışı 69

Safvan Ve Îkrîme İle Hanımlarımın Kıssası 81

Uzza Putunun Yıkılışı 82

Hicretin Kaldırılışı 83

Beni Huzeyme Seferi 83

Huneyn Savaşı 85

Evtas Gazvesi 91

Huneyn'de Şehit Olanlar 92


Altıncı Hicri Yıl Olaylarının Devamı Hudeybiye Gazası[1]

 

Hudeybiye, Mekke'den dokuz mil uzakta bir yerdir. Altıncı hicrî yı­lın Zi'îka'de ayında, Resûlulîah (s.a.v) Hudeybiye'ye sefere çıktı. Ta­rihçilerden, Nâfî', Katâde, Zührî, İbni İshak ve diğer tarihçiler ile Ebu'l-Esved'in rivayetine göre "Meğazî" adlı eserinde Urve b. Zübeyr'in görüşleri budur.[2]

Ali b. Misher ise Hişam b. Urve aracılığıyla babası Urve b. Zübeyr (r.a)'dan; "Resûlulîah (s.a.v.), Hudeybiye'ye doğru Ramazan ayında yola çıkmış ve Hudeybiye(ye vardığında) hadisesi Şevval ayında mey­dana gelmiştir" diye bir görüş öne sürerek bu görüşünde tek başına kalmıştır.[3]

Buharî ve Müslim Hûdbe-Hemmâm-Katade isnadıyla, Enes b. Mâ­lik (r.a)'ın Katade'ye: "Allah'ın Nebisi (s.a.v) dört defa umre yaptı; haccı ile birlikte yaptığı umresi hariç diğerlerinin hepside Zi'lka'de ayında gerçekleşti. Hudeybiye umresi Zi'lka'de ayında olduğu gibi, er­tesi yılın umresi de aynı ayda gerçekleşti. Ci'râne demlen yerden, Huneyn harbinden sonra harp ganimetlerini taksim ettikten sonra yap­tığı umresi ise Zi'lka'de ayında gerçekleşmiştir. Efendimiz dördüncü olarak da haccı ile birlikte ömre yapmıştır" dediğini rivayet ederler.[4]

Zührî, Urve aracılığıyla Misver b. Mahrame (r.a)'ın: "Resûlullah (s.a.v), Hudeybiye senesi bin küsur ashabı ile Mekke'ye doğru yola çıktı. Zü'1-Huleyfe'ye gelince (oradaki mikat yerinde) beraberinde gö­türdüğü hac kurbanının (hedy'inin) boynuna kurban olduğunu belirten ipten bir gerdanlık takarak onun kurbanlık olduğunu belirledi ve orada ihrama girdi" dediğini nakleder. Bu haberi Buharî nakleder.[5]

 

Hudeybiye Gazilerinin Sayısı

 

Şu'be derki: Bana Amr b. Mürra, Efendimize "Bey'atü Rıdvan" da bizzat biat etme şerefine ermiş bir zat olan Abdullah b. Ebî Evfâ (r.a)'mn:

"Biz Hudeybiye seferine gittiğimiz gün bin üç yüz kişiydik, o vakit Eşlem kabilesinden olanların sayısı Muhacirlerin sekizde biriydi." de­diğini haber verdi.

Bu hadisi Müslim rivayet ediyor. Buharî'de bu haberi "sahih" adlı eserinde "muallak" bir rivayetle verir.[6]

Husayn b. Abdürrahman, Selim b. Ca'd aracılığıyla Câbir (r.a)'m şöyle dediğini anlatır: "Biz Hudeybiye günü yüz bin kişi ile olsaydık,

Hudeybiye kuyusunun suyu hepimize yetecekti. (Zira Efendimizin du­ası ile çoğalmış idi) Ama biz orada bin beş yüz kişiydik."

Hadisi Buharî ve Müslim rivayet ediyor.[7]

Lâkin Müslim'in -ikinci bir rivayetinde A'meş bu sayıya aykırı ola­rak yine Salim b. Ca'd'dan "Câbir (r.a) o gün kaç kişiydiniz?" dedim de bana; "Biz -o ağacın etrafında toplananlar- o vakit bin dört yüz kişiy­dik" şeklinde nakleder ki, bu da Buharî ve Müslim'in ittifakla naklettikleri bir haberdir.[8]

Öyle geliyor ki bu ikinci rivayetteki sayıyı Cabir (r.a) tam sayı değil de takribi (yakın) olarak belirtiyor. Sanki onlar bin dört yüz kişiden fazlaydılar da o bu fazlalığı göz önüne almamış gibi, veya, bin beş yüz kişiden biraz az idi de birinci rivayette o azlığı hesaba katmayarak bin beş yüz diye tam söylemiş olabilir. Zira sayılarda bu şekilde bir kulla­nım tarzı öteden beri Arapların adetidir.

Mesela, sen onların Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in yaşı hususunda ihtilaf ettiklerini, bazen Efendimizin hem doğduğu yılı hem de vefat ettiği yılı (ay olarak değil de) tam yıl imiş gibi sayarlar. Bazen de sırf tam olan yılları sayarak yıl fazlası olan ayları hesaba katmazlar.

Katâde'nin şu sözü de bunu açıklamaktadır: Saîd b. Müseyyeb'e: "Bey'atü-ü-Rıdvan'da bulunan sahabelerin sayısı kaç idi?" diye sor­dum da; "bin beş yüz idi." dedi. "Peki Câbir (r.a), bin dört yüz idiler" demiş dediğimde Said bana, "Allah Cabir (r.a)'a merhamet buyursun. O bu sayıda yanıldı. Halbuki Cabir (r.a) bizzat bana -daha Önce- "On­lar bin beş yüz kişi idi" diye haber vermişti." dedi.

Haberi Buharî nakleder.[9]

Amr b. Dinar'da ben Cabir (r.a)'m: "Biz Hudeybiye günü bindörtyüz kişiydik Resûlullah (s.a.v) bize; "Siz, yeryüzü halkının en hayıiiısısmız" buyurdu" dediğini duydum. Bu hadisi yine Buharı ve Müslim Süfyan b. Uyeyne'den nakletmişlerdir.[10]

Leys de Ebû'z-Zübeyr aracılığıyla Câbir (r.a)'ın: "Hudeybiye günü biz bin dört yüz kişiydik" dediğini nakleder ki hadis "sahih" tir.[11]

A'meş Ebû Süfyan yolu ile Cabir (r.a) tan: "Biz Hudeybiye gününde her yedi kişiye bir deve olmak üzere yetmiş deve kestik" dediğini Ebû Süfyan'ın da "peki siz o gün kaç kişiydiniz?" demesine de "süvarisi ya­yası hepimiz bin dört yüz kişiydik" dediğini nakleder.[12]

işte Berâe b. Azib (r.a), Ma'kıl b. Yesar (r.a) ve iki rivayetin daha sahih olanında, Seleme b. Ekva1 ve Katâde'nin Saîd b. Müseyyeb'den yaptığı rivayette Müseyyeb b. Hazm (r.a) da; "Biz Hudeybiye'deki a-ğacın altında, Nebi (s.a.v)'in etrafında bin dört yüz kişiydik" şeklindeki ifadesi ile aynı şeyi söylemektedirler.[13]

 

Hudeybiye Hadisesinin Cereyan Tarzı

 

Ma'mer b. Râşid, Zührî-Urve isnadıyla Misver b. Mahrame ve Mervan b. el-Hakem'in birbirlerinin hadisini doğrulayan sözlerini şöy­le nakleder:

- Hudeybiye zamanı Allah Resulü; ashabından bin küsur kişiyle bir­likte yola çıktı. Zü'1-Huleyfe ye vardıklarında Peygamber (s.a.v) kur­banının boynuna ip gerdanlık takıp onun kurbanlık hayvan olduğunu nişanladı. Oradan ihrama girdi. Huzâ'a kabilesinden birini de Kureyş'ten haber alması için önden gözcü olarak yolladı. Kendisi de yola koyuldu. (Usfan'dan Mekke tarafına üç mil mesafede bulunan) "Gadîrûl Eştât" mevkiine vardığı zaman Huzâ'alı gözcüsü gelip: "ben seni karşılamak için büyük bir ordu toplamış Kureyş'le anlaşan kabi­leleri birleştirmiş bulunan Ka'b b. Lüeyy ile Amir b. Lüeyy'i geride bı­rakıp geldim. Onlar seninle savaşıp Beytullah'a girmeme engel ola­caklar" dedi. Efendimiz o zaman yanındaki ashabına:

"Haydi bana görüşlerinizi bildirin! Ne dersiniz, şu Kureyş'e yardıma gelenlerin çocukları üzerine yürüyüp onları esir mî ala­lını? Eğer yerlerinde otururlarsa intikamları alınmamış olarak otura gidecekler, yok eğer böyle yapmayıp saldırırlarsa Allah'ın kesip attığı bir cemaat olacaklar. Yoksa doğruca Kabe'ye yönelip de, bize engel olmaya kalkanlarla savaşalım mı dersiniz?" buyur­du. Bunu duyan Hz. Ebû Bekir (r.a): "Allah ve Resulü daha iyi bilir ya, ben derim ki, biz buraya ömre yapmaya geldik, kimse ile savaşma­ya gelmedik. Ama Beytulîah'ı tavaf etmemize engel olmak için kim aramıza engel koymaya kalkarsa onunla savaşırız" dedi. Bunun üzeri­ne Peygamber Efendimiz de: "öyleyse haydin hareket edin" buyurdu.

Zührî sözüne şöyle devam eder:

- Ashab yola koyuldu. Yolun bir bölümü gidildikten sonra Peygam­ber (s.a.v): "Ğamîm mevkiinde Kureyş süvarilerinin başında Halid gözcülük yapıyor, hemen sağ taraftaki yola gidin ki, geldiğinizi gör­mesin" buyurdu ve Kureyş'i korkutmak için harekete geçti. Mira tepe­sine vardığında -ki düşman üzerine oradan inecekti- Efendimizin de­vesi birden diz üstü çöktü. İnsanlar "hal hal (dâh dâh)" diye bağırarak onu tekrar yürütmeye uğraştılarsa da deve gitmemekte ısrar etti. Bunu görenler de: "Efendimizin Kusva adlı devesi serkeşlik ediyor, tembel­lik ediyor" demeye başladı.

Burada bu hadisin Ahmed b. Ziyad yolu ile yapılan rivayetinde Zührî; "söz, Efendimiz: "öyleyse hareket edin" kısmına gelince, Ebû Hüreyre (ra)'tan; "ben ashabı ile müşavere etme hususunda Peygamber (s.a.v) den daha fazla danışan hiç bir kimse görmedim" dediğini anlatır."[14] Misver b.  Muhrame ile  Mervan b.  el-Hakem kendi rivayetlerinde şu ayrıntıya yer verirler: Efendimizin emri ile yola koyulup bir müddet gidince Peygamber (s.a.v); "Kureyş'e ait bir süvari gurubunun başında Halid b. Velid, Gamîm mevkiinde bizi gözetiyor," Burada bu rivayet de Öbür rivayetle aynı anlamda birleşiyor: Ashabın "Kusva serkeşlik ediyor" demesine Peygamber (s.a.v.);   "Kusva

serkeşlik etmemiştir. Zaten onun öyle bir huyu da yok. Lakin, Ebrehe'nin filini yoldan alıkoyan (Allah) onu da alıkoymuştur" buyu­rup sonrada "Nefsim elinde olan zata yemin olsun ki; onlar benden kendisi ile Allah'ın haramlarını ta'zim edecek (yani Haram aylarda, Harem mıntıkasında, kan dökmemek için harbi bırakıp sulhu seçecek) bir planın tatbikini isteyecek olurlarsa, bunu kabul ederim" bu­yurdu.

Sonrada devesini mahmuzlayınca deve efendimiz üstünde olduğu halde ayağa fırladı ve dimdik kalktı, yoluna devam ederek Hudeybiye mevkiinin son tarafındaki içinde azıcık bir su birikintisi bulunan bir kaklığa[15] geldi. İnsanlar oradan ancak (avuçlarıyla) azar azar su alabi­liyorlardı. İnsanlar ondan su çekmeye bırakılmıyordu. Efendimize, su­suzluğu haber verdiler. O da hemen ok torbasından bir ok alıp bunu kaklıktaki suyun, içine atmalarını emretti. Vallahi insanlar suya kanıp(susuzluklarmı giderip) oradan ayrıldığında hala su kaynamaya de­vam ediyordu.

İşte Müslümanlar bu işlerle meşgul olup dururken, Huzâa kabile­sinden bir gurup adamla beraber Büdeyl b. Verkâ' çıka geldi. Bunları Peygamberimizin Tihame halkının durumunu kontrolle görevlendirdi­ği bir nevi casus ve ne yapılacağı hususunda (görüp gelerek) nasihat etme durumundaki kimselerdi. Büdeyl: "Yâ Resûlallah! Ben Hudeybiye pınarı başında konaklayan Ka'b b. Lüeyy ile Âmir b. Lüeyy'in yanından geliyorum. Beraberlerinde kendilerinin sütünü içe­cekleri develeri ile çocuklarını emziren kadınları da beraber getirmiş­ler. (Yani uzun süre firar etmeden durabilecek bir hazırlıkları var) on­lar seninle savaşmak ve seni Beytullah'ı Tavaftan menetmek istiyorlar" dedi. Resûlullah (s.a.v);

"Biz kimseyle savaşa gelmedik. Biz sadece Ömre yapmak için gel­dik. Harp'de zaten Kureyş'i iyice zayıflatıp onlara zarar vermiş. Diler­lerse ben onlara bir süre daha tanıyayım da benimle insanların arasın­dan çekilsinler veya insanların girdiği şeye onlarda girmek isterlerse bunu da yapabilirler, öyle yapmazlarsa harb yorgunluğundan dinlenir­ler. Eğer bunu reddedecek olurlarsa, nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki, bu umreyi yapmak için onlarla bu uğurda yanaklarım göv­demden ayrılıncaya, yahut ta Allah emrini icra edene kadar savaşaca­ğım" buyurdu. Büdeyl de:

- Senin bu söylediklerini onlara ulaştıracağım, deyip ayrıldı ve Kureyş'in yanına vararak: "Biz şu Zatın yanından geliyoruz. Onun si­zin hakkınızda verdiği kararı duyduk. Onun dediğini size anlatmamızı dilerseniz bunu yapabiliriz" dedi. Kureyş'in akılsızları: "Bizim, onun hakkında senden herhangi bir şey dinlemeye ihtiyacımız yok" dediler­se de, akıllı kesimi: "haydi duyduklarını anlat!" dediler: O da, "Ben Muhammedi bu konuda şöyle şöyle derken duydum" diyerek Nebî (s.a.v)'in kararını anlattı. Urve b. Mes'ûd es-Sekafî ayağa kalkıp: Ey Topluluk! Siz benim (anam Sübey'a sizden olduğu için) babam sayılmazmısınız?" dedi. "Evet" dediler. O, "ben de sizin oğlunuz sayılmam mı?" deyince, "tabî" dediler. "Peki beni herhangi kötü bir şey­le itham ettiğiniz oldumu?" deyince "hayır" dediler. O, "Ukaz halkı benden yüz çevirdiğinde ben Ukazlıları terkedip ailem, çocuğum ve beni dinleyenleri alıp size geldiğimi bilmiyormusunuz?" deyince yine "tabi" dediler. O zaman Urve "İşte bu adam size fevkalade akıllı bir iş teklif ediyor, bunu kabul edin ve bırakın da onun yanına varıp bir ko­nuşayım" dedi. Kureyş'te "haydi git" dediler. O da gelip Nebî (s.a.v) ile konuştu. Efendimiz ona da Büdeyl'e söylediği sözlere benzer şeyler anlattı. Urve'de: "Ey Muhammed! Ne dersin, sen kendi kavminin kö­künü kazımış olduğunu farz edelim, senden önce hiç kendi kavminin kökünü kazıyan birini Arap topluluğu içinde duydun mu? Yok böyle olmazda sen yenilecek olursan, vallahi, ben senin yanında öyle karışık tipler öyle insanlar görüyorum ki, bunların kesinlikle harpten kaçıp se­ni ortada bırakıvereceklerini sanıyorum" dedi. Bunu duyan Ebû Bekir (r.a) ona:

- Sen Lat putunun ç... yala![16] Biz mi Onun etrafından kaçıp Onu yalnız bırakacağız? Deyince, Urve: "bu da kim?" dedi. Hz. Ebû Be­kir'de "bu Ebû Bekir'dir" dedi. Urve de, "Nefsim elinde olan zata ye­min olsun ki, daha önce yaptığın bir ihsan halâ yanımda olup da daha Ödemediğim için sana bu konuda hâla borçlu olmasaydım, sana kesin­likle ne cevap vereceğimi iyi bilirdim" dedi. Sonra Nebi (s.a.v) ile ko­nuşmaya başladı. Her hitabında Efendimizin sakalını eliyle tutup ok­şuyordu. Muğira b. Şu'be (r.a) ise Peygamber (s.a.v)'in başucunda e-linde kılıç, başında miğfer, dikilmiş duruyordu. Urve, Peygamberin sakalına elini uzattıkça kılıcın sapını eline vurup; "çek elini" diyordu. Urve; "bu kim?" deyince, Muğîra dediler. O da, "Ah vefasız (tilki), ben senin vefasızlığının peşinde koşup durmazmıydım?" dedi. (Zührî derki) "Muğîra cahiliye döneminde bir toplum ile dostluk kurup sonra onları öldürüp mallarını almış, ardından gelip Müslümanlığa girmişti." İşte Nebî (s.a.v) ona:

İslama girişini kabul ederim, ama bu mala gelince ondan hiçbir şeyle alakam olamaz" bu­yurdu.

Sonra Urve b. Mes'ûd, Nebi (s.a.v)'in ashabının davranışına baktı. Vallahi Resûlullah (s.a.v) aksırıp tükürünce mutlaka ashabından biri­nin eline düşüyor oda onu yüzüne ve derisine sürüyordu. Onlara bir şey emredince derhal onu yapmaya koşuyorlar, abdest aldığında abdest suyundan alabilmek için nerdeyse birbirini çiğnercesine hareket edi­yorlar, O konuşunca ashabı hemen seslerini indiriyor, O'na büyük say­gı duydukları için O'nun yüzüne dikkatlice göz gezdirmiyorlardı. Urve bunları görüp arkadaşlarının yanına vardı ve onlara:

- "Ey Kavmim! Vallahi ben krallara elçi olarak gittim, Bizans im­paratoruna, İran Kisrasma ve Habeş Necâşî'sine de elçi olarak gönde­rildim. Vallahi şimdiye kadar Muhammed'in ashabının Muhammedi ululadığı tarzda, etbaı kendini bu tarz ululayan hiçbir melik görmedim. Vallahi Muhammed aksırıp yere tükürmeye koysun, arkadaşları yere düşmeye fırsat komadan o mutlaka birinin eline düşüyor o da bununla yüzüne ve cildini ovuyordu. Onlara bir emir verince hepsi birden yap­maya fırlıyorlar. Abdest aldığında abdest suyundan teberrûk için ala­cağız diye birbirlerini eziyorlar: Konuştumu ashabı onun yanında ses­lerini indiriyordu. Onu ululadıkları için yüzüne dikkatlice bakmıyor­lardı. Şimdi Muhammed size fevkalade ciddi bir plan teklif ediyor, bunu kabul edin" dedi.

Kinâne oğullarından biri de, "müsade edin de bende ona bir gide­yim" deyince topluluk ona da, "haydi var gel" dediler. Bu adam Nebî (s.a.v) ile ashabının göründüğü yere ulaşınca Peygamberimiz (s.a.v):

"Bu falancadır. O, deveye hürmet (ta'zim) eden bir kavimdendir. Ona bir deve yollayın." buyurdu. Ona deve yollandı. Ashab bu zatı Lebbeyk... diye telbiye ya­parak karşıladı. Bu durumu gören Kinane'li: "Sübhanellah, şu topluluğu Beytullaha girmekten alakoymak yakışık almaz" dedi. Arkadaşları­nın yanına döndüğünde: "Ben gerdanlığı takılıp kurbanlık nişanları vu­rulan develer gördüm. Onların Beytuîlaha girmesine engel olunmasını istemiyorum" dedi. Onlardan adı Mikraz b. Hafs olan bir adam kalkıp: "müsade edin bir de ben varıp geleyim" deyince "haydi var gel" dedi­ler. Adam genden görününce Peygamber (s.a.v): jşJâ  "İşte şu gelen Mikraz'dır. O facir bir adamdır." buyurdu. Mikraz gelip Nebî (s.a.v) ile konuşmaya başladı. O konuşmasına de­vam ederken birde, Süheyl b. Amr çıkagelmezmi.... Hadisin burasında ravî Ma'mer b. Raşid derki:

- Bana Eyyûb'u Sahtiyanı, İkrime (r.a)'den naklen, Süheyl gelince Nebi (s.a.v)'in: "artık işiniz kolaylaştı" buyurdu.[17]

Zührî hadisine şöyle devam eder: Süheyl b. Amr gelip: "haydi bir kağıt getirtin de seninle aramızda bir anlaşma metni yaz!" dedi. Efen­dimiz katibi çağırıp ona: "Bismillahirrahmanirrahîm diyerek yaz" buyurunca Süheyl: "vallahi ben "RahmaiTm ne olduğunu bilmiyorum. Lakin sen daha öncede yazdığın gibi, "Bismike allâhümme" diye yaz" dedi. Müslümanlar "Vallahi biz öyle yazmayız. Biz sadece "Bismillahirrahmânir'rahîm" diye yazarız" diye itiraz edince, Nebî (s.a.v): "Haydi, Bismike'l lâhümme, diye yaz" deyip sonrada:

İşte şu metinler Allah'ın Rasûlü Muhammed'in üzerinde hüküm verdiği metindir" deyince Sü­heyl yine:

"Vallahi biz senin Allah'ın Rasûlü olduğunu bilmiş olsaydık zaten seni Beytullah'dan menedip seninle çarpışmazdık." Ama sen "Abdullahoğlu Muhammed diye yaz" dedi. Peygamberimiz de:

"siz yalanlasanızda ben kesin­likle Allah'ın Rasûlüyüm, ama haydi "Abdullah oğlu Muhammed diye yaz" buyurdu.

Zührî derki: Efendimiz (s.a.v)'in bunları kabul etmesinin sebebi, -hadisin başında geçtiği üzere- "Müşrikler kendisi ile Allah'ın haramla­rını (Haram aylar ve harem yerleri) ta'zim edecek birşey için benden bir plan uygulamamı isterlerse onu mutlaka kabul edeceğim" buyur­muş olmasındandır.

Peygamberimiz (s.a.v) ona:

- Tavaf edebilmemiz için Beytullah ile aramızı boşaltmak üzere.....

buyurunca Süheyl, "vallahi bizim bu hakları zorla kabul ettiğimizi ko­nuşamayacak, ancak gelecek sene bu mümkün olabilecek," dedi ve bu madde öyle yazıldı.

Süheyl devamla: "Senin dinine girmiş olsa bile bizden kaçıp sana katılan biri oldumu kesinlikle onu bize geri vermek şartıyla......" de­yince Müslümanlar, "Sübhanallah! Müslüman olarak gelmiş olan biri, müşriklere nasıl geri yollanacak." dediler. Onlar bu konunun münaka­şasını yaparken birde Ebû Cendel b. Süheyl b. Amr b. Yersüf kafirler­den kurtulduktan sonra prangaları ile Mekke'nin aşağısından kaçıp ge­lerek kendini Müslümanların arasına attı. Bunu gören Süheyl: "İşte bi­ze geri verme kararınızı uygulayacağın ilk kişi bu" dedi. Peygamberi­miz de: "Biz henüz anlaşma metnini yazıp bitir­medik ki" buyurunca Süheyl de: "Vallahi o takdirde seninle hiçbir ko­nuda sulh anlaşması yapamayız" dedi. Efendimiz (s.a.v): "Onu bana ücret karşılığı ver" buyurdu. Lakin O, "ben onu sana ücretle veremem" dedi. Efendimiz, "tabî, böyle yapacaksın!" buyurduysa da O "ben ya­pamam" diye dayattı. Mikraz ona itiraz edip, "biz onu ücretle verdik" dedi. Ebû Cendel bu arada: "Ey Müslümanlar! Ben Müslüman olarak gelmişken müşriklere geri verileceğim, Başıma gelen şu belayı görmüyormusunuz? dedi. Ebû Cendel, Allah yolunda gerçekten çok çetin işkence görmüştü.

Ömer (r.a.) derki: Vallahi bu güne gelene kadar Müslüman olalı be­ri İslâm'dan hiç şüphelenmemiştim. Peygamber (s.a.v)'e gelip: "Ya Resûlallah! Sen Allah'ın Nebisi değil misin?" dedim. "Tabî Nebisi-yim" buyurdu. "Biz hak, düşmanlarımız batıl üzere değil mi?" dedim. "Tabi öyle" buyurdu. "Öyleyse dînimiz hakkında şu aşağılık kararı na­sıl kabul ediyoruz: dedim. Efendimiz (s.a.v) de:

"Ben Allah'ın Rasûlüyüm, O'na asî gelecek değilim, O benim yardımcundir" buyurdu. Ben, "Peki sen bize yakında Beytullah'a gelip tavaf edeceğimizi gerçek ola­rak söylemedin miydi?" dedim. Efendimiz, "Evet, ama sana ben, sen Kabe'ye bu sene geleceksin diye haber verdim mi?" buyurunca, ben, "hayır" dedim. Efendimiz, "sen Kabe'ye gidip orayı tavaf edeceksin" buyurdu.

Ömer devamla derki: Ben Ebû Bekre gidip: "Yâ Ebâ Bekr! Şu zat gerçekten Allah'ın Nebisi değil mi?" dedim. "Tabi Nebisi" dedi. Ben, "biz hak üzere, düşmanlarımız batıl üzere değil mi?" dedim de, "O" tabi öyle" dedi. Ben, "öyleyse dinimiz hakkındaki şu aşağılık hükmü nasıl kabul ederiz" dedim. Ebû Bekir: "Bana bak herif! O, Allah'ın Rasûlüdür, Allah'a asi gelmez ve Allah onun yardımcısıdır. Ölünceye kadar onun ipine iyi tutun. Vallahi o hak üzeredir." dedi. Ben, "Peki o bize, beyte gelipte tavaf edeceğimizi söylememişmiydi," dedim. Ebû Bekir de, "Evet ama sana Kâbeye bu yıl varacaksın demişmiydi?" de­di. "Hayır" dedim. Ebû Bekir; "Sen kesinlikle Kâ'beye gidip orayı ta­vaf edeceksin" dedi.

Zührî derki: Ömer (r.a) "ben bu aşırılığım için bir takım ameller iş­ledim" derdi.

Anlaşma metni yazıldıktan sonra Peygamber (s.a.v):

"Kalkıp kurbanlarınızı kesip, sonra tıraşınızı olun" buyurdu. Vallahi Resûlullah sözünü üçkere tekrarlamasına rağ­men onlardan kimse yerinden kalkmadı. Ashabdan hiçbirinin kalkma­dığını gören Nebî (s.a.v) kendisi kalkıp Ümmü Seleme (r.a) validemi­zin -çadırına- girdi ve ona ashabdan gördüğü muameleyi anlattı.

Ümmü Seleme: "Ey Allah'ın Nebisi! Onların seni dinlemesini istiyormusun? Hemen dışarı çık, sonra kimseyle konuşmadan deveni kes, sonra berberini çağırıp seni tıraş etsin." dedi. Efendimiz kalkıp dı­şarı çıktı, kimseyle konuşmadan bunları yaptı. Ashab, Peygamberin böyle yaptığını görünce yerlerinden kalktılar, kurbanlarını kesip bir­birlerini tıraş ederek ihramdan çıktılar. Ashab, Peygamber'e karşı yap­tıkları tutumlarından dolayı öyle bir tasaya düştülerki, birbirlerini kırayazdılar.

Sonra Müslüman kadınlar Peygamber'e geldiler. Allah (c.c.) Mümtehine süresi 10 cu ayeti olan ;

Ey îman edenler! Mü'min hanımlar size muhacir olarak gel­diklerinde onları imtihan edin. Allah îmanlarını daha iyi bilir. Onların mü'min olduklarını bilirseniz onları kafirlere geri yolla-mayın. Artık bunlar o müşriklere helal değildir. Onlarda bunlara helal değildir. Onların bunlara harcadığı -mehir ve benzeri hakla­rını- geri verin. Artık, onlara mihirlerini verdiğinizde onları ni­kahlamanıza size günah yoktur. Kafir kadınlarını tutmayın ve sarfettiğinizi isteyin onlarda sarfettiklerini istesinler." ayetini in­dirdi. O gün Ömer (r.a), şirk döneminde kendine ait olan iki kadını bo-şamış, birisi ile Muâviye, diğeri ile de Safvân b. Ümeyye evlenmiş idi.

Sonra Allah Rasûlü Medine'ye döndü. Kureyşli olup daha önce Müslüman olmuş olan Ebû Basîr denen bir zat, Nebi (s.a.v)'e müşrik­lerden kaçıp geldi. Onlarda bu zatı yakalayıp getirmeleri için iki adam gönderdiler. Bunlar gelip Efendimize:

- Bizzat senin bize yazıp verdiğin anlaşma gereği bu adamları ver" dediler. Efendimiz anlaşmaya uyup Ebû Basîr'ı bu iki kişiye teslim et­ti. Adamlar onu alıp yola çıktılar ve zü'l Huleyfe'ye kadar geldiler. Bi­neklerinden azıklarmdaki hurmaları yemek üzere indiler. Ebû Basîr, adamlardan birine;

- Vallahi ben öyle sanıyorum ki, senin şu kılıcın çok iyi kaliteli bir çelikten ma'mul ve çok keskin, dedi. Diğeri o kılıcı kınından sıyırdı ve:

- Vallahi evet o kesinlikle çok iyi bir kalite, ben onu denedim sonra bir daha denedim, dedi. Ebû Basîr'de ona

- Bana şu kılıcı iyice bir göstersene dedi. Adam göstermek isteyince kılıcı çekip elinden aldı ve adama vurdu vurdu ve öldürdü. Durumu gören diğer müşrik kaçarak Medine'ye geldi ve koşarak mescidin içine girdi ve Nebî (s.a.v)'e: "Vallahi arkadaşım öldürüldü bende öldürüle­ceğim" dedi. Bu sıra Ebû Busîr de girdi ve: "Yâ Nebiyyullah! Allah senin zimmetine düşen vazifeyi ifa etmiştir. Vallahi sen beni onlara vermiş (ve üzerine düşeni yapmış) idin. Sonra Allah, beni onların kılı­cıyla kurtardı." deyince Nebî (s.a.v):

"Vay anasına vay, eğer yanında birisi daha olsa harbin ateşini yakacak" buyurdu. Ebû Bâsîr, Efendimizin bu sözünü duyunca anladı ki, kendisini tekrar onlara verecektir. Hemen Medine'den ayrılıp ta (kızıl deniz kıyısındaki) "Sîyfii'l Bahr" denen yere kadar geldi. Bu arada Ebû Cendel b. Süheyl'de müşriklerin elinden kurtulup Ebû Basîr'a katıldı.

Bu olaydan sonra Müslüman olupta Kureyş'ten ayrılıp gelen herkes doğruca Ebû Basîr'a iltica etmeye başladı ve az sonra orada büyük bir topluluk oluşturdular.

Zührî sözüne şöyle devam eder: Vallahi bunlar Kureyşe ait bir ker­vanın Şam'a ticarete çıktığını duymaya görsünler, derhal yollarını ke­sip onlarla çarpışıyor ve mallarını ele geçiriyorlardi. Bir müddet sonra aciz kalan Kureyşliler, Efendimize sığınıpta onun geri yolladığı kim­selerin kendilerinde güven içinde olacağını bildirerek; "Allah aşkına akrabalık adına...." diye aman dilediler. Nebi (s.a.v) de onların bu iste­ğini kabul ettiğini bildirdi. Bunun üzerine Allah (c.c);

"Size onlara karşı zafer verdirdikten sonra, Mekke vadisinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O dur. Onlar, kâfirlik eden, sizi Mescidi-haram'dan kovan ve kurbanla­rınızın kesilecek yere varmasına engel olanlardır. Eğer, kendile­rini bilmediğiniz mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeden ezerek bir vebal altında kalmayacak olsaydınız. (Allah birbirini­zin ellerine mani olmazdı) Allah dilediklerini rahmetine almak i-çin (böyle yaptı.) Ayrılmış olsalardı onlardan inkar edenlere acıklı bir azab ile cezalandırırdık. Hani o zaman küfredenler, kalblerine asabiyyeti hemde cahîliye taassubunu yerleştirmişler de, Allah da, Rasulüne ve mü'minlere sekînetini indirmiş ve onlara takva keli­mesini gerekli kılmış idi. Zaten onlar bunu hak etmiş ve ona ehil olmuşlardı. Allah her şeyi bilendir." ayetlerini indirdi.(Fetih sûresi ayet 24-25 ve 26)

İşte bu ayetteki Kafirlerin "cahiliyye hamiyyeti" nin aslı şudur: "Mekke müşrikleri, Efendimizin Nebî olduğunu ikrar etmiyor, Bismillahirrahmânirrahîm'i tanımayıp onlarla ölüm arasına geriliyor­lardı." Bu hadisi İmam Buharı "sahîh" inde Abdullah b. Muhammed el-Müsnidî,-Abdürrezzak-Ma'mer isnadıyla baştan sona olanca uzunluğu ile rivayet ediyor.[18]

Kurra, Ebû'z-Zübeyr-Câbir (r.a) isnadıyla Nebî (s.a.v)'in şöyle bu­yurduğunu anlatır:

"Şu tepeye, Mürâr tepesine kim çıkacak olursa İsrail oğullarından kaldırılan günah kendisinden kaldırılacaktır" Bunun üzerine tepeye ilk varan Hazrec oğullarının süvarileri oldu. Sonrada peşlerinden diğer in­sanlar oraya vardı. Resûlullah (s.a.v.) bunun üzerine: "Kızıl devenin sahibi hariç hepiniz af edilmiş durumdasınız" buyurdu. Biz o adama, "haydi gel de Resûlullah seniniçin de istiğfar ediversin" dedik de bize: - Vallahi benim yitik deveyi bulmam sizin arkadaşınızın bana istiğfar edivermesinden daha hayırlıdır, dedi. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[19]

 

Efendimizin Hudeybiye Kuyusunda Duası

 

Ubeydullah b. Mûsâ, İsrâîl-Ebû İshâk eş-Şirazî isnadiyla Berâe (r.a) dan bu konuda şöyle dediğini nakleder:

-Siz Fetih olarak, Mekke fethini fetih sayıyorsunuz. Gerçekten de Mekke fethi gerçekleşmiş bir fetihtir. Biz ise asıl fetih olarak Hudeybiye günü yaptığımız "Rıdvan biatim" fetih saymıştık. Biz o zaman Nebi (s.a.v) ile birlikte olan bin dörtyüz kişi idik. Hudeybiye bir kuyunun adı idi. Biz onun suyunu çekip içinde bir damla bile su bı­rakmadık. Durum Nebi (s.a.v)pe ulaşınca kuyunun yanına geldi ve o-nun ağzını çeviren duvarın üzerine oturdu. Sonra işinde bu kuyunun suyu bulunan bir kap isteyip abdest aldı, mazmaza yapıp dûa etti ve

kalan suyu kuyunun içine döküp kuyudan biraz aralaştı. Sonra kuyu -öyle çoğaldı ki- bizi ve hayvanlarımızı oradan suya kanarak ayırdı. Hadisi Buharı anlatmıştır.[20]

 

Hudeybiye'dekilerin Sayısı

 

İkrime b. Ammâr, İyas b. Seleme'den babası Seleme b.xEkvâ (r.a)'ın şöyle dediğini nakleder:

-Biz bindörtyüz kişilik bir gurub olarak Resûlullah (s.a.v)'le beraber Hudeybiye'ye kadar geldik. Orada sulanmakta olan elli koyun vardı. Resûlullah varıp kuyunun ağzına oturdu. Ya dûa etti veya kuyuya tükrüğünden bırakmıştı ki, kuyu kaynamaya başladı. Kuyu bizi suladı biz de suya kandık. Hadisi Müslim tahric ediyor.[21]

Bekkâî[22] anlatıyor: ibni Ishak derki; bana Zührî, Urve aracılığıyla Misver b. Mahreme ve Mervan b. Hakem'in şöyle anlattığını haber verdiler:

"Resûlullah (s.a.v) Hudeybiye yılı -Ka'beyi ziyaret maksadıyla yola çıktı. Maksadı harbetmek değildi. Beraberinde yetmiş tane deveyi de, hac kurbanı olarak beraberinde şevketti. İnsanlar yediyüz kişi olup her deve on kişinin kurbanı olmuştu." İbni İshak derki:

Halbuki bana ulaşan bilgilere göre Cabir (r.a): "biz Hudeybiye ga-zileri bindörtyüz kişi" diye nakletmiştik.[23]

Sonra İbni İshak, Zührî'den bu haberi baştan sona rivayet eder. Bu rivayette birçok garîb ifadeler yer almaktadır ki, şu bunlardan biridir:

- Urve b. Mes'ûd, Peygamber (s.a.v) ile konuşmaya başladı. Muğîre (r.a)'de Efendimizin başucunda zırhlara bürünmüş olarak dikiliyordu. Urve konuşurken elini Efendimizin sakalına uzattıkça Muğire onun e-line vuruyor ve, "sana ulaşmadığı sürece, sen elini Resûlullah'ın saka­lından çek" diyordu. Urve de, "Yazık sana, ne kadar sert, ne kadar ka­tısın" diyordu. Rasûlü-Ekrem gülümseyince, Urve:"Yâ Muhammedi bu da kim?" diye sordu. O da, "bu, kardeşiyin oğlu Muğîre b. Şu'be'dir" buyurdu. Bunu duyan Urve: "bre hilebaz, ben senin günahını daha dün yıkayıp temizleyebildim" dedi.

İbni Hişâm bunu nakledip, burada konuya şu açıklığı getirir: "Urve, bu "bre hilebaz..." demesi ile şunu kasdediyordu. Muğîra (r.a) Müslü­man olmadan önce sakif kabilesinin Malik oğulları boyundan on üç kişiyi öldürmüştü. Bu yüzden Ölünün boyu Malik oğulları ile Muğîra'nın boyu El-Ahlaf arasında kavga büyümüştü. Urve b. Mes'ût ölülerin yerine on üç diyet ödemiş ve sulh yapılmış idi.[24]

İbnü Lehî'a anlatıyor: Bize Ebû'l Esved, Urve b. Zübeyr'in şöyle de­diğini anlattı:

- Mekke'li Kureyşî'ler yola çıkıp Beldah vadisine ve oradaki kuyu başlarına Peygamber (s.a.v)'den önce geldiler ve konakladılar. Resûlullah (s.a.v) müşriklerin kendinden önce geldiğini görünce, Hudeybiye'de konakladı. Çok sıcak bir mevsim olup orada sadece bir kuyu vardı. Çok oldukları için topluluk susuzluktan korktular. Su çekmek için birkaç kişi kuyuya indiler. Resûlullah (s.a.v) içinde su olan bir kova isteyip ondan abdest alıp, ağzına su alarak mazmaza ya­parak bunu kovaya püskürdü ve kovanın kuyuya boşaltılmasını em­retti. Sonra ok kuburundan bir ok çıkarıp onu kuyuya attı ve Allah'a dûa etti. Kuyu su ile dolmaya başladı, öyle yükseldi ki, kuyudan elleriyle bile su almaya başladılar. Kuyunun ağzına çepeçevre oturmuşlardı.[25]

İbni İshak Zührî'den naklediyor: Efendimiz Medine'den yola çıkıp Usfan denen yere geldiğinde Bişr b, Süfyân rastgeldi ve "Ya Resûlallah! İşte Kureyş şu tarafta, gelişinden haberleri var, genç de­velerle ve çocuklarla ve kaplan derisinden zırhlar giyinerek geliyorlar. Zî Tuvâ'da konakladılar ve seni oraya sokmayacaklarına yemin ettiler. Halid b. Velîd'de süvarilerinin komutanı. Onları Kur'âı'l Ğamîm'e ka­dar getirdi" dedi. Efendimiz de.

"Kureyş'e yazık oldu. Harb onları yedi bitirdi. Ne olurdu be­nimle diğer arablarm arasından çekilselerdi. Eğer onlar beni yenerse bu diğer arablarm arzu ettiği birşey olurdu. Ama Allah bana zafer verirse güruh güruh İslama girerler. Vallahi Allah yo­lunda şu baş şuradan ayrılana kadar yada zafer elde edene kadar çarpışacağım." buyurdu. Sonra: "Bizi Kureyş'in geldiği yoldan başka bir yol ile götürecek kim vardır" buyurdu.[26]

İbni İshak arılatıyor: Bana Abdullah b. Ebî Bekr haber verdi ki, Eşlem kabilesinden adamın birisi Efendimizin bu isteği üzerine, "Ya Resûlullah! Ben yol gösteririm" dedi.[27] Onları oradan alıp dağ kovukları arasında taşlık, kayalık bir cılga'dan[28] götürdü. Bu yol ayrıl­dıkları yola göre çok kötü olduğundan Müslümanlara çok meşakkatli geldi. Vadi'nin bittiği yerde yumşak arazili bir yere geldiler. Resûluîlah (s.a.v) oraya varınca ashabına:

"Haydî "Allah'a istiğfar eder ve ona tevbe ederiz" deyin" bu­yurdu. Onlarda "Estağfırullahe'l azîme ve netûbû ileyh" dediler. Efendimiz de; "İşte İsrail oğullarına teklif edilipte söylemedikleri (Kur'an'daki) "Hıtta" bu idi" buyurdu.[29]

Abdü'I Melik b. Hişam (ibni îshak'tan naklen)[30] şöyle anlatır: Resûlullah (s.a.v);

"Mihsan (İbni Hişâm'da El-Hamş) sırtları arasındaki sizi Mekke'nin aşağı tarafında Hudeybiye konaklama yeri olan Seniyyelü'l Mûrûr'a götürecek olan sağ yola sapın" buyurdu. Kureyşliler Müslüman atları­nın çıkardığı toz bulutunu görünce yollarını değiştirip Kureyş'in bulunduğu yere geri döndüler.[31]

Şu'be ve diğerleri Husayn aracılığıyla Salim b. Ebî'l Ca'd'ın şöyle dediğini naklederler: Ben Cabir (r.a)'a, "Hudeybiye bîatında kaç kişiy­diniz" diye sordum. O da: "Biz bin beşyüz kişiydik." deyip oradaki su­suzluklarını da şöyle anlattı: Resûlullah'a bir kab içinde su getirildi. Elini kabın içine koydu. Su, sanki kaynakmışcasına parmakları arasın­dan kaynamaya başladı. Biz sudan içtik, kullandık, hepimize yetti. Yüzbin kişi olsak yine bize kafi gelecekti.

Buharî bu haberi başka bir yol ile Husayn'dan nakleder.[32]

Ebû Avâne, El-Esved b. Kays-Nübeyh el-Anezî isnadıyla Câbir b. Abdullah (r.a)'m şöyle dediğini rivayet eder:

- Resûlullah (s.a.v) ile Evs kabilesine bir gazaya çıkmıştık. O gün dörtyüz kişiydik. Namaz vakti girdiğinde Resûlullah (s.a.v): "Toplu­lukta abdest alacak kabı olan yokmu?" buyurdu. Adamın biri koşup i-çinde azıcık su bulunan bir kab getirdi. Toplulukta bundan başka hiç su yoktu. Resûlullah (s.a.v) bu suyu bir bardağa boşalttı sonra bununla abdest aldı. Sonra bardağı bırakıp oradan geri çekildi. Bu kere insanlar (Efendimizin el sürdüğü bir şeye el sürüp bereketlenmek için) kadehe saldırıp "elinizi sürün" diyorlardı. Ashabının bu sözlerini duyduğu zaman Resûlullah (s.a.v) "ağır davranın!" buyurup sonra elini bu ka­dehteki suya daldırdı ve "Sübhanallah" deyip ashabına da: "Abdesti güzelce alın" buyurdu. Cabir derki: "Gözlerime körlük vererek beni imtihan eden zata yemin ederim ki, ben suyun pınarını Resûlullahın parmakları arasından kaynayan pınarı gördüm. Ashabın hepsi abdest alana kadar elini çekmedi." Bu hadisi Müsedded, Ebû Avane'den nak­lediyor.[33]

İkrime b. Ammar el-Iclî, İyâs b. Seleme yoluyla babası Seleme (r.a)'dan şöyle nakleder:

- Resûlullah (s.a.v) ile beraber bir gazaya çıkmıştık. Yolda öyle bir kıtlığa yakalandık ki, bindiğimiz develerden birini kesmek bile aklı­mızdan geçti. Resûlullah emir verdi de, biz azık kablarımızı topladık ve Efendimizin önüne deriden bir sofra serdik. Yolcuların azıkları bu sofrada toplandı. Ben bu toplananları sizin için tahminleyeyim diye boyumu uzattım. Onu tahminen ölçtüm. O, bir oğlağın diz üstü çök­müş hali kadar bir yiyecek olmuştu. Biz ise bindörtyüz kişiydik. Buna rağmen hepimiz yiyip doyduğumuz gibi kalanını da torbalarımıza dol­durduk. Sonra Nebî (s.a.v); "Abdest alacak bir kab var mı?" buyurunca adamın biri içinde bir kaç damla su bulunan bir matara getirdi. Efen-

dimiz bunu bir kupaya boşalttı. Hepimiz bu sudan hem de bol bol ala­rak abdest aldık. Biz bin dörtyüz kişiydik. Bizden sonra sekiz kişi da­ha geldi ve "abdest alacak suyumuz varmı?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v) de, "Abdest tamam oldu" buyurdu. Bu hadisi Müslim rivayet ediyor.[34]

Musa b. Ukbe, İbni Şihab-ı Zührî aracılığıyla İbni Abbas (r.a)'dan şöyle dediğini nakleder: Resûlullah (s.a.v), Hudeybiye'den geriye dönmek üzere hareket ettiğinde, Ashabından binleri gelip onunla ko­nuştular ve; "Ya Resûlallah! Kıtlıktan tükendik, insanların kiminde binek değil yük develeri var. Ondan birini kessen olmaz mı?" dediler. Ömer (r.a)'de: "Ya Resûlallah öyle yapma! Çünkü insanlarda binek devesinden fazla sayıda bulunması daha iyidir" dedi. Nebi (s.a.v) de:

"Haydi sofralarınızı ve habalarmızı yere yayın" buyurdu. Onlar da öyle yaptılar. Sonra Efendimiz "kimin ya­nında fazladan azık ve yemek varsa getirsin sofraya sersin" buyurdu. Onlara dûâ etti, sonra da: "haydi kaplarınızı getirin" buyurdu. Onlarda Allah'ın dilediği kadarını aldılar.

Bu hadisi Musa b. Ukbe'ye NâiT b. Cübeyr anlatmıştır.[35]

Yahya b. Süleym et-Tâifî, Abdullah b. Osman b. Hüseym -Ebû't-Tufeyl isnadıyla Abdullah b. Abbas (r.a)'dan şöyle nakleder:

- Resûlullah (s.a.v) Kureyşlilerle sulh yapmak üzere Merri-Zahrân denen yerde konakladığında ashabı kendisine: "Ya Resûlallah! Şu yük develerimizden bir kısmını kesmeye müsaade etseniz de, etini yiyip yağını kullansak, çorbasını pişirip içsek, yarın onların üzerine yürüdü­ğümüz zaman biz tam rahatlamış olarak saldırırdık" dediler. Nebi (s.a.v) de:

"Hayır! Lakin bana azığınızdan artanları getirin" buyurdu. Bir sofra serip azıkların fazlasını üstüne boşalttılar. Resûlullah onlara bereket duası yaptı. Onlar tokluktan mideleri şişene kadar yiyip, sonra da bu­nun artanlarını dürüp azık kablarına koydular.[36]

İmam Mâlik, İshak b. Abdillah b. Ebî Talha aracılığıyla Enes (r.a)'ın şöyle dediğini anlatıyor: Bir ikindi namazı girdiği vakit ashabın abdest için su arayıp bulamadıkları bir sıra Resûlullah (s.a.v)'i gördüm. Kendisine bir abdest kabı getirildi. Resûlullah (s.a.v) elini bu kaba ko­yarak insanlara bundan abdest almasını emretti. Ben, parmaklarının arasından suyun pınar gibi kaynadığını gördüm. İnsanlar en sonuncusuda bitirene kadar ondan abdestlendiler. Bu hadisi Buharî ve Müslim Rivayet etmiştir.[37]

Hammad b. Zeyd, Sabit el-Bünanî aracılığıyla Enes (r.a)'dan nakle­diyor:

- Nebi (s.a.v) bir su istemişti. Kendisine geniş çeperli bir bardak ge­tirildi. İnsanlar ondan abdest almaya başladılar. Bende ondan abdest alanların sayısını yetmiş ilâ seksen kişi olarak tahmin ettim. Suya ba­kıyordum hala O'nun parmakları arasında kaynamaktaydı.

Bu da Müttefekun'aleyh bir hadistir.[38]

Abdullah b. Bekr es-Sehmî, Humeyd et-Tavîl aracılığıyla Enes (r.a)'ın:

- Namaz vakti girmiş ve evi yakın olanlar abdestlenmek için ailele­rine gitmişler, mescitte de bir kısım insanlar kalmıştı. Peygamberimize taştan oyma leğen gibi içinde su bulunan bir tekne getirdiler. Teknenin ağzı Efendimizin içinde elini açıp yıkamasına bile dar geliyordu. Buna rağmen hepside abdestlenebildiler. Biz Enes'e "Onlar kaç kişiydi?" di­ye sorunca, Enes (r.a); "Seksenden fazlası vardı" dedi.

Hadisi Buharî nakledip, "Onların o sıra Küba'da olduğunu da behrtmıştir.[39]

İbnü Ebî Arûbe, Katâde aracılığıyla Enes (r.a)'den şöyle naklediyor:

-  Nebi (s.a.v), ashabıyla birlikte (Mescide yakın) zevrâ mevkiinde abdest alıyordu. Elini suya koydu, su parmaklan arasından kaynamaya başladı. Hatta hepsi abdest alana kadar kaynama devam etti. Katâde derki; biz Enes'e:

-  "Siz kaç kişiydiniz?" diye sorduk da, üç yüz kişi civarındaydı" di­ye cevap verdi. Bu hadisi böylece Müslim rivayet ettiği gibi Buharî'de bu anlamda nakîetmiştir.[40] Hadiste geçen "Zevrâ" Mescit ile çarşı ara­sında kalır.[41]

Ebû Ubeyd'ür-Rahman el-Mukrî anlatıyor: Bize Abdürrahman b. Ziyâd-Ziyad b. Nuaym el-Hadramî'den nakletti ki, O, Efendimiz (s.a.v)'in arkadaşı olan Ziyâd b. el-Haris Es-Sadâî'yi şöyle konuşurken işitmiş: "Resûlullaha (s.a.v) gelip, İslâm üzre O'na biat ettim. Bu ara duydum ki, Efendimiz benim kavmime asker yollamış. "Yâ Rasülellah! Orduyu geri çevir, onların İslâmlığına ve sana itaatına ke­filim" dedim. Resûlullah da birini yolladı. Bende bu adamla kavmime bir mektup yazıp gelmelerini bildirdim. Kavmim elçi gönderip Müs­lüman olduklarını ilan ettiler. Resûlullah bana;

"Ey Sudâ'lıların kardeşi, sen milletinin arasında sözüne itaat olunan birisisin" buyurdu. Ben de "Allah(cc) onlara hidayet etti" dedim. "On­lara emir olmak istemlisin?" buyurunca "evet" dedim ve buna dair bir vesika yazıverdi. Sadaka hususunuda söyledim onun içinde yazılı bir belge verdi. Bu onun bir seferinde olmuştu.

Bir yerde konaklamış yanına oranın halkı gelip, valilerini "bizi tâ cahiliye. döneminde bizimle kendi arasındaki bir olay sebebiyle ceza­landırdı" diye şikayet ettiler. Nebî (s.a.v) "Böylemi yaptı" deyince "e-vet" dediler. Nebi (s.a.v) ashabına dönerek;

"Mü'min kişiye emirlikte hayır yoktur" buyurdu.

Sonra bir başkası geldi ve: "Bana biraz mal ver" dedi. Efendimiz (s.a.v) ona:

"Bir kişi ihtiyacı olmadığı, zengin olduğu halde insanlardan bir şey isterse, bu, başta bir ağrı, midede bir dert demektir.1' buyurdu. Adam da, "bana sadaka malından ver" deyince Efendimiz (s.a.v): "Al­lah sadaka malı hususunda hiçbir Peygamberin, hiçbir kimsenin hükmünü kabul etmemiş bu konuda sadece kendi hüküm verip, onu sekiz sınıf arasında taksim etmiştir. Eğer sen bu sınıflardan biriysen senin hakkını vereyim." buyurunca, içime bir sıkıntı girdi. Zira ben de sadakadan istemiş idim. Oysa ben zengin idim.

Sonra Efendimiz gecenin başında yola çıktı. Bende ona yoldaş ol­dum. Güçlüydüm. Ashab yolda yavaşlayıp geri kaldılar. Yanında ben­den başka kimse kalmadı. Sabah namazı girince emretti ve ezan oku­dum. "Kamet edeyim mi?" diye sormaya başladım, O da şarka fecre bakıyor ve "hayır şafak ağarmadan olmaz" buyurdu. Fecir doğunca gi­dip tuvalet ihtiyacını giderdi. Bu arada Ashabı da gelmişlerdi. Bana, "Ey Sudâ'lıların kardeşi suyun var mı?" buyurunca, "hayır ama yetmiyecek mikdarda az birşey var" dedim. "Onu bir kaba koy gel" buyurdu. Suyu getirdim. Elini suya daldırdı, ben suyun parmakları ara­sında kaynadığını gördüm.

Resûlullah (s.a.v) bana:

"Eğer Rabbimden utanmasaydım kesinlikle su verecek ve bir­de su istemeye devam edecektik. Haydi ashabın arasında "suya ih­tiyacı olan varmı?" diye seslen" buyurdu. Ben ilan edince isteyen gelip su aldı. Sonra Efendimiz namaza kalktı. Bilal kamet getirmek is­teyince: Suda'lı kardeş ezanı oku­muştu. Ezanı kim okursa kameti de o getirecektir" buyurdu. Ben kamet getirdim. Namaz bitince aldığım iki mektubu geri verdim. Ba­na, "ne oldu?" deyince, "Emirlik ve isteme konusundaki durumu" an­lattım. Efendimiz de "bu böyledir. Dilersen emir ol, dilersen olma" buyurdu. Bende olmadım.

Bana "Onlara vali olacak birini tavsiye et" buyurunca birini salık verdim. Onu bize emir yaptı. Sonra biz; "Ya Resûlallah! Bizim, kışın suyu çoğalıp bize yeten, yazın ise azalan bir kuyumuz var. Biz yazın çevre kuyulara giderdik. Şimdi Müslüman olduk ve etrafımız düşman dolu. Bizim kuyunun bereketlenmesi için Allah'a dûa etsen de, suyu bize yetse, bizde etrafında toplanıp dağılmasak" dedik. Efendimiz yedi aded çakıl isteyip, avucuyla ovaladı onlara dûa okuyup üfledi sonra da:

"bu çakılları alıp götürünüz. Kuyuya varınca onları teker teker içine atıp "bismillah" deyin" buyurdu.[42]

Lakin buradaki ravî Abdürrahman b. Ziyâd b. En'am el-Efrıkî za­yıftır.[43]

Bu hadisler Efendimizin eliyle suyun birkaç kere bereketlendiğini göstermektedir.

İsrâîl de, Mansûr -İbrahim Nehâî- Alkame isnadıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a)'dan şöyle dediğini rivayet ediyor:

- Siz ibret ayetlerini azab sayıyorsunuz. Biz ise onu Resûlullah za­manında bereket sayıyorduk. Peygamber (s.a.v) ile birlikte yemek yi­yorduk ve biz yemeklerin teşbih edişini duyuyorduk. Nebî (s.a.v)'e bir kap getirildi. Su parmaklan arasında coşmaya başladı. Nebî (s.a.v):

"Haydin şu mübarek suya buyurun. Bereket semadandır" buyurdu. Hepimiz ondan abdest al­dık.

Bu hadisi Buharı rivayet etmiştir.[44]

Ebû Küdeyne, Atâ b. Es-Sâib- Ebû'd-Duhâ isnadıyla Abdullah b. Abbâs (r.a)'ın şöyle anlattığını rivayet ediyor:

- Nebî (s.a.v)'e bir su kabı getirildi. Efendimiz elini su kabının ağ­zına koyup parmaklarını açtı. Suyun parmakları arasından suyun kay­nadığını gördüm. Bilal'e insanlar arasında "haydin mübarek abdest su­yuna!" diye dellal etmesini emretti. Bu hadisin isnadı iyidir.[45]

 

Hz. Osman'ın Mekke'ye Gönderilişi

 

İbnû Lehîa, Ebû'l Esved aracılığıyla Urve b. Zübeyr'den Peygamber (s.a.v)'in Hudeybiye de konaklaması hususunda şunları dediğini nak­leder:

- Kureyş, Peygamber (s.a.v)'in onların üzerine gelmesinden müthiş bir paniğe kapılıp şaşmışlardı. Nebî (s.a.v) de onlara kendi ashabından birini yollamak istedi ve onlara gitmesi için Ömer'i huzuruna çağırttı. Ömer de:"Ya Resûlallah! Ben onlara güvenemiyorum. Zîra bana iş­kence yapılırsa, benim için Mekke'de Ka'boğullarından müdafa edecek kimse yok. Osmanı yollasan. Zîra onun akrabaları hep Mekke'dedir, hemde istediğin şeyi onlara en iyi o ulaştırır" dedi. Efendimiz uygun görüp Osman'ı çağırdı ve onu Kureyşe yolladı ve Osmana da:

"Onlara, bizim kendilerine savaş açmak için gelmediğimizi, sadece Ömre yapmaya geldiğimizi bildir ve onları İslâm dinine da'vet et" buyurup, yine Osman'a;

"Mekke'ye varınca orada Müslüman olan kadın ve erkeklerin ya­nına gidip onlara fetih müjdesi verip, Allah'ın dinini Mekke'de yakında açığa çıkarıp imanın orada gizlenmesine gerek kalmayacağını haber vermesini"   tenbih   etti.   Hz.   Osman  yola  çıkıp  Beldah'a  varınca Kureyşlilere rastladı. Osman'a "nereye?" dediler. O da, "Sizi Allah'a ve İslâm'a davet etmem, için beni size Resûlullah (s.a.v) yolladı. Ve size "bizim harb için değil ömre için geldiğimizi haber vermemi söyledi" diyerek Efendimizin emrettiği şekilde onları Allah'a da'vet etti. Kureyşliler Hz. Osman'a;

- Ne dediğini duyduk. İhtiyacın neyse gör, dediler. Ebân b. Saîd b. Âs ona ayağa kalktı, onu selamlayıp yer gösterdi, atını eğerleyerek, Osman'ı ona bindirip onu kendi koruması altına aldığını ilan etti. Ebân, Osman'ın terekesine binerek Mekke'ye kadar geldiler.

Ondan sonra Kureyşliler Bûdeyl b. Verkâ el-Huzâî'yi Efendimizle görüşmeye gönderdiler. Sonra Urve b. Mes'ûd es-Sekafî geldi.

Urve burada Efendimizle Urve arasındaki konuşmayı, ondan sonra Urve'nin gidip "bunlar ömreye gelmiş" dediğini, onların Süheyl b. Amr, Huveytıb ve Mikraz'ı sulh görüşmesine yolladıklarını iki tara­fında artık birbirlerine güvenmeye başlayıp sulhun yaklaştığını baştan sona anlatıp sözüne şöyle devam eder:

-  İşte onlar bu görüşmeleri yaparken Müslümanlardan bir gurup müşriklerin içinde bulundukları esnada iki gurubdan birine mensub bir adam diğer taraftaki bir adama ok attı. Birden bire iş savaşa donuverdi ve birbirlerine ok ve taş yağdırdılar. İki gurup birbirine bağırıp içle­rinde bulunan karşı tarafın adamlarını rehin alıverdiler. Müslümanlar Süheyl b. Amr ve diğerlerini; müşriklerde Osman ve diğerlerini rehin aldılar.

Resûlullah (s.a.v) adamlarını Bîat etmeye çağırdı. Efendimizin dellâh;

"Dikkât dikkât! Cebrail Peygamberimize gelip biat etmemizi emretmiştir. Allah'ın adıyla çıkıp bîat edin" diye bağırdı. Müslümanlar fırlayarak o esnada oradaki ağacın altında bulunan Resûlullah'ın yanına gelip "asla harptan kaçmamak üzere" biat ettiler.

Allah (cc) Kureyş'e korku saldı. Rehin aldıklarım gönderip sulh is­tediler. Urve burada sulhun şeklini ve ihramdan çıkışlarını anlatarak şöyle devam eder:

- Hudeybiye'deyken Müslümanlar, Osman (r.a) yanlarına gelmeden önce, "Osman aramızdan kurtulup Beytullah'a varıp ömre tavafını yap­tı" dediler. Efendimiz onlara;

"biz burada mahsur bir haldeyken onun Beytullah'ı tavaf edeceğini sanmam" buyurdu. Ashab, "o kurtulmuş iken tavaf etmesine mani ne­dir? Ey Allah'ın Rasûlü?" deyince Efendimiz (s.a.v):

"Bu benim onun hakkındaki kanaatim. O bizimle birlikte tavaf e-dene kadar yalnızca tavaf etmeyecektir" buyurdu.

Daha sonra Osman (r.a) onların yanma döndü. Müslümanlar, "Yâ Ebâ Abdillah! Beytullahı tavaf yapmakla muradına erdinmi?" dedikle­rinde O, "Hakkımda ne kötü tahminde bulundunuz. Nefsim elinde o-Ian Allah'a yemin ederimki, Allah Rasûlü burada Hudeybiye'de bulu­nurken ben Mekke'de bir yıl eğleşsem bile Resûlullah onu tavaf etme­dikçe tavaf etmezdim. Kureyş beni Beytullahı tavafa davet etti ama ben reddettim" diye cevab verdi.[46]

Bekkâî İbni İshak'tan naklediyor: Bana Abdullah b. Ebî Bekr'in an­lattığına göre; "Osman (r.a)'m öldürüldüğü haberi kendisine ulaştığı zaman Resûlullah(s.a.v.);

"Şu herifleri tepelemeden buradan ayrılmayacağız" buyurarak as­habı bîat'a çağırdı. Bu Rıdvan bîatı, oradaki ağacın altında gerçekleşti. İnsanlar; "Resûlullah onlardan ölüm üzere bîat aldı" derken Câbir (r.a) ise, "O bizden ölüm üzere biat almadı, lakin biz harpten kaçmayaca­ğımız sözüyle biat ettik" demektedir.[47]

Yunus b. Bükeyr İbni İshak'tan naklediyor: Bana Osman (r.a)'ın sü­lalesinden biri haber verdi ki; Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz bir elini öbürüne vurdu ve:

Eğer sağ ise şu benim, şu da Osman'ın için" buyurdu. Sonra bu ö-lüm haberinin asılsız olduğu anlaşıldı, Osman da geri geldi. Benü seleme'nin kardeşi Ced b. Kays dışında Nebi (s.a.v)'e biat etmekten ge­ri kalan kimse olmadı.

Câbir derki: Sanki hala ben, onun Efendimizin devesinin koltuğuna yapışmışcasına insanlardan saklanmaya çalıştığını görür gibiyim.[48]

Hasan b. Bişr el-Becelî anlatıyor: Bana Hakem b. Abdülmelik, (ki Nesâî'nin dediği gibi[49] kavi bir ravi olmayıp zayıftır) Katâde yoluyla Enes (r.a)rın şöyle dediğini anlattı:

-  Efendimiz ashabına Rıdvan bîatmı emrettiğinde Osman (r.a), Efendimiz (s.a.v) tarafından Mekke'ye gönderilmiş bulunuyordu. İn­sanlar biatini ikmal edince Nebi (s.a.v):

Osman şüphesiz Allah ve Rasûlünün ihtiyacını görmek için yoktur." buyurup sonra bir elini diğeri üzerine koyup biat almış oldu. Tabi böylece Resûlullah (s.a.v)'in Osman adına koyduğu el, insanların kendi yerine koydukları kendi el­lerinden daha hayırlı idi.

Süfyan b. Uyeyne derki: Bize Ebû'z-Zübeyr, Câbir (r.a)'ı şöyle der­ken duyduğunu anlattı: "Resûlullah (s.a.v) insanları bîata daVet ettiği zaman, bizden El-Ced b. Kays denen adamı devesinin ön ayaklan ara­sına gizlenmiş olarak bulduk.

Hadisi Müslim, İbnü Cüreyc aracılığıyla Ebû'z-Zübeyr'den nakle­der. Yine aynı isnad ile Cabir (r.a) derki:

-  Biz Hudeybiye'de Peygamberimize ölüm üzerine değil, ama harp meydanından firar etmeyeceğimize dair verdiğimiz sözle biat ettik.

Müslim bu hadisi Ebû Bekr İbni Ebî Şeybe aracılığıyla Süfyan b. Uyeyne'den naklederken, aynı yerde yine bunu El-Leys yolu ile Ebûz-Zübeyr'den nakleder. Bu rivayette Cabir (r.a), "Efendimize bîat ettik.

Ömer (r.a) Onun elini ağacın altında yani Semura ağacımn altında tu­tuyordu" demektedir.[50]

Halid el-Hazzâ1, Hakem b. Abdülah el-A'rac aracılığıyla Ma'kıl b. Yesâr (r.a)'ın şöyle dediğini nakleder: "Ben o ağacın altındaki bîat gü­nünü hala gözümün önüne getirebiliyorum. Peygamber (s.a.v) insanla­rın biatini alıyordu bende değmesin diye Efendimizin başının üstün­deki ağacın bir dalını kaldırıyordum. O gün bindörtyüz kişiydik. Ölü­müne biat etmedik ama firar etmemeye biat ettik." Hadisi Müslim naklediyor.[51]

Süfyan b. Uyeyne, îbnü Ebî Halid aracılığıyla-Şa'bî'nin: "Nebî (s.a.v) insanları Bîat'a çağırdığında yanına ilk varan Ebû Sinan el-Esedî olmuştu. Ebû Sinan, "uzat elini de sana bîat edeyim" deyince Nebi (s.a.v) "Bana ne üzere bîat edeceksin?" buyur­du. O da, "senin içinden geçen şeye göre" dedi" diyerek anlattığını bil­dirir.[52]

Mekkî b. İbrahim ile Ebû Asım (metin bununkidir), Zeyd b. Ebû Ubeyd aracılığıyla Seleme b. Ekva1 (r.a)'dan şöyle naklederler:

- Hudeybiye günü Rasûl-ü Ekrem'e bîat ettim. Sonra ağacın gölge­sine dönüp oturdum. Biati yapanlar artık azalıncaNebi (s.a.v): "Yâ Se­leme bîat etmeyecekmisin?" buyurdu. Ben, "Ben biatimi yaptım Ya Resûlallah" dedim. "Haydi gelde bir daha biat et" buyurdu. Gidip ikin­ci kez bîat ettim. Zeyd der ki, Seleme'ye, "Siz o gün ne üzerine bîat e-diyordunuz?" diye sordum da bana, "ölüm üzerine" diye cevap verdi.

Hadisi Buharî ve Müslim rivayet ediyorlar.[53]

İkrime b. Ammâr, İyas b. Seleme aracılığıyla babası Seleme b. Ekva'dan Hudeybiye'ye gelişlerini ve yukarda geçenleri aynen naklet­tikten sonra sözüne şöyle devam ettiğini bildirir:

- Sonra Resûlullah (s.a.v) bizi ağacın altında bîat etmeye çağırdı. Ona ilk biat eden insan ben oldum. Sonra peş peşe biata başladılar. İn­sanlar yarı olmuştu ki, Nebi (s.a.v) bana, "Yâ Ebû Seleme! bana biat et" buyurdu. "Ya Resûlallah! Ben sana bîat ettim" dedim. Efendimiz, "aynen bir daha yap" buyurdu.

Resûlullah (s.a.v) beni silahsız olarak görmüş olduğundan bana "Hacefe veya Deraka" denen kalkan yerine geçen bir şey verdi. Sonra biat almaya devam etti. En son adama gelince "Yâ Ebû Seleme biat etmeyecekmisin?" dedi. Ben de: "Yâ Resülellah! ben insanların hem başında hemde ortasında iki defa bîat ettim." deyince, "aynen bir daha et" buyurdu. Bende ona üçüncü defa bîat ettim. Efendimiz bana: "Yâ Seleme! Sana az önce vermiş olduğum o kalkan nerede?" diye sordu. Ben de, "Bana Amir silahsız olarak rast gelince bunu ona verdim" de­dim. Efendimiz bu sözüme güldü sonra da,

"Sen tıpkı eskiden yaşayan şu adamın: Allah'ım! bana bir dost ver ki, O ba­na benden daha sevgili olsun" sözündeki gibi bir adamsın." buyurdu. Sonra Mekke müşrikleri sulh için bize adam yolladılar. Bizde sulh yaptık ve birbirimize gidip gelmeye başladık. Ben o zaman Talha b. Ubeydillah'ın çırağı olup onun atını sular, tımar edip kaşağılar ve ye­meğinden yerdim. Ailemi ve mallarımı bırakarak Allah ve Rasûlü için hicret etmiştim.

Sulh yapılıpta Mekke'lilerle birbirimize karışınca, ağacın altına ge­lip yerdeki dikenleri temizledim ve gölgesine yaslandım. Yanıma dört tane Mekkeli geldi ve Resûlullah hakkında kötü sözler sarfettiler. Ca­nımı sıktılar, bende öteki ağacın altına taşındım. Onlar da silahlarını ağaca asıp yaslandılar. Onlar daha yatıyorken vadinin aşağı tarafından adamın birisi, "yetişin ey Muhacirler İbnü Züneym öldürüldü!" diye bağırdı. Hemen kılıcımı sıyırdım ve hala uyumakta olan dört kişiye doğru koştum ve silahlarını aldım ve adamları birbirine bağlayarak kontrolüm altına aldım. Sonra onlara: "Muhammed (s.a.v)'in yüzünü mükerrem kılan Allah'a yemin ederim ki, sizden biriniz başını kaldıra­cak olsa gözlerinin bulunduğu yeri (kafasını) koparırım" dedim.

Sonrada onları önüme katarak Resûlullah (s.a.v)'in huzuruna getir­dim. Amcam Âmir (r.a)'da o sırada Able binti Ubeyd oğullarından bir adamı yakalamış ve zırha bürünmüş bir halde önüne katarak getir­mişti. Bu adama Mikraz deniliyordu. Biz bunları getirip Resûlullah'ın yanında durduğumuzda yetmiş müşrik esir alınmıştı. Resûlullah (s.a.v) onlara bakıp Bunları salıverin ki fücurun  ilkide ikinciside onlara ait olsun" buyurdu ve onları af etti. İşte bu­nun üzerine de (Fetih süresindeki:);

"Mekke vadisinde onlara karşı size zafer verdikten sonra, on­ların ellerini sizden çeken, sizin ellerinizi de onlardan çeken O dur" (ayet 24) ayeti inzal olundu.

Haberi Müslim rivayet ediyor.[54]

Hammâd b. Seleme Sabit el-Bünanî aracılığıyla Enes (r.a) dan nak­lediyor:

- Hudeybiye zamanında Mekke ricalinden bir bölük adam Efendi­mize karşı çarpışabilmek için Ten'im dağı tarafından Efendimizin ya­nına kadar gelmişlerdi. Maksatları Efendimizi gafil avlamaktı. Resûlullah (s.a.v) onları kıskıvrak yakaladı, sonrada af etti. Bunun üzerine Allah (c.c):

"Onların ellerini sizden çeken, sizin ellerinizi de onlardan çe­ken (ve harbettirmeden sulh ettiren) O dur" ayeti inzal olundu. Hadisi yine Müslim rivayet etmiştir.[55]

Velîd b. Müslim anlatıyor: Bize Ömer b. Muhammed el-Ömerî, Nafı aracılığıyla Abdullah b. Ömer (r.a)'ın şöyle dediğini anlattı:

- Hudeybiye günü Resûlullah (s.a.v) ile beraber olanlar oradaki a-ğaçların gölgesine dağılmışlardı. Bir de baktık ki, insanlar Peygamber (s.a.v)'in etrafını çeviriyorlar. Babam Ömer bana, "Yâ Abdullah! Şu insanların vaziyeti ne?, bir bak gel" dedi. (Kendini kasdederek) Ab­dullah oraya varınca insanları Bîat ederken buldu. Hemen kendi de bî-at edip sonra Ömer'in yanma gelip durumu haber verdi. Ömer'de çıkıp biatini yaptı.

Bu haberi Buhari'de, Hişâm b. Ammâr aracılığı ile Velîd b. Müs­lim'den nakleder. Derim ki: Aynı haberi Dühaym'da Velid'den naklet-miştir.[56]

Bu bey'ata "Rıdvan" adının verilmesi fetih sûresi 12'nci ayeti olan

"Sana o ağacın altında bîat ettikleri vakit Allah mü'minlerden razı olmuştur, Kalblerinde ki -geçen şeyleri- bildiğinden onlara bir sekînet indirmiş ve yakın bir fethi onlara mükafat olarak ver­miştir" ayetinde geçen "Razı olmuştur" kelimesinden almıştır.

Ebû Avâne, Tarık b. Abdirrahman aracılığıyla Saîd b. Müseyyeb 'den naklediyor:

-O ağacın altında Resûlullah (s.a.v)'e bîat edenler arasında babam da vardı. Bana: "Ertesi yıl hacca giderken Hudeybiye'ye uğradık ama ağacın yeri bize gizlenmişti (biz onun yerini unutup aradıksada bulma imkanımız olmadı)" diye haber verdi. Saîd b. Müseyyeb ağacın yerini bildiğini iddia edenlere, "Eğer o ağacın yeri size belli olmuş ise demek siz Peygamberin arkadaşlarından daha iyi biliyorsunuz!" diye serze­nişte bulundu. Hadisi Buharı ve Müslim rivayet ediyor.[57]

İbni Cürayc anlatıyor: Bana Ebû'z-Zübeyr el-Mekkî, Câbir (r.a)'tan şöyle duyduğunu anlattı: Ümmü-Mübeşşir, Hafsa (r.a)'nın yanında i-ken Resû- lullah (s.a.v)'i şöyle Herken işittiğini haber verdi:

"İnşâallah, O ağaç altında bîat edenlerden hiçbiri Cehenneme girmeyecektir." Bunun üzerine Hz. Hafsa: "Tabi cehenneme girecek­ler, Ya Resûlallah!" dedi. Peygamber (s.a.v)'de onu azarladı. Hafsa (r.a)'da cevaben (Meryem sûresi ayet 7)   

"Sizden O cehenneme uğramayan olmayacak" ayetini okudu. Peygamber (s.a.v) de:

"Sonra -Rabblerine muhalefet etmekten- sakınanları kurtarı­rız, zalimleri de orada diz üstü çökük olarak bırakırız" ayetim okudu. Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.[58]

(Zehebî-kendi rivayeti olarak derki:) Ben Abdü'l Hafız b.Bedrân'a kıraat yolu ile okudum, size "Musa b. Abdi'l Kadir ile Hüseyn b. Ebî Bekr ikilisi Abdü'l evvel b. Isâ -Muhammed b. Mes'ûd- Abdürrahman b. Ebî Şüreyh-Ebu'l-Kasım el-Beğavî isnadıyla hicrî iki yüz yirrni yedi senesinde imlâ yoluyla Leys b. Sa'd'dan o da Ebû'z-Zübeyr el-Mekkî'ni Câbir b. Abdillah (r.a)'dan şöyle dediğini haber verdi" Resûlullah(sav)

"Hudeybiyedeki o ağaç al­tında bîat edenlerden hiç birisi cehennem ateşine girmeyecektir" buyurmuştur. Bu hadisi Nesâî rivayet etmiştir. Kuteybe b. Saîd, Leys-Ebû'z Zübeyr isnadıyla Câbir (r.a)'tan naklediyor: Hâtıb b. Ebî Beltâ'nın kölesi Hâtıb'ı şikayet etmek için Peygamber (s.a.v)'e geldi ve: "Ya Resûlallah! Hâtıb kesinlikle cehenneme girecek" dedi: Pey­gamber (s.a.v) de onu:

"Yalan söylüyorsun, Hatib Cehennem'e girmeyecektir. Çünkü O Bedir harbinde ve Hudeybiye bîatında bulunmuştur." buyurdu.[59]

 

Hudeybiye Sulhunun Yapılışı

 

Yûnus b. Bükeyr, İbn İshâk'tan naklediyor: Bana Zührî, Urve yolu ile, Misver b. Mahrame ve Mervan b. Hakem'in Hudeybiye olayı hak­kında şöyle dediklerim haber verdi:

- Kureyşliler, Süheyl b. Amr'ı çağırıp, "şu adam'a git de onunla sulh yap ama sakın bu sulh anlaşmasında; "Muhammed'in bu yıl Mekke'ye gireceği maddesi" olmasın, bu yıl dönüp gitsin de, arablar:"O bize harble zorla girdi" demesinler" diye tenbih ettiler. Süheyl'de çıkıp Hudeybiyeye geldi. Resûlullah O'nun geldiğini görünce;

"Kureyş bu adamı yolladığına göre demek sulh istiyorlar" de­di. Süheyl, Efendimizin yanına gelince bu mevzuyu aralarında gö­rüştüler. Sonunda şu şartlarla sulh yapıldı:

1- On yıl birbirleriyle savaşmayacaklar.

2- İnsanlar birbirine karşılıklı güven verecekler.

3- Bu yıl hac edilmeden Hudeybiyeden geri dönülecek.

4- Gelecek yıl müşrikler aradan çekilip Mekke'ye Ömre müsadesi verecekler ve orada üç gün eğleşecekler.

5- Oraya giderken Müslümanlar yanlarında sadece yolcu silahı olan kılıç taşıyabilecek oda kınında olmak şartıyla Harem'e girebilecekler.

6-  Ashabdan biri velisinin izni olmadan Mekke'ye kaçar gelirse müşrikler onu geri yollamayacak.

7-  Müşriklerden biri kaçıp Medine'ye gelirse Peygamber onu geri verecek.

8-  Bizimle senin aranda içinde hile ve düzenbazlık olmayan kapalı bir heğbe (saf bir gönül) olacak.

9-  Aramızda ne îslâl nede iğlal olacak.[60] Ravi hadisin gerisini tâ başta geçtiği gibi naklediyor.[61]

Hadiste geçen "El-İslâl" gizli hırsızlık demektir. "Hücum" ve "kılıç sıyırma" anlamına geldiği de söylenir. "El-İğlâl" da hücum ve ihanet anlamındadır.[62]

Şu'be, Ebû İshâk vasıtasıyla Berâe b. Âzıb (r.a)'tan naklediyor: - Resûlullah (s.a.v), Mekke müşrikleriyle sulh yaptığında bu anlaş­mayı "işte bu -vesika- Allah Rasûlü Muhammedin üzerine sulh anlaş­ması yaptığı bir belgedir......." diye başlayan bir metin yazmıştı. Müş­rikler, "Biz senin gerçekten Allah'ın Rasûlü olduğunu bilmiş olsaydık zaten seninle savaşmazdik" diye itiraz etiler. Nebî (s.a.v) de Ali (r.a)'a, "Sen "Resûlullah" kelimesini sil" buyurdu. Lakin Ali "ben silemem" diyerek bu işe yanaşmadı. O zaman bizzat Peygamber (s.a.v) kendi e liyle silip; işte şu metin Abdullahoğlu Muhammed'in üzerinde anlaşma yaptığı metindir...." diye başla­yan anlaşmayı yazdı. Müşrikler Ona orada ancak üç gün kalma, Mek­ke'ye silahla değil ancak içine silah ve eşya konulan torba içinde ol­mak kaydıyla girileceği, şartını öne sürdüler.

Şu'be derki: Ebû İshak'a bu "Cülûbbân'ı-silah silah torbası da ne?" diye sorunca bana, "Kab içindeki kılıç" dedi. Hadisi, Buharı ve Müs­lim rivayet edior.[63]

Hammâd b. Seleme, Sabit el-Bünanî yolu ile Enes (r.a)'tan buna yakın olarak şu bilgiyi verir:

-Hudeybiye'de Resûlullah (s.a.v), müşriklerle sulh ettiğinde, Ali'ye; "Bismillahirrahmâni'r-Rahîm" diye yaz, emrini verince Süheyl b. Amr: "biz, Rahman ve Rahim ne demek bilmiyoruz, sen "bismikellâhüm me" diye yaz" dedi. Nebî (s.a.v) de, Hz. Ali'ye böyle yazmasını söyle­yip "işte bu Allah Rasûlü Muhammed'in üzerine anlaşma yaptığı me­tindir" diye yaz, deyince Süheyl: "biz senin Allah Rasûlü olduğunu bilseydik seni doğrulardık, yalanlamazdık, sen kendinin ve babanın adım yaz" dedi. Nebî (s.a.v) öyle yaz deyip "sizden biri kaçıp geleni size geri vereceğiz. Bizden size kaçıp geleni size bırakacağız" diye yazdırınca ashâb, "Ya Resûlallah, biz bu şartı kabul edeceğiz ha!" de­diler. Efendimiz de: "bizden kaçıpta müşriklere gideni Allah uzak etsin. Onlardan bize gelipte geri gönderdiğimize Allah bir genişlik bir çıkış kapısı verecektir" buyurdu.[64] Hadisi Müslim naklediyor.

Yûnus b. Bükeyr, İbni İshak'tan naklediyor: Bana Yezîd b. Süfyan, Muhammed b. Ka'b'dan şöyle dediğini haber verdi:

- Hudeybiye anlaşmasında Peygamber Efendimizin katibi Hz. Ali idi. Efendimiz, "İşte şu Muhammed b. Abdillah ve Süheyl b. Amr'ın üzerinde anlaştıkları sulh metnidir!" diye yaz buyurdu. Hz. Ali ise du­raklayıp ancak "Allah Rasûlü Muhammed" olarak yazarım, diye di­rendi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v) ona:

"Yaz. Zîra senin verdiğin bir misli de sana verilecektir" buyur­du. O da: "İşte bu Muhammed b. Abdillah'm üzerinde, anlaşma yaptık­ları sulh metnidir" diye yazdı.[65]

Abdü'lazîz b. Siyah, Habi'b b. Ebî Sâbit'ten naklediyor: (Ben Hz. Ali ile Muâviye arasındaki ihtilafta harbin caiz olup olmadığını sor­mak üzere Ebû Vâil lakablı Şakîk b. Seleme'ye geldim.)[66] Ebû Vail şöyle anlattı:

-Biz Sıffeyn harbinde bulunmuştuk. (Allah'ın kitabıyla hükmetmek üzere hakemlik çağrısı yapılınca -oradaki Hz. Ali taraftarı- birisi, "şu Allah'ın kitabına aralarında hükm olunmak için çağrılanlara bir bakın hele (diyerek, Âli İmran süresindeki 23'üncü ayete işaretle bunlardan bir gurub'un Hak'dan yüz çevirdiğine ve onlarla sulh değil Hucurat sû­resi 9'uncu ayetine göre savaşmak gerektiğini) söyleyince Ali (r.a) da "evet" demişti.) Bunun üzerine Sehi b. Huneyf (r.a) ayağa kalktı ve: "Ey insanlar siz birini itham edecekseniz önce kendi görüşünüzü itham edin. Biz, Allah Rasûlü ile beraberdik. Eğer orada biz sulhu değil de savaşı hayırlı görseydik kesinlikle harb ederdik. (Ama sulh yaptık.)

Sulhtaki bazı şartları Müslümanlar aleyhine sanan) Ömer (r.a) kalkıp Rasûl-ü Ekrem'in yanına geldi ve: "Ya Resûlallah! Biz hak, müşriklerse batıl bir inanç üzere değil mi?" dedi. Efendimizde "Tabî öyle" bu­yurdu. Ömer, "Bizden ölenler cennete, onların ölenleri cehennemde değil mi?" dedi. Efendimiz (s.a.v) yine "tabî" buyurdu. Ömerle "Peki öyleyse dinimizde çok aşağılık bir husus olan şu maddeleri neye kabul ediyoruz ki? Geri dönüp Allah onlarla aramızda hükmünü verene ka­dar çarpışalım!"dedi. Nebi (sav) de;

"Ey Hattaboğlu! Ben Allah'ın Elçisiyim. Allah beni ebediyyen zayi etmeyecektir" buyurdu. Ömer öfkesini alamayıp Ebû Bekr'e geldi ve aynı şeyleri söyledi. Ebû Bekir (r.a) da O'na Efendimizin söyledikle­rini söyledi. Bu sıra "Innâ Fetahnâ" sûresi indirildi. Efendimiz, Ömere haber salıp ayeti okudu. Ömer'de, "Ya Resûlallah bu sulh fetih mi?" deyince, "Evet" buyurdu. Ömer sevinçle ayrıldı. Hadis müttefekun aleyhtir.[67]

Yunus b. Bükeyr, İbni İshak yolu ile Zührî-Urve isnadıyla Misver b. Mahrame ve Mervan'm şöyle dediklerini anlatır.

-Anlaşma bitince Efendimiz (s.a.v); "Ey insanlar kalkıp kurbanla­rınızı kesin ve ihramdan çıkın!" buyurdu. Vallahi kimse yerinden kalkmadı. Peygamberimiz Ümmü Seleme'nin yanma girip: "Yâ Ümmü Seleme insanları görmüyormusun. Ben onlara emrediyorum yapmı­yorlar" dedi. O da, "Ya Resûlallah! Onları kınama, senin sulh husu­sundaki bu şartları yüklenmen ve fetih olmadan geri dönmen onlara pek ağır bir şey göründü. Sen çık, kimseyle konuşmadan kurbanına var ve kes, sonra ihramdan çık insanlar senin bu yaptığını görünce onlarda yapacak," dedi. Resûlullah da Ümmü Seleme'nin yanından çıkıp kim­seyle konuşmadan, kurbanının yanma varıp kesti ve tıraş oldu. Ashab bunu görünce, kalkıp kurbanlarını kestiler, kimi saçını kısalttı, kimi kazıttı. Resûlullah (s.a.v);

"Allah'ım! Saç kazıtanları af eyle!" diye dûa etti. "Ya Resûlallah! Kısaİtanlara da dûa etseniz!" denilince, "Allah'ım saç kazıtanları af eyle!" diye arka arkaya üç kere söyledi Yine: "Ya Resûlallah! kısaltanlarada!" denilince, "kısaltanlara da" buyurdu.[68]

Yunus, yine İbni İshak'tan naklediyor: Bana Abdullah b. Ebî Necîh, Mücahit yoluyla İbni Abbas'tan şöyle dediğini naklediyor: İbni Abbas'a, "niçin Peygamber saçını kazıtanlara üç kere te'kidle dûa ettiği halde kısaltanlara bir kere dûa etti?" diye sorulunca, "çünkü kazıtanlar bunun feth olduğunda asîa şüpheye düşmemişlerdi" dedi.[69]

Yunus b. Bükeyr Hişâm ed-Destevâî'- Yahya b. Ebî Kesîr- Ebî îbrâhi'm isnadıyla Ebû Saîd el-Hudrî (r.a)'tan naklediyor: Hudeybiye günü Peygamberin ashabından iki kişi hariç hepsi saçlarını kazıttıkları halde bu ikisi kısaltıp kazımadılar. Lakin râvî Ebû İbrahim meçhuldür.[70]

Süfyan b.Uyeyne, İbrahim b. Meysera aracılığıyla Vehb b. Abdillah b. Kârib'den naklediyor: Ben babamla beraber olduğum bir sıra, Resûlullah (s.a.v); "Allah saç kazıtanlara merhamet etsin" derken duymuştum. Adamın birisi, "Saç kısaltanlara da yâ Rasülellah!" dedi. Peygamber (s.a.v) bu sözü üç defa söyleyip üçüncüsünde, "Ve saç kısaltanlarada!" buyurdu.[71]

Yahya b. Ebî Bükeyr derki: Bize Züheyr b. Muhammed, Muhammed b. Abdirrahman'dan, O Miksem'den, O da İbni Abbas (r.a)'tan şöyle dediğini nakletti:

- Hudeybiye sulhu olduğu gün ömre kurbanı olarak yetmiş deve ke­sildi ki, aralarında eskiden Ebû Cehl'e ait olan bir deve de bulunu­yordu. Müşrikler tarafından Beytullah'a girmelerine engel konulduğunda bu deve tıpkı yavrusundan ayrılan devenin yanık yanık böğürdüğü gibi böğürmüştü.[72]

(İbni İshak derki: Abdullah b. Ebî Necih'in Mücahitten yaptığı riva­yete göre) Abdullah ibni Abbas (r.a) şöyle demiştir:

- Resûlullah (s.a.v), Hudeybiye ömresinde -önceden- Ebû Cehl'e ait olan ve burnunda altın bir halka yuları bulunan bir deveyi hediye et­mişti. Bunu sırf Kureyşlileri kızdırmak için yapmıştı.[73]

Füleyh b. Süleyman, Nâfı aracılığıyla İbni Ömer'den naklediyor:

-  Resûlullah (s.a.v) Ömre için yola çıkmış ama Kureyş müşrikleri Onun Beytullaha girmesine engel olmuşlardı. Nebi (s.a.v) Hudeybiye de kurbanını kesti ve başını tıraş etti. Ertesi yıl Ömresini yapmak, Mekke'ye    kılıç    dışında    silahla    girmemek, Mekkede    ancak Kureyşlilerin razı olacağı kadar kalabilmek, şartları ile Onlarla anlaş­ma yaptı. Ertesi yıl Ömresini (kaza) yapıp oraya anlaşmalara uygun o-larak girdi. Orada üç gün kalınca müşrikler çıkmasını emrettiler, O da Mekke'den ayrıldı.

Bu haberi Buharî naklediyor:[74]

İmam Mâlik, Ebû'z Zübeyr aracılığıyla Câbir (r.a) tan naklediyor:

-  Biz Hudeybiyede deveyi de yedi kişi, sığın da yedi kişi için kes­miştik.

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.[75]

 

Fetih Sûresinin Îndîrilişi

 

İmam Malik'in Zeyd b. Eşlem aracılığıyla Eslem'den nakline göre; Rasûl-ü Ekrem (s.a.v) seferlerinden birinde gazaya gidiyordu ve beraberinde Ömer (r.a) da vardı. Ömer kendisine bir konuda soru sormuş ama Efendimiz (sav), O'na cevap vermemişti. Derken bir daha sordu yine O'na cevap vermedi. Ardından bir daha sordu, Efendimiz (s.a.v) yine cevap vermedi. Bunun üzerine Ömer (r.a) kendi kendine, "anan seni yitirsin! Resûlullah (s.a.v)'e ne zorlayıp duruyorsun" dedi. Ömer (r.a) olayın devamını şöyle anlattı:

- Hemen devemi harekete geçirip ordudaki insanların önüne geç­tim. (Yaptığım nezaketsizlik yözünden) hakkımda Kur'ân ayeti inecek diye korkmuştum. Çok geçmeden birinin bağırdığını işitmiştim. "İşte benim hakkımda Kur'ân ayeti inecek diye korkmuştum -galiba olan oldu-" dedim. Hemen Resûlullah (s.a.v)'in yanına geldim ve Ona se­lam verdim. Efendimiz (s.a.v):

"Bu gece bana öyle bir sûre indirildiki, o sûre bana güneşin üzerine doğduğun (dünya) dan daha sevimlidir" buyurdu. Sonra da:

"Biz se­nin için apaçık bir fethi, günahlarının geçmiş ve geleceğini Allah affetsin, sana nimetini tamamlasın, seni dosdoğru yola ulaştırsın ve Allah sana aziz bir zaferle yardım etsin diye, açtık" sûresini o-kudu. (Ayet 1, 2) Bu hadisi, İmam Buharî sahih'inde tahric etmiştir.[76] Yunus   b.   Bükeyr,   Abdürrahmân   el-Mes'ûdî-Camî'   b.   Şeddâd-Abdurrahman b. Ebî Alkame isnadıyla Ebû Mes'ûd'dan şöyle nakleder: Resûlullah (s.a.v) Hudeybiye'den geri dönmeye başladığında devesi ağır ağır yürümeye başladı, bizde ileri gittik. Meğer o sırada kendisine "innâ fetahnâ leke fethan mübinâ" sûresi nazil olmuş.[77]

Şu'be de Katâde aracılığıyla Enes (r.a) dan, "İnna Fetahnâ leke fethan mübînâ" sûresi hakkında: ("bu Hudeybiye fethidir" dediğini bu­nun üzerine adamın birisinin "Ey Allah Rasûlünün elçisi sana afiyet şeker olsun bu müjde o zaman senin olmuş olur, ya bize hangi müjde geldi?" demesi üzerine Enes (ra) ;

"Mü'min ve mü'mineleri altından ırmaklar akan cennete ebe­diyen kalmak üzere sokmak, günahlarını affetmek için (mü'minlerin kalblerine huzur indirmiştir) Ve bu Allah katında çok muazzam bir kazançtır" (Fetih ayet 5) ayeti indi) dediğini haber verir. Şu'be derki: Kofe şehrine gelip bu haberi Katâde aracılığıyla Enes (r.a) dan naklettim. Daha sonra Basra'ya geldiğimde bu durumu Katade'ye (böyle böyle anlattım) diye bahsedince bana: "sözünün bi­rinci bölümü (Fetih ayeti) evet Enes (r.a) dan'dır. Ama ikinci kısmı o-lan "Mü'min ve mü'mineleri altından ırmaklar akan cennetlere sokmak için" ayetinin haberine gelince O, İkrime'nin rivayetidir" dedi. Haberi Buharı naklediyor.[78]

Hemmam derki: Katâde, Enes (r.a)'ın şöyle dediğini anlattı:

- İnnâ fetahnâ leke fethan mübînâ, sûresi baştan son ayete kadar Peygamberimize indirildiğinde Hudeybiye'den dönüyordu. Ashabına tam bir hüzün ve bitkinlik çökmüştü. Efendimiz onlara:

"Bana bir sûre indi ki o, bana dünyadan daha sevimlidir" buyurup sonra da bunu okuyunca birisi: "Allah sana nasıl muamele edeceğini açıklamış, peki, ya bize ne yapacak?" diye sordu. Bunun üzerine ayet­lerin gerisi olan;

-"Altından ırmaklar akan cennetlere mü'minleri sokmak için......." ayeti indi. Hadisi Müslim rivayet ediyor.[79]

Yûnus, İbni İshak -Zührî- Urve isnadıyla Misver b. Mahreme ile Mervân (r.a) Hudeybiye kıssası hakkında şöyle dediklerini anlatıyor:

- Sonra Resûlullah (s.a.v) Hudeybiye'den geriye hareket etti. Mekke ve Medine arasına geldiğinde kendisine Fetih sûresi indirildi. Fetih sû­resinde geçen kaziyye ve Allah'ın bahsettiği o ağaç altında yapılan Rıdvan bîati gerçekleşmiş idi. İnsanlar iyice emin olup bir biriyle kar­şılıklı görüş alışverişi yapılınca, kendisine İslâm anlatılan herkes, İslama girdi. İşte bu son iki sene zarfında İslâm'a girenlerin sayısı o vakte kadar girenlerin sayısından fazla olmuştu. Böylece Hudeybiye sulhu bir "Muazzam Fetih" sayılmıştır.[80]

İbnü Lehîa derki: Bize Ebu'l Esved Urve'den bu konuda şunu an­lattı: Derlerki: Resûlullah (s.a.v) Hudeybiye'den geri hareket etmişti. Peygamberimizin ashabından birileri: "Bu bir Fetih değildir. Hem biz Beytullah'tan geri çekildik, hem de kurbanlarımızı orada kesmemize engel oldular." Halbuki Resûlullah Hudeybiye'de hac ibadetine başla­mış ve Müslümanlardan iki kişiyi geri yollamış, idi "onlarda geri git­tiler" diye söylendiler:

Efendimize, ashabından bir takım kimselerin, "bu bir fetih değildir" diye dedi kodu ettikleri haberi ulaşınca:

"Bu ne kötü bir söz! Bu kesinkes en büyük fetihtir. Birkere müşrikler, sizin yurtlarından salimen gitmenize razı olmuş, sizin bu Ömrenizi kazaya bırakmanızı isteyip güven konusunda size söz vermişlerdir. Halbuki sizden hiç arzu etmedikleri bir durumu görmüş durumdaydılar. Allah onlara karşı size zafer verip, sağ salim, ganimetlerle, sevaplarla geri evinize getirmiştir. İşte en bü­yük zafer budur. Siz Uhud'u unuttunuzmu? Hani siz yukarı doğ­ru kimseye bakmadan kaçışıyor bende arkanızdan sizi çağırıyor­dum! Ahzab gününü unuttunuz mu? Müşrikler hem yukarınızdan hem aşağınızdan size saldırmaya gelmişlerdi." buyuranca Müslü­manlar "Allah ve Rasûlü doğrudur Vallahi Ya Resûlallah! Bu Fe-tinlerin en büyüğüdür" dediler.[81]

Saîd îbnü Ebî Arûbe, Katâde'den şöyle dediğini anlatır: "Müslü­manların Hudeybiye anlaşmasını yapıp geri dönüşleri esnasında Bi­zans Rumları İranlı Mecusilere galip gelmişlerdi."

Akıyl'in İbni Şıhâb-ı Zühri aracılığıyla Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe b. Mes'ûd'dan yaptığı rivayette de böyle deniyor.

Rumlar'la İran'lılar arasında çetin bir savaş (daha) plmuş Allah bu kere Zafer'i Rumlara vermişti. Müslümanlar bunu duyunca pek sevin­mişlerdi. Zira Mecusî olanlara karşı Kitab ehli olanlar bu saldırıda za­fer kazanmışlardı.[82]

Muğîra' Şa'bî'nin "İnnâ fetahnâ leke fethan mübînâ" ayetinde geçen fethin "Hudeybiye fethi olduğunu, Müslümanların Rıdvan bey'atini gerçekleştirip Hayber hurmaları ile duyurulduğunu, Rumlar'in İranlı­ları yenmesi üzerin Allah'ın Kitabında geçen hükmün doğru çıkmasına ve Kitab ehli bir gurubun, Mecûsî dinine mensub bir topluluğa galib gelmesine sevindiklerini" söylemektedir.[83]

Şu'be de Hakem aracılığıyla Abdürrahman ibni Ebî Leylâ'nın

"Onlara yakın bir fetih verdi" (Feth 18) ayetinde geçen fethin hayber fethi olduğunu

"Ve size (bu ganimetlerden) başkasını da vermiştir ki, siz henüz onu elde edemediniz" (Fetih sûresi 21) aye­tinde bildirileni de "Rum ve İranlılar arasındaki savaş" olarak yorum­ladığını söyler.[84]

Verkâ' (b Ömer b. Küleyb), İbni Ebî Necîh aracılığıyla Mücahit'ten şöyle nakleder: Resûlullah'a daha Hudeybiye'de iken rüyasında, ken­disinin ve ashabının güven içinde, başlarının saçını kimisi kazıtmış kimi kısaltmış (hac tıraşı) halde Mekke'ye giriyor oldukları gösteril­mişti. Ama Mekke'ye girmeden kurbanlarını Hudeybiye'de kesince ashab, "Ya Resûlallah! rüyan nerede ya?" diye sordular. Allah (c.c) de

bunun üzerine;

"Andolsun ki Allah: Peygamberine (gördüğü) rüyayı hakikat

olarak doğru çıkarmıştır....." ayetini "Bu (Mekke fethinden) önce size yakın bir fetih (olan Hayberi) verdi" ayetine kadar indirdi.

Bununla Hudeybiye'de kesilen kurbanı kasdetti. Sonra dönüp Hayberi fethettiler. Efendimizin Rüyasının doğru çıkarılması gelecek yıl olmuş oldu.[85] Hüşeym anlatıyor: Bana Ebû Bişr, Saîd b. Cübeyr ve İkrime'den

"Bedevilerden- harbe katılmada-geri kalanlara "yakında harb sanatını iyi bilen, çetin bir kavme -savaşa- çağrılacaksınız"(Fetih 16) ayeti hakkında "Bu kavim Huneyn gününde savaştıkları Hevâzin kabilesidir" dediklerini nakleder. Bu ha-beri Said b. Mansur "Sünen"inde naklediyor.[86]

Bendâr[87] anlatıyor: Bize Gunder (Muhammed b. Ca'fer) Şu'be, Hüşeym isnadıyla diyerek üst haberi anlattı. Ancak Hevazin kabilesine "Benû Hanîfe" kabilesini de ekledi.[88]

Hudevbive Gazası

Abdullah b. Salih de, Muâviye b. Salih -Ali b. Ebî Talha isnadıyla İbni Abbas (r.a)'tan, "Harb san'atım iyi bilen, çetin bir kavme savaşa çağrılacaksınız" ayetindeki bu kavmi "İranlılar" olarak,[89] ayette geçen "sekine" kelimesini de "rahmet" olarak açıkladığını anlatır.[90]

Ebû Huzeyfe En-Nehdî, Süfyân -Seleme b. Küheyl-Ebû'l-Ahvas is­nadıyla Ali (r.a)'dan; "Mü'mrolerin gönüllerine sekinet'i indiren odur" ayetini, "Bu sekinenin tıpkı insan yüzü gibi bir yüzü vardır. Sonra o seri esen bir rüzgar olmuştur" dediğini nakleder.[91] Verkâ' da, İbnü Ebî Necîh aracı­lığıyla Mücahid'in "sekine, rüzgar şeklinde olup kedi başı gibi başı ve iki kanadı vardır." dediğini anlatır.[92]

Mes-ûdî, -Katâde- Said b. Cübeyr isnadıyla İbni Abbas (r.a)'ın

"...Hâla kendi elleriyle yaptıkları yü­zünden kafirlere kârîa (bela) isabet etmektedir..." (Ra'd 31) ayetini okuyup, "Karîa, harbe çıkan seriyye (müfreze) dir" demiş

"...Yada o, evlerinin yakınına iniyor,.." kıs­mındaki "inen"in Hz. Muhammed (s.a.v) olduğunu,

"...Allah'ın va'di gelen kadar..." kısmını da, "Mekki fethedilene kadar" diye tefsir ettiğini anlatır.[93] Mücahit'ten de "Ya da o evlerinin yakınma iner" ayetini, "Hudeybiye ve benzeri" şeklinde açıkladığı nakledilir ki, bu haberi şerîk, Mansur aracılığıyla Mücahit'ten nakleder.[94]

Mekke fethi dediği belirtiliyor.[95]

 

Ümmü-Gülsüm'ün İslam'a Girişi Ve Sulh Döneminde Efendimize (S.A.V)Hicret Edişi

 

El-Leys, Akîyl aracılığıyla İbn-i Şihâb-ı Zührî'den şöyle nakleder: Bana Urve, Mervan b. Hakem ile Misver b. Mahrame ikilisinden E-fendimiz (s.a.v.)'i[96] şunları bahsederken duymuş olduklarını söyledik­lerini haber verdi:

O zaman, Resûlullah (s.a,v), Süheyl b. Amr ile sulh anlaşması yap­tığında, Süheyl'in, Resûlullah (s.a.v)'e koştuğu şartlar arasında;

"Bizden bir kişi, senin dininde olsa bile, eğer sîze gelip sığına­cak olursa onu mutlaka bize geri göndereceksin" şartı da vardı. Bunun üzerine mü'minlerin bu konudaki görüşleri onlarla Efendimizin başbaşa görüşmelerini sağlamış, Süheyl şartında direnmiş Efendimiz (s.a.v)'de bu şartı kabul etmişti. Aynı gün Ebû Cendel (r.a), müşrik ba­bası Süheyl b. Amr'a iade edilmiş idi. Müslüman olsalar bile bu süre içerisinde Efendimize kaçıp gelen erkeklerden geri iade edilmeyen kimse kalmamıştı. İşte bu sırada kadınlardan da gelip iltica edenler ol­du. Ukbe bin Ebî Muayt kızı Ümmü Gülsüm'de o gün Resûlullah'a il­tica edenler arasında bulunuyordu. Yaşı henüz buluğ çağına yeni gir­mişti. Ailesi gelip onu geri vermelerini Peygamber (s.a.v)'den istediler ise de, Allah bu kadınlar hakkında:

"Mü'min kadınlar muhacir olarak size geldiklerinde, onları im­tihan edib, -Allah onların imanlarını daha iyi bilir.- Eğer onları mü'min olarak bilmişseniz artık onları sakın kafirlere geri yolla-mayın. Zira bunlar onlara helal değil, onlarda bunlara helal değildir" (Mümtehine  10) ayeti gelmiş bulunduğundan dolayı Nebî (s.a.v), Uramü Gülsüm'ü onlara gen yollamadı.[97]

Urve anlatıyor: Bana Hz. Âişe haber verdi ki: Resûhillah (s.a.v) bu kadınları  "Ey Peygamber! Mü'min hanımlar sana Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmamak, çalmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek,... üzere bîat etmeye geldiklerinde..." (Mümtehine ayet 12)

Ayeti ile imtihan ediyordu. Onlardan bu şartı kabul edenlere "ben senin bîatmı kabul ettim" diyerek ona sözlü olarak hitab etmişti. Val­lahi bu Bîatta Onun eli asla hiç bir kadın eline değmedi. Onlara sadece -Matınızı aldım- sözü ile biatlarını kabul etti. Bu haberi Buharı rivayet etmiştir.[98]

Musa b.Ukbe, İbnü-Şihâb-ı Zührî'den naklediyor: Resûlullah (s.a.v) Hudeybiye'den Medine'ye geldiğinde, Sakif kabilesinden Üseyd b. Ha­rise esSakafî oğlu Ebû Basîr, Müşriklerin elinden kurtulup kaçmışdı.

Zührî hadiseyi yukarda daha önce geçtiği gibi nakleder. İşte bu ri­vayette farklı bir ilave vardır ki, şudur: -Ebû Basîr yanında Mekke'den kaçıp gelen beş kişi ile yola çıktı. Kureyş, bu beş kişiyi aldırmak için Ebû Basır'a yolladıkları gibi adam yollamadılar.

Bunlar Cüheyne kabilesine ait olan Sifû'l Bahr'ı takiben gelen Kureyş kervan yolunun bulunduğu El-Iys ile Zü'1-Merve arasına gel­diler ve yerleştiler. Artık oradan geçen bütün Kureyş kervanlarını yakalıyıp el koyuyor ve adamlarını Öldürüyorlardı.

Bu arada Ebû Cendel'de müşriklerin elinden kurtulup daha önce Müslüman olan yetmiş kişiyle beraber ayrılıp Ebû Basîr'a katılarak Kureyş'in Şam'dan gelen maddi yardımını kestiler. Arkadaşlarına o vakte kadar Ebû Basîr imamlık yapıyordu. Ebû Cendel gelince artık imamlığı o yapar oldu.[99] Ebû Cendel'in gelişini duyan Ğıfâr, Eşlem, Cüheyne ve diğer kabile oğullarından bir kısım insanlar gelip ona ka­tıldılar. Böylece Müslüman savaşçıların sayısı üçyüze ulaştı.

Kureyşliler Ebû Süfyan'ı, Efendimize yalvarıp yakararak "Ebû Basîr, Ebû Cendel ve beraberindeki mücahitlere haber salıp yol kes­meyi bırakarak yanına gelmelerini" rica etmeye gönderdiler. Ebû Süfyan ve yandaşları: "Bizden biri senin yanına kaçıp gelirse -onu bize geri verme- alakoy! Senin yanında kalmasında bizce -artık- hiçbir sı­kıntı yok. Lakin şu Ebû Cendel ve adamları bizim aleyhimize örtül­mesi imkansız bir kapı açtılar." diye eski anlaşmadan dönmek için -dil döktüler.

Böylece onların daha önce Resûlullah'a işaret ettikleri "Ebû Cendel'in geri verilmesi gibi durum" ortaya açıkça koymuştur ki, onla­rın kendileri lehine bir güç ve kuvvet olacaklarını sandıkları, Allah'ın Peygamberine tahsis ettiği yardımdan daha iyi dedikleri, görüşten, sev-seler sevmeseler Peygamber'e itaat kendileri için daha hayırlıdır.

Ebû Basîr, Ebû Cendel ve arkadaşları henüz oradaki yerlerinde i-ken, Ebu'l As b. Er-Rabî'in yolu oraya uğradı. Efendimiz (s.a.v)'in kızı Zeynep (r.a) O'nun hanımı idi.

Ebu'l As Kureyş'ten bir gurub insanla beraber Şam ticaretinden ge­liyordu. Müslümanlar onları yakalayıp esir aldılar, mallarına el koydu­lar. Ama Ebu'l Âs'ın, Efendimizle akrabalığı yüzünden hiçbirini öl­dürmediler. Ebû'l As o zaman daha müşrik idi. Bu zat aynı zamanda Efendimizin ilk hanımı Huveylid kızı Hatice (r.a)'nın öz bacısının oğlu idi. Ebû Cendel ve arkadaşları Ebu'l Âs'ı serbes bıraktılar.

O da kalkıp o sırada babasının yanma hicret etmiş bulunan hanımı Zeyneb'in yanına geldi. Ebû'l Âs, Şam'a giderken Zeyneb (r.a)'ya Me­dine'ye gidip Babasının yanında kalmasına izin vermişti.

Ebû'l Âs gelip, Ebû Cendel ile Ebû Besîr'in esir aldıkları arkadaşları ve el koydukları malları hususunda Zeynep ile konuştu. Zeynep de du­rumu Resûlullah (s.a.v)'e anlattı. îddiâya göre Allah Rasûlü kalkıp şöyle bir hitabe yaptı:

"Biz bir kısım insanlarla akraba olduk. Ebû'l As ile de akraba olduk ve onu çok iyi bir akraba olarak bulduk. O Kureyşli arka­daşları ile Şam'dan gelirken Ebû Cendel ile Ebû Basîr bunları esir edip mallarına el koymuş, ama kimseyi o Öldürmemiş. Resûlullah kızı Zeynep, benim bunları himayeme almamı istiyor, siz Ebu'l As ve arkadaşlarına size sığınma hakkı veriyormusunuz?" buyurdu.

"Evet" dediler. Ebû Cendel ve arkadaşlarına, Efendimizin Ebû'l Âs ve yanlarında esin bulunan arkadaşları hakkındaki sözleri ulaşınca on­lardan aldıkları herşeyi iplere varana kadar geri verdiler.

Efendimiz (s.a.v), Ebû Cendel ile Ebû Basîr'a "kendi yanına gel­melerini" onlara uyupta orada bulunan diğer mü'minlere de "ülkele­rine, ailelerinin yanlarına dönmelerini, hemde oradan geçen Kureyş ve kervanlarının önüne geçilmeyeceğini" emreden bir mektup yazdı.

Söylendiğine göre Efendimiz (s.a.v)'in mektubu onlara geldiğinde Ebû Basîr (r.a) ölmek üzreydi. Öldüğünde Efendimizin mektubu elin­de idi ve onu okumaya çalışıyordu. Ebû Cendel onu oraya defnedip kabrinin yanıbaşına bir mescit yaptırdı.

Sonra beraberine arkadaşlarım alıp Efendimize geldi. Diğerleri de yurtlarına dönünce Kureyş kervanı güvence almış oldu. Ebû Cendel Efendimizle kalarak bir çok gazalara katıldı, Mekke fethinde bulunup

O'nunla Medine'ye döndü. Efendimiz vefat ettiğinde yine Medi­ne'deydi.

Hz. Ömer'in ilk hilafet yıllarında Süheyl b. Amr, Medine'ye geldi ve bir ay eğleşti. Sonra Ailesini ve mallarını alıp Şam'a Cihad'a çıktı. Haris b. Hişam da beraberindeydi. Hepsi arkadaş oldular.

Ebû Cendel de babası Süheyl ile Şam cihadına katıldı. Hepsi orada Şehîd olana kadar cihad'a devam ettiler. Haris b. Hişam vefat ettiğinde oğullarından sadece Abdurrahman sağ kalmıştı. Abdurrahmanda Utbe kızı Fahıta ile evlendi ve ilk oğlu Ebû Bekir doğdu. [100]

Yahya b. Ebî Kesîr, Ebû Seleme'nin kendisine Ebû Hûreyre (r.a)'ın şöyle söylediğini anlatır: Peygamber (s.a.v), Yatsı namazı kılarken son rekatın "Semiallâhü limen Hamiden" duasını söyleyince olduğu yerde dikili olarak kalır ve :

Allah'ım! Velid b. Velid'i kurtar, Allah'ım Seleme b. Hişamı, Allah'ım Ayyaş b. Rabîa'yı, Allah'ım müminlerin zayıflarını kur­tar, Allah'ım! Kahrını Mudarlılara şiddetli kıl. Onlara Yusuf (a.s) zamanındaki kıtlık yılı gibi kıtlık ver" diye beddûâ ederdi.

Allah bu isimleri onlardan kurtarana kadar dûâ etti. Kurtuluştan sonra onlara dûâyı bıraktı.[101]

 

Altıncı Yılda Vefat Edenler

 

Bu yıl içinde Mekke'de El-Esr denen yerde Mâlik b. Hasel b. Âmir b. Lüey oğullarından Sa'd b. Havle el-Kuraşî el-Âmirî (r.a) vefat etti. Onun Mekke'de bu şekilde vefat etmiş olmasına Resûlullah ağıt yap­tı.[102] Yine bu yıl içinde Mıkyes'in kardeşi Hişâm b. Subâbe öldürüldü. Onu Müslümanlardan biri yanlışlıkla kâfir sanarak öldürmüştü. Bunun üzerine Peygamberimiz kardeşi Mıkyes'e O'nun diyetini ödedi. Sonra bu Mıkyes, kardeşini öldüren Müslümanı öldürüp tekrar kafir oldu ve Mekke'ye kaçtı.[103]

Bu yılın Zil Hıcce ayında Amir b. Uveymir kızı Ümmü Roman el-Kinâniye (r.a) vefat etti. Hz. Aişe (r.a)'nın annesi idi. İmam Buharı Mesrûk aracılığıyla Ümmü Roman'dan bir hadis rivayet ediyor. Ne varki bu Hadis Mesruk'un O'nun dönemine yetişememiş olması sebebiyle "Munkatı" bir hadistir. Eğer O'na yetişmiş olabileceği esas alı­nırsa o zaman Ümmü Roman'ın Ölüm tarihi yanlış olur. [104]

 

Yedinci Hicri Yıl Olayları Hayber Savaşı

 

Abdullah b. İdrîs, İbni İshak'tan naklediyor; Bana Abdullah b. Ebî Bekr, "Hayber'in fethi Muharrem ayının akabinde gerçekleşti. Rasûlül­lah (s.a.v) Safer ayının sonunda Medine'ye geldi" diyerek Hayber fethi yılını anlattı.[105] Derim ki:

- İbni İshâk bu haberi Abdullah b. Ebî Bekr haricindekilerden de böyle rivayet etmiştir.[106]

Vakıdî'de şeyhlerinden naklen Efendimizin Hayber seferine çıkışı hakkında: "Yedinci yılın başında" diye nakleder.[107] Musa b. Ukbe'nin "Meğazî"sindeki rivayete göre Zührî, bu hususta şaz bir yol (apayrı bir yol) tutarak: "Sonra Resûlullah (s.a.v), altıncı yılda Hayber günü sa­vaştı" deyivermiştir.[108]

Hayber, Medine'den sekiz konak mesafede ufak bir yerdir.

Vüheyb anlatıyor: Bize Huseym b. Irak, babası Irak aracılığıyla Gıfaroğllarından bir gurubun şöyle dediklerini haber verdi:

-Ebû Hüreyre (r.a) Medine'ye -Müslüman olup- geldiğinde Pey­gamber Efendimiz (s.a.v) Hayber seferine gitmiş bulunuyordu. Me­dine'dekil erin başına Sibâ' b. Arfata el-Ğıfârî'yi vali yapmıştı. Ebû Hüreyre (r.a) derki: Biz Sibâ'ı sabah namazında bulduk. Birinci rek'atında "Kaf Hâ, Yâ Ayîn, Sâd" sûresini, ikinci rekatında da "Veylün Iil Mutaffıfîn" sûresini okudu. Ebû Hüreyre devamla derki:

Ben namazın içinde (ayette geçenleri duyunca) "Vay Ebû Fûlan'ın başına geleceklere onun terazisi var. Alırken tarttımı tam tartıyor, on­lara vermek için bir şeyi tartarsa eksik tartıyor diyordum. Namazı biti­rince Sibâ' b. Arfata'ya geldik. O da bize yol tedariki yapıverdi. Bizde Resûlullah'ın yanına geldik ki, Hayberi fethetmişti. Efendimiz Müs­lümanlarla konuşarak bizi de onların sehimlerine(paylanna) ortak etti.[109]

İmam Malik, Yahya b. Saîd -Beşîr b. Yesâr isnadıyla Süveyd b. Nu'man (r.a)'tan şöyle naklediyor: Sûveyd (r.a) Peygamber (s.a.v) ile beraber Hayber senesi sefere çıkmıştı. Haybere çok yakın bir yer olan Es-Sahbâ'ya geldiklerinde ikindi namazını kıldı, sonra azık istedi. An­cak azık olarak sadece kendisine -arpa buğday karışımı undan yapılan-"Sevîk" denen ekmek verildi. Efendimiz ondan yedi bizde yedik. Daha sonra Akşam namazı için kalkıp ağzını yıkadı bizde ağzımızı yıkadık. Tekrar abdest almadan namazını kıldı. Haberi Buharî rivayet etmiştir.[110]

Hatem b. İsmail, Yezîd b. Ebû Ubeyd aracılığıyla Seleme b. El-Ekva' (r.a)'dan şöyle nakleder: Nebî (s.a.v) ile beraber Haybere doğru yola çıkıp, geceleyin yola çıktık. Toplumdan biri Âmir b. el-Ekvâ'a:

"Bize recez veya şiirlerinden birşeyler dinletsen olmaz mı?"

dedi. Âmir şair bir zat olup hemen inip develerin önüne geçerek şu sözleri söyleyerek sürdü:

1- Aîlahım! Sen olmasaydın hidayete eremezdik, ne sadaka verir ne namaz kılardık.

2- Afvet, canımızı -(yada ardına düştüğümüz şey) sana feda olsun. Düşmanla karşılaşınca ayaklarımızı kaydırma.

3- Bize gökten sekine indir. Bize çağrılınca gelip katıldık

4- Bize yüksek sesle yardıma çağırdılar.

Efendimiz (s.a.v) bunu işitince "Bu kervanı terennümü ile götüren zat kim?" diye sorunca, "Âmir" dediler. Efendimizde "Allah ona rah­met eylesin" buyurdu. Toplumda bulunan biri (ki Ömer (r.a) dır.) Ya Resûlallah! "Artık ona Cennet veya şehitlik -senin duanla- vacib -ve­rilen, kesinleşen bir hak- oldu. -O'nun yiğitliğinden faydalanmamız için O'nu bize bıraksan olmazmıydı?" dedi.

Böylece Haybere gelip kuşattık. Lakin müthiş bir açlık oldu. Fetih günü gecesi olupta hava kararınca insanlar pek çok ateş yaktılar. Efen­dimiz: "Bu ateşler ne, ne için yakıldılar?" buyurunca, "Ehli eşek eti kı­zartmak için" dediler. "Üzerine su dökün ve kapları kırın!" dedi. Bi­risi, "ateşe su döküp kapları yıkasak!" deyince Efendimiz "veya öyle yapın!" buyurdu. Harp zamanı gelip insanlar saf bağladığında Âmir'in kılıcı kısacık birşey idi. Onu Yahudinin birinin ayağına salladı. Ama kılıcın keskin ucu Âmir'in diz başına geldi. Ve Amir bu yara ile şehid oldu. Hayber dönüşü Seleme derki. Resûlullah beni gördü ve "sana ne oluyor, buhalin ne?" buyurdu. Ben, "Anam babam sana feda olsun, İn­sanlar Âmir'in -kendini öldürerek- amelini boşa çıkardığını iddia ediyorlar" dedim. "Bunu kim söyledi?" buyurunca falan, falan ve Üseyd b. Hudeyr dedim. Efendimiz;

"Onu söyleyen yalan söylemiş, O'nun iki kat sevabı var" buyurup ellerinin parmaklarını birleştirdi ve:

"Zîra O, bu şekilde dünya hayatını sürdüren bir eşi arabda pek az bulunan, gayretli ve mücahit bir zat idi" buyurdu. Bu hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.[111]

İmam Mâlik, Humeyd aracılığıyla Enes (r.a)'dan naklediyor: Rasûlü Ekrem (s.a.v), Haybere yola çıkıp geceleyin oraya vardı. Efendimiz bir kavme geceleyin gelince sabaha kadar saldırmazdı. Sabah olunca Ya­hudiler -Müslümanlardan habersizce- tarlalarına ve ziraat aletlerinin başına gitmek üzere evlerinden çıktılar. Müslümanları görünce "val­lahi Muhammed! vallahi orda" diye bağrıştılar. Efendimiz (s.a.v) de:

"Allahü Ekber! Hayber artık harab olmuştur. Biz bir kavmin sahasına indik mi artık bu korkutulanların hali perişandır" bu­yurdu. Bunu Buharî rivayet etmiştir. Yine Buharı ve Müslim aynı ha-disî Suheyb yolu ile de Enes (r.a) dan naklederler.[112]

Bir çok ravî, Şu'be ve İbnü Fudayl ikilisinin Müslim el-Mûlâı ara­cılığıyla yaptığı nakle göre Enes (r.a) şöyle diyor:

- Resûlullah (s.a.v) hastaları ziyaret eder, cenaze ardından gider, kölelerin da'vetlerine katılır ve eşeğe binerdi. Ben O'nu Hayber fethi günü yuları liften yapılma bir eşeğe binerken gördüm.[113]

Ya'kub b. Abdirrahman, Ebû Hazim'den naklediyor: Bana Sehl b. Sa'd haber verdi ki, Hayber fethi günü Resûlullah (s.a.v):

"Yarın sancağı, Allah'ın fethi, kendi eliyle nasib edeceği, Allah ve Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlünün de kendisini sevdiği bir zata vereceğim" buyurdu. İnsanlar o geceyi sancağın içlerinden han­gisine verileceğini konuşarak geçirdiler. İnsanlar sabaha çıkınca Pey­gamberin yanına gelip toplandılar, hepside sancağın kendine verilme­sini umuyordu. Efendimiz (s.a.v): "Ali b. Ebî Tâlib nerede?" diye so­runca, "Ya Resûlallah, O göz ağrısından muzdarib" dediler. Ona haber saldılar ve Ali getirildi. Resûlullah (s.a.v) onun gözlerine tükürerek ona dûa ediverdi. Gözleri iyileşip hiç ağrısı olmamış gibi oldu. (s.a.v) sancağı ona verdi. Bunu gören Ali (r.a), "Onlarla, onlarda benim gibi olana kadar çarpışacak mıyım?" diye sorunca Nebî (s.a.v): bu          İ                                    

"Yavaş ol bakayım, Önce onların harp sahasına gir, sonra on­ları İslama da'vet et, sonrada onlara, İslâm dininde onlara bilme­leri gereken Allah hukukunu haber ver. Vallahi! Allah'ın senin vasıtanla bir tek adama hidayet vermesi senin için deve sürüleri sahibi olmandan daha hayırlıdır." buyurdu. Bu hadisi Buhârî ve Müslim Kuteybe yoluyla Ya'kûb'dan naklettiler.[114]

Süheyl b. Ebî Salih babası aracılığıyla Ebû Hüreyre (r.a)'dan nakle­der ki, Resûlullah (s.a.v): "Yarın sancağı Allah ve Rasûlünü seven bir adama vereceğim, Allah Hayber kapılarını onun eliyle açacak" buyurdular. Ömer (r.a) der ki: Ben O güne kadar Emirliği hiç sevmemiştim. Efendimiz Ali'yi çağırdı ve -bayrağı ona verip : 

"Allah senin elinle fethi nasib edene kadar çarpış, başka şeye iltifat etme" buyurdu. Ali de: "Ben bu insanlarla ne üzerine savaşaca­ğım?" diye sordu. Nebî (s.a.v) de :

"Onlarla "La ilahe İllallah, Muhammedün abdühü ve Rasûlühü" diyene kadar savaş. Bunu yaparlarsa kanlarını ve mal­larını senden kurtarmışlardır. Ancak İslâm hakkı hariç. Hesablarıda Allah'a kalmıştır." Buyurdu. Bu hadisi Müslim rivayet eder. Yine Buharı ve Müslim buna yakın bir haberi de Seleme b. Ekva' (r.a)'dan naklederler.[115]

İkrime b. Ammâr anlatıyor; bana Seleme b. Ekva1 oğlu İyas bana babası Seleme'den nakletti ki; İyas'ın amcası Âmir yolda onların önüne düşüp şiirler terennüm ederek kafileyi götürmüş. Nebî (s.a.v)'de;

"Rabbin seni bağışlasın" buyurdu. Seleme derki: Efendimiz bu du­ayı kime tahsis etse kesinlikle o zat şehit olurdu. Bunu duyan Ömer (r.a): "Bizi Amir'in yiğitliğiyle faydalandırsan olmazmıydı?" dedi. Böylece Haybere geldik. Yahudi Merhab kılıcını savurarak meydana çıktı ve :

"Hayber beni tanır ki, ben Merhabım. Pür silahlı tecrübeli kahramanım. Artık Harp alevlenerek gelip çatmıştır" diyordu. Amir b. Ekvâ (r.a) onunla düello etmeye meydana atıldı ve:

"Hayber beni biîirki ben Amir'im. Pür silahlı, ölümden yılmaz yiğidim "

diye cevap verdi. îkiside bir birine kılıçla ikişer defa hamle ettiler. Merhabin kılıcı Amir'in kalkanına değdi. Amir ona aşağıdan bir darbe attı ama, kılıcı savrulup kendine geri geldi ve kolundaki can damarını kesti. Bu damarda da O'nun canı vardı. Seleme söze devamla der ki: Ben oradan kenara çıkınca birde Efendimizin ashabından bir kaç kişi­nin "Âmir amelini batıl etti, kendi Canına kıydı" dediklerini duymaya­yım mı! Hemen ağlayarak Peygamber'e geldim;

"Sana ne oldu?" buyurdu. "Amir amelini batıl etti... diyorlar de­dim. "Bunu kim söyledi?" diye sordu. "Ashabınızdan birkaç kişi" de­dim." Bunu kim demişse yanılmıştır. Üstelik O'nun iki kat sevabı var" buyurdu. Ali'ye gelmesi için adam yolladı. O sırada O'nun gözü ağrıyordu. "Kesinlikle bayrağı yarın Allah ve Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlününde kendisini sevdiği birine vereceğim" bu­yurdu. Ben Ali'yi elinden tutarak getirdim. Resûlullah (s.a.v) onun gözlerine tükrüğünü sürdü ve göz ağrısı dindi. Bayrağı Ali'ye verdi. Bu arada Merhab ortaya şöyle diyerek düelloya çıktı:

"Hayber beni tanır ki ben Merhabım. Pür silahlı tecrübeli kahrama­nım." Artık harp tutuşarak gelip çatmıştır" diyordu. Hz. Ali de onunla mübarezeye çıkıp ;

"Ben anasının Haydar (Aslan) diye adlandırdığı, korkunç manza­ralı ormanların aslanı gibiyim.

Onlara haklarını ölçekle hemde şendere (geniş ölçek) ile ölçerek veren kişiyim." dedi.

Arkasından Merhaba bir hamle edip kafasına vurdu ve öldürdü. Böylece Fetih gerçekleşmiş oldu. Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.[116]

Bekkâî İbni îshak'dan naklediyor; Bana Muhammed b. İbrahim et-Teymî, Ebû'l Heysem b. Nasr el-Eslemî'den haber verdi ki, Babası Nasr, Ona Resûlullah'ı Haybere giderken Âmir b. Ekva'a şöyle buyu­rurken duyduğunu anlatmış: "Haydi bize recezlerinden bir şeyler söy­le."

Bunun üzerine Amir hemen inip şunları okudu. "Vallahi Allah ol­masaydı biz hidayete eremezdik, ne sadaka verirdik nede namaz kılar­dık. Biz şimdi bir kavmin üzerimize isyan ettiği insanlarız. Fitne isti­yorlarsa asla kabul etmeyiz. Yarab, bize vakar ve sebat indir. Onlarla karşılaşırsak ayaklarımıza sebat ver ve kaydırma"

Resûlullah (s.a.v) de, "Allah sana rahmet etsin!" buyurdu. Ömer bunu duyunca, "Ona şehitlik artık vacib oldu Ya Resûlallah! Keşke ondan faydalanmamıza izin verseydin" dedi. Amir (r.a) Hayber günü şehid olarak öldürüldü.[117]

Yunus b. Bükeyr, İbni İshak'tan nakleder: Bana Büreyde b. Süfyan b. Ferve el-Eslemî babası aracılığıyla Seleme b. Ekvâ' (r.a)'m şöyle dediğini anlattı: Resûlullah (s.a.v), Hayber kalelerinden birini Fethet­mesi için yolladı. O gidip çarpıştı ama fethedemeden geri geldi. Ertesi gün Ömer (r.a)'ı yolladı O da bütün çarpışmasına rağmen fethedeme­den geldi.

Efendimiz de, "Ben yarın bayrağı Öyle birine vereceğim ki, O Allah ve Rasûlünü, Allah ve Rasûlü de onu sever. Fetih onun elin­de olacak. O asla firar etmeyen bir yiğittir" buyurdu. Sonra bayrağı Ali'ye verip nasihat etti. Ali (r.a) yola çıkıp ağır ağır ilerledi biz de pe­şinden gittik. Bayrağı O kale burcu altında bulunun bir taş yığını üze-

rine dikti. Kalenin üzerinde bulunan bir Yahudi O'nu gördü ve "Sen kimsin?" dedi. "Ben Ali b. Ebî Tâlib'im" deyince Yahudi de: "Artık siz galib geleceksiniz, Musa'ya inan kitaba yemin ederim ki bu böyle" de­di. Hz. Ali (r.a) da Allah fethi nasib edene kadar geri dönmedi.[118]

Yunus b. Bükeyr, Müseyyeb b. el-Ezdî'den naklediyor: Bize Ab­dullah b. Bürayde, babasının şöyle dediğini anlattı: Bazen Resûlullah (s.a.v)'in baş ağrısı olur, o zaman bir iki gün dışarı çıkmazdı. Haybere vardığı zaman yine başı ağrıyıp insanların yanına çıkmadı. Ebû Bekir, Efendimizin bayrağını alıp, müthiş bir çarpışma yapıp geldi. Bu kez bayrağı Ömer alıp ilkinden daha çetin bir savaş yapıp geri geldi ve -fehin gerçekleşemediğini- Nebî (s.a.v)'e anlattı. O da:

"Ben yarın onu Allah ve Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlü ta­rafından da sevilen birine vereceğim, Orayı kahran, zorla fethede­cek" buyurdu. AH orada yoktu. Kureyşli olan herkes, ona boynunu u-zatıp herbiri bayrağı alacak olan zat olmayı umdu. Sabah olmuş Ali (r.a) bir deve üzerinde gelip yakın bir yere çöktürmüştü. Göz ağrısı ol­duğundan pamuklu bir bezle gözünü sarmıştı. Nebî (s.a.v); "sana ne oldu?" deyince, "sen yola çıktıktan sonra göz ağrısı oldum" dedi. Ne­bî (s.a.v), "Yanıma gel!" buyurup gözüne tükürdü. Ali'nin acısı geç­miş ve oda yerine gitmişti.

Efendimiz daha sonra bayrağı ona verdi. O da onu süratle kaptı. Üzerinde kırmızı -Ergovan boyalı bir cübbe vardı. Tüyleri çıkıktı. Hayber şehrine geldi. Kale komutam Merhab, üzerinde Yemen işi puntak bir miğfer ile tolga gibi başına delip geçirdiği bir taş vardı. O sırada recez söylüyordu. Ali (r.a)'da recez söyledi.[119] Birbirlerine ikişer darbe vurdular. Hz. Ali ona sür'atle bir darbe daha indirince, başındaki taşı, miğferi ve başını parçalayarak azı dişlerine kadar geldi. Ali de o kaleyi fethetti.[120]

Avf el-A'rabî, Meymûn b. Abdillah el-Ezdî -İbnü Büreydâ isnadıyla babası Büreydâ'dan şöyle nakleder: "Ali ve Merhab birbirlerine ikişer darbe indirdiler. Ali kılıcım O'nun tepesine öyle vurdu ki kılıç, onun azı dişine kadar dişledi. Ordu Hz. Ali'nin kılıç sesini işitti. O, ordunun gerisi kendisiyle harbe katılmaya vakit kalmadan Allah fethi nasib etti.[121]

Yûnus, İbni İshak'tan şöyle naklediyor: bana Abdullah b. Hasen, ai­lesinden birinin Efendimiz (s.a.v)'in azatlısı Ebû Rafı'den şöyle naklet­tiğini anlatır: Nebî (s.a.v), Ali'ye bayrağı verip kaleyi fethe yol­ladığında bizde Ali ile beraber gittik. Kaleye yaklaştığında kale halkı çıkıp onlarla savaştı. Yahudinin birinin darbesi Ali'nin kalkanını elin­den düşürdü. Ali'de kale kapısını söküp kalkan gibi kullandı. Kale fet­hedilene kadar kapı elindeydi. Sonra onu attı. Sonra benim sekizincisi olduğum yedi kişilik bir gurup, bu kapıyı yerinden çevirmek istedikte gucumuz yetmedi.[122]

Bekkâî bu haberi İbni İshak aracılığıyla Ebû Rafî'den Munkatı bir senetle verir. Orada "Ali, kalenin yanındaki bir kapıyı aldı." farklılığı var. Diğerleri aynı anlamdadır.

İsmail b. Musa es-Süddî, Muttalib b. Ziyâd Leys b. Ebî Süleym İs-nadıyla Ebû Ca'fer Muhammed b. Ali'den şöyle nakleder:

- Leys derki, ben Ebû Ca'fer'in yanına girmiştim, bana dedi ki: Bana Câbir b. Abdillah (r.a) dedi ki: Ali (r.a) Hayber de bir kapıyı sırtına al­dı da, Müslümanlar onun üzerine çıkarak kaleyi fethettiler. O kapı da­ha sonra harab oldu. Parçalarını kırk kişi taşıyamadı.[123] Füdayl b. Abdillah da Muttalib aracılığıyla bunu Câbir'den nakleder.

Yunus b. Bükeyr, Muhammed b. Abdirrahman b. Ebî Leyla -Ha­kem- Minhal b. Amr isnadıyla Abdürrahman b. Ebî Leylâ'dan şöyle dediğini nakleder: Ali (r.a) hem yaz hemde kış aylarında içi kaba tüylü Küba giyinir ve sıcağa hiç aldırış etmezdi. Arkadaşlarım yanıma gelip, "Biz Emiril Mü'minîn"de birşey gördük, sende gördünmü? dediler, "ne gördünüz?" dedim, "Yanımıza çok sıcak bir havada yünlü Küba gi­yinmiş olarak gelir ve sıcağa aldırmaz. Çok soğuk bir günde de iki parça gayet ince bir elbiseyle gelir soğuğa hiç aldırmaz. Bu konuda hiçbir şey duydun mu?" dediler. "Hayır!" dedim. "Sen bunu babana bir soruver, zîra O, çok kere Ali (r.a) ile geceler" dediler. Ben sorunca "bu konuda bende birşey duymadım" deyip bir gece Ali (r.a) in yanına gir­di ve bunu sordu.

Hz. Ali ona "Sen bizimle Hayber'de bulunmadın mı?" deyince "E-vet" dedim. O zaman bana "Sen Peygamberin Ebû Bekri çağırıp bay­rağı verip onu Yahudilere yolladığını onunda gidip çarpışıp sonra he­zimete uğrayarak geri geldiğini görmedin mi?" dedi. "Tabi gördüm" dedim. Hz. Ali: "Sonra Ömeri çağırtıp bayrağı vererek Yahudilere yol­ladığını o da gidip onlarla çarpışıp sonrada hezimete uğrayıp geldiğini görmedin mi! İşte o zaman Peygamberimiz ;

"Bayrağı Allah'ı ve Rasûlünü seven Allah ve Rasûlü'nün de Oniksevdiği birine vereceğim. Allah fethi onun eliyle nasib edecek, o firara değildir." buyurdu ve beni çağırıp bayrağı verdi. Sonrada: " Allah'ım sıcağada soğuğa da ona sen kifayet et"

buyurdu. Bundan sonra bir daha ne soğuk ne sıcak hissettim.[124]

Ebû Avâne, Muğîra ed-Dabbî isnadıyla Ümmü-Mûsâ'dan şöyle nakleder: Ben Ali (r.a)'ı: "Hayberde Nebî (s.a.v) bana bayrağı verdik­ten sonra ne göz ağrısı ne başağrısı oldum" derken duydum. Bunu Ebû Davud'u Tayalisi Müsnedinde nakleder.[125]

 

Merhab'ı Muhammed B. Mesleme Öldürdü Görüşü

 

Musa b. Ukbe, Zührî'den naklediyor: Hayber günü Resûlullah (s.a.v) kalkıp va'z etti. Sonra Ali (r.a)'ı çağırıp ağrıyan gözüne tükrük sürüp şifa duasında bulundu. Ardından bayrağı ona verdi. Müslüman­lar Ali'nin ardına uydu Efendimiz'in dûasıyla Müslümanlar harpte sabr edip meşakkate katlandılar. Kalenin kapısına yaklaşıldığında Yahudi­ler öncü kuvvetleri (hücum bölüğü) ile çıktılar. Yahudi öncü kuvvetle­rinin başkanı öldürüldü. Muhammed b. Mesleme el-Eşhelî (r.a) da Yahudi Merhab'ı öldürdü. İbnü Lehîa da aynı haberi Ebu'l Esved ara­cılığıyla Musa b. Ukbe'den nakleder.[126]

Yunus, İbni İshak'dan naklediyor: Bana Abdullah b.Sehl el-Harısî, Cabir b. Abdillah (r.a)'dan şöyle dediğini anlattı: Yahudi Merhab, Hayber kalesinden silahlarına bürünmüş, recez söyleyerek çıktı ve "benimle kim düello edebilecek?" dedi. Resûlullah (s.a.v);

"Buna karşı kim çıkacak?" diye sordu. Muhammed b. Mesleme de "Ona ben varım, Ben vallahi alınacak intikamı olan, bu uğurda bir Yi­ğit yitirmiş olan kimseyim. Daha dün Yahudiler kardeşimi öldürdüler" dedi. Nebî (s.a.v)'i "haydi kalk ona git" diye emredip ;

"Allahım O'na karşı Muhammed b. Mesleme'ye yardım et!" diye dûa etti. İkisi birbirine iyice yaklaştıklarında aralarına çok yaşlı bir ağaç girdi. Artık her biri hasmının hamlesinden bu ağacın arkasına sığmıyordu. Biri ağacın ardına sığınınca öbürü onun önündeki dalları kılıcıyla kesiyordu. Böylece dalı kese kese artık ikisi de birbirinin tam karşısında görünür olmuş, bu ağaçta ikisi arasında dikilen bir adam gi­bi dalsız budaksız kalakalmıştı. Sonra Merhab, Muhammed'e saldırıp öyle bir darbe indirdi ki, Muhammed bundan ancak deri kalkan ile korunabilmişti. Deri kalkan Merhab'm kılıcım kıstırıp sıkıştırmış Merhab onu geri çıkaramamıştı. O an Muhammed b. Mesleme ona darbesini indirdi ve onu öldürdü. Söylendiğine göre Muhammed darbeyi vurdu­ğunda şu recezi söylemişti:

Hayber beni artık kesinlikle bilirki ben, diledim mi geçip giden af eden tatlı biriyim, dileyincede hükmeden bir zehirim. Merhab'ın recezleri de şöyle idi:

1- Hayber tanırki ben Merhab'ım. Pür silahlı tecrübeli kahramanım.

2- Yiğitler ateş yalımı gibi çıka geldi. İstilacının saldırısından koruyor.[127]

3- Bazen mızrakla hamle eder, bazen de kılıçla darbe indiririm. Be­nim korunmam ise yanına yaklaşılmayan bir korunmadır.[128]

Vakidî anlatıyor : Bana Muhammed b. Fazl b. Ubeydillah b. Rafı1 b. Hadic, Babası Ubeydillah b. Rafı' b. Hadic aracılığıyla Câbir (r.a)'dan, ve yine bana Zekeriyya b. Zeyd, Abdullah b. Ebî Süfyan, Babası, Se­leme b. Sülame'den, yine Mücemmî' b. Ya'kub, babası aracılığıyla Mücemmi1 b. Cariye'den, her üçünün de, "Kesinlikle Mefhâb'ı öldüren, Muhammed b. Meslemedir." dediklerini haber verdi.[129]

Yine Vakidî, İbrahim b. Ca'fer b. Mahmûd b. Muhammed b. Se­leme aracılığıyla babası Ca'fer'den şöyle naklediyor: Ali (r.a) Merhab'a bir hamle yapıp onu kapıya çarptı. Hz. Ali diğer kapıyı açtı. Bu kale­nin iki tane kapısı vardı.[130] Vakidî devamda derki: Dendiğine göre: Muhammed b. Mesleme, Merhab'm ayağına kılıçla vurup onları kesti. Merhab ona: "Bana saldırsana yâ Muhammed!" dedi. O da, "Kardeşim Mahmud ölüm acını nasıl tatdı ise sende öyle tadacaksın" diyerek onu kanlar içerisinde bırakıp gitti. Az sonra Ali b. Ebî Talib (r.a) onun ya­nına geldi, kılıcını boynuna vurup öldürdü ve üzerindeki silahlan ve eşyaları aldı. Daha sonra ikisi Resûîullah (s.a.v) gelip bu silah ve eş­yalar hakkında mahkeme oldular. Efendimiz onları Muharnmed'e ver­di. Bunlar Merhab'ın kılıcı, mızrağı, miğferi ve tolgası idi. Kılıcı Muhammed b. Mesleme'nin çocuklarının mirasına geçmişti. Üzerinde ne olduğu anlaşılamayan bir yazı vardı. Nihayet Teyma Yahudilerin-den biri onu okumuştu ki, üzerinde, "bu Merhab'ın kılıcı olup bunu ta-dan helak olur" yazılı idi.[131]

Vakidî derki: Bana Muhammed b. Fazl b. Abdullah b. Râfi- b. Hadîc, babası aracılığıyla Câbir b. Abdillah (r.a)rtan şöyle dediğini an­lattı: Âmir düello için ortaya çıkmıştı. Uzun iri yapılı biriydi. O, ortaya çıkınca Resûîullah (s.a.v):

"O'nun boyunu beş zîra (üç metre kadar) tahmin ediyormusunuz?" buyurdu. Âmir, düelloya davet ediyordu. Ona Ali (ra) düelloya çıkıp iki darbe attı ise de bunlar bir işe yaramadı. Nihayet Ali (r.a) onun in-

çiğine vurup çökertti, sonrada üzerine çullanıp öldürdü ve silahını aldi.[132]

İbni İshak derki: Merhab'dan sonra ortaya kardeşi Yâsir çıktı ve dü­ello istedi. (Hişam b. Urve'nin dediğine göre O'na Zübeyr (r.a) çıktı. Annesi Safıyye bin. Abdü'l Muttalib oğlunun çıktığını görünce, "Yâ Rasülellah! Bu adam oğlumu öldürür" dedi. Rasûlü Ekrem de: Aksine, İnşaallah oğlun onu öldürecek" buyurdu. Zübeyr meydana çıktı ve karin şüaştılar, Bu çarpışmada Zübeyr, Yâsir'i Öldürdü.[133]

 

Hayber'de Müslüman Olan Köle

 

İbnü Lehî'a Ebu'l Esved aracılığıyla Urve'den ve Musa b. Ukbe'den bu konuda şöyle nakleder: Sonra. Yahudiler kaçıp kaçıp sağlam yapılı kalelerine sığındılar. Buraya El-Kâmûs kalesi deniyor. Takriben Efen­dimiz orayı yirmi gün kuşatma altında tuttu. Orası pek sıcak ot bile bitmeyen bir yerdi. Müslümanlar bu yüzden müthiş bir açlığa duçar oldular. Orada Yahudinin birine ait birkaç merkep buldular... Musa b. Ukba burada oradaki kıssayı ve Efendimizin ehli eşek eti yemeyi ya­sakladığını anlatıp şöyle devam eder:

-  O sırada Efendisine ait bir davar sürüsü ile Hayberli siyah Habeş asıllı bir köle Haybere geldi. Hayberliîeri silahlanmış görünce:

- "Ne istiyorsunuz?" diye sordu. Onlarda:

"Şu kendisinin Peygamber olduğunu iddia eden adamla savaşaca­ğız" dediler. Kölenin gönlüne Nebî (s.a.v)'in adı yer etti. O da koyun­larını alıp Resûlullaha doğru sürdü. Oraya gelince:

"Sen ne diyor ve neye da'vet ediyorsun?" dedi. Efendimiz (s.a.v):

"İslama ve şehadet kelimelerine" deyince köle:

"Ben Allah'a inanıp bu şehadetleri söylesem bana ne verilir?" dedi. Efendimiz:

"Sana cennet var, eğer bu halinle ölürsen..." buyurdu. O da Müslüman oldu. Köle :

"Yâ Nebiyyallah!  Şu koyunlar bende emanettir." deyince Nebî (s.a.v):

"Sen onları askerimizin arasından çıkar ve kumluk bir yere bı­rak. Allah senin yerine emanetini sahibine ulaştıracaktır" bu­yurdu. O da öyle yaptı, koyunlar sahibine döndüler. Efendimiz asha­bına va'zda bulundu... Hayber çarpışması sırasında bu siyahı köle şehit oldu. Onu alıp çadıra getirdiler. Denildiğine göre Resûlullah (s.a.v) çadıra bir göz atıp sonra ashabına dönüp : Allah bu köleye ikramda bulunup onu Haybere şevketti. İslâm onun gönlü­ne hakikaten girmişti. Ben onun başucunda iki tane Huri gör­düm" buyurdu.[134]

İbnü Vehb, Hıyve b. Şürayh -İbnü'l Hâd- Şürahbil b. Sa'd isnadıyla Câbir b. Abdillah'tan nakleder:

- Hayber savaşında Peygamber (a.s) ile beraberdik. Bir müfreze tef­tişe çıktığında beraberinde güttüğü koyun sürüsü ile birlikte bir adam yakalayıp onu Peygamber (s.a.v)'e getirdiler. Nebî (s.a.v) ona dini hak­kında konuştu. Adam O'na, "ben sana da senin getirdiğin dine de îman ettim ama bu koyunlar nasıl olacak o bana emanettir. O birer ikişer veya daha fazla insanların malıdır." dedi. Nebî (s.a.v) :

"Onlara çakıl taşı at, onlar sahibine döner gider" buyurdu. A-dam da eline çakıl veya toprak parçaları alıp bunları koyunlara atınca koyunlar kaçışarak gidip her biri sahibini buldu. Sonra bu adam harp saflarının en önüne geçip çarpıştı. Bir ok isabet ederek şehid oldu. Allah için bir tek rek'at namaz kılmaya bile vakit bulamamıştı. Pey­gamber (s.a.v) :

"Onu çadıra götürün!" buyurdu. Onlarda Nebî (s.a.v)'in çadırına gö­türdüler. Nebî (s.a.v) harbi o gün bitirip geldi ve yanına girip çıktı ve:

"Bu arkadaşınızın Islâmi çok güzel olmuştur. Yanına girdi­ğimde başucunda hurilerden iki tane eşi olduğunu gördüm" buyurdu. Bu hadis Hasen veya sahih dereceli bir hadistir.[135]

Müemmel b. İsmail, Hammad -Sabit el-Bünanî- isnadıyla Enes (r.a)'dan naklediyor: Adamın biri Peygamber'e gelip "Ya Rasûlellah! Ben rengi kara yüzü çirkin, kötü kokulu, malsız biriyim. Şu heriflerle öldürülünceye kadar çarpışsam bu cennete girebilirmiyim" dedi. Nebî (s.a.v) "Evet" buyurunca Ön tarafa geçip savaşa başladı ve şehid oldu. Nebî (s.a.v) onun yanına geldiğinde ölmüş bulunuyordu: Efendimiz

(s.a.v.) Allah yüzünü güzelleştirdi, kokunu hoş edip malını ço­ğalttı" dedi. Ravi der ki, burada bir de Efendimiz (s.a.v)in :

"Ben onun eşlerini gördüm ki, iki huri olup onun cübbesini ü-zerinden soyup onun cildi ile cübbesi arasına giriyorlardı" sözü geçer ki ya bu zat, yada bir başkası içindi. Bu sahih bir hadistir.[136]

Yunus b. Bükeyr, İbni İshak'tan naklediyor: Bana Abdullah b. Ebî Bekir, Eşlem kabilesinden birinden nakletti ki; Eşlem kabilesinin Sehm oğullarından bir kaç kişi Hayber'de Efendimiz (s.a.v)'e gelerek:

"Ya Resûlallah! Açlık iliğimize ilişti, elimizde ise hiçbir şey yok" dediler. Lakin Resûlullah'ın yanında da hiç birşey bulamadılar. Nebî (s.a.v) :

"Allah'ım! Sen bilirsin ki, bunların hali perişandır ve hiç güç­leri yoktur. Benim yanımda da onlara verebileceğim birşey yok onlara içi yemek ve yağ dolu olan en büyük kalenin fethini nasib

eyle!" diye dûa etti. Ordu kalelere saldırdı Allah onlara Sa'b b. Muaz kalesinin fethini nasib etti. Hayber'de ondan daha fazla yemek ve yağ bulunan bir kale yoktu. Rasûlü Ekrem (s.a.v) Onların kalelerinden ele geçirebildiğini fethedip mallardan alabildiği kadar aldığında, onların Vatîh ve Sülâlim adlı iki kalesine kadar vardı. Bunlar Hayber'in fethe­dilen son iki kalesi oldu. Resûlullah (s.a.v) orayı on küsur gün kuşatma altında tutmuştu.[137]

 

Safiyye (R.A.)'Nın Kıssası

 

Bekkâı, İbni İshâk'm şöyle dediğini anlatır: Resûlullah Hayber mal­larına varıp onları birer birer aldı, kaleleri teker teker fethetti. İlk fet­hettiği Nâim'in kalesi idi. Muhamrned b. Mesleme'nin kardeşi Mahmûd b. Mesleme de orada şehid edildi. Kaleden üzerine bir de­ğirmen taşı atıldı ve şehid oldu. Sonra el-Kamûs adlı İbnü Ebî'l Hukayk'ın kalesi fethedildi. Resûlullah (s.a.v) onlardan bir çok esir al­dı. Bunlar arasında Huyey b. Ahtab kızı Safıyye ile amcasının iki kızı da vardı. Resûlullah bu kızları Dıhyetü'l Kelebî'ye verdi.[138]

Yûnus b. Bükeyr, İbni İshak'tan nakleder: Bana bu olayı Muham med b. Mesleme el-Ensarî'nin bir oğlu ailesinden birinden, aynı za­manda Miknef de bu olayı bana şu şekilde anlattılar:

- Resûlullah (s.a.v) hayber halkını önce El-Vatîh ve Es-Sülalim de­nen   iki   kalede  kuşattı.   Yahudiler  helak   olacaklarını   anlayınca, Resûlullah (s.a.v)'e haber salıp, kendilerini başka yere sürerek kanla­rını korumasını istediler. Oda kabul etti. Artık Nebî (s,a.v) malların hepsine: Eş-Şık, En-Netâ, el-Küteybe kaleleri ile, az önce adı geçen iki kale dışındaki bütün kalelere sahip oldu. Yahudilerin bu yaptıkları Fedek halkı tarafından duyulunca onlar da Resûlullah'a elçi gönderip, kendilerininde sürülüp canlarının korunmasını ve O'nunla malların a-rasından çekilmelerini teklif ettiler. O da kabul etti.

Bu hususta onlarla Resûlullah arasında anlaşdırıcı olarak gidip ge­len Muhaysa b. Mes'ûd idi. Bu şartı kabule razı olduklarında mallar hususunda Peygamber (s.a.v)'in kendilerine "yarıcı" muamelesi yap­masını isteyerek, "Biz bu malların kullanmasını ve imar etmesini siz­den daha iyi biliriz" dediler. Peygamber (s.a.v)'de "Yarı yarıya" onlarla bu konuda anlaşma yaptı. Ancak, "biz sizi buradan çıkarmak istediği­mizde çıkarabüme" şartıyla anlaşmayı kabul etti. Fedek halkıda bunu evet dediler.

Hayber malı bütün mücahitlerin arasında Fey yani ganimet malı olarak dağıtıldı. Fedek bahçelikleri ise Resûlullah'a tahsis edildi. Çünkü Müslüman ordusu orayı almak için ne at ne deve göndermişti.[139]

Hammâd b. Zeyd, Abdülazîz b. Suheyb ve Sabit aracılığıyla Enes (r.a)'dan nakleder:

- Resûlullah (s.a.v), Hayberlilere galib gelip savaşçılarını öldürmüş ve çoluk çocuğunu esir almış olduğunda, Safıyye'de Dıhyetü'l Kelebî'-nin sehmine düşmüş idi. Sonra Resûlullah (s.a.v)'in oldu. Efendimiz (s.a.v) onunla evlendi, âzât edilmesini de mihrinin bedeli yaptı.

Hadisin ravisi Abdü'laziz, öteki Ravî Sabite:

"Yâ Ebû Muhammedi Sen Enes'e, "peki, ya mihir olarak Ona ne verdi idi." diye sordun mu? deyince Sabit, "Efendimiz O'na kendini mihir olarak verdi" deyip gülümsedi.

Bu hadis Buharî ve Müslim'in ittifakla naklettikleri bir hadistir.[140]

Ya'kub b. Abdirrahman, Amr b. Ebî Amr aracılığıyla Enes (r.a)'dan şöyle nakleder: Nebî (s.a.v)'e Safıyye'nin güzelliği anlatıldı. O henüz yeni gelin olmuş, kocası Kinâne b. Rabî1 b. Ebi'l Hukayk harpte öldü­rülmüş idi. Resûlullah (s.a.v) onu kendine seçmişti. Biz -geri dönerken Hayberle Medine arasındaki- Seddû's Sahbâ mevkiine geldiğimizde Safıyye (hayızı bittiği için) evlenebilmesi helal olmuş, Resûlullah da onunla zifaf yapmıştı. Ufak bir deri üzerinde -düğün yemeği olarak-Hays (denen hurma ezmesi yemeği) ikram etti.

Ben Peygamberimizi bineğinde arkasına doladığı bir aba ile ona o-turak yaptığını, deveye bindireceğinde devesinin yanına gelip oturdu­ğunu, Safıyye'nin de gelerek ayağını Nebî (s.a.v)'in dizine basarak de­veye bindiğini gördüm.

Nihayet Uhut dağı görününce Resûlullah (s.a.v.) : Bu öyle bir dağdır ki, biz onu severiz o bizi sever" buyurdu. Buharî hadisi buradakinden daha uzun naklettiği gibi Müslimde nakletmiştir.[141]

Muhammed b. Ca'fer b. Ebî Kesîr, Humeyd'in Enes (r.a)'tan şöyle duyduğunu anlatır: Resûlullah (s.a.v) Hayber ile Medîne arasında üç gece ikamet ederek Safıyye ile düğününü yaptı. Ben ashabı Resûlullah' in düğün yemeğine da'vet ettim. Ziyafette ne ekmek ne et vardı. Ancak Bilal'e deri bir sofra getirmesini emretti, sofra serilip üzerine hurma, katık ve yağ konuldu.

Müslümanlar, "Safıyye'nin Efendimizin Cariyesi mi, yoksa hanımı olarak "Mü'minlerin annesi" sıfatım mı aldığı" hususunu konuştular ve kendi aralarında, "eğer onu hicaba büründürmezse o zaman cariye ola­rak almıştır, hicaba büründürürse o da mü'minlerin annelerinden biri olmuştur" dediler. Göç Medine'ye doğru harekete geçince Efendimiz devesinin hörgücünde kendi oturduğu yerin ardında Safîyye'ye de yer hazırlattı ve Onun artık görünmemesi için insanlarla arasına örtü çekti.

Bu hadisi Buharî rivayet etmiştir.[142]

Hammad b. Seleme derki, sandığıma göre bize Ubeydullah b. Ömer Nâfı aracılığıyla Abdullah b. Ömer'den nakletti ki: Resûlullah (s.a.v) Hayberlilerle çarpışarak onları kalelerine sığınmaya mecbur etti. Ora­daki arazilere, ziraata ve hurma bahçelerine el koydu. Onlarda, Hayber'den sürülmeye hayvanlarına yükleyebilecekleri kadar yanlarına eşya almaya altın ve gümüşlerini Resûlullaha bırakmaya ve can gü­venliğiyle oradan çıkmaya razı olarak Nebî (s.a.v)'le anlaşma yaptılar.

Nebî (s.a.v) onlara hiçbir şeyi saklamama şartı koşup, eğer saklar­larsa ne zimmîlik koruması, ne de verilen sözde durma, kalacaktı. La­kin Yahudiler Huyey b. Ahtab'a ait içinde para ve ziynet bulunan bir deri tuluğunu sakladılar. Huyey bunu Benû Nadr, Medine'den sürül­düğü zaman alıp Haybere getirmişti. Resûlullah (s.a.v), Huyey'in am­casına;

"Huyey'in Benû Nadır'dan getirdiği o zinet tuluğu ne oldu?" diye sorunca O, "O'nu geçim masrafı ve Harp masrafı alıp götürdü," dedi. Efendimiz de:

Bu malın Benü Nadr'dan geldiği-süre pek yakındır. Mu malda bu kadar kısa süre içinde harcana­bilecek mikdardan çok fazladır." buyurup bu adamı Zübeyr (r.a)'a teslim etti. O da ona biraz işkence yapınca, "Ben Huyey'i şurada bir yerde bir harabe etrafında dolaşırken görmüştüm" dedi. Gerçektende Huyey harpten Önce bir harabeye girip çıkardı. Oraya gidip etrafı ara­dılar ve tuluğu harabede buldular.

Bunun üzerine Resûluîlah (s.a.v), Ebî'l Hukuyk'm iki oğlunu da öl­dürttü ki, bunlardan birisi Safıyye'nin eşiydi. Resûlullah onların çoluk ve çocuklarını esir olarak aldı, onların mallarını da -kendi yırtıp atmış oldukları anlaşmayı bozma suçu ile- taksim etti. Yahudileri oradan sürgün etmek isteyince onlar, "Yâ Muhammedi bırakta bu topraklarda kalıp onu İslah ederek arazileri işletmeye devam edelim" dedi. Rasûlü Ekremİn ve ashabının bu toprakları işleyecek işçileri yoktu, kendileri­nin de orayı İslaha ayıracak zamanlan yoktu. Efendimiz (s.a.v)'de On­lara Hayberi, "Ziraatın, hurmanın ve Resûlullah'm gözüne değen her şeyin yarısı Müslümanlara verilmek şartıyla" verdi.[143]

Artık her yıl Abdullah b. Ravaha (r.a) oraya gelir, ziraat ve meyveyi tahmin ederek ölçer ve yarısını onlardan tazmin ederdi. Yahudiler o-nun tahminindeki katı tutumunu Peygamber'e şikayet ettiler, herri de ona rüşvet teklif ettiler. O da, "Bre Allah düşmanları! Siz bana pis, ha­ram şeymi yedireceğinizi sandınız? Vallahi ben sizin yanınıza bana in­sanların en sevgilisi olan zatın yanından geldim. Sizin Kur'ân'da may­mun ve domuzlardan addedilmeniz yüzünden siz benim en sevmedi­ğim kişilersiniz. Lakin benim size olan buğzum ve Muhammed (s.a.v) olan sevgim size karşı beni asla adaletsiz davranmaya sevk edemeye­cektir." Deyince, Yahudiler: "İşte yer ve gök böyle bir adaletle ayakta durur" dediler.

Resûlullah (s.a.v), Safıyye (r.a)'mn gözünde bir morluk görüp, "bu ne?" diye sorunca, "Benim başım uykuda iken İbni Ebî'l Hukayk'ın göksünde idi. Rüyamda kucağıma sanki bir ayın indiğini gördüm ve bunu ona anlattım. O da bana bir tokat attı ve sen Yesrib (Medine) kiralıyla evlenmeyi mi içinden geçiliyorsun?" dedi. Safiye derki: Resûlullah bana insanların en sevimsizi gibi geliyordu. Hem babamı hemde kocamı öldürmüştü. Ama bana sürekli olarak, "Baban arabları hep aleyhime kışkırtırdı ve yapacağı her türlü kötülüğü yapmıştı"'diye­rek özür diledi. Nihayet gönlümdeki bu nefret sökülüp gitti.

Resûlullah (s.a.v), her yıl hanımlarına Hayber'den gelen seksen Öl­çek hurma, yirmi ölçek arpa verirdi. Nihayet Hz. Ömer zamanında Yahudiler, Müslümanlara hileye başladı. Hatta Abdullah b. Ömer'in üzerine bir evin damından bir taş atıp ellerini sakat bıraktılar. Bunun üzerine Ömer (r.a), ashab'a, "kimin Hayberde ortakta hissesi varsa be­nimle gelsinde, orayı bölüşelim" deyip vardı ve araziyi sahiplerine taksim etti. Yahudilerin reisi, "Bizi buradan çıkarmayın, bırakmda bu arazide Resûlullah'ın ve Ebû Bekr'in bıraktığı gibi yine kalalım" diye rica etti. Sen Resûlullah'ın sana söylediği şu sözün benim aklımdan çıktığımmı sanıyorsun:

"Senin deven seni Şam tarafına doğru gün be gün, gün be gün alıp götürdüğü zaman halin ne olacak" demişti." dedi ve Hudeybiye Musalahasında bulunupta Haybere gelenler arasında Hayber arazisini taksim etti.

Buharı bu hadisi Kitabında başka bir rivayete şahit olarak getirdi ve "Ona da Hammad b. Seleme rivayet etmiştir" dedi.[144]

Ebû Ahmed el-Merrâr b. Hameveyh, Muhammed b. Yahya el-Kinânî -Malik- Nâfi1 isnadıyla İbni Ömer (r.a)'ın şöyle dediğini rivayet eder: Hayberde elimin mafsalından sakat kaldığımda Ömer hitap için kalkıp: "Resûlullah (s.a.v) Hayber Yahudilerini bıraktıkları mallarını çalıştırmak için işçi muamelesi yapmış ve " ^L^jSİ U f&jîj Allah hakkınızdaki bu hükmü böyle bıraktığı sürece bizde -değiştirmez-öyle bırakırız." buyurmuştu. Ömer'in oğlu Abdullah Haybere oradaki malına bakmaya gelmişti. Geceleyin ona bir zulüm yapıldı ve elleri sakat kaldı. Orada bize onlardan başka düşman olan ve itham edebile­ceğimiz bir başkası olan yok. Ben onların artık oradan sürgün edilmesi görüşündeyim" dedi.

Hz. Ömer bu görüşünü infaza karar verince, Ebû'l Hukayk'm oğul­larından biri O'na geldi ve: "Ey Mü'minlerin emîri! Muhammed bizi burada yerleştirmiş ve işçi tutmuş olmasına rağmen sen sürecek mi­sin?" dedi. Ömer (r.a) O'na; "sen benim Rasûlü Ekrem'in senin hakkı­nızda söylediği;

"Senin Hayberden çıkarıldığın ve deveyin seni gün be gün alıp gö­türdüğünde halin nice olacak" sözünü unuttuğumu mu sanıyorsun." dedi. O da "bu söz Muhammed (s.a.v)'in ciddi olarak söylemediği bir sözdü" deyince Ömer (r.a.):

"Yalan söylüyorsun ey Allah düşmanı, deyip onları sürdü. Buna rağmen onların meyvalardan kalan alacaklarım, nakit, deve ve ip, se­mer ve diğer şeylerden karşılayarak verdi. Hadisi Buharı Ebû Ahmed'den naklediyor.

Muhammed b. Fûdayl, Yahya b. Saîd, Beşîr b. Yesâr isnadıyla-Nebî (s.a.v)'in ashabından bir gurub'tan naklediyor:

-Resûlullah (s.a.v), Hayberi ele geçirince onu otuz altı hisseye ayır­dı. Bunlardan her bir hisseyi yüz hisseye ayırdı. Resûlullah (s.a.v) ile Müslümanlara bundan yarısı ayrıldı. Diğer yarısını da kendisine gelen elçilere, devlet işlerine ve insanların başına gelen felaketlere sarfedilmek üzere hazineye ayrıldı. Haberi Ebû Davûd naklediyor.[145]

Süleyman b. Bilal, Yahya b. Saîd -Beşir b. Yesâr isnadıyla, derki: Nebî (s.a.v), Hayber'i Otuz altı hisseye ayırdı. Bunun on sekiz hissesi­ni Müslümanlara ayırdı. Her hisse yüz hisseden oluşuyordu. Peygam­ber (s.a.y) de, Müslümanlar arasında normal hissedar olup aynen di­ğerleri kadar hisse aldı. Bunun yarısını, tabiî afetlerde ve Müslümanla­rın meseleleri için yanma gelen elçilere sarfedilmek üzere ayırdı.

Bu hisseler El-Vatîh, Sülâlim ve Kûteybe denen yerlerle oraların çevresindeki yerlerdi. Bu mallar Peygamber ve Müslümanların eline geçtiği zaman -gördüler ki- bu arazileri işleyecek işçileri yoktu. Bu yüzden Yahudileri çağırıp onlarla işçi olarak anlaştılar.[146]

Beyhakî derki: Bunun böyle olması, Hayberin bir kısmının harp, bir kısmınmda sulh ile fethedilmesidir. Harple ele geçen yerlerin mallarım Humus alacaklilanyla Ganimeti hak edenler arasında taksim etti. Sulh ile fethedilen yerleri ise, tabi afetler ve Müslümanların menfaatlerinde kullanmak üzere ayırdı.[147]

Abdürrezzak, Ma'mer -Ubeydullah b. Ömer- Nafi isnadıyla İbni Ömer (r.a)'dan nakleder: "Hayber savaşı, Nebî (s.a.v)'inde iştirak ettiği bir gün idi. Orada ziraat ve hurmalık vardı. Her yıl hanımlarının her birine yüz ölçek hurma, yirmi ölçek de arpa bölüştürürdü."

Bu haberi Zührî, Abdürrezzak'dan nakleder. Ne varki silsileden "İbni Ömer"i kaldırarak "mürsel" alarak nakleder.[148]

İbnü Vehb, Yahya b. Eyyûb'dan nakleder: Bana İbrahim b. Sa'd, Benî Mahzum'un kölesi Kesir'den Ata aracılığıyla İbni Abbas (r.a)'ın şöyle dediğini anlattı:

- Resûlullah (s.a.v), Hayber günü iki yüz ata ikişer ikişer hisse ver­di.

Yine İbnü Vehb, "bana Yahya b. Eyyûb Yahya b. Saîd ve Salih b. Keysan'dan bunun aynısını haber verdi" der.[149]

Süfyan b. Uyeyne, Yahya b. Saîd'in Sabih b. Keysan'dan şöyle nak­lettiğini bildirir: "Hayber günü Müslümanlar bin dörtyüz kişiydiler. O zaman onlarda iki yüz at vardı."[150]

Yûnus, İbni İshak'dan naklediyor: Bana Zührî, Said b. Müseyyeb aracılığıyla Cübeyr b. Mut'im (r.a)'dan naklediyor:

-  Resûlullah (s.a.v), Hayber arazilerinin mallarından elde edilen hisselerden  "Zevî'l  Kurba (Akraba)  hisselerini  Haşim  oğullarıyla Muttalib  oğullarına  bölüştürdüğünde  Osman  ve  ben  gidip,   "Ya Resûlallah! Şu gurub, Allah'ın seni onlardan biri yapması ile üstün­lükleri inkar olunamayan kardeşlerin Haşim oğullandır.

Lakin şu Muttalib oğullarından olan kardeşlerimize hisse verip de bizi terket menize ne diyorsun? Zîra onlarla bizim sana olan akrabalı­ğımız aynı derecededir." dedik. Nebî (s.a.v)'de ellerinin birini diğerine kenetleyerek:

"Haşim oğullarıyla Muttalib oğulları aynı şeydir. Ancak onlar bizden ne cahiliye ne de İslâm döneminde ayrıldılar." buyurdu. Buharî bu hadisî (hüccet değil ama) şahit olarak kullanmıştır.[151]

Şu'ben Humeyd b. Hilal aracılığıyla, Abdullah b. Muğaffel (r.a)'ın

şöyle dediğini anlatır:

- "Hayber kuşatması esnasında, insanın birisi içinde iç yağı bulunan bir tulum atmış ve yanıma düşmüştü. Ben onu almak için fırladım ve bunu kimseye vermeyeceğim" deyip kaptım. Birde dönünce ne göre­yim, Nebî (s.a.v) bana gülümsemiyor mu! O'ndan çok utanmıştım." Bu hadisi Buharî ve Müslim nakletmişlerdir.[152]

Ebû Muâviye, Ebû İshak eş-Şeybânî -Muhammed b. Ebî Mücâlid-isnadıyla şöyle nakleder. Abdullah b. Ebî Evfâ (r.a)'a, "Resûlullah  (s.a.v) zamanında yiyecekleri de (Humusa tabi tutup) beşte bire bölermiydiniz?" dedim de, "Hayber günü bir yiyecek ele geçirmiştik. Ordudaki kişiler gelip ondan ihtiyacı kadar alıp gidiyordu" dedi. Haber Ebû Davud'dandır.[153]

Ebû Muaviye, Asım eI-Ahvalfdan Ebû Osman en-Nehdî veya Ebû Kılâbe'nin şöyle dediğini anlatır: Nebî (s.a.v) Hayber gazvesine geldi­ğinde meyveler daha yeşil idi. İnsanlar ham meyvaya hücum edip hep­si sıtmaya yakalandı.

Bu durumu Nebî (s.a.v)'e şikayet ettiler. O da eski bir kırbada su soğutulmasını sonra sabah ezanı ile fecir doğumu arası bunları üzerle­rine boşaltmalarını ve buna besmeleyle başlamalarını emretti. Ashab bunu yapınca sanki bağı çözülmüş (salıverilen hayvan) gibi oldu.[154]

Bişr b. Müfaddal, Muhammed b. Zeyd'den naklediyor: Bana Ebu'l Lahm'ın kölesi Umeyr şöyle anlattı: Ben Hayber savaşında Efendimiz­le beraber bulundum. Benim hakkımda Resûlullah (s.a.v) ile konuş­muşlar, O da benim harbe katılmamı emretmiş, böylece kılmç kuşan­dım.

Baktımki ucunu yerde sürümekteyim. Efendimize benim köle oldu­ğum haber verilince bana ev eşyasından birşey verilmesini emretti. (Hurseyy) kelimesi ucuz, işe yaramaz demektir. Bunu Ebû Dâvud Sü-nen'inde rivayet etti.[155]

 

Hayber Şehitleri

 

İbni İshak'dan anlattığına göre Hayberde şehit düşenler şunlardır:

A- Üm'eyye oğulları anlaşmalı olanlardan:

1- Rabî'a b. Eksem.

2- Sakaf b. Amr.

3- Rifâ'a b. Mesrûh.

B- Esed b. Abdül-uzza oğullarından,

4- Abdullah b. Hübeyb.

C- Ensar'dan.

5- Fudayl b. Nu'nıân es-Selemî.

6- Mesûd b. Sa'd ez-Zürakî.

7- Ebû'd-Dayyah b. Sabit ki bu zat Amr b. Avf oğullarından biridir.

8- Haris b. Hatıb.

9- Urve b. Mürra.

10- Evs b. el-Kâid.

11-Enîf b, Habîb.

12- Sabit b. Esle.

13- Talha b. Yahya.

14- Umara b. Ukbe el-Ğıfârî.

14- Âmir b. El-Akvâ1.

15- Muhammed b. Seleme.

16- El-Esved er-Râî'nin ölümleri yukarda anlatılmış idi. Bu sayılanlara Abdülmelik b. Hişam,

17- Mesûd b. Rabî'a, ile Evs b. Katâde el-Ensariyi de ekler.

Bazı tarihçiler'de bunlara Mübeşşir b. Abdü'l-Münzir ile Haşimî olmayan Ebû Süfyan b. el-Haris'i de ekler.[156]

 

Ca'fer B. Ebî Talib Ve Yanındakilerin Haybere Gelişleri

 

Buharî ve Müslim, Ebû Kurayb -Ebû Üsâme- Burayda b. Abdillah -Ebû Bürde isnadıyla Ebû Musa el-Eş'arî (r.a)'tan şöyle dediğini nakle­der:

"Resûlullah (s.a.v)'in Medine'ye çıkış haberi bize ulaştığında biz Yemen'de idik. Hemen bizde kendi kavmimden elli iki -(yada elli üç veya elliden fazla) kişi içinde en küçükleri ben olarak kardeşlerim ki biri Ebû Rühm diğeri Ebû Bürde ile birlikte Peygamberin yanma doğ­ru hicret etmek üzere yola çıktık. Bir gemiye bindik. Lakin gemi -her ne sebebleyse- bizi Habeşistana Necaşîye götürdü. Biz Ca'fer b. Ebî Talib ve arkadaşlarına O'nun yanında rastladık. Ca'fer -bize-: "Resûlullah bize haber salıp burada kalmamızı emretmiş. Sizde bizimle kalın" dedi. Bizde hep beraber geri gelene kadar Ca'ferle beraber kaldık. Biz Resûlullah'a Hayberi fethettiği esnada kavuştuk. Nebî (s.a.v) bize de ganimetten hisse verdi. Halbuki Hayber fethinde bulu­nanlar dışında kimseye hisse vermemişken sadece bu bizim gemidikilere Ca'fer ve arkadaşlarıyla beraber bu ganimetten hisse ayırdı."

Bu sırada insanların kimisi bize; "Biz hicrette sizi geçtik (ayette bildirilen sevaba eriştik)" diyorlarmış. Esma binti Umeys -ki bizimle gelenlerden biriydi- bir defasında Nebî (s.a.v)'in eşi Hafsa (r.a)'nın ya­nma ziyarete gelmişti. O da Habeşistana göç edenlerdendi. Esma daha Hafsa'mn yanındayken -babası- Ömer (r.a) kızının yanma gelmiş ve Esma'yı görünce "bu kim?" diye sormuş. Hafsa da, "Esma binti Umeys" deyince Ömer :

"Vay bu Habeşli Esma'mı, bu bahriyeli (Denizci) Esma'mı!?" diye latife etmiş. Esma'da "evet" deyince Ömer (r.a) :

-"Biz -ayette belirtildiği gibi- Hicrette sizden öne geçtik ve Resûluliah'a sizden daha layık olduk!" deyince Esma kızdı ve;

- "Yalan söyledin Yâ Ömer! Hayır. Vallahi, siz Peygamberle bera­berdiniz açlarınızı doyuruyor, cahillerinize nasihat ediyordu. Biz ise uzak bir diyarda -veya kirli bir ülkede- ta Habeşistan'daydık. Bu sa­dece Allah ve Rasûlü yolunda katlanılan bir meşakkatti. Allah'a yemin ederim ki, senin söylediğini Resûlullah'a anlatmadan ne yemek yiye­ceğim ve nede içecek içeceğim. Ey Ömer! Biz işkence oluyorduk ve korkuyorduk. Bunu O'na anlatıp soracağım. Vallahi ne yalan söylerim, ne kaypaklık ederim ne de -bu sözüne- ilave ederim" dedi. Nebî (s.a.v)

gelince :

"Ey Allah'ın Nebîsi! Ömer şöyle şöyle söyledi" dedi. Efendimiz de, "peki sen O'na ne dedin" diye sorunca Esma, "ben de şöyle şöyle söy­ledim" dedi. Efendimiz de :

"Bu konuda Ömer bana sizden daha layık değildir. O'nun ve arkadaşlarının bir tek hicreti var. Ey Gemi halkı! Sizin iki hicre­tiniz var." buyurdu.

Esma derki: Daha sonra ben gördümki Ebû Musa ve arkadaşları gu­rup gurup gelip bana bu hadisi soruyorlardı. Zîra bütün dünyada Onları Resûlullah'm kendileri hakkında söylediği bu sözlerden daha fazla se­vindirip daha muazzam sayabilecekleri hiç bir şey yoktu.

Ebû Bürde devamla derki: Esma demişti ki: Ben Ebû Musa el-Eş'ârî'nin bu hadisi benden tekrarını ister ve : "Sizin iki hicretiniz var, birinde Necaşiye göç ettiniz, birinde de bana hicret ettiniz" hadisini söylerdi.[157]

Eclah b. Abdillah, Şa'bî'den naklediyor: Ca'fer (r.a), Habeşis­tan'dan geldiği zaman onu bizzat Resûlullah karşılamış, yüzünü öpüp;

"Vallahi hangisine sevineceğimi bilemedim, Hayber'in fethine mî, Ca'fer'in gelişine mi?" buyurdu.[158]

Bazı kaynaklar bu hadisin isnadını, "Eclah -Şabî- Câbir-" diye mevsulen verir.[159]

Süfyan b. Uyeyne, Zührî'nin Anbese b. Saîd el-Kureşî'yi Ebû Hüreyre'den şu hadisi söylerken işittiğini rivayet eder:

- Medine'ye geldim ki, o sırada Resûlullah (s.a.v) Hayber'de onu fethettiği seferde bulunuyormuş. Ben (oraya varıp) bana da Hayber ga­nimetinden bir hisse vermesini istedim. Nebî (s.a.v) bu konuda Saîd b. el-Âs'ın oğullarından biriyle konuştu. O da, "biz O'na hisse veremeyiz, Ya Resûlallah!" dedi. Ben de: "bu adam Nu'man b. Kavkal'ı öldüren adamdır" dedim. Ebân b. Saîd de -kızarak- Ona: "Şaşarım şu, Sedir ağacının başından bize saldıran şu -korkak- ada tavşanın haline, Müs­lüman bir kişinin ölümünü Allah'ın benim elimde takdir etmesini ayıplıyorda kendi elinde olmasına sevinemiyor" dedi.

Hadisin bu şekildeki lafzı Ebû Davud'a aittir. Haberi Buharı de nak­leder sadece-sedir yerine, yani Devs kabilesine ait bir "dağ" veya "koyun" kelimesini kullandı.[160]

İsmail b. Ayyaş, Zübeydî aracılığıyla Zührî'den.... Bana Anbese b. Saîd Ebû Hüreyre'yi Saîd b. el-Âs'tan haber verirken şöyle dediğini i-şitmiş: Rasûlü Ekrem (s.a.v) Ebân b. Saîd'i bir bölüğün başına katarak Necid tarafına göndermişti. Eban ve arkadaşları Peygamberin yanma, Hayber'de vede oranın fethinden sonra gelebilmişti. Atlarının yuları liften idi. Ben, "Ya Resûlallah, O'na ganimet hissesi verme!" dedim. Eban da, "Bre korkak-dağ tavşanı- demek sen, sedir ağacından üzeri­mize atlıyorsun ha" dedi. Nebî (s.a.v) de O'na:

"Yâ Ebân otur yerine" buyurup ona hisse vermedi.

Bu hadisi Buharı, "Zübeydî'den anlatıldığına göre" diyerek Muallak bir şekilde nakletmiştir.[161]

Musa b. Ukbe, İbni Şihab-ı Zührî'den şöyle nakleder: Fezâra oğul­ları -Hayber kuşatması sırasında- Hayber halkına yardıma gelenler ara­sındaydı. Resûlullah Onlarla, Yahudilere yardım etmemeleri hususun­da elçi göndererek haberleşti ve;

"Eğer onların yanından çeker giderseniz Haybef'in şu şu yerleri si­zin olur" teklifinde bulundu. Ama onlar reddettiler. Allah Hayber fet­hini nasib edince, Fezâre oğullarından orada bulunanlar Nebî (s.a.v)'e gelerek: "Bize vadettiğin hisseyi ver" dediler. Efendimiz (a.s) da:

"Nasibiniz Zü Rakibe dağıdır veya Zü Rakibe sizin olsun" dedi. O, Hayber dağlarından biri idi. Onlar da "o zaman seninle savaşırız" dediler. Peygamber (s.a.v)'de:

"Karşılaşma yeriniz (Hayber'le Fedek arasındaki) Beni Fezarahlara ait Cenef (suyu yanı) olsun" buyurdu. Bunu duyunca kaçıştılar.[162]

Buhâri naklediyor: Bize Mekkî b. İbrahim -Yezîd b. Ebû Ubeyd'den şöyle dediğini haber verdi: Seleme'nin uyluğunda bir kılıç darbesi izi gördüm ve "Yâ Ebû Müslim! Bu ne yarası?" dedim. O da, "Bu, bana Hayber savaşında vurulan bir kılıç yarası olup, bunu gören insanlar "Seleme Vuruldu!" dediler. Ben de Nebî (s.a.v)'e geldim. Efendimiz yaranın üzerine üç defa üfürdü. Bu saate kadar artık bir daha şikayetim olmadı" diye anlattı.[163]

 

Kuzman'ın Ölümü

 

Abdü'laziz Ebî b. Hazim, babası yoluyla Sehl b. Sa'd (r.a)'dan nak­lediyor: Rasûlü Ekrem ile müşrikler bir savaşta karşı karşıla gelmişler ve çarpışmaya başlamışlardı. İyice yorulduklarında her gurup harbi bı­rakıp kendi kampına yönelmişti.

Müslümanlar arasında birisi vardı ki, müşriklerden biri kendi ba­şına veya gurubundan kopmaya görsün hemen peşine düşüp onu kı­lıçtan geçiriyordu. (Durumu anlatılınca) Nebî (s.a.v): "Ama O -buna rağmen- Cehennemliklerden biridir" buyurdu. Ashab da: "Eğer bu yiğit cehennemlikse, hangimiz cennetlik olabili­riz.?" dediler. Birisi de: "Vallahi, bu adam bu hal üzere ölmeyecek" deyip onun ardından gitti. Nihayet o cesur kişi yaralandı. Yarası iyice şiddetlenince ölümünü beklemeden acele edip, kılıcın kafasını yere

ucunuda iki göksü arasına dayayıp üzerine yüklenerek kendini öl­dürdü. Bu takibci Resûlullah'a geldi ve: "Senin hakiki Peygamber ol­duğuna şehadet ederim" dedi. Nebî (s.a.v): "Bu ne demek?" diye so­runca durumu haber verdi. Nebî (s.a.v)'de:

"Kişi, insanlara görünüşte bazen cennetlik birinin ameliyle amel eder. Halbuki O cehennemliktir. Bazende insanlara görünü­şüne göre cehennemliklerin ameliyle amel eder. Oysa kesinlikle Cennetliktir" buyurdu.[164]

Bu hadisi Buhârî ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.[165] Yine Buharî'nin tahricine göre Şuayb b. Ebî Hamze -Zührî- Said b. Müseyyeb isnadıyla Ebû Hüreyre'den nakleder:

- Resûlullah (s.a.v)'Ie beraber Hayber savaşında bulunduk. Efendi­miz birisi hakkında: "Bu adam cehennemliklerdendir" buyurdu. Sa­vaş başlayınca bu da çok şiddetle savaştı. Birçok yara alıncaya kadar savaştı. Hatta bazı kimseler -Peygamberin sözünün doğruluğunda-şüphe bile ettiler. Yaraların ağrısı artınca adam aldığı oklarla canına kıydı. Biri gelip, "Ya Resûlallah! Allah seni doğru çıkardı, falanca in­tihar etti" deyince Nebî (s.a.v):

" Yâ falan! Ayağa kalk ve "Cennete yalnız iman edenin gire­bileceğini, yoksa Allah -isterse- bu dini fâcir kimse ile de takviye edebileceğini" insanlara ilan et." buyurdu.

Yahya el-Kattan ve diğerleri Yahya b. Saîd-i Muhammed b. Yahya b. Hıbbân -Ebû Amra aracılığıyla Zeyd b. Halid el-Cühenî'den nakle­der: Hayber günü bir adam ölmüş ve durumu Peygamber'e anlatılmıştı. Nebî (s.a.v) de: Arkadaşınızın cenazesini kılın!" buyurdu ama kendi kılmadı. Fakat O zâtın durumunu bildikleri için yüzleri değişti de Peygamber (s.a.v) de:

"Bu arkadaşınız Allah yolunda bile kardeşlerini aldatmıştır"

buyurdu. Bunun üzerine hemen onun eşyalarını araştırdık ve kıymeti iki dirhem bile etmeyen, Yahudi yapımı deriden yapma bir iç bulduk.[166]

 

Efendimize Yedirilen Zehirli Koyun

 

Leys b. Sa'd, Saîd (b. Ebî Saîd) yoluyla Ebû Hüreyre'den nakledi­yor:

Hayber feth olduğunda, Resûlullaha zehirli bir (kızarmış) koyun hediye edildi. Resûlullah (durumun anlaşılması üzerine): "Burada bu­lunan Yahudileri toplayın" buyurdu. Ashab onları toplayıp O'na getir­diler. Efendimiz (s.a.v.) onlara: "Şimdi ben size birşey soracağım, siz bu sorularda bana doğru söyleyecek misiniz?" deyince, "Evet yâ Ebe'l-Kâsım! dediler. Resûlullah onlara, "Babanız kim?" dedi. "Babamız fa­lanca..." dediler. Efendimiz, "yalan söylediniz, babanız falancadır." deyince; "Doğru söyledin, gerçek dedin" dediler.

Nebi (s.a.v.): "Peki ben size bir şey sorsam bana onu doğru cevaplıyacak mısınız?" deyince "Evet Ya Ebe'l Kasım! zaten sana ya­lan söyleyecek olsak, sen babalarımız hakkındaki gerçeği bildiğin gibi yine yalanımızı bileceksin" dediler. Nebi (s.a.v.) "Cehennem ehli kim­lerdir?" deyince Yahudiler: "Biz biraz Cehennemde kalacağız, sonra ardımızdan siz oraya gireceksiniz" dediler.

Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) onlara; "Defolun ordan! Vallahi biz as­la orada, size halef olacak değiliz" deyip sonra da, "Peki size bir şey daha sorsam bana doğru söyleyecek misiniz? "buyurunca, "evet" dediler. O zaman Nebi (s.a.v.), "Siz şu koyuna ze­hir koydunuz mu?" deyince, "evet" dediler. O da, "Peki buna sizi ne sevk etti?" buyurunca, onlar: "Biz bununla, eğer Peygamber değil de yalancı biri isen senden kurtuluruz, yok Peygamber isen zaten bu sana zarar vermeyecek diye düşündük" dediler.

Bu haberi Buharı rivayet etmiştir.[167]

Ebû Dâvûd MSünen"inde Süleyman el-Mehdî, İbnü'l Vehb- Yûnus İbni Şihab isnadıyla nakleder ki: Cabir (r.a.), Yahudi bir kadının bir koyun etini zehirleyip, bunu Nebî (s.a.v.)e hediye ettiğini, anlatmış ve söze şöyle devam etmiş: Resülullah (s.a.v.) onun ön budunu alıp ısır­mış ve yemiş beraberindeki ashabından bir gurup ta yemişler.

Sonra Resülullah onlara: " elinizi sofradan çekin" buyu­rup bu Yahudi kadına haber salıp getirtmiş ve: "Bu koyunu sen mi ze­hirledin?" diye sorunca kadın, "Bunu sana kim söyledi?" deyince Nebi (s.a.v.): Bana bunu şu elimdeki but söyledi" deyince kadın: "evet" diye itiraf etti.

Nebi (s.a.v.) "Maksadın ne idi," diye sorunca "Kendi kendime, eğer Peygamber ise bu ona zarar vermez, Peygamber değilse ondan kurtu­luruz" diye düşündüm" dedi. Nebi (s.a.v.)de onu bağışladı, cezalan­dırmadı. Koyundan yiyen ashabdan biri öldü. Resülullah (s.a.v.) yediği bu zehirli koyun yüzünden, omuz başından kan aldırdı. Bu hacamat i-şini Ensar'm Beyza oğullarından Ebû Hind adlı bir köle bıçak ve boy­nuzla yapmıştı.[168]

Halid et-Tahavî, Muhammed b. Amr yoluyla Ebû Seleme hadisin gerisini aynen Cabir hadisindeki gibi nakledip şu ilaveyi anlatır: "Bunun üzerine Bişr el Berâ b.Ma'rûr vefat etti. Efendimiz emretti de ka­dın öldürüldü.[169]

(Beyhakî bundan sonra aynı haberin bir diğer naklini Hamnıûd b. Seleme-Muhammed b. Amr-Ebû Seleme-isnadıyla ebû Hüreyre'den muttasıl bir isnadla verir ve der ki:) İhtimaldir ki, Efendimiz ilk önce onu öldürmemişti. Daha sonra Bişr b. Berâ ölünce kadının öldürülme­sini emretti.[170]

Bişr b. Berâ (r.a.) Akabe biatında bulunmuş, Bedir harbine katılmış bir zat idi. Babası Bera b. Mu'rur (r.a.) Akabe gecesi kabilesinin dele­gesi olarak Biata katılan meşhur sahabedir. İşte Bu öyle bir zat dır ki; hakkında Resûlullah (s.a.v.)ın: şu hadisi varid oldu. Efendimiz :

"Ey Seleme oğulları lideriniz kim?" buyuranca, "Cimri olmasına rağmen El-Ced bin Kays'tır" dediler. O da :

"Cimrilikten daha beter hangi hastalık var. Artık sizin lideri­niz akyüzlü, kıvırcık saçlı Bişr b. Berâ'dır" buyurdu.[171]

Musa b. Ukbe, İbnü Şihâb-ı Zührî ve Urve b. Zübeyr anlatıyorlar: (Metin Musa b. ukbe rivayetidir.)

-Hayber feth olunca, yahudî Zeyneb binti el-Hâris, Safiyye'ye içini zehirlediği kızarmış bir koyun hediye etti. Zehrin en çoğunu da ön bu­duna koymuştu. Zira ona Peygamberin ön budu sevdiği haberi ulaş­mıştı.

Bu kadın öldürülen yahudî Merhab'ın bacısının kızıydı. Efendimiz Safîyye'nin yanına girdi. Yanında Seleme oğullarının kardeşi Bişr b. Berâ da vardı. Safiye onlara kızartılmış koyunu ikram etti. Efendmiz ondan bir parça alıp ısırdı. Bişr de bir parça ısırdı. Efendimiz lokmayı yutunca Bişr'de yuttu. Nebi (s.a.v.):

"Elinizi etten çekin.!.." diye durumu bildirince, Bişr: "Sana ikram eden zata yemin ederim ki, ilk ısırdığında zehirli olduğunu anlamış­tım. Onu tükürmeme bir mani yoktu. Ancak senin ikram ettiğin bir yemeği hoşlanmamış olmak gibi bir durum bana pek ağır geldi. Sen onu yutunca artık kendimi senin yaptığın bir şeyi yapmaktan alıkoya­mazdım. Umdum ki, sen o lokmayı içinde zehir olarak yutmamışsm-dır." dedi.

Bişr, yerinden kalkmadan rengi değişip taylasan gibi olup ağrısı hertarafını kaplayıp hiçbir iyileşme görülmeden öldü.[172]

Halid b. el-Hâris, Şu'be-Hişam b. Zeyd isnadıyla Enes (r.a.)'dan nakleder: Yahudi bir kadın Efendimize zehirli bir koyun getirdi. O da etten bir parçasını yedi. Durum anlaşılınca kadın Nebî (s.a.v.)'in ya­nına getirildi ve bu durum kadına soruldu. Kadın, "Seni Öldürmek is­tedim" dedi.

Nebi (s.a.v.) de: "Allah sana bu imkanı vermez" buyurdu. Bir rivayette "Allah senin bana musallat olmana imkan vermez" buyurdu. Ashab: "Onu öldürelim mi?" dediler. Nebi (s.a.v.) "hayır" buyurdu. Enes (r.a.) "ben onun Resûlullah (s.a.v.)'in küçük dilinde hâla mevcut olduğunu biliyorum" der.

Bu hadis, Halid b. Haris hadisi olarak Buharî ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir.[173]

Abbâd b. Avvâm, Süfyan b. Huseyr, Zührî isnadıyla hem Ebû Se­leme hem de Saîd b. Müseyyeb'in Ebû Hüreyre (r.a.)'dan şöyle dedi­ğini anlatır: Yahudi bir kadın Nebi (s.a.v.)e zehirlenmiş bir koyun he­diye etti. Resûlullah yanındakilere:

"Elinizi çekin, zira o zehirlidir!" buyurdu ve Bu yaptığın işe seni sevkeden sebeb ne?" diye sordu. Kadın; "Bilmek isteğim, eğer sen Peygambersen Allah sana bunu bildirecekti, yok ya­lancı isen insanları senden kurtaracaktım" dedi. Artık Nebi (s.a.v.) ona dokunmadı.

Câbir b. Abdillah (r.a.)'dan da buna benzer şekilde rivayet olun­muştur.[174]

Ma'mer de, Zührî'nin Abdurrahman b. Ka'b'dan şöyle dediğini nak­leder: Yahudi bir kadın, Nebi (sa..v.) Hayberde iken kızartılmış bir koyun hediye etti. Nebi (s.a.v.) ve yanındakiler ondan yemeye başla­dılar. Sonra Resûlullah "Elinizi çekin!" buyurup, kadına da: "sen bu koyuna zehir koydun mu?" kadın, "bunu sana kim haber verdi?" diye sordu. Nebi (s.a.v.) "şu kemik haber verdi" buyurunca kadın, "evet ben zehirledim" dedi. Nebi (s.a.v.) hemen omuz başından hacanıet (kan al­dırma) yaptırdı, Arkadaşlarına da emretti onlarda kan aldırdılar. Ama içlerinden biri öldü.

Zührî derki: "Bu kadın Müslüman oldu. Nebi (s.a.v.) de onu afetti. Ma'mer ise bu konuda "Zühri böyle diyor ama bir kısım raviler Nebi  (s.a.v.)'in onu öldürdüğünü söylüyor" der.[175]

 

Hayber Fethinin Mekke'de Duyuluşu Haccâc B. Ilât Es-Sülemî Hadîsi

 

Urve ve Musa b. Ukbe "Meğazi"lerinde anlatırlar :

-Kureyşliler, Peygamber (s.a.v.)'in Haybere doğru sefere çıktığını duyduklarında aralarında sonucun ne olacağını tahmin ederek bahse giren, idiayı kazanana ödül koyan bir takım kimseler vardı. Bunlardan kimisi, "Muhammed galib gelecek" derken kimisi de, "iki anlaşmalı kavimle bir olan Yahudiler galib gelecek" kehanetinde bulunurdu.

İmrü'l Kays'm torunu olan Haccâb b. İlât el-Behzî de bu sıra Müs­lüman olup Hayber fethine katılmıştı. Nikahı altında, Ümmü Şeybe el-Abderiyye vardı. Haccac'ın çok malı vardı. Onun Benî Sülym toprak­larında işlettiği maden ocağı da vardı. Nebi (s.a.v) Hayberi ele geçirin­ce Haccac :

-"Yâ Resûlallah! Benim eşimin yanında hayli altınım var. Eğer ha­nımım ve ailesi benim Müslüman olduğumu bir haber alırsa artık be­nim ne malım ne mülküm var sayılır. Bana izin versen de bu haber o-raya varmadan önce ben onlara ulaşayım" dedi. Musa b. Ukbe hadisin gerisini aşağıdaki gibi nakletti:[176]

Yine bu hadiseyi Muhammed b. Sevr (metin bunun rivayetinindir) ile Abdürrezzak, Ma'merden şöyle nakleder: Sabit el-Bünânî'yi şöyle derken işittim: Enes (r.a.) anlattı: "Resûlullah Hayberi fethedince Haccâc b. Hat;

-  "Yâ Resûlallah! Benim Mekkede malım ve ailem var. Ben onları getirmek istiyorum. Eğer onlara senin ağzından bir şeyler uydurup söylersem bu yalan bana helal olur mu?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v.) de ona "dilediğini söyle" iznini verdi. O da Mekke'ye varınca: "Sakın benim sırrımı söyleme! benim sendeki malımı da topla. Zira ben Muhammed'le arkadaşlarının koyunlarını satın alacağım. Zira on­lar yenilip esir olmuşlar, mallarına el konulmuş" dedi.

Bu haber Mekke'de hemen yayıldı. Bu, Müslümanlara pek ağır ve dokunaklı geldi. Müşriklerde sevinç ve gururlarını meydana döktüler.

Bu haber Abbas (r.a.)'a ulaşınca dizlerinin bağı çözülüp yere çöktü ve yerinden kalkmaya tahammülü kalmadı.

Ma'mer devamla der ki: Bana Osman el-Cezerî, Miksem'in şöyle dediğini anlattı: Abbas (r.a.) o anda, Kuşem adlı oğlunu alıp sırtını duvara yasladı, oğlunu da kucağına bastırıp:

-"Gel Kuşem, gel ey kalkık güzel burunlu Muhammed'e, inan ve ih­san sahibi Allah'ın Nebisine, Allah'ın rezil etmeyi istediği kişileri ken­disiyle rezil ettiği zat'a benzeyen!" dedi.

Enes hadisinde Ma'mer b. Raşid, Enes'den şunu nakletti.

-Abbas (r.a.) kendi kölesinin birini Haccac'a yollayıp,"Yazıklar ol­sun sana, sen nasıl bir haber getirdin ne diyorsun? Allah'ın - ina­nanlara- va'di, senin getirdiğin bu haberden daha hayırlı idi" diyerek durumu sordurdu. Haccac'da, "Ey köle, sen, Ebu'1-Fazl Abbas'a ben­den selam söyle ve ona evinin birinde yalnız beklemesini benim ona geleceğimi, zira vereceğim haberin onu sevindireceğini söyle !" dedi.

Köle, Abbas'ın kapısına geldiğinde, "müjdelerim yâ Ebe'l Fazl!" di­ye bağırdı. Bunu duyan Abbas sevincinden yerinden fırlayıp onun iki gözleri arasından öpüp köleyi âzâd etti.

Sonra da Haccac gelip, Resûlullah'ın Hayberi fethettiğini, mallarını ganimet olarak aldığını, Resûlullah'ın Safiyye'yi seçip kendisine ayır­dığım ve onu ailesine dönmek ya da âzad edilerek eşi olabileceği hu­susunda muhayyer bırakınca Safîyye'nin azat olarak eşi olmayı seçti­ğini anlatıp, "Lakin benim burada malım mülküm var. Ben bunları toplayıp götürmek istedim ve Resûlullah'tan müşriklere dilediğim ya­lanı söyleyebilme izni aldım. Ya Abbas üç gün bunları sakla ve kim­seye deme, ama sonra bildiğin gibi söyle," dedi.

Hanımı onun mallarını toplayıverdi. O da bunları alıp yola çıktı. Üç gün sonra Abbas, Haccac'ın hanımına geldi ve, "kocan ne etti?" de­yince kadın, "kocam falan gün gitti ama Yâ Abbas! Allah sana özgür­lük versin, sana ulaşan haber bize de pek ağır geldi" deyince, O: "Evet,

Allah beni mahzun etmez. Hamdolsun ancak sevineceğimiz şeyler ol­du. Allah (c.c.) Peygamberi ve Hayber fethini nasib etti. Orada Allah­'ın hükmü üzere hisseler bölüşüldü.

Resûlullah, Huyey kızı Safîyye'yi kendine aldı. "Eğer kocanda se­nin lehine bir ihtiyacın varsa hemen git ve kocana yetiş" dedi. Kadın­da, "Vallahi sanıyorum ki doğrusun." dedi.

Sonra Abbas (r.a.) Kureyşlilerin meclisine geldi. Onlarda kadının dediği gibi deyince Abbas'ta kadına verdiği cevaptaki gibi onlara du­rumu anlattı.

Böylece Abbasın bu haberiyle Allah Müslümanlardaki tasa ve ü-züntüyü giderip onu müşriklerin üzerine çevirdi. Müslümanlar Abbas'a geldiler, o da onlara durumu bildirdi.73

İmam Malik, Sevr b. Zeyd ed-Deylî, İbnü Mutî'ın kölesi Ebû'l Gays-Sâlim isnadıyla, Ebû Hureyre (r.a.)'tan şöyle dediğini rivayet e-der: Hayber harbi senesi Resûlullah'la beraber gazaya çıktık, Hayberi fethettik elbise, eşya, sığır deve ve bahçe dışında ne altın ne de gümüş ganimet alabildik.

Resûlullah (s.a.v), Teymâ ile Hayber arasında bulunan Vadî'l Ku­ra'ya (köyler vadisine) doğru yöneldi. Resûlullah'ra Mid'am adlı bir kö­le hediye edilmişti. Vadi'l Kura'ya varıldığı esnada o, Resûlullah'in devesinin yükünü indiriyordu ki, nereden atıldığı belli olmayan, serseri bir ok gelip onu öldürdü. Bunu görenler; "Cennet ona afiyet olsun!" dediler. Resûlullah (s.a.v.) de ;

tut! tali    

"O'nun Hayber günü, gazilere taksim olunmadan, ganimet malından aldığı peştemal, onun üzerine ateş olarak parlayacak­tır" buyurdu. Ashab bunu duyunca, adamın biri bir ayakkabı tasması getirdi ve Resulü Ekrem'e verdi. Nebi (s.a.v.)'de ;

"Ateşten bir bağ-veya ateşten iki bağ" buyurdu. Hadisi Buharî ve Müslim naklediyor.[177]

Vakıdî anlatıyor: Bana Abdurrahman b. Abdilazîz, Zühri-Ebû Se­leme isnadıyla Ebû Hüreyre'den şöyle nakletti: Resûlullah ile beraber Hayber'den çıkıp Vâd i'l Kura'ya vardık. Riyâa b. Zeyd el-Cüzâmi da­ha önce Efendimize (s.a.v) Mid'am denen bir köle hediye etmişti.

Vadi'l Kura'ya indiğimizde oradaki Yahudilere gittik, bir kısım arablar oraya yerleşmiş idi. Mid'am, Efendimizin yükünü indirdiği sı­rada Yahudilerde bizi ok atışıyla karşılamışlardı. Biz harp hazırlığı yapmamıştık. Onlar da isteklerini bağıra bağıra anlatıyorlardı. O sıra serseri bir ok gelip Mid'am'a saplanıp onu öldürdü. İnsanlar, "Cennet ona afiyet olsun!" deyince Nebi (s.a.v):

"Hayır! Nefsim elinde olan zata yemin olsun ki; Uzun Hayber günü gaziler bölüşmeden, ganimetten aldığı peştmal varya kesin­likle onun üzerinde ateş olarak parlayacaktır" buyurdu.

İnsanlar bunu duyunca birisi Resûlullah'a bir veya iki ayakkabı tasması getirdi. Efendimiz bunun üzerine:"Ateşten bir-ya da îki-tasma" buyurdu.

Resûlullah ashabını harbe hazırlayıp onları onları saf yaptı, sanca­ğım Sa'd b, Ubadiye verip, Hubâb b. Münzir, Sehl b. Hureyf ve Abbâd b. Bişir'e birer bayrak verdi. Sonra Vadi'l Kura'hlan İslâm'a davet e-dip "Eğer Müslüman olurlarsa, mallarım koruyup kanlarını kurtarabi­leceklerini" haber verdi.

Onlar bunu reddedip, ortaya onlardan biri düelloya çıktı. Ona karşı Zübeyr çıkıp onu öldürdü. Sonra bir diğeri düelloya çıkınca ona da Hz. Ali çıkıp onu öldürdü. Sonra bir diğeri çıktı, ona da Ebû Dücâne çıkıp öldürdü.

Böylece onlardan onbir adam öldürüldü. Herbiri öldürülüşünde E-fendimiz onları tekrar İslâm'a çağırdı. O gün namaz girince ashabına namaz kıldırıp sonra harp meydanına dönüp onları tekrar Allah ve Re­sulüne çağırıyordu. Akşam olana kadar onlarla savaştı.

Ertesi gün güneş daha bir mızrak yükselmemişti ki, onlar kendi el­leriyle teslim oldular. Böylece orası da zorla fethedilmiş olduğundan mallan ganimet oldu. Pek çok mal ve eşya aldılar.

Resûlullah (s.a.v.) Vadi'l Kura'da dört gün eğleşti. Arazi ve hurma­lıkları Yahudilere bırakıp, oradaki diğer malları bölüştürdü. Efendimi­zin Fedek ve Vadi'l Kurayı ezip geçtiği haberi Teyma Yahudilerine u~ laşınca, cizye vermeye razı olarak sulh anlaşması yaptılar. Böylece canlarını ve mallarını kurtardıkları gibi kendi topraklarında yaşama hakkını elde ettiler.

Hz. Ömer (r.a.), döneminde Hayber ve Fedek Yahudilerini sürdüğü zaman, Teyma ile Vadî'1-Kurâ halkını sürgüne göndermedi. (Çünkü bu iki yer, Şam topraklarına dahil bulunuyordu. Rivayet olunduğuna göre Vadi'1-Kurâ dan aşağısı Medine'ye kadar Hicaz olup, oradan yukarısı da Şam topraklarına dahil olmaktadır.) Sonra Medine'ye döndü.[178]

 

Peygamberimizin Yolda Sabah Namazında Uyumaları

 

İbnü'l Vehb anlatıyor: Bize Yûnus, İbnü-Şihab vasıtasıyla Said b. Müseyyeb'in Ebû Hüreyre (r.a)'tan şöyle dediğini anlattı:

- Resul-ü Ekrem, Hayber seferinden geri dönerken, geceleyin uy­kumuz iyice çökünceye kadar yola devam edip, sonra uyku için istira­hat verdi ve Bilal (r.a.)'da

Bize gece sen nöbetçi ol!" emrini verdi, (ve uyuduk) Meğer Şafağa karşı, bineğine dayalı olarak duran Bilâl'in gözleri de kendini yenip uyuyakalmış, artık ne Peygamber uyanabilmiş, ne de Bi­lâl, ne de ashabdan biri. Ancak onlara değen güneşin hararetli ışığı uyandırabilmiş.

İlk uyananları Peygamberdi, Efendimiz inleyerek: "Yâ Bilâl" deyin­ce, Bilâl, "Anam babam sana feda olun Yâ Resûlallah, seni uyutan be­ni de uyuttu!" deyince Nebi (s.a.v):

"Bineklerinizi yularından tutarak biraz sürün" buyurup ol­dukları yerden biraz ileri vardı, sonra inip abdestlendi. Bilal'e emredip namaza kamet getirtti ve onlara sabah namazını kıldırdı. Namazı kaza edince ashabına:

Kim bir namazı kılmayı unutursa, kaçmrsa, uyursa, onu hatır­lar hatırlamaz hemen kılsın. Zira Allah (c.c.) (Taha sûresi 14. ayette): "Namazı benim hatırlanmam sebebiyle kıl" buyurdu." Dedi. Hadisi Müslim rivayet etti.[179]

Bu hadisenin Hudeybiye yolculuğunda olduğu da rivayet ediliyor ki, bunu Şu'be, Cânıi1 b. Şeddâd-Abdurrahman b. Alkame isnadıyla Abdullah b. Mes'ut'tan (r.a.) şöyle nakleder:

-Hudeybiye zamanı Nebi (s.a.v.) ile yoldan geliyorduk. Nebi (s.a.v.), "Bize kim gece nöbeti tutacak?" buyurunca Bilal (ben) dedi. Ashabda tâ güneş doğana kadar uyudu. Peygamber uyanınca:

"Normal vakitte yaptığımız gibi yapın" buyurdu. Biz de öyle yaptık. "Uyuyan ya da unutan da böyle yapsın" buyurdu.[180] Onların bu şekilde iki defa uyuması da mümkündür. Bu olayı Zafır b. Süley­man da Şu'be'den nakleder, lakin bu hadisenin Tebûk seferinde oldu­ğunu söyler.

Sabah namazında uyuya kalarak, namazı geçirme hususunda hem Imrân b. Husayn, hem de Ebû Katâde el-Ensarî (r.a.)'lardan ayrı ayrı rivayetler varki, her ikisi de Müslüm tarafından "SahüY'inde rivayet olunmutur. (Zehebî böyle diyerek rivayeti vermese de biz hem îbni Mes'udun   rivayetini   hemde   bunları   kısaltarak  buraya   alıyoruz.

M. Can)

[Abdullah b. Mes'ûd anlatıyor: Hudeybiye dönüşü Nebi (s.a.v.) bir gece "bizi kim bekleyecek?" dedi, "ben" dedim. Bana, "Sen uyuya ka­lırsın, bizi kim bekler?" diye sordu. Bunu üç defa tekrar etti, her sefe­rinde "ben beklerim" dedim. Sonunda "peki sen" dedi. Ben beklemeye başladım.

Tam sabah vakti girerken Onun dediği oldu ve uyuya kaldım. Bizi ancak güneş uyandırdı. Resûıullah normal gibi namazı kıldırıp;

"Allah (c.c.) sizin bu namazı kaçırmayıp uyanmanızı isteseydi uyuyup kaçıramazdınız. Lakin Allah sizden sonra gelecek nesil­lere örnek olsun diye böyle takdir etti. Aynı zamanda uyuyan ve unutan da böyle yapacaktır." buyurdu.

İbni Mes'ud bundan sonra, ashabın kendi develerini getirip Pey-gamberinkini bulamadıklarını, kendisine tarif ettiğini ve gidip Nebi (s.a.v.)'in devesini, yuları bir ağaca dolaşmış olarak bulup getirdiğini ve Fetih sûresinin indiğini anlatır.][181]

[Imran b. Husayn (r.a.) der ki: Resûlullah (s.a.v.) bir seferinde gece boyu ashabıyla yürüdü ve hiç suları kalmadı. Ashabtan Ali ve Zübeyr'e; "falan yerde bir kadında su var gidin getirin" buyurdu. Gidip bir devede iki tuluk suyu olan kadını getirdiler. Onun tulukla­rından bir kaba biraz su alındı ve Peygamber dua etti.

Bu su tekrar tuluklara dolduruldu. Sonra tulukların musluk yeri a-çıldı, herkes kaplarının hepsini doldurdu. Ama tuluklar sanki iyice do­luyordu. Sonra Nebi (s.a.v.) ashabından bu kadına hediyeler verip:

"Artık git. Biz senin suyundan hiçbirşey almadık. Ama Allah bizi suladı" buyurdu. Kadın gidip kavmine bunu haber verince, o mmtıkadakiler gelip Müslüman oldu][182]

[Ebû Katâd (r.a.) der ki: Resûlullah bize;

"Siz bu yatsı ve gece yürüyecek, ama suya yarın varabileceksi­niz" demişti. Yolda geceyarısı olunca Efendimiz uyuklayip bineğin bir tarafına sarktı. Ben hemen varıp onu düzelttim. Gide gide gecenin çoğu gidip azı kalmıştı, yine uyukladı bende düzelttim. Nihayet seher

vakti, daha öncekilerden daha şiddetli uyuklayıp meyletti, öyle ki, dü-şeyazmıştı ki, gelip yine düzelttim.

Bana "kimsin?" deyince söyledim. "Ne vakitten beri böyle yürüyor­sun?" deyince "geceden beri" dedim. "Peygamberini koruduğun gibi Allah da seni korusun" buyurdu. Sonra "insanlardan uzaklaştık mı, etrafta kimse görebiliyormu sun?" dedi. Baktım yedi binekliyiz.

Resûlullah yoldan ayrılıp başını koyarak: "Namazımızı gözetin, geçirtmeyin!" buyurdu. Ama gün doğduktan sonra ilk uyanan yine Nebi (s.a.v.) idi.

Yine yola düşüp güneş yükselene kadar gittik. Sonra ibriğimi istedi. İçinde azıcık bir su vardı, o yüzden pek hafif bir abdest aldı. İçinde azıcık bir şey kaldı. Sonra Resûlullah iki rekat sabah namazı kıldı. Ar­dından da kuşluk namazı kıldı. Sonra yola koyulup bu geçirdiğimiz namazı birbirimizle fısıldaşıyorduk ki, Nebi (s.a.v.):

"Ama bende sizin için alınacak Örnekler vardır. Şu kadar var ki, Uykuda tefrit olmaz. Tefrît bir namazı diğer vakit girene ka­dar kılmayan kimseye vardır. Böyle uyuklayıp, kaçırınca, uya­nınca kılsın. Ama ertesi güne kalmışsa onu kendi vaktinde kılsın" buyurdu.

Sonra ashabın diğerlerinin ne yaptığını sordu ve yine kendisi;

-Şimdi insanlar sabah olunca baktılar ki, Peygamber yok. Ebû Bekir'le, Ömer: "Resûlullah sizi bırakıp gitmez, o daha geridedir" diyor, bir kısmı da "Ebû Bekir ve Ömeri dinleyelim doğru yola böyle ereriz" diye konuşuyorlar, buyurdu.

- Nihayet biz onların yanına vardığımızda gün iyice yükselmişti. Onlar, "Yâ Nebiyallah! mahvolduk, çok susadık" deyince Nebi (s.a.v.); "size helak olma yoktur" deyip bir kadeh ile bir ıbnk istedi. Peygamber bardağı doldurdu, Ebû Katade dağıttı. İnsanlar birbirinin üstüne binercesine ıbrıktaki suya bakmaya uğraştılar. Efendimiz onlara, "insanlara iyi davranın, hepiniz sulanacaksınız" buyurdu. Ni­hayet bir Peygamber ve ben kaldık. O zaman bana, iç buyurunca, "sen içmeden içemem" dedim. O da :

bir kavmi sulayan en son içen olur" buyurunca içtim, sonra da Efendimiz içti.][183]

 

Hayber Fethi Sonrası İktisadın Düzelmesi

 

Aişe (r.a.) anlatıyor: "Biz Hayberi fethedince, "işte hurma ile ancak şimdi doyacağız" dedik.[184] Ibnü Vehb, Yunus, Ibni Şihâb-i Zührî isnadıyla Enes (r.a.)'ten şöyle anlattığını bildirir:

-Muhacirler Medine'ye hicret edip geldiklerinde ellerinde hiçbir şeyleri yoktu. Ensâr ise arazi sahibiydi Her sene Ensarlılar, Muhacir kardeşlerine mallarının iradlarından yarısını vermek üzere aralarında anlaştılar. Böylece onlar iş ve geçim derdinden kurtulacaklardı. Enes (r.a.)'ın anası Ümmû Süleym (r.a.), Peygamber'e meyve veren bir hurma ağacı vermişti. Nebi (s.a.v.) de, orayı Üsame b. Zeyd'in anası ve kendi kölesi olan Ümmü Eymen'e hediye etmiştir.

Zührî der ki: Enes bana anlattı ki; "Resûlullah (s.a.v.) Hayber halkı ile harbi bitirince Medine'ye dönmüştü. İşte o zaman muhacirler, Ensar kardeşlerine kendilerine yaptıkları bağışları geri verdiler. Resûlullah (s.a.v.) de o hurma ağacını anneme geri verip razı etmek i-çin Ümmü Eymen'e bu hurma ağacı yerine kendi bahçelerinden birini vermişti." îbni Şihab-ı Zuhri bunu şöyle izah eder.

-Üsame b. Zeyd'in anası Ümmü Eymen (r.a.), Abdu'l Muttalib'in hizmetçisi olup Habeşistanlı idi. Amine, Resûlullahı (s.a.v.) doğurduğunda Ümmü Eymen O'nun dadılığını üstlenip, Onu kucağında bü­yütmüş, taki Resûlullah yaşı ilerleyip de Ümmü Eymeni âzad edince, onu Zeyd b. Harise ile evlendirmişti. Resul-ü Ekrem'in vefatından beş ay sonra Ümmü Eymen de vefat etti.

Bu haberi Müslim rivayet etmiştir.[185]

Mu'temir b. Süleyman babasının Enes (r.a.)'tan şöyle naklettiğini anlatır: Medine'deki Ensar'dan bazı kişiler Nebi(s.a.v.)'e, kendi mal­larından hurma bahçesi, ya da Allah'ın onlara verdirmeyi dilediği bir malı getirip vermişlerdi. Nihayet, Kureyza ve Nadîr toprakları fethe­dilip de kapıları Peygamber'e açılınca, bu mallan sahihlerine geri vermeye başladı.

Enes devamında der ki: Ailem de bana "Hz. Peygamber'e gidip da­ha önce verdikleri şeyleri veya bir kısmım geri istememi" emretti. Peygamber (s.a.v.)'de onu Ümmü Eymen'e veya Allah'ın dilediği yere vermiş bulunuyordu. Ben Nebi (s.a.v.)'den o malı istedim. O da bun­ları bana geri verdi. Bunu duyan Ümmü Eymen gelip bir elbiseyi boy­numa doladı ve: "Hayır! Kendinden başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki, ben onları Peygamber bana vermişken asla sana geri verme­yeceğim" diye söylenmeye başladı. Nebi (s.a.v.)de:

"Yâ Ümmü Eymen şu, şu şeyler senin ola­cak, bırak!" buyurdu ama O "vallahi olmaz!" diyordu.

Sonunda Peygamber ona bu malın tam on mislini veya on katı ka­dar fazlasını verdi de öyle razı etti. Yine Buharî'nin bir başka ifade­sinde, "Ümmü Eymen, Peygamber ona bunun on mislini verene kadar, "Asla Vallahi!..." demeye devam etti"  şeklinde geçer. Bu haberi Buharı ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.[186]

 

Yedinci Yılda Cereyan Eden Bazı Olaylar

 

Bu yedinci yıl Hâtıb b. Ebî Belta' elçilik vazifesiyle gittiği Mısır diyarının kiralı Mukavkıs'ın yanından geri geldi. Beraberinde Mukavkıs'ın, Peygamber'e gönderdiği hediyeler vardı. Bunlar: Efen­dimizin oğlu İbrahim'in annesi olacak olan Mâriye el-Kıbtıye ile, Pey­gamberin daha sonra Hassan b. Sabit'e bağışladığı Mariye'nin bacısı Şîrîn, Peygamberin Düldül adıyla meşhur olan katırı ve Ya'fûr adlı eşeğı ıdı.[187]

Aynı yıl, Mesrûh adlı oğlunu emzirdiği sütle Peygamberi emzirerek O'nun süt annesi olan Süveybe (r.a.) da vefat etti. Bu kadın, Ebû Leheb'in cariyesi olup Hicret senesi onu âzad etmiş idi. Peygamber (s.a.v.) ona Mekke'ye hediye ve elbise yollardı.

Peygamberimiz yedinci yıl, Hayber'den döndüğünde Süveybe'nin ölüm haberi geldi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) "Oğlu Mesrûh ne yaptı yâ" diye sorduğunda haberi getirenler, "O anasından önce ölmüştü" dediler. Hz. Hatice validemiz bu kadına çok ikramda bulunurdu. Hatta Ebû Leheb'den onu satın almak için uğraştıysa da Ebû Leheb kabul etmedi. Vakîdi bu olayı birçok raviden vererek şöyle der: "O, Pey­gamberi Halime'den günlerce önce emzirdi. Yine bu kadın Hz. Hamza b. Abdilmuttalib ile Ebû Seleme b. Abdü'l Esed'i de emzirmişti.[188]

 

Bu Yılkı Seriyyeler Ebû Bekr'in (R.A.) Necd Serîyyesi

 

Bu seriyye hicri yedinci yılda Hayber'den sonra gerçekleşmiştir:

îkrime b. Ammar anlatıyor: Bana Seleme b. Ekvâ'ın oğlu İyas, ba­bası Seleme'den şöyle dediğini anlattı: Resulü Ekrem (s.a.v.), Ebû Bekri (r.a.) Fezâra oğullarına yolladı. Bende onunla birlikte gittim. Fezara'lıların suyuna yaklaştığımız zaman Ebû Bekir bizi, gece istira­hat için konaklattı.

Daha sabah namazını bile kılmamıştık, bize hücum emrini verdi. Bizde düşmana baskın yapıp suyun başına geldik. Onlardan bir kısmı öldürüldü. Ben yine Ebû Bekir'le beraberdim.

O sırada Fezâra oğullarından bir kısmının kadın ve çocukları da alarak-dağa doğru-kaçtıklarım görüp, benden önce dağa ulaşacakların­dan korkup fırladım ve onlara yetişip bir ok attım. Beni görünce dona kaldılar. Bir de baktım ki, üzerinde deri bir Kaşa bulunan bir kadın var. Yanında da bir kızı var ki arablann en güzellerinden! Hemen onlari toplayıp Ebû Bekr'e getirdim.

Ebû Bekir de bana o kadının kızını ganimet olarak verdi. Ben onun üzerindeki elbiseye bile el sürmeden Medine'ye geldim. O gece benim yanımda gecelediyse de ben yine onun elbisesini açmadım, el sürme­dim.

Resûhıllah bana çarşıda rastladı ve, "O kadını bana bağışla!" bu­yurdu. Ben de: "Ey Allah'ın Peygamberi! O beni güzelliğiyle hayran bıraktı, ama ben hâla ona el bile sürmedim, ki..." deyince, Efendimiz hiçbirşey söylemedi. Ertesi gün yine Nebi (s.a.v.) Efendimiz: "Yâ Se­leme, Allah babana merhamet etsin, bu kadını bana hibe etsene" buyurunca ben, "Yâ Resûlallah! O senindir" dedim. Resûlullah (s.a.v.)de o kadım alıp Mekkelilere yolladı ve karşılığında oradaki Müslüman esir­leri kurtardı.

Bu haberi Müslim rivayet etti.[189] Bu olayın Şa'ban ayında olduğu da söylenir.[190]

 

Hz. Ömer'in  (R.A.)’In Ucuz-İ Hevazine Seriyyesi

 

Vakidi anlatıyor: Bize Üsame b. Zeyd b. Eşlem, Ebû Bekir b. Ömer b. Abdirrahman'dan şöyle nakletti:

-Resûlullah (s.a.v.), Hz. Ömer'i(r.a.) Ucez-û Hevazin'lilere ait Türabe denen vadiye gönderdi. Otuz süvarinin başı idi. Yola berabe­rine bir de kılavuz alarak çıktı. Gece gidip gündüz gizleniyorlardı.

Haber Hevazine ulaşmış, onlarda yerlerinden kaçmışlardı. Ömer (r.a.) onların yerine kadar geldiyse de hiç kimseye rastlamadı. O da Medine'ye gitmek üzere yola çıkıp, bu sefer Necid'den gelen yolu tu­tarak hareket etti.

Medine'ye yakın Hurra mıntıkasındaki "el-Cedr" denen düzlüğe vardıklarında kılavuz, Ömer (r.a.)'ya: "Senin bir başka topluma saldır­maya ihtiyacın var mı? Ben böyle bir toplumu Has'amlıların orada bı­rakıp geldim. Yurtlarında kuraklık varmış. Bu yüzden darmadağınık bir halde geliyorlardı." dedi.

Ömer (r.a.)da; "Resûlullah (s.a.v.) bana, onlara saldırı emri verme­di. Bana sadece Türâbe'deki Hevazine saldırma müsadesi verdi" diye­rek Medine'ye döndü. Bu şa'ban ayında idi.[191]

 

Beşir B. Sa'd'ın Seriyyesî

 

Vakidî der ki: Bana Abdullah b. el-Hâris b. Fazl, babasından şöyle dediğini haber verdi:

— Nebi (s.a.v.) otuz kişilik bir müfrezenin başında Beşir b. Sa'd'ı, Fedek'te oturan Mürra oğullarına gönderdi. Beşir yola koyulup gider­ken koyun çobanlarına rastladı ve koyunlarla sığırları ele geçirip bun­ları Medine'ye doğru sürmeye başladı.

Fakat gece yarısı onu arayan Fedek'liler yetiştiler ve bütün bir ge­ceyi birbirlerine ok atarak geçirdiler. Sonunda Beşîr'in arkadaşlarının okları bitti. Arkadaşlarının bir çoğu vuruldu kaçabilenlerin bir kısmı kaçıp kurtuldu.

Beşir (r.a.) ise ökçelerinden vurulana kadar müthiş bir çarpışma yaptı (Hatta öldüğü bile söylendi.) Mürra'lılarda sığır ve koyunlarını alıp geri döndüler. Beşir (r.a.) ise Fedek'e varana kadar tahammül edip orada bir Yahudinin yanında yarası iyileşene kadar kaldı. Sonra Medi­ne'ye döndü.[192]

 

Galib B. Abdîllah'ın Seriyyesi

 

Vakidî anlatıyor: Bana Eflah b. Saîd, Ezan rüyasında kendisine gös­terilen Abdullah b. Zeyd'in torunu Beşîr b. Muhammed'in şöyle dedi­ğini haber verdi: (Bu Gazvede) Ukbe b. amr el-Ensârî, Ka'b. b. Ücra ve Ulbe b. Zeyd, Galip Abdillah'la beraberdi. Müşriklere yaklaşınca oraya gözcüler gönderip kontrol ettirdi.

Geceleyin onlara gözle görülebilecek kadar yaklaştıklarında, sütle­rini sağıp istirahata çekilmişlerdi. Galip kalkıp Allah'a layıkı üzere

hamdedip senada bulundu ve Allah'tan korkup, kendisinin emrini tu­tup isyan etmemelerini, verilen emre aykırı davranmamalarını emre­dip, sonra da "İtaat edilmeyen kişinin, görüşü de olmaz" diyerek, as­kerlerini eşleştirip "sen falanca'dan sen de falancadan ayrılmayacak. Hiçbiriniz bana gelediğinde, "arkadaşın nerede?" diye sorduğumda "bilmiyorum" demeyecektir. "Ben tekbir alınca siz de alın, ve kılıçları sıyırın!" dedi.

Beşir b. Muhammed sonra, Gâlib'in onları kuşatışlarım anlatarak şöyle devam etti: "Kılıçları onlara istediğimiz yerlerine vurduk. Biz kendi parolamız olan "Emit! Emit" diye bağınyorduk. Üsame b. Zeyd (r.a.) onlardan Nehîl b. Mir'dâs denen birinin peşinden giderek kova­larken uzaklaşıp gitti.

Emîrimiz Gâlib, "Üsâme nerde ? "diye sordu. Gecenin bir bölümü geçtiğinde Üsame çıka geldi. Emirimiz onu azarlayınca Üsame, "Ben müşriklerden birinin ardından gittim, ona yaklaşıp kılıcı onun etine vurunca, "lâ ilahe illallah" deyiverdi." dedi. Emir de, "peki kılıcı kı­nına soktun mu?" deyince Üsâme, "hayır! vallahi ben kılıcı onu öldü­rene kadar ondan çekmedim" dedi. Bizde, "Demek sen "la ilahe illal­lah diyen birini öldürmekle ne kötü ettin, ne fena bir haber getirdin!" diye onu ayıplayınca, çok pişman oldu. Koyun, kadın ve çocukları gö­türdük. Her bir askere on kadar koyun düştü.[193]

Yunus b. Bükyr, İbni İshak'tan nakleder: Bana Eşlem kabilesinden bir şeyh, yine kendi kabilesinden bir takım kimselerin (bu konuda) şöyle dediğini anlattı: Resulü Ekrem (s.a.v.) Gâlib b. Abdullah el-Kelbîyi Mürra oğulları yurdunda oturan, Leys kabilesinin Kelb oğulla­rına yolladı. Oraya vardıklarında (aslı Cüheyne kabilesinden Hamiş oğullan olan) Huraka boyundan olup bu Kelb oğullarıyla anlaşmalı o-lan Mirdas b. Nehîk'i ele geçirdiler. Üsame de onu öldürdü.[194]

Yine Yunus, İbni İshak'tan naklediyor: Bana Muhammed b. Üsâme b. Muhammed b. Üsâme, babası Üsâme aracılığıyla dedesi Üsâme b. Zeyd (r.a.)'m şöyle dediğini anlattı:

-Ben ve Ensardan biri Ona (yani Mirdas'a) yetiştik. Ona kılıcımızı çekince, "Eşhedû ellâ ilahe illallah" deyiverdi. Bizde herifi bırakmayıp öldürdük. Resûlullah (s.a.v.)'in yanına geri geldiğimizde o adamın du­rumunu haber verdik. Nebî (s.a.v.):

Yâ Üsâme, La ilâle illallah diyen kim­seyi mi öldürdün!?" buyurdu. Ben de, "Yâ Resûlallah! O bu sözü sırf ölümden kurtulmak için söyledi" dedim. Nebi (s.a.v.) yine: "Sen "lâ ilahe illallah" diyen bir kimseyi mi öldürdün?" buyurdu.

Onu Hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, Peygamber bu sözü o kadar çok tekrar ediyordu ki, sonunda ben, "keşke bu güne kadar İslâm dininde bir geçmişim olmasa da bu gün Müslüman olup onu da öl­dürmemiş olsaydım" diye temennide bulundum ve, "Yâ Resûlallah! göreceksin Allah' a söz veriyorum ki bir daha; Lâ ilahe illallah" diyen birini asla öldürmeyeceğim." dedim. Resûlullah (s.a.v.);

yâ Üsâme benim vefatımdan sonrası içinde bu taahhüdü yapar mısın?" buyurunca ben, "Senden sonra da!" dedim.[195]

Hüşem derki: Bana Husayn b. Abdirrahman, Ebû Zabyan'dan "Üsâme b. Zeyd'i şöyle derken işittim" diye nakletti ki: (Yola çıkıp) Cüheyne'lilerin el-Huraka denen boylarına vardık ve bu kavme baskın yaparak onları bozguna urattık. Ben ve Ensardan biri onlardan birinin ardından koşup yetiştik. Onu çevirip kıstırınca: "Lâ ilahe illallah" dedi. Ensarlı bunu duyunca ona saldırmaktan vazgeçti, bense mızrağımı ona saplayıp öldürdüm. Geri Medine'ye döndüğümüzde bu olay Peygam­ber' e ulaştı da bana üç kere:

"Onu "Lâ ilahe illallah dedikten sonra mı öldürdün" dedi.

Ben, "Yâ Resûlallah o bunu kurtulmak için söyledi" dedim. Fakat Efendimiz bu sözü o kadar tekrar ediyordu ki, "Keşke bu günden önce Müslüman olmasaydım (da onu öldürmeseydim) temennisinde bulun­dum.

Buharî ve Müslim'in ittifakla rivayet ettiği bir hadistir.[196]

Muhammed b. Seleme, İbni İshak'dan naklediyor: Bize Ya'kub b. Utbe, Müslim b. Abdillah el-Cühenî aracılığıyla Cündüb b. Mekî's el-Cühenî'nin şöyle dediğini haber verdi:

-Resûlullah (s.a.v.) Gâlib. Abdullah el-Kelbîyî el-Küdeyd'deki Mülevvah oğullarına yolladı ve onlara saldırmasını emretti. Ben de (Müslim) onun bu müfrzesinde idim. Gudeyd mevkiğine vardığımızda orada Hâri b.Mâlik b. Barsâ el-Leysî ile karşılaşıp, onu yakaladık.

O bize, "Yahu ben Müslüman olmak için geliyorum" dedi Galib'de ona: "Eğer sen gerçekten Müslüman olmaya geldiysen bir gündüz bir gece bağlı olarak kalmanın sana bir zararı olmaz. Yok başka bir gaye ile gelmiş isen, biz senden emniyette olmuş oluyoruz" deyip onu bir kendirle bağladı.

Bizimle beraber olan siyah bir adamcağızı da onu beklemeye bırak­tı ve: "Dönüşte sana uğrayacağız. Eğer seninle çekişmeye girecek o-lursa boynunu vurursun." dedi.

Biz Küdeyd özüne (vadiciğine) kadar varıp, ikindiden sonra oraya indik. Arkadaşlarım beni onlara gözetmeye yolladılar. Bende oradaki­leri bana gösterebilecek bir tepeye doğru yönelip üzerine yattım. Bu akşamdan önceydi.

Meğer onlardan biri çıkıp beni yatar halde görmüş ve hanımına, "Ben şu tepede bir karaltı görüyorum. Halbuki o gündüzün başında bana böyle görünmüyordu. Bir de sen bak, sakın kablarım yalamaya cüret eden bir köpek olmasın" dedi. Kadında bu tarafa baktı ve "vallahi ben hiç bir şeyi kaçırmam" dedi. Adam eşine, "bana yayımla iki de ok ver" dedi. Kadın oku verince adam bir ok attı ki ok alnıma veya yanıbaşıma saplantı. Ben onu söküp attım ama hiç kıpırdamadım.

Sonra ikinci okunu attı. Bu omuz başıma geldi. Bunu da söküp at­tım ve hiç kımıldamadım. Adam da karısına, "Vallahi benim iki okumda ona saplandı. Eğer hareket edebilen bir şey olsaydı kımıldardı. Sabah olunca git oklarımı al da, köpekler onları çiğnemesinler" dedi.

Müslim devamla der ki:

-Biz onlara gidenleri gidene, sütleri sağıp dönene ve gecenin bir bö­lümü geçene kadar süre verdik ve sonra onların üzerine hücuma geç­tik. Öldürebildiğimizi öldürüp, koyunları alıp sürdük ve onları ya­nımıza katarak geriye döndük.

Lakin bu kabilenin imdatçısı koşup kabileye yardım istemeye gitti. Biz de acele yola çıkıp Haris b. Malik b. Bersâ ve arkadaşına uğrayıp onu da beraber götürdük.

Lakin imdada gelenler bize yaklaşıp bizim kaçıp kurtulamayacağı­mız kalabalık bir şekilde yanımıza geldiler. Aramızda sadece Kudeyd'deki Vadinin tabanı kalmıştı ki, Allah dilediği yerden bir su gönderdi ki, biz öncesinde ne yağmur ne de bulut görmüştük.

Öyle bir sel getirdiki hiçbiri onu geçmeye cesaret edemedi. Ben on­ları çaresiz, suyu geçmeye güçleri yetmediği için arkamızdan şaşkınca bakakaldıklannı görmüştüm.

Biz ise suyu geçip giderek çabucak fırladık ve aldığımız malları Müşellel denen dağa götürdük, sonra oradan inip gittik ki, bize ulaş­maya güçleri yetmedi.[197]

 

Cinab Seriyyesi

 

Vakidî, Meğazi adlı eserinde der ki: Bana Yahya b. Abdilaziz b. Saîd b. Sa'd b.Ubâde, Beşir b. Muhammed b. Abdillah b. Zeyd'in şöyle dediğini anlattı.

-Eşca1 kabilesinden Huseyl b. Nüveyrâ denen bir adam gelmişti. Bu zat daha önce Hayber seferine gidilirken Peygammbere (s.a.v.) kı­lavuzluk yapmıştı. Bu kere Nebî (s.a.v.) ona;

- "Yâ Huseyl! ne taraftan geliyorsun?" diye sordu. O, "Yemen ve Cübâr suları tarafından!" dedi. Efendimiz, "arkanda ne haberler var­dı?" diye sorunca, Yemn, Gatafan ve Cübar (Cinab)'lılardan oluşmuş bir topluluğu geride bıraktım geldim. Uyeyne onlara, "ya siz bize ge­lin, ya biz onlara gelelim" diye haber salmış. Onlar ya sana, ya da et­rafına saldırmak istiyorlar" dedi.

Nebi (s.a.v.) de Ebû Bekir ve Ömeri çağırıp bu durumu onlarla isti­şare etti, ikisi de, "onlara karşı Beşîr b. Sa'd'ı gönder" dediler. Nebi (s.a.v.) Beşîr'i çağırtıp, ona sancak hazırladı, yanına da üçyüz kişi ve­rerek sefere çıkardı ve onlara gece gidip gündüz gizlenmelerini em­retti.

Onlar bu emri tutarak gidip Hayberin altındaki silah denen yerde konakladı. Sonra tekrar gidip müşriklere yaklaştılar. Sonra onlara hü­cum ettiler. Saldırı haberi diğer kabilelere ulaşınca bunlar dağıldı.

Beşir müfrezesiyle diğer grupların olduğu yere geldiğinde kimseyi bulamadı. Ele geçirdiği davar sürüsüyle dönerken Uyeyne'nin gözcü­süne raslayıp onu öldürdüler.

Ardından Uyeyne'yi ansızın bastırdılar ve uzaktan ok, mızrak ve benzeri silahlarla atıştılar. Az sonra Uyeyne'nin topluluğu kaçıştı, on­lardan iki kişi esir edildi. Bunları Nebi (s.a.v.)'e getirdiler. Bu ikisi de

Müslüman    oldu.    Peygamber   (s.a.v.)de    onları    yurtlarına   geri gitmeklerinde serbest bıraktı.[198]

 

Ebu Hadrad'n El-Gabe Serıyesı

 

Yunus b.Bükeyr, İbni İshaktan naklediyor: Bana Cafer b. Abdullah b. Eşlemin, Ebû Hadrad'dan nakline göre bu olay şöyle cereyan etmiş: Ebû Hadrad derki:

-Ben kendi kabilemden bir kadınla evlenip ona ikiyüz dirhem mihir verdim. Bu nikahı yapabilmek için Peygamber (s.a.v.)e, yardım iste­meye geldim. Bana "ne kadar mihir sözü verdin?" diye sorunca "ikiyüz dirhem" dedim. Bunu duyunca;

"Sübhanallah! Vallahi siz bu paraları şu vadinin ortasından (kum toplar gibi) alıp gelseydiniz bile siz bu kadar fazla parayı biriktiremezdiniz. Hayır, Vallahi benim yanımda sana yardım ede­cek bu miktar yok" buyurdu.

Ben orada günlerce bekledim. Sonra Cüşem b. Muâviye oğulların­dan Rifâ'a b. Kays veya Kays b. Rifâa olan bir adam, Cüşem oğulla­rından büyük bir oymakla beraber gelip, Gâbe denen (Medine'ye yakın bir) yerde beraberindekilerle konakladı.

Kays'lıları Resûlullah'a karşı harb için toplamak istiyordu. Rifâa, Cüşemliler arasında adı ve şanı olan biriydi. Ebû Hadrad der ki: Nebi (s.a.v.) beni ve iki Müslümanı çağırdı ve:

"Haydi ona doğru gidin de ona dair bilgi ve haber getirin" de­di. Bize yaşlı zayıf bir deve takdim etti. Birimiz üzerine bindirilince vallahi deve zayıflığından dolayı ayağa kalkamadı da bir kaç kişi de-

veyi arkasından elleriyle kalkması için desteklediler. Nihayet ayağa kalktı ama neredeyse bunu yapamayacaktı. Efendimiz:

"Menzilinize bunun üzerinde ulaşmaya çalışın ve deveye nö-betleşerek binin" buyurdu.

Böylece yola çıktık. Yanımızda silah olarak ok ve kılıç vardı. El-Hazır denen yere gün batarken geldik. Ben bir tarafa gizlendim ve ar­kadaşlarıma da söyledim, onlar da burada hazır bulunan topluluğun bir tarafında gizlendi.

Ben bu arkadaşlarıma: "benim tekbir alıp, askeri kampa hücuma başladım mı ikiniz de tekbir alarak benimle beraber hücum edin." de­dim Vallahi ben bu şekilde hücum etmek için onların gaflete geleceği­ni beklerken yatsı vaktinin ilk karanlığı geçmişti.

Müşriklerin burada davar otlatan bir çobanı vardı, O bugün dönüşte çok gecikmiş olduğundan müşrikler "ne oldu" korkusuna kapılmışlar­dı. Rifaâ b. Kays, kalkıp kılıcım boynuna taktı ve "Vallahi ben şu ço­banın izi sıra aramaya gideceğim" dedi, adamları; "Sen gitme biz gide­lim yeter" dedilerse de, O, "sadece ben gideceğim" dedi. Onlar, "Biz de seninle gelelim." dediler ama Rifâa, "Vallahi peşimden hiçbiriniz gelmeyecek!" deyip yola çıktı.

Bana doğru geldi. Bana tam imkanı verince, ona bir ok atıp tam kalbinden vurdum. Vallahi hiçbir kelime konuşnıamıştı ki, üzerine çullanıp boynunu vurdum. Sonra da askerî kampa doğru saldırıp tekbir aldım.

Arkadaşlarım da saldırdı ve tekbir aldılar. Vallahi, bunlardan sade­ce çok süratli olanlar hanımlarından, çocuklarından ve malların hafif olanlarından, almaya imkan bulduklarını alıp kaçanlar kurtulabildi.

Biz çok muazzam bir deve sürüsü ile pek çok koyunu sürüp Resûlullah'a götürdük. Bende o herifin başını alıp getirmiştim. Efen­dimiz bu develerden bana, mihrim için on üç deve verdi, ben de on­larla ailemle birleşme imkanı buldum.[199]

 

Muhallim B. Cessâme'nin Seriyyesi

 

Muhammed b. Seleme, İbni İshâk'tan naklediyor: Bana Yezîd b. Abdullah b. Kusayt, (Ka'ka') b. Abdullah b. Ebî Hadradin, babası Ab­dullah'tan şöyle dediğini nakletti: Nebi (s.a.v.), bizi İdam Vadisi'ne, iç­lerinde Ebû Katâde ve Muhallim b. Cessâme'nin de bulunduğu bir gu­rup ile yollamıştı.

İdam Vadisi'ne vardığımızda, Âmir b. el-Edbat el-Eşcaî binek de­vesi üzerinde bize uğradı. Beraberinde bazı ihtiyaç malları ve bir süt kabı vardı. Bize İslâm selamı verdi, ama biz onun selamını almadık. Muhallim ise daha önce aralarında geçen bir düşmanlık sebebiyle ona saldırıp öldürdü, devesini ve eşyalarım aldı. Nebi (s.a.v.)'nin yanına geri döndüğümüzde durumu O'na haber verdik.

Bizim hakkımızda:

"Ey îman edenler! Allah yolunda yeryüzünde dolaştığınızda i-yice araştım. Sakın size selâm veren kimseye dünya hayatının menfaatini istediğinizden "Sen mü'min değilsin" demeyin. Allah katında çok ganimet vardır. Daha önce sizde böyle iken Allah size bağışta bulundu, öyleyse -bu konularda- iyice araştırın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır"(Nisa Sûresi Ayet-94) ayeti in­di.[200]

Bu haberi Hammad b. Seleme de İbni İshak'tan nakleder:[201]

Yine Hammad b. Seleme İbni İshak'tan naklediyor: Bana Muhammed b. Ca'fer b. ez-Zübeyr anlattı ki, Ziyâd b. Dumeyra b. Sa'd ed-Damrî (Es-Sülemi)'yi[202] Urve b. Zübeyr'in babası ve dedesi isna-dıyla, dedesi ve babasından şunları anlatırken duyduğunu haber verdi: (Dedesi ve babası Huneyn harbinde Resûlullah'la beraber bulunmuştu)

Resûhıllah (s.a.v.) (bize) öğle namazını kıldırdı, sonra bir ağacın gölgesine çekilip altına oturdu. Uyeyne b. Bedr (ve Akra b. Habis Ne­bi (s.a.v.)'in yanına geldiler.

Bu ikisi Âmir b. Edbat'ın öldürülüşü hakkında çekişiyorlardı. Uyeyne, Amir'in kan bedelini istiyordu. Amir o zaman Gatafan'lıların (Kays kabilesinin) reisi idi. Akra' b. Habis de Muhallim'i müdafa edi­yordu. Muhallim'de Hındıf in reisi idi. Resûlullah'm yanında bile sözlü atışmaya devam ettiler. Hatta biz de duyuyorduk.

Resûlullah (s.a.v.) Amir'in kavmine: "Siz bizden şimdi elli deve, el­li deve de Medine'ye dönünce alsanız olmaz mı?" diye sordu Uyeyne b. Bedr'de, "Vallahi ben onun diyetini kabul ederek -onu sağ- bıraka­mam, ta ki, onun karısı da benim karım gibi yangını tatmadıkça ol­maz" dedi. Leys oğullarından kısa boylu Mükeytil denen biri:

-"Yâ Resûlallah! ben İslâm'ın başlangıcında bu öldürülen adama örnek teşkil edecek birşey bulamıyorum. Sanki koyun sürüsü gibi, gel­diler, ön taraftakileri vuruluyor da, arka taraftakiler kaçıp kurtuluyor. Sen bugün bize sünneti icra et ve kan davamızı hallet, yarın istersen onu diyete çevir" dedi.

Nebi (s.a.v.) de onlara: "Siz şimdi elli deve, döndüğümüzde de elli deve alıyor musunuz?" diye tekrar tekrar sordu ve sonunda onlar diye­te razı oldular. Muhallim'in kavmi, "Muhallim'i getirin de, Resûlullah (s.a.v.) onun için Allah'tan af isteyiversin" dediler. Uzun boylu, zayıf, etsiz, harbe hazırlandığı harp elbisesi içinde bir adam gelip Resûhıllah'ın önünde durdu. Resûiullah (s.a.v.);

"Allah'ım Muhallim'e mağfiret etme !." diye üç kere tekrarladı. Muhallim de kalkıp giderken elbisesinin ucuyla göz yaşlarını sili-yordu. Biz kendi aramızda Peygamberin onu istiğfar edivereceğini umuyorduk ama Peygamber (s.a.v.)'den böyle bir söz çıkmadı. İbni İshak der ki: Muhallim'in kavmi ise, Peygamberin daha sonra ona is­tiğfar ediverdiğini iddia ediyordu.[203]

Ebû Dâvud, "Sünen" adlı eserinde der ki: Bize Musa b. İsmail, Hammad-Muhammed b. İshak-Muhammed b. Ca'fer isnadıyla haber verdi ki, Ziyad b. Dumeyra'yı şöyle derken duymuş... Yine Ebû Dâvud derki: Bize Ahmed b. Said el-Hemedânî ile Vehb b. Beyân ikilisi İbni Vehb'den naklettiler ki: O, "bana Abdurrahman b. Ebî'z Zinâd, Abdurrahman b. el-Hâris'in Muhammed b. Ca'fer'den Ziyad b. Sa'd b. Dumeyra es-Sülemiyi şöyle derken işittiğini anlattı, (ki bu Vehb hadisi bu konuda diğer ravilerinkinden daha tamdır.)

Ravî Musa b. İsmail derki: Onun dedeleri (yani, Ziyad'ın babası Sa'd ile dedesi Dumeyra (r.a.)'lar Resûlullah ile beraber Huneyn sava­şında bulunmuşlardı. (Bu bilgiden sonra tekrar) biz Vehb hadisine dö­nelim:

-Muhallim b. Cessame, Eşca' kabilesinden Müslüman olmuş bir adamı öldürdü. İşte bu konudaki Resûlullah'ın verdiği diyet hükmü, İs­lâm tarihinde verilen ilk diyet hükmü olmuştu. Uyeyne, bu Âmir el-Eşcâi'nin öldürülmesinde onu müdafa için konuştu. Zira O Gatafanh idi. Akra' b. Habis te, Handefli olduğu için Muhallim'i savundu. Ses­ler yükselip husumet ve lakırtı arttı. Resûlullah (s.a.v.) de:

"Yâ Uyeyne! Develeri kabul etmiyor musun?" dedi. O da, "Ha­yır! Vallahi benim hanımımın yanına girildiği gibi, hüzün ve çöküm haberiyle onun hanımının yanına da girilmeden olamaz" dedi. Sesler karışınca yine Efendimiz:

Taberânî Kebîr 6/52; Metinde kısalıkları İbni Hişâm'a göre düzelterek terceme ettik.(M.Can)

"Yâ Uyeyne, develeri kabul etmiyor musun?" dedi ama O aynen direndi. Böyle sürüp giderken, Mükeytil adlı silahlı ve kalkanlı biri kalkıp, "Yâ Resûlallah! Ben şu adamın yaptığı işe İslâm'ın ilk yılla­rında hiç benzer örnek bulamadım. Ancak bu, sanki bu bir koyun sü­rüsü de, ön tarafı suya varınca ok atıldı, arka tarafı ürküp kaçtı. Bugün sen, kısastaki sünnetini böyle icra et, sonra yarın mecburen değiştirir­sin" dedi. Resûlullah'da;

"Elli deve hemen, elişi de Medine'ye dönünce verilecek" bu­yurdu.

Muhallim, bu sıra ordunun bir ucunda olup uzun boylu biriydi. On­lar Nebi (s.a.v.)'in etrafım sarmış bu şekilde nizâa devam ederken, Muhallim aralarından sıyrılıp Peygamberin önüne oturdu, gözlerinden yaşlar boşamyordu. "Yâ Resûlallah! sana ulaştığı gibi ben bu işi yap­tım. Allah'a tevbe ediyorum. Sende benim için Allah'dan af dileyiver " dedi. Nebi (s.a.v.) de yüksek bir sesle :

"Sen onu İslânıdaki ilk yıllarında, silahınla mı öldürdün, Allah'ım Muhalüme acıma!" buyurdu.

Ebû Seleme kendi isnadında "Muhalim, göz yaşlarını elbisesinin ucuyla tutarak kalktı" ilavesini yapar. İbni İshak'ta, "Muhallim'in kav­minin iddiasına göre, Resûlullah (s.a.v.) daha sonra Muhallime istiğfar edivermiş."[204]

 

Abdullah B. Huzafe B. Kays'ın Seriyyesi

 

İbnü Cüreyc der ki :

"Ey îman edenler Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine (de itaat edin)1' (Nisa 59) ayeti celilesi Abdullah b. Huzâfe es-Sehmî hakkında nazil oldu. Resulü Ekrem orü bir seriyyede komutan olarak yollamıştı."

İbni Cüreyc der ki: Bana bunu Ya'la b. Müslim, Saîd b. Cübeyr tankıyla İbni Abbas (r.a.)'tan nakletmiştir.[205] Buharî ve Müslim sahih­lerinde nakletti.

A'meş, Sa'd b Ubeyde-Ebû Abdirrahman es-Sülemî isnadıyla Hz. Ali b. Ebi Talib (r.a.)'dan naklediyor

Nebi (s.a.v.) Ensardan bir adamı bir seriyyeye komutan yapıp seriyyedeki askerlere de komutana itaat etmelerini emretti. Lakin bun­lar onu kızdırdılar. O da, "Haydi bana odun toplayıp getirin" dedi. 0dunlan topladılar. Yakma emri verdi, odunu yaktılar. Sonra bu ko­mutan onlara, "Allah Rasulü size, beni dinlemeyi ve buna itaat etmeyi emretmedi mi?" diye sorunca, "evet" dediler. Komutan, "öyleyse haydi ateşe girin!" dedi.

Asker birbirine bakıştı ve "Yahu biz ateşten (Cehennem Ateşinden) Hz. Peygamber'e kaçıp sığınmıştık." dediler. Bu şekilde girelim, gir­meyelim tartışması sürerken ateşin alevi gitti. Komutanında öfkesi ya­tıştı. Ateş de söndü.

Medine'ye dönüp Resûlullah'ın yanına geldiklerinde bu olayı Resûlullaha (s.a.v.) anlattılar. Bunu duyan Nebi (s.a.v.):

"Eğer ateşe girseydiniz kıyamet gününe kadar ondan çıkama­yacaktınız. İtaat sadece ma'rufta olur" buyurdu.

Bu hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmişlerdi.[206]

Yine bu yıl içinde Zâtı'r Rukâ gazvesi yapıldığı rivayeti varsa da bu gazve hicri dördüncü yıl olaylarında anlatılmıştı. Biz bu konudaki ihtilafları o bölümde anlatmıştık.[207]

 

Umretü'l-Kaza

 

NâfT b Abdirrahman b. Ebî Nüaym, İbni Ömer'in kölesi Nafî'nin: "Umretü'1-Kaza, yedinci yılın Zilka'de ayında yapılmıştı" dediğini ri­vayet eder.[208]

Mu'temir b. Süleyman, babasından naklediyor: Resûlullah (s.a.v.), Hayberden Medine'ye döndüğünde, askeri gurupları çevreye seriyyeye yolladı. Kendisi Medine'de Zilkade ayının başlangıcına kadar eğleşti, sonra insanlar arsında "Umreye hazırlanın!" ilanı yaptırdı. Ashab da yol hazırlığını yapıp Nebi (s.a.v.) ile beraber Mekke'ye doğru yola çıkti.[209]

İbni Şihâb-ı Zührî anlatıyor: Sonra Resûlullah Hudeybiye'nin ertesi yılı Zilkade ayında umre için yola çıkıp, (Mekke'ye sekiz mil mesafe­deki) Ye'cec denen yere kadar vardı ve eşyaların hepsini, okları, mız­rakları, kalkanları, deri zırhları bıraktı. Mekke haremine sadece süvari silahı denen kılıçla girdiler.

Resûlullah (s.a.v.) orada Ca'fer b. Ebî Talib'i, Meymûne binti-1-Hâris b. Hazin el-Âmiriyye'ye kendisine düğürcü olması için önden

gönderdi. O da düğürcü oldu. Meymûne'de bu işini Abbas b. Abdilmuttalib'e havale etti. Zira Abbas'ın nikahı altında bacısı Ümmü Fazl binti Haris vardı. Böylece Resûlullah'ı (s.a.v.) amcası Abbas ev­lendirmiş oldu.

Kabe'ye geldiğinde, müşriklere küvetlerini ve güçlerini gösterme­leri için ashabına;

"Omuzlarınızı açın ve tavafta koşun" buyurdu. Gücünün yetti­ğince onlara hiyle yapardı. Mekke halkı kadını, erkeği ve çocuğuyla gelip tavaf yapmakta olan Resûlullah (s.a.v.) ile ashabını seyretmek i-çin üst üste yığıldılar.

Abdullah b. Ravaha kılıcını kuşanmış olarak, Resûlullah'ın önünde şöyle diyerek Recezler söylüyordu:

1- Küffar çocuklarını O'nun yolundan çekin, Ben O'nun Allah elçisi olduğuna şahidim.

2- Rahman olan Allah kitabında, okunan sahifelerde Resulüne -kitab- indirdi.

3- Bugün işte biz, dün onun indirilişini inkarınız yüzünden size na­sıl darbe vurmuşsak, bu kerede o kitabın tevili üzere size darbe vur­duk.

4- Öyle bir darbe ki, başı gövdeden ayırır, dostu dosta unutturur. Mekke eşrafından bazıları da kin, öfke, kıskançlık ve hasetlerinden Peygambere (s.a.v.) bakmak için ortalıktan kaybolup Mekke'deki Handeme dağına çıktılar, Peygamber de Mekke'de rahatça kaldı. Orda üç gece eğleşti. Bu Hudeybiye gününde yapılan anlaşmanın son şartı idi.

Dördüncü günün sabahı olunca, Süheyl b. Amr ile Huveytib b. Abdiluzza, Peygamberin yanına geldiler. Peygamber o sırada Ensar'ın meclisinde Sa'd b. Ubade ile konuşmaktaydı. Huveytib b. Abdiluzza bağırarak: "Allah'a, aramızdaki sözleşme konusunda sana ant veririm. Üç günlük anlaşma gereği verilen süre bittiği halde sen hâlâ toprakla­rımızdan çıkmadın" dedi. Sa'd b. Ubâde de, "Bre anasız kalasıca! ya­lan söylüyorsun. Mekke ne senin ne de babanın arazisidir. Vallahi biz asla çıkmayız" dediler. Sonra Resûlullah Süheyl ve Huveytıb'a sesle­nip :

- Ben sizden bir hanımla nikahlandım. Onunla zifafa girene ka­dar burada kalmamın size bir zararı olmaz. Düğün yemeği yapa­rız, biz de yeriz, siz de bizimle yersiniz" deyince,

Onlar yine: "Allah'a ve aramızdaki antlaşmaya yemin veririz, sen mecburen çıkmalısın" dediler. Resûlullah (s.a.v.)de kölesi Ebû Rafı'ye hareket izni verdi.

Allah Resulü hayvanına binip Mekke'den bir kaç mil ötedeki Şerif Vadisi'ne gelince konakladı ve Müslümanlarda orada eğleşti. Efendi­miz (s.a.v.) akşam kararınca, Meymûne'yi alıp gelmesi için onu arkada bırakmıştı. Meymûne gelene kadar Efendimiz orada ikâmet etti. Meymûne (r.a.), Kureyşin alçaklarından işkence ve sıkıntı görmüştü.

Resûlulİah orada Zifafa girdi. Sonra geceleyin yola koyulup Medi­ne'ye geldi. Allah yıllarca sonra Meymûne'nin ölümünü yine Şerifte olacağını takdir etmişti.[210]

Füleyh, Nafı aracılığıyla Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan naklediyor: "Resûlullah (s.a.v.) Umre yapmak üzere yola çıktı. Lakin Kureyş kâfırleri Beytullah ile Resûlullah'ın arasına engel koydular. O da, Hubeydiye de kurbanını kesti ve başını tıraş etti ve Kureyş'lilerle gele­cek yıl Umre yapmak üzere anlaşma yaptı.

Bu anlaşmaya göre Mekke'ye kılıç dışında silahla girmeyecek ve orada ancak Kureyş'liîerin istediği kadar ikamet edebilecekti. Ertesi yıl olunca Peygamber (s.a.v.) Mekke'ye aradaki anlaşmaya uygun olarak girdi. Mekke'de üç gün eğleşince müşrikler Mekke'yi terketmesini is­tediler. Nebi (s.a.v.)de oradan ayrıldı."

Haberi Buharî naklediyor.[211]

Vakıdî derki: Bize Abdullah b. Nafı' babası vasıtasıyla Abdullah b. Ömer (r.a.)'ın şöyle dediğini haber verdi:

 Bu Umre aslında kaza olarak yapılan bir umre değildi. Lakin Müslümanlar üzerine, müşriklerin kendilerini Umreden menettikleri Hudeybiye yılındaki ayın gelecek yıl aynı ayda yapılması şart koşulan bir Umre idi.[212]

Muhammed b. Seleme, İbni İshâk yoluyla Amr b. Meymun'dan nakleder: Ebû Hâdır el-Hadramîyi, "Meynıûn b. Mihran'ın şöyle söy­lediğini" naklederken duydum: Şam ordusunun Abdullah b. Zübeyr'i Mekke'de muhasara ettikleri yıl Umre yapmak üzere yola çıkmıştım. Kendi oymağımdan bazı adamlar benimle oraya (Hedy Kurbanı)[213] yol­lamışlardı. Şam ordusunun yanına geldiğimde bizi Kabe'ye girmekten men ettiler. Bende Hedy'imi olduğum yerde kestim, ihramımdan çıkıp sonra Yemen'e geri döndüm. Ertesi yıl olunca, Umremi kaza etmek i-çin tekrar yola çıktım. Abdullah b. Abbasa (r.a.) gidip, kurbanı nasıl edeceğimi sordum da bana, "Kurbanına bedel başka bir kurban kes. Zira Resûlullah (s.a.v.) Umretü'l Kazâ'da ashabına Hudeybiye yı-

lında kestikleri kurbanın yerine bir kurban daha kesmelerini emret­mişti" dedi.[214]

Yine aynı hadiseyi Yûnus b. Büheyr yolu ile İbni îshâk'tan şöyle an­latır: "Ebû Hasır el-Hımyevî derki: İbni Büheyr (r.a.), Kabe muhasara edildiğinde hac etmiş ve hedy kurbanımı beraberimde götürmüştüm. Şam ordusu buna engel olunca, Harem mıntıkasında kurbanımı kesip Yemen'e döndüm ve "benim için Allah Resulünde alınacak örnek var­dır" diyordum.

Ertesi yıl yine hacca geldiğimde İbni Abbas'a rast gelip "O kestiğim kurbanın yerine bir başka daha kesip kesmeyeceğimi?" sordum. O da, "Evet yerine bir daha kes. Zira Resûlullah (s.a.v.) ve ashabı, müşrikle­rin kendilerini Beytullah'tan menettikleri yıl kestikleri kurbanın yerine Umretü'l Kaza'da tekrar kurban kestiler. Hatta ashab deve bulup kes­mede zorlanınca Resûlullah onlara deve yerine sığır kesme ruhsatı verdi."[215]

Vakîdi anlatıyor: Bana Ganim b. Ebî Ganim, Abdullah b. Dinar yo­luyla İbni Ömer (r.a.)'tan naklediyor:

— Nebi (s.a.v.) Umretü'l Kaza'da Hedy Kurbanı olarak altmış deve şevketti. Neciye b. Cündüb el-Eslemîyi de bu kurbanları otlatıp gö­türmesi için dört Eslemli gençle beraber şevketti.[216]

Yine Vakîdi şöyle anlatır: Resûlullah (s.a.v.) ve ashabı Telbiye ge­tirerek yola çıktı. Muhammed b. Mesleme de atları Merri Zahrân de­nen yere götürdü. Orada rastlayan kureyşli bir gurup, Muhammed b. Mesleme'den Peygamber'in (s.a.v.) yarın oraya geleceğini öğrenip, bir de Beşîr b. Sa'din getirdiği bir sürü silah görünce, acele gidip durumu Kureyş'e anlattılar. Kureyş paniğe kapılıp: "Vallahi biz Hudeybiye anlaşmasındaki hiçbir şeyi ihlal etmedik, şimdi Muhammed ashabıyla bize neye harbe geliyor?" diye konuştular.

Efendimiz de Mevvi Tahran'a ulaştı. Resûîullah silahları Kabe'deki putların görüldüğü yer olan, "Batn-ı Ye'cec"e yolladı. Kureyş Mikrar b. Hafs'ı oraya gönderdi. Efendimiz ashabının arasındaydı. Onlar: "Yâ Muhammed! Sen Hareme neye silahla giriyorsun. Halbuki Kureyş'in büyük ya da küçük hiçbir cürümleri olmadı. Üstelik sen oraya sadece kılıçla gireceğin şartını da o anlaşmaya koymuştun." dediler.

Nebi (s.a.v.): "Ben silahla girmiyorum." sözünü söyleyince Mikraz, "sen vefa ve doğrulukta böyle bilinirdin zaten" deyip acele Kureyşe geldi ve durumu anlattı. Mikraz'ın bu haberi üzerine Kureyşliler Mek­ke dağlarına çekilip. Orayı boşalttılar. Nebi (s.a.v.) Kusvâ adlı devesi­ne bindi. Ashab kılıçlı olarak Efendimizin etrafım sarmış telbiye getir­diler. Sonra Ti Tuwa denen yerden geçerek, Hucun tarafındaki tepe-cikten Kabe'ye geldi.[217]

Ma'mer, Zühri aracılığıyla Enes (r.a.)tan naklediyor: Umratü'l Kazâ'da Resulü Ekrem (s.a.v.) Mekke'ye girdiğinde Abdulah b. Ravâha önünde yürüyor ve şöyle diyordu:

1- Çekin yolundan kâfir çocuklarım, Rahman olan Allah kitabında indirip bildirdi ki:

2- En hayırlı çarpışma onun yolunda olandır. Biz sizlerle onun îe 'vili hususunda çarpışıyoruz.

3- Nitekim O'nun indirilişi hususunda da sizle çarpışmıştık.  Yâ Rabbi ben O'nun sözüne iman ettim.[218]

Eyyûb es-Sahtiyâni, Said b. Cübeyr'in İbni Abbas'tan şöyle dediğini nakleder: Resûîullah (s.a.v.) Mekke'ye geldiğinde Yesrib sıtması ken­dilerini zayıflatmış bir haldeydi. Onları gören müşrikler, "Size bir ka­vim geliyor ki, sıtma onları çok zayıflatmış ve sıtmadan müthiş zarar görmüşler" dediler. Onların bu dedikodularına Allah, Peygamberini haberdar edince ashabına tavafın ilk üç şavtında remel (çalımla yürü­yüş) yapmalarını ve bunu iki rükün arasında yapmalarını emretti.

Müşrikler Müslümanların Remelli yürüyüşünü görünce, "Şu sizin Yesrib sıtması zayıflattı dedikleriniz bunlar mı? Bunlar bizden daha sağlam" dediler.

İbni Abbas (r.a.) der ki: Resûlullah'm onlara sadece üç şart değil de yedi şartın hepsinde bu Remel'i emretmesine ashabına merhamet et­mesi dışında bir mani yoktu. Hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmiş­lerdir.[219]

Yezîd b. Harun anlatıyor: Bize el-Cürayrî, Ebu't-Tufeyl'in şöyle de­diğini haber verdi: İbni Abbas'a: "Senin kavmin, Resûlullah'm bizzat remel yürüyüşü yaptığı ve bunun -böylece- sünnet olduğunu iddia edi­yor." dedim.

Bana, "hem doğru hem de yanlış söylemişler. Re&ûlullah (s.a.v.) Mekke'ye girdiğinde müşrikler Mekke'deki Kuaykıân dağının üzerindelerdi. Mekke halkı çok hased bir milletti. Kendi aralarında, "Muhammed'in ashabı çok zayıflamış" diyorlardı.

Bunun üzerine Resûîullah (s.a.v.)de, "Onlara sizden en hoşlanmayacakları şeyi gösterin" buyurup, kendisinin ve as­habının gücünü göstermek için Tavafta Remelli yürüdü. Bunun sebebi bu olduğundan şartlar ve zaman geçtiği için artık Remel sünnet değil­dir, dedi. Hadisi bu haliyle Müslim rivayet etmiştir.[220]

(Beyhakî derki); Remel, kudüm tavafında sünnet olarak kalmıştır. Her ne kadar sünnet sebebi ortadan kalkmış ise de bunun meşruiyeti duruyor. Zira Cabir (r.a.), Nebi (s.a.v.)'in son haccındaki şeklini anlatırken: Cirâne Umresini yaparken hem kendisinin hem de ashabının Remel yaptığını anlatır.[221]

İsmail b. Ebî Halid, İbni Ebî'l Evfa (Abdullah)lnın, şöyle dediğini işittim diyerek anlatıyor: Resulü Ekremle beraber Umreye gittik. Tavaf ederken, ona eziyet vermesinler diye, Mekke çocuklarından Onu koru­yarak tavaf ederdik. İsmail b. ebî Halid der ki:

-Abdullah b. Ebî Evfa bize Huneyn harbinde Peygamberle beraber savaşta iken almış olduğu bir yara izini de göstermişti.[222] Haber Buharî'dedir.[223]

 

Efendimizin Meymûne İle Evlenişi

 

Yunus b. Büheyr, İbni İshâk, -Ebân b. Salih ile Abdullah b. Ebî Necîh-Mücâhit ve Atâ isnadıyla Abdullah b. Abbas (r.a.)rdan nakleder: Resulü Ekrem (s.a.v.) Meymûne (r.a.) ile evlendiğinde evlilik velaye­tini Abbas b. Abdülmuttalib üstlenmişti. Resûlullah (s.a.v.) Mekke'de üç gün eğleştikten sonra Huveytib b. Abdi'l Uzza yanında Kureyşli birkaç adamla Nebi (s.a.v.)'e geldiler ve: "Süren doldu, artık çıkıp git­sen!" dediler. Nebi (s.a.v.)de:

"Beni burada bıraksaydmiz, bende aranızda evlenirdim, hem size yemek hazırlardık buyurup gelirdiniz" deyince, onlar: "Bizim bu yemeğe ihtiyacımız yok. Sen buradan bir çık" dediler. Efendimiz de kölesi ebû Râfı'yi, Meymûneyi getirmek üzere geri bırakıp, Mekke'den çıktı.

Sonra Ebû Râfl, Meymûne (r.a.)'yı Efendimize, Şerifte getirdi ve orada Nebi (s.a.v.) onunla zifafa girdi.[224]

Vüheybi, Eyyûbu sahtiyam-ikrime isnadıyla ibni Abbas (r.a.)'tan: "Nebi (s.a.v.) Meymûne ile nikahlandığında ihramlı idi. Onunla zifafa girdiğinde ise ihramdan çıkmıştı. Meymûne (r.a.) (evlendiği bu yerde yıllar sonra) yine Şerifte öldü" dediğini anlatır.

Haberi Buharı naklediyor.[225]

Abdürrezzâk der ki: "Resûlullah (s.a.v.) Meymûne ile ihramda iken evlenmiş."Yine Süfyanı Sevrî bu haberi İbnü Haysem'den, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla İbni Abbastan bu şekilde anlatır. Her iki isnad da Buhârîdedir.[226]

Evzaî, Atâ aracılığıyla ibni Abbas'ın: Nebi (s.a.v.), Meymûne ile ihramda evlendi" dediğini anlatır[227] Said b. Müseyeb: "Her ne kadar Meymûne ibni Abbas'ın teyzesi ise de -iş onun dediği gibi değil-Resûlullah onunla ancak ancak ihramdan çıkınca evlenmiştir" der. İbni Abbas'm hadisini Buharı, Ebû'l Muğîra Abdü'l Kuddûs b. Haccac'dan naklediyor.[228]

Hammad b. Seleme, Habib b. eş-Şehîd-Meymûn b. Mihrân-Yezid b. el-Esam isnadıyla Meymûne (r.a.)'nın "Biz Şerifte ihramsız oldu­ğumuz sırada Resûlullah (s.a.v) benimle evlendi" dediğini nakleder. Haberi, Ebû Dâvûd, bu şekilde nakleder. Müslim de yine bunu Yezîd b.el-Esam'dan bir başka yolla nakleder.[229]

Süleyman b. Harb. Hammad b. Zeyd-Mastar el-Verrâk-Rabîa b. Abdirrahman-Süleyman b. Yesâr isnadıyla, Ebû Rafı' (r.a.)'tan şöyle dediğini rivayet eder: Resûlullah (s.a.v.) Meymûne ile ihramdan çıktı­ğında nikahlanmış ve ihramsız iken zifafe girmiştir. Resulü Ekrem'le Meymune arasındaki düğürcü de ben idim.[230]

 

Bu Sırada Hz. Hamza'nın Kızının Peşlerine Takılması

 

İsrâîl, Ebû İshak yoluyla Berâe b. Âzib'(ra)'dan nakleder: Resûlullah (s.a.v.) Zilkade ayında Umreye gitti. Mekke'liler Onu Ha­reme bırakmak istemeyince; "Üç günlük bir anlaşma" yaptılar. An­laşma metni yazılırken Mekke müşrikleri, "Resûlullah" kelimesine iti­raz edip, "bunun böyle olduğunu bilsek zaten senin girişini red etmez­dik. Ama sen Muhammet b. Abdullah'sın" dediler. Efendimiz:

"Evet ben Allah Resulüyüm ama, Ya Ali böyle olmasına rağ­men sen "Rasul" kelimesini sil" dedi. Ali, "ben onu silemem" de­yince bizzat kendisi sildi. Yazısı güzel olmamasına rağmen bizzat metni yazdı. Buna göre:

1- Mekke'ye girerken yanında silah olarak sadece kılıç buluna­rak girebilecek. 2- Mekke halkından kendisiyle Medine'ye gelmek isteyen kimseyi götürmeyecek. 3- Ashabından Mekke'de kalmak isteyenlere engel olmayacak.

Mekke'de bu üç gün bitince Ali'ye gelip, "Söyle O'na, artık Ha­remden çıksın!" dediler Resûlullah, Mekke'den çıkarken Hamza'mn (Mekke'de kalmış olan) küçük kızı "Amca, amca..! diye peşine takıldı. Hz. Ali onun elinden tutup, Hz. Fatıma'ya vererek "şunu al" dedi.

Bu kere O kızcağıza kim bakacağı hususunda Ali, Zeyd ve Ca'fer ihtilaf etti. Ali (r.a.): "O benim Amcamın kızıdır ben bakacağım" der­ken Ca'fer de: "Ben alırım, hem amcamın kızı hem de teyzesi benim karımdır" dedi. Zeyd b. Harise de: "Benimde kardeşimin kızıdır" di­yordu.

Nebi (s.a.v.) "onun teyzesinin yanında kalmasına hüküm verdi ve:

Teyze anne yerindedir" deyip,

Ali'ye: Sen bendensin bende sendenim"

Ca'fere: Sen, hilkat ve huyca bana benziyor-sun" deyip,

Zeyd b. Hârise'ye de: Sen bizim hem kardeşimiz hem de mevlamizsın" buyurarak, gönüllerini aldı.

Bu hadisi Buharı, Ubeydullah'tan nakleder.[231]

Vakıdî anlatıyor: Bana İbni Ebî Hayseme-Dâvûd b. Husayn-İkrime isnadıyla ibnî Abbas (r.a.)tan naklediyor: Hamza (r.a.)'m kızı Umara ile annesi Selmâ binti Umeys, hicretten sonra Medine'ye gidemeyip Mekke'de kalmışlardı. Nebi (s.a.v.) Umretü'l Kaza için Mekke'ye gel­diğinde Ali b. Ebî Talib gidip: "Bu müşrikler arasında amcamızın kı­zını yetim olarak neye bırakalım ki...?" diye Peygamberle konuyu ko­nuştu.

Nebi (s.a.v.) Hz. Ali'nin Onu Mekke'den çıkarmasına mani olmadı. O da Umarayı Mekke'den götürdü. Bu kere Zeyd b. Harise, "ben ona bakma hakkında daha fazla sahibim, o benim kardeşimin kızıdır" diye konuşmuştu. Zeyd b. Harise Hamza'nm Varisi idi ve Peygamber (s.a.v.) Muhacirler arasında (ahiret) kardeşliği tesis ettiği vakit Hamza ile Zeyd arasında da kardeşlik te'sis ettirdi.

Ca'fer (r.a.) bunu duyunca, "teyze, anne demektir. Öyle olunca-onun teyzesi Esma binti Umeys benim yanımda, nikahım altında bulundu­ğundan bu işe en layık benim" demişti.

Hz. Ali'de: Görüyorum ki onu paylaşamıyorsunuz, O benim amca kızımdır, Onu müşriklerin arasından alıp çıkaran benim, sizin ona be­nim öteme varan bir akraba bağınız da yok. Ben sizden daha layığım" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.):

"Ben aranızda hükmedeceğim. Sana gelince Yâ Zeyd! Allah ve Resulünün Mevlasısm, Yâ Ali sana gelince sen karde'şim ve dos-tumsun, Yâ Ca'fer sen ise hem ahlaken hem de hilkaten bana ben-ziyorsun, Yâ Ca'fer! Sen ona daha layıksın, nikahında da teyzesi var. Kadın teyzesinin kocasına nikah edilemez. Halasının üstüne nikah edilemez." buyurarak, O'nun Ca'ferin bakımında kalmasına ka­rar verdi.

Vakîdi devamla der ki: Peygamber Ca'fer'in lehine karar verince, Cafer kalkıp seke seke Peygamberin etrafında tur attı. Peygamber (s.a.v.)de: "Bu ne, yâ Ca'fer?" deyince, "Yâ Resûlallah! Necaşi birini razı ettimi onun etrafında sekerek dönerdi," dedi. Nebi (s.a.v.) de bu­nun üzerine :" Sen Onunla evlen ! " buyurdu. O da, "O benim süt kardeşimin kızıdır!" dedi. Nebi (s.a.v.) de onu, Seleme b. Ebî Seleme ile evlendirdi. Nebi (s.a.v.) Seleme'ye:" ona mükafat verdin mi? " buyurdu.[232]

 

Sekizinci Hicri Yıl Olayları İbnü Ebî'l Avca'nın Benûsüleyme'ye Seriyyesi

 

İbni Şihâb'ı Zûhrî anlatıyor: Nebi (s.a.v.) hicrî yedinci yılın Zilhicce ayında Umreden döndüğünde, İbnü Ebî'l Avcâ'yı elli, kişilik bir müfre­zenin başında Süleym oğullarına gazaya yolladı. Süleym oğullarının casusu da bunlar arasındaydı.

Medine'den ayrıldıklarında bu casus hemen kavmine gelip onlara tehlikeyi haber verdi. Hemen büyük bir güç hazırladılar. İki kuvvet karşılaştıklarında İbnü Ebî'l Avca onları İslâm'a da'vet ettiyse de, onlar buna sadece ok atarak cevap verdiler ve "Bizim senin davet ettiğin şe­ye ihtiyacımız yok" diye saldırıp, bir saat ok attılar.

Etraftan müşriklere yardımlar geldi ve Müslümanları kuşattılar ve şiddetli bir çarpışma oldu ve mücahitlerin hepsi şehid oldu. Reisleri İbnü Ebî'l Avca da vurulup şehid cesetleri arasında kaldı. Sonra ayılıp büyük bir efor sarfederek Medine'ye Peygamber'e geldi. Medine'ye gelebildiğinde, 8ci hicri yılın Safer ayının birinci günü idi.[233]

 

Amr İbnü'l As İle Halîd B.Velîd'in İslam'a Girişi

 

Bu sekizinci yıl içinde Amr b. el-Âs ile Halid b. Velid Müslüman oldu. Vâkıdi anlatıyor: Bize Humeyd b. Ca'fer - babası aracılığıyla Amr b. el-Âs'ın şöyle dediğini anlattı:

-Ben İslâm'a karşı yan çizen muânid bir adamdım. Müşriklerle be­raber Bedir harbine katılıp orada canımı kurtardım. Sonra Uhut har­bine ve Hendek savaşına katılıp yine kurtuldum. Kendi kendime: "Da­ha kaç kere zarar edeceğim! "Vallahi Muhammed Kureyş'e üstün gele­cek" deyip Eî-Vehat'taki[234] malımın (bağımın) başına gittim, (insan­lardan kaçtım) Hudeybiye'de sulh olup ta Peygamber sulh ile Me­dine'ye, Kureyşte Mekke'ye dönünce ben başladım: "Muhammed gele­cek yıl ashabıyla Mekke'ye girecek. Artık bana ne Mekke, ne de Taif kalabilecek bir yerdir. Çıkıp gitmekten başka benim için hayırlı birşey yoktur" diye söylenmeye başladım."

-Hâla islamdan uzak idim. Kureyşin hepsi Müslüman olsa bile be­nim İslâm'a girmeyeceğimi düşünüyordum. Böylece Mekke'ye geldim. Kendi kavmimden, görüşü bana uyan ve sözümü dinleyen, başlarına bir iş gelince beni öne süren bir kısım adamları topladım, ve onlarla; "aranızda ben nasıl biriyim?" diye sordum, "en akıllımız, efendimiz, bereketli olanımızsın" dediler.

-Bende: "Şunu iyi bilin ki, ben Muhammed'in bu işinin hiç de hoş olmayan şekilde yükseldiğini görüyorum. Benim bir görüşüm var" de­dim. "Nedir?" dediler. "Haydin gidip -Habeşe- Necaşîye katılıp onunla bir olalım. Eğer Muhammed galib gelip buralara alırsa, biz Necaşî'nin yanında oluruz.

-Böylece Necaşi'nin elinin altında olmamız bizim için Muhammedin eli altında olmaktan daha iyidir. Eğer Kureyş yenerse biz zaten bildikleri kimseleriz" dedim. Onlarda, "işte görüş dediğin böyle olur" dediler.

Ben: "ona hediye olabilecek şeyleri toplayın!" dedim. Bizim arazi­lerden oraya gidecek en iyi hediye deri idi. Bizde ona hediye olmak üzere bir sürü deri toplayıp yola çıktık ve yanma vardık. Biz daha o-

nun yanında idik ki, birde Amr b. Ümeyye ed-Damrî gelmez mi. Me­ğer Resûîuüah, ona bir mektup verip Necaşiye, "Ebû Sûfyan'ın kızı Ümmü Habibe ile kendisini evlendirmesini" yazmış. Necaşî'nin yanına girip biraz sonra çıktı. Ben arkadaşlarıma: "keşke ben Necaşî'nin ya--nma girmiş olupta şu herifi istesem, o da onu bana verse bende onu öldürseydim Kureyş duyunca ne kadar sevinirdi" dedim.

-Necaşî'nin yanına girdim ve daima yaptığım gibi ona secde ettim. Bana, "Merhaba, ey dostum, ülkenden bana ne hediyeler getirdin?" dedi. Ben, "Evet ey Kıralım, sana pek çok deri getirdim" dedim ve on­ları huzuruna yaklaştırdım. Çok hoşuna gitti. Onun bir kısmını pat­rikleri arasında bölüştürdü. Kalanını bırakıp bir depoya aldırdı ve ya­zıl arak(serilerek) muhafaza edilmesini istedi.

-Ondaki memnuniyeti görünce, "Ey Kıralım! Ben az önce yanından çıkan bir adamı gördüm. O, bizim düşmanımız olan zatın elçisidir. O bizim dostlarımızı öldürüp, eşrafımızı katletmiştir. Onu bana ver de öldüreyim" dedim.

-Kral Öfkelendi ve elini kaldırıp burnuma öyle bir indirdi ki kırıldı sandım. Burun deliklerimden kan boşalmaya başladı, ben elbisemle bu kanları almaya uğraşıyordum. Öyle bir aşağılık duygusu geldi ki, on­dan korktuğumdan yer varılsa hemen içine girerdim.

Sonra ben, "Ey Kıralım! Her halde senden istediğim şeyi söyle­memden hoşlanmadın." dedim. O, "Ah haya ah!" deyip sonra bana, "Ey Amr! Sen demek benden, kendisine daha önce İsa'ya ve Musa'ya da gelen, "Nâmûs'u Ekber" denen Cebrail'in geldiği zatın elçisini Öl­dürmem için sana teslim etmemi istiyorsun ha!" dedi.

Amr b. el-Âs der ki: Allah o anda kalbimdeki düşmanlığı değiştirdi de kendi kendime: "Şu hakikati arabı da acemi de bildiği halde bir sen mi ona muhalefet ediyorsun!?" diyerek,

-"Ey Kıral! sen bunun böyle olduğuna şahitlik eder misin?" demek­ten kendimi alamadım. O bana, "Evet! Ey Amr! Ben Allah katında buna şehadet ederim, sen beni dinle de ona tabi ol. Vallahi o kesinlikle

hak üzeredir. Kendine karşı gelenlere kesinlikle galib gelecektir, nite­kim Musa (a.s.) da Firavn ve ordusuna galib gelmiştir" dedi.

-Ben de "Peki İslâm üzere sen onun yerine benim biatimi ahrmısın?" dedim. "Evet" deyip elini uzattı. İslâm üzere benim biatimi aldı. Sonra bir tas su isteyip üzerimdeki kanları yıkadı, bana da temiz bir elbise giydirdi.

Elbisemin her tarafı kanla dolduğu için ben onu çıkarıp attım. Ar­kadaşların yanına geldim. Üzerimde Necaşî'nin elbisesini görünce pek sevindiler ve "Sen dostun kıraldan istediğini aldın mı?" dediler, ama ben: "ilk defasında bu konuyu açmak istemedim, nasıl olsa ona tekrar gelirim, diye düşündüm" dedim. "Doğru" dediler.

-Sanki bir işim varda ona gidercesine ben arkadaşlardan ayrılıp doğru limanın yolunu tuttum. Orada yükünü yüklemiş harekete hazır bir gemi buldum. Onlarla beraber bindim. Gemiyi hareket ettirdiler, tâ -Hicazdaki- Şuaybiye'ye kadar geldiler.

-Şuaybiye'de gemiden indim. Beraberimde nafakam vardı. Hemen bir yük devesi satın aldım ve Medine'ye gitmek üzere yola çıktım. Merri-Zahrana uğrayıp oradan geçtim, El-Hede denen yere vardığımda benden fazla uzakta olmayan iki kişi gördüm, onlar da konaklamak is­tiyorlardı. Biri çadırın içine girerken diğeri binekleri tutuyordu. Bakın­ca gördüm ki, Halid b. Velid'dir. "Ebâ Süleyman!" diye seslenince, "e-vet" dedi. "Nereye?" dedim.

-"Muhammed'e gidiyorum. İnsanların hepsi İslâm'a girdi, kendisin­de arzu bulunan hiç kimse geri kalmadan İslâm'a girdi. Vallahi ben ge­ri kalacak olsam sırtlanın mağarada enselendiği gibi bizi de enseleyip yakalayacak" dedi. Ben de, "Vallahi bende Muhammed'e gitmeyi arzu-layıp İslâm'a girmek istiyorum" dedim. Bir de, çadırdan Osman b. Talha çıktı ve bana selam verdi. Hepimiz inip konakladık.

-Daha sonra üçümüz yol arkadaşlığı yaparak Medine'ye yollandık. Ebu İnebe kuyusu başında, "Yâ Rabâh, yâ Râbâh" diye bağırıp duran adamın sözünü halâ unutmuş değilim. Biz onun bu sözünü "kazanan

anlamına geldiği için" hayra yorduk ve pek sevindik. Sonra bize baktı. Ben onun şöyle dediğini duyuyordum:

-"Şu ikisinden sonra Mekke artık idaresini teslim ediyor" Ben bu sözle, benimle Halid b. Velîd'i kasdettiğini tahmin ediyordum. Sonra bu adam hızla dönüp mescide doğru gitti. Ben onun bizim gelişimizi Peygambere(s.a.v.) müjdeleycek sandımdı.

-Gerçektende tahminim doğru çıktı. Harra denen yerde hayvanları­mızı ıhtırıp (çöktürüp), en uygun elbiselerimizi giydik, ikindi için ezan okunuyordu. Yürüyüp Nebi (s.a.v.)'in olduğu yere gelip kendisini gör­dük, yüzü ay gibi parlıyordu. Etrafında Müslümanlar bizim Müslüman oluşumuza pek sevinmişlerdi.

-Halid öne geçip Nebi (s.a.v.)'e biat etti. Ardından Osman b. Talha geçip biat etti. Sonrada biat için ben önüne vardım. Vallahi önünde o-turduğum zaman Efendimizden utandığım için göz ucuyla bile kaşımı kaldırıp yüzüne bakamadım.

-Geçmiş günahlarımın -suçlarımın- bağışlanması üzere O'na biat et­tim. Gelecek günahlarıma ait bir şey demedi ve:

"İslâm, İslâm olmadan önceki dönemle olan herşeyi kesip atar, Hicret1 de hicret Öncesindeki şeyleri kesip atar" buyurdu.

-Vallahi Resulü Ekrem (s.a.v.), İslâm'a girdiğimiz günden beri halli çok zor bir işi gördürmek hususunda, bana ve Halid'e hiç kimseyi denk tutmamıştır. Biz Ebû Bekr'in yanında da bu durumdaydık. Ben Ömer­'in yanında da böyle idim. Ama Ömer (r.a.), Halid'e karşı biraz serze-nişli davranırdı.[235]

Ravî, Abdû'l Hamîd b. Cafer der ki: Ben bu hadisi Yezîd b. Ebî Habîb'e anlatınca: "bana bu hadiseyi buna yakın bir ifadeyle, Habîb b. Ebî Üveys'in kölesi Râşit, Habîb b. Evs Es-Sakafî aracılığıyla Amr b. el-Âs'tan nakletti11 dedi.

Abdû'lhamit der ki: Ben Yezîd'e "Amr ile Halid'in ne zaman geldi­ğini sana bildirmedi mi?" deyince, "hayır! ancak gelişleri Fetih'ten az önce idi, Sekizinci yılın Safer ayı başlarında Medine'ye gelmişlerdi." dedi.

Yunus b. Büheyr, İbnî İshâk'tan naklediyor: Bana Yezîd b. Ebî Habîb, Habîb'in kölesi Raşid'den o da Habib b. Evs'ten nakletti ki, Amr b.el-As şöyle demiş: Hendek'ten Mekke'ye geri döndüğümüzde Kureyş ileri gelenlerini topladım ve "vallahi, Muhammed'in işi hiç de hoş olmayan bir şekilde büyüyor. Vallahi hiçbir şey ona karşı koyamı­yor. Benim bir görüşüm var, bilmiyorum bu konuda siz nasıl bir görüş sergileyeceksiniz." dedim. "Görüşün ne?" dediler.

Ben: "Gidip Necaşiye katılsak, o sıra Kureyş yenerse biz kavmimi­ze döner geliriz. Eğer Muhammed yenerse Necaşî'nin elinden altında kalmamız daha iyi olur görüşündeyim" dedim. "İsabet ettin" dediler, İbni İshâk hadisin gerisini aynen Vakîdi'ninki gibi anlatır, ancak biraz daha kısacadır ve "Necaşi elini kendi burnuna öyle bir vurdu ki, bur­nunu kırdı sandım" şeklinde bir fark vardır.[236]

 

Hâlid B. Velîd'in Müslüman Oluşu

 

Vakîdi der ki: Bana Yahya b. el-Muğıra b. Abdurrahman b. el-Haris b. Hişâm yolu ile babasından nakletti ki: O, Halid b. Velîd'den şöyle dediğini anlatmış: Allah (c.c.) benim hayrımı murad edince, kalbime İslâm duygusu yerleştirdi, aklımı başıma getirdi ve kendi kendime: "Şu kadar savaşta hep Muhammed'e karşı durdum. Katıldığım her savaş dönüşünde içimde kendimin biı başka şeye sevkedildiğimi görüyor ve Muhammed'in yakın bir zamanda galib geleceğini hissediyordum.

-Resûlullah (s.a.v.) Hudeybiye'ye gelince, ben de müşriklerin süva­rilerine komutan olarak oraya geldim. Usfân'da ashabı arasında Muhammed'e rastladım. Hemen hizasında durup yolunu kestim. O ön tarafımızda[237] ashabına öğle namazı kıldırdı.

-Biz önce; derhal üzerlerine saldırmak içimizden geçti ise de sonra­dan bu azmimiz kırıldı ki,-böyle olmasında hayır varmış- O da bizim içimizden geçen şeylerin farkına vardı da ashabına ikindi namazını "korku namazı" şekli ile (yarısını bir grubla bölerek) kıldırdı. Böylece bu namazla, bizden ayıplanacak bir duruma düşmesi gerçekleşmemiş oldu. Ben de "artık bu adam yasaklıdır" dedim. Böylece ayrıldık. O da atlarımızın önünden ayrılıp sağ tarafa gitti.

Hudeybiye'de Kureyş ile sulh yapıp, kureyş onlara gidiş izni ve­rince, ben yine kendi kendime: "artık geriye ne kaldı? gidecek yer ne­re, Necaşiye mi? Necaşî'de ona uydu. Muhammed'in ashabı O'nun ya­nında şimdi güven içindeler, Acaba Hirakla mı gitsem? Dinimizden çıkıp Hıristiyanlığa veya Yahudiliğe dönsem de acemlerle beraber yaşasamda bunun ayıbına mı katİansam? Yoksa kalanlarla beraber bende kendi yurdumda mı kalsam" diye düşünmeye başladım. İşte ben böyle hülyalar içinde iken birde baktım ki Nebi (s.a.v.), Umretü'I Kaziyye'yi yapmak için Mekke'ye girmiş, ben hemen ortalıktan kay­bolup girişim görmedim.

Kardeşim Velîd b. Velîd Peygamberle beraber Umretü'I Kaza için gelmişti. Beni arayıp bulamayınca bana bir mektup bırakmış ki, içinde şunlar vardı:

Bismillahirrahmanirrahîm! Emmaba'dü:

Ben, senin görüşünün İslama ters gelişi kadar şaşacak birşey gör­medim. Seni bağlayan aklındır. Hiç İslâm gibi birşeye insan cahil kalır

mı? Resûlullah bana "Halid nerede?" diye sordu. Ben de, "Allah onu getirecektir" deyince Peygamber:

"Hiç Onun gibisi İslâm'a cahil kalabilir mi? Eğer Halid kah­rını ve ciddiyetini Müslümanlarla beraber yapıp da onu müşrikler aleyhine kullansaydı, kendisi için çok hayırlı olurdu. Bizde kesin­likle Onu diğerlerine tercih ederdik" Buyurdu. Ey Birader! Şimdiye kadar kaçırdığın fırsatları yakala! Zira çok fırsatlar kaçırdın."

Halid der ki: Kardeşimin mektubu bana gelince artık Mekke'den çıkma şevkim iyice arttı. İslâm'a arzum çok fazlalaştı. Bilhassa Resûlullah'ın benim hakkımda söyledikleri beni sevince boğdu. Rü­yamda kendimi dar, kurak bir ülkede iken oradan çıkıp geniş yemyeşil bir ülkeye gittiğimi gördüm ve: "işte rüya diye buna derler" dedim.

Medine'ye geldiğimde, bu rüyamı Ebû Bekr'e anlatayım! deyip ona bunu anlattım. O bana, "Bu rüyada gördüğün çıkış Allah'ın sana hida­yet ettiği İslâm'a çıkıp gelişindir. O darlık, şirktir" demişti.

Ben Mekke'den Resûl-ü ekreme gitmeye karar verdiğimde, "Resûlullah'a kimle arkadaşlık ederek gidebilirim?" diye düşünüyor­dum, yolda Safvân b. Ümeyye'ye rastladım ve ona, "Yâ Ebû Vehb! Şu içinde bulunduğumuz hali düşünüyor musun? Biz tıpkı azı dişleri gibi -beraber- idik. Artık Muhammed Araplara da acemlere de üstün gel­miş durumdadır. Gidip Muhammed'e tabi olsak onun şerefi zaten bi­zim de şerefımizdir diye düşünüyorum sen ne dersin?" dedim.

O bana şiddetle karşı koyarak, "Kureyş içinde benden başka kimse kalmasa, ona uysalar ben yine uymam" dedi. Böyle ayrıldık. Ben "bu adam zulme uğradığı için intikam peşinde, babası ve kardeşi Bedir'de öldürüldü" diye düşündüm.

-Ebû Cehl'in oğlu İkrime'ye rastlayıp ona da Safvan'a dediklerimi söyledim. O da bana Safvan gibi cevap verdi. Bende ona: "Benim söy­lediklerimi kimseye deme!" deyip evime gittim. Atımı hazırlamalarını

emredip üzerine bindim ve Osman b. Talha'ya rastlaymcaya kadar git­tim. "İşte bu benim dostumdur" deyip içimden geçen durumu ona aç­sam sonra onlardan öldürülenleri saysam, diye düşünüp vazgeçtim.

-Sonra kendi kendime "şu saatte sen yolcusun üzerine ne gerek" deyip vaziyetin ne hale geldiğini bahisle: "Şu anda biz inindeki tilkiye benziyoruz. Üzerine büyükçe bir kara su dökülse çıkmaya mecbur ola­cak" dedim, sonrada öncekilere söylediğim şeyleri önada söyledim. O hemen kabul edip demek sen bugün gidiyorsun ben de gitmek istiyoum. Benim bineğim Mekke'de Fahh vadisinde bulunuyor" dedi.

-Biz onunla Ye'cec mevkiinde buluşmak üzere sözleştik. Kim önce varırsa bekleyecekti. Fecir doğmadan yola çıkıp Ye'cec'de buluştuk. Yola çıkarak El-Hedde'ye geldik. Orada Amr b.El-Âs'ı bulduk. Bize "topluluğa selam!" dedi. "Şana da!" dedik. "Nereye gidiyorsunuz?" dedi. "Sen nereye?" dedik. "Sizi ne yola düşürdü?" dedi. Bizde "İs­lâm'a girip Muhammed'e uyacağız" dedik. O da, "İşte beni yola çıka­ran sebeb de bu dedi.

-Hep birden yola devam edip Medine'ye geldik. Harra mevkiinin dışında hayvanlarımızı çöktürüp indik. Gelişimizden haberdar edilen Nebi (s.a.v.) sevinmiş. Uygun elbiselerimizi giyip giderken kardeşim rastladı ve "çabuk ol, Resûlullah gelişinden haberdar oldu sizi bekli­yor" dedi, süratle huzuruna vardık.

O bize tebessümle bakarken, önünde durdum ve ona Peygamberlik selamı verdim. Güler yüzle selamını aldı. Ben şehadet kelimelerini ge­tirdim. O bana:

"Sana hidayet veren Allah'a hamdolsun. Ben senin, kesinlikle seni hayra yöneltecek bir aklın olduğu görüşündeyim." buyurdu. Ben "Yâ Resûlallah! şu şu mıntıkalarda hakka zıt olarak bulundum. Allah'a dua et'de beni af 'sin" dedim. O da:

"İslâm, önceki günahları kesip atar" buyurdu. Ben "bunu benim üzerime dua olarak söyleseniz" deyince:

"Allah'ım Halid'in senin yolundan sapmak üzere attığı her a-dımı affet!" buyurdu. Halîd (r.a.) derdi ki: Gelişimiz (hicri) sekizinci yılın Safer ayında idi. Vallahi İslâm'a girdiğim günden beri zor işlerde Allah Resulü (s.a.v.) ashabından hiçbirini bana denk tutmamıştır.[238]

 

Şuca Bin Vehb'in Seriyyesî

 

Vakıdî der ki: Bana İbni Ebî Sebra, İshak b. Abdillah b. Ebî Ferve aracılığıyla Amr b. Hakem'den şöyle nakletti: Resûlullah (s.a.v.) yirmidört kişilik bir gücün başında Şucâ b. Vehb'i Hevazin'lilerden müteşekkil bir topluluğa yolladı. Ve Şucâ'ya onlara saldırmasını em­retti. Yola çıktı, geceleyin gidiyor gündüz gizleniyordu. Onlara ansızın saldırdı. Arkadaşlarına daha öne istekte aşırı olmamalarını tenbih et­mişti.

Bir çok deve ve davar ele geçirdiler ve bunların hepsini Medine'ye sürüp getirdiler. Ganimeti paylaştılar. Herbirine onbeş deve düştü Her bir deveyi on koyun saydılar. Bu seriyyede Medine dışı kaldıkları süre onbeş gün idi. İbni Ebî Sebra der ki:

-Ben bu hadisi Muhammed b. Abdillah b. Amr b. Osman'a anla­tınca: "Böyle anlatan raviler yalan söylemişler. Onlar bu seferlerinde, ortadaki köyden ele geçirdikleri kadınları da esir alıp geldiler. Arala­rında birde çok güzel bir cariye vardı. Onu da Medine'ye getirdiler. Daha sonra bu kabile Müslüman olup elçileri Medine'ye geldi. Bu esirler hususunda Resûlullah ile konuştular. Peygamber (s.a.v.) de Şucâ ve arkadaşlaryla bunların geri verilmesi hususunu konuştu. Onlarda bu esirleri eski sahiblerine vermeyi kabul edip teslim ettiler. İbni Ebî Sebra der ki:

Ben bunu Ensardan yaşlı birine anlattım da, "O güzel cariyeye ge­lince, Suca' b. Vehb onu para vererek aldı ve zifaf yaptı. Elçiler ge­lince, Cariyeyi kendi re'yinde hür bıraktı. Cariye de Şuca'ın yanında kalmayı tercih etti. Şucâ b. Vehb Yenıâme harbinde şehit olduğunda bu kadın hala onun yanında idi, ama Şuca'dan çocuğu olmamıştı."[239]

 

Necd Seriyyesî

 

Nafı', İbni Ömer(r.a.)'dan naklediyor: Resûlullah(s.a.v.) Necd ta­raflarına bir seriyye yolladı, bende aralarındaydım. Birçok deve gani­meti aldılar. Hisselerine onikişer deve düşüyordu. Sonra (reis) herbirine birer daha verdi (böylece on üçer deve oldu)

Resûlullah (s.a.v.) (Medine'ye geldiğimizde) bunu değiştirmedi. Bu haberi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.[240]

 

Ka'b Bin Umeyr'in Seriyyesi

 

Vakîdi, Muhammed b. Abdillah yoluyla Zühriden naklediyor: Resûlullah (s.a.v.) onbeş kişilik bir kuvvetle Ka'b b. Umeyr el-Gıfârî'yi cihada yolladı. Şam diyarındaki Zati-Atlah denen yere kadar gelip ora­da ona halkından çok kalabalık bir grup bulup onları İslâm'a davet etti­ler.

Ama bunlar bu da'vete icabet etmeyip ok atarak karşılık verdiler. Müslümanlar bu durumu görünce onlarla çok şiddetli bir çarpışmaya girdiler. Hepsi orada şehit oldu.

Onlardan sadece ölüler içinde yaralı olarak kalan bir kişi kurtula­bilmişti. O da gecenin soğuğu onu kendine getirince kalkıp ta Medine'ye kadar gelmeye muvaffak oldu ve Nebi (s.a.v.)'in yanına gelip durumu anlattı. Bu durum Efendimize pek ağır gelip onlar üzerine bir müfreze yollmak arzu etti ise de onların oradan bir başka yere göç­tükleri haberini alması üzerine onlara ordu yollamaktan vazgeçti.[241]

 

Mu'te Savaşı

 

Muhammed b. Sa'd, Muhammed b. Osman'dan naklediyor: Bana Rabî'a b. Osman, Amr b.el-Hakem'in şöyle dediğini anlattı: Resûlullah (s.a.v) Haris b. Umeyr el-Ezdî'yi eline bir mektup vererek, Busrâ kiralına gönderdi.

Haris, Amman yakınındaki "Mu'te"ye geldiğinde Şurahbil b. Amr el-Gassânî yolunu kesip: "nereye gitmek istiyorsun?" dedi. "Şam'a" deyince, "her halde sen Muhammed'in elçilerinden biri olacaksın?" dedi. Haris, "evet" deyince emir verip yakalattı ve bir direğe bağlaya­rak boynu vuruldu. Peygamber Efendimizin bunun dışında öldürülen elçisi olmadı.

Haber Resûluilah'a ulaşınca bu kendisine çok ağır geldi ve insanları harbe teşvik etti. Onlarda sür'atle hazırlandılar Cürufta askeri kamp kurdular.[242] İşte Müslümanların Mu'te harbine gitmelerine bu olay sebeb olmuştur.

Yunus b. Bükeyr, İbni İshâk'tan naklediyor: Bana Muhammed b. Ca'fer b. ez-Zübeyr, Urve'nin şöyle dediğini anlattı: Resûlullah (s.a.v.) Zil-Hicce ayında Ümretü'l Kazadan geri gelmiş, Medine'de bir süre i-kâmet edip sekizinci yılın Cemâdiye'l Ulâ ayında Mu'teye ordu gön­dermiş ve komutanlığa Zeyd b. Harise (r.a.)'ı tayin ederek :

Zeyd vurulursa Ca'fer komutan olsun, Ca'fer vurulursa Ab­dullah b. Ravaha, Eğer Abdullah da vurulursa, Müslümanlar ara­larından bîrinin komutanlığına razı olsun" buyurdu.

Yola çıkış hazırlığı yapıldı. Üç bin kişi idiler. İnsanlar Resulü Ek­rem'in tayin ettiği komutanlara veda ettiler. Veda sırası Abdullah b. Ravâha'ya gelince ağladı. "Sen niye ağlıyorsun?" diye sorduklarında; "Vallahi benim dünyaya ait ne bir sevgim ne arzum var. Lakin Allah'ın Resulünü;

"Sizden oraya (cehenneme) uğramayan olmayacak" ayetini okurken[243] işittim. Bilemiyorum oraya girdikten sonra oradan çıkışım nasıl olabilecek" dedi.

Bunun üzerine ashab: "Yoldaşınız Allah (c.c.) olsun, Allah (c.c.) size gelecek belaları def edip Salih amellerle bize gelmenizi nasib et­sin" dediler. îbnü Ravâha da şu şiiri okudu:

1- Lâkin ben Rahmandan affedilmemi ve kanın kaymağım fışkırta­cak tam bir darbe..

2- Veya çok hürlerin elindeki öldürücü bir darbe ile gelen hançerin ciğerlerimi ve bağırsaklarımı parçalamasını istiyorum.

3- Öyleki kabrime uğradıklarında, Allah (c.c.) onu gazilerden biri yapsın, diye dua etsinler de o da o mertebeye ulaşsın.

Abdullah b. Ravâha sonra Peygamber (s.a.v.)'e geldi veda için şun­ları söyledi:

 sana verdiği bu güzelliği, Musa (a.s.)'ın sebatı ile ve zafere erenlerin zaferi ile sabit kılsın.

- Firaseten anladım ki, sendeki tanı Allah (c.c.) vergisi hayırlıdır. Allah (c.c.) biliyor ben sabit gözlüyüm.

-Sen Allah Resulüsün! Allah'ın ihsanına ve O'nun rızasına kim mahrum olmuşsa kader onu rezil ve rüsvay etmiştir.

Sonra ordu hareket etti. Resûîullah da onlarla yola çıkıp ileri bir yerde onları uğurlayıp geri döndü. Ordu ta Maan'a kadar varıp orada konakladı. Orada, Bizans kiralı Hıraklius'un Belkâ arazisindeki Meâb şehrine geldiği, yanında yüzbin kişilik Rum, yüz bin de Müsta'ribeden (yani oradaki Lahm, Cüzam, Kayn, Behra ve Beliy gibi Bizansa bağlı arap kabilelerinden) olmak üzere, iki yüz bin kişilik bir kuvvet bulun­duğu haberi Müslümanlara ulaştı.

Bunun üzerine Müslümanlar Maan'da iki gün eğleşip durumu mü­zakere ettiler ve "Resûlulîah'a bir mektup yollayıp düşmanımızın çok­luğunu bildirelim "Ya bize destek gönderir ya bir şey emreder, ne em­rederse onu yaparız" dediler.

Abduılah b. Ravâha ise onlara cesaret vererek: "Ey Kavmim! Şimdi istemediğiniz şey varya, işte istekle çıktığınız şehitlik idi. Biz insan­larla sayısına gücüne ve çokluğuna göre savaşmıyoruz. Biz onlarla, Allah'ın (c.c.) bize ikramı olan şu din ile savaşıyoruz. Eğer Allah (c.c.) bizi galib getirirse ne güzel, yok eğer diğeri olursa, o da şehitliktir o da iki durumdan kötüsü değildir. (Haydi cihada gidin! Zira o iki güzellkten biriyle, ya zafer ya şehitlikle sonuçlanacaktır)" dedi.

Ordudakiler de, "Vallahi Abdullah doğru söylüyor" deyip paçaları sıvadılar. Sonra Müslümanlar yola çıktı. Üç bin kişiydiler. Belka diya-

rındaki, Meşârif denen köyde Rum ordusuna rastladılar. Sonra Müs­lümanlar El-Hısâ suyunun yukarısındaki Mute köyüne doğru gittiler. Çarpışma o köyün yanında oldu.[244]

Vakîdi der ki; Bana Rabîa b. Osman, Makburî yoluyla Ebû Hüreyre'den (r.a.) naklediyor:

-Ben Mu'te Harbine katıldım. Müşrikleri gördüğümüzde yanlarında şimdiye kadar hiç kimsenin göremeyeceği kadar harp malzemesi, si­lah, harb atı, ipekli ve altın vardı. Gözümün içi parlamıştı. Sabit b. Akram (r.a.) bana: "Yâ Ebû Hüreyre ne oluyorsun? Sanki sen karşı­mızda büyük bir kalabalık görüp hayrette kalmış gibisin" deyince, ben, "evet" dedim. O da bana, "Tabi sen Bedir'de bizimle bulunmadın biz orada çokluğumuzdan kazanmamıştık" dedi.[245]

Muğîra b. Abdirrahman, Adullah b. Sait b. Ebî Hind - Nafı isna-dıyla Abdullah b. Ömer (r.a.)'ın şöyle dediğini anlatır:

-Resûîullah (s.a.v.) Mûte Harbinde ilkin Zeyd b. Hârise'yi, eğer Zeyd şehid olursa Ca'feri, Ca'fer şehit olursa, Abdullah b. Ravâha'yı emir olmak üzere tayin etmişti. Bende o ordu ile beraber idim. Harpten sonra -şehitlerimizi ararken- Onu - yani Abdullah b. Ravâhayı- da araştırdık. Cenazesini yetmiş küsur yerinden ok ve mızrak darbesi almış olarak bulduk.

Bu hadisi Buharı nakleder. Yine bu hadisi Muğîra'dan nakleden Mus'ab ez-Zübeyrî ve diğerleri" doksan küsur yerinde" diye naklederler.[246]

Vakîdi anlatıyor: Bana Rabîa b. Osman, Ömer b. el-Hakem aracılı­ğıyla babası Hakem'den şöyle naklediyor:

-Yahudi Nu'man b. Fünhus gelip insanlann arasında durdu. Nebi (s.a.v.)

"Ordunun emîrî Zeyd b. Hârise'dir. Eğer şehit edilirse, Ca'fer b. Ebî Talib'dir. Eğer bu da şehit edilirse, Abdullah b. Ravâha'dır. O da şehit edilirse, Müslümanlar bir adama razı olup onu emir yapsınlar." buyurdu.

Bu Yahudi Nu'man bunu duyunca, "Ebu'l-Kâsim! Eğer sen Peygambersen az ya da çok adlarını saydığın bu kimselerin hepsi vurula­caklardır. Çünkü İsrailoğullarındaki Peygamberler de bir orduya birini tayin ederken, "eğer falan öldürülürse falanca yerine geçsin" derlerdi. Eğer bu arada yüz kişinin adını verirlerse yüzü de şehit düşerdi" dedi.

Sonra bu Yahudi gelip Zeyd b. Hârise'ye, "bak aklında iyi tut, eğer Muhammed gerçekten Peygamberse sen artık geriye dönmeyeceksin!" dedi. Zeyd'de ona: "Ben onun gerçekten doğru sözlü, her türlü şaibe­den uzak, hak bir Peygamber olduğuna şehadet ederim" dedi.[247]

Yunus b. Bükeyr (yukarıdaki isnadla) İbni İshâk'tan nakletmeye şöyle devam ediyor: (İnsanlar gidip harbe hazırlandı) Müslümanların sağ kanat komutanlığına Kutbe b. Katâde el-Uzrî, sol kanat komutan­lığına da, Abâye b. Mâlik el-Ensari getirildi. İki taraf birbiriyle karşı­laştı.[248]

İbni İshak derki: Bana Yahya b. Abdillah b. ez-Zübeyr babasından nakletti: Bana Mürra b. Avf oğullarından olan süt babam da hadiseyi şöyle anlattı: Vallahi ben hala, Mute harbi günü Ca'fer b. Ebî Tâlib'in kor renkli atından atlayıp -harpten sıkışınca kaçmamak için- bu atın ayaklarını keserek sonra harp meydanına girip şehit düşene kadar sa­vaştığını görür gibiyim. İbni İshâk der ki:

-İşte İslâm tarihinde bineğinin ayağını keserek savaşan ilk insan Ca'fer olmuştur. Ca'fer şöyle diyordu:

içecek şeyleri güzel ve soğuk olan Cennet ve O cennete yaklaşmak ne güzel.

Rum öyle rum ki, azabı baha pek yaklaştı. Eğer ona rastlarsam o -ölümle- evlenmek boynuma borç olsun.

Ca'fer (r.a.) şehid olunca, sancağı Abdullah b. Ravâha eline aldı.[249]

İbni İshâk-Muhammed b. Ca'fer b. ez-Zübeyr, vasıtasıyla Urveden şöyle nakleder: Sonra bayrağı Abdullah b. Revâha aldı ve bir kısmım dürüp atının üzerinde ileri fırladı. Orada atından inmek istedi ama te­reddüt etmeye başladı. Abdullah b. Ebî Bekr'in bana anlattığına göre İbnü Ravâha o esnada şu şiiri söyledi:

-Ey Nefsim, ben kesinlikle senin ineceğine yemin ettim ister gönüllü ol ister gönülsüz.

- İnsanlar harb için toplanıp haykırışlar ve feryatları yükselttiler de ben senin cennet istemediğini görüyorum.

-Nice zaman gayet emniyette idin. Aslında sen, kurumuş su kırba-sındaki son damlasın.

Sonra atından inip şehit düşene kadar çarpıştı. İbni İshâk O'nun şu şiiri de söylediğini anlatır:

£y Nefs! Öldürülmesen de öleceksin. İşte bu ölüm kaderi olup sana ulaşmuştur.

Ne istedinse hep verildi, eğer o ikisinin yaptığını yaparsan hidayeti bulacaksın. Eğer geri kalacak olursan gerçekten şaki olacaksın.

İbni Revâha atından inince, amcasının oğlu ona bir et parçası ge­tirdi ve "şunu ye de biraz kuvvet al!" dedi.

İbni Revâha ondan bir lokma ısırıp çiğniyordu ki, meydanın bir tarfından insanların çarpışma seslerini duydu ve "Sen hâla dünyadasın ha!" diyerek elindeki eti attı, harbe gidip şehit olana kadar savaştı.[250]

Bana Muhammed b. Ca'fer, Urve'den şöyle nakletti: Sonra bayrağı Sabit b. Akram aldı ve: "Ey Müslümanlar, bir adamı emir seçmek için anlaşın" dedi. Onlar da, "sen ol" dediler. Sâbt ise, "hayır" dedi onlar da Hâlid b. Velîd'i seçtiler.

Halid, insanları harbe da'vet etti. (Onların saftaki yerlerini değiştir­di) Müdafa harbine başladı, onlara bir saldırdı, bir çekilme bir yer de­ğiştirme taktiği uyguladı. Sonra orduyu toplayıp geri çekildi.[251]

Hammâd b. Zeyd, Eyyûb es-Sahtiyânî-Humeyd b.Hilâh isnadiyla Enes (r.a.)'ın şöyle anlattığını nakleder:

-Nebî (s.a.v.) Ca'fer'e, Zeyd, b.Hârise'ye ve İbnü Ravâha'ya ölü sa­lası verdirdi. Bu ilanı daha onların ölüm haberi ulaşmadan önce yapmıştı. Gözlerinden yaşlar boşamyordu. Haberi Buharı naklediyor.[252]

Yine Buharî'nin bir rivayetinde şu ilaveler var: Nebi (s.a.v.) onların ölümünü şöyle ilan etti:

"Sancağı Zeyd aldı ve şehîd oldu. Sonra O'nu Ca'fer aldı O da şehid oldu. Sonra İbnü Ravâha aldı. O da şehit oldu. Sonra Onla­rın ardından O'nu Allah'ın (c.c.) kılıçlarından biri olan Halid b. Velîd aldı." diyerek insanlara Mute Harbi'ni anlatmaya başladı. Gözlerinden de yaşlar akıyordu.[253]

Süleyman b. Harb anlatıyor: Bize El-Esved b. Şeybân-Halid b. Sümeyr'in şöyle dediğini anlattı:

-Abdullah b. Rabâh el-Ensarî bize gelmişti. Ensar ona fıkhı şeyle­rini danışırdı. Gelince etrafını hemen çeviriverdiler. Bende onu çevre­leyenler arasındaydım. Dedi ki: Bize, Resûlullah'ın süvarisi olan Ebû Katâde (r.a.) şöyle anlattı:

-Resûlullah (s.a.v.) (üç emir birden tayin edilmesi sebebiyle, adı) emirler ordusu-olan orduyu- yola çıkarırken:

"Size Emir olarak Zeyd b. Harise'yi tayin ediyorum. O ölürse, Ca'fer, Ca'fer ölürse, Abdullah b. Ravâha emir olacak" buyu-runca, Ca'fer yerinden fırlayıp: Yâ Resûlallah! Ben, Zeyd'i bize ko­mutan tayin edeceğini sanmıyordum" dedi. Nebi (s.a.v.)de:

"Yürü yoluna! Zira sen bunun hangisi hayırlı olduğunu bile­mezsin" buyurdu. Onlarda yola çıkıp Allah'ın (c.c.) dilediği kadar git­tiler.

Resûlullah (s.a.v.) minbere çıktı. "İnsanlar, Camiye gelin!" diye dellal çağrıldı. Onlarda Nebi (s.a.v.) yanında toplandı. Onlara:

-"Ben size şu ordunuzdan anlatayım mı? Onlar gidip düşmanla kar­şılaştı ve Zeyd şehid oldu." buyurup, Zeyd'e istiğfar etti.

Sorna, "Sancağı Ca'fer aldı Rumlara saldırdı. Şehit düşene kadar savaştı. Ona Şehadetini gördü., sonra bağrağı Abdullah bin Ravaha al­dı ve şehit olana kadar ayağını sağlama aldı. Sonra onun için istiğfarda bulundu. Sonra bayrağı Halid b. Velid aldı..

Halid Komutan değildi ama Kendini komutan yaptırmıştı. Efendi­miz: "Allah'ım, O Senin kılıçlarından biridir. O'na yardım et !" buyurdu. İşte o günden sonra Halid'e "Seyfullah" adı verildi.[254]

Bekkâî, İbni İshâk'tan naklediyor: Bana ulaştığına göre Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu:

-"Bayrağı Zeyd aldı. Onnnla beraber şehit olana kadar savaştı. Sonra onu Ca'fer alıp o da şehit olana kadar onunla savaştı." de­yip sustu. Ensar'm yüz renkleri değişti. Abdullah b. Ravâha da hoş­lanmayacakları bir durum oldu sandılar. Sonra Nebi (s.a.v.):

-"Sonra onu Abdullah aldı ve şehit düşene kadar onunla sa­vaştı" buyurup ardından; "Onlar uyuyan kişinin rüyasında gördüğü gibi altın koltuklar üzerinde Cennete götürüldüler. Ben Abdullah'ın koltuğunda bi­raz eğrilik görüp, "bu neden eğildi?" diye sordum. Bana, "O ikisi Ölüme koşarak gittiler "Abdullah bir tereddüt geçirdi sonra gitti" denildi." buyurdu.[255]

Vakîdi der ki: Bana Abdullah b. el-Hârîs b. Fudayl babasından nak­lediyor:

— Halid b. Velîd bayrağı alınca Nebi (s.a.v.) :

İşte harp şimdi şiddetlendi" buyurmuştu.[256]

Vakîdi, el-Attâf b. Hâlid'in kendisine şöyle anlattığını söyler: Ab­dullah b. Ravâha geceleyin şehit olunca, Halid geceyi istirahatla ge­çirdi. Sabahleyin düşmana taarruz ettiğinde, Ordunun öncü gücünü ge­riye, geridekilere öne, sağdaki kanadı sola, soldakileri sağa almıştı. Düşman önceki belledikleri bayrak ve heyetin bu değişikliğini bilemeyip: "her halde bunlara takviye güçleri geldi" deyip müthiş bir korkuya düşerek bozguna uğrayarak dağıldılar. Kaçarken hiçbir kavmin başına gelmeyecek şekilde kılıçtan geçirildiler.[257]

İsmail b. Ebî Halid, Kays'tan naklediyor: Halid b. Velîd'i şöyle der­ken duydum: Mute Harbi günü elimde tam dokuz tane kılıç kırıldı, elimde kırılmadan sadece Yemen yapımı bir kılıç kalmıştı.

Haberi Buharî rivayet ediyor.[258]

Vakîdi, Muhammed b. Salih et-Temmâr aracılığıyla Asım b. Ömer b. Katade'den Nebi (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu nakleder: "Zeyd öl­dürülüp de Ca'fer bayrağı alınca, şeytan gelip ona yaklaştı ve dünyayı ona sevdirecek, ahireti çirkinleştirecek ve dünyayı temenni ettirecek vesveseler verdi. Bunun üzerine Ca'fer "İşte mü'minlerin kalbinde îmanın kökleşme zamanı tam şimdidir. Demek sen dünyayı istiyorsun ha? diyerek öne doğru fırladı ve şehit düşene kadar savaştı."

Nebi (s.a.v.) ona salat okuyup dua etti ve :

"Ona istiğfar ediverin. Zira O artık cennete girmiştir. Cennetin dilediği  yerinde  yakuttan  yapılma   kanatlarıyla  uçmaktadır.[259] Sonra bayrağı Abdullah aldı şehit olup cennete zorlukla girdi"

buyurdu. Ama bu haber Ensar'a ağır geldi ve: "Yâ Resûlallah onun bu zorluğu ne idi?" dediler. Nebi (s.a.v.)de :

"Yaralandığı zaman bir korkuya kapılmıştı. Sonra nefsini a-zarlayıp gayrete getirdi ve şehit düşerek cennete girdi" buyurdu. Ensar da bu habere sevinip renkleri açıldı.[260]

İsmail b. Ebî Hâlid, Şa'bî'den naklediyor: Abdullah b. Ömer (r.a.) Ca'fer (r.a.)'ın oğlu Abdullah'a rastladığı zaman, "Esselâmû aleyke ey iki kanatlının oğlu" diye selam verirdi.

Bu haberi Buharı naklediyor.[261]

Abdü'l Vehhâb es-Sakafî, Yahya b. Saîd'den naklediyor: Bana Amra, "Aişe (r.a.)'dan şöyle duyduğunu haber verdi: Ca'fer, Abdullah b. Ravâha ve Zeyd b. Harise'nin ölüm haberleri gelince Resulü Ekrem, üzüntüsü yüzünden gayet belirli bir şekilde Mescit'de oturdu. Ben kapı aralığından onu görüyordum. Birisi yanma geldi ve "Yâ Resûlallah! Ca'ferin hanımları..." diyerek onların ağlaştıklarını söyledi. Peygamber de o adama, o kadınları böylesi ağıttan menetmesi emrini verdi. Adam gidip geri geldi "ben onları men ettim ama" deyip kendini dinleme­diklerini söyledi. Nebi (s.a.v.)de ona, yine gidip onları men etmesini emretti. Adam gidip geldi ve "Vallahi onlar beni yendiler" dedi.

Hz. Aişe: Resûlullah'm bunun üzerine: "Onların ağzına toprak doldur!" dediğini söyler. Hz. Aişe der ki: Bende bu adama: "Allah burnuna toprak doldursun, vallahi ne kendin yapabildin, ne de Resûlullah'ı yormaktan vazgeçtin" dedim. Hadisi Buharı ve Müslim Muhammed b. Müsennâ tarıkıyla tahric eder.[262]

Yunus b. Bükey, İbni îshâk'tan naklediyor; Bana Abdullah b. Ebî Bekr B. Hazan, Ümmü îsâ el-Cezzâr el-Huzâiyye'den, o da Ümmû Ca'fer (Ümmü Avn binti Muhammed b. Ca'fer) yolu ile ninesi Umeys kızı Esma (r.a.)'dan şöyle dediğini anlattı:

-Ca'fer ve arkadaşları vurulduğunda, Resûlullah yanıma geldi. Ben hamurumu yoğurmuş çocuklarımı yıkayıp pansuman ettirmiş ve te­mizlemiştim. Nebi (s.a.v.):

-Ca'fer'in çocuklarını bana getir!" buyurdu. Ben onları Efendi­mize getirdim. Onları kokladı ve gözleri boşandı. Ben: "Yâ Resûlallah! Anam babanı sana feda olsun neye ağladın? Ca'fer ve ar­kadaşlarından sana herhangi bir haber mi ulaştı?" dedim.

"Evet bu gün şehit edildiler" buyurunca bağırarak ayağa kalktım. Kadınlar başıma toplandı. Resûlullah ailesinin yanma gitti ve onlara;

"Ca'fer ailesine yemek yapmayı unutmayın. Zira onlar efendi­lerinin başına gelenle meşgul bulunuyorlar" buyurdu.[263]

İbni İshâk der ki: Abdullah b. Ebî Bekr'i şöyle derken duydum: Ben Medine'de bizden önceki insanlara yetiştim. Birisi öldü mü komşuları o gün onların yemeklerini üstlenirlerdi. Hâlâ onların ufak ufak yap­tıkları ekmekleri, pişirdikleri etleri bir çanağa koyarak ölü evine getir­dikleri gözümün önüne geliyor. Cenaze sahipleri ölülerine ağlamakta meşgul oldukları için bu gelen yemekleri yerlerdi. Daha sonra insanlar bu adeti bıraktı.

Bu adeti Peygamber (s.a.v.)'in; "Ca'fer ailesine yemek yapmayı unutmayın, zira onlar bugün efendilerinin ölümü ile meşgul bulu-nuyorlar" hadisine binaen yapıyorlardı.[264]

Müslim Sahih'inde, Avf b. Mâlik el-Eşcaî'nin şöyle dediğini nakle­der: Mute savaşına katılmak için yola çıkmıştım. Yolda bana Yemen destek kıtasından biri arkadaşlık yaptı. Kılıçtan başka silahı yoktu. Yolcia adamın biri bir deve kesmişti. Bu da ondan bir parça deve derisi ile devam etmektedir.(M.Can) istedi. O da verince, O onu zırh gibi yaptı. Gidip Rum ordusuyla kar­şılaştık. İçlerinde dor ata binmiş biri vardı ki, atının yuları ile silahları altın kaplamalı idi. O Müslümanlara saldırmayı teşvik ediyordu.

Bu Yemenli bir kayanın arkasına saklanıp onu gözetledi. Rum onun olduğu yerden geçerken atının incik damarını kesti, mm da yere sür­çüldü. Yemenli üzerine atılıp onu öldürdü, atma ve silahına el koydu.

Halid b. Velîd -duyunca gelip- bunları onun elinden almış. Ben Halid'e gidip: Sen bilmiyorsun ki, Resûlullah, "maktul düşmanın üzrindeki harp malzemesinin, onu öldürene verileceğine "karar ver­mişti" dedim. Halid, "tabi biliyorum ama ben bu aldığım -harp mal­zemesine göre- çok fazla buldum." dedi.

Ben de, "ya sen bu aldıklarını geri vereceksin, ya da ben sana onu Resûlullah'm yanında tanıtacağım" dedim. Bir araya geldik, ben du­rumu Resûlullah'a anlattım. Halid'e "Böyle yapmana seni iten sebeb ne?" diye sorunca, "aldığım çok buldum" dedi. Nebi (s.a.v.) de| "sen bunu O'na geri ver!" buyurdu. Halid, Avfâ uğrayınca Avf onun elbi­sesinden asılıp: "Dur ya Halid, ben sana Resûlullah'm yanında göste­receğim dediğim sözümü gerçekleştirdim mi? Resûlullah bunu işitince :"bu ne?" diye sordu. Avf da anlattı. Bunun üzerine Efendimiz öfke­lendi ve:

- "Yâ Halid O'na geri verme, geri verme! Siz benim komutan­larımın emrini terk mi ediyorsunuz? Siz ve onlar tıpkı deve yahut koyun otlatan çobana benzersiniz. Onu otlatıp sonra da onu su­lama vakti gelince bir havuza getiriyor. Hayvanlar suyun temizini içip kirli yerini bırakıyor. İşte sizde bunlar gibisiniz. İdarecinin saf ve halis şeyi sizin, kirlisi de emirlerindir" buyurdu.[265]

Vakîdi, Muhammed b. Müslim'in kendisine Yahya b. Ya'la aracılı­ğıyla  Abdullah  b.   Ca'feri  şöyle  derken  duyduğunu  söyler:  Ben

Resûlullah (s.a.v.)'in annemin yanına girip de, ona babamın ölüm ha­berini bildirdiği anı hala hafızamda tutuyorum. O benim, ve kardeşimin başını okşuyorken ben ona bakıyordum. Gözlerinden yaş akıyor ve sa­kalına damlıyordu:

"Allah'ım Ca'fer, Sana en güzel sevabla geldi. Sen onun nesli içinde, kulların arasından babasına en iyi halef olacak evlad ihsan eyle" deyip sonra: "Yâ Esma, seni müjdeleyeyim mi?" buyurdu. Esma, "evet, anam babam sana feda olsun" deyince Nebi (s.a.v.):

"Allah Ca'fere cennette uçacağı iki kanat verdi" uyurdu. Es­ma, "bunu insanlara ilan etsen!" deyince, kalktı elimden tuttu, başımı okşayarak minbere çıktı. Beni önündeki bir alt basamağa oturttu. Ü-züntüsü yüzünden okunur bir halde:

"Bir insan kardeşi ve amca çocuğu ile çok olabilir. Bilin ki, Ca'fer şehit oldu. Allah ona cennette uçabileceği iki ka'nat verdi." buyurup indi. Evine beni de götürdü. Benim ailem için yemek yapıl­masını emretti. Kardeşimi de getirdi. Bu yemeği O'nun yanında yedik. Vallahi çok güzel mübarek bir yemek olmuştu. Hizmetçisi Selma arpa öğüttü, eleyip hamur yaparak pişirdi, yağladı ve üzerine biber attı. Ben ve kardeşim Efendimizle birlikte yedik. Üçgün evinde kaldık. Diğer hanımlarının evlerine de beraber gittik. Sonra biz evimize döndük. Ben kardeşime ait bir keçiye pazarlık yaparken Resûlullah yanımıza geldi ve;

"Allah'ım Abdullah'ın -alışverişteki- el tokalaşmasını bereketli kıl!" buyurdu. Bundan sonra aldığım ve sattığım bereketli oldu.[266]

Vakîdi der ki: Bana Süleyman b. Bilâlj Abdullah b. Muhammed b. Akîl'den Câbir b. Abdillah'ın şöyle dediğini anlattı: Mûte Harbinde Müslümanlardan bir kısmı şehit edildi. Bazı Müslümanlar da müşrik­lere ait bir kısım mallan ganimet aldılar. Bu ganimetler arasında bir de Zehebî ihtisar ettiği için metni Vâkidîden terceme ettik.

yüzük vardı. Bunu birisi Resûlullah'a getirdi ve "ben bu yüzüğün sahi­bini o savaşta öldürmüştüm?" diye yüzüğün durumunu sordu. Resulü Ekrem'de onu bu adama ganimet olarak verdi.[267]

Avf b. Mâlik el-Eşcaî anlatıyor: Biz Rum ordusuna, Huzâa ve diğer Hıristiyan arap kabilelerinden katılmış olan birliklerle beraber rastla­dık. Rumlardan biri Müslümanlara çok sert hamle yapıyordu. Ben kendi kendime, "bu adamla düello edecek kimse yok mu ki? diyor­dum. Himyer kabilesinden bize desteğe gelenlerden biri benimle yol­daş olmuştu. Yanında kılıçtan başka hiçbir silahı yoktu. Yolda iken bi­risi deve kesmiş bu Himyer'li de derisinin birazını istemişti. Sahibi bir kısmını ona verince o bunu alıp güneşe serdi ve etrafına kazık çakıp gerdirerek kuruttu. Ondan bir kısmını elle tutacak hale getirip kalkan yaptı. Himyerli o Rum'u görünce bir kayanın arkasına gizlenip onu gözetlemeye başladı. Rum oradan geçerken çıkıp atının incik kaslarını kesti. At çökünce bu güçlü adam üzerinden yere düştü. Himyerî'de üzerine atılıp kılıcını vurup öldürdü.[268]

Yine Vakîdi der ki: Bana Bükeyr b. Mismâr, Amâra b. Gaziyye b. Sabit aracılığıyla babası Amara'nın şöyle dediğini anlattı:[269]

-Ben Mu'te Savaşı'nda bulundum. Rumlardan biriyle düello ettim ve onu öldürdüm. Üzerindeki tolgasında yakutlar vardı. Ben onu al­dım. Harp bittiğinde hezimete uğramış ve Medine'ye dönmüştük. Bu miğferi, Peygamber'e getirince onu bana ganimet hediyesi olarak ver­di. Ben onu Hz. Osman'ın hilafeti zamanında yüz dinara sattım. Onun­la bir hurma bahçesi satın almıştım.[270]

Yunus b. Bükeyr, İbni İshâk'tan naklediyor: Bana Muhammed b. Ca'fer, Urve'den şöyle dediğini anlattı: Mu'te ordusu geri gelmeye baş­ladıklarında, Resûlullah (s.a.v.) ve Müslümanlar onları karşılamaya çıktılar. Ordunun -yenildiği ve kaçtıkları zanmna kapılıp- üzerlerine toprak atıyorlar ve: "Ey Firariler! Allah yolundan firar mı ettiniz?" di­yorlardı. Nebi (s.a.v.):

-Onlar firarı değil inşallah tekrar savaşacak erlerdir" buyurdu.[271]

Yine îbni îshâk anlatıyor: Bana Abdullah b. Ebî Bekr, Âmir b. Abdillah b. Zübeyr aracılığıyla Ümmü Seleme (r.a.)'tan, Seleme b. Nişâm b.el-Muğîra'nın hanımına şöyle dediğini anlattı: "Ne oluyor, ben Seleme'yi Peygamber (s.a.v.)'le birlikte namaza gelirken göremi­yorum? dedi. O da "vallahi Seleme evden çıkmaya güç yetiremiyor. Ne zaman dışarı çıksa insanlar "firari firari!" diye bağırıyor, Allah yo­lundan çarpışmaktan kaçtınız geldiniz" diyorlar" dedi. Bu hadise Mu'te savaşı sonrası olmuştur.[272]

Vakîdi der ki: Ebû Abdullah, Zeyd b. Erkâm (r.a.)'ın şöyle dediğini anlatır: Ben Abdullah b. Ravâha'nm ocağında besleme idim. (Ondan daha hayırlı bir yetim velisi görmedim). Bu Mu'te Seferi'ne beni de gö­türdü ve bineğinin terikesine aldı. Vallahi o şiirini duyduğumda hem gidiyor hem okuyordu:

-Ey devem! Sen yükümü yüklenip te El-Hasa'dan (41) dört günlük bir yolculuktan sonra hedefe yaklaştırdığında.......

-Vaziyetin iyidir, senin dışındakiler kötülenmiştir.Artık benim ai­leme geri dönüşüm olmayacaktır.

-Müslümanlar evlerine döndüklerinde, beni Şam topraklarında uzun sürecek bir ikamete bırakıp gitmiş olacaklar....

-Seni yakın akrabaların bile kardeşlik bağları koparılmış olarak Rahmana bırakacak.....

-Artık orada ne hurmaya ve nede diğer meyvelere aldırırım, zira en güzel manzaralar onun ötesindedir.

Ben bunları duyunca ağladım. Bana elindeki sopayı dürttü ve "bire ahmak! Allah beni şehitlikle rızıklandınnca sen bu bineğin -artık tere­kesinde değil- ortasına binerek geri dönecek olduktan sonra sana ne" dedi.[273]

Abdû'l Melik b. Hişam der ki: Bana sözüne güvendiğim birinin an­lattığına göre: Ca'fer (r.a.) sancağı sağ eline almıştı. Savaşta bu eli ke­sildi. O da sancağı sol eline aldı. Sol eli de kesilince, onu pazulanyla tutup göğsünde taşıyarak çarpışmaya devam edip şehit oldu. Öldüğün­de otuz üç yaşındaydı. Cenâb-ı Allah'da onun bu iki koluna karşılık cennette ona dilediği yere uçurabilecek iki kanat verdi. Rivayet olun­duğuna göre o mızrakla şehid edilmiştir.[274]

Derim ki: Ca'fer (r.a.) ilk Müslümanlardan idi. İki defa hicret et­mişti. Nebi (s.a.v.) ona; "Sen hem beden, hem de huy olarak bana benziyorsun" buyurmuştu.[275]

İkrime, Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini naklediyor: Ca'fer'in oğlu Abdullah, Resûlullah'dan sonra ne bineğe bindi, ne ayakkabı giydi.[276] Biz ona "Ebû'1-Mesâkîn" adını takmıştık.[277]

Mücâlîd, Şa'bî arcılığryla Abdullah b. Ca'fer'den şöyle dediğini nak­leder:

-Ali (r.a.)'a, "Ca'fer hakkı için" diyerek ne istemişsem bana vermiştir.[278]

İbni Ömer (r.a.) anlatıyor: Mu'te günü Ca'fer'in cesedinin öjı tara­fında kırk küsur kılıç yarası buldum.[279]

Rivayet olunduğuna göre Ca'fer (r.a.) Hayber Fethi esnasında Ha­beşistan'dan geldiği zaman Nebi (s.a.v.) onu kucaklamış ve:

-Ca'ferin gelişine mi, Hayberin fethine mi sevineceğimi bileme­dim" buyurdu.[280]

Mehdî b. Meymûn, Muhammed b. Abdillah b. Ebî Eyyûb-Hasan b.Sa'd isnadıyla Abdullah b. Ca'fer'den şöyle nakleder: Nebi (s.a.v.) -babama Ca'fer'in Ölümünü haber vermek için bize geldiğinde;

-Kardeşimin çocuklarını yanıma getirin" buyurdu. Annem bizi alıp üç küçük çocukcağızı sanki kuş yavruları gibi alıp yanma getirdi. Abdullah, Avn ve Muhammed idik.[281]

Üsâme'nin babasına gelince: O, Harise b. Şerâhil el-Keîbî'nin oğlu Zeyd b. Harise'dir. Resûlullah'ın sevgilisi, O'na ilk iman eden köledir. O İslâmda Öncülük şerefine eren ilk Müslümanlardandır. Adı geçen meşhur ok atıcılarrındandır. Nebi (s.a.v.) onunla Hamza b. Abdi'l muttalib'i âhiret kardeşi yapmıştı. Ellibeş yıl yaşadı. Allah'ın; kendi ki­tabı Kur'ân'da' "Zeyd ondan -evlilik- ihtiyacını giderince (ihtiyacı kalmayın­ca)" (yani Zeynep bn. Cahş'a evlilik ihtiyacı kalmayınca;

Biz onu sana nikahladık"[282] ayetiyle bizzat adını andığı zat odur. Bu zamana kadar insanlar Zeyd'e, Zeyd b. Nebi (Peygamber oğlu Zeyd) diyordu. Sonunda;

"Muhammed sizden hiçbir adamın babası olmamıştır"[283] ayeti geldi. Yine "Evlatlıklarınızı öz oğlunuz saymadı"[284] ayetiyle;

"(Artık) onları babalarıyla (falanoğlu diye) çağırın. Allah ka­tında doğru olan budur. Eğer babalarını bilemiyorsanız, onlar si­zin dinde kardeşleriniz ve mevalinizdir. Sizin hata ettiğiniz şey­lerde size bir günah yoktur. Lâkin kalplerinizin kasıtladığı şeyde -günah vardır"[285] ayetleri geldi.

Hz. Zeyd'den oğlu Üsâme ile kardeşi Cebel'e rivayette bulunmuş­lardır.

Hz. Zeyd'in yaşı konusunda, tarihçiler ihtilaf ediyor. Vakîdi rivaye­tinde kendisine, Muhammed b. Hasen b. Üsâme b. Zeyd'in babası Hasen b. Üsâmeden şöyle dediğini anlatır: Resûlullah (s.a.v.) ile Zeyd b. Harise arasında on yaş vardır. Resûlullah ondan on yaş büyüktür. Kısa boylu, simsiyah derili ve yassı burunlu idi.[286] Muhammed İbni Sa'd (tabakatmda) der ki: Şu rivayette Zeyd'in sıfatı böyledir. Ama bir başka rivayette ise, Zeyd'in beyaz renkli, oğlu Üsâme'nin siyah renkli olduğu bunun için Peygamberimizin (o dönem ileri bir meslek olan) iz sürücü (Kâif) Mücezziz el-Müellicî'nin -yatakta Zeydle Üsâmeyi ya-

tarken görüp ayaklarına bakarak- "Şu ayakların biri diğerinden mey­dana gelmedir" sözü çok hoşuna gitmişti.[287]

Derim ki, bu rivayete göre Zeyd (r.a.)'m ömrü ya tam elli, ya da elli civarında yapar.

Ebû İshâk es-Sübey'î der ki: Cahiliye döneminde ufak bir çocukken Zeyd b. Harise'ye Tihameden bir atlı saldırmış onu ele geçirip esir et­mişti.[288] Daha sonra Hz. Hatice'(nin yanına getirilmişti. Hz. Hatice Zeydi satın aldı. Sonra da onu Nebi (s.a.v.)e hediye etti. Rivayete göre onu yediyüz dirheme almıştı.[289]

Zührî der ki: İslâm'da Zeyd'den daha önce Müslüman olan kimse bilmiyoruz.[290]

Musa b. Ukbe der ki: Bize Salim b. Abdillah, İbni Ömer (r.a.)'tan: "Biz Zeydi sadece "Zeyd b. Muhammed" diye çağırırdık. Ta ki :

" onları öz babasına nisbetle çağırın" (Ahzab 5) a-yeti gelince vazgeçtik.[291]

Yezîd b. Ebî Ubeyd, Seleme b. el-Ekva'dan naklediyor: Ben Zeyd b. Harise ile (İbni Sa'd'da Peygamberle) dokuz defa gazveye çıktım. Nebi (s.a.v.) daima bize O'nu komutan ta'yin ederdi. Fesvî'de tarihinde bunu Ebû Âsim yolu ile Zeyd'den böyle rivayet ediyor.[292]

Süfyan b. Uyeyne, Abdullah b. Dinar'dan, Abdullah b. Ömer'i şöyle derken duyduğunu rivayet eder:

"Resûlullah (s.a.v.) Üsâme'yi bir müfrezeye komutan yapmıştı. İn­sanlar -yaşı küçük diye- O'nun komutan olmasını uygun bulmadıkları dedikodusunu yapıyorlardı. Nebi (s.a.v.) bunu duyunca:

"Siz bugün Üsâme'nin emirliğine kötü söylüyorsanız zaten da­ha öncede babasının emirliğine de kötü söylemiştiniz. Eğer bu c-mirlik, insanlar arasında bana en sevgili olana veriliyorsa, Zeyd'den sonra da onun bu oğlu, bana insanların en sevgilisidir."

buyurdu.[293]

İbni İshâk, Zeyd b. Abdillah b. Kuseyf-Muhammed b.Üsâme yolu ile Üsâme'den naklediyor: Nebi (s.a.v.) babam'a :

"Yâ Zeyd, sen benim kölemsin, bendensin, banasm, sen bu topluluğun bana en sevimli olanısın" buyurdu.[294]

Muhammed b. Ubeyd der ki: Bize ismail, Mücâlid-Amir isnadıyla Aişe (r.a.)'nın şöyle dediğini anlattı: Eğer Zeyd, Nebi (s.a.v.)'in ölü­münde sağ olsa idi, kesinlikle onu Halife ta'yin ederdi.[295]

Muhammed b. Ubeyd bu haberini bir de, bize Vail b. Dâvûd, el-Behiyy yolu ile Aişe (r.a.)'dan "Resûlullah (s.a.v.), gönderdiği her as­keri guruba kesinlikle emir ta'yin ederdi. Eğer kendisinden sonra yaşa­saydı kesinlikle onu Halife yapardı" dediğini nakleder.[296]

Hasan b. Vâkıd, Ubeydullah b. Büreyde aracılığıyla Babası Bürayde'den Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin:

"Cennete girmiştim. Beni genç bir kız karşıladı. "Sen kime ait­sin?" diye sorduğunda, "Zeyd b. Hârise'ye" diye cevap verdi" dediğini anlatır.[297]

Bu hadisin isnadı "hasen" dereceli olup Onu Er-Rûyânî "Müsned adlı eserinde rivayet eder.[298] Yine bu hadisi Hammad b. Seleme, Ebû Hârûn el-Abdî-Ebû Saîd el-Hudri isnadıyla merfu olarak nakleder.

Hammad b. Zeyd, Halid b. Seleme el-Mahzûmî'den naklediyor: Zey b. Harise (r.a.) şehid olduğunda Nebi (s.a.v.) evlerine geldi. Zeyd'in kızı Resûlullah'a doğru hıçkırarak ağlamaya başladı. Bunu duyan Resulü Ekrem'de ağlamaya başlayıp sesini koyuverdi. Sa'd b. Ubâde: Yâ Resûlallah! Bu ne?" diye sordu. Efendimiz de ;

"Bu sevgilinin sevgiliye duyduğu özlemdir" buyurdu.[299]

 

Abdullah B. Ravaha (R.A)

 

O, Abdullah b. Ravâha b. Sa'lebe olup, Hazreç kabilesinden Ensar'dandır. Lakabı Ebû Amr'dır. Akabe gecesinde Peygamber'e biâta gelen delegelerden biridir. Bedir ve diğer birçok savaşa katıldı. Peygamberimizin şairidir. Ebu'd-Derdâ (r.a.)'ın da anneden kardeşidir.

Kendisinden, Ebû Hüreyre, bacısının oğlu Nu'man b. Beşîr, Zeyd b. Erkam ve Enes (r.a.)'lar hadis rivayet etmişlerdir. Tabiinden birçok âlim ondan mürsel olarak rivayette bulundu. Vakîdi; Onun künyesinin

Ebû Muhammed olduğunu "Ebû Ravâha'da dendiğini söyler.[300]

Ümmû Derdâ, Ebu'd-Derdâ (r.a.)'dan nakleder: Biz Nebi (s.a.v.) ile çok sıcak bir günde bir seferde idik. Aramızda sadece Resûlullah (s.a.v.) ile, Abdullah b. Ravâha oruçlu idi.[301]

Ma'mer, Sabit aracılığıyla Abdûrrahman b. Ebî Leylâ'dan nakledi­yor: Adamın biri Abdullah b. Ravâha'nın dul kalan eşiyle evlenmişti. Bu adam: "Seninle niye evlendiğimi anlayabiliyor musun?" dedi Ka­dın "hayır" diye

anlatasm diye evlendim" dedi. Ravi Abdürrahman der ki: Kadın ona birçok şeyler anlattı ama ben bunların çoğunu unutmuştum. Ancak, "Evinden dışarıya gitmek istediği zaman iki rek'at namaz kılardı, evine geldiğinde de iki rek'at kılar ve bunu hiç terketmezdi" dediği hatırımda kaldı.[302]

Hişam b. Urve babasından naklediyor :

"Ve Şairler (e gelince) onlara azmış olanlar uyar" (Şuara ayet 224) ayeti gelince, Abdullah b. Ravâha: "Allah bilir ya bende bunlar­danım" demişti Bunun üzerine Allah ;

"İman edip de salih ameller işleyenler müstesna" (Şuara 227) ayeti indi.[303]

Denildiğine göre şu aşağıdaki şiir Abdullah b. Ravâha'ya ait olup Zeyd b.Erkâm'a hitab ediyor:

Ey Zeyd! Ey uzun yolun zayıflattığı deve Zeyd!

Gece uzadı sen hidayete erdin artık in.

Yani "artık in de kavmi sür!" demektir.[304]

Mus'ab b. Şeybe anlatıyor: Abdullah b. Ravâha çarpışmak için meydana indiğinde mızrakla vuruldu. Gelen kanı, eli ile tutup bununla yüzünü ovaladı. Sonra iki safın ortasına yıkıldığı zaman "Ey Müslü­man ordusu, kardeşinizin etini müdafa edin." diyordu. Müslümanlar onu oradan taşıyıp kenara çektiler. O, kan akması devam ederken ol-duğu yerde öldü.

İbni Vehb anlatıyor: Bana Ûsame b-Zeyd el-Leysî, Nafî'nin şöyle dediğini anlattı: Abdullah b. Ravâha'nm bir hanımı vardı, bu hanımla

cinsi münasebetten sakınırdı. Yine O'nun bir cariyesi vardı ve onunla cinsi temas yapmıştı. Karısı onun böyle birşey yapmasından korktuğu halde ona bunu sormuş. İbni Ravâha da, "sübhanallah!" diye cevap vermişti. Kadın da "haydi öyleyse bana birşeyler oku, okuyamazsın ki, zira sen cünüpsün" dedi. Abdullah b. Ravâha da şu şiiri okudu;

Allah'ın izni ile ben Muhammed'in semaların üstündeki zatın yük­seklerden gönderdiği elçi olduğuna şahidim.

Yahya ve babası ikisinin de Rabbinden kabul olmuş bir ameli vardır[305]

Bu şiirin Hassan b. Sabit'e ait olduğu da rivayet edilir.[306]

İbnü Vehb, Abdürrahman b. Seİman-ibnü'l Hâd isnadıyla nakleder ki; Abdullah b. Ravâha'nın eşi Abdullah'ı cariyesinin üzerinde görmüş ama Abdullah bunu inkâr etmiştir.

Kadın da, "Haydi oku öyleyse!" deyince, Abdullah bu şiiri okudu: -Şahidim ki, Allah'ın va'di haktır ve ateş de kâfirlerin ebedî istirahatgahıdır.

-  Şüphesiz Arş suyun üzerinde dolaşıyor, Arşın üzeri Alemlerin Rabbinindir.

- Onu Melâike-i kiram taşımakta, onlar İlahın mukarrab melekleri­dir.

Bunu duyan eşi de: "Allah'a iman ettim güzü yalanladım" dedi, Ab­dullah b. Revâha bunu Nebi (s.a.v.)e anlatınca Efendimiz güldü.[307]

Musa b. Ca'fer b. Kesîr, Abdûlazîz b. Macişûn yolu ile Sika birinin: "Abdullah b. Revâha'yı hanımı, cariyesi ile yattı diye itham etti... diye­rek yukarıdaki kıssayı anlattığını" rivayet etti.

İbni İshâk: "Abdullah b. Revâha'nın soyunu devam ettirecek nesli olmamıştır" der.[308]

 

Mute Harbinde Şehit Olanlar

 

Mute'de şehit düşenler şunlardır:

1- Abbâd b. Kays el-Hazrecî (Uhutta bulunanlardan)

2- El-Hâris b. en-Nurmân b. Usaf en-Neccârî

3- Mes'ud b. Süveyd (veya b. el-Esved) b. Harise el-Ensârî,

4- Vehb Sa'd b. Ebî Salih el-Âmirî

5- Zeyd b. Ubcyd b. el-Muallâ el-Hazrecî (Babası Ubcyd Uhutta Şchıd Oldu)

6- Abdullah b. Saîd b. el-Âs b. Ümcyyc el-Emevî, (Bu zat'ın Yemane Harbinde öldürüldüğü de söylenir.)

7- Ebû Kilâb b. Ebî Sa'sa'a,

8- Câbir b. Ebî Sa'sa'a el-Hazrecî. [309]

 

Efendimizin Elçileri

 

Bu yıl (8. yıl) Peygamber (s.a.v.), civardaki krallara mektuplar ya­zarak onları Allah'a davet etti.

Said b. Ebî Arûbe, Katâde yoluyla Enes (r.a.)'tan nakleder: Resûlullah (s.a.v.) vefatından önce Kisraya, Kayser'e, Müslüman ola­rak ölen Necaşiden sonra Habeşistanda hükmü ele geçiren Necaşîye ve her Cebbar'a mektup yazıp yollayarak onları Allah'ın dinine davet etti. Haberi Müslim naklediyor.[310]

Bu hadiste, Nebi (s.a.v.)'in Allah'a davet için Necaşi'ye bu sekizinci yıl içinde yazdı diye birşey yok. Burada bu bahsedilmiyor. Necaşî'ye yazılan mektup Önceki Müslüman Necaşî'nin ölümünden sonra ol­muştur. Onun ölümü de ilerde geleceği gibi dokuzuncu senede ol­muştur. Allah daha iyi bilir.[311]

 

Dıhyetü'l Kelebi’nîn Bizans Elçiliği

 

İbrahim b. Sa'd, Salih b. Keys ân-İbni Şihab-ı Zührî- Ubeydullah b. Abdullah isnadıyla, İbni Abbas (r.a.)'dan naklediyor: Peygamber (s.a.v.) İslâm'a davet eden bir mektubu Kaysere yazdı ve bu mektu­bunu ona Dıhyetü'l Kelebi ile yolladı. Dıhyeye, mektubu Kayser'e ulaştınvermesi için önce Busra(daki bölge) kiralına vermesini tenbih etti. Busra lideri de mektubu Kaysere teslim etti. Allah'ın İran ordusunu bozguna uğratıp geri püskürttüğünden dolayı başından geçen bu hayır­lı belaya şükretmek için Kayser, İliya'ya (Kudüse) gitmek için Hımıştan hareket etmişti. Resûlullah'ın mektubu Kaysere ulaşipta onu okuduğu zaman; "bana O'nun kavminden birini tutup gelin" diye emir verdi.

İbni Abbas devamla der ki: Bana Ebu Sûryan haber verdi ki, Pey­gamber (s.a.v.)'le Kureyş kâfirleri arasında sulh yapıldığı süre içinde kendisi Kureyşli bir grubla beraber ticaret yapmak üzere Şam diyarına gelmiş bulunuyormuş. Ebû Süfyan şöyle anlattı:

-Kayser'in elçisi bizi Şam diyarının bir yerinde buldu. Bizi alıp İliya'ya geldi. Bizi Kayser'in yanma soktu. Bir gördük ki, O tahtına o-turmuş, başında tacı var, Etrafını da Rum büyükleri çevirmiş. Tercü­manına:

"Sor onlara, hangisi, o kendini Peygamber diye iddia eden adama akrabalıkta daha yakın?" dedi. Ben:

"Ona nesebce en yakın akraba benim" dedim.

"Onunla senin arandaki akrabalık ne?" dedi. Ben:

"O, benim amcam oğludur" diye cevap verdim. Gerçekten de, Ker­vanda o gün benden başka Abdi-Menâf oğullarından kimse yoktu. Kayser:

"Onu bana yaklaştırın?" dedi. Sonrada arkadaşlarımın benim ar­kama durutulmalan emrini verdi. Sonra tercümanına, şu adamın arka­daşlarına: "şimdi ben buna, kendisinin Peygamber olduunu iddia eden zat, hakkında sorular soracağım. Eğer bu adam bana yalan söylerse sizde onu yalanlayacaksınız, dediğimi, söyle" dedi.

Ebû Süfyan der ki: Vallahi! Arkadaşlarımın beni yalanla itham et­melerinin meydana getireceği utanma (haya) olmasaydı, kesinlikle o gün yalan söylerdim. Sonra tercümanına: "Ona sor, O zatın sizin aranızdaki soyu nasıldır" dedi. Ben:

"O bizim aramızda soylu biridir!" dedim. Kayser:

"Bu Peygamberlik iddiasını sizde bu zatdan önceden söyleyen oldu mu?" dedi. "Hayır" dedim. O:

"Bu iddialarını ortaya atmadan önce onu yalancılıkla suçlar mıydı­nız?" dedi. "Hayır!" dedim.

"Babaları arasında kral var mıydı?" dedi. "Hayır!" dedim. "Ona tabi olanlar toplumun ağaları mı, yoksa zayıfları mı?" dedi.

Ben "ağalar ne gezer, aksine zayıfları!" dedim.

"Sayıları artıyor mu eksiliyor mu?" dedi. "Artıyorlar!" dedim.

"Onun dinine girdikten sonra, o dini beğenmeyerek geri çıkan olu­yor mu?" dedi. "hayır!" dedim.

"Peki verdiği sözü bozduğu olur mu?" dedi.

Ben "hayır! ama biz şimdi onunla bir anlaşma süresi içindeyiz, son­ra onu bozarak böyle bir ihanete gireceğinden korkuyoruz" dedim.

Ebû Süfyan bu sözü ile Efendimizin onlarla Hudeybiye günü yap­tığı ve bitimi Feth gününe kadar olan anlaşmaya işaret ediyordu.

Ebû Süfyan der ki: İşte ben, hakkımda arkadaşlarımın yalan söyle­diğimi yayacakları korkusu çektiğim bu sözden başka bu cevaplara hiçbir kelime katma imkânı bulamadım. Kayser, "Onun sizle, sizin onunla çarpıştığınız oldu mu?" dedi. "Evet!" dedim.

"Peki Onun ve sizin savaşımz nasıl geçiyor idi?" dedi. Ben, "O bir değiş tokuş gibi idi, bazen o zafere ulaşıyordu bazen biz" dedim.

"O size ne emrediyordu?" dedi "O bize "Allah'a kulluk yapmamızı, O'na hiçbirşeyi ortak yapmamamızı emrediyor, babalarımızın taptıkla­rına tapmayı yasaklıyor, namaz kılmamızı, doğru olmamızı, namuslu­luğu, verilen söze vefalı kalmayı ve emanetin sahibine geri verilmesini emrediyor" dedim.

İşte o zaman Kayser tercümanına dedi ki:

(Buna söyle, ben ona "aranızda soyu nasıldır?" dedim. Sen onun soylu olduğunu iddia ettin. İşte gerçek Peygamberler böyle olur, onlar kendi milletinin en soylu ailelerinden gönderilir.

Sana, "Bu iddiayı Ondan önce yapan oldu mu?" dedim, sen "hayır" dedin. Ben derim ki: "Eğer bu iddiayı ondan Önce aranızda ortaya atan biri olaydı "bu Adam kendinden önce ortaya atılan bir iddiayı taklit e-diyor" diyecektim.

" Sana, "O bu iddiasını ortaya atmadan önce onu yalancılıkla itham ettiğiniz olumluydu?" dedim, "hayır!" dedin. Bende anladım ki, O zat insanlara karşı yalan söyleraezse, Allah'a karşı yalan söyleyecek biri de değildir.

Sana, "Onun ecdadı içinde kral var mı?" diye sorduğumda, "hayır!" dedin. Ben de, "eğer ecdadı arasında bir kral olsaydı bu iddia ile ecda­dının krallığını geri istiyor diyecektim.

Ben sana, "Ona toplumun ağaları mı, garibanları mı uyuyor" diye sordum sen, onların zayıflarının O'na uyduğunu iddia ettin. İşte gerçek Peygamberlerin ümmeti de böyle olur.

Sana, "onlar artıyor mu, eksiliyor mu?" dedim. Sen onların arttığım iddia ettin. İşte îman işi böyle olur. Tamamlanana kadar artar.

Sana, "Onun dinine girdikten sonra beğenmeyerek çıkan oluyor mu?" dedim, "hayır! dedin. İşte imanın beşâşeti kalbe girdiği an böyle olur. Artık O'nu hiç kimse aşağılayamaz.

Sana, "ahdini bozar mı?" diye sordum? "hayır!" dedin, işte Pey­gamberler böyle olur asla verdiği sözden caymazlar.

Sana, "O size, siz de O'na saldırdınız mı?" diye sordum, "sen bu­nun meydana geldiğini ve sizin ve onun harbinin aranızda değiş tokuş gibi olduğunu "söyledin. İşte Peygamberler böyle olur. Bazen bir şeyle imtihan olunurlar sonuç onların lehine çıkar.

Sana, "size bu zat ne emrediyor" dedim. Sen O'nun size "Allah'a tek olarak ibadet etmenizi, O'na hiçbir şeyi şirk koşmamanızı, emredip, ecdadınızın taptıkları putlara tapmayı yasakladığını, namazı, doğru­luğu, namusu, verilen söze vefalı olmayı ve emaneti geri vermenizi emrettiğinizi" söyledin.

İşte bütün bunlar bir hak Peygamberin sıfatıdır. Ben böyle bir Pey­gamberin geleceğim kesin biliyordum, ama onun sizden olacağını bil­miyordum. Eğer senin bu dediklerin gerçek ise, onun şu ayaklarımı bastığım yerlere sahib olması yakındır. Eğer ona ulaşabilme ümidim osaydı ona kavuşmak için bütün zorluğa katlanırdım. Eğer yanında ol­saydım kesinlikle ayaklarını yıkardım, dedi.

Sonra Kayser, Peygamberin mektubunu istedi. Emir verdi açılıp okundu. İçinde şunlar yazılıydı:

"Bismillahirrahmanirrahim:

Abdullah oğlu Muhammedi'den Rum büyüğü Hiraklius'a Se­lam hidayete uyanlara olsun, ama bundan sonra:

— Ben seni İslâm daveti ile -hakka- çağırıyorum. İslâm'a gir ve kurtul. İslâm ol, Allah sevabını -hem eski dinin hem yenisinin se­vabı olarak- iki kat verecektir. Eğer kabul etmeyecek olursan bü­tün çifçilerin günahı da sana yüklenir. Ve "Ey Kitâb Ehli! Bizimle sizin aranızda eşit olan; "Allah'dan başkasına ibadet etmeyeceğiz, O'na hiçbir şeyi ortak tutmayacağız, Allah dışında birimiz diğe­rimizi     Rab'ler     edinmeyeceğiz"      cümlesine     gelin.     Eğer yüzçevirirlerse onlara "şahitler olun bizler Müslümanız deyin"

Ebû Sûfyan der ki:

—  Kayser bu sözünü tamamlayınca, etrafındaki rumların sesleri yükselip gürültü çoğaldı. Ben ne dediklerini adamıyordum. Kayser de emir verdi huzurundan çıkarıldık. Oradan arkadaşlarımla beraber çıkıp başbaşa kaldığımızda onlara: "Bak hele, Ebû Kebşe'nin oğlunun işi i-yice kökleşiyor, şu sarı denlilerin kralına bakın, bu da ondan korku­yor" dedim. Ebû Sûfyan der ki:

"Vallahi ben O'nun bu dininin her şeye üstün geleceğini bildiğim halde, Alah kalbime İslâm sevgisini sokana kadar, Onu sevemeden ze­lil bir şekilde yaşadım durdum."

Bu hadisi Buharı ve Müslim İbrahim b. Hamza'dan naklettiler.[312]

Yine Buharı ve Müslim bu haberi Ma'mer b. Râşid-Ubeydulîah- yo­lu ile İbni Abbas(r.a.)'dan naklederler ki, Ebû Sûfyan kendisine şöyle anlatmış:

- Benimle Resûlullah'ın arasındaki O sulh süresi içinde ticarete gitmiştim. Ben Şam diyarında iken Resûlullah'ın mektubu Hiraklius'a getirilmiş......

Ebû Sûfyan gerisini aynen İbrahim b. Hamze hadisindeki gibi an­latmış.[313]

Yine aynı haberi Yunus b. Bükeyr, İbni İshâk-Zührî ile başlayıp üst isnattaki gibi nakleder. İşte bu rivayette Ebû Sûfyan'm şu ifadeleri var­dır:

Şu Hudeybiye anlaşması bizimle Nebi (s.a.v.)'in arasında yapılınca Şam'a ticarete gittim. Vallahi Mekke'de ne kadar tanıdığım kadın ve erkek varsa bana ticaret için yük yüklediler. Malları alıp Gazze şehrine geldik. İşte bu, Kayser'in kendi ülkesindeki Sasani ordusunu yenip o-radan çıkardığı ve İranlıların yıktığı en büyük saliblerini (Haç arma­larını yerine geri iade ettiği zamandı.

Bu istağfuruz'u (salî'bi) İranlılar yerinde söküp götürmüşlerdi. Bu hadise Kayser'e haber verildiğinde -ki o zaman Hımista'ki ordu karargahında idi- Ora halkına teşekkür ve Allah'a şükretmek için Kudüsü Şerife doğru yola çıktı.[314] Kendisine halılar serilmiş ve üzerine reyhan serpilmişti. İliya'ya varınca orada namaz kıldı.

Bir sabah tasalı olarak kalkıp gözlerini semada gezdirdi. Patrikleri, "Ey Kral bugün üzüntülüsün" dediler, "evet" dedi. "ne için?" dediler. O: "bu gece Sünnetli kavmin kralının zuhur ettiği rüyamda gösterildi." "Vaİlahi Yahudiler hariç sünnet olan hiçbir ümmet bilmiyoruz, onlar­da senin saltanatında elinin altındadır. Eğer senin kalbine onlardan bir şüphe geldiyse ülkenin her tarafına adamlar yollayıp Yahudilerin boy­nunu vurdur ve bu tasam at" dediler. Onlar bu konuyu konuşurlarken Busra emirinin elçisi beraberinde kendilerine elçi olarak gelen bir a-damla beraber çıkageldi ve Kayser'e:

"Ey Kral! Şu koyun ve deve sahibi arablardan birisidir. Ülkesinde meydana gelen bir olayı sana anlatacak, sen buna onu sor" dedi. Arap yanına yaklaşınca tercümanına, "Buna, ülkesindeki o haberi sor" dedi. Arap yanına yaklaşınca tercümanına, "Buna ülkesindeki o haberi sor" dedi. O da sorunca arap:

"O zat, Kureyş'ten biri olup Peygamberlik iddiasıyla ortaya çıktı. Bir kısmı ona uydu bir kısmı uymadı. Aralarında harb oldu." dedi. o zaman Kral:

"Bu adamın elbisesini soyun" dedi. Baktılar ki o da sünnetli, kral: "vallahi rüyamda gösterilen bu idi, sizin dediğiniz değil" deyip, polis şefini çağırdı ve Şam'ın altını üstüne getir ve şu adamın kavminden bi­rini bul getir de o Peygamberi soralım" demiş.

Ebû Sûfyan der ki: Valİahi biz arkadaşlarımızla daha Gazze şeh­rinde iken askerler bize saldırıp, "siz hangi millettensiniz?" dediler, biz haber verince hepimizi alıp Hiraklius'a getirdiler. Vallahi liderlik yapmış kimseler arasında bu sünnetsiz -yani Hiraklius- heriften daha dâhi birini hiç görmemiştim. Yanma vardığımızda bize, "hanginizin akrabalığı ona tam ulaşıyor?" dedi. "Benim" dedim. "Yaklaş!" dedi. Beni önüne oturtup arkadaşlarımı da arkama oturttu.

Ebû Sûfyan bundan sonra Hirakl'm kendisine sorduğu soruları ve verdiği cevbaları aynen yukarda geçen hadisteki gibi anlatır, lâkin bu rivayette Efendimizin (s.a.v.) mektubundan bahsetmez.

Zehebî der ki: Bu hadiste gördüğünüz gibi birtakım acayip bilgiler var ki, bunları Ma'mer ve Salih, Ebû Sûfyan'ın bu hadisinde bunları anlatmazlarken İbni İshâk tek olarak nakleder.[315]

Yunus b. Bükeyr, İbni İshâk'tan, Zührî yolu ile naklediyor: Bana Hıristiyan papazlarından O zamana yetişen biri şöyle anlattı:

Dıhye b. Halife, Hıraklius'a o mektubu getirdiğinde içinde şunlar yazılıydı:

"Bismillahirrahmanir rahim.

Allah Resulü Muhammed'den, Rum Ulusu Hıraklius'a:

— Hidayete uyanlara selam olsun. Emma ba'dü:

— islâm ol ki kurtulasm. İslâm'a gir Allah sevabını iki kat ve­recektir. Eğer reddedersen çiftçilerin günahı da senin üzerine olur..."

Hiraklius bu mektubu okuyunca onu göksü ile butları arasına yani kuşağına koydu, sonra Roma'da bulunan bir adama Resûlullah'ın ken­dine gönderdiği ile ilgili bir mektup yazdı. Bu zat İbranice bilirdi. Hiraklius'a gönderdiği cevabında, "o zatın beklenen Peygamber oldu­ğunu bunda hiç şüphe olmadığını ve derhal ona uyması gerektiğini" anlattı.

Hiraklius'ta Rum ileri gelenlerine emredip krallık ma'bedinde .top­landılar. Sonra onlara emredip kapıları üzerlerine kapatıldı. Kendisi de onları yüksek bir kuleden gözlemeye başladı. O onlardan korkuyordu. Onlara: "Ey Rum topluluğu! Bana Ahmed (a.s.)'m mektubu geldi. Val­lahi O, bizim beklemekte olduğumuz, adım kitabımızda bulduğumuz, kendisini alametleri ve zamanı ile tanıdığımız Peygamberin ta kendi­sidir. Ona teslim olup uyun ki dünyanız ve ahiretiniz kurtulsun" dedi. Bunu duyunca tek adam gibi hep bir ağızdan homurdanıp Kilisenin kapısına koştular, ama onu üzerinden kilitlenmiş buldular. Hirakl on­ların vaziyetinden korktu ve askerlerine, "onları bana geri getirin!" dedi. Onlarda geri geldiler. O zaman Hiraklius: "ben deminki sözleri si­zin dininize olan salabetinizin/bağlılığınızın nasıl olduğuna ortaya çı­karıp bakayım diye söylemiştim. Beni sevindiren durumunuzu gör­düm" dedi. Rumlarda ona secde ettiler. Sonra kapılar açıldı ve Rumlar gittiler.[316]

İbnü Lehî'a, Ebu'l Esved yoluyla Urve'den naklediyor: Ebû Sûfyan arkadaşlarıyla Şam'a ticarete gitmiş, bu sırada da Resûmllah'ın zuhur haberi Hiraklius'a ulaşmıştı. Hirakl bu durumu öğrenmek için Şam'­daki arab emirine haber salıp, kendisine bu konuyu anlatacak araplardan birkaç kişi gönderilmesini emretti. O da ona Ebû Sûfyan'la beraber otuz kişi yolladı. Ebû Sûfyan, Hirakl'in yanma İliya'daki kili­sede girdi. Hirakl onlara Nebi (s.a.v.)'i sordu. Onlarda, "O sihirbaz, ya­lancı biri" dediler. O da, "Siz bana, "Ona en yakın akraba olanınız ve onu en iyi bileniniz kimdir onu haber verin?" dedi. Onlar: "şu onun amca oğludur, onunla savaşmıştır" diye Ebû Sufyan'ı gösterdiler... İbnü Lehî'a hadisin gerisini yukarıda geçen Zührî rivayetine yakın ifa­delerle naklediyor.[317]

 

Kisra'ya Gönderdiği Mektup

 

Buharı der ki: Bize Yahya b. Ebî Bükeyr, Leys -Yûnus- İbni Şihâb-Ubeydillah isnadıyla İbni Abbas (r.a.)'tan şöyle dediğini anlattı: Resûlullah (s.a.v.) mektubunu Kisrâ'ya yolladı. Elçisine, bu mektubu Kisra'ya teslim etmek üzere, Bahreyn emîrine vermesini emretti. Kisra, mektubu okuyunca yırtıp attı. Sandığıma göre Said b. Müseyyeb: "Resûlullah (s.a.v.)'de "onların paramparça olmaları için onlara beddua etti" diye söylerdi.[318]

Ez-Zühlî Muhammed b. Yahya der ki: Bize Ahmed b. Salih, İbnü Vehb -Yûnus- İbni Şihab-i Zührî-isnadıyla Abdurrahman b. Abdi'l Kârî'nin kendisine şöyle dediğini haber verir: Resul-ü Ekrem bir gün hutbe okumak üzere minberde ayağa kalktı, Allah'a, Hamd, Sena ve teşehütte bulunup sonra da ;

"İmdi, ben bir kısmınızı acem krallarına -elçi olarak- yollamak istiyorum. Artık İsrailoğullarının İsa'ya muhalefet ettiği gibi siz de bana muhalefet etmeyin!" buyurdu.

Muhacirler: "Vallahi biz hiçbir hususta sana muhalefet etmeyece­ğiz. Sen bize yeterki emret ve bizi yolla" dediler. Nebi (s.a.v.)'de Şucâ b. Vehb'i Kisra'ya yolladı. Suca yola çıkıp Kisra'ya geldi. Kisra o za­man Medayin'de idi. Şuca'a yanına girmek için izm istedi. Kisra adam­larına -meşhur-Eyvan'ınm süslenmesini isteyip, süsleme bittikten son­ra İran ulularına giriş izni verdi. Bunlardan sonra da Şucâ1 b.Vehb'e i-zin verdi. Şucâ yanına girince Kisra Resûlullah'ın mektubunun ondan alınmasını emretti. Şucâ'da; "hayır! Onu Peygamberin bana emret­tiği üzere ancak ben vereceğim!" dedi. Kisra "yaklaş öyleyse" dedi. Suca yaklaştı ve mektubu ona uzattı. Kisra mektubu alıp Cıra halkın­dan olan bir katibini çağırdı ve katip mektubu ona okudu. İçinde:

- Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'den, İran Ulu'su Kisrâ'ya.. diye başlayan bir yazı vardı. Resûlullah'ın mektubu kendi adıyla baş­laması onu çok öfkelendirmişti. Bağırıp öfkelendi ve mektup okunup içindekinin ne olduğunu anlamaya vakit kalmadan mektubu alıp yırttı. Emir verdi ve Şuca'da huzurdan çıkarıldı. Şuca'da atma binip geçip gitti. Kisra'nın öfkesi inip sakinleşince Şucâ'ı arattiysa da bulamadı. Şuca'da Peygamber (s.a.v.)'e gelip vaziyeti anlattı. Nebi (s.a.v.) bunun

üzerine:  "Allah'ım sende onun mülkünü parçala" bu­yurdu.[319]

Ebû Avâne, Simâk b. Harp aracılığıyla (Câbir b. Semura (r.a.)'dan Resûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu anlatır:

"Beyaz saraydaki Kisrâ'nm hazinelerini Müslümanlardan bir gurup kesinlikle ele geçirecektir." Hadisi Müslim rivayet ediyor.[320]

Yine bu haberi Esbat b. Nasr, Simâk yolu ile Cabir b. Semure'den aynı metinle nakleder. Ancak burada Cabir'in: "Ben ve babam bu fe­tihte vardık. Bu hazineden taksimatta bana da bin dirhem hisse düş-müştü." dediği de kayıtlıdır.[321]

 

Efendimizin Kisra'nın Ölümünü Bildirmesi

 

Ahmed b.Velîd el-Fehhâm anlatıyor: Bize Esved b. Amr -Hammed b. Seleme- Humeyd - Hasen - insadıyla Ebû Bekra' (r.a.)'dan şöyle ri­vayet etti: İranlılardan biri Nebi (s.a.v.)'in yanına gelmişti. Nebi (s.a.v.) ona: Benim Rabbim, senin rabbini -yani Kisrayı- öldürmüştür" buyurdu. Ebû Bekra (r.a.) der ki: Efendimiz (s.a.v.)e: "Kisra, ölünce yerine kızının kıraliçe olması için onu halef yaptı" denildi de bunun üzerine Nebî (sav): "kadı­nın hükümran olduğu bir millet iflah olmaz" buyurdu.[322]

Yine Dihye hadisindeki rivayete göre, Dihye, Kayser'in yanından dönünce, Efendimiz'in yanında Kisra'nın San'a Vadisi tarafından gön­derilen elçilerini buldu. Kisra, Yemen'in San'a daki vadisine tehdid mektubu yollayıp:

"Sen, senin topraklarında ortaya çıkan birinin, beni kendi dinine davet etmesine karşı, sen bana yetmiyecek misin? Ya sen benim adıma bu işe yetersin ya da sana yapacağımı yaparım" dedi. Vali de Nebi (s.a.v.)e elçilerle birde mektup yolladı. Peygamber (s.a.v.) onları onbeş gün alıkoyup sonra;

"Haydi emirinize gidin ve ona "Benim Rabbimin onun rabbini dün gece öldürdüğünü söyleyin" buyurdu.[323]

Ebû Bekir b. Ayyaş, Davud b. Ebî Hind -babası isnadıyla Ebû Hureyre den naklediyor: Sa'd (r.a.) Nebi (s.a.v.)'e geldi ve "Kisrâ öldü­rüldü -veya helak oldu- dedi. Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Allah Kisrâ'ya lanet etsin. İnsanların ilk helak olacak olanı İranlılar, sonra araplardır"[324]

Muhammed b. Yahya, Ya'kub b. İbrahim, babası yolu ile- Salih'ten o da Zührî'den nakleder, Zührî der ki: Bana Ebû Seleme anlattı ki;... Yine bu hadisi Leys, Yunus- İbni Şihab-ı Zührî isnadıyla Ebû Seleme'nin şöyle anlattığını nakleder: (Metin Salih'in rivayetine aittir);

Kisra krallık ma'bedi içinde bulunduğu bir sırada kendisine bir ha­yalet gönderildi (veya gözüne göründü) ve Kisrâ'ya hakkı tebliğ etti. Kisra ansızın önünde eli bastonlu bir adamın yürüyüp kendisine: "Yâ Kisrâ! Şu bastonu sırtında kırmadan İslâm dinine rağbetin var mı?" dedi. Kisrâ: "Evet! Sakın onu kırma!" dedi. Adam da çekip gitti. Adam kaybolunca Kisra saray hâciblerine haber salıp getirtti ve onlara, "Şöyle bir adama buraya kim girme izni verdi?" deyince, "buraya kim­se girmedi!" dediler. O, "yalan söylüyorsunuz" diyerek onlara kızıp azarladı, sonra onları bıraktı.

Ertesi yıl aynı gün yine bu adam Kisra'ya gelip önceki sözlerini tek­rarladı. Yine Kisra Haciblerini çağırıp azarladı. Bir yıl sonra yine bastonla gelip, "Yâ Kisra, Bastonu kırmadan İslâm'a rağbetin var mı?" deyince, "sakın kırma" dediyse de onu kırdı. Allah'da Kisra'yı orada helak etti.[325] Zührî, Saîd b.Müseyyeb yoluyla Ebû Hureyre(r.a.)'dan Nebi (s.a.v.)in:

"Kisra helak olduğunda artık ondan sonra bir daha Kisra ol­mayacaktır. Kayser helak olunca da ondan sonra Kayser olmaya­caktır. Nefsim elinde olan Zat'a yemin olsun ki, siz Kisra'nın ha­zinelerini Allah (c.c.) yolunda dağıtacaksınız." buyurduğunu nakle­der. Hadis Müslim'dedir.[326]

Yunus b. Bükeyr İbnû Avn yoluyla Umeyr b. İshâk'tan, "Resûlullah (s.a.v.) Kisra ve Kayser'e mektup yolladı. Kayser onu kabul etti. Kisrâ ise onu parçalayıp attı. Onun bu davranışı Efendimize ulaşınca asha­bına:

"Şu kisra hanedanlığına gelince, onlar paramparça olacaklar. Beriki Bizanslılara gelince, onların nesli devam edecek" buyurdu. [327]

Er-Rabî, Şafiî'nin: şöyle dediğini anlatır: Biz Kayser'in Nebi (s.a.v.)'in mektubuna keremli davranıp onu deri bir kab içine koydu­ğunu bunun üzerine Nebi (s.a.v.)'in: "Mülkü bakî kılındı" buyurduğunu -bizden önceki alimlerimizden- bellemiştik.[328]

Şafiî der ki: "Allah (c.c.) Kisrâ'ların Irak ve İran'dan soylarını kesip attı. Kayser ve ondan sonraki kralların hükmünü de Şam diyarından kesip attı. Kisra için Efendimiz; "Onun devleti parçalandı" buyurmuş ve ondan sonra Kisra'ların elinde devlet olmamıştır. Kayser hak­kında ise; "Onun Devleti yerinde kaldı" buyurmuş ve Rum diya­rında onların devleti bugüne kadar (kendi zamanı) ayakta kalmıştır."[329]

 

Resûlullah (S.A.V)'In Mukavkısa Mektubu

 

Yunus b. Bükeyr, İbni İshâk'tan naklediyor: Bana Zûhrî, Abdurrahman b. Abd el-Kârî'den şöyle nakletti: Resûlullah (s.a.v.), Hatıb b. Ebî Belta'yı, İskenderiye (o günkü Mısır) kralı Mukavkıs'a yolladı. O da Resûlullah'(ın mektubunu ona iletti. Mukavkıs mektubu alıp öptü, Hâtıb'a ikramda bulunup onu en güzel şekilde konuk etti. Mukavkıs, Hatıb'la Nebi (s.a.v.)'e bir katır, bir elbise ve iki cariyeyi hediye olarak yolladı. Bunlardan birisi -sonra- İbrahim (a.s.)'m annesi oldu. Diğerini Nebi (s.a.v.), Cehm b. Kuşem el-Abdî'ye hibe etti. Bu kadın sonra Amr b.el-Âs tarafından Mısır umum valiliğine tayin edilen Zekeriyya b. Cehm'in annesi oldu.[330]

Ebû Bişr ed-Dûlâbî, Haris b. Ahmed b. Saîd el-Fihrî -Harun b. Yahya el-Hatıbî- İbrahim b. Abdirrahman- Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem-babası Zeyd- Yahya b. Abdirrahman b.Hatıb-Babası- isnadıyla Dedesi atib b. Ebî Belta'dan şöyle dediğini nakleder:

"Nebi (s.a.v.) beni İskenderiye kralı Mukavkısa yolladı. Ben ona Efendimizin mektubunu getirdim. Beni konağına indirdi ve yanında kaldım. Sonra Patriklerini toplayıp beni yanlarına çağırdı ve: "Şimdi sana bir söz konuşacağım, bana bunları anlatmanı istiyorum" dedi. "Ben"de, "evet haydi" dedim. "Bana Efendinden anlat. O bir Peygam­ber değil mi?" dedi. Ben "Tabi, O Allah'ın (c.c.) Resulüdür" deyince;

"Madem öyledir de kendi kavmi kendisini kendi yurdundan çıkarıyor­ken neden onlara beddua etmedi" dedi.

Ben de: "Peki sen, İsâ (a.s.)'ın Peygamber olduğuna şehadet etmiyor musun? Peki ona ne oldu da kavmi onu yakalayıp da asmak istedikle­rinde Allah kendisini tâ dünya semasına kaldırıncaya kader neden on­ları helak etmesi için beddua etmedi?" dedim. O da, "Sen Hakîm bir zatın katından gelen hakim bir kişisin. Şunlar hediyeleridir. Bunları seninle O'na yolluyorum, (seninle bir de güvenliğini sağlamak için yol güvenlikçisi gönderiyorum)"dedi ve Efendimize üç tane cariye hediye etti. Bunlardan biri İbrahim (a.s.)'ın annesi oldu. Birisini Efendimiz Ebû Cehm b. Huzeyfe el-Abdî'ye, bir diğerini de Hassan b. Sabit'e he­diye etti. Onları kendilerinin bir kıtası ile yola çıkardı.[331]

 

Zati-Selasil Gazvesi

 

Zât'ı-Selasil'in Cüzam topraklarında bir su ismi olduğu söylenir.[332]

îbnü Lehî'a der ki: Bize Ebu'l Esved, Urve'den... yine İsmail b. İb­rahim b. Ukbe'de amcası Musa b. Ukbe'den: naklettiklerine göre ikisi de:

"Zati Selâsil Gazvesi, Amr b.el-Âs'ın komutasında Şam diyarının yaylaları sayılan yere, Beliyy Sa'dullah ve o tarafta oturan Kuzâa ka­bilelerine karşı tertib edilmişti." derler.

Urvenin rivayetinde ise: "Resûlullah (s.a.v.), Amr İbnü'1-Âs'ı, Âs b-VâiI'in -anası oralı olması sebebiyle- dayıları sayılan Beliyy kabile­sine yolladı. Onu Kuzaah olupta Beliyylere yakın oturanlara tebliğe göndermiş ve askere komutan yapmıştı.[333]

Musa b. Ukbe der ki: Amr b. el-Âs oraya varınca, bulunduğu yerin civarından korkup, arkadaşlarından birini imdad istemek üzere Resûlullah'a yolladı. Resûlullah da, Muhacirlerden imdad istedi. Onlar da bu yardımı garanti verdiler. Aralarında Ebû Bekir'le Ömer ve bir cemaat vardı. Muhacirlere Ebû Ubeyde b. Cerrah'ı emir yaptı, bunları Amr'a imdada gönderdi.

Bunlar Amr'ın yanma varınca, Amr: "ben sizin de emirinizim. Ben sizi imdada göndersin diye Resûlullah'a yazıp imdat istedim" dedi. Muhacirler de: "tamam, sen sana yardıma gelen arkadaşlarının emîrisin. Ebû Ubeyde de Muhacirlerin emiridir" dedi. Amr: "siz sa­dece benim istediğim bir imdat kıtasısınız." dedi. Ebû Ubeyde çok yumuşak güzel huylu biriydi. Resûlullah'a verdiği sözü ve ahdi için çok gayretliydi hemen, durumu görünce: "Yâ Amr! sende bilirsin ki, Resûluîlah'ın bana yaptığı en son tavsiyesi: "Bir arkadaşının yanma geldiğinde birbirinizin gönlünü alın!"

sözleri idi. Sen beni dinlemezsen, ben sana kesin kez itaat ederim." dedi. Böylece Ebû Ubeyde, emirliği Amra teslim etmiş oldu.[334]

Yunus, İbni İshhak'tan nakleder: Bana, Muhammed b. Abdurrahman b. Abdillah b. Husayn et-Teymî, Beley ve Uzra kabile­leri topraklarında yapılan Zati-Selâsil Gazvesi hakkında şunları anlattı:

Resûlullah (s.a.v.), Arabları İslâm'a karşı ürkmelerini gidermek için Amr İbni'l Âs'ı oraya yolladı. Onu yollaması Amr'ın babası Âs'ın an­nesinin Beliyy'li olması idi. Böylece Amr ile onların kalplerini İslâm'a ısındırmak istiyordu. Amr, Cüzam arazisine vardığında -ki orası Selasil denen suyun başı idi -korkuya kapılıp Nebi (s.a.v.)den imdad istemek için haber saldı. Nebi (s.a.v.)de aralarında Ebû Bekir ve Ömer'in de bulunduğu ilk muhacirlerden bir gurubu başlarına Ebû Ubeyde (r.a.) tayin ederek ve "sakın Amr ile ihtilâf etmeyin" diye tenbih ederek yardıma yolladı. Oraya varınca Amr ona, "sen -komutan olmayı değil- bana yardıma geldin" deyince Ebû Ubeyde: "hayır öyle değil, sen kendi gurubunun ben de kendi gurubumun emiriyim" dedi. Ebû Ubeyde yumuşak, nazik dünya işlerinde gayet olumlu davranan biriydi. Amr ona, "Olmaz sen bana desteğe gelince, benim emrimde olman lazım" deyince O, "Yâ Amr! Resûlullah(s.a.v.) zaten bana; "İ-kiniz çekişmeyin!" buyurmuştu. Sen bana asi geliyorsun ben senin emrinde olurum, olur biter" dediyse de Amr: "Emîrin benim sen sa­dece destekçisin" diye direndi. O da "haydi öyle olsun!" deyince as­haba namazı Amr kıldırdı.[335]

.Ali b. Âsim, Hâlid el-Hazzâ aracılığıyla Ebû Osman en-Nehdi den nakleder: Amr b.el-Âs'ı şöyle derken işittim.

-Nebi (s.a.v.) beni bir müfreze başkanlığında Zî Selâsil'e yolladı. Toplulukta Ebû Bekir de vardı. Kendi kendime, "benim Peygamberin katında değerli bir yerim olmasa bu ordunun başına geçirip sefere yol­lamaz" diye düşünüp, Nebi (s.a.v.)'in yanına gelip önüne diz çöktüm ve "Yâ Resûlallah! Sana insanların en sevgilisi kimdir?" dedim. "Aişe'dir" buyurdu. "Ben ailelerin arasındakini sormuyorum" deyince O, "Babasıdır" buyurdu. "Sonra kim?" dedim. "Ömer'dir" buyurdu. Ben "sonra kim?" diye sordukça o bir sürü insan saydı. Amr der ki; ben kendi kendime, "artık böyle bir soruyu bir daha tekrar etmemeli­yim" dedim.[336]

Bu hadisi Halid'den, Ali b. Asım'dan başkaları da nakletmiştir. Bu hadis Sahihayn'da tahric edilmiştir.

Vakîi ve diğerleri anlatıyor: Bize Musa b. Ali b/Rabah, babasından Amr b. el-As'i şöyle derken duyduğunu nakleder: Nebi (s.a.v.) bana:

"Ya Amr! silahını kuşan ve yanıma gel" buyurdu. Kuşanıp gel­diğimde abdest alıyordu. Gözlerini bana çevirip iyice baktı ve;

"Yâ Amr! Ben seni başkan olarak sefere yollayacağım. Allah sana selamet ve ganimet versin. Ben senin için salih bir yoldan ka­zanılan malın olmasını istiyorum" buyurdu. Ben de, "Yâ Resûlallah! Ben mal arzusu ile Müslüman olmadım. Ben ancak cihad ve seninle olabilmek arzusuyla İslâm'a girdim" deyince Efendimiz:

"Yâ Amr! Salih kişi için salih mal ne kadar güzeldir" buyurdu.[337]

İbni Avn ve diğerleri, Muhammed'den: "Resûlullah (s.a.v.) Amr b. el-Âsrı aralarında Ebû Bekir ve Ömer'in de bulunduğu Zât-ı Selâsil or­dusuna komutan olarak tayin etti" diye naklederler. İbrahim b. Muha­cir de İbrahim Nehâî'den buna benzer bir sözü naklediyor.[338]

Vekî, Münzir b. Sa'lebe yoluyla İbnü Bürayde'den naklediyor: Resıılııllah (s.a.v.), aralarında Ebû Bekir ve Ömer'in de bulunduğu bir mangaya emir yapıp yolladı. Harp yerine varıldığında Amr: "kimsenin ateş yakmaması emrini verdi." (Orası soğuk olduğu için ateş yakmak istediler) Ömer (r.a.) onun emir verişine Öfkelenip, Amr'a darılmaya gidecekti ki, Ebû Bekir (r.a.) ona egel olup. "Resûlullah (s.a.v.) O'nun harp bilgisine güvendiği için bize komutan yaptı" diyerek onu yatıştirdi.[339]

Derim ki: İşte bu bilgiye binâen Ebû Bekir de Amr'ı Şam Seferi'nde komutan yapmıştı.

Vakîdi anlatıyor: Bana Rabîa b. Osman, Yezîd b. Roman'dan nak­letti ki: Ebû Ubeyde ve arkadaşları Amr'a yardıma geldiklerinde sayı­ları beşyüz kişi olmuştu. Gece ve gündüz yola giderek Beliyy diyarına varıp orayı istilâ ettiler. Ne zaman bir yere gelseler, orada bir düşman topluluğu olduğu haberi Ona ulaşıyordu. Bunların geldiğini duyan bu topluluklar hemen dağılıp kaçıyorlardı. Böylece kaçanların peşinde ta Beîiyy, Uzra ve Belkıyn arazilerinin öte ucunu kadar ulaştılar. So­nunda orada bir düşman topluluğuna rastladılar. Bir saat çarpışıp bir­birlerine ok attılar. O gün Âmir b. Rabi'a vurulup kolundan yaralandı. Müslümanlar düşmana saldırınca dağılıp kaçıştılar. Müslümanlar on­ları takibe koyulup kaçmaktan aciz kalınca her tarafa dağıldılar. Amr böylece orayı istila etti. Orada günlerce kalıp arkadaşları çevredeki hayvan sürülerine baskın düzenledi.[340]

İsmail b. Ebî Halid, Kays'tan naklediyor: Resulü Ekrem (s.a.v.) Amr İbni'1-Âs'ı Zati Selâsil gazvesine yolladı. Orada (geceleyin son derece) çetin bir soğuk onları yakaladı. Amr onlara "hiç kimse ateş yakmıyacak!" emrini vermişti. Resûlullah'a geldiklerinde Amr'ı, "ateş yaktırmadı" diye şikayet ettiler. Amr da: "Yâ Resûlallah! Benim arka­daşlarımın sayısı azdı. Ben düşmanın onların azlığını görmesini iste­medim. Hem onların düşmanın peşine gitmelerini yasakladım. Zira, belki yolda onlara tuzak kurmuş olacaklarından korktum" dedi. Bu ce­vap Resûlullah'm çok hoşuna gitti.[341]

Amr b. Haris, Cebîr b. Hâzim,-Yahya b. Eyyûb- Yezid b. Ebî Habîb-imrân b. Ebî Enes- isnadıyla amr İbni'l Âs'tan şöyle anlattığı nakleder: Zati Selâsil Gazvesinde soğuk bir gecede ihtilam oldum. Gusledersem ölebileceğimden korktum. Teyemmüm edip sonra arka­daşlarıma sabah namazını kıldırdım. Bu durumu Postacı olan Avf b. Malik- önceden Nebi (s.a.v.)e bildirmiş. Nebi (s.a.v.) beni görünce;

-"Yâ Amr, sen cünübken arkadaşlarına namaz mı kıldırdın?" buyurdu. Ben de ona beni gusletmekten alıkoyan sebebi anlattım ve zaten Allah(cc) da;

"Kendinizi öldürmeyin, şüphesiz Allah size pek merhametli davranmaktadır" (Nisa 29) buyuruyor, dedim. Nebi (s.a.v.) sözüme güldü ve hiçbirşey demedi.[342]

Amr b. el-Haris ve diğerleri Yezîd, Ebi Habib -İmran b. Ebî Enes-Abdurrahman b. Cübeyr isnadıyla Amr b. el-Âs'ın kölesi Ebû Kaystan; "Amr b. el-As bir seriyyeye gitmişti..." diyerek hadisi aynen yukardaki Cerir hadisi gibi nakleder ve sonrada, "Amr bacak arasım yıkayıp ay­nen namaz abdesti aldı, sonra onlara namaz kıldırdı" diye anlatır ama teyemmümden bahsetmez. Üst haberle bunu Ebû Davud nakleder.

 (Ebû Davud burada şunu da ilave eder: "Bu kıssayı Evzâî, Hassan b. Atıyye'den nakletmiştir. Bu rivayette "teyemmüm geçiyor.)[343]

 

Sîfü'l-Bar Serîyyesî

 

Süfyan b. Uyeyne, Amr b. Dînar yoluyla Câbir (r.a.)'tan naklediyor:

Nebi (s.a.v.) bizi üçyüz kişilik bir güç olarak Gazve'ye yolladı. Emirimiz Ebû Ubeyde (esas adı Amir veya Abdullah b. Âmir) b. Cer­rah idi. Kureyş'in -Şam- kervanını gözetleyecek idik. Azığımız tüken­diği için müthiş bir açlık başgösterdi. Öyle ki, Salem (ağacının) çır­pıntılarını (yani yapraklarını ıslatıp) yedik. Bu yüzden bu orduya "Ceyşü'l Habat" -yaprak otlayan ordu- denildi.

Cabir devamla der ki:

Adamın birisi üç deve kesti. Bu bitince üç daha kesti, sonra üç tane deve daha kesti. Sonra Ebû Ubedye bu develerin kesimini yasakladı. Daha sonra denizin -bizim için ölüsünü- dışarı attığı bir hayvan bul­duk, buna Anber balığı deniyormuş. Ondan onbeş gün kadar yedik ve yağını kullandık. Hatta vücutlarımız beslenip düzeldi. Ebû Ubeyde onun kılçıklarından birini aldı. Sonra ordu içinde en uzun boylu adam­la en uzun boylu deveyi seçtirip, bu adamı O deveye bindirdi. O adam deveye beraber bu kılçığın altından değmeden geçebildi.

Bu hadisi Buharı ve Müslîm ittifakla rivayet etmişlerdir.[344]

Buharı Amr b. Dinar'ın Cabir'den naklettiği hadisinde şu ilaveyi ve­rir: Cabir der ki: Orduda üç devesini birden yemek için kesen bir adam vardı. Sonra üç daha kesti. Sonra yine üç daha kesti. Sonra Ebû Ubeyde Onu menetti. Amr b. Dînar der ki: Bize Ebû Salih anlattı ki, Kays b. Sa'd, babası Sa'd b. Ubâde'ye: "Bende o ordudaydım, müthiş bir açlık olmuştu" deyince babası, "deve keseydin ya!" dedi. O da, "kestim" dedi. Sonra yine açlık oldu, deyince babası, "deve kes" dedi. O da "kestim" deyip, "yine acıktılar" deyince yine babası "deve kes!" deyince Kays, "bana yasak konuldu" dedi.[345]

İmam Mâlik, Vehb b. Kays'ın yolu ile Ca'bir (r.a.) şöyle dediğini nakleder: Resûlullah -kızıldeniz- sahiline bir müfreze yollayıp başla­rına Ebû Ubeyde b. Cerrah'ı emir yaptı. Bunlar üçyüz kişiydi ve ben de aralarındaydım. Daha yolun bir kısmı katedildiği halde azığımız tü­kenmişti. Ebû Ubeyde emredip ordudaki bütün azıklar bir araya geti­rildi. Azıklar hurmadan ibaretti. Ebu Ubeyde bize her gün bunu azar azar verdi. O da tükendi. Artık hissemize birer tane hurma düşüyordu. Ben "artık bize bir hurma ne yetecek ki" diye düşünüyordum ki, asıl onun yokluğunun etkisini hurmanın tükendiğinde anladım. Sonra de­nizin kıyısına geldik. Birde baktık ki, sanki küçük bir dağ gibi bir ba­lık kıyıya çarpmış. Bu müfreze tam onsekiz gün ondan yedi. Sonra Ebû Ubeyde o balığın kılçıklarından birini alıp iki ucunun yere dikil­mesini emretti. Dikilince bir deve getirilip üzerine adam bindirildi. Sonra deve bunun altından geçirildi de ona değmeden öte tarafa geçti.

Hadisi Buharı ve Müslim nakleder.[346]

Zübeyr b. Muaviye, Ebû'z-Zübeyr yoluyla Câbir'den şöyle nakleder: Resûlullah (s.a.v.), Kureyş'e ait bir kervanın önünü kesmek için bizi yolladı. Azık olarak da hurma kattı. Ebu Ubeyde bize hurmaları teker teker veriyordu. Biz bastonlarımızla selem ağacının yapraklarına vu­rup döküyor, sonra bunları su ile ıslatıp yiyorduk. Deniz kenarına ge­lirken karşımızda sanki kum tepesi gibi birşeyin yükseldiği görüldü. Varınca onun Anber dedikleri balık olduğu anlaşıldı. Ebû Ubeyde ön­ce bu "ölmüş bir leş sayılır" dediyse de sonra, "hayır biz Allah Elçisi  (s.a.v.)'in elçileriyiz. Allah yolundayız. Siz "mecburiyet içindesiniz onu yiyebilirsiniz" dedi. Biz orada bir ay kalıp -ondan yiyerek- şiş­manladık. Bu balığın göz çukurundan koca testi ile yağ alabiliyor, on­dan öküz büyüklüğünde et parçası kesebiliyorduk. Ebû Ubeyde on üç kişiyi onun göz çukuru içine oturtabildi. Kılçıklarından birini alıp yere dikti, sonra en boylu deveyi sürüp altından geçirdi. Biz onun etini ke­sip kurutarak azık yaptık. Medine'ye geldiğimizde Nebi (s.a.v.)e gidip anlattık. O da:

"O, Allah'ın sizin için denizden çıkarttığıbir rızıktı, siz de onun etinden bize yedirecek bir şey var mı?" buyurdu. Biz de ondan bir parçayı Resûlullah'a gönderdik. O da onu yedi. Hadisi Müslim rivayet ediyor.[347]

Derim ki: Bazı tarihçiler bu Gazve'nin hicri sekizinci senenin Receb ayında gerçekleştiğini söyler.[348]

 

Ebu Katade'nın Hadıra Serıyyesı

 

Vakîdi Meğazîsinde anlatıyor: Nebi (s.a.v.) onbeş kişinin başına Ebû Katâde b. Rıbî' el-Ensarî'yi tayin ederek, Necid tarafındaki Gatafan kabilesine yolladı ve ona Gatafanlılara baskın yapması ama kadın ve çocuk öldürmemesi emrini verdi. Ebû Katâde gelip oraya vardı ve orada bulunan onlardan büyük bir grubu kuşattı. Onlardan bi­risinin "Yâ Hadıra" diye bağırdığını duyduk. (Abdullah b. Hadrad der ki: "Bunu hayra yordum ve herhalde evlenmek istediğim ve mihrini temin edemediğim hanıma kavuşacağım" dedim. Onları geceleyin ku­şattık. Tekbir alarak onlara saldırdık. Onlardan çoğu öldürüldü. Ben onlardan birinin peşine düştüm ve öldürdüm)

Ordu hayvanları ele geçirip sürdü. İkiyüz deve ve iki bin koyundu. Bir çok da esir alındı. Bu sefere gidiş geliş onbeşgün sürdü. Hadise bu yılın Şa'ban ayında oldu.[349]

 

Ebû Katade'nin İdam Seriyyesi

 

Nebi (s.a.v.)'in îdam vadisine sefere göndermesi, Hadıra Seferi'nin ardından Ramazan ayında olmuştu. (Zehebî olaya yer vermeyip böyle derse de biz bunu îbni Hişâm ve îbni Sa'd'den kısaca verelim. Metin İbni Hişâmındır.M.C.)

— Abdullah b. Ebî Hadrad der ki: Resulü Ekrem bir gurub Müslümanla bizi İdam'a yolladı, içlerinde Ebû Katâde ve Muhallim b. Ceşşâme de vardı. (İbni Sa'd Emir Ebû Katâde idi der) oraya varınca, Âmir b. el-Adbat el-Eşcaî ile karşılaştık. Yanımıza gelince bize Müs­lüman selamı verdi. Biz selamını almadık. Muhallim adama saldırıp onu öldürdü. Meğer eskiden düşmanlıkları varmış. Devesini ve eş­yalarını aldı. Peygamberin yanına geldiğimizde durumu anlattık. O zaman:

"Ey iman edenler, yeryüzünde Allah yolunda cihad için dolaş­tığınızda iyice araştırın ve size selam verene dünya malını arayarak "sen mü'min değilsin" demeyin. Allah katında pek çok gani­metler vardır. Daha Öncede siz böyle idiniz de Allah size lütfedip iman nasib etti..." ayeti indi.[350]

 

Efendimizin Kızı Zeynep Valîdemiz'in Ölümü

 

Zeynep (r.a.) Efendimizin kızlarının en büyüğü idi. Bu yıl içinde vefat etti.[351] Zeyneb (r.a.)'yı, Ümmü Atıyye el-Ensarîyye ile, diğerleri Ümmü Seleme, Ümmü Eymen ve Şevde) yıkadı. Nebi (s.a.v.) onlara izarını verdi ve:

Bunu ona şîar / iç çamaşırı yapın" buyurdu.[352] Zeyneb (r.a.) kızı olan Ûmame binti Ebî'I Âs, Peygamberimizin namaz kılarken kucağında taşıdığı bebektir.[353]

 

Mekke'nin Fethi[354]

 

Bekkâî, İbni İshâk'tan naklediyor:

-Daha sonra Bekr b. Abd-i Menât b. Kinane oğulları, Mekke'nin ta aşağı tarafında Vetir denen suyun başında oturan Huzâ kabilesine sal­dırdı. Bekr oğullarıyla, Huzâalılar arasındaki kavgaya sebeb olan kişi el-Hadramî oğullarından bir kimse olup adı Mâlik b. Abbâd idi.

Bu zât ticaret için yurdundan çıkmıştı. Huzâ'a arazisinin ortalarında huzâalılar ona saldırıp öldürdüler ve malını aldılar. Bekr oğullan da geri gelip Huzaadan bir adama saldırıp onu öldürdü. İslâm'ın gelişin­den az önce, Huzâalılar, Esved b. Razn ed-Deylemî oğullarından Selmâ, Gülsüm ve Züeyb'e saldırdılar ve onları Arafattaki arafat sı­nırlarını belirleyen hudud putları önünde öldürdüler. Bunlar Kinâne oğullarının önde gelen eşrafı idi.

Bekr oğullarıyla, Huzâa kabilesi bu şekilde husumete devam eder­ken, İslâm dini aralarına gerildi. İnsanlar artık İslâm diniyle meşgul olmaya başladı. Resulü Ekrem ile Kureyşliler arasında Hudeybiyede Sulh yapılınca, onların Resûlullah'a, Resulü Ekrem'in de onlara koş­tuğu şartlar arasında;

"Bu civarda oturan araplardan Resûlullah'm akit ve ahdine girmek isteyenler rahatça girebilecek, Kureyşlilerin akit ve ahdi altına girmek isteyenler de istediği gibi girebilecekti. Bekir oğullan Kureyşlilerin akdi altına girerken, Huzâalılar da mü'miniyle kâfiriyle Resûlullah (s.a.v.)'in akdine girdiler.

Hudeybiye de anlaşma sağlanınca Bekr oğullan boylarından biri o-lan Ed-Deyl oğullan bunu Huzâa'dan öcalmak için fırsat saydı ve ken­dilerinden öldürülen bu kardeşlerinin intikamını bunlardan almak iste­diler. Nevfel b. Muâviye ed-Deylî kendi kavmi olan Benî Deyl'in ba­şında yola çıktı. Benî Bekr'in hepsi ona tabî değildi. Muaviye ve ar­kadaşları geceleyin gelip vetir suyu başındaki Huzâaya saldırdı ve on­lardan birini vurup etraflarını kuşattılar. Müthiş bir çarpışma oldu. Kureyş, ed-Deyl oğullarına silah yardımı yaptı. Kureyşten bir kısmı da kendilerini gizleyerek bizzat kendileri gelip Deyi oğulları saflarında Huza'alılara karşı çarpıştılar.[355]

Nihayet Huzâa'lıları sürerek tâ Harem-i Şerife kadar getirdiler. Nevfel'e kendi kavmi olan ed-Deyloğullan; "Yâ Nevfel! Harem'e gir­dik. İlahından kork ve Harem'in haramlığını ihlal etme!" dediler. O zaman o, çok ağır bir laf edip: "bugün benim ilâhım yok, ey Bekr oğulları intikamınızı alın. Vallahi siz Haremde çalıyordunuz da şimdi orada intikamınızı niye almıyorsunuz?" dedi.

O gece Vetîr'de adı Münebbih olan ve kalb hastası birini öldür­müşlerdi. Yanında Temîm diye biri de vardı. Münebbih buna, "kaç kendini kurtar, ben nasıl olsa öleceğim, ister öldürsünler, ister salsın­lar" dedi. Temim kaçıp kurtulurken, Mûnebbih'e yetişip öldürdüler. Huzâa Mekke'ye girince bir kısmı Bûdeyl b. Verkâ adlı birinin evine sığındılar. Bir kısmı da adı Râ'fi1 olan Huzaalı bir kölenin evine sı­ğındı.

Bekr oğulları ile Kureyş'in dayanışmaya girdikleri ortaya çıkınca, bu kendileriyle Resûlullah (s.a.v.) arasındaki anlaşmayı bozmak anla­mına gelmiş oldu. Böylece Anır b. Salim el-Huzâî de çıkıp yanına yar­dım isteyecek bir gurubu alarak Peygamber (s.a.v.) geldi ve ashabının arasında oturmakta olan Peygamberin baş ucunda dikilerek şu şiiri okudu:

Ya Rab, ben Muhammede babamızın ve babasının eski dostlu-ğunu hatırlatıyorum

- Siz çocuklar iken biz baba idik. Orada teslim olduk ve asla elimizi çekmedik. (Kusay oğullarının anası Fatima binti Sa'd ile abdi Menaf oğullarının anası Huzâa'lı idi.)

-  Allah sana hidayet versin, sen hazır olan bir destekle yardım et, Allah kullarını yardıma gelmeye çağır.

-  Aralarında harbe hayır bir Resûlullah vardır. Eğer zillet istense onun yüz rengi değişir.

-  Deniz gibi dalgaları yüzen bir ordu içinde. Kureyş sana verdiği sözünü bozup atmıştır.

-  Senin kuvvetli anlaşmanı bozdular ve Mekke'deki Kûdeyde beni kontrol ettirmeye başladılar.

-  Benim kimseyi yardıma çağıramayacağımı sandılar. Oysa onlar hem daha alçak, hem sayıca daha azdır.

- Onlar bize Vefîr suyu başında uykuda saldırdılar, bizi rükû ve secdede katlettiler.

Üçüncü mısradaki ilk kısım "Allah sana hidayet versin, sen güçlü bir destekle yardım et" şeklinde de rivayet edilir. Bunu duyan Resûlullah (s.a.v.): "Ey Amr b. Salim yardım olundun!" buyurdu. O sırada Resûlullah'ın gözüne gökteki bir bulut görününce;

-Şu bulut Ka'b oğullarının yani Huzâa'hların zaferini yağdıra­cak" buyurdu

Sonra Bûdeyl b. Verkâ', Huzâa kabilesinden bir gurubla Medine'ye Resûlullah'ın yanma geldi ve başlarına geleni, Kureyş'in Bekr oğulla­rına yardımını anlatıp Mekke'ye doğru yola çıktılar. Resûlullah (s.a.v.) bu ara ashabına:

"Sanki siz anlaşmayı yenilemek ve sulh süresini uzatmak üzre Ebû Sûfyan'ın sîze geldiğini göreceksiniz gibi geliyor" buyurdu.

Bûdeyl ve arkadaşları Mekke'ye doğru giderken yolda Ebû Sûfyan'la karşılaştı. Kureyş onu anlaşmayı yenileyip süreyi uzatması için Peygamber'e yollamıştı. Kureyş o katliamdan az sonra yaptıkla­rından korkmaya başlamışlardı.

Ebû Sûfyan, Bûdeyl b. Verkâ'ya rastladığında, "Yâ Bûdeyl! nereden geliyorsun?" dedi. Ebû Sûfyan onun Nebi (s.a.v.)den geldiğini tahmin ediyordu. Bûdeyl ise: "Huzaa'hlarla beraber şu şekilde biraz dolaştım" dedi. Ebû Sûfyan, "Peki Muhammed'e gitmedin mi?" dedi. Bûdeyl Mekke'ye doğru gidince, Ebû Sûfyan: "Eğer O Medine'den geliyorsa hayvanlarına hurma yemi yedirmiştir" deyip, Büdeyl'in develeri çök-türdüğü yere gelip deve kiğısını aldı ve parçaladı. İçinde sindirileme-yen hurma çekirdeği görünce, "Allah'a yemin ederim ki, Bûdeyl Muhammed'e gitmiş" dedi.

Ebû Sûfyan oradan ayrılıp Medine'de Resûlullah (s.a.v.)'in yanına geldi ve kızı Ümmû'l mü'minîn Ümmü Habîbenin evine misafir oldu. Orada bulunan Peygamber (s.a.v.)'in yatağına oturmak için ilerleyince, Ümmû Habîb'e mindere oturmasın diye çekti. Ebû Sûfyan: "Yâ kızım!

Bilmiyorum bu yatağımı benden kıskanıyorsun, yoksa beni mi bu ya­taktan kıskanıyorsun?" deyince; "seni değil yatağı, çünkü o Resûlullah (s.a.v.)'in yatağıdır. Sen ise müşrik bir pisliksin" dedi. O da, "Vallahi ey yavrucuğum, benden ayrıldıktan sonra sana şer isabet etmiş" dedi.

Ebû Sûfyan bu hadiseden sonra çıkıp Resûlullah (s.a.v.)'in yanına gelip (konuştu ise de) Nebi (s.a.v.) isteğine olumlu bir cevap vermedi. Ebû Sûfyan kalkıp Ebu Bekr (r.a.)'m yanma geldi ve Resûlullah'a rica etmesi için konuştu. O da, "ben bunu yapamam" deyince, Ömer (r.a.)'a geldi ve ona da söyledi ise de Ömer (r.a.): "Ben mi sana Resûlullah'ın yanında şefatçi olacağım, vallahi eğer sizinle savaş et­mek için san karınca bile sebeb olsa (Vakîdi de sizinle çarpışan sarı karınca olsa bile) bende sizinle çarpışırdım" dedi. (Sonra Osman'a gi­dip yalvardı. O da "Ben ancak Resûlullah'ın himaye ettiğini himaye ederim" dedi)[356] Sonra oradan ayrılıp Hz. Ali'ye geldi. Ali'nin yanında Fatıma ile oğlu Hasan vardı ve o zaman hasan henüz apalayan bir be­bekti.

Ebû Sûfyan: "Yâ Ali! bu kavmin bana akrabalık bağı en bağlı olanı sensin. Ben sana bir ihtiyaç dolayısıyla geldim, ne olur elimi boş çe­virme. Resûlullah'a derdimi anlatmak için bana yardımcı ol!" dedi. O da: "Yazık sana ey Ebû Sûfyan! Resûlullah (s.a.v.) bir işe kesin karar vermiş, artık o konuda biz onunla konuşmaya asla güç yetiremeyiz" dedi. Ebû Sûfyan Fatıma (r.a.)'ya döndü ve! "Ey Muhammed'in kızı! Sen şu bebekceğizine emretsen de insanlar arasında beni himayesi al­tına aldığını söyleyip, dünyanın sonuna kadar arapların seyyidi-efen-disi- olarak kalsa..." diye yalvardı. Fatıma (r.a.) da: Vallahi bu yavru­cuğum insanlar arasında himaye ilan edecek yaşa gelmiş değildir. Hiç kimse Resûlullah'a karşı himayecilik işini üstlenemez." dedi.

Ebû Sûfyan Hz. Ali'ye döndü ve: "Yâ Ebe'l Hasan ben vaziyetin beni pek sıkıştırdığını görüyorum, bana birşeyler nasîhat et" dedi. Hz. Ali: "Vallahi ben senin ihtiyacım giderecek bir nasihat bilemiyorum. Ama sen Kinâne oğullarının liderisin. İnsanların arasında onların hi­mayesine girdiğini ilan et, sonra yurduna geri git" dedi. Ebû Sûfyan, "Bu benim derdime çare olur mu dersin?" deyince, "hayır vallahi çare olacağını sanmıyorum, ama sana bundan başka söyleyecek laf bulamı­yorum" dedi.

Ebû Sûfyan mescitte ayağa kalktı ve: "Ey insanlar, ben sizlerin hi­mayesine girdiğimi ilan ediyorum" dedi. Sonra devesine binip yola çıktı. Kureyş'lilere geldiğinde, "arkada ne var ne yok?" dediler. O da, "Vallahi Muhammede varıp konuştumsa da bana bir cevap vermedi, Ebû Bekr'e gittim onda da bir hayır bulamadım, Ömer'e gidince onun düşmanlığını daha fazla gördüm" diyerek olayı anlattı ve "İnsanlar a-rasmda himayelerini kabul ettiğimi bildirdim" dedi. Onlar, "Peki Muhaınmed bunu onayladı mı? dediler, "hayır!" deyince: "Vallahi a-dam seninle oynamaktan başka birşey yapmamış" dediler.

Daha sonra Resûlullah (s.a.v), hazırlık emri verdi. Ailesine de ha­zırlanın dedi. (Ebû Bekir, kızı Âişe'nin yanına girdiğinde onu Resûlullah'ın eşyalarını hazırlarken buldu ve "kızım! Resulü Ekrem size hazırlanın emri verdi mi?" deyince, "evet sen de hazırlan" dedi. "Nereye gidilecek?" deyince, Hz. Aişe: "Vallahi bilmiyorum" dedi.) Sonra Nebi (s.a.v.) hedefin Mekke olduğunu ilan ettirdi ve:

"Allah'ım! Kureyş'in gözcülerini casuslarını alda ülkelerine ansızın varalım." diye dua etti. İnsanlarda hazırlığa başladı.

Urve ve diğer alimler -devamen- derler ki: Resulü Ekrem Mekke'ye sefer karan alınca, Hatıb b. Ebî Beltâ bu durumu mektup yazarak bir kadınla Kureyş'e bildirmek üzere yolladı. Kadın mektubu başma-saçm arasına- koydu ve saç beliklerini üzerine getirdi ve yola çıktı. Peygambere durum vahiy ile bildirildi. Nebi (s.a.v.) de Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvâm (r.a.)'ları yollayıp:[357]

"Hatıb b. Ebî Beltan'ın yazdığı Mektubu yanında Kureyş'e gö­türen kadına yetişin" buyurdu. Yola çıkıp Halika denen yerde kadına yetiştiler. Kadını indirip yükleri arayıp mektubu bulamayınca, Hz. Ali: "Vallahi ne Peygamber ne biz yalancıyız. Sen bu mektubu ya çıkar, ya da seni çırılçıplak soyacağım" dedi. İşin ciddiyetini gören kadın Hz. Ali'ye "yüzün dön" dedi. Dönünce saçlarını çözüp mektubu çıkardı. Hz. Ali mektubu Efendimize getirdi. Nebi (s.a.v.) Hatıb'ı çağırtıp; "neye böyle yaptığını" sorunca, "Vallahi ben kesinlikle Allah'a ve Resulünü inanan biriyim, ne değiştim ne birşey oldu. Ancak benim Kureyş arasında hâla oğlumla karım var, ama benim onlar içinde ne aşiretim ne akrabam var. Ailemi böyle davranarak koruyayım dedim" deyince Ömer: "bırak da şu münafıklık yapan herifi öldüreyim" dedi. Nebi (s.a.v.)de:

"Yâ Ömer ne biliyorsun, belki Allah Bedir Harbine katılanla­rın durumunu bildiğinden, "Dilediğinizi yapabilirsiniz, ben sizi bağışladım" demiştir" buyurdu.[358]

Zehebî kendi isnadıyla der ki: Bize Muhammed b. Ebî'l-Harem el-Kureşî ve bir gurup âlim -Hasen b. Yahya el-Mahzûmî~ Abdullah b. Rifâa -Ali b. el- Hasen eş-Şâfî- Abdürrahman b. Ömer b. En-Nahhâs -Osman b. Muhammed es-Semerkandî- Ahmed b. Şa'ban-Sûfyan-Amr b. Dînar- Hasen b. Muhammed- Hz. Ali'nin katibine Ubeydullah b. Ebî Rafî'den "Hz. Ali'yi şöyle derken duydum" dediğini anlattılar:

-Resûlullah beni, Zübeyr'i ve Mikalâd'ı yola çıkarıp (Hamraû'l Esed yakınlarındaki); "Hâh bahçelerine kadar gidin. Zira orada, ya­nında Hatıb'ın mektubu bulunan bir kadın var. Ondan bu mek­tubu alın" emrini verdi. Biz de gidip, Hah bahçesi denen yere varın­caya kadar atlarımız bizi sür'atle götürdü. Baktık orda bir kadın var. "Mektubu çıkar!" dedimse de bana, "bende mektup yok" dedi. Bizde, "ya onu çıkarırsın, ya da üzerinden elbise soyulur" deyince onu saçla­rının örgüsünün içinden çıkardı. Bizde onu Peygamber'e getirdik. Baktık ki mektup Hatıb b. Ebî Belta'dan Mekke'deki müşriklere ya­zılmış olup, onlara Resûlullah'm bir takım işlerini bildiriyor. Resûlullah, Hatıb'a: "Yâ Hâtıb! "bu ne?" dedi. O da, "Yâ Resûlallah hakkımda hüküm vermekte acele etme. Ben Kureyşin asıl kendinden değil, onlarla anlaşmalı olarak onlara bağlanmış biriydim. Muhacirler­den senin yanında olup da ailesi Mekke'de olanların ailelerini koruya­cak akrabaları var. Madem akrabalık bağım yok, istedim ki, bu mektup benim için onlar katında bir minnet duygusu oluştursun da bununla benim akrabalarımı korusun. Yoksa bunu dinimden dönmek veya İs­lâm'dan sonra küfre razı olmak gayesiyle yapmadım." dedi. Bunun ü-zerine Nebi (s.a.v.);"O Bedir'de bulunmuş biridir. Ne biliyorsun, belki Allah Bedir'e katılanların halini bildiği için, onlara "dilediğinizi yapın! Ben sizi bağışladım" buyurmuştur"dedi. Bunun üzerine Mümtehine süresindeki birinci ayet olan ;

"Ey îman edenler! Hak'dan size gelenleri inkâr eden, sizi ve Resul'ü Rabbiniz olan Allah'a inanıyor dîye yurdundan çıkaran benim ve sizin düşmanlarınızı sevgi ile karşıladığınız dostlar e-dinmeyin. Eğer yurdunuzdan, benim yolumda cihad ve rızamı a-ramak için çıktı iseniz, onlara nasıl sevgi taşırsınız. Ben sizin giz­lediğinizi de aleni olan sevginizi de bilirim. Artık sizden kim böyle birşey isterse kesinlikle yolun doğrultusundan sapmış olur." ayeti geldi.

Bu hadisi Buharî Kuteybe yolu ile, Müslîm İbni Ebî Şeybe yolu ile, Ebû Dâvûd'da Müsedded yolu ile hepsi Sûfyan b. Uyeyne'den nakle­derler.[359]

Ebû Huzeyfe en-Nehdî der ki: Bize İkrime b. ammar, Ebû Zümeyl yoluyla İbni Abbas (r.a.)'dan nakletti ki, Ömer (r.a.) şöyle demiş:

- Hâtıb, müşriklere bir mektup yollamış ve sorgulanmak için Nebi (s.a.v.)'e getirildi ve; "Yâ Hatib, seni bu işe sevkeden sebeb ne?" diye sordu. O da, "Benim ailem onların yanında. Onlara bir zarar vere­cekler diye korktum ve kendi kendime, Allah ve Resulüne zarar vermeyen bir mektub yazsam" diye düşündüm" dedi. Ben kılıcıma sa­rılıp: "Yâ Resûlallah, boynunu vurayım şunun, bu adam kâfir oldu" dedim. Nebi (s.a.v.) de;

"Ne biliyorsun! Belki Allah Bedir'de harbe katılanlara bakıp, "dilediğinizi yapın ben sizi af ettim, buyurmuş olabilir" buyurdu. Bu hadîs hesen dereceli bir haberdir.[360]

İbni İshak'ın da buna benzer bir rivayeti vardır. Orada şu ilave var­dır. "Bunun üzerine:

"Benim düşmanımı ve sizin düşmanınızı dost edinmeyin..." ayeti indi. [361]

 

Efendimizin Yola Çıkışı

 

İbni îshâk -(Zührî-Ubeydullah b. Abdullah) isnadıyla Abdullah b. Abbas (r.a.)'dan şöyle dediğini anlatır: Sonra Resûlullah (s.a.v.) Mek­ke'nin fethine doğru yola çıktı ve Medine'ye, Ebû Rühm el-Gıfârîyi vali ta'yin etti. Ramazan ayının onuncu günü yola çıktı. Resûlullah'da beraberindekiler de oruç tuttu. Yolda Usfân ile Emeç arasındaki Kûdeyd denen yere geldiklerinde orucunu açtı. Ebû Rûh'mün adı. Külsûnı b. Husayn'dır.

Said b. Beşîr, Katâde'den naklediyor: Huzâa kabilesi kendi yurtla­rında Müslüman oldu. Resûlullah (s.a.v.) onların İslâmmı kabul etti. Onların İslâm'ını kendi yurtlarında yaşayıp -hicret etmeden- sürdür­melerini sağladı.

Saîd b. Abdi'lazîz ve diğerleri, Resûlullah (s.a.v.)'in Huzâa kabile­sini Hudeybiye sulhu esnasında kendi ahdine aldığım söylemekte-dir.[362]

Velîd b. Müslîm der ki: Bana, Amr b. Dinar'ı tahdis ederken-duy-duğunu söyleyen bir zat Amr'ın, İbni Ömer (r.a.)'tan şöyle dediğini nakleder: Huzâa kabilesi, Resûlullah (s.a.v.) ile dayanışına anlaşması yapmıştı. Nüfâse kabilesi ise Ebû Süfyan'la anlaşmalı idi. Nûfase'liler, Huzâa'ya saldırdı, Kureyş de onlara yardım etti. Resulü Ekrem Kureyş'e hemen harb ilan etmeyip onlara Damra'yı yolladı ve şu üç şeyden birisini seçmede serbest olduklarım bildirdi.

1- Yâ Huzâa'mn öldürülen adamlarının fidyesini vermeyi kabul e-decekler.

2- Veya Nufâse kabilesiyle olan yardımlaşma anlaşmasını boza­caklar.

3- Değilse aralarındaki anlaşma aynen kendilerine geri iade edile­cek. Kureyşliler; "aynen iade olsun" dediler. Nebi (s.a.v.) Kureyş'in üzerine yürümeye karar verince pişman oldular ve Ebû Sûfyan'ı "sulh anlaşmasını yenileme isteği11 için Medine'ye yolladılar.

İbnü Lehîa, Ebu'I Esved'in Urve'den şöyle dediğini anlatır: Ed-Deyl oğullarından Nüfâse boyu ile Kâb oğulları arasında savaş vardı. Kureyş ile Kinâne oğulları, Kâb oğullarına karşı Nüfâse'lilere yardım etti. Müdlic oğulları dışında hepsi anlaşmalarını bozup attı. Sâdece bu Müdlic'liler Resûlullah ile yaptıkları anlaşmada vefalı kaldılar.

-İbnü Lehîa, burada olayın gerisini ve Amr b. Sâlim'in yardım iste­yen şiirini nakleder. Sonra da devamla der ki: Nebi (s.a.v.):

"Eğer kendime yardım eder gibi Ka'b oğullarına da yardım etmezsem ben de yardım olunmayayım" buyurdu. O sırada bir bulut meydana geldi. Resûlullah (s.a.v.) ;

"İşte şu bulut! Kâ'b oğullarını zaferini yağdıracak, şimdi Ebû Sûfyan'ı bir görün hele! Zira o yakında anlaşmayı yenileyip sulh süresini uzatmaya gelecek" buyurdu. Gerçekten de Ebû Sûfyan gele­rek: "Yâ Muhammedi Akdi yenileyip süreyi de artır" dedi. Nebi (s.a.v.):

"Demek sen bunun için mi geldin? Demek buraya gelmeden önce bir olay oldu da öyle geldin!" buyurunca: "Allah korusun" de­di. Nebi (s.a.v.) de: "Biz hâlâ eski akdimiz ve sulhumuzu devam et­tiriyoruz" buyurdu.

Ravî bundan sonra onun Ebû Bekre, Ömer'e Osman'a ve Ali'ye ricaya gidişini naklederek söze devam eder:[363]

Ali (r.a.) Ona: "Yâ Ebû Sûfyan, sen Kureyş'in en büyüğüsün. Git insanların arasında himaye iste!" dedi. O, "doğru dedin. Ben öyleyim, deyip, "Dikkat edin, ben insanların arasında sizin himayenizde olduğumu ilan ediyorum." himaye edilmemin reddedilip hakarete uğraya­cağımı sanmıyorum diye bağırdı" O da, "Yâ Ebâ Hanzala! bunu sen böyle sanıyorsun? dedi.[364] Ebû Sûfyan oradan ayrılıp gitti. O giderken Nebi (s.a.v,):    "Allahim! Gözlerini ve kulaklarını kapa da beni göremesinler, ansızın varayım" diye dua etti.

Ebû Sûfyan Mekke'ye varıp kavmine durumu anlattı. Onlar bunu duyunca: "Sen, batıl, geçersiz bir akde razı oldun ve bize, bizim der­dimize derman olmayan birşey getirdin. "Ali seninle oynamış" dediler.

Resûlullah (s.a.v.) hazırlığı kuvvetlendirdi ve bunu gizli tuttu. Ebû Bekir (r.a.) kızı Âişe (r.a.)'nın yanına geldi. Resûlullah'ın sefer hazır­lıklarından bir kısmım görüp birşey anlayamayınca, "Resulü Ekrem nereye hazırlanıyor?" dedi. Hz. Aişe'de: Sende hazırlan, zira Resûlullah kavmini gazaya götürecek. Çünkü Ka'b oğullarına kızmış" dedi. O sıra Resûlullah içeri girdi. Hz. Aişe babasınım kendisine haber verdiği şeyleri, Peygamber ona anlatmadan önce ağzından kaçıracak diye korktu ve babasına gözüyle "sus" işareti yaptı. O da hiçbir şey söylemedi. Resûlullah (s.a.v.) Ebu Bekirle bir saat konuştuktan sonra;

"Hazırlandın mı yâ Ebû Bekir?" dedi. O, "ne için Yâ Resûlallah!" deyince;

"Kureyş'le savaşa, zira onlar anlaşmaya ihanet edip onu boz­dular. İnşâallah biz gazaya gideceğiz" buyurdu. Sonra insanlara se­fere gidilecek ilanını yaptırdı. Hatıb'da bunu Kureyşe mektupla yazdı... Ravi bundan sonra bu olayı anlatarak sözüne şöyle devam eder:

-Sonra Resûlullah (s.a.v.), Muhacir ve Ensar ile, Eşlem, Gıfar, Müzeyne, Cüheyne ve Benî Süleym kabilelerinden oluşan oniki bin kişilik bir toplulukla yola çıktı. Atları sürerek Merri-Zahrân denilen yere kadar geldiler.Kureyşin daha haberi yoktu. Hakîm b. Hizam ile Ebû Sûfyan'a: "Gidin de ya himaye edilmemizi kabul ettirin yahut harb

ilanı yapın!" diyerek tekrar Medine'ye yolladılar. Onlar yola düşmüş gelirken -Büdeyl b. Verkâ'ya rastladılar ve onunla sohbet ettiler. Büdyl de onlarla yola çıkıp ta Mekke civarındaki El-Erâk denen yere yatsı vakti geldiklerinde çadırları ve askerleri gördüler. Atların kişnemele­rini duyduklarında korktular. Ebû Sûfyan, "Bunlar Ka'b oğulları olsa gerek harb sebebiyle gece gidiyorlar" dedi. Büdeyl de, "bunlar Ka'b oğullarından fazla görünüyor. Onların toplamı buna ulaşamaz, yoksa Hevazin kabilesi bizim toprağımıza gelmiş olabilir ama sanmıyorum böylesi ancak hac için gelenler olabilir" dedi.

Resûîullah'ın (s.a.v.) süvarileri -gözcü ve kolculuk yapmaya gelen­leri yakalamak için- Önden gönderildi. Huzâalılar zaten yol olup kimseyi geçirtmiyorlardı.[365] Ebû Sûfyan ve arkadaşları, Müslümanların as­keri kampına geldikleri gece bu süvariler tarafından yakalanıp getiril­diler. Ömer onu görünce kalkıp boğazına sarıldı ise de oradakiler onu kucaklayıp götürdüler ki, Ebû Sûfyanı Peygamberin huzuruna götüre­ceklerdi. Nöbetçi onu Peygambere ulaştırabilmek için öldürülür kor­kusuyla bir yere hapsedip korudu.

Efendimizin amcası Abbas (r.a.) cahiliye devrinde onunla arkadaştı. Ebû Sûfyan olanca sesi ile bağırarak: "Abbas benimle bir müşavere etmeyecek mi?" dedi. Abbas gelip onu himaye etti ve Peygamberden Ebû Sûfyan'ın kendi eline teslimini istedi. Onu alıp gece karanlığında ashabın kampına götürerek, ordunun ne kadar kalabalık olduğunu gös­terdi. Ömer onun boğazına sarıldığında, Ona: "sen ölene kadar bir da­ha Peygamber'e yaklaşma!" demişti o, Abbastan yardım dilyerek, "ben ölmüş sayılırım!" dedi. Abbas da onu insanlardan korudu: Ebû Sûfyan ordunun sayısındaki çokluğu görünce, "ben bu geceki gibi hiçbir kav­min toplandığını görmedim!" dedi.

Abbas onu insanların elinden alınca: "Eğer sen Müslüman olup da Muhammed (s.a.v.)'ın Allah Resulü olduğuna şehadet etmezsen kesinlikle kendini ölmüş bil!" dedi. Ebû Sûfyan, Abbas'ın bu söylediğini söylemek istiyor ama dili bir türlü ona dönmüyordu. Böylece o gece Abbasla kaldı. Hakîm ve Büdeyl ise Resûlullah'm huzuruna gelerek Müslüman oldular. Resûlullah'da onlardan Mekke halkı hakkında bilgi almaya başladı.

Sabah ezanı okununca insanlar dağılmaya aşladı.[366] Ebû Sûfyan pa­niğe kapılarak, "Yâ Abbas! bunlar ne istiyorlar?" dedi. Abbas da, "On­lar namaza yapılan ezan da'vetini duyup, Peygamberin namaza gelişini görme sevincini yaşamak için böyle yapıyorlar" dedi. Ebû Sûfyan on­ların namaza gelişlerini, Peygamberin secde edince secde, rükû edince rükû edişlerini gördü de, "Yâ Abbas! Onlara bir şey emretmeye görsün hemen yapıyorlar!" dedi. Abbas (r.a.)da, "eğer onlara yeme ve içmeyi bile yasaklasa yine itaat ederlerdi." dedi. Ebû Sûfyan, "Yâ Abbas! Sen Muhammed'le topluluğun arasındayken bir konuşsan, O'nun katında beni bunlardan kurtaracak bir af yok mu acaba?" dedi. Abbas (r.a.)da Ebû Sûfyanı alıp Nebi (s.a.v.)'in yanma girdi ve: "Yâ Resûlallah! işte Ebû Sûfyan" dedi. Ebû Sûfyan söze başlayıp: "Yâ Muhammed! ben kendi ilahımdan yardım istedim, sende kendi ilahından istedin. Vallahi her karşılaşmamızda sen bana üstün geldin. Eğer benim ilahım hak, senin ilahın batıl olsaydı ben seni yenerdim, ben artık "Allah'dan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah Resulü olduğuna şahitlik edi­yorum" dedi.

Daha sonra Abbas (r.a.): "Yâ Resûlallah! Ben şimdi senin bana, se­nin kavmin olan Kureyşe gitmeme, onları cehennem azabı ile ikaz e-dip Allah ve Resulüne da'vet etmeye izin vermeni arzuluyorum." dedi. Abbas'a izin verildi. Abbas izni alınca: "Yâ Resûlallah! Ben şimdi on­lara nasıl konuşayım? Onların tatmin olabileceği bir güven şeklini ba­na açıkla" ricasında bulundu. Resûlullah (s.a.v.)de ;

"Sen onlara; (kim Lâ İlahe İllallahü Vahdehû Lâ Şerikeleh, der ve Muhammed'in Allah Resulü olduğuna şehadet eder ve elini silahdan çekerse, o emniyettedir. Kim Kâ'benin yanına gider ve si­lahını bırakıp oturursa o emniyettedir. Kim evine girip kapısını örterse o emniyettedir) diyeceksin." Abbas, "Yâ Resûlallah! Ebû Sûfyan bizim -amca oğlumuzdur.[367] Ben ona ma'rufü öğrettim" de­yince Efendimiz (s.a.v.):

"Kim Ebû Sûfyan'm evine girerse emniyet altındadır!" buyurdu. Ebû Sûfyan'm evi Mekke'nin en yüksek yerindeydi. Efendimiz de­vamla; "Hakîm b. Hızâm'ın evine giren güvencededir" buyurdu. Hakîm'in evi Mekke'nin aşağısındaydı.

Peygamber (s.a.v.), Abbas'ı Dıhyetü'l Kelebî'nin kendisine hediye ettiği beyaz katıra bindirdi. Abbas, Ebû Sûfyanı terekesine alarak yola çıktı. Az sonra Resûlullah (s.a.v.) Onun izi sıra birkaç kişiyi gönderip onlara: "Abbas'ı bana geri getirin!" diyerek onlara Abbas için korktuğu sebebi anlattı. Elçi Abbas'a yetişti ve geri getirdi. Abbas da: "Yâ Resûlallah! Ebû Sûfyan'm insanların azlığını görerek İslâm'dan geri döneceğinden mi korkuyorsun?" diyerek geri dönmek istemedi. Nebi (s.a.v.) Ona; "sen onu yine de sıkı tut" buyurunca Abbas, Ebû Sûfyanı hapsetti.

Ebû Sûfyan durumu görünce, "Ey Haşim oğullan, bu ahde ihanet değil mi?" deyince Abbas, "biz ihanet edenler değiliz. Lâkin benim senden görülecek bir ihtiyacım var" dedi. O da, "o neymiş?, söyle de onu gidereyim" deyince Abbas (r.a.): "O ihtiyaç, ancak Halid b. Velîd le, Zübeyr b. Avvam sana geldiklerinde görülebilir." dedi.

Abbas (r.a.) el-Erak dışındaki geçitte durdu. Ebû Sûfyan onun söz­lerini gayet iyi Öğrendi. Sonra Nebi (s.a.v.) süvari guruplarını peşpeşe gönderdi. Süvarileri ikiye ayırıp Zübeyr'i (r.a) büyük bir süvari gurubu başında Mekke'ye yolladı.

Ebû Sûfyan'm durduğu yere geldiklerinde, Abbas'a "bu kim?" diye sordu. O da, "Zübeyr!" dedi. Zübeyr'in ardından Eşlem, Gıfâr ve Huzâ'a kabilelerinden oluşan bir ordu ile Halid b. Velîd oraya geldi. Ebû Sûfyan: "Yâ Abbâs! Şu herhalde Resûlullah'tır" dedi. Abbas, "ha­yır, ama Halid b. Velîd'dir" dedi.

Resûlullah (s.a.v.) kendi ön tarafında, Ensar'dan gönüllü bir askeri kıtanın başında Sa'd b. Ubâde'yi yola çıkarıp:

Bugün savaş günüdür, Bugün -Mekke'nin- haramlığı (hürmeti) helal olmuştur." buyuruyordu. Sonra da Muhacir ve Ensardan oluşan iman Kıt'ası içine dahil oldu.

Ebû Sûfyan oradan geçenlere bakıp tanımadığı bir sürü yüz gö­rünce: "Yâ Resûlallah! Şu gördüğüm yüzleri sen kavmine tercih mi et­tin?" deyince Nebi (s.a.v.):

"O dediğini sen ve kavmin öyle yaptı. Siz beni yalanladığınızda bunlar tasdik ettiler, siz beni geri atmaya uğraşırken onlar bana yardım etti" demişti.

O gün el-Akrar b.Habis, Abbas b. Mirdâs ve Uyeyne b. Bedr, Nebi (s.a.v.) ile beraberdi. Onları Peygamberin etrafında görünce, "bunlar kim yâ Abbâs?" dedi. O da: "bunlar Nebi (s.a.v.)'in bölüğü, bununla beraber olan "kızıl ölüm"dür, şunlarda Muhacirlerle Ensar'dır" dedi. O da "Geç ya Abbâs! Bugünkü gibi ne ordu ne de cemaat gördüm!" dedi.

Zübeyr yanındaki bölüğü getirip Mekke'deki el-Hacûn denen dağda durduğunda, Halit b. Velîd de harekete geçip Mekke'nin aşağı tarafın­dan girdi. Kendisine Bekr oğullan karşı gelip çarpıştılar ve onları boz­guna uğrattı. Onlardan takriben yirmi kadar adamı öldürdü. Sadece Hüseyl kabilesinden üç ya da dört kişi Öldürüldü, Onlarda yenildi. Sonra Müslümanlar (bugün Haremi şerifte kalan Hazvera da çarpıştı-

lar. Hatta evlere girdiler. Onlardan bir kısmı Hardemedeki dağın tepe­sine kaçtı da Müslümanlar onları kılıçlarıyla takib etti.

Resûhülah (s.a.v.) oraya en son giren grubla beraber girdi. O esnada dellal: "Kim evine girip kapısını örter ve elini silahtan çekerse o emniyet altındadır" diye ilan etti. Nebi (s.a.v.) Mekke'de adeten zî Tuva'da konakladı.

Yanındakilere: "Hassan nasıl demişti! "diye sorunca ashabından biri hemen Hassan b. Sabit'in ;

Ben kızağımı yitirdim, her ne kadar onu görmeseler de o şimdi "cennetül muallanm yanındaki Peygamberimizin Mekke'ye girdiği Kedâ tepesinin yamaçlarında tozu dumana katmaktadır." diyen şiirini okudu.

Nebi (s.a.v.) emrini verdi ve süvariler atlarını Hassân'ın dediği yer­den Mekke'ye soktular. Bir kısmı da Mekke'nin alt tarafı olan Zî Tuvâ'dan katıldı. Bekr oğullarıyla çok şiddetli bir çarpışma oldu. Gün­düzün belirli bir saatinde Allah, Peygamberine Mekke'nin hürmetini kaldırdı ki bu ;   

Hayır! Şu beldeye yemin ederim! Sen bu beldede -şu anda- hıll (hürmetine ihlal müsadesi verilmiş) durumdasın"[368] (Beled sûresi -2) ayetiyle izah edilen hürmetin kalkışıdır. Bunun üzerine de Resûlullah (s.a.v.) bir hadisinde:

"Buranın yasakları benden önce ve benden sonra hiç kimseye helal kılınmış değildir. Benim içinde -fetih günündeki- gündüzün verilen bir saat dışında yine helal edilmiş değildir." buyurur.[369]

Ebû Sûfyan Mekke'de: "İslâm'a girin ki kurullasınız!" diye bağırdı. Böylece Allah, Mekke'lileri Abbas (r.a.)'ın sayesinde kurtarmış oldu.

Ebû Sûfyan'm bu ilanını duyan karısı Hind koşarak geldi ve Ebû Sûfyan'ın sakalım tutup, "Ey Galiboğulları şu ahmak bunak yaşlıyı öl­dürün!" diy bağırdı. Ebû Sûfyan'da "sakalımı bırak! Vallahi eğer sen de Müslüman olmazsan kesinlikle senin de boynun vurulacaktır. Ya­zıklar olsun sana. Bize hakkı getirmiştir, evine gir de çeneni kapa" de­di.

Resûlullah (s.a.v.) Kabe'ye girerek bineği üzerinde Beytullah'ı yedi kere tavaf etti.[370]

Resûlullah Mekke'ye girince Safvânb. Ümmeye 'Denize doğru (Ciddeye) giderken, Ebû Cehl'in oğlu İkrime de Yemene doğru kaçtı. Unıeyr b. Vehb Resululah (s.a.v.)'e geldi ve "Yâ Nebiyallah! Safvan korkudan kaçtı, ona eman verseniz. Ben onun kendi sini-denize atarak-helak edeceğinden korkuyorum. Sen, esmere de kırmızıya da (İranlıya ve Bizanslıya) eman vermiş bir zatsın, bana Onu affettiğine dair bir belge verip ona yollasan!" dedi.

Resûlullah da; "haydi ona yetiş, O artık güvence altındadır" bu­yurdu. Umeyr ardından gidip ona yetişti "Peygamber sana can güven­cesi verdi" diyerek geri gelmeye da'vet etti. Safvan'da, "Vallahi senin yanında affıma dair benim tanıyabileceğim bir alamet olmadan sana güvenemem" dedi. Umeyr geri gelip durumu anlattı. Resûlullah (s.a.v.) ona Mekke'ye girdiğinde başına sardığı çizgili Bürdesini verdi. Umeyr varıp onu geri getirdi. SafVân: "Yâ Resûlallah! Sen şu adamın dediği can güvenliğimi verdin mi?" deyince "Evet" buyurdu. Safvan o zaman, "düşünebilmem için bana bir ay süre versen" deyince, Peygamberimiz de: "Sana iki ay müsade! umulur ki, Allah sana hidayet verir" buyurdu.[371]

Haris b. Hişam kızı Ümmû Hakîm o vakit Müslüman olup, İkrime b. Ebî Cehl'in hanımıydı. Kocasını aramak üzere Resûlullah'tan izin is­tedi. Efendimizde ona hem arama izni hem de İkrime'ye can güvenliği sözü verdi. Ümmü Hakîm Romalı kölesi ile yola çıktı. Yolda köle ka­dına tecavüz için çok uğraştı. Kadın onu ümitlendirerek, kendine ya­kınlık vadederek, Yemen'deki Akk kabilesinden bir guruba kadar geldi ve bu köleden kurtarılması için onlardan yardım istedi. Onlar da köleyi yakalahp bağladılar. Kocasına Tihame bölgesinin bir limanında tam gemiye binmişken yetişti.

İkrime gemiye binince, Lât ve Uzza adına sesini yükseltti. Gemide bulunanlar da, "Burada Allah'a tek olarak ihlasla dua dışında hiçbir şe­yin adıyla dua yapılması caiz olmaz." dediler. İkrime de: "Eğer de­nizde Allah'tan başkasına dua edilmezse o kesinlikle karada da tek ba­şına dua edilen zatdır. Allah'a yemin ederim ki, ben Muhammed'in ya­nına döneceğim" diyerek hanımiyla beraber Mekke'ye geri geldi. Re­sulü Ekrem'in yanma girip biat etti. Resûlullah'da biatim kabul etti.

(İbni İshâk'ın da anlattığı gibi) Halid b. Velîd'in müfrezesi karşı koymak   isteyenleri   bozguna   uğrattığında)[372]   Hüzeyl   kabilesine  mensub birisi (olan Himas kaçıp) evine girdi (ve karısına kapıyı ört dedi.) Karısı da ("daha önce dediklerin nerede kaldı ya!") diyerek o-nun kaçışını ayıplayıp, horladı. Bunun üzerine Himâs:

-  Sen bizi Handeme gününde, Savfa'mn ve îkrimeriin firar ettiği günde bir görseydin.

- Ebû Yezîd (Süheyl b. AmrJ'in sütun gibi (veya kocası ölen çocuklu kan gibi şaşkın olarak) dikile kaldığı ve Müslüman kılıçların onları karşıladığı günü bir görseydin.

-  Kolları ve başları kesip atıyor, artık ğumğume (anlaşılmaz hı­rıltıdan başka ses de duyulmuyor.

-  Onların arkamızda sadece göğüs hırlaması ve iniltileri kaldı. Ar­tık sen ayıplama hususunda en ufak bir kelime dahi söyleme![373]

Nebi (s.a.v.)'in Mekke-i Mükerreme'ye girişleri Ramazan ayında olmuştu. Söylendiğine göre Nebi (s.a.v.) Safvândan yüz tane zırh ve edevatını ödünç almıştı. O silahı en çok olan kimseydi.

Nebi (s.a.v.) Mekke'de on küsur gün kaldı.[374]

İbni İshâk anlatıyor: Nebi (s.a.v.) on bin kişilik bir topluluk içinde ilerleyip Merri Zahrân'a kadar gelip konakladı. Süleym kabilesini yediyüze tamamladı. Bazıları Süleynı'inde, Müzeyne'ninde bine ta­mamlandığım söyler. Muhacir ve Ensardan bu seferde geri kalan kim­se olmadı.

Abbas (r.a.) Mekke'den Medine'ye hicrete giderken yolda Resûlullah'a rastlamıştı. Abdulmelik İbni Hişâm ise bu karşılaşma ye­rinin Cuhfe olduğunu, ailesiyle beraber hicret ettiğini, daha önce Mek­ke'de haremin suculuk işini üstlenerek Mekke'de kaldığını ve Peygam­berin ondan razı olduğunu Zührî'den nakleder.[375]

İbni İshâk anlatıyor: Ebû Sûfyan b. el-Hâris b. Abdi'l Muttalib ile Abdullah b. Ebî Ümeyye b. el-Muğira Nîyk'ü'l Ukâb denen yerde, Ne­bi (s.a.v.)'e rastlamışlardı. Burası Mekke ile Medine arasında bir yer­dir. Hemen Efendimizin huzuruna çıkmak için bir aracı aradılar.

Ümmü Seleme validemiz onlar adına Resulü Ekrem'le konuştu ve: "Yâ Resûlallah! Birisi Amcanın çocuğu öbürü de halanın oğlu ve da-madınızdır" diye ricada bulundu. Efendimiz (s.a.v.):

"Benim onlara hiçbir ihtiyacım yok! Amcamın oğlu dediğin benim ırzımı parçaladı. Halamoğhı da bana Mekke'de demedik şey bırakmayan kişidir." buyurdu. Nebi (s.a.v.)'in bu sözü Ebû Sûfyan'a ulaşınca, "Vallahi ya bana huzuruna girmeye izin verecek ya da şu çocuğumun elinden tutup alıp başımızı açlık ve susuzluktan öle­ne kadar yeryüzünde yürüyeceğiz" diye yanındaki oğluna işaret etti.

Ebû Sûfyan'm bu sözü Peygamber'e ulaşınca onlara acıdı ve izin verdi. Onlarda Huzûr-u Risâlete girip Müslüman oldular. İşte o zaman Ebû Sûfyan şu şiiri okudu:

1- Ömrüne yemin olsun, ben Lat putunun süvarileri Muhammed'in süvarilerini yenmesi için bayrak taşıdığım gün.....

2- Gecesi kapkara olup da şaşkın şekilde gece yolculuğu yapan kimse gibi idim. İşte bana yol gösterilip hidayete erdiğim andaki ha­limde bu.

3- Beni doğruya kendimden başka biri ulaştırdı. Beni Allah'a ken­disini en uzak yerlere uzaklaştırdığım zat ulaştırdı.

4- Muhammed'den uğraşa uğraşa ben insanları men edip kendimi de uzaklaştınyorken, her ne kadar Ona intisab etmemiş bile olsam. Muhammed tarafından da'vet edildim.

Dediklerine göre Ebû Sûfyan Peygamber'e bu şiirin, "Beni Allah'a kendini uzaklara attığım zat ulaştırdı" bölümünü söyleyince Nebi

 (s.a.v.) Onun göksüne bir yumruk vurup: "Beni uzaklara atan sen­din" buyurdu.[376]

Saîd b. Abdilazîz, Atıyye b. Kays aracılığıyla Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'tan: "Mekke fethi gazasına ramazan ayının ikinci gününde oruçlu iken yola çıktık. El-Kedîd denen yere geldiğimizde Resûlullah orucu­muzu açmamızı emir verdi." dediğini anlatır.[377]

Zührî, Ubeydullah yolu ile İbni Abbas (r.a.)'tan naklediyor: "Resûlullah (s.a.v.) Mekke fethine çıkarken oruçlu idi. El-Kedîd denen yere varınca orucunu açtı insanlarda açtılar" Hadisi Buharî naklediyor.[378]

Ezvaî derki: Bana Yahya b. Ebî Kesir Ebû Seleme'nin şöyle dedi­ğini anlatıyor: Ebû Bekir'le Ömer (r.a.)'lar, Merri Zahran'da Peygam­berin huzuruna girdiler. Peygamber (s.a.v.) yemek yiyordu. Yemeğe buyurun deyince, ikisi birden "biz oruçluyuz!" dediler. Peygamber (s.a.v.) de:

"Haydi şu iki dostumuza yemek yapın dostlarınıza yemek gö­türün haydi ikiniz de yiyin yiyin!" buyurdu. Bu haber "Mürsel" bir isnaddır. (Zira Ebû Seleme sahabe değildir.) Buradaki Efendimizin "yiyin" demesi "Oruçlu olmanıza rağmen yiyin" takdirindedir.[379]

Ma'mer b. Raşid der ki: Ben Zührî'yi, "bana Ubeydullah, İbni Abbas (r.a.)'tan şöyle anlattı" derken işittim: Nebi (s.a.v.), Ramazan ayında beraberinde onbin kişilik bir kuvvetle yola çıktı. Bu olay Onun Medine'ye hicret edişinin sekiz buçuk yılın geçtikten sonra olmuştu. Beraberindeki Müslümanlarla Mekke'ye doğru hem kendi, hem de ar­kadaşları oruçlu olarak hareket edip Kedîd mıntıkasına kadar geldi.

Kedîd, Usfan ile Kudeyd arasında bir yerdir. Orada hem kendisi oru­cunu bozdu hem de ashabı oruçlarını bozdular.

Zührî hadisi anlattıktan sonra der ki: Seferde oruç tutmamak, hem tutulup hemde tutulmama tatbikatında görülen- iki ayrı tatbikatın so­nuncusudur. Bu Resûlullah'm tatbik ettiği iki ayrı şeklin ikincisinin yani en son yaptığının esas alınması şeklinde gerçekleşir.

Zühri yine der ki: "Resûlullah (s.a.v.) Ramazanın onüçüncü günü Mekke'ye ulaştı." Bu hadisi Buharî ile Zührî'nin sözü almadan Müs­lim'den naklettikleri gibi[380] Yunus b. Bükeyr'de Zührî'den aynı "sekiz buçuk" diyerek hareket yılının tarihini vererek nakletmektedir.[381]

Abdullah b. İdrİs-Eş-Şafıî- İbni İshâk'tan İbni Şihâb-ı Zührî, Muhammed b. Ali b. El-Huseyn, amr b. Şuayb, Asım b. Amr b. Katâde (Abdullah b. Ebî Beler) ve diğerlerinden: "Mekke Fethi Rama­zanın bitimine on gün kala gerçekleşmiştir." dediklerini nakleder.[382]

Vakîdi anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.) Ramazan ayının onuncu çar­şamba günü ikindiden sonra yola çıktı. (Medine'den yedi mil uzaktaki) Es-Sulsul'a varana kadar kararını gevşetmedi. Müslümanlar atları ye­deklerine alıp develerine binerek hareket ettiler. Sayıları on bin idi.[383]

Urve ile Musa b. Ukbe ise: Nebi (s.a.v.)'in oniki bin kişi ile yola çıktığını söyler.[384]

Abdullah b. İdrîs, Muhammed b. ishak-Zührî-Ubeydullah b. Ab­dullah b. Ulbe isnadıyla Abdullah b. Abbas (r.a.)'tan naklediyor: Fetih yılında Abbas (r.a.) Ebû Sûfyanı getirdi, O da Merri Zahran denen yerde Müslüman oldu. Abbas: "Yâ Resûlallah! Ebû Sûfyan iftihar et-

ısımeyi sever. Ona iftihar edeceği birşey yapıversen" deyince, Nebi (s.a.v.) "evet olur" deyip:

"Ebû Sûfyan'ın evine giren kurtulmuştur, Evine girip kapısını örten kurtulmuştur." buyurdu.[385]

Bu hususta Sika olan bir âlim îbnı ishak'dan aynı isnadla şu ilave bilgiyi aktarıyor: Ebû Sûfyan bu sözü duyunca, "Benim evim almaz ki!" dedi. Nebi (s.a.v.):

"Kim Kabe'nin içine girerse o kurtulmuştur!" buyurdu. Ebû Sûfyan, "Kabe kaç kişi alacak ki?" deyince Resulü Ekrem:

"Kim evinin kapısını örtüp, içeri girerse kurtulmuştur" bu­yurdu. Ebû Sûfyan da: "İşte bu hepsini alır!" dedi.[386]

Hammâd b. Zeyd, Eyyûb es-Sahtiyani yoluyla İkrime'den[387] şöyle nakleder: Resûlullah (s.a.v.) Merri-Zahrân'a konakladığında, (kendisi ile beraber Medine'den gelmiş bulunan)[388] Abbas: "Kureyşliler beri gelin!. Vallahi eğer Resûlullah oraya hücum ederek girer ve silah zo­ruyla Meldke'yi -ele geçirirse, bu Kureyşlilerin dünyanın sonuna kadar mahvolması demektir." deyip, Resûlullah'm beyaz katırına bindi ve "Erâk'a doğru gideyim, belki bir oduncu, veya sütçü ya da Mekke'ye giden birini bulup Resûlullah'm bulunduğu yeri Kureyş'e bildirsem de gelip Peygamberden can güvenliği isteseler." diye düşündü.

Abbas der ki: Böylece yola çıktım. Vallahi Erâk'ta dolaşıp duruyor­dum ki, Ebû Sûfyan, Hakim b. Hizam ve Büdyl b. Verkâ'nın sesini işittim. Meğer bunlarda Resûlullah (s.a.v.)'in ne yaptığı hakkında haber araştırması yapmaya gelmiş. Ben Ebû Sûfyan'ın sesini, "ben bu günkü gibi ateş yandığını asla görmedim" derken duydum. Büdeyl de, "Bu Huzâalıların ateşi, herhalde harp için toplanmışlar." dedi. Ebû Sûfyan, "Huzâa'lılar bundan daha az ve daha önemsizdir" dedi. Ben sesini tammıştım; "Ebû Hanzale!" diye seslendim. "Ebû'l Fazl!" dedi. Ben de, "evet o" dedim. "Lebbeyk, anam babam sana feda olsun!" dedi. Ben, "haydi şu katırın terekesine bin de sana Peygamberden güven isteye­yim. Çünkü eğer seni eline geçirirse vallahi boynunu vuracak!" dedim. Hemen arkama bindi, arkadaşları da geri döndü. Ben de onu Resûlullah'ın yanına doğru götürdüm.

Ne zaman Müslümanların yaktıkları ateşlerden birinin yanından geçsem bize bakıp, "Resûlullah'ın amcası, Resûlullah'ın katırına bin­miş" deyip oturuyorlardı. Nihayet Ömer (r.a.)'m yaktığı ateşin yanın­dan geçerken, bize bakıp arkamda onu gördü ve "işte bu Ebû Sûfyan'dır. Seni Allah düşmanı, Elhamdülillah! O Allah ki, ne akit ne anlaşma olmadan seni ele geçirme imkânım bana verdi." deyip Pey­gamberin yanına doğru fırlayıp koştu. Ben de katırı koşturup onların kapısını göğüsledim. Ağır hayvanın, ağır canlı insanı geçişi gibi Ömeri geçmiştim.

Ömer arkamdan gelip çadıra girdi ve: "Yâ Resûlallah! İşte Allah düşmanı, Ebû Sûfyan! hiçbir akit ve anlaşma olmadan Allah onu ele geçirme imkânını verdi. Müsade et de boynunu vurayım!" dedi. Ben de, "Yâ Resûlallah! ben ona can güvenliği sözü verdim." diyerek Re­sulü Ekrem'in yanma oturdum, başına elimi koyup: "Vallahi dün gece onunla benim dışımda kimse sırları konuşmadı." dedim.

Ömer sözü çoğaltınca, "Yavaş yâ Ömer, vallahi sen bu sözleri sırf bu adam Abdimenafoğullarmdan biri olduğu için söylüyorsun, eğer Adiy b. Ka'b oğullarından -yani senin ailenden biri- olsaydı bu sözleri söylemezdin" dedim. Ömer (r.a.)'ta, "ağır ol yâ Abbâs! vallahi senin İslâm'a girdiğin o gün varya, -eğer girmiş olabilseydi babam- Hattâb'ın İslâm oluşuna sevineceğimden fazla sevinmiştim. Bunun sebebi de sa­dece; senin İslâm'a girişinin Resûlullah (s.a.v.) için -babam Hattâb'ın İslâm'a girişinden, tabi nasibi olsaydı- daha sevindirici oluşundandır." dedi. Resûlullah (s.a.v.) bunun üzerine:

"Haydi onu götür, biz ona güvence verdik. Yalnız yarın onu bana getireceksin!" buyurdu. Abbas da onu çadırına götürdü.

Sabahleyin onu alıp Peygamber'e getirdi. Resûlullah onu görünce: "Yazık sana ey Ebû Sûfyan, hâlâ "Lâ ilahe illallah" kelimesinin hakikatim bilme vaktin gelmedi mi?" buyurdu. Ebû Sûfyan: "Anam babam feda olsun, sen ne ikramlı, ne kadar akrabaya bağlı birisin Val­lahi biliyorum ki, Allah'la beraber bir de başka ortağı olsaydı benim bir takım ihtiyaçlarımı giderirdi." dedi. Nebi (s.a.v.:

"Yazık sana Ey Ebû Sûfyan! Benim de Allah'ın Resulü oldu­ğumu bilmenin vakti daha gelmedi mi?" buyurunca, O: "Anam ba­bam feda olsun. Sen ne akraba bağlısı, ne kadar cömertsin. Ama bu Peygamberlik konusunda gönlümde bir şüphe var" dedi. Bunun üze­rine ben: "Yazıklar olasıca, çabuk davranda boynun vurulmadan önce hakiki şehadetleri getirsene," deyince, O şehadet kelimelerini söyledi. O şehadet getirdiğinde Peygamber (s.a.v.)de:

"Yâ Abbâs! bunu götür, vadinin daraldığı yerdeki dağın geçi­dinde onu alakoy da, Allah ordusunun önünden geçişini bir sey­retsin." buyurdu.

Ben, "Yâ Resûlallah! Ebû Sûfyan böbürlenmeyi seven bir kimsedir. Ona kavminiz Kureyş arasında iftihar edebileceği birşey yapıverseniz" dedim. Efendimiz;

"Evet, kim Ebû Sûfyan'ın evine girmişse güvenlik altındadır. Kim mescide girerse güvence altındadır. Kim kapısını örterse gü­vence altındadır." buyurdu.

Ben Ebû Sûfyanı alıp, vadinin daraldığı dağ geçidinde durdum. Ka­bileler sıra sıra önünden geçtikçe, "bunlar kim Yâ Abbâs! diyor, bende "Süleym kabilesi" diyorum, O da, "Süleym'den bana ne!" diyordu. Bir kabile daha geçince "ya bunlar kim?" diyor "eşlem" diyorum, "bana Eşlem ne gerek!" diyor. Cüheyne kabilesi geçerken de aynı şeyleri sordu. Nihayet Ensar ve Muhacirlerden oluşan- zırh ve donanımdan dolayı- yemyeşil bir alay içerisinde Resûlullah (s.a.v.) geldi. Onların

zırhtan sadece gözlerinin kara renkleri görülebiliyordu. Ebû Sûfyan, "Yâ Ebe'1-Fazl bunlar kim?" dedi. Ben de, "İşte bu Ensar ve Muhacir­ler arasındaki Resûlullah'tır "dedim. O da "Yâ Ebe'1-Fazl! Gerçekten yeğeninin krallığı çok azametli olmuş!" dedi. Ben de, "Yazıklar olsun sana, O kırallık değil, Peygamberliktir!" deyince "öyleyse daha güzel ya" dedi.

Ben, "sen şimdi artık Kureyş'e git ve onları ikaz edip sakındır." de­dim. O da çabucak hareket edip Mekke'ye geldi. Mescitte, olan sesini koyuverip: "Ey Kureyş topluluğu! işte Muhammed sizin asla kurtulamıyacağımz bir güçle geldi." diye bağırdı. Onlar, "ne oluyor?" dediler. O, "kim benim evime girerse güvenlik altındadır." dedi. Onlar, "Senin evin ne ola, bizi alamaz ki!" deyince Ebû Sûfyan, "Mescide gi­ren güvence altındadır. Kapısını üzerine kapatan güvence altındadır" diye ilan etti.

İşte İbni İshâk bu haberi bu lafizlarla Abdullah b. Ubeydullah b. Abbas-İkrime-İbni Abbas isnadıyla "Mevsul" bir isnadla verir. Eyyub'u Sahtiyanı ise onu "Ikrime'de bırakarak Mürsel olarak rivayet eder. Abdullah b. Idris'te Ibnü Ishak-Zührî Ubeydullah-Ibni Abbas is­nadıyla aynı anlamda "Mevsul" olarak verir.[389]

Urve, Nâfı b. Cübeyr b. Mut'ım'den naklediyor: Ben Abbas (r.a.)'ı Zübeyr (r.a.)'a şöyle derken duydum: "Yâ Ebû Abdillah! Resûlullah (s.a.v.) sana bayrağı şuraya dikmeni emretmişti. Halid b. Velîd'e de Mekke'ye Kedâ'dan girmesini emretmişlerdir. Nebi (s.a.v.) ise kendisi oraya Küdey'den girmişti. O gün Halîd'in süvarilerinden iki kişi öldü­rüldü:

1- Hubeyş b. el-Eşâr

2- Küre b. Câbir el-Fihrî.[390]

Zühri ve diğerlerinin dediklerine göre; Allah (c.c), Nebi (s.a.v.)'in bu hareketini Merri Zahran'a gelene kadar Mekke halkından gizlemiştir. Musa b. Ukbe'nin "Meğazî" adlı eserinde geçtiğine göre; Nebi (s.a.v.) fetih günü Halid b.Velîd'e:

" Ne için savaştın, halbuki ben seni çarpışmaktan men etmiş­tim" buyurunca, "çarpışmayı onlar başlattılar, bize silah çekip üzeri­mize ok yağdırdılar. Gücümün yettiği kadar elimi silahtan çekmeye çalıştım" dedi. Nebi (s.a.v.)de:

"Allah'ın hükmü hayırdır" buyurdu. Söylendiğine göre o gün Ebu Bekir (r.a.): "Yâ Resûlallah ben rüyamda ikimizi Mekey'e yakla-şıyorken gördüm, önünüze bir köpek hırlayarak çıktı. Biz ona yakla­şınca sırt arkası geri döndü, baktıkki, sütü akıyordu" dedi. Nebi (s.a.v)

"Köpekleri kaçtı, sütleri bize kaldı. Onlar sizden merhamet di­lenecekler. Siz onlardan bazılarına rastlayacaksınız. Eğer Ebû Sûfyana rastlarsanız öldürmeyin" buyurarak rüyayı hayra yordu. Gerçekten de Merri Zahran'da Ebû Sûfyan ve Hakim'e rastladılar.

Efendimizin Mekke'ye gidişini Hassan (r.a.) şu şiirde dile getirdi:

-Ben kızcağızımı kaybettim, olan buradan görmüyorsunuz ama şimdi onlar (Mekke'deki) Keda tepesinin omuzlarında tozu dumana katıyorlar.

-Yularlarını çekerek uğraşıyorlar,  kadın örtüleriyle yanaklarına tozları silkiyorlar.[391]

-Eğer bizden yüzçevirdiyseniz bizde Hudeybiye'deki örmemizi yap­tık, perde aradan kalkınca Fetih -olduğu- ortaya çıktı.

-Yoksa kılıçla savaşılacak günü bekleyin ki, o gün Allah dilediğine izzet ve şeref verecektir.

-Cebrail hem Allah'ın elçisi hem de bir benzeri olmayan Ruhul Kudüs olarak aramızda.

-Demek sen Muhammed'i hicvediyorsun, işte ben onun adına cevap veriyorum. Bunun mükafatı Allah katındadır.

Sizden biri Allah Resulünü ha hicvetmiş, ha övüp yardım etmiş, hepsi birdir.

-Dilim kusursuz bir kılıç, denizim de asla kovaların kirletemeyeceği bir ummandır.

Anlattıklarına göre Resûlullah (s.a.v.), Mekke fethi esnasında ka­dınların yüz örtüleri ile atların yanaklarındaki tozu çırptıklarını gö­rünce, Ebû Bekr'e bakarak (Hassan'm şiirini hatırlayıp) tebessüm et­mişti. Buradaki "Latame" kelimesi yüze örtmek anlamında gelir.[392]

El-Leys anlatıyor: Bana Halid b. Yezîd, Saîd b. Ebî Hilâl -Umara b. Gazyye - Muhammed b. ibrahim - Ebû Seleme isnadıyla -Hz. Âişe'nin şöyle dediğini anlattı: Nebi (s.a.v.);

"Siz de Kureyş'i (şiirle) hicvedin. Zira onları şiirle hicvetmek onlara ok atmaktan daha tesirlidir" buyurup, Abdullah b. Ravaha'ya haber saldı, geldiğinde ona, "Onları hicvet!" buyurdu. İbnü Ravaha onları hicvetti ise de, bu Resûlullah (s.a.v.)'i pek tatmin etmedi, ve Ka'b b.Mâlik'e de haber saldı. Ardından Hassan b. Sâbit'e haber saldı. Hassan b. Sabit huzuruna girince:

"İşte şu kuyruğu ile-dili Be- darbe indiren Aslana bu işi havale etme zamanı geldi" deyip, dilini dudaklarından çıkararak, dilini -aslanın kuyruk vuruşunu tarif eder gibi- sallamaya başladı, sonra da: "seni hak ile gönderen zata yemin olsun ki, dilimle onları deri doğrar gibi doğra-yacağım" dedi. Resûlullah (s.a.v.) de:

"Acele etme, çünkü Kureyş'in soylarını en iyi bilen Ebû Be­kir'dir. Benim de soyum onların içinden geliyor. Ebû Bekir benim soyumu iyice ayırıncaya kadar bir sabret" buyurdu. Hassan b. Sabit Ebû Bekr (r.a.)'a gelip öğrendi ve geri dönerek, "Yâ Resûlallah! Ebû Bekir bana senin nesebini hulasa ediverdi. Seni Hak ile gönderene yemin ederim ki, seni onların içinden hamurdan kıl çeker gibi bulaş­tırmadan çekip çıkaracağım" dedi.

Âişe (r.a.) der ki: Ben Resûlullah (s.a.v.)'i Hasan'a:

"Sen Allah ve Resulünü müdafa ettiğin sürece Ruhu'l Kudüs'te seni desteklemeye devam edecktir" buyururken işittim. Yine Resulü Ekrem'i ;"Hassan onları hicvetti hem (müminlere) şifa verdi, hemde kendi şifasına erdi" buyururken işittim. Hassan şu şiirleri okumuştu:

"Sen Muhammedi hicvettin, ben onun adına cevap verdim. Bunun Allah katında sevabı vardır.

"Sen hayrı sonsuz (bî günah) hep hayra yönelik Muhammed'i ah­lâkı vefa olan zatı hicvediyorsun.

"Babam, babası ve ırzım, Muhammenin ırzım size karşı koruya­caktı.

"Kızımı yitirdim. Eğer onu görmüyorlarsa da, o şimdi Keda tepesi­nin etrafında toz dağıtıyor.

"Atlarımız birbiriyle yarış eder, -kadılar- onların tozunu örtüleriyle alırlar.

"Siz bizden yüz çevirseniz de biz ömre yaptık, o bize fetih oldu da örtüler açıldı.

"Yoksa, Allah'ın dilediği kimseye izzet vereceği günün savaşına sabredin.

"Allah, "ben bir ordu hazırladım. Onlar da maksatları çarpışmak olan Ensar'dır" buyurdu.

"Her gün Adnan oğullarından söğmeye, döğmeye ya da eğlenip a-laya almaya rastlanıyor.

"Sizden her kim Resûlullahı hicvetse, methetse ya da yardım etse hep aynıdır.

"Allah'ın elçisi ve Ruhü'l Kudüs olan Cebrail ise bizim aramızda olup ona karşı koyacak yoktur. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[393]

Süleyman b. El-Muîra ve diğerleri, Sabit el-Bünûnî aracılığıyla Ab­dullah b. Rabah (r.a.)'dan naklediyor:

-Muaviye'ye elçi olarak gitmiştik. Beraberimizde Ebû Hüreyre (r.a.)'da vardı. Yolda birimiz diğerine nöbetleşerek yemek yaparak gi­diyorduk. Bize en çok Ebû Hüreyre yemek yapar ve sofrasına davet ederdi. Kendi kendime, "Ona söylesem de bir de bana yemek yapı-

verse bende diğerlerini kendi soframa çağırsam" deyip öyle yaptım. Ebû Hüreyre'ye yatsı vakti rastlayıp, "bu gece ziyafet bende olacak" dedim. O, "bu kere beni geçtin ey Ensarlı kardeş" dedi. Hepsini davet ettim. Onlar tam benim soframda iken Ebû Hüreyre birden, "Ey Ensarhlar! Size sizin hususunuzda bir hadis söyleyeyim mi?" diyerek Mekke fethini şöyle anlattı:

-Resûlullah (s.a.v.) o gün Halîd b. Velîd'i, iki kanattan birine, diğe­rine de Zübeyr'i komutan yaptı. Ebû Ubeyde'yi de zırhı olmayan piya­delere ta'yin etti. Sonra beni görüp: "Yâ Ebû Hüreyre!" diye ses­lendi. "Lebbeyk, ve Sa'deyk, buyur Yâ Resûlallah! "dedim;

"Bana Ensar'ı çağır, ama yalnız Ensarlı olanlar gelsin!" bu­yurdu. Emrini yerine getirdim. Sonra onlara:

"Şu Kureyşle onlara yardım etmeye gelen ayak takımı heriflere iyi bakın ve onları hasad biçer gibi doğrayın" buyurdu.

Böylece Mekke'ye doğru yola çıktık. Kureyş'ten hiçbiri bize ne kılıç ne ok attı. Bizden olup da onlardan birini öldürmeyi murad eden her­keste istediğini ele geçirdi. Ebû Sûfyan geldi ve "Yâ Resûlallah! Kureyş'in yeşilliği (topluluğu) yok ediliyor, bu günden sonra Kureyş yoktur" dedi. Resûlullah (s.a.v.) de:

"Ebû Sûfyan'm evine giren güvence altındadır, silahını bıra­kan güvence altındadır." buyurunca, onlarda silahlarını bıraktılar. (Bunu duyan Ensardan birileri diğer Ensarlılara "bu adam kendi kö­yünü koruma, kendi kabilesini kayırma tasasına düştü dediler. Bunun üzerine Vahiy geldi. Vahiy gelişini biz bilirdik. Vahiy geldikten sonra bitene kadar kimse gözünü Peygamber'e çevirip bakmazdı. Vahiy ge­çince Peygamber (s.a.v.): "Yâ Ensar toplumu" deyince, siz "Lebbeyk Yâ Resûlallah!" dediniz. Nebi (s.a.v.) de, "siz Ebû Sûfyan köyünü ko­ruma derdine düştü, diye düşündünüz" deyince: "evet öyle oldu!" de­diler. Nebi (s.a.v.):

"Hayır! ben Allah'ın kulu ve elçisiyim. Ben Allah'a ve size hic­ret ettim. Hayatım hayatınız ölümüm ölümünüz" buyurunca, ensar

ağlayarak gelip, "vallahi biz bunu Allah ve Resulünü kıskandığımız i-çin söyledik." dediler. Resûlullah (s.a.v.):

"Allah ve Resulü sizi tasdik eder mazeretinizi kabul eder" bu­yurdu. İnsanlar Ebû Sûfyan'm evine yöneldi.[394]

Resûlullah, hareket edip Hacer'e kadar geldi. Tavafa Hacerü'l Esved'den başlayıp onu selamladı sonra Beyti yedi defa tavaf edip Makamı İbrahim'in arkasında iki rek'at kıldı. Sonra elinde, bir ucun­dan tuttuğu bir yay ile gelip, oradaki putlardan birinin gözüne yayın ucunu batırarak:

"Hak geldi batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, zaten yok idi." ayetini okuyordu. Sonra oradan ayrılıp Safâ'ya gelip tepeciğin üzerine, ta ki Kabe'yi görene kadar çıktı. Allah'a hamdedip dua etmeye başladı. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[395] Müslim'in metninde (Beyhakî rivaye­tine göre) "Hayır! Ben Allah'ın kulu ve Resulüyüm, Ben Allah'a ve si­ze hicret ettim" ilavesi vardır.

Hadis-i şerifte, "Can güvenliği anlaşması yapılmadan önce harpte öl­dürmeye izin olduğuna" delalet vardır.

Sellâm b. Miskin, Sâbil el-Bünanî-Abdulîah b. Rabah isnadıyla Ebû Hüreyre'den naklediyor: Mekke fethinde sadece dört kişi öldürüldü. Kureyş'in patronları kılıcın kendilerinden kaldırılmadığını sanarak Kâbeye girmişlerdi. Resûlullah Tavafını bitirip Beytullah'ın yanına geldi kapı kollarını tuttu onlara: "Siz ne diyor ve ne yapıyorsunuz?" diye sordu. Onlar, "Kardeşimizin oğlu, amca oğlumuz, halimdir rahîmdir "diyoruz" dediler. Nebi (s.a.v.)de:

"Ben de Yusuf (a.s.) gibi; Bugün size kınama yok. Allah sizi affetsin" diyorum" buyurdu.

Sanki kabirlerinden yeniden dinliyormuş gibi kalktılar ve çıkıp Müs­lüman oldular.[396]

Urve, Âişe (r.a.)'nm, "Resûlullah (s.a.v.) Fetih günü Mekke'ye, Mekke'nin en yüksek giriş yeri olan Kedâ'dan girdi."[397]

Abdullah b. Ömer (b. Hafs b. Asım b. Ömer) Nafî yoluyla Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: Resûlullah Fetih senesi Mek­ke'ye girdiğinde, bir kısım kadınların atların yüzündeki tozlan örtüle-riyle aldıklarını görünce tebessüm etti ve Ebû Bekre dönerek: "Has­san şiirinde nasıl anlatmıştı!1' deyince,

Ebû Bekir (r.a.): "Ben kızcağızımı kaybettim onlar onu görmü­yorlarsa da o şimdi Kedâ sırtlarında tozları kaldırıyor. Kadınlar o asılarak yularlarını çeken atların örtüleriyle tozlarını alıyorlar" şeklindeki beyitlerini okudu. Peygamber (s.a.v.) de: "Mekke'ye Hassân'm dediği (Kedâ) yerden girin" buyurdu.[398]

Zührî, Enes (r.a.)'dan nakleder: Fetih yılı Resûlullah (s.a.v.) Mek­ke'ye başında Miğfer ile girdi. Onu başından çıkarıp koyduğu sırada, bir adam gelip: "Yâ Resûlallah! İşte İbni Hatal! Kabe'nin örtüsüne sa­rılmış duruyor" dedi. Efendimiz de: "Onu öldürün" buyurdu. Hadisi Buharı ve Müslîm naklediyor.[399] Resulü Ekrem o gün İbnü Hatal ve diğer üç kişinin kanını heder etti:

Mansûr b. Ebî Müzahim, Ebû Mi'şar - Yusuf b. Ya'kub isnadıyla Saib b. Yezid'den şöyle nakleder:

"Ben, Nebi (s.a.v.)'i, Abdullah b. Hatal'i Kabe örtüsünün altından çıkarıp öldürdüğü gün görmüştüm. Onun boynu Makam ile Zemzem arasında vuruldu. Sonra Nebi (s.a.v.)  "Bundan sonra hiçbir Kureyşli hapsedilerek öldürül meyecektir" buyurdu.[400]

Muaviye b. Ammâr ed-Dühnî, Ebûz'Zübeyr yolu ile Câbir (r.a.)tan şöyle nakleder: "Resûlullah (s.a.v.), fetih günü Mekke'ye başında si­yah bir sarıkla İhramlanmamış olarak girdi." Hadisi Müslim nakle­der.[401]

Ebû Davud'u Tayâlisî "Müsned"inde der ki: Bize Hammad b. Se­leme, Ebûz-Zübeyr yolu ile Cabir (r.a.)'tan "Resûlullah (s.a.v.) Fetih günü Mekke'ye üzerinde siyah bir sarıkla girdi" diye nakleder.[402]

Müşavir el-Varrak der ki: Ca'fer b. Amr b. Hureys'i babasından şunları naklederken duydum: "Mekke fethi günü, Resûlulîah'ı gördü­ğüm an hala gözümün önünden gitmiyor. Üzerinde harkanî siyah bir sarık vardı ve bir ucunu iki omuzu arasına sarkıtmıştı. Hadisi Müslim naklediyor.[403]

İbni îshâk, Abdullah b. Ebi Bekr'den Hz. Âişe (r.a.)'nm şöyle dedi­ğini nakleder: Fetih günü Peygamberin bayrağı beyaz, sancağı da siyah idi. Sancağı bana ait (dikişsiz bir üstlük olan) resimli, Mırt denen bir elbiseden yapılmıştı. Sancağa "El-Ukâb" adı verilmişti.[404]

Yine İbni İshâk aynı İsnadla Abdullah b. Ebî Bekr'in, "Rasulullah Zû Tuvvaya konaklayıp da Allah'ın kendine in'am ettiği Mekke fethini görünce, Allah için öyle tevazu gösteriyordu ki, ona bakınca, (Sakalı neredeyse bineğinin kaşına değecek) derdin” dediğini nakleder.[405]

Sabit el-Bünânî Enes (r.a.)tan:"Mekke fethinde Resûlullah (s.a.v.) huşuundan dolayı, Ka'be'ye sakalı bineğin semerine değecek kadar eğilmiş şekilde girdi "dediğini nakleder. Bu sahih bir hadistir.[406]

Şu'be, Muâviye b. Kurra'dan Abdullah b. Muğaffeli şöyle derken i-şittiğini nakleder: "Fetih günü Peygamber (s.a.v.), devesi üzerinde Fe­tih sûresini okuyordu. Onu, sesini dalgalandırarak (tercî yaparak) oku­yordu. "Sonra Muâviye b. Kurra, Abdullah b. Muğaffel'in Nebi (s.a.v)'den duyduğu makamla okuyuşunu bize (taklîden) okudu.

Bu hadisi Buharî ve Müslîm naklediyor, Metin, Buharî'ninkidir. İbni Kurra "Eğer insanlar başıma toplanmayacak olsa bende size onu aynen İbnü Muğaffel'in makamıyla okurdum" der.[407]

İbnû Ebî Necîh, Mücahid-Ebû Ma'mer isnadıyla Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'dan nakleder: Fetih günü Peygamber (s.a.v.) Mekke'ye girdi. Kâbenin etrafında üçyüz altmış put dikili idi. Elindeki sopa ile onlara dürterek;

"Hak geldi, batı! bir şey peyda edemez ve (gideni) geri getire­mez" ayeti ile "Hak geldi batıl yok olup gitti. Gerçekten batıl za­ten yok idi." ayetlerini okuyordu. Hadisi Buharî ve Müslîm naklediyor.[408]

İbni İshâk, Abdullah b. Ebî Bekr-Ali b.Abdillah b. Abbas- isnadıyla babası İbni Abbas (r.a.)'tan şöyle dediğini anlatır; Fetih günü Efendi­miz (a.s.) Kabe'ye girdiğinde orada üçyüz put vardı. Değneğini eline alıp, tek tek putlara uzata uzata hepsine uğradı. Bu haber "hasen" de­recelidir.[409]

Kasım b. Abdillah el-Umarî-ki zayıf bir ravîdir- Abdullah b. Dinar yolu ile İbni Ömer (r.a.)'tan naklediyor. Resûlullah (s.a.v.) Mekke'ye

girdiğinde orada üçyüz altmış put bulmuştu. Elindeki bastonla -do­kunmadan- putların herbirine işaret dip ;

"Hak geldi batıl yok oldu, gerçekte batıl zaten yok idi" ayetini okuyordu. İşaret ettiği her put devrilmişti.[410]

Abdulvâris, Eyyub-İkrime isnadıyla İbni Abbas (r.a.)tan nakleder: Nebi (s.a.v.) Mekke'ye geldiğinde, içinde ilahların suret ve putları bu­lunduğu Beytullah'a girmekten kaçınıp, çıkarılmasını emir verdi. İbra­him ve İsmail (a.s.)'ların ellerinde fal okları ile resmedilen resimleri dışarı çıkartıldı da Nebi (s.a.v.) de,

"Allah onları kahretsin, vallahi bunlarda -kefereler- bilirler ki, bu Peygamberler bu fal oku taksimini asla yapmamışlardır" bu­yurdu. Beyt-i Şerife girip bir tarafında tekbir alıp namaz kıldı.

Hadisi buharî anlatıyor.[411]

Me'mer b.Raşid, Uyyûb-i İkrime isnadıyla İbni Abbas'dan nakleder: Nebi (s.a.v.), Beytullah'taki resimleri görünce, Emir verdi ve onlar ka­zınıp silindi. İbrahim ve İsmail (a.s.)'ları ellerinde oklarla görülen resmi görünce: "Allah müşrikleri kahretsin. Vallahi bu fal okunu asla kullanmadılar" buyurdu. Hadis sahihtir.[412]

Ebû'z-Züeyr'de, Câbir (r.a.)'dan naklediyor: "Resûlullah (s.a.v.) re­simler silinene kadar beyte girmedi" Bu haber de sahihtir.[413]

Hevze der ki: Bize Avf el-Arâbî, bir adamın: "Fetih yılı Resûlullah (s.a.v.) Şeybe b. Osman'ı çağırıp Kabe anahtarlarını verdi ve ona; "Şunu iyi koru. Sen Beytini korumak üzere Allah'ın Emîn'i (sekreteri)sin" buyurdu dediğini" nakleder.[414]

Vakîdi der ki: Bu yanlıştır. Anahtarı ona değil, Osman b. Talha'ya vermiştir ki, bu zat Şeybe'nin amca oğludur. O vakit Şeybe kâfirdi. Osman bu işi ölene kadar üstlendi. Ölünce Şeybe o işe tayin edildi.

Ben (Zehebî) derim ki: Vakidî'nin "Osman bu işi ölene kadar üst­lendi" sözü de su götürür. Eğer, bu sözle, Kabe Hicâbe vazifesini tek başına üstlendi" demek istiyorsa bunu kabul edemeyiz. Yok "Şeybe ile ortak olarak ölene kadar üstlendi" demek istiyorsa, buna katılabiliriz. Zira Şeybe Hz. Ömer'in hilafeti döneminde Kabe Hâcibi[415] idi. ihtimal ki Nebi (s.a.v.) Şeybe'ye bu Hicabet işini İslâm'a girdikten sonra ver­miş olabilir. Şeybe Fetih günü değil, ama Fetih yılı içinde Müslüman olmuştur.

Muhammed b. Humran, Ebû Bişr -Mûsâfı b. Şeybe yoluyla Şeybeden naklediyor: Nebi (s.a.v.) Kabe'ye girip namaz kıldı. Baktı ki orada resimler var: "Yâ Şeybe! bunları temizlemeye bana yetiver" bu­yurdu. Lakin Kabe'den böyle tarihi birşeyi silmek ona pek zor gel­mişti. Adamın biri de ona, "yahu çamur karıp üzerine sür. Sonra da üstlerini Zeferanla boya" diye tavsiye edince öyle yaptı.

Bu haberi Muhammed b. Humrândan başka nakleden yoktur, ama bu ilgi yukarıdaki bilgiyi yakındır.

Yunus, Nâfı yoluyla îbni Ömer (r.a.)'dan nakleder: Resulü Ekrem, Fetih günü devesine binmiş arkasına da Üsâme'yi bindirmiş olarak Mekke'nin üst tarafından geldi. Beraberinde Bilal ve Kabe Haciblerinden Osman b. Talha vardı. Devesini Kabe'de çöktürdü. Os­man b. Talhaya Beytullah'ın anahtarını getirmesini emretti. Osman ka­pıyı açtı. Resûlullah beraberinde Üsame, Bilal ve Osman olduğu halde

içine girdi. Orada uzun bir süre kaldı. Sonra çıktı .Ardından insanlar içeri girme yarışma başladı. İlk giren Abdullah b. Ömer oldu. Bilâl'ı kapının ardında görünce: "Resûlullah (s.a.v.) neresinde namaz kıldı!" diye sordu. Bilâl de Efendimizin kıldığı yere işaret etti. İbni Ömer derdi ki: Ben Bilâl'e; "kaç rek'at kıldı diye sormayı unuttum" diyor. Hadis Sahih olup Buharı bunu Muallak olarak nakleder ve Hüccet ka­bul eder.[416]

İbni ishâk der ki: Bana Muhammed b. Ca'fer b. Ez~Zübeyr, Ubeydullah b. Abdillah b. Ebî Sevr aracılığıyla Safıyye binti Şeybe'den naklediyor: Resûlullah fethibitirip Mekke'de güveni sağla­yınca devesi üzerinde tavaf yaptı, Hacerü'lesved'i elindeki bastonla se­lamladı. Osman b. Talha'yı çağırtıp kapıyı açtırdı. Beyt'e girdi. Orada ağaçtan oyma bir güvercin heykeli gördü ve alıp eliyle kırdı. Beyt'in kapısına gelip onu dışarı attı. Ben ona bakıyordum (kapının önünde insanlar yığılmış çıkışını bekliyordu.)[417]            

Esbut, Süddî-Mus'ab b. Sa'd yoluyla babası, Sa'd'ın şöyle dediğini anlattı: Mekke fethi gerçekleştiği gün Peygamber (s.a.v.) insanlara gü­vence verip dört kişiyi hariç tutmuş ve;

"Onları Kabe örtüsüne asılmış bir halde bulsanız bile öldü­rün!" buyurmuştu. Bunlar İkrime b. ebî Cehl, Abdullah b. Hatal, Mikyes b. Subâbe ve Abdullah b. Sa'd b. Ebî Sarh idi. İbni Hatal Kabe örtüsüne sarılmış olarak bulundu. Sa'd b. Hureys (r.a.) ile Ammar b. Yâsir (r.a.) ona doğru yarış ettiler. Sa'd, Ammar'ı geçerek vardı ve İbni Hatal'i öldürdü. Mikyes'i de çarşıda öldürdüler. İkrime de kaçıp gemi­ye binmişdi ki, bunun hadisesi daha önce anlatılmıştı. Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh'a gelince; O, Hz. Osman (r.a.)'ın yanında gizlendi. Resûlullah (s.a.v.), insanları biata çağırdığında Osman (r.a.) onu da alıp geldi ve Peygamberin huzurunda durdurup, "Yâ Resûlallah Abdullah'ın biatini kabul et!" dedi. Resûlullah başını kaldırıp, kaldırıp ona üç kere baktı. Her seferinde red etti. En sonunda biatini kabul etti. Sonra ashabına döndü ve;

"Aranızda hiç aklı başında biri yokmuydu, benim onun biatini almadığımı görünce, kalkıp onu öldürseydi olmaz mıydı?" buyur­du. Ashab, "Yâ Resûlallah biz senin gönlünden geçeni anlayamadık. Bize gözünüzle bir işaret yapamaz mıydınız?" deyince Efendimiz;

"Hiçbir Peygamber'e hain gözlü olmak yakışmaz" buyurdu.[418] İbni İshâk, Abdullah b. Ebî Bekr'den naklediyor: Mikyes b. Subâbe Medine'deyken Nebi (s.a.v.)'e gelip İslâm olduğunu ilan ederek, kar­deşi Hişam'm kan bedelini istedi. Kardeşini Ben-i Mustalik gazasında Müslümanlardan biri kâfir sanarak öldürmüştü. Resûlullah Ona, "Kar­deşin yanlışlıkla öldürülmüştür" buyurup diyetinin verilmesini emir buyurdu. Mikyes'de diyeti alıp bir süre Müslümanlarla eğleşti. Sonra kardeşini öldüren Müslümana saldırıp onu öldürdü ve Mekke'ye din­den çıkıp kâfir olarak gitti. Fetih senesi Resûlullah (s.a.v.) onun da öl­dürülmesini emretti: Onu kendi kabilesinden adı Nümeyle b. Abdillah olan birisi safa ile merve arasında öldürdü.[419]

Yine İbni İshâk der ki: Bana Abdullah b. Ebî Bekir ile Ebû Ubeyde b. Muhammed b. Ammâr anlattılar ki, Resûlullah (s.a.v.) İbni Ebî-s-Sarh'ın öldürülmesini emretmişti, zira o önce Müslüman olup Pey­gamber (s.a.v.)'in Vahiy kâtipliğinde bulundu. Sonra müşrikliğe geri dönüp Mekke'ye kaçtı.[420]

İbni İshâk der ki: Nebi (s.a.v.)'in, Teym b. Gâlib oğullarından biri olan Abdullah b. Hatalı öldürme emri vermesinin sebebi şudur: İbn-ü Hatal Müslüman oldu. Peygamber (s.a.v.) onu Ensardan biriyle beraber zekat memuru olarak civar köylere yolladı. Beraberinde hizmetini gören birde kölesi vardı ve bu köle Müslümandi. Bir yerde konakladı ve köleye bir teke kesip yemek yapmasını emredip kendi uykuya daldı. Uyandığında kölenin kendisine yemek yapmadığını görünce kızıp öl­dürdü ve dinden çıktı. İbn-ü Hatal'ın çengi bir cariyesi ve bu cariyenin de bir arkadaşı vardı. Bunlar şarkı söyleyerek Peygamberi hicvetmeye çalışırlardı. Nebi (s.a.v.) bunlarında onunla beraber öldürülmesini em­retti. İbn-ü Hatal Peygamber'e işkence edenlerdendi.[421]

Yakub el Gummî, Ca'fer b. Ebi'l Muğîra aracılığıyla İbnü Ebzâdan şöyle nakleder: Resûlullah (s.a.v.) Mekke'yi fethedince, Habeşistan'h yaşlı, saçının beyazı siyahına karışmış, yüzünü yırtarak "vay vay!" diye bağıran bir kadın geldi. Ashab, Yâ Resûlallah! Biz şöyle şöyle birini gördük" dediler. O da:

"O, Naile -putunun-nin kendisi idi. Artık bu ülkenizde ebediyyen kendine tapınılmaktan ümidini kesti" buyurdu. (Zehebî) derim ki, Sanki senet "Munkati"dir.[422]

Yunus b. Bükeyr, Zekeriyya-Şabi İsnadıyla İbnü Barsâ lâkabh Hars b. Mâlik'den: "Ben Resûlullah (s.a.v.)'i fetih günü: "Kıyamete kadar Kabe artık bir daha sefere (savaşa) maruz kalmayacak" buyurur­ken işittim" dediğini nakleder.[423]

Muhammed b. Fudayl, El-Velîd b. Cemî aracılığıyla Ebû't-Tufeyl'den nakleder: Resûlullah Mekke'yi fethettiğinde Hâlid b. Velîd'i Uzzâ denen putun olduğu yer olan Nahle'ye gönderdi. Uzza üç kat semur ağacı kaidesi üzerindeydi. Ağaçları kesip üzerindeki evi yık­tı. Sonra gelip Nebi (s.a.v.)'e haber verdi. Nebi (s.a.v.) ona, "geri dön zira sen hiç bir şey yapmadın" buyurdu. Halid geri döndü. Putun hiz­metçileri ve hacibleri olan kimseler dağa doğru uzaklaşarak "Yâ Uzzâ onu felç yap, Yâ Uzzâ onu menet, Yoksa burnunun üstüne sürçülüp

öl!" diye bağırtıyorlardı. Halid puta geldi. Baktı ki, orda çırılçıplak bir kadın, saçları dağılmış, başına topraklar saçıyor. Halit kılıcını sal­layıp onu katletti. Sonra gelip Peygamber'e haber verdi. Nebi (s.a.v.)'de: "İşte Uzza o idi" buyurdu.[424] Ebû't-Tufeyl (r.a.) Rüya gören zat idi.

İbni İshâk babasından nakleder: Bana Cübeyr b. Mutıra (r.a.)'m ai­lesi anlattı ki: Resûlullah (s.a.v.) Kabe'ye girince Bilâl'e ezan için emir verdi. O da Kabe'nin damına çıkıp oradan (ezan) okudu. Bunu gören Saîd b. Âsoğuîlarından birisi: "Şu kara herifi Kabe'nin damında gör­meden canım almakla, Saîd b. Âs'a Allah meğer ikramda bulunmuş" dedi.[425] Uruc der ki: Resûlullah (s.a.v.) Fetih günü Bilâl'e emretti de ezanı Kabe'nin üzerinde okudu.[426]

El-Leys, Yezîd b. EM Habîb'den naklediyor. Saîd b. Ebî Hind'e Akıyİ'in kölesi Ebû Mürre anlatmış ki: Ebû Talib kızı Ümm-ü Hânî (r.a.)'a, ona şu olayı anlatmış: Mekke feth olunca Ümmü Hanîye Mahzam oğullarından iki kişi kaçıp sığınmış. O da onları himayesine almış. Ümmü Hani der ki: Kardeşim Ali yanıma geldi ve "bunları öl­düreceğim" dedi. Ben onun bu sözünü duyunca Peygamber'e geldim. O zaman Nebi (s.a.v.) Mekke'nin ta üst tarafındaydı. Beni görünce hemen yer gösterip: "Yâ Ümmü Hanı ne için geldin?" dedi. Ben, "Yâ Resûlallah! ben kayınlarımdan ikisini korumama aldım. Ali ise onları öldürmek istiyor" dedim. Nebi (s.a.v.);

"Senin koruma verdiğine bizde koruma verdik" buyurdu. Sonra kalkıp gusletmeye gitti. Fatıma ona örtü tutuverdi. Sonra bir elbise alıp onu vücuduna doladı, sonra da Sekiz rek'at -kuşluk-namazı kıldı. Ha­disi Müslim rivayet ediyor.[427]

Leys, Said b. Ebî Said, el-Makburî yoluyla Ebû Şûra el-Adevî'nin Mekke'ye Abdullah b. Zübeyri öldürtmek için yollayan Amr b. Saîd'e şöyle dediğini anlatır: "Ey Emîr, bana izin ver de ben, Resûrullah (s.a.v.)'in, Mekke fethinin ertesi günü yapmış olduğu bir konuşmayı anlatayım. Zira o konuşmayı yaparken, kulaklarım duydu, gözlerim gördü ve kalbim onu ezberledi. Efendimiz (s.a.v.) Allah'a hamd ve se­na ile başlyıp şöyle buyurdu:

"Allah, Mekke'yi haram kıldı.Onu insanlar haram kılmış de­ğildir. Allah'a ve ahiret gününe inanan birinin orada kan dök­mesi, oradaki ağacı kesmesi asla helal olmaz. Eğer birisi çıkarda Resûlullah'ın oradaki çarpışma tatbikatına-bakarak Mekke'de bu işe ruhsat vermeye kalkarsa Ona, "Allah bu konuda size değil sa­dece Peygamberine izin vermiştir" deyin. Bana da sadece gündü­zün bir saatinde izin verildi. Artık Mekke'nin Haremliği bu gün, aynen dünkü haremliğine dönmüştür. Burada bu sözü duyanlar, bulunmayanlara tebliğ etsinler."

Bunu dinlemeyenlerden biri tarafından Ebû Şüreyh'e "Peki Amr b. Saîd sana ne dedi?" diye sorulunca, Ebû Şureyh: "O bana, "ben bu işi senden daha iyi bilirim ey Şüreyh! Kabe'nin haremliği; isyancıyı (Ab­dullah b. Zübeyr), birini öldürüp kaçanı, bir soygunla oraya sığınanı korumaz diye cevap verdi." dedi. Hadisi Buharî ve Müslim naklediyor.[428]

Süfyan b. Uyeyne, Ali b. Zeyd b. Ced'ûn aracılığı ile adamın birinin İbni Ömer (r.a.)'dan şöyle nakleder: Nebi (s.a.v.) Fetih günü Kabe'deki merdiven basamaklarından birinin üzerinde durdu ve şöyle hitabede bulundu:

"Vadini tutan, kuluna yardım eden, orduları tek başına hezi­mete uğratan Allah'a Hamdolsun. Dikkat edin sopa ya da baston­la yapılan, katlıya benzer bir hata ile öldürülen kimseye yüz deve ödenir. Bundan kırkıda karnında evladı varsa ona bedel olarak verilir. Dikkat edin, her türlü cahiliye dönemi gelenekleri, kan da­vası mal davası hepsi şu iki ayağımın altındadır. O dönemden sa­dece Beytullah için Sidâne (hizmet) ve hacıları sulama (çikaye) va­zifesi hariçtir. Bende onları ehline verdim"

Bu isnadı zayıf bir hadistir.[429]

İbni îshâk der ki: Bana Amr b. Şuayb - babası yolu ile dedesinden naklediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Fetih yılı insanlara hitabede bulunup şöyle bu­yurdu.

"Ey insanlar! Binki İslâm dininde (Cahiliye dönemindeki ka­bilelerin hak hukuk olmadan, zalimane şekilde yaptıkları) anlaşma[430] yoktur.

Ama Cahiliye döneminde iyilik ve hayır için yaptığınız anlaş­malara İslâm daha da dostluk getirmiştir. Müslümanlar kendi dı­şındakilere karşı tek el gibidirler. Onların en zayıfı bile onlara himaye verir (ve bu diğer müminler katında geçerli olur. En uzak-takileri bile onları müdafa eder. Seferdeki askerleri oturumlarını korur.

Mü'min, bir kâfire karşı öldürülemez. Kâfirin diyeti, Müslümanın yarı diyetidir. Artık ne Celeb (yani zekatı yerinde değilde malın taşındığı yerden almak), ne de Ceneb (yani mal sa­hibini zekat alırken uzaklaştırmak) vardır. Artık müminlerin ze­katları - getirilerek değil - kendi diyarlarından alınacaktır.[431]

Ebû'z-Zinâd, A'rac yolu ile Ebû Hüreyre (r.a.)'dan Nebi (s.a.v.)'ın;

"İnşaallah, Allah fethi nasib ederse konaklayacağımız yer El-Hayf olacaktır. El-Hayf şu müşriklerin kâfirlik üzere yeminleştikleri yerdir." buyurduğunu nakleder. Hadisi Buharı rivayet eder.[432] Ezher en-Meysâburî, Muhammed b. Şurahbîl el-Enbârî-İbnü Cüreyc-Abdullah b. Gsmân-Muhammed b. el-Esved b. Halef isnadıyla nakleder ki;

Babası Esyed b. Halef Mekke fethi günü biat etmek için Nebi (s.a.v.)'e gelmiş ve Mekke'deki "Karnı Meskale" denen yerde kalmış. Nebi (s.a.v.)'e küçük, büyük, erkek kadın hepsi gelip İslâm ve şahadet üzere biat ediyorlarmış.[433]

Yunus b. Bükeyr, İbni İshâktan nakleder: Bana Yahya b. Ablad b. Abdillah- babası isnadıyla Esma binti Ebî Bekir'den şöyle anlattı: Fe­tih yılı Resûlullah (s.a.v.) Zû Tuvva'da konakladığında Ebû Kuhafe, En küçük oğlunun kızına "yavrum, beni Ebû Kubeys tepesine çıkar" dedi. O vakit gözü kör olmuştu.

Kız da onu tepeye çıkardı. "Ne görüyorsun?" deyince, kız, "büyük bir kalabalık ve bu kalabalığın arasında bir adam görüyorum bir ileri, bir geri koşuyor" dedi.

Ebû Kuhafe: "Bunlar süvariler, o adam da süvari bölüğü düzenleyi­cisi olacak herhalde, deyip şimdi ne görüyorsun? "deyince kızı, "şimdi kalabalığın dağıldığım görüyorum" deyince, Ebû Kuhafe: "Öyleyse vallahi süvariler hareket ediyor. Beni çabuk evime yetiştir" dedi. O da hızla hareket etti. El-Ebbah denen vadiye getirdiğinde süvarilerle karşılaştı. Boynunda gümüş bir gerdanlık vardı. Adamın biri onu boynun­dan koparıp aldı.

Resûlullah (s.a.v.) mescide varınca, Ebû Bekir(r.a.) gidip^babasmı elinden tutarak getirdi. Resûlullah onu gördüğü zaman ;

"Sen şu yaşlı zatı evinde bıraksanda ben ona gelsem olmaz mıydı?" buyurunca, O: "senin ona gitmenden, onun sana gelmesi daha yakışık alır Yâ Resûlallah!" deyip, onu Nebi (s.a.v.)'in önüne oturttu. Başını okyaşayarak: "İslâm'a girde kurtul" buyurunca Müslüman oldu.

Sonra Ebû Bekir kalkıp kızın elinden tuttu ve Allah ve İslâm adına yemin veriyorum, şu yeğenimin gerdanlığını buluverin! dedi. Vallahi hiç cevap veren olmadı.

Sonra ikinci kere tekrarladı yine cevap veren olmadı. O da; "bacıcığım! Gerdanlığım Allah yoluna gitti say. Vallahi bugün insanlarda emanet gerçekten pek azalmış" dedi.[434]

Ebû'z Zübeyr, Câbir (r.a.)'dan nakleder: Ömer (r.a.), Ebû Kuhafe'nin elinden tutup Peygamber'e getirmişti.( Saç ve sakalı pa­patya çiçeği gibi bembeyaz olmuştu.) Nebi (s.a.v.):

Şu ihtiyarın saç ve sakal rengini değiştirin, ama siyaha da yaklaştırmayın !" buyurdu.[435]

Zeyd b. Eşlemde: "Nebi (s.a.v.), babasının islâm'a girişi sebebiyle Ebû Bekr'i kutladı" diyor.[436]

 

Safvan Ve Îkrîme İle Hanımlarımın Kıssası

 

İmam Mâlik, Zührî'den naklediyor: Zühriye ulaştığına göre: Resûlullah (s.a.v.) döneminde bir takım kadınlar, kendi toprakların-dayken İslama giriyordu. Bunlar, Medine'ye hicret etmedikleri gibi Müslüman oldukları zaman kocaları da hala kâfir olarak hayatlarına devam ediyorlardı. Bunlardan birisi de Velîd b. Muğîre'nin kızı (Halid b. Velîd'in bacısı) Fâhıta idi ve Safvân b. Ümeyye ile evliydi. Fetih yı­lı Fahıta İslâm'a girerken kocası Savfân, islâm'dan kaçmıştı. Resûlullah da, "onun amcaoğlu Vehb b. Umeyr'e kendi elbisesini verip Safvân'a can güvenliği verdiğini bildirmek için yolladı ve Onu yanına davet edip İslâm'ı teklif etmesini, eğer bu işe razı olursa kabul edece­ğini, razı olmazsa ona iki ay daha süre vereceğini bildirmesini söy­ledi." Safvân, Nebi (s.a.v.)'in yanma elbisesi ile gelince İnsanların hu­zurunda sesli olarak, "Yâ Muhammed! Şu Vehb b. Umeyr bana senin elbiseni-şahit olarak-getirdi ve senin beni huzuruna davet ettiğini, ba­na razı olursam kabul edebileceğimi yoksa bana daha iki ay süre ve­receğini söylediğini iddia etti!" dedi.

Resûlullah (s.a.v.)-onun gönlünü almak için- "Yâ Ebû Vehb! bi­neğinden in de şöyle yanımıza buyur!" dedi. Safvân ise: "Vallahi olmaz, sen bana bunu açıklamadıkça olmaz!" dedi. Resûlullah(s.a.v.) de: "Haydi sana dört ay düşünme süresi verdim!" buyurdu.

Daha sonra Resûlullah(s.a.v.) Huneyn vadisindeki Hevazin kabile­sine sefere çıktı. Safvân b. Ümeyye'ye de haber salarak harp malze­mesi ve silah ödünç vermesini istedi. (Safvân silah deposu gibiydi.) O da, "benden bunları gönüllü olarak mı yoksa zorla mı istiyorsunuz?" deyince, "zorla değil gönül rızasıyla ödünç istiyoruz!" buyurdu. O da kendinde bulunan silah ve diğer malzemeleri verdi. Daha sonra Safvân, Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte Huneyn ve Taif seferlerine de katıldı. Halbuki daha müşrikti. Hanımı ise Müslüman olmuştu. Resûlullah(s.a.v.) Safvân, Müslüman olana kadar hanımı ile onu ayırmamışti. SafVan Müslüman olunca da hanımı Fahıta, bu eski nikahla kocasının yanında kalıp evlilikleri devam etti.[437]

Yine İmamı Mâlik İbni Şihab'ı Zührî'den şöyle anlattığını nakleder: -Haris b. Hişâm kızı Ümmü Hakîm, Ebû Cehlin oğlu İkrime'nin hanımı olup Fetih günü Müslüman olmuştu. Kocası İkrime de korku­dan kaçıp Yemen diyarına gitmişti. Ümmû Hakîm de -Efendimizin iz­ni ile- onu aramak üzere yola çıkıp, Yemen'de kocasına ulaştı. Ko­casını İslâm'a çağırdı o da kabul edip Müslüman oldu ve Peygamberin yanma geri döndü. Resûlullah (s.a.v.) İkrime'yi görünce sevincinden ayağı sıçradı. Üzerinde ridası bile yoktu. îkrime orada biat etti. Yeni bir nikaha gerek görülmeyip eski nikahları üzere evliliğe devanı ettiler.[438]

Vakîdi der ki: Bize Abdullah b. Yezîd el-Hüzelî, Ebû Husayn el-Hüzelî'den nakletti ki: Resûlullah (s.a.v.) Safvan b. Ümeyye'den elli bin dirhem, Abdullah b. Ebî Rabîa'dan kirkbin dirhem, Huveytib b.

Abdi'l Uzzâ'dan da kırkbin dirhem borç alıp, bunları ashabının fakirle­rine taksim etti. Bu paradan artanı ile de Cezîme kabilesine askerî müfreze yolladı.[439]

Yunus b. Bükeyr, İbni Şihab-ı Zührî'den nakleder: Bana Urve, Hz. Âişe'nin şöyle dediğini anlattı: Utbe b. Rabîa kızı Hind, gelip: "Yâ Resûlallah! Yeryüzünde bulunan çadır halkından hiçbirinin, senin ça­dırında bulunanların zelil olduğunu istediğim gibi istemiş değildim. Bugün ise yeryüzünde senin ailenin izzetine sevindiğim gibi hiçbir ai­leye sevinemiyorum" dedi. Resûlullah (s.a.v.) de: "Muhammed'in nefsi elinde olan zata yemin olsun ki, aynen öyledir" buyurdu. Hind, "Yâ Resûlaİlah! Ebû Sûfyan cimri bir adamdır. Benim onun malından, ha­beri olmadan birşeyler alıp fakirlere yedirmemde bana bir günah var mı?" deyince Nebi (s.a.v.);

Maruf daire içinde (örfteki adete göre) olunca bir şey olmaz" buyurdu. Hadisi bu şekilde Buharî rivayet ediyor.

Yine aynı haberi Buharî ve Müslîm Şuayb b. Ebû Hamze hadisi olarak Zührî'den naklederler. Zührî'nin rivayetinde: Hind'in "Ben onun malından alıp da kendi aileme bir şeyler yedirmem de bana herhangi bir günah var mı?" deyince Nebi (s.a.v.);

"Örf dairesi içerisinde oldukça sana birşey yok" buyurdu" şeklinde nakledilmektedir.[440]

Firyâbî der ki: Bize Yûnus, İbni ishak -Ebû's-Sefer- isnadıyla İbni Abbas'tan naklediyor: Ebû Sûfyan, Resulü Ekremi yürürken görmüş. İnsanlar arkasından onun ayak bastığı yere basarak yürüyorlardı. Ken­di kendine, "şu işi kıtallik olan adama saldırsarn" diye iç geçirince, Nebi (s.a.v.) yanma gelip göksüne vurdu ve: "O zaman Allah seni rüsvay eder" buyurunca, Ebû Sûfyan, "Allah'a tevbe ederim, düşündüklerimden istiğfar ederim" dedi.[441] Yine bu haberi Ebû İshâk es-Sübey'î ile Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm da "Mürsel olarak" rivayet ederler.[442]

Musa b. A'yen, İshâk b. Râşid - Zührî - Saîd b. Müseyyeb isnadiyla şöyle nakleder: Fetih günü gece kararınca insanlar Mekke'ye girdiler. Sabaha kadar hiç durmadan tekbir getirdiler, tehlil (Lâ îlâhe İllallah) ettiler ve Tavaf ettiler. Ebû Sûfyan hanımı Hind'e: "Sen bunun Allah'dan geldiği görüşünde misin?" dedi. Sabahleyin de Peygamberin yanına geldi. Resûlullah (s.a.v.) ona:

"Sen Hin'de "bunun Allah'dan olduğu görüşünde misin" de­din! Evet bu Allah'tandır." buyurunca Ebû Sûfyan: "Senin Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna şehadet ederim. Ebû Sûfyan'ın yemini adına yaptığı zata and olsun ki, benim bu sözümü Allah ve Hind dışında hiçbir insan duymamıştı" dedi.[443]

Abdullah b. Mübarek, Âsim el-Ahvel -İkrime isnadıyla İbni Abbas (r.a.)'tan naklediyor: "Resûlullah (s.a.v.) bu seferinde Mekke'de on dokuz gün kaldı ve namazlarını hep ikişer rek'at olarak kıldı." Hadisi Buharî naklediyor.[444]

Hafs b. Gayâs da yine Asım el-Ahval yolu ile İkrime'nin İbni Abbas'tan yaptığı nakilde; Nebi (s.a.v.) ile gazalara katıldım, Fetih'te onunla beraber bulundum. O sefer de Nebi (s.a.v.) Mekke'de onsekiz gece kaldı. Namazları hep iki rek'at olarak kıldı ve Mekke'li olanlara:

"Ey Mekke yerlileri sîz dört kılacaksınız, zira bizler misafiriz"

buyurdu. Hadisi Ebû Davûd nakleder. Ama Ali b. Ced'an zayıftır.[445]

İbni îshâk, Zührî yoluyla Ubeydullah b. Abdillah'tan naklediyor: "Fetih yılı Resûlullah (s.a.v.) Mekke'de namazı kısaltarak, onbeş gün kalmıştır.[446] ibni ishâk bundan sonra birçok raviden "bu onbeş" rivayetini nakleder.[447]

Beyhakî ise bu rivayetlere "bunlar munkatı'dır" deyip bunların en sahihi, Buharî'nin de itimad ettiği Abdullah b. Mübareğin rivayeti fa­lan ondokuz gecedir.[448]

 

Uzza Putunun Yıkılışı

 

Vakîdi anlatıyor: Bu Ramazan içinde, Resûlullah (s.a.v.), Halid b. Velîd'i Uzzâ denen putu yıkmaya gönderdi, Halid b. Velid onu yıktı. Yine ramazan ayında Amr ibnü'l Âs't (adı Kurân'da geçen) Süva1 pu­tunu yıkmaya gönderdi: Suvâ Hüzeyl kabilesinin putudur.

Amr onu yerle bir etti. Amr der ki: Putun hizmetçisi bana: "senin onu yıkmaya gücün yetmeyecek" dedi "neye?" dedim. "O kendini ko­rur" dedi. Bende yaklaşıp onu devirince ona, "şimdi gördün mü?" de­yince o: "şimdi bende Allah'a iman ettim" dedi.[449]

Vakîdi der ki: Yine ramazanda Sa'd b. Zeydel-Eşhelî'yi Menât pu­tunu yıkmaya yolladı. Bu put Evs, Hazreç ve Ğassanlılara ait olup, Müşellel denen yerde idi. Fetih günü Nebi (s.a.v.) Sa'd b. Zeyd el-Eşhelî'yi yirmi kişilik bir süvari gurubunun başında yola çıkardı. Oraya kadar vardılar. Putun yanından saçları dağılmış, kara çıplak bir ka­dın çıkıp Sa'd'a doğru geldi. "Yazık, yazık!" diye bağırıyordu.

Put hizmetçisi ona, "Menat! öfkenle kendini koru!" diyor, Sa'd da ona vuruyordu. Sa'd kadını öldürdü ve Puta yöneldi ve onu yerle bir etti. Tarih, ramazanın bitimine altı gün kala idi.[450]

 

Hicretin Kaldırılışı

 

Mansur   Mücahit-Tavus   yoluyla   İbni    Abbas'tan   naklediyor: Resûlullah (s.a.v.);

"Artık Mekke Fethinden sonra Hicret (etme mecburiyeti) yok­tur. Hicret emri yerine Cihad ve halis niyet vardır. Cihada çağrıl­dığınız zaman derhal cihada katılın" buyurdu.

Bu hadisi Buharı ve Müslîm ittifakla rivayet ederler.[451]

Amr b. Murra der ki: Ebu'l-Buhterî'yi duydum, Ebû Saîd el-Hadrî'nin şöyle dediğini anlatıyordu:

" Câe nasrullâhi vel-Feth" sûresi nazil olunca Resûlullah onu sonuna kadar okudu sonra da;

"Artık ben ve ashabım muhayyeriz, insanlar muhayyerdir. Ar­tık fetihten sonra hicret etmek (mecburiyeti) yoktur." buyurdu. Ben bu hadisi o vakit Medine valisi olan Mervan b. Hakem'e anlattım.

Bana, "yalan söyledin" dedi. Yanında Zeyd b. Sabitle Rafı b. Hadîc vardı, ikisi de Mervan'la beraber koltukta oturuyordu.

Ben Hakem'e: "İsterlerse şu ikisi sana bu hadisi anlatabilirler." Ama şu herif - yani Zeyd- var ya, sen onu zekat memurluğundan atarsın di­ye korkar. Öteki de -yani Rafı b Hadic de- kendisini kavminin delege­liğinden atacaksın diye korkar" deyince, Hakem elindeki sopa ile onla­ra yürüyünce durumu gördüler ve "bu doğru söylüyor" dediler.[452]

Hammad b. Zeyd, Eyyûb'dan naklediyor: Bana Ebû Kılâbe önce Amr b. Selemeden bir hadis nakledip sonra da "Amr daha sağ, Ona gitsen de bunu doğrudan ondan duysan olmaz mı?" dedi. Ben de Amr'a gittim. Bana bu hadisi şöyle anlattı:

Biz İslâm'a girmeden önce insanların uğradığı su başının birindeydik. Bize kervanlarda uğrardı. Gelene gidene, "insanlar ne yapıyor, bu adı duyulan yeni adam ne istiyor" diye sorardık.

Onlar da, "bu adam kendini Allah'ın gönderdiğini ve kendisine va­hiy gönderdiğini" iddia ediyor, diye anlatırlar, ben bunları öyle ezber­lerdim ki sanki göğsüme ait bir şey olmuştu.

Arabiar Fetihle birlikte duraklayıp; "bu adamı ve arkadaşlarına do­kunmayın, Baksanıza Kureyşe gâlib geldi o doğru bir Peygamberdir" demeye başladı. Fetih olunca her kavim İslâm'a girmede sanki yarış et­tiler.

Babam da kavminin İslama girişini bildirmeye gitti. Eve geri ge­lince: "Vallahi ben hakiki bir Peygamber yanından geliyorum size şöy­le şöyle emrediyor namazı şöyle kılmamızı söylüyor.

Namaz vakti girince, biriniz ezan okusun en iyi Kuran okuyanınız imâm olsun: dedi. Çevredekiler etrafa bakımp benden daha iyi okuyan bulamadılar. Çünkü ben gelip geçen kervandan çok şey öğrenmiştim. Beni İmâm yapıp öne geçirdiler.

Henüz altı yedi yaşında bir çocuktum. Ve üzerimde bir Cübbem vardı. Secde edince -kısa oluşundan- iyice toplanıyordu. Bizim mahalledeki kadınlardan birisi, "Yahu bize imamımızın kıçını göstermemek için onu örtecek biri yok mu?" dedi. Bir kumaş alıp onu bana gömlek diktirdiler. Hayatımda bu gömleğe sevindiğim kadar başka hiçbirşeye-sevinmemiştim. Bu kumaş Yemen Bahreyni işi bir kumaştı.

Hadisi Buharı Süleyman b. Harb yolu ile Hamman'dan verir.[453]

 

Beni Huzeyme Seferi

 

İbni İshâk der ki: Resûlullah (s.a.v.), Allah'a davet etmek üzere Mekke havâlisinde oturanlara Seriyyeler gönderdi. Ama bu seriyyelere çarpışma emri vermedi. Davetçi olarak gönderilenler arasında Halid b. Velîd'de vardı. Halid' i çarpışma için değil, Allah yoluna davet etmesi için Tihame -mıntıkasının ta aşağısına kadar gitmesini emretti. Halid Cüzeyme oğulları topraklarına ayak bastı ve onları mahvu-perişan etti.[454]

Ma'mer bi Raşicf, Zührî-Salim isnadıyla babası Abdullah b. Ömer (r.a.)'ın şöyle dediğini anlatır:

-Nebi (s.a.v.), Halid b. Velîd (r.a.)'ı Cüzeyme oğullarına yolladı. Oda Onları İslâm'a davet etti. Onlar, biz İslâm'a girdik demeyi iyi beceremeyip, "biz, din değiştirdik, din değiştirdik[455]     demeye başladılar.

Halid de kızıp onların kimini öldürüp, kimini de esir almaya başladı. Herbirimize birer esirde verdi idi. Birgün sabah, Halid bizden herbirimizin elindeki esirini öldürmesini emretti. Abdullah b. Ömer der ki; ben Halide, "Vallahi elimdeki esiri Öldürmeyceğim, arkadaşla­rımdan hiç biride esirini öldürmeyecek" dedim. Sonra hareket edip Nebi (s.a.v.)'in yanma geldiğimizde bu durumu Nebi (s.a.v.)'e anlat­tık. Nebi (s.a.v.) bunu duyunca ellerini göğe kaldırdı ve:

"Allah'ım! Halid'in yaptığı şeylerden uzaklaşıp sana sığınırım" diye iki defa tekrar etti.[456]

İbni İshak, Hakîm b. Hakîm b. Abbal b. Huneyften naklen Ebû Ca'fer Muhammed b. Ali'nin şöyle dediğini anlatır:

-Resûlullah(s.a.v.) Mekke fethini tamamlayınca, Halid b. Velîdi seriyyeye çıkardı. Halid gidip Benî Cüzeyme de konakladı. Berabe­rinde Süleym ve Mudlİf oğulları gibi arap kabileleri de vardı. Onlar oradaki su başlarına konmuşlardı. Cüzeyme oğullan cahiliye döne­minde Halid'in amcası el-Fâkih b. el-Muğirayı ve Abdurrahman b. Avfın babası Avf b. Abdi Avfı vurmuşlardı. Bu ikisi Yemen'den tica­retten gelip bunların yanında konakladıklarında hücum edip bu ikisini öldürerek mallarını aldılar.

İslâm hakim olup da Resulü Ekrem (s.a.v.) Halid'i yollaymca o bu­radaki Gumesa suyuna geldi. Cüzeyme oğulları bunları görünce si­lahlarına sarıldılar, (Halid onlara kimliklerini sorunca onlar "biz Müslümanız, namaz kılıp zekatı da Muhammed'e verdik" dediler. Ama Halid onlara, "öyleyse bu silah çekme niye?" diye sorunca, "Bi­zimle bir arap kavmi arasında düşmanlık var. Biz sizin onlar olacağı­nızdan korktuk da silahı aldık" deyince Halid, "silahları bırakın! Zira bu yammdaki-insanlar da Müslüman oldular" dedi. (İbni İshâk kıssayı

Cüzeyme oğullarından ilim sahibi bir dostunun ağzından şöyle devam ettirir);

- Haîid silah bırakma emri verince içimizden Cahdem denen bir adam "Bre Cüzeyme oğulları yazıklar olsun size! Vallahi bu Halid b. Velîd'dir. "Muhammed (s.a.v.) ise İslâm'ı ikrar edenlerden bu namaz kılıp zekat verme dışında fazla birşey istemiyor. Biz İslâm'ı ikrar etmi­şiz, Halid ise bizden Müslümanlardan istenilen şeyleri istemiyor ki!..." silahı bırakınca sonu sadece esirlik olacaktır. Esirliğin ardından da kı­lıç gelecektir." Ben asla silahımı bırakmam," dedi.

Etrafını kavminden birkaç kişi çevirip, "Yâ Cahdem sen bizim ka­nımızın dökülmesini mi istiyorsun? İnsanlar Müslüman olmuş ve silah bırakmışlardır. Harp kaldırıldı, güven sağlandı. (Biz de Müslümanız, bu gelenler de Müslüman. Madem Muhammed Mekke'yi fethetmiş ise biz Halid'den korkmayız" dediler.

Cahdem, "Vallahi Halid sizden hepinizin bildiği o eski kini (amca­sının kinini) alacak" dediyse de arkadaşları direndiler) Böylece silahla­rını Halid'in ordusuna teslim ettiler.

Silah bırakılır bırakılmaz Halid onların bağlanmasını emretti, Adamlarm elleri kürek kemiklerinden bağlandı. Sonra onlara kılıç çekip kimisini öldürdü. Haber Peygamber'e ulaşınca ellerini semaya açıp: "Allah'ım! Halid'in yaptıklarından sana sığınırım" buyurdu. Sonra Resûlullah (s.a.v.) Hz. Alî'yi çağırıp:

"Yâ Ali şu zulme uğrayan topluluğa git! Başlarına gelen olaya bak, kan ve mallarının bedelini öde ve Cahiliyet işlerini ayakları­nın altına al (yok et)!" buyurdu. Hz. Ali, beraberinde Peygamberin onlara ödenmek üzere verdiği malı da alıp oraya geldi. Onlara kan be­deliyle, müsadere edilen mallarının paralarım ödedi. Hatta onlara kö­peklerin yal yediği yalhkların bile parasını ödedi. Onlara ödenecek hiç birşey kalmadı ama Ali'nin yanında hâla bu maldan bir miktarı duru­yordu. Onlara, "ben şu kalanı da Resûlullah adına ihtiyatan size veri­yorum. Belki sizin bilmediğiniz Onun da bilmediği şeyler vardır" diyerek onlara verdi. Sonra Peygamber (s.a.v.)'in yanına geldi ve du­rumu ona haber verdi. Efendimiz (s.a.v.) de; "İsabet ettin ve güzel yaptın" buyurdu.

Sonra kalkıp kıbleye karşı ayak üstü dönerek ellerini gökyüzüne doğru uzatıp üç kere "Allah'ım! Halid b. Velîd'in yaptığından sana sığınırım!" diye dua etti.[457]

Yunus b. Bükeyr, İbni İshâk'tan naklediyor: Bana Yakub b. Utbe b. Muğire Zühri den, oda İbni Ebî Hadrad yoluyla babası Ebû Hadrad'dan şöyle nakletti:

"Ben o gün Halid b. Velîd'in süvarileri arasındaydım. Birde baktım ki, Cüzeymeliler arasında benim yaşımda, elleri boynuna iple bağlan­mış bir genç bana, "Ey genç! Sen şu ipin bir ucunu elinde tutup beni şu duran kadınların yanına kadar götürsende ben onlara ihtiyacımı bir anlatıversem. Sonra bana istediğini yapabilirsiniz!" dedi. "Bu dediğin gayet kolay!" dedim.

Sonra ipini tutup onu kadınların yanına götürdüm. O genç -içlerinde bulunan sevgilisne- "Yâ Hubeyşe! Artık-yani- hayat tüken­mek üzere, gel de bana teslim ol" deyip sonra da şu şiiri okudu:

"Ben sizi aradığımda sizi ya Haiye vadisinde bulurdum ya da Havanık denen yerde size yetişirdim. Şimdi şu başımıza gelenleri gö­rüyorsun;

"Aşığın adeti hilafına zorla gece karanlığında veya öğle sıcağında, Ona ulaştırılması hak değilmi idi.

"Ailemiz de beraberken ben diyeceğimi demiştim, artık benim bir günahım yok, istiyorum ki, olaylardan biri olmadan önce beni sevablı kabul et.

"Ayrılık bizi atmadan, Emir zaten ayrı yaşayan sevgiliyi uzaklara atmadan, isterim ki beni günahsız sayasın.

"Zira bende sır olarak sakladığım hiç birşeyi zayi etmedim. Gözle­rimi senin yüzünden sonra sevindiren sevgili yoktur.

"Ama arta kabilede aşktan beni alıkoyacak birşeyyok, sadece başa gelen felaketler var.

Hadrad, der ki: Kızcağız bu sözleri duyunca: "Sen onyedi kere tek tek, onsekizkere de peşpeşe selamlandın!" dedi. Sonra genci geri ge-tirdik ve boynunu vurduk.[458]

İbni İshâkder ki: Bize Ebû Firâs el-Eslemî Eşlemden bazı yaşlı a-damların bu seferde Halid'le beraber bulunarak, "Bu genç öldürü­lünce, bu kızın gelip cesedinin üzerine -ağlayarak- kapanıp dudaklarını eme eme öldüğünü11 söylediğini anlattılar.[459]

 

Huneyn Savaşı

 

Yunus b. Bükeyr, ibni Ishâk'tan, Asım b. Ömer b. Katâde Abdurrahman b. Cabir b. Abdillah yoluyla Cabir (r.a.)'dan....

Amr b. Şuayb, Zührî, Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm ve Abdullah b. el-Mukaddem b. Abdurrahman es-Sakafî'de; Huneyn hadisesinde Peygamber (s.a.v.)'in Huneyn vadisindeki Hevasinlere, onların da E-fendimiz üzerine yürüdükleri seferi şöyle anlatırlar; Ancak bir kısmı diğerlerinin anlatmadığı şeyi de anlatıyor. Hepsinin rivayetleri şu şekilde cem olmaktadır:[460]

-Resûlullah (s.a.v.) Mekke fethini tamamladığında -bunu duyan-Mâlik b. Avf Nasrî denen adam; Nasr oğullarını, Cüşem oğullarını, Sa'd b. Bekr oğullarını, az da olsa Hilal oğullarından birkaç gurubu, Amr b. Amir oğullarından birkaç insanı, Avf b. Âmir'den birkaç ki­şiyle, onlarla anlaşmalı Sakifin ve Benümâlik'in hepsini topladı. Sonra'da bunlarla Resûlullah'ın üzerine doğru yürüdü. Beraberlerinde mallarını, kadınlarını ve çocuklarını da getirdiler.

Resûlullah (s.a.v.) onların gelişini duyunca, Abdullah b. Ebî Hadrad el-Eslemî'yi haber almaya yollayıp;

"Git, onların arasına gir ve onların maksatlarını bize öğren!11 buyurdu. O da gidip onların arasına girdi. Bir veya iki gün aralarında kalıp, sonra Peygamber (s.a.v.)'e gelip onların haberlerini anlattı. Resûlullah (s^yO: Ömer Îbnü'l-Hattaba;

"İbnü EbFTladrad'ın ne anlattığını duyuyor musun?" bu­yurdu. Ömer de, "Yalan söylüyor!" dedi. Bunun üzerine Ebû'l-Hadrad, "Yâ Ömer, eğer beni yalanlıyorsan vallahi herhalde hakkı yalanlamış olacaksın" dedi. Ömer de, "Yâ Resûlallah! Ebû Hadrad'ın ne dediğini duyuyor musun!" deyince Resulü Ekrem (s.a.v.);

"Sende Yâ Ömer, kesinlikle delaletteydin. Allah sana doğru yo­lu verdi" buyurdu.

Sonra Nebi(s.a.v.) Safvân b. Ümeyye'ye haber salıp, yanında bulu­nan yüz tane zırhı ve harb aleti olarak bulunan şeyleri istedi. O da; "Gasbederek mi alacaksın yâ Muhammedi" deyince Nebi (s.a.v.):

"Kefaletli bir ödünç olup, sana geri verene kadar (sana garanti verilecek)" buyurdu. Sonra da o tarafa doğru yola çıktı.[461]

İbni İshâk derki: Bunu Zührî, "Resûlullah (s.a.v.) ikibin Mekke'den, onbin de yanında bulunanlardan alarak, Huneyn üzerine yürüdü.[462] İbni İshâk, "Efendimiz (s.a.v.) Attab b. Esîd'i b. Ebî'1-Lys b. Ümeyye'yi Mekke'ye vali bıraktı" der.[463]

Yİne aynı isnadla îbni İshâk der ki: Malik b. Avf[464] denen herif, ya­nma toplayabildiği Kays'hlar ve Sakîf lileri alıp, yaşlı biri olan şair Düreyd b. Es-Sımme'yi de bir deveye bindirip çekerek gelip Evtas va­disine konakladı.                                                   

Evtas vadisine indiklerinde, develerin bozulamalarını, eşeklerin a-mrmalarim, koyunların melemelerini, bebeklerin ağlamalarını duyan şair Düreyd: "siz hangi vadiye geldiniz?" dedi. "Evtas!'1 dediler. "Atlar için ne güzel dolaşacak yerdir, ne katı sert ne de gevşek, yumuşak bir yer, ne oluyor ben deve bozulaması, çocuk ağlaması ve koyun mele­mesi işitiyorum" deyince onlar, "Malik b. Avf orduyla beraber malla­rını ve çocuklarım da getirdi." dediler. Düreyd, "O nerde?" dedi. Mâlik'i çağırdılar.

Düreyd: "Yâ Mâlik! artık sen kavminin başı oldun. Bu öyle bir günkü bunun birde sonrasında günler olacak, seni bu insanlarla bera­ber mallarını, hanımlarını ve çocuklarını buraya getirten sebeb ne?"

dedi. Mâlik; "Ben her savaşçının arkasına malını ve ailesini koydum ki, onları -bırakıp kaçamamak- için savaşsınlar" dedi.

Düreyd onu hayvan azarlar gibi "heest!" diye azarladı ve "Keçi ço­banı! Vallahi hiç yenilgiye uğrayıp ölümden kaçanının yüzünü geriye çevirebilecek şey var mı? Eğer bu harbin galibiyeti sana kısmetse, sa-na-bunlann değil-sadece savaşçının kılıcı- ve mızrağının faydası olur. Eğer harb senin aleyhine biterse o zaman sen ailenin ve malının ara­sında rezil ve rüsvay olacaksın. Bu malları, kadınları ve çocukları kendi kavimlerinin en yüksek yerine yurtlarının en koruyucu bölgesine gönder" dedi.

Mâlik, Düreyd'in görüşünün onları etkileyeceğinden korkarak onun bu konuda fikir beyan etmesini hoşlanmadı ve:

"Ey Hevazin toplululğu! ya bana itaat edeceksiniz ya şu kılıcı kar­nıma dayayıp sırtımdan çıkarıncaya kadar üzerine yatacağım" deyince topluluk, "sana itaat ettik!" dediler. Sonra Mâlik, "Müslümanları gürdüğünüzde kılıcınızın kınını kıracaksınız, sonra hep birden tek kişi gibi saldıracaksınız" dedi.

Vakîdi anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.) Şevval ayının altısında Mek­ke'den on iki bin kişiyle hareket etti. O kalabalığı gören Ebû Bekir (r.a.): Bugün artık azlıktan dolayı yenilmeyeceğiz!" deyiverdi. Ni­hayet Huneyn'e Şevvalin onunda ulaştılar.

Nebi (s.a.v.) ashabına hazırlık emri verip, bayrak ve sancakların la­yık olan kimselere verilmesini sağladı. Katırına bindi. İki zırhı ile miğ­fer ve tolgasını takındı. (Safları yönlendirdi. Onları harbe teşvik edip sabredenlere zafer müjdesi verdi.  Tam Huneyn vadisine girince)

233 Zehebî rivayeti kısaltarak nakleder. Vâkidî derki: Ebû Bekr (r.a)'ın bu sözü üzeri­ne: "Allah size birçok yerde zafer nasib etmiştir ve Huneyn gününde hani çokluğu­nuz hayretinize gitmişti, halbuki (o çokluk) size hiç bir fayda sağlamamış ve yer­yüzü bu kadar genişliğine rağmen size dar gelmişti de dönerek kaçmıştınız" (Tevbe, 25) ayeti geldi.

Hevazin kabilesinden öyle kalabalık bir gurup Müslümanları karşıla­dılar ki, Müslümanlar şimdiye kadar, bu kadar çok bir ordu görme­mişlerdi. Vadiye girildiğinde sabahın alacakaranlığı idi. Vadinin orta­sından ve kayalıklarından gönüllü küfür ordusu sanki hepsi birtek kişiymişcesine topluca fırlayarak saldırdılar. Öndeki Süleym oğulları süvarileri geri dönüp kaçmaya başladılar, Mekke'Iiler de onların arka­sından geri döndü, arkasından da diğer insanlar geri dönüp kaçıştılar. Resulullh (s.a.v.) sağma ve soluna dönerek kaçanlara bakıyor ve;

"Ey Allah'ın Ensarı, ey Resulü'nün ensarı! Ben Allah'ın kulu ve Resulü'yüm" buyuruyordu. O gün kaçmadan Peygamberle birlikte Abbâs, oğlu Fazıl b. Abbâs, Ali b. Ebî Tâlib, Ebû Sûfyan b. el-Hâris, Rabîa b. Haris, Eymen b. Ubeyd, Usame b. Zeyd, Ebu Bekir ve Ömer (r.a.)'Iar ve bir gurup insan sebat göstermişlerdi.[465]

Yunus, İbni İshâk-Ümeyye b. Abdillah b. Amr b. Osman isnadıyla nakleder: Umeyyeye anlatılmış ki: "Malik b. Avf Müslümanları teftiş etsin diye bir takım casuslar göndermişti. Casuslar Malik'in yanına kollan kesilmiş olarak geri geldiler. Malik, "Vay size, bu haliniz ne?" dedi. Onlar'da, "Dor atlar üzerinde bembeyaz bir gurup adam bize doğru geldi. Vallahi bize temas eder etmez bu gördüğün vaziyet başı­mıza geldi." dediler. Vallahi bu durum bile Malik'i istediği hedefe gitmekten alıkoyamadı." Bu haber sened yönünden "Munkatı"dır.[466]

Rabi b. Enes'in rivayetine göre; O gün yola çıkarken adamın biri, "biz azlıktan dolayı yenilmeyiz" demiş, bu sözde Peygamber (s.a.v.)e ağır gelmiş idi. Bu hususta Allah (c.c);

"Ve çokluğunuzun sizi hayrette bıraktığı Huneyn gününde de size zafer nasib etti" ayetini indirmişti.

Muaviye b. Sellâm, Zeyd b. Sellam aracılığıyla Ebû Sellâm'dan nakleder: Bana Es-Selûlî anlattı ki ona Sehl b. el-Hanzaliyye -bu ko­nuda- şunları söylemiş: Huneyn günü onlar Peygamber (s.a.v.)'Ie bir­likte hareket edip yatsıya kadar süren uzun bir yolculuk yapmışlar. Sehl (r.a.) derki: Öğle namazında ben de Peygamberle beraber bulun­dum. Bir süvari geldi "Yâ Resûlallah, ben sizin önünüz sıra yola çıkıp şu şu dağlara tırmandım, ben bir de ne göreyim! Hevazin'lilerin hepsi birden;[467] kabilesi, hanımları, develeri ve koyunlarıyla beraber Huneyn vadisinde toplanmışlar...." diye gördüğünü anlattı.

Resûlullah (s.a.v.) tebessüm ederek:

"Bu, yarınki Müslümanların ganimetidir inşallah!" buyurup, sonra da "Bu gece bize kim nöbetçilik yapacak?" buyurdu. Enes b. Ebî Mersed el-Ganevî "ben beklerim Yâ Resûlallah!" dedi. Efendimiz (s.a.v.) "Öyleyse bin!" emrini verdi. Enes atına binip Efendimizin ya­nına geldi. Efendimiz (s.a.v.) ona:

"Sen şu koyağı karşına alarak en yüksek yerine çıkana kadar git. (Namaz ve tuvalet ihtiyacı haricinde sakın atından yere inme ki) Bu gece senin gittiğin tarafta bulunanların hücumuna uğramayalım.[468]  buyurdu.

O gece geçip sabah namazı olunca, Nebi (s.a.v.) iki rek'at -sabah sünnetini- kılıp, "Süvariniz'den bir haber alabildiniz mi?" diye so­runca, "Hayır yâ Resûlallah, bir haber alamadık." dediler. Böylece ka­naat getirilip namaza başlandı. Resûlullah (s.a.v.) hem namazını kılı­yor hem de o süvariyi yolladığı koyağı gözlüyordu. Namazını kılıp selamını verip bitirince: "Müjdeler olsun süvariniz geliyor." bu­yurdu. Biz de önümüzdeki ağacın dalları arasından koyağa bakmaya başladık. Süvari gelip Resûlullah'ın yanında durdu ve: "Ben Peygamberin emrettiği şekilde gidip şu koyağın en yukarısına varıp durdum.

tiğİ şekilde gidip şu koyağın en yukarısına varıp durdum. Sabah olun­ca -Huneyn vadisindeki iki koyağa da baktım ama hiç kimseyi göre­medim!" dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) de: "Geceleyin atından indin mi?" diye sorunca Enes b. Ebi Mersed, "hayır! ancak namaz kılmak ve tuvalet ihtiyacını gidermek için indim!" dedi. Efendimiz (s.a.v.) de:

"Sen kesinlikle cenneti hak ettin. Bundan sonra -bu tür- nafile amel yapmasan bile bir sakıncası yok" buyurdu.[469] Hadisi Ebû Dâvud nakleder.

Yunus b. Bükeyr, İbni İshâk'dan naklediyor: Bana Asım b. Ömer, Abdurrahman b. Câbir aracılığıyla babası Cabir b. Abdillah (r.a.)'tan şöyle haber verdi: Malik b. avf ve beraberindekiler, Huneyn'e doğru hareket edip Resûlullah (s.a.v.)'den önce oraya ulaştı. Vadinin daral­dığı yerde ve o civarda harp malzemelerini düzenleyip harbe hazırlan­dılar. Resûlullah (s.a.v.) ve ashabı da gelip sabahın köründe onların olduğu yere konakladı. Daha insanlar oraya ayak basar basmaz, karşı­larında kendilerine doğru hızla saldıran kafir süvarilerini buluverdiler. Ashab -paniğe kapılıp- bozguna uğrayarak geriye doğru kaçışmaya başladı. Hiç kimse kimseye doğru yönelmiyordu. Resûlullah (s.a.v.);

"Ey insanlar! Gelin, ben kesinlikle Allah Resulüyüm, ben Ab­dullah oğlu Muhammed'im." diyerek vadi girişinin sağma doğru çekildi. Ama-ona doğru-meyleden hiç kimse olmadı.[470] Develer birbirine girip kaldı. Resûlullah (s.a.v.) insanların bu halini gördüğünde, bera­berinde ehli beytinden bir gurup insanla muhacirlerden bir gurup kalmış idi. Abbas (r.a.) Efendimizin beyaz katırının gem altından tut­muş bir halde, geri kaçmadan Onunla beraber, Hz. Ali, Ebû Sûfyan'la kardeşi Rabîa b. el-Hâris, Fazl b. Abbas, Eymen b. Ümmü eymen, Usame ile, Muhacirlerden, Ebû Bekir ve Ömer (r.a.) sebat etmişlerdi.

Yine o gün Hevazin kabilesinden bir adam kızıl devesi üzerine binmiş, elinde uzun bir mızrağa taktığı siyah bir bayrak ile Hevazin'lilerin önünde durmuş, yetişebildiği insanları mızrakla vuru­yor, yetişemeyip kaçanları da mızrağını kaldırıp arkasmdakiîere işaret ediyor, onlarda kaçanların peşine düşüyorlardı. (Onlar bu şekilde çar­pışırlarken, Hz. Ali ile Ensar'dan biri ona doğru gittiler. Hz. Ali arka­sından gelip devesinin ayak kaslarını kesti, adam da kıç üstü yere düş­tü. Ensarlı da fırlayıp öyle bir darbe attı ki, ayağının baldırını yarısına kadar kesip onu eğerden yere yuvarladı. İnsanlar kılıçla çarpışmaya başladı. Vallahi yenilip kaçanlardan hiç biri daha geri gelmeden esirler Resulü Ekrem'in yanında elleri omuzlarında olarak toplanmaya başla-dılar).[471]

Resûlullah (s.a.v.) ile beraber bulunan Mekke halkının kaba huylu adamları bozguna uğrayınca içlerinden bir takım kimseler gönülle­rinde sakladıkları kini açığa vurarak dedikodu etmeye başladılar. Bunu duyan Ebû Sûfyan b. Harb: "Onların hezimetleri şehir dışında da sona ermiyecek. Zira fal okları ondan tarafa işaret etmekte ve ok torbasında bulunmaktadır." dedi.[472]

İbni İshâk derki: Bize Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm: "Resûlullah (s.a.v.) ile beraber Ebû Sûfyan b. Harb de o gün Huneyn'e geldi ve İs­lâm olduğunu ilan etmekte idi, ama falcılıkta kullandığı okları hâla torbasında bulunuyordu." diye anlattı.[473]

Babası daha önce Uhutta öldürülen Şeybe b. Osman el-Abderî: "İş­te bugün intikamıma ulaşacağım, bugün Muhammed'i öldüreceğim" diyordu. Şeybe b. Osman der ki: "Ben böyle diyerek Resûlullah'ı öl-

dürmek için dolandım, ama birşey gelip gönlümü bürüdü de öldür­meye gücüm yetmedi. Anladım ki, Resûlullah korunulmaktadır...."[474]

İbni İshak der ki: Bana Asım (b. Ömer b. Katâde) Abdurrahman b. Câbir yolu ile Câbir (r.a.)'tan şöyle nakletti:

-Resulü Ekrem insanların hezimetle kaçıştığını görünce: "Yâ Abbâs,"Ey Ensar topluluğu, ey semure ağacı altında biat eden topluluk!" diye bağır!" buyurdu. (Ben böyle bağırınca) onlar "Lebbeyk, lebbeyk!" diyerek davete katılmaya başladılar. Onlardan devesine binmek üzere varıp uzananlar binmeye muvaffak olamıyor­lardı. Zırhını boynundan geçirip kılıcını ve yayını alarak sesin geldiği tarafa yöneliyordu. Böylece Resûlullah'ın yanında yüz kişi toplanı-verdi. Hemen müşriklerin önünü kesip çarpıştılar. Davetin ilki "Hay­din Ey Ensarhlar!" şekli ile Ensara yapıldı. En son davette Hazreçlilere yapıldı. Bunlar harb esnasında çok sabırlı idiler. Resûlullah (s.a.v.) bi­neğine binip savaşçıların çarpışmasına bakınca:

İşte Tandır şimdi kızıştı" buyurdu.[475] Cabir der­ki: Vallahi daha gidenler geri bile gelemeden Esirler Resûlullah'ın ya­nında toplanmaya başlamıştı. Allah onlardan kimini katletti, kimini hezimete uğrattı, mallarını, kadınlarını ve çocuklarını da Peygambe­rine harp ganimeti olarak verdi.[476]

İbnü Lehî'a Ebu'l Esved yolu ile Urve b. Zübeyrden, yine (İsmail b. İbrahim de amcası) Musa b. Ukbe'den bu mevzuda şunu naklederler: Resûlullah (s.a.v.) Huneyn'e doğru hareket etti. Mekke halkı da onunla beraber çıktı. Onlardan kimse bu seferden geri kalmadı, gerek atlı gerek yaya, hepsi hatta kadınlar bile yürüyerek geldiler. Onlar duruma bakıp ganimet elde etmeyi umuyorlardı. Resûlullah ve ashabına gele­cek olan bela umurlarında bile değildi.

Musa b. Ukbe derki: Ashabdan birinden bir kalkan veya kılıç yere düştükçe Ebû Sûfyan b. Harb, Resulü Ekrem (s.a.v.)'e, "düşenleri ve­rinde ben taşıyayım" diye sesleniyordu. Bu yüzden devesinin yükünü çok ağırlaştırmıştı.

Urve ve Musa b. Ukbe devamla şöyle anlatırlar: Sabah olunca, ki­min gâlib olacağını görebilmek üzere, Ebû Sûfyan, oğlu Muaviye Safvan b. Ümeyye ve Hakîm b. Hizam bir tepenin arkasına çekildi. Reslullah (s.a.v.) katırına binip, safları karşısına aldı. Onlara yapa­cakları emirleri verip harbe teşvik etti. Onlar bununla meşgulken, müşrikler birden bire sanki tek kişi imiş gibi hep birden hücum ettiler. Müslümanlar gerisin geri kaçıştılar. Haris b. Nu'man derki: "İnsanlar kaçıştığında ben Resûlullah'la beraber kalanların kaç kişi olabileceğini tahminleyip, herhalde yüz kişi kadar kalmışlar, dedim."

Bu esnada Kureyşli biri Safvan b. Ünıeyye'nin yanma vardı ve: "Muhammed'le ashabının yenilgisini müjdeliyorum. Vallahi, artık bu yarayı bir daha saramayacaklar!" dedi. Safvan'da, "Sen bana, bedevile­rin galibiyetini mi müjdeliyorsun? Vallahi, Kureyşten olan bir Rab, benim için bedevilerden olan Rab'dan daha iyidir" dedi ve kölesini harp sahasına yollayıp, "bir dinle bakayım, kimin parolası konuşulu­yor!" dedi. Köle gidip geldi ve "Ben onların, "Ey Abdurrahman oğul­ları, Ey Abdullah oğulları, Ey Ubeydullah oğulları diye seslendiklerini duydum!" deyince Safvan: "İşte Muhammed galib gelmiştir!" dedi. Huneyn harbinde Müslümanların parolası bu geçen sözlerdi.

Harp iyice kızışıp düşman etrafını çevirdiğinde Resûlullah (s.a.v.) devesinin özengilerine basarak doğruldu. Anlattıklarına göre ellerini Allah'a uzatarak şu duayı yapmaya başladı:

"Allah'ım ben, bana vadettiğin şey hususunda sana yalvarırını. Allah'ım onların bize üstün gelmeleri asla layık olmaz" sonra as­habına; "Ey Hudeybiye günü biat edenler, haydi Allah'a, Allah'a gelin, Peygamberinizin yanında toplanın" buyurdu. Bir rivayette; "Ey Allah'ın yardımcıları Ey Peygamberin ensarı ve ey Hazreç oğullan!" diye seslenmişti. Ashabından bu sözleri ilan edenlere de bu şekilde söylemelerini emretti. Bir avuç çakıl alıp onu müşriklerin yüz ve alınlarına serpti ve: "Yüzleri kararsın" buyurdu. Ashabı bu davete hemen katıldı.

Allah müşrikleri bozguna uğrattı. Müşrik reisi Mâlik b. Avf kaçıp yanında bulunan kendi kavminden bir takım adamla Taif te bir kabi­leye sığındı, işte bu zaferle birlikte, Allah'ın Peygamberine nasib ettiği bu zaferi ve dinine izzet verişini gören pek çok Mekke'li Müslüman oldu.

Bu haber Musa b. Ukbe'nin hadisinin biraz kısaltılmış şeklidir. Urve'nin rivayetinde ise Nebi (s.a.v.)'in katır üzerinde özengilere ba­sarak kalkışı, olmadığı gibi "Ey Allah'ın ensarı!" diyen ibarede yok­tur.[477]

Şube Ebû İshâk'tan naklediyor: Ebû îshâk der ki: "Ben Berâe b. Azib'i (r.a.), Kays kabilesinden birinin kendisine "Huneyn günü Resûlullah'i bırakıp kaçtınız mı ey Ebû Umara?" diye sorması üzerine ona şöyle dediğini duydum: -Biz ettik- ama Resûlullah asla geri çe­kilmedi. O gün Hevazin müşrikleri okçuluk görevini üstlenmişti. (Onlar bunda usta idi) Biz düşmanla karşılaşıp onlara saldırınca bozguna uğradılar. Onlar bozulunca bizimkiler ganimetleri almaya yöneldi. Müşrik Hevazin'Hler bize ok yağdırdılar, bu kere biz bozguna uğradık. İşte ben o esnada Resulü Ekrem'i beyaz katın üzerinde gördüm. Ebû Sûfyan yularını tutuyor Nebi (s.a.v.) de:

"Ben, hiç yalan yok Peygamberim, ben Abdülmuttalib'in oğlu­yum" diyordu. Hadisi Buharı ve Müslîm naklediyor.[478]

Yine aynı haberi, Buharı ve Müslîm -Şu'beden değil de- Züheyr b. Muâviye yolu ile Ebû İshâktan naklederler. İşte bu rivayette şu ilave vardır: Berâe (r.a.) bu adama: "Hayır-aslında firar etmedik- vallahi Resûlullah asla firar etmedi. Lâkin ashabından tecrübesiz gençlerle, üzerlerinde fazla bir silah olmayan zırhsız piyadeler hızla varıp Hevazin'lilerin okçu bölüğüne rastladılar. Onlar da öyle ok atmaya başladılar ki, neredeyse hiçbir okları boşa gitmiyordu.[479] Müslim ise Zekeriyya b. Ebî Zâide'nin Ebû İshâk'tan naklinde Peygamberimizin "Allah'ım yardımım indir!" diye dua ettiğini ve Berâe'nin; "Vallahi biz harp kızışınca Peygamber'e sığınırdık, bizim en yiğidimiz harpte Pey­gamberle aynı hizada savaşabilen idi" dediğim ilave eder.[480]

Hüşeym, Yahya b. Saîd, yolu ile Amr b. Saîd b. el-Âs'tan nakleder: Bana Siyâbe b. Âsim Huneyn günü Peygamber (s.a.v.)'in;

"Ben Atike'lerin (Yani sülâlemde üç Atike adlı kadının,

1- Abdi Menâfoğullarmın anası Atike bînti Hilâl

2- Haşim'in anası Atike binti Mârra

3- Amine'nin babası Vehb'in anası olan Atike binti el-Evkas) oğluyum" buyurduğunu anlattı. Yine bu haberi Ebû Avâne

Katâde'den: "Nebi (s.a.v.) gazvelerden birinde: "Ben Atike'Ierin oğ­luyum" buyurmuştu" dediğini nakleder.[481]

Yunus, İbni Şihab-ı Zührî'den naklediyor: Bana Kesîr b. el-Abbâs b. Abdü'l Muttalib, Hz. Abbas(r.a.)'ın şöyle dediğini haber verdi:

-Resûlullah (s.a.v.) beraber Huneyn savaşında ben de bulunmuş­tum. Ben ve Ebû Sûfyan b. el-Haris ondan hiç ayrılmadık. Resûlullah (s.a.v.) beyaz katırı üzerindeydi. Bu katın ona Ferve b. Nüfâse el-Cüzâmî hediye etmişti. Müslümanlarla kâfirler karşılaşınca, Müslü­manlar geriye doğru kaçmaya başladılar. Resûlullah (s.a.v.) katırın kâ­firlere doğru eştirmeye (koşturmaya) başladı. Ben katırın geminden tu­tuyordum ki, onu daha hızlı gitmekten alıkoymak istiyordum. Ebû Sûfyan da yuları tutmuştu. Nebi (s.a.v.):

"Ey Abbas! Semuru ağacı altında biat edenlere seslen!" bu­yurdu. Abbas (r.a.) der ki: Abbas (r.a.) gayet gür sesli idi. Ben olanca gücümle: "Ey Semure ağacı altında biat edenler!" diye öyle bir bağır­dım ki, Vallahi benim sesimi duyduklarında; tıpkı yavrusunun sesini duyup da ona doğru fırlayan inek şefkati ile geri döndüler ve "Yâ Lebbeykâh yâ Lebbeykâh diye bağırdılar. Böylece onlarla kâfirler çar­pışmaya başladı. Ensar arasında harbe davet parolası, "Yâ ma'şera'l-Ensâr, yâ Ma'şera'l-Ensâr şeklinde idi. Sonra bu davet sadece Haris b. Hazreç oğullan adına yapılarak, "Yâ benî'l-Hâris b. Hazreç, yâ benî'l-Hâris b. Hazreç" diye seslenildi. Resûlullah (s.a.v.) devesi üzerinden uzanırcasına onların çarpışmasına bakarak:

"İştebu fırının tam kızıştığı andır" buyurdu. Sonra yerden bir avuç çakıl alıp bunları kâfirlerin yüzlerine attı ve ardından: "Muhammed'in Rabbine andolsun ki, onlar artık yenilmişlerdir1' buyurdu. Abbas der ki: Ben hemen dikkatle bakmaya başladım. Gör­düğüm kadarıyla savaş aynı şekilde cereyan ediyordu. Vallahi Nebi (s.a.v.) bu çakılları onlara atar atmaz müşriklerin gücünün zayıfladı­ğını ve tek çarenin geri kaçmaları olduğunu görüyordum. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[482]

Ma'mer b. Raşîd, Zûhrî yolu ile Kesîr b. Abbas'dan bu isnadla bu hadisi aynı şekilde nakleder. Ancak -Ferve b. Nüfâse yerine Ferve b. Nûânıe el-Cüzâmî adım verir. Bu rivayette Efendimiz:

"Yenildiler, Kabe'nin Rabbine yemin olsun ki yenildiler, Ka­be'nin Rabbine yemin olsun yenildiler" buyurmuştur.[483]

İkrime b. Ammâr der ki: Bana İyas b. Seleme babası Seleme b. Ekva' (r.a.)'ın kendisine şöyle dediğini anlattı:

-Resûlullah (s.a.v.)'le beraber Huneyn gazvesine gitmiştik. Düş­manla yüzyüze gelince hemen ilerleyip bir tepeye çıktığım anlayama­dım. Sonra adamlara baktım gördüm ki, onlarda bir başka tepeye çık­mışlardı. Müslümanlarla onlar çarpışmaya başladılar. Müslümanlar birden geri döndü. Ben de kaçarak geri dönmeye başladım. Üzerimde iki parçadan oluşan birini don diğerini gömlek yerine kullandığım bir elbisem vardı. Acelemden don olarak giydiğim çıktı bende ikisini bir­den kuşanarak kaçarak giderken Resululah (s.a.v.)'e rastladım. Kır renkli katırının üzerinde idi. Beni görünce;

"İbnü'1-Ekva her halde dehşetli bir şey görmüş olacak" bu­yurdu. Kâfirler Peygamberin etrafını çevirince katınndan indi, sonra topraktan bir avuç toprak aldı ve bunu onların yüzlerine fırlatıp "Yüz­ler kararmıştır" buyurdu. Allah'ın onlardan adam olarak yarattığı her kişinin gözüne bu topraktan girdi. Düşmanlar bozulup gerisin geriye kaçmaya başladılar. Allah onları bozguna uğrattı. Resûlullah'da ganimetlerini Müslümanlar arasında paylaştırdı. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[484]

Ebû Davûd Müsnedinde der ki: Bize Harnmâd b. Seleme, Ya'lâ b. Atâ, Abdullah b. Yûsr (ebû Henmanı) isnadıyla Ebû Abdirrahman el-Fihrî (r.a.)'tan şöyle anlattığını nakleder: Huneyn savaşında Resûlullah (s.a.v.)le beraber bulundum. Biz sıcağın şiddetle kaynadığı bir günde yola çıkmıştık. Bir ağacın gölgesi altında konakladık. Gün orta vaktini geçince harb edevatımı kuşandım, atıma bindim ve Resûlullah'a gel­dim. Efendimiz çadırındaydı. Selam verip, "Yâ Resûlallah şu vakit gi­diş vakti değil mi?" dedim. O da "Evet" buyurup "Yâ Bilâl!..." diye seslendi. Bilâl (r.a.) -istirahat ettiği- gölgesi kuş gölgesi kadar küçük olan Semure ağacının altından öyle hızlı fırladı ve "Lebbeyk ve Sa'deyk buyur canım sana feda olsun! dedi. Efendimiz: "hemen atı­mın eğerini vur!" buyurdu. Bilâl iki tarafı liften yapılma bir semer getirdi ki, ne allı ne pullu, (sıradan bir şey) Onu hayvanın sırtına vur­du. Resûlullah bindi, biz de binip sonra tekrar yola koyulduk. Düşma­na rastgeldiğimizde safımızı tuttuk. Atlılar birbirine yaklaşınca çar­pışmaya başladık. Müslümanlar dönüp kaçmaya başladı. Nitekim Al­lah bunu Kurân'da bahsediyor. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.);

"Ey Allah'ın kulları! Ben Allah'ın kulu ve Resulüyüm. Ey Muhacirler! Ben Allah'ın kulu ve Resulüyüm." buyurup sonra atın­dan atladı, Bana, Peygambere orada daha yakın olan biri anlattı ki, Nebi (s.a.v) bir avuç toprak alıp onu düşmanın yüzüne savurdu ve; "Yüzler çirkinleşti!" buyurdu.

Ravi Ya'lâ b. Atâ der ki: Bize, o gün müşrik olan o kavmin çocuk­ları babalarından naklettiler ki, onlar: "Bizden o gün ağzına ve gözüne toprak dolmayan kimse kalmadı. Hem o esnada gökle yer arasında, tıpkı demirin, demir leğene sürtüldüğündeki çıkan ses gibi bir ses işi­tildi" demişler. Böylece Allah onları hezimete uğrattı.[485]

Abdû'l-Vâhid b.Ziyâd derki: Bize Haris b. Hasıyra, Kasım b. Abdirrahman yoluyla Babasından, İbni Mes'ûd (r.a.)'ın şöyle dediğini haber verdi:

-Huneyn günü ben Resûluîlah (s.a.v.)'le beraberdim. İnsanlar onu bırakıp kaçıştılar. Ben muhacir ve ensardan oluşan seksen kişiyle be­raber sebat edip kaldım.

İşte Allah'ın o anda kendilerine sekinet indirdiği kimseler bunlardı. Resûlullah katırı üzerindeydi ve hep ileri gidiyordu. Katırı birden bire sapınca Efendimiz semerden sarktı. Hemen onu kendi istikametine doğru çevirdi. Ben: "Allah seni yüceltsin, doğrul! dedim. Bana: "Bana bir avuç toprak alıver" buyurdu. Toprağı alıp O'na verdim. Toprağı müşriklerin yüzüne saçtı. Gözleri toprakla doldu.

Efendimiz: "Muhacir ve Ensar nerede?" buyurdu. Ben: "Onlar işte şuradalar" dedim. "Onlara seslen!" buyurdu. Ben onları çağır­dım. Onlar sanki şimşek gibi kılıçları sağ ellerinde geldiler. Müşrikler de yüzüstü geri kaçtılar.[486]

İmam Buharı Tarih-i Kebîrin'de der ki: Bize Ebû Âsim, Abdullah b. Abdirrahman et-Tâifî'den o da Abdullah b. Iyaz b. el-Haris aracılı­ğıyla babası Iyaz'dan şöyle dediğini anlattı:

- Resûlullah (s.a.v.), oniki bin kişilik bir ordu ile Hevazin kabilesi­nin üzerine yürümüştü. Huneyn günü bu (Hevazin'Ii) Taif halkından Bedir'de öldürülen insan sayısı kadar adam öldürüldü. Resûlullah

(s.a.v.) bir avuç çakıl alıp bunları yüzüme serpti. Biz de hezimete uğ­radık.[487]

Ca'fer b. Süleyman, Avf-Ümmü Bürsün'ün kölesi Adurrahman ya'la ile Huneyn harbine kâfir olarak katılmış olan birisinden şöyle ri­vayet ediyor:

-Biz harbde karşı karşıya gelince Müslümanlar bize -keçiden- süt sağacak zaman kadar bile dayanamadılar. Bizde gelip Peygamberin önünde kılıçlarımızı sallayarak dolaşıyorduk. Onu tam ortamıza alıp etrafını çevirmiştik ki, ne görelim, bizimle Onun arasında güzel yüzlü adamlar vardı. Bize: "geri dönün yüzler kararmiştr!" dediler. İşte biz bu sözden dolayı bozulup hezimete uğradık.

Bu, isnadı Ceyyid (gayet sağlam) olan bir haberdir.[488]

Velîd b. Müslim ve bir başka âlim derler ki: Bana Abdullah b. Mü­barek, Ebû Bekr el-Hüzeli'nin ikrime aracılığı ile Şeybe b. Osman'dan şöyle anlattığı rivayet etti:

-Huneyn savaşında, Peygamberi, etrafında kimse kalmamış olarak görünce babamla amcamı ve onları Ali ile Hamza'nın öldürdüğünü ha­tırladım. Kendi kendime: "İşte Muhammed'den intikamı bugün ala­bileceğim" deyip hemen sağ tarafına dolaştım.

Baktımki Abbas ayakta önümde duruyor, üzerinde öyle beyaz bir zırh vardı ki sanki üzerine konan tozları bile gösteren bir gümüştü. "Amcası O'nu rüsvay ettirecek değil ya!" deyip oradan ayrılıp sol tara­fına geçtim. Baktım orada da Ebû Sûfyan b. el-Hâris duruyor. Yine, "Bu da amcasının oğlu, onu yardımsız koymaz!" diye düşündüm.

Sonra onun arkasına geldim. Öyle ki, aramızda ona kılıçla bir ham­lede saldıracağım kadar bir mesafe kalmıştı ki, onunla aramızda ansı­zın yıldırım çakar gibi bir ateş parçası yalındandı. Ateşin beni yakacağından korktum. Elimi gözüme koyup geri geri gittim. Resûlullah (s.a.v.) bana baktı ve;

"Yâ Şeybe, yâ Şeybe yaklaş bana" buyurup sonra da, "Allah'ım! Şeytanı ondan uzaklaştır" diye dua etti. Ben gözümü Ona çevirdim. O anda bana Onun gözümden ve kulağımdan daha sevimli olduğunu farkettim. Nebi (s.a.v.) bana: "Yâ Şeybe, Kâfirlerle savaş" buyurdu. Bu gerçekten garib bir haberdir.[489]

Eyyûb b. Câbir, Sadaka b. Saîd yolu ile Şeybe'nin oğlu Mus'ab'dan babası Şeybe'nin şöyle dediğini anlatır: "Huneyn günü ben de Resûlullah'la beraber gelmiştim. Vallahi oraya ne Müslüman oldu­ğumdan ne de onu tanıdığımdan değil, sadece Hevâzin kabilesinin Kureyş'e üstün geleceği onuruma dokunuyordu.

Ben Onun yanında durup: "Yâ Resûlallah, ben alaca renkli atlar gö­rüyorum!" dedim. Bana: "Yâ Şeybe! O dediğini ancak kâfirler gö­rür" deyip elini göğsüme koyup: "Allah'ım Şeybe'ye hidayet et!" diye üç kere tekrarladı. Artık Allah'ın yarattıklarından hiçbiri bana ondan daha sevimli değildi."

Şeybe hadisinin gerisini aynen yukardaki gibi; çarpışmayı, Müslü­manların kaçışını, Abbas'ın nida edişini, Nebi (s.a.v.)'in yardım dile-yişini ve müşriklerin hezimetini anlatır.[490]

îbni îshâk, Hevazin'den bir adamın, Mâlik b. Av'f in Müslüman olduktan sonra oraya beraberce gidişlerini anlatan şu şiirini nakleder:[491]

-Hatırla onların toplanıpta insanlara doğru gidişini! Malik'in o gün üzerinde sancaklar salınıyordu.

-Mâlik, o gün herşeye mâlikti. Üstünde başka lider yoktu. Huneyn günlerinde üzerindeki tac pırıl pırıl parlıyordu.

-Nihayet insanlarla karşılaştılar. İnsanların en hayırlısı onlara ge­liyordu. Üzerlerinde tolga, zırh ve kalkan vardı.

-İnsanlara saldırdılar, hatta Peygamberin etrafında kimseyi gör­müyorlardı. Hatta karanlık öyle iken basmıştı.

-Sonunda Cebrail zaferle geldi. Onların kimi kaçmış bizden kimide gırtlaklanmıştı.

-Eğer bizimle savaşan Cebrailden başkası olsaydı o takdirde kılıç­larımız yine bizi koruyacaktı.

-Bozguna uğradıklarında Ömeru'l Faruk vefa gösterdi de bir darbe ile atının eğeri kana bulandı.[492]

İmam Mâlik Muvatta adlı eserinde Yahya b. Saîd -Ömer b. Kesîr b. Eflah- Ebû Katâde'nin kölesi Ebû Muhammed isnadıyla Ebû Katâde (r.a.)'tan naklediyor:

-Huneyn günü Resûhillah'la beraber çıktım. Düşmanla karşılaştığı­mızda ilk raundu biz kazanmıştık. Müşriklerden birinin Müslümanlar­dan bir adamı altına aldığını gördüm. Hemen ardına dolanıp boynu ile omuzu arasındaki kuma kılıcı İndirdim.

Adam kalkıp bana saldırdı, beni kucaklayıp Öyle bir sıktı ki, ölü­mün yelini hissettim. Lâkin devam edemedi, ölüm ona yetişince beni koyuverdi.

Ben gidip Ömer (r.a.)'a yetiştim ve "İnsanlara ne oldu?" diye sor­dum. O da "ne yapalım Allah'ın emri böyle" dedi. Sonra insanlar geri geldi. Resûlullah (s.a.v.) oturdu ve:

Kim birini-harpte-öldürür ve üzerinde buna delil bulunursa ö-lenin harp malzemeleri (üzerinde çıkanlar) öldürene aittir11 bu­yurdu. Ben kalkıp, "bana kim şahit olur?" dedim. Sonra oturdum. Son­ra Nebi (s.a.v.);

"Kim bir kâfiri öldürür ve buna delili varsa, onun harp ağırlığı öldürene ait olacaktır11 buyurdu. Kalkıp, "bana kim şahit olacak!" deyip oturdum. Efendimiz aynı sözü üçüncü kere söyleyince yine kalk­tım. Efendimiz (s.a.v.);

"Yâ Ebû Katâde sana ne oluyor?" buyurunca durumu ona an­lattım.

Toplumdan birisi: "Bu adam doğru söylüyor Yâ Resûlallah!, O ölü-. nün harp malzemeleri bendedir. Ancak sen bunu razı et de bu eşyaları bana versin!" dedi.

Bunu duyan Ebû Bekir (r.a.): "Hayır, o takdirde Nebi (s.a.v.) bu e-devatı, Allah ve Resulü yolunda çarpışmakta olan Allah'ın aslanların­dan bir aslana vermeyecek de, sana verecek demektir vallahi olmaz!" dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.)de;

"Değru söylüyor, hadi malı sahibine ver!" buyurdu. O da bunları bana verdi. Ben zırhı sattım, parasıyla Seleme oğulları yurdunda bir hurma bahçeciği aldım. Bu benim İslâm'da kazandığım ilk malımdı.

Hadisi Buharı ve Müslim de naklediyor. Ebû Dâvud'da bu hadisi El-Ka'nebî 'den nakleder.[493]

Hammad b. Seleme, İshâk b. Abdillah aracılığıyla Enes (r.a.)'tan Nebi (s.a.v.)'in, Huneyn savaşı gününde:

"Kim bir kâfiri öldürmüş ise, onun üzerinde çıkan malzemeler öldürene aittir" buyurduğunu nakleder. Hadis sahihtir.[494]

Yine aynı isnad ile Enes (r.a.)'tan şöyle dediği nakledilir:

-Huneyn savaşı günü Ebû Talha, Ümmû Süleym'e rast geldi. Ümmü Süleymde hançer vardı. Ebû Talha, "Yâ Ümmü Süleym! bu yanındaki hançer niye?" diye sordu. Kadın da: "Vallahi eğer onlardan birisi bana yaklaşacak olursa karnım deşeyim diye düşünüyorum" dedi.

Ebû Talha da Peygamber'e anlattı. Nebi (s.a.v.) ona "bu hançerde ne?" diye sorunca aynı cevabı verdi. Resûlullah gülmeye başladı. Ümmû Süleym, "Yâ Resûlallah! seni bırakıp kaçışarak hezimete sebeb olan şu Tulekâ'yı (Yani Mekke fethinden sonra Efendimiz (sav)'in öldürmeyip af ederek düşünme süresi verdiği kimseler  öldürsene" dedi. Nebi (s.a.v.)de:

"Yâ Ümmü Süleym! Allah bu kadarını kafi görmüş ve en iyi­sini yapmıştır," buyurdu.

Bu hadisi Müslim rivayet eder.[495]

 

Evtas Gazvesi

 

Es-Sîra adlı eserinde şeyhimiz Abdü'lmû'min b. Halef ed-Dimyatî der ki: "Huneyn günü yardıma gelen melekler, kırmızı sarıklı ve sar nklarımn uçları iki omuzları araşma sarkar şekilde idiler."[496]

Resûlullah (s.a.v.) orada:

"Kim bir kâfiri öldürmüşse Ölüdeki edevat ona aittir" buyurup, ashabına düşmanı takib emrini verdi. Hezimete uğrayan müşriklerin bir kısmı Taife bir kısmı Nahle vadisine vardı, bir gurup da Evtas va­disine geldi.[497]

Nebi (s.a.v.) Ebû Âmir el-Eş'arî'ye bir sancak hazırlayıp düşmanı aramaya yolladı. Seleme b. el-Ekvâ (r.a.)da Ebû Amirle beraberdi.

Düşman kampına kadar vardılar. Baktılar ki, onlar hiç teslime ya­naşmıyorlar ve savunma vaziyeti almışlar. Ebû Amir o gün onlardan dokuzunu düello yaparak öldürmüştü.

Sonra onuncusu sarı bir sarıkla ortaya düelloya çıktı ve Ebû Amir'e bir darbe vurup öldürdü. Ebû Amir yerine Ebû Musa el-Eşariyi vekil yaptı. Ebû Musa da, Allah oranın fethini nasib edene kadar onlarla çarpıştı.[498]

Ebû Üsâme, Bürayd-Ebû Bürde isnadıyla Ebû Musa el-Eş'arî (r.a.)'dan nakleder:

-Nebi (s.a.v.) Huneyn harbini bitirince, Ebû Amir'i (r.a.) bir ordu ile Evtas'a yolladı. Ebû Âmir, Dürayd b. es-Sımme'ye rast gelip onu öldürdü, Allah adamlarım darmadağınık etti. Ebû Âmir dizinden ya­ralandı. Cûşem oğullarından biri ona attığı oku dizine isabet ettirmişti. Ben yanına vardım ve "amcacığım, sana bu oku kim attı?" dedim. Ba­na "işte benim katilim bu" sen onu görüyorsun, diye işaret etti.

Ben ona doğru yönelip fırladım ve ona yetiştim. Beni görünce kaç­maya başladı ben peşine takılıp, "utanmıyor musun, sen arab değil mi­sin, durmayacak mısın?" diye söylenmeye başladımsa da o buna ya­naşmadı. Böylece çarpışmaya başladık, ikimiz de birer hamle yapıp darbe attık, ben onu Öldürdüm.

Sonra Ebû Âmir'in yanma geri geldim. "Allah senin düşmanını öl­dürdü!" dedim. Bana, "şu oku çıkar!" dedi. Oku çıkarınca kan boşandı.

Bana, "yeğenim! Resûlullah'a git ve benim selamımı söyle sonrada ba­na istiğfar edivermesini iste" dedi. Ebû Amir beni yerine tayin etti, az daha yaşayıp öldü. Ben Efendimize gelip durumumuzu ve Ebû Âmir'in isteklerini anlattım. Efendimiz su isteyip abdest aldı, sonra ellerini kaldırdı ve:

"Allah'ım! Ubeyd Ebû Amir'e mağfiret et! Allah'ım! Kıyamet günü yarattığın insanların hepsinin üzerinde yer ver!" diye dua etti. Ellerini öyle kaldırdı ki, ben koltuk altlarının aklığını gördüm. Bana da dua et dedim de Nebi (s.a.v.);

"Allah'ım! Abdullah b. Kays'a (Ebû Musa'nın adı) mağfiret et, Kıyamet günü onu en mükerrem yere koy" buyurdu. Hadis müttefekun aleyh'tir.[499]

İbni İshak der ki: Huneyn harbinde Sakif kabilesinden yetmiş kişi sancaklarının altında can verdi. Müşrikler bozguna uğradı. Berabe­rinde Mâlik b. Avf ile ta Taife geldiler. Bir kısmı Evtas'da karargah kurdu. Bir kısmı Nahle tarafına çekildi.

Resûlullah'ın süvarileri bunların peşine gitti. İbnü'd-Düğünne diye de anılan Rabîa b. Rufey'a, şair Düreyd b. Es Summe'ye yetişti ve de­vesinin yularından tuttu.

Onu kadın sanıyordu. Baktı ki, yaşlı biri olup gençler onu tanımı­yordu. Düreyd, Rabîa'ya, "bana ne yapmak istiyorsun?" dedi." Seni Öl­düreceğim!" deyince, "sen kimsin?" diye sordu. O da, "ben Rabîa b. Rufey1 Es-Sülemî'yim" dedi. Rabîa ardından kılıcı vurdu ise de hiçbir netice alamadı.

Düreyd ona: "Anan sana ne kötü silah vermiş, sen benim şu kılıcı­mı heybemin arkasından al ve onunla vur! Kemiğe vurma beyne indir. Ben de düşmanlara böyle yapardım.

Sonra gidip ananın yanına varınca ona "Düreyd b. Es-Summeyi ben öldürdüm", diye anlat. Vallahi belki de günlerden birinde senin hanım­larına da engel olmuşumdur" dedi. O da onu öldürdü.

Süleym oğulları iddia ederler ki, Rabîa ona vurup da hayvandan ye­re düşürünce üstü açıldı. Kalçası baldırlarının içi eğersiz ata bine bine kağıt gibi incelip ağarmış Rabîa dönünce anasına onu öldürdüğünü an­lattı. O da, "Ama vallahi O, senin için anneler azad etmişti" dedi.

İbni İshâk der ki: Resûlullah (s.a.v.) Evtas'a doğru kaçan müşrikle­rin ardından Ebû Amir el-Eşarî'yi yolladı. O da orada bir okla vurulup öldü.

Sancağı Ebû Musa alıp düşmanı hezimete uğrattı. İddia edildiğine göre Ebû Âmir'e ok atan kişi (bu) Düreyd'in oğlu olan Seleme olup, Ebû Âmir'i dizinden vurdu.[500]

 

Huneyn'de Şehit Olanlar

 

Bu harpte;

1- Ummü Eymen (r.a.)'ın oğlu Eymen b. Ubeyd, (bu zat aynı zamanda Haşim oğullarının kölesiydi)

2- Yezîd b. Zem'a b. el-Esved el-Esedî el-Kuraşî,

3- Suraka b. Hubâb b. Adîy b. el-Aclânî el-Ensarî ve

4- Ebû Âmir Ubeyd el-Eş'arî (r.a.)lar şehid oldular.

Sonra harp ganimetleri toplandı, ama Taif fethinden sonra taksim edildi. Mallan korumaya Mes'ûd b. Amr (r.a.) tayin edildi. Efendimiz malları ve esir kadınları Cı'rane'ye getirtti. Kadınları korumakla da Mahmiyye b. el-Cezz'ı tayin etti.[501]

 

 



[1] Hudeybiye Musalahasının geçtiği kaynaklardan bazıları

1- İbni Hişâm 3/308;

2- Buhârî Meğazî 64/35; Hadis no 4/48;

3- Müslim h. No 1253;

4- İbni Sa'd Tabakat 2/95;

5- Vakıdî Meğazî 2/-571;

6- Urve Meğazî sayfa 192;

7- Taberî Tarih 2/-115;

8- İbnü Abdi'l Ber Ed-Dürer sayfa 191;

9- Beyhakî Delâil 4/90;

10- İbni Ebî Şeybe 14/429; Abdiirrezzak 5/330

[2] İbni Hişâm 3/308; İbni Sa'd 2/95; Beyhakî Delâil 4/91; Taberî 2/116.

[3] Beyhakî Delâil, 4/92; İbni Ebî Şeybe Musannef 34/429 da (18686 nolu) hadisinde Ebû Ûsame-Hişam-Urve isnadıyla yine bunun Şevval ayında olduğunu öne sürer. Ancak Urve'den gelen îbni Lehî'a-Ebu'l Esved-Urve isnadında'da "Zilka'de" ayında der ki, müellif ona işaret etmişti.

[4] Buhârî Meğazî 64/35 h. no 4148; Müslim Hacc hadis no 1253; Beyhakî Delaik 4/92; Müsned 3/134.

[5] Buhârî Meğazî 64/35; Taberî Tarih 2/116; İbn Ebî Şeybe 14/444; Beyhakî Delâil 4/93.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Cantaş Yayınları 4/11-12

[6] Müslim Kitâbul İmara h. no 1857; Beyhakî Delâil,. 3/95 Buhârî Meğazî 64/35, h. no 4155.

[7] Buhârî Meğazî 64/35; Müslim h. no 1856; Beyhakî Delâil, 4/96.

[8] Buhârî Meğazî 64/35 h. no 4154; Müslim h. no 1856; Beyhakî Delâil 4/96, 97.

 

[9] Buhârî Meğazî 64/35 hadis no 4153; Beyhakî Delâil 4/97.

[10] Buhârî Meğazî 64/35. h.no 4154; Müslim İmara h. no 1856; Beyhakî Delâil 4/97.

[11] Müslim İmara/Bab-û İstikbâb-i Mübâyeati'1-İmâm h.no 1856; Beyhakî Delâil, 4/98.

[12] Beyhakî Delâil 4/98.

[13] Beyhakî Delâil 4/98.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/12-14

[14] Bu paragrafın arapça matbu nüshasının ibaresinde bir düşüklük vardı. O yüzden bir Musannef ve Beyhakînin ibaresini esas aldık.

[15] Ben Semed kelimesini "Kaklık" diye tercüme ettim. Kaklık kelimesi Toroslar'da bilhassa Karaman-Mut-Ermenek yöreleri arasında hâla canlılığını koruyan bir ke­limedir. Kayaların veya sert toprağın yağmur ve benzeri bir sebeple oyulup tabiî olarak çukurlaşmasıyla meydana gelir ve içinde, yağmur yağınca uzun süre su bu­lunur.

[16] Lat'm bızırını yala, bir deyim olup Araplar bunu "Anayın bızırını yala" diye söylerlerdi. Hz. Ebû Bekir sırf aşağılamak için Putun sanki kadınlık organı varmış gibi bu şekilde ifade etmiştir.

[17] "Süheyl" arapçada "kolay" anlamına geldiği için Efendimiz (s.a.v) bunu hayra yormuş olmaktadır.

[18] Buhârî Kitâbü-ş-Şurût 54/15; Beyhakî Delâil 4/99/108.

[19] Müslim Kitâbü Sıfâtı'l münâfıkıyn h.no 2880; Beyhakî Delâil 4/108.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/14-26

[20] Buhârî Meğazî 64/35; Hadis no 4150; Beyhakî Delâil 4/110.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/26-27

[21] Müslim Cihad ve Siyer h. no 1807; Beyhakî Delâil 4/111; İbni Sa'd Tabâkat 2/98.

[22] Beyhakîde "Yunus b. Bûkayi anlatıyor" şeklindedir.

[23] İbni Hişâm 4/25; Beyhakî Delâil 4/112; Beyhakî aynı rivayeti Yunus b. Bükeyr yoluyla İbni İshak'tan nakleder ve şu ilaveyi verir: "Rasûlüllah (s.a.v) "Ey insanlar haydi konaklayın" buyurunca onlar, "Yâ Rasûlellah! Bu vadide bu kadar insanın konaklayabileceği bir su başı yok ki!" dediler. Nebi (s.a.v) de, okluğundan bir ok çıkarıp bunu ashabından birine verdi ve ona, "şu kuyulardan birine git ve bu oku kuyunun boşluğundan dibine at" buyurdu. Adam gidip böyle yapınca su coşmaya ve kaynamaya başladı. Öyle çoğaldı ki insanlar kuyunun etrafından dağılıp kenar­daki deve çökeğine gittiler."

[24] İbni Hişâm 4/27.

[25] BeyhakîDeIâil4/112.

[26] İbni Hişâm 4/25; Zehebî metninde bu paragrafın sade ve son tarafı kalıp diğer ta­rafı atlanmış, Ma'na anlaşılması için biz İbni Hişâm'dan verdik.

[27] Metini Dr. Tedmurî yanlış okusa gerek. "Etâ nâ" değil "Ene Yâ Rasûlellah" dır.

[28] Cılga, dağlardaki çoban, hayvan v.b.nin kullandığı yolumsu yerler. (Toros dili)

[29] İbnü Hişam 4/25.

[30] İbni Hişâm burası "İbnü Şihab-ı Zührî derki" şeklindedir.

[31] İbnü Hişam 4/25.

[32] Buhârî Meğazî 64/35 Hadis no 4152; İbnü Sa'd Tabakat 2/98; Müslim Kitabü'l Emâra 33/Hadis no 73; Beyhakî Delâil 4/9-115; Zehebînin "Şu'be ve diğerleri" dediği diğeri Abdü'lazîz b. Müslim ve Muhammed b. Fudayl'dir.

[33] Daramı Sünen 1/27; Beyhakî Delâil 4/119; İbni Huzeyme, Sahih c.1/107 nolu ha­dis.

[34] Müslim Kitabü'l-Lukâta h. no 1/729; Beyhakî Delâil 4/118. 

[35] BeyhakîDelâil4/119.

[36] Beyhakî Delâil 4/120; Müslim Sahih Kitabü'l Lukata 3/5, hadis no 19.

[37] Buhârî Menâkıb 61/25. hadis no 3573; Müslim Fazail hadis no 2279, Beyhakî Delâil 4/123, 124.

[38] Buhârî Vudû14/46. hadis no 200; Müslim Fazail 2279; Beyhakî Delâil 4/122.

[39] Buhârî Vudû14/45. h.no 195; Menâkıb 61/25; Beyhakî Delâil 4/123.

[40] Müslim 2279. Buhârî Menâkıb 61/25. h. no 3572; Beyhakî Delâil 4/124,125.

[41] Bu gün Zevrâ artık genişleyen Mescid'in içinde kaldı.

[42] Tirmizî Salât 199; Ebû Dâvûd Salat h. no 514; İbnü Mâce Ezan hadis no 717. Müsned 4/199; Beyhakî Sünen 1/381, 399; Delâil 4/125, 127.

[43] EI-Efrıkî Salih biri olmasına rağmen çok rivayetlerinde münker şeyler olduğu müttefekun aleyhdir.

[44] Buharı Menâkib 61/25 hadis no 3579; Beyhakî Delâil 4/129, Tercemede Buhârî metni esas alınmıştır.

[45] İmam Ahmed Müsned 1/251; Beyhakî Delâil 4/128; îbni Kesîr merhum Tarihinin bu bölümünde 6/17 İmam Ahmed bu rivayetinde tek kalmıştır" demektedir. Lakin hadis görüldüğü gibi Beyhakî'de de Ahmed b. Hanbel zincirde yer almaz. Üstelik Taberânî'de bu haberi Şa'bi yolu ile İbni Abbas'tan nakleder:

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/27-37

[46] Urve Meğazî sayfa 192, 193; İbni Hişâm Sire 4/27,28. Beyhakî Delâil 4/133, 134.

[47] İbnü Hişâm Sîre 4/28; Beyhakî Delâil 4/135.

[48] İbni Hişâm 4/28; Nihayetü'l Irab 17/227; Beyhakî Delâilin-Nübüvveh 4/135; İbn Sa'd 2/100.

[49] Nesâî Ez-Zuafâ ve'1-Metrûkîn sayfa 388. Ukaylî Zuafa 1/257; Zehebhi Mizan tercemeno: 2187.

[50] Müslim Kitâbü'l Emâra 1856 (68, 69); Beyhakî Delaik 4/135, 136.

[51] Müslim İmara 1858; Nesâî Bey'at 7/140; Beyhakî Delâil 4/137.

[52] Beyhakî Delâil 4/137; Şa'bî sahabe olmadığı için haber Mürseldir.

[53] Buhârî Ahkam 93/44; Müslim İmara h. no 1860; Nesâî Bey'at 7/141; Beyhakî Delâil 4/138.

[54] Müslim Kitâbü'l Cihâd ves-Siyer h. no: 1807; Beyhakî Delâil 4/140, 141.

[55] Müslim Kitâbü'l Cihâd ves-Siyer h. no: 1808. Beyhakî Delâil 4/141; Taberî Tefsir Cüz 26/Sayfa 94; Müslim ve Taberî müşriklerin seksen kişi olduğunu belirtir.

[56] Buhârî Meğazî 64/35; Zehebî'nin metninde Amr b. Muhammed diye yazılmış ama doğrusu Ömer'dir. Buhârî bundan önce Na'fı'den şu bilgileri verir: "Bazıları Ab­dullah b. Ömer'i babası Ömer (r.a) olan Önce müslüman oldu sanırlarki öyle değil­dir. Ancak Ömer Hudeybiye günü oğlu Abdullahı, Ensar'dan birinde olan atını ge­tirmeye gönderdi. Rasûlüllah o esnada bîat almaya başlamıştı ve Ömer'in bundan haberi yoktu. Abdullah'da efendimize bîat edip sonra atı Ömere getirdi. Ömer o anda zırhını giyiyordu. Durumu anlatınca zırhrbırakıp bîat etmeye gitti. İşte gerçe­ği bilmeyenler oğlu Abdullah'ı Ömer'den önce bîat ettiği için iman etti sanıyorlar."

[57] Buhârî Meğazî/Hudeybiye gazvesi 64/35; Müslim Emâra h. no: 1839; İbni Sa'd Tabâkat 2/99; Beyhakî Delâil 4/143.

[58] Müslim Fazâilü's-Sahâbe h. no 2496; Beyhakî Delâil 4/143; Ebû Dâvûd 4653; Tirmizî 3860; Müsned 3/350; İbnü'l Mübarek 498; İbni Sa'd 2/100, 101.

[59] Müslim Sahîh, Fezâilüs-Sahabe h. no: 2495; Beyhakî Delâil 4/144; Müsned 3/349, 325; Tirmizî 3864.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/37-46

[60] Metinde  geçen    maddesi    fiilinden türemişe benzemiyor.  EI-Aybe heybedir.   de hem "ağzı örtülü" anlamına hemde "eşit" anlamına geliyor. O zaman bu Cümle: "Seninle bizim aramızda iki tarafı eşit ağırlıkta bir heybe olsun" anlamınada gelir. İbni Esir bunun mecazen göğüs anlamına geldiği ve araplarm bu "Aybetün Mekfufetün" cümlesini "insanların aralarında yaptıkları anlaşmadan son­ra artık kalplerinde asla gizli bir tuzak ve aldatma olmayacak; şekilde saf olması"

. anlamına darb-ı misal getirildiğini anlatır. Bu konuda Kamusu'l-Muhit mütercimi Asım Efendi (kabri nur olsun) şu izahı yapar (A+y+b): El-Aybetû, Temratü vez­ninde, küçük zenbile denir, meşinden ve gün'den yapılır. İçine elbise konan Camdan'ada denir. Türkçede Heğbe ta*bir olunur. Her halde ("Aybe") bu "Heğbe" den bozma olsa gerek.

[61] İbni Hişâm sira 4/28; Beyhakî Delâil 4/145; Hadisin aslı Buhârî'de Ma'mer, Zührî-Urve isnadıyla Mişver ve Mervan'dan nakledilirki daha önce geçmişti. Bak Buhârî Şuruf 54/15.

[62] Bak İbnü'l Esîr Ennihaye fî ğarîbü'l Hadis "Ğall" maddesi ve "seli" maddesi.

[63] 64 Buhârî sulh-53/6. Müslim Cihad h. no 1783; İbni Hişâm 4/28, 29; İbni Sa'd 2/101,103; Müsned 1/432, 4/86, 320; Beyhakî Delâil 4/146; Süneni Kübrâ 9/227, 5/69; Taberî 13/101, 26/59.

[64] Müslim Cihad ve siyer h. no: 1783; Zehebî sadece senedi verip metni atlamış, biz, metni Müslimden terceme ettik. Beyhakî Sünen-i Kübra 9/4/147; Delâii 4/147.

[65] Beyhakî Delâil 4/147; Müsned 1/342,4/87; Taberî 13/101.

[66] Konunun anlaşılması için parantez arasını aynı hadisin Buhârî'nin Tefsîr/Tefsîrü Süretil Feth/Bab Kavlühû Tealâ "İz yübâyıûneke..." bölümünden naklettik.

[67] Müslim cihad ve siyer 1785. Buhârî Cizye 58/18; Tefsir 65/Tefsiri Süreti'l Feth; Beyhakî Delâil 4/148; İbni Ebî Şeybe 14/438; Müsned 3/486; Bey. S. Kübra 9/222; Taberânî Kebîr 6/109; Taberî tefsir 26/44; Vakidî Meğazî 2/606.

[68] Hadis daha önce bir kaç defa geçti. Vakidî Meğazî 2/613

[69] İbni Hişâm 4/29; Beyhakî Delâil 4/151.

[70] Beyhakî Del. 4/152. 

[71] İbni Hişâm 4/; Delâil 4/151.

[72] Beyhakî Delâil 4/152.

[73] İbni Hişâm 4/29; Beyhakî Del. 4/152.

[74] Buhârî Sulh. 53/7. H. no: 2701; Beyhakî Delâil 4/152.

[75] Müslim, Hac, h. no: 1318.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/46-52

[76] Buhârî sahih Meğazî 64/36-    , cilt 5/66, 67 ve Tefsir Fazla suretü'l Feth. cilt 6/43, 44 h. no 4833; Beyhakî Delâil 4/155.

[77] Beyhakî Delâil 4/155 Beyhakî'de şu izah vardır: "Rasûlüllah'm yanma vardığımız­da, yüzünde surur vardı. Bize kendine ayet geldiğini anlattı. Bir gece konaklamış idik. Efendimiz, "bizi kim koruyacak?" buyurdu. "Ben, ey Allah'ın elçisi!" dedim. Ama uyuyakalmışım, beni ancak güneş uyandırdı. Efendimiz: "Allah bu namaza uyuya kalmamanızı isteseydi uyuyamazdınız. Ama Allah bununla sizden sonrakile­re kolaylık olmasını arzu etti." buyurup abdest aldı ve namazını kılıp, "Unutan ve ya uyuyakalan böyle yapar" buyurdu. Sonra insanlar hayvanlarını aramaya çıkıp, bulup geldiler. Ama Rasûlüllah'ın ki yoktu. Efendimiz benim yönümü belirleyip "şu tarafa git!" buyurdu. Oraya gidince hayvanını yuları bir ağaca takılakalmış ola­rak bulup getirdim."; İbni Ebî Şeybe 2/83; Taberânî Kebîr 10/279.

[78] Buhârî Meğazî 64/Gazvetü'l Hudeybiyye cild 5/66; Beyhakî Delâil 4/158.

[79] Müslim Cihad ve Siyer h. no 1786; Beyhakî Delâil 4/158.

[80] İbni HişâmSîre 4/35; Beyhakî Delâil 4/159, 160.

[81] Beyhakî Delâil 4/160; Beyhakîde buradan sonra bir hayli tafsilat vardır.

[82] Bu konuda Tefsir kitablarında Rum Suresi ilk ayetini açıklarken geniş yer veril­miştir.

[83] Beyhakî Delâil 4/162.

[84] Beyhakî Delâil 4/163.

[85] Beyh. Delâil 4/162.

[86] Beyhakî Delâil 4/168.

[87] Bendâr, Muhammed b. Beşşar el-Abdî el-Basrî'nin lakabıdır. Kendi diyarındaki hadisleri topladığı için "Bendâr" denilmiştir.

[88] Beyhakî Delâil 4/167.

[89] Beyhakî Delâil 4/166.

[90] Beyhakî Delâil 4/168. Ayet, Fetih Suresi, 4'cü ayetidir.

[91] Beyh. Delâil 4/167.

[92] Beyh. Delâil 4/168.

[93] Beyhakî Delâil 4/168, 169.

[94] Beyhakî Delâil 4/168. Beyhakî'nin bu rivayetinde "Karî'a" ya seriyye, "Va'de" de

[95] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/52-58

[96] Burada bir kalem atlaması olsa gerek. Zîra Beyhakî'nin aynı isnadla verdiği riva­yette "Rasûlüllah'dan" yerine, "Rasûlüllah'ın ashabından" diye nakleder.

[97] Beyhakî Delâil 4/170; İbni Hişâm'da bu konuyu İbni İshak Zührî rivayeti olarak verir. Konuya Zehebî kısalttığı için biz Beyhakî'den tam metni verdik.

[98] Buhârî Sahih Tefsir Mümtehine suresi 6/60; Talak 6/173; Ahkâm 8/125; Beyh. Delâil 4/171; Lakin Zehebî metninde "Mâ bâyeanî" diye yanlış dizilmiş. Doğrusu Buhârî'deki gibi "Mâ baya ahünne" dir. Ayrıca bunun için bak Müslim îmâra 88; İbni Mâce 2875; Müsned 6/276; İbni Sa'd 8/6.

[99] İbni Hişâm 4/31; Taberî 2/639; gibi kaynaklar haberi buraya kadar verir. Haberin uzun şekli Beyhakî rivayetidir. Lakin Zehebî çok kısaltarak veriyor.

[100] Beyhakî Delâil 4/174, 175; Zehebî çok kısalttığı için biz bu kısmı Delâil'den nak­lettik, burada bahsi geçen "Efendimize ait mektub diğer Siyer ve Tarih kitapların­da henüz gözüme ilişmedi. Belkide o dönem önem verilen konular sadece tebliğe ait olanlardı. Üstad M. Hamidullah "Mecmuatü'l Vesaik es-Siyâsiyye" adlı eserin­de (sayfa 65)

[101] Buhârî Cihad ve siyer/Bâbüddûa lil müşrikin ve Tefsir 65/21. Hadis no 4598; Beyhakî Delâil 4/176; Ebû Davut Vitir bab 10. h. no 1442; Müslim 468; Nesaî 2/201; İbni Mâce 1244; Müsned 2/239, 255, 396, 470, 502, 521; Taberî 4/58; Tahâvî Ş. M. el-Âsar 1/241; İbni Ebî Şeybe 2/316; Humeydî 939; İbni Sa'd 4/196; Abdürrezzak 4032; Taberânî Kebîr 61, 62; Bey. S. Kübra 2/198, 9/14.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/59-63

[102] Garibtir, Zehebî bu zatın vefatını burada altıncı yılda gösterirken "Tecrîd'i Esmâ-is-Sahabe" sirde 2215 nolu tercemede onun onuncu yılda vefat ettiğini söyler, tbııi Sa'd Tabakalında (3/408, 409) Efendimizin Onun hicret ettiği Mekkeye veda hac-cında gidip, hac bitince dönmeyip orada eğleşirken vefat etmesi üzerine "orada bu şekilde vefatına üzüldüğünü" belirtir ve Şu bilgiyi verir. Sa'd b. Ebî Vakkas Mek­ke fethinde Mekke'de hastalanmış ve Rasûlüllah Ci'rane Ömresi sonrası onu ziya­rete gelmişti: Alla'hım! Ashabımın hicretini icralarını nasib et, Onları hicret ettikleri yere geri döndürme, Lakin zavallı Sa'd" buyurdu. Hadisi Buhârî Cenaiz 37, Menâkibûl Ensar 49'da Müslim 1250; Ebû Dâvûd 2864, Tirmizî 2116; Müsned 1/176, 180; Beyhakî S. Kübra 6/268, 9/18; Taberânî Kebîr 6/56; Tahâvî Müşkil 3/253; Saîd b. Mansur  Sünen  370;   îbnü  Abdil   Ber  Temhid   8/375;   Muvatta  vasiyet 4de zikrederler; İbnü'I Esîr Üsdü'l Gabesinde 2/344, 1983 nolu tercemede, "Sa'd b. Havle'nin Veda Haccında Mekke'de vefat ettiğinde âlimlerin ihtilafı yoktur, ancak Taberî, O'nun hicri yedinci yılda öldüğünü söyler ki, doğru olan öncekidir" der.

[103] İbnü Abdi'! Ber "El İstîâb 3/595; Üsdü'l Ğâbe 5/400, 5369 nolu terceme; İbni Hişâm 2/293; Vakıdî Meğazî 1/408.

[104] Buhârî Meğazî Bab Hadîsü'l İfk. Mesruk'un Yemen'den Medine'ye geliş tarihi tam belli değildir "Ya Ebû Bekir veya Ömer zamanıdır. Ümmü Romanda Efendimizin sağlığında ölmüştü" görüşü Hatib-i Bağdadiye aittir. Bu dayanak Vakîdiye isnaden yapılıyor. Ebû Nüaym'm Delâilindeki izaha göre O Efendimizden sonra yaşamıştır. Aynî'nin Umdetü'l Karî'deki "bizzat Buhârî'nin Alâmetin nübüvvede geçen Abdürrahman b. Ebî Bekr hadisi ile yine Buhârî'nin Edebû'l Müfred adlı kitabın­daki hadis, Ümmü Roman'ına ölümünün daha sonra olduğunu ortaya kor" şeklin­deki izahıda bunu destekler.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/64-65

[105] Beyhakî Delâil 4/196; İbnü Hişâm 4/39; Tarih-i Halife s. 82; İbni Sa'd ise "Hayber fethine hicretin yedinci yılı Cemediyel Ûlâ ayında çıkıldığını" söyler Tabakat 2/106.

[106] İbni İshak'ın bu rivayetini Beyhakî Delâil'de 4/197; İbni İshâk, Zührî -Urve-Mervan b. Hakem ile Misver b. Mahreme (r.a) lardan "Rasûlüllah zilhicce ayında Medine'ye geldi, bir müddet eğleşig Muharrem ayında Haybere sefere çıktı" diye verir.

[107] Beyhakî Delâil 4/197; Vakıdî Meğazî 3/

[108] Beyhakî Delâil 4/195; Urve Meğazî sayfa 195; Burada bilmem orjinal mahtutada, bilmem dizende veya istinsahta bir yanlışlık olmuş. Ben Zehebinin yanlış yazaca­ğını sanmam. Zehebî metninde burası, "Sonra Rasûlüllah (s.a.v) "Hayber günü Al tıncı yılın günüdür" şeklinde { kâtele) kelimesi "Kale" şeklinde, Min kelimesi de "yevm şeklinde yanlış yazılmıştır. Biz onu Beyhakî rivayetinden düzelterek terceme ettik.

[109] Beyhakî Delâil 4/198

[110] Buhârî Vuzu 1/59; Cihad ve Siyer 3/222; Meğazî 5/72 hadis no: 4195 Beyhakî Delâii 4/200.

[111] Buhârî Meğazî 64/Hayber gazvesi cild 5/74; Müslim h. no: 1802; Beyh. Delâil 4/202; Müsned 4/48; Taberânî Kebîr 7/19; İbni Ebî Şeybe 14/459; îbni Hişâm 4/39;îbniSa'd2/113.

[112] Buhârî Meğazî/Hayber gazvesi, Cihad ve Siyer/Babu Dûdûn-Nebî İle'l İslâm cilt 4/5; Müslim 1365; Beyhakî Delâil 4/203; İbni Hişâm 4/31.

[113] Beyhakî Delâil 4/204; Tir. Şemail 173; Hakim Müstedrek 2/466; Tirmizî Sünen 1017; İbni Mâce 4178; İbni Adiy 5/1706.

[114] Buhârî Cihad ve Siyer Babû dûâü'n Nebiyyi ile'l-îslâm ve Meğazî/Bab Ğazveti Hayber. Cilt 5/76, 77; Müslim 2406; İbni Sa'd Tabakat2/110, 1II. BeyhakîDelâil 4/206; İbni Hişâm 4/42; Tahavi Ş. M. Asar 3/207; Müsned 5/333 Said b. Mansur Sünen h. no 2473; Bey. S. Kübra 9/107.

[115] Müslim Fazailüs-Sahabe h. no: 2405 Said b. Mansur Sünen 2474 Beyh. 4/206; Tahâvî Ş. M. Âsâr 3/214; Seleme Hadisi İçin Bak. Buhârî Cihad ve Siyer/ Bab. Mâgî'e fî livâin-Nebiyyi c. 4 sayfa 12; Müslim 2407; Beyhakî Delâil 4/206, 207.

[116] Müslim Cihad ve Siyer h. no: 1807; İbni Sa'd 2/110, 112; Taberî 3/10, 13; Beyh. Delâil 4/208.

[117] İbni Hişâm Sîre 4/39; Kıssa sirede buradan sonra şehit düşüş şeklimde anlatır ki üstte geçenle aynıdır.

[118] İbni Hişâm Sire 4/42; Beyh. Delâil 4/110; İbni Kesir Tarih 4/186; Taberânî Kebîr 7/39.

[119] Bu vecezler yukarda geçtiği için tekrarlanmadı.

[120] Taberî Tarih 3/3; Beyhakî Delâil 4/211; Hakim (ön bölümü) 3/37.

[121] Vasıtî Menâkıb-Ali s. 135. h. no: 222.

[122] Taberi 3/13; İbni Hişâm 4/42,43; Beyhakî Delâil 4/212.

[123] Beyhakî Delâil 4/212; Lakin bu rivayetler hep munkatı, hemde meçhul ravilidir.

[124] Beyhakî Delâil 4/213; Taberânî Evsat, İbni Ebî Şeybe 2/64 - 14/465.

[125] Beyhakî Delâil 4/213; Ebû Ya'la Müsned vasıtı Menâkıbı Ali no: 214.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/66-76

[126] Beyhakî Delâil 4/214, 215; Halife b. Hayyat Tarih 82; Vakıdî Meğazî 2/653; İbni Hişâm 4/44.

[127] Dr. Abdüsselâm Tedmurî dipnotunda "İbni Hişâm'ın el yazma nüshalarından bi­rinde burası: Benim saldırımdan ancak tecrübeliler koru­nabilir" şeklindedir." der. Kanaatimce bu daha doğrudur. M. Can.

[128] İbni Hişâm 4/41; Taberî tarih 3/10, 11; Beyhakî Delâil 4/215, 216; İbni Hişâm bu kıssada şiir kısmını vermez. Ayrıca bak. Müsned 3/385; Bey, S. Kübra 9/131; Ha­kim 3/426.

[129] İsnadı bu şekilde veren Beyhakîdir. Delâil 4/216; Lakin Vakıdî de ilk isnad Mu­hammed b. Fazl -babası- Cabir şeklindedir. Aynı zamanda Zehebi metninde " an Rafı b. Hudeyjj" diye dizilmişki yani ıştır. Doğrusu, "bin Rafı" dir. Gerçi Dr. Ted­murî bunun yanlış olduğunu onun Ubeydillah diye bir oğlu olmadığını İbni Ha-cer'in Tehzîb inden tashih ettiğini söylerse de kanaatimce yanlış olan kendisidir.

Tabakat kitaplarında Rafı b. Hadic'in bu ad'da bir oğlu bildirilmiyorsa da kendine "Ebû Abdillah" dendiği ittifakla bildirilmiştir. Yanlışlıkla "Abdullah" yerine U-beydullah" yazılsa gerek. Beyhakî Delâilinde 4/217 bu zatı Abdullah diye bahse­der. Tedmurî'nin tashihine göre Cabir'den hadisi duyan Rafı b. Hadîc (r.a)'ın baba­sı olmuş oluyor ki, bu imkansızdır. Zîra Hadîc b. Rafî'in sahabi olduğu bile belli değildir ki îbni Hacer'de bunu Tehzîb 3/138'de söylüyor. Zaten böylesi de Vakidî rivayetine uygundur.

[130] Vakidî 2/654; Beyhakî Delâil 4/216.

[131] Vakidî 2/655; Beyhakî Delâil 4/216.

[132] Vakıdî 2/657; Beyhakî Delâil 4/217.

[133] İbni Hişâm 4/42; Beyhakî Delâil 4/217, 218; Ebû Ömer b. Abdilber ve İbnü'l Esir bu konuyu tartışıp Merhabı öldürenin Ali (r.a) olduğu rivayetini tercih ederler ki, bu görüş akla daha yatkındır. Zîra bunun aksini söyleyen Câbir (r.a)!ın kendisi Hayber harbine katılmamış idi.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/77-80

[134] Beyhakî Delâil 4/220; Urve Meğazî 200; Hakim 2/636; îbni Hişâm 4/46.

[135] Hakim Müstedrek 2/136; Beyhakî Delâil 4/221; Bey. S. Kübra 9/143; Hakim hadi­se, Sahihü'l İsnad, der. Zehebî ise Müstedrek üzerine yazdığı telhisinde, "hayır ravî Şerahbil itham edilmiştir" diye itiraz eder, ama burada "sahih" saymaktadır.

[136] Beyhakî Delâi! 4/221.

[137] Taberî 3/14; Beyhakî Delâil 4/223; İbni Hişâm da da haberin bir kısmı geçmekte-^ dir4/47.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/80-83

[138] Halife b. Hayyat Tarih s. 82; İbni Hişâm kıssayı İbni İshak'dan değişik olarak nakleder Sire 4/43.

[139] İbni Hişâm sîre 4/43, 44; Beyh. Delâil 4/226; Taberî 3/14, 15; Halife b. Hayyat Tarih s. 63; Fûtuh'ül Buldan 1/34.

[140] Buharî Salat 8/12; Meğazî Gazvetü Hayber 64/38 cilt 5/74; Beyh. Delâil 4/227; İbni Sa'd 8/85; Ebû Ubeyd Tesmiyetü ezvacı-n -Nebiy s. 66. Müslim Nikah babü Fazileti İ'tâku emetihî.

[141] Buharî Meğazi 64/38/H. no 4211; Müslim Menasih 85; İbni Ebî Şeybe 14/398; Said b. Mansur sünen 2676; Abdürrezzak Musannef 17169; Tahâvî Ş. M. Aşar 4/193; Tirmizî 3922; Müsned 3/149, 159, 243; Beyh. S. Kübra 5/197, 6/309, 9/125; Delâil 4/228; Muvatta 889.

[142] Buhârî Meğazî 64/37, h. no: 4213; îbni Sa'd 8/122; Beyhakî Delâil 4/229.

[143] Ebû Dâvûd Haberi aynı isnadla buraya kadar nakleder. H. No: 3006.

[144] Buhârî Şurut 54/13, Cilt 3/177; Buhârî'nin Hüccet olarak kullandığı hadis bundan sonra gelecektir. Beyhakî Delâil 4/231.

[145] Ebû Davut 3013; Beyhakî Delâil 4/235.

[146] Ebû Dâvûd h. no: 3014; Beyhakî Delâil 4/235.

[147] Delâil 4/235.

[148] Beyh. Delâil 4/236.

[149] Beyhakî Delâil 4237,238.

[150] Delâil 4/238; Uyunû'l Eser 2/139.

[151] Buhârî Meğazi/Bab Hayber 64/38 Beyh. Delâil 4/240; Taberî Tefsir 10/5; İbni Ebî Şeybe 14/461; Nesâî 7/131; Müsned 4/81; Taberânî K. 2/147; Beyh. S. Kübrâ 6/340, 7/31; Ebû Nuaym Hılye 9/66; Ebû Dâvûd 2978; Zehebî'nin buradaki "Buhârî bunu şahit olarak aldı" sözü Beyhakrden kısaltmadır. Beyhakî ise, "Buhârî bu rivayetini, Ukayl'in Yunus aracılığıyla Zührî'den yaptığı rivayetten sonra şahit getirdi" der. Oysa Buhârî'nin Hiçbir yerinde Ukayl -Yunus- Zührî- isnadlı hadisten sonra bu rivayet yoktur. Zehebî sanırım Beyhakîye uydu ki rivayet zinciri onunki-dir. Beyhakîyi yanıltan Buhârî bu haberdeki isnadı değil Humus'ün taksimi husu­sundaki -Kitabü'l Humus/Bab. Vemineddelîli.... de geçen Ukayl Zührî -Said b. Müseyyeb- hadisindeki humusla ilgili bilgiye şahit yapmış olabilir.

[152] Buhârî Humus/Bab Ma yusîbe minet-Taam ve Meğazî 64/37 Müslim Cihat h. no: 72.

[153] Ebû Dâvûd Cihad h. no: 2704; Beyh. Delâil 4/241,

[154] Beyh. Delâil 4/242.

[155] Beyhakî Delâil 4/242; Ebû Dâvûd 2737; Tirmizî 1557; Hakim Müstedrek 1/327; 2/131; Zehebf bilemiyorum neden metindeki, "Hurseyy" kelimesini "İşe yaramaz değersiz" anlamındaki "Redî'" kelimesiyle açıklamış. Halbuki o İbni Esir ve diğer­lerinin belirttiği gibi ev eşyasıdır. Sadece "Hursey'il-Kelâm" denirse, "işe yaramaz söz" anlamına gelir.

[156] îbni Hişâm Sirede buradakinden daha fazla bir liste verir Sire cilt 4/49.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/83-92

[157] Buhârî 64/37; Müslim 2502; Ebû Nüaym Hilye 2/74; Begavi Sünne 11/99; Beyhakî Delâil 4/245.

[158] İbni Hişâm 4/52; Beyh. Delâil 4/246; Hakim Müstedrek 2/624, 3/211; Teberânî Kebîr 2/110; Sagîr 1/19; İbni Ebî Şeybe 12/535, 106, 14/349; İbni Sa'd 4/35; Beyh. S. Kübra 7/101.

[159] Ca'bir (r.a) olmadan Mürsel olarak yapılan rivayet. îbni Hişâm, İbni Ebî Şeybe ve diğerlerinde olduğu gibi "Süfyân'ı Sevrî" hadisidir. Zehebî'nin buradaki rivayeti Beyhakî'nin rivayeti olduğu halde neden "Câbir" (r.a) olmadan naklediyor, anla­madım. Beyhakî orada bizzat "Sevrî'den" mürsel olarak Câbir anılmadan da riva­yet olundu" der. Sevrî'den birde Ebûz-Zübeyr Cabir isnaden nakdini verir.

[160] Buhârî Cihat cilt 5/82; Ebû Dâvûd Cihat cilt 3/73; Beyh. Delâil 4/247.

[161] Buhârî cilt 5/82; Ebû Dâvûd 27 23, Tahâvî Müşkil 4/81; Beyhakî Delâil 4/247.

[162] Beyhakî Delâil 4/248.

[163] Buhârî 64/37. h. No: 4206; Beyhakî Delâil 4/251.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/93-97

[164] Buhârî Meğazî h. no: 4198; Beyhakî Delâil 4/253; Taberânî Kebîr 19/84.

[165] Buhârî 64/37. h. no: 4207; Beyh. Delâil 4/252p; Müsned 5/335; Müslim iman 179; Müslim Kader 12; Taberânî 6/181; Müsned 1/414, 6/107; İbni Mâce 2704.

[166] Ebû Dâvûd Cihat bab 142 h. no: 848; Müsned 4/114, 5/192; Beyh. S. Kübra 9/101; Delâil 4/255; Malik Muvatta 458; Hakim 2/127; Tab. Kebîr 5/262; Tahâvî Müsned 1/16.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/97-99

[167] Buhârî Cizye 58/7; Tıb 76/55; Daramî 1/34; Müsned 2/451; Beyhakî Delâil 4/256.

[168] E. Dâvud Diyeth.no 4510; Daramî 1/33; Bey. S. K. 8/46; Delâil 4/262; Zehebi'nin kısalttığı bu kıssayı Ebû Dâvûd Metnine göre terceme ettim. M.Can

[169] İbni Sa'd Tabakat 2/200; Beyh. Delâil 4/262.

[170] Beyhakî Delâil 4/262; İbni Sa'd Tabakalında 2/202. "Kadın önce bırakılıp dönüp gitti. Daha sonra Efendimiz Onu Bişr'in velilerine verdi. Onlarda onu öldürdüler, sabit olan budur" der.

[171] İbni Sa'd 3/371; Tarih-i Halife 83; Ebû Nuaym Hılye 7/317; Hakim 3/219, 4/163; Taberî Tefsir  10/104; Buhârî Edebü'l Müsned 296, Abd. Musannef 20705; Taberânî K. 19/81; Hatib Tarihi 4/217.

[172] Beyhakî Delâil 4/263; İbni Sa'd aynı kıssayı daha uzunca olarak Ebû Hûreyre -Cabir - Said b. Müseyyeb ve İbni Abbas'tan nakleder. Tabakat 2/201, 202.

[173] Buhârî Hibe 51/26; Müslim 2190; Ebû Dâvûd Diyet /bab 6; Müsned 6/118; Bey. S. Kübra 8/46, 10/11; B. Delâil 4/259; Ahlâku'n Nebî 46.

[174] Tirmizî 1199; Beyhakî Delâil 4/260; Müsned 1/305; Cabir'in bu konudaki hadisini Beyhakî Delâil'de 4/26; Ebû Dâvûd Diyet bab 6 da Daramı 1/33'te yine Beyhakî s. Kübrasında 8/46'da nakleder.

[175] Beyhakî Delâil 4/261; Abdürrezzak Musannef h. no 10019.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/99-103

[176] Beyh. Delâil 4/265; İbni Hişâm İbni İshaktan senetsiz olarak aynı bilgileri verir 4/46.

[177] Buhârî Meğazi/Hayber gazvesi 64/37, h. no 4230; E. Dâvud cihat bab 142; Nesâî Eyman 7/24 bab 38; Beyhakî Delâil 4/269; S. Kübra 9/100 Ebû Avâne 1/50; Müs­lim 115; Muvatta 459; Temhîd 2/3, 18.

[178] Vakıdî Meğazî 2/709, 711; Beyhakî Delâil 4/270, 271.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/103-109

[179] Müslim Mesacid h. no 680; Beyh. Delâil 4/272; E. Dâvud 435; Muvatta 13; İbni Mâce 697; Bey. S. Kübrâ 2/217; Temhîd 5/250, 6/385 Ancak Malik'in rivayetinde bu olay "Rasûlüllah bir gece Mekke yolunda gecenin sonuna doğru istirahat verdi" diye Medine yerine Mekke geçer. Lakin bu haber, Zeyd b. Eslem'in sahabe olma­yışı yüzünden Mürseldir. Burada, "Bilal namaz kılarken şeytan ona gelip sabi ço­cuğun uyutulduğu gibi uyuttu" deniyor. Hadisin metninde garib elfazlar var.

[180] Ebû Dâvûd Salat 447; İbni E. Şeybe 2/64, 14/454; Taberânî 10/279; Bey. Delaik 4/274; Zehebî Bu bölümün metnini vermemiş. Biz metni Ebû Dâvûd'dan naklettik.

[181] Beyhakî Delâil 4/275.

[182] Müslim h. no: 681; Ab. Musannef 20537; Beyhakî Delâil 4/277; Bey. S. Kübrâ 1/32; Hadisin bir başka şeklini yine İmam Ahmed Müsned 4/434; Buhârî 1/94; Müslim 681; îbni Huzeyme 986; Taberânî 18/132; Beyhakî Delâil 4/277 ve Ebû Nüaym Delâil 146 da verir.

[183] Müslim 682; Beyh. Delâil 4/284; Ebû Nüaym Delâil 145; Müsned 5/289; Nesâî 1/294; Tirmizî 177; Bey. S. Kübrâ 2/216; Dârakutnî 1/386.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/109-113

[184] Buhârî Meğazi 64/37 h. no: 4237 Buhârî 4238 nolu hadisinde de İbni Ömer'in aynı sözü söylediğini nakleder.

[185] Müslim Cihad ve Siyer h. no: 1771; Beyhakî Delâil 4/288.

[186] Buhârî Meğazi/Bab Merci'un Nebiyyi minel Ahzab 64/25; Müslim Cihad ve Siyer h. no: 1771; Beyh. Delâil 4/288, 289.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/113-114

[187] İbniSa'd Tabak.8/212 Beyh.Del. 4/289 Taberî Tarih3/21 Halife b.Hayyat, Tarih86.

[188] Vâkidî Meğazî 2/720; Beyh. Delâil 4/290 Hz. Hamza'mn Peygamberle olan, Am­calık ve teyze oğulluğu yanında birde süt kardeşliği bağı bulunduğu görülüyor.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/115

[189] 1 Müslim Cihad h. no: 1755; Müsned 4/46; İbni Sa'd Tabakat 2/118; Beyh. Delaik 4/290; Beyh. S. Kübrâ 9/125; Tab. Kebîr 7/16 Müsned 4/46.

[190] Meğazî2/221.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/116-117

[191] Vakidî Megazî 2/722; Taberî Tarih 3/22; İbni Sa'd 2/117; Beyh. Delâil

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/117

[192] Vakidî Meğazî 2/723; İbni Sa'd 2/118; Taberî 3/22; Beyhakî Delâil 4/2.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/118

[193] Vakidî Meğazî 2/724. Beyh. Delâil 4/296.

[194] İbni Hişâm Sira 4/239; Beyh. Delâil 4/297; İbni Sa'd Tabakat 2/119. Taberî 3/22.

[195] İbni Hişâm 4/239; Tabakat 2/119; Beyhakî Delâil 4/297; Ebû Dâvûd 643; Müsned 5/207; Bey. S. Kübrâ 8/119; 192196; Ebû Avâne Müsned 1/67; Ebû'ş-Şeyh, Ahlaku'n Nebî 275; Buhârî Tarih-i Kebîr 1/20; Tahâvî Müşkil 4/252.

[196] Buhârî Meğazî 64/43; h. no: 4265; Müslim îman h. no: 96; Müsned 5/200.

[197] İbni Hişâm Sîre 4/234; Vâkidî Meğazî 2/752; Ebû Dâvûd Cihad/Ba'bü'l Esîr Yûsaka İbnî Sa'd 2/125; Taberî Tarih 3/22.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/118-122

[198] Vakıdî Meğazî 2/727; İbn Sa'd 2/147; Beyh. Delâil 4/301; Taberî Tarih 3/23; Uyûnû't Tarih 1/272.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/123-124

[199] İbni Hişâm 4/241, 242; Beyh. Delâii 4/304; Taberî 3/34.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/124-125

[200] İbni Hişâm 4/240; Beyhakî Delâil 4/305; Taberî Tarih 3/35, 36; İbni Sa'd 2/161.

[201] Beyh. Delâil 4/306.

[202] İbni Hişâm 4/241.

[203] İbni Hişâm 4/241; Ebû Dâvûd 4/171 h. no: 4503; Beyh. Delâil 4/306; Müsned 6/10; Beyh. S. Kübra 9/116;

[204] Ebû Dâvûd Diyât, h. no: 4503; Beyhakî Delâil 4/307, 308; Bey. S. Kttbrâ 9/166; Nesaî 8/16.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/126-129

[205] Buhârî Tefsir Nisa suresi Babü Etîullahe Müslim İmame h. no: 1834; Beyh. Delâil 4/311.

[206] Buhârî Meğazî 64, 59, ve Ahkâm Müslim Emâra h. no:1840; Beyh. Delâil 4/312; Müsned 1/124, 94; Nesâî 7/159, Ebü Dâvûd 2625; Bey. S. Kübrâ 8/156; Ebû Nüaym Hılye 5/38.

[207] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/130-131

[208] Beyh. Delâil 4/313; İbni Sa'd 2/120 isnadsız olarak İbni İshakta bu yıl Zilkade'de olduğunu söyler.

[209] Delâil 4/314; İbni Sa'd İsnadsız olarak 2/120.

 

[210] Beyhakî Delâil 4/315, 316; İbni Sa'd 2/120, 122; İbni Hişâm 4/69; Ebû Ubeyde Tesmiyetü Ezvâci-n'Nebiyyi s. 67.

Beyhakî Delâilinde bu hadiseyi aynen verir ve "İşte bu Musa b. Ukbe'nin rivaye-tindeki metindir. Urve'nin metninde ise şu farklılık vardır: "Sa'd b. Ubade, bu Huveytib ile Süheyl'e: "Vallahi Peygamber buradan kendi rızasıyla, sözü dinlenmiş olmadıkça asla çıkmayacak" deyince, Nebi (s.a.v) gülerek:

Bizi kervanımızda ziyaret eden kimseyi azarlama" buyurdu" dediğini nakleder.

[211] Buhârî Meğazi 64/43. h. no: 4252; Beyh. Delâil 4/317

[212] Vakıdî Meğazî 2/731; Ibni Ishak da buna benzer bir lafzı senetsiz olarak verir.

[213] Hedy zaten kurban demektir. O zaman "Hedy kurbanı" demenin bir anlamı yoktur, diye akla gelebilir. Bu ilk bakışta doğru görünsede Türkçede bütün kurbanlara "Kurban" denir. Hedy ise sadece hac kurbanı olduğundan "hedy kurbanı" dedim.

[214] Ebû Dâvûd 1864; Hakim Müstedrek 1/486; Beyhakî Delâil 4/319; Taberî 3/25.

[215] Zehebî bu konuya sadece işaretle yetindiği için biz Hadisi kaynağından naklettik.

[216] Bak. Hakim müstedrek 1/486. Beyhakî Delâil 4/320.(M.Can) Vakıdî Meğazî 2/733; Beyh. Delâil 4/320.

[217] Vâkidî 2/734, 735; Beyhakî Delâil 4/321; Zehebî çok kısaltmışsada biz biraz tasar­rufla Meğazî'den terceme ettik.(M.C)

[218] Vâkidî 2/736; Beyhakî Delâil 4/322, 323.

[219] Buhârî Meğazi 64/42. h. no: 4251; Buh Hac 25/55. h. no: 1602; Müslim Hac 1264; İbni Sa'd 2/123; Beyh. Delâil 4/325, 326.

[220] Müslim Hac 1266; Beyhakî S. Kübra 5/82; Delâil 4/327; Tahâvî Ş. M. Asar 2/180.

[221] Beyh. Delâil 4/327, 328; Zehebî burada bu sözü Beyhakîye isnad etmese de söz aynıyla onun'dur. Cabir Hadisi diye işaret ettiği hadis uzun bir hadis olup Müslim 1218; E. Dâvud 1905; İbni Mâce 3074; Müsned 3/320; İbni Ebî Şeybe Musannef 4/398. h. no: 2578; Beyhakî S. K. 5/90, 93; İbni Hibban 3933. naklettikleri hadis olup Buhârî onu parça parça pek çok yerde kullanmıştır.

[222] Buhârî Meğazî h. no: 4255; Buh. Hac h. no: 1600; Beyhakî Delâil 4/328.

[223] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/131-138

[224] îbni Hişâm Sıra 4/70; Taberî Tarih 3/25; İbni Sa'd 2/122; Urve Meğazî s. 201; Beyh. Delâil 4/230; Temhîd 3/158.

[225] Buh. Meğazi 64/43. h. no: 4258; Beyh. Delâil 4/331; İbni Sa'd 8/133.

[226] Buhârî Kitabü's-Sayd. 28/12; Müslim Nikah 16/4; h. no: 46; Beyh. Delâil 4/331.

[227] Buhârî Sayd 28/12; Beyhakî Delâil 4/332.

[228] İbnü'l Müseyyeb'in bu sözünü hem Beyhakî nemde Zehebî sanki Buhârî'nin metni gibi naklediyorlar ki, bu doğru değildir. Buhârî Sayd/Babu tezvîcü'l muhrim (28/12) de sadece İbni Abbas'ın sözünü verir. Said b. Müseyyeb'in bu sözü ise Beyhakî'nin    Delâilinde    4/336;    îbni    İshak   -sika   biri    aracılığıyla    İbnü'l Müseyyeb'den verir. Tabi bu sened hem mürsel, hem munkatı'dır.

[229] Ebû Dâvûd h. no: 1843; Müslim 1411; Beyh. Delâil 4/332.

[230] Beyh. Delâil 4/336; Temhîd 3/158.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/138-140

[231] Buhârî Meğazî 64/43 h. no: 4251; Beyhakî S. Kübrâ 8/5-6; Delâil 4/339; Müsned 1/98, 108, 115, 230, 4/342; Hakim 3/120; Abdürrezzak 20394; Tah. Müşkil 4/173; Hatib Tarih 11/171.

[232] Vakîdî 2/738; Beyhakî Delâil 4/340.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/140-142

[233] Vâkidî 2/741; Beyhakî Delâil 4/341, 342.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/143

[234] El-Veht (sonu T. harfi) Taifce bir köy olup bostanlık bağlık bir yerdir. Amr b. Ei-As'm orada bahçesi vardı. Bak En-Nihaye V. H. T. maddesi Bu kalime Beyhakî'nin Delâil'inde 4/343 El-Raht şeklinde yanlış dizilmiştir.

[235] Vâkidî Meğazî 2/742-745; Beyhakî Delâil 4/343, 346; İbni Hişâm 3/296; Hadis natar için ayrıca bak. Müsned 4/204, 205; Tahâvî Müşkil 1/212; İbni Sa'd 2/252, 7/395; îbni Huzeyme 2515.

[236] Beyhakî Delâil 4/347; İbni Hişâm 3/296; Taberî Tarih 3/29.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/143-148

[237] Vâkidîde "ön tarafımızda" yerine "bizden emîn olarak" şeklinde geçer 2/746.

[238] Vâkidî 2/745, 748; Beyhakî Delâil 4/349; ibni Sa'd 4/252.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/148-152

[239] Vâkidî Megazî 2/753; İbni Sa'd Tabâkat 2/127; Taberî kısaca 3/29.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/152-153

[240] Buhârî Humus 57/15; Müslim Cihad ve Siyer h. no: 1749; Beyhakî Delâil 4/355.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/153

[241] Vâkidî Meğazî 2/752; İbni Sa'd 2/127; Beyh. Delâil 4/357.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/153-154

[242] Zehebî buraya kadarım alıp gerisini İbni İshaktan vereceği için metne almaz. An­cak Zehebî'nin burada verdiği sened İbni Sa'd'ın elimizdeki nüshasında yok. îsnad aynen Vakîdî'nin isnadıdır. Meğazî 2/755; Zehebî kıssanın devamım az ilerde nak­ledecektir orjinal sayfa 482.

[243] Meryem Suresi ayet 71.

[244] İbni Hişâm 4/72; İbni Sa'd 2/129; Vâkidî 2/760; Taberî 3/39; Urve Meğazî sayfa 204, 205.

[245] Vâkidî Meğazî 2/270; Beyh. Delâil 4/362; Taberî 3/40.

[246] Buhârî Meğazî 64 Gazvetü Mute 44. h. no: 4261; Beyh. Delâil 4/360; Müsned 1/256; Bey. S. Kübra 8/154. Zehebî'nin ve Beyhakî'nin bu son metninde bir karı­şıklık var. Zehebî "Mus'ab ve diğerleri" diye naklettiği "doksan dokuz yara" Buhârî'de  yoktur.   Beyhakî   ise   Delâil'inde   kendi   rivayet   silsilesi   içerisinde "Buhârî'den o da Ahmed b. Ebî Bekr Ez-Zührî'den oda Muğîra'dan bu rivayeti nak­ledip Buhârî bunu sahih'inde böyle naklediyor. Bir başka rivayette de "doksan kü­sur" diyor ki İbrahim b. Hamza da bunu Muğîra'dan böyle naklediyor" diyor. Bu rivayet Buhârînin Sahihindeki değil Beyhakî'nin rivayetidir. Sanırım Zehebî'de Beyhakî'ye uyup böyle dese gerek. Ama Zehebfnin dediği Mus'ab'm bu kaynaklar­da adı geçmez.

[247] Vâkidî 2/756. Bu haber bu konunun başındaki haberin devamıdır. Beyh. Delâil 4/361.

[248] İbni Hişâm Sıra 4/72; Beyh. Delâil 4/362; Taberî 3/39. Burada Zehebî İbni İshak'ın bir rivayetini atlıyor: Urve derki: "İnsanlar savaşa başladı. Çok şiddetli bir çarpışma oldu, ve Zeyd şehid oldu. Bu kere bayrağı Ca'fer eline alıp ölene kadar savaştı."

[249] Beyh. Delâil 4/363; İbni Hişâm 4/72; Taberî 3/39; Ebû Dâvûd 2573; İbni Sa'd 4/27; Ebû Nüaym Hılye 1/181; Üsdül Ğâbe 2/271.

[250] İbni Hişâm 4/73; Taberî 3/40 Beyh. Delâil 4/363, 364.

[251] İbni Hişâm 4/73; Taberî 3/40; Beyhakî Delâil 4/364.

[252] Buhârî 64/44. h. no: 4222; Nesâî 4/26; Hâkim 3/298.

[253] Buhârî Meğazî h. no: 4223, ve Cild 2/92, 4/21, 88, 5/34, 182; Müsned 3/113; Ha­kim 3/42; Beyhakî Deiâil 4/366; Bey. S. Kübra 8/154.

[254] Beyhakî Delâil 4/367; Taberî 3/41; Hakim 3/42; İbni Ebi Şeybe 14/513.

[255] İbni Hişâm Sîre 4/73; İbni Sa'd Tabâkat 2/130; Beyhakî Delâil 4/368; Heysemî Mecmau'z Zevâid 6/160.

[256] Vâkidî Meğazî 2/764; Beyh. Delâil 4/368; İbni Sa'd Tabakat 2/129; Taberânî Ke­bîr 7/358; Müsned 1/207.

[257] Vâkidî Meğazî 2/764; Beyh. Delâil 4/370.

[258] Buhârî Meğazî 14/44; Beyh. Delâil 4/373.

[259] Vâkidî 2/761, 762; Beyh. Delâil 4/369.

[260] Bu kısım kaynaklarda olduğu halde, Zehebî merhum metne almamış, biz Vâkidî ve Beyhakî'den naklettik.(M.C)

[261] Buhârî Meğazî 64/44. h. no: 2460 ve /fezailü ashabın nebî 62/10; Beyh. Delâil 4/372.

[262] Buhârî Meğazî 64/44 h. no: 4263; Müslim 1935; İbni Hişâm 4/73; Beyh. Delâil 4/372; Vâkidî 2/767; İbni Sa'd 4/40.

[263] İbni Hişâm 4/73; Beyh. Delâil 4/370; Müsned 6/370.

[264] Beyh. Delâil 4/370. Bu adet bizim ülkemizde bilhassa anadoluda bütün canlılığı

[265] Müslim Cihad 1753; Müsned 6/26; Tab. Kebîr 18/50; Beyhakî Delâil 4/373; Vâ-kidî 2/768; Tahâvî S. M. Âsâr 3/281; Ebû Dâvûd Cihad/bab 148; Beyhakî Sü. Kübrâ 6/310; Said b. Mansur Sünen 2697; Ebû Nüaym Tarih'i İsfahan 1/337.

[266] Beyh. Delâil 4/371; Vâkidî Meğazî 2/767; İbni Ebî Şeybe 12/103; İbni Sa'd Tabakat 4/39; Taberânî 3/230;

[267] Vâkidî 2/768; Beyh Delâil 4/373.

[268] Vâkidî'nin tahkikini yapan Dr. Marsden Jones buradaki "el-Ilcü" kelimesini bile­meyince Cevherî'nin Sinan'ından naklen "Acem kafirlerinden biri" diye dipnot düşmüş. Ğarib olan, Dr. Abdüsselam Tedmurî gibi Muhakkik bir zatın, bu anlam­sız manayı aynen dipnotuna geçirmesidir. Doğrusu İbni Esîr'in de dediği gibi "güç­lü adam" dır.(M.C)

[269] Vâkidî 2/768. Bu haber 22 nolu dipnottaki haberle aynıdır. Beyh. Delâil 4/374.

[270] Vâkidî 2/769.

[271] İbni Hişâm 4/74; Beyh. Delâil 4/374; Vâkidî aynı konuyu 2/464 te Ebû Saîd el Hudrî'den nakleder. İbni Sa'd 2/129.

[272] İbni Hişâm 4/74; Beyhakî Delâil 4/374; Vâkidî olayı 2/765te daha tafsilatlı anlatır.

[273] Vakidi 2/759. 

[274] IbniHişâmSîre4/72.

[275] Buhârî h. no: 2698 ve 4251; Tirmizî 3769; Müsned 1/98, 115; Ebû Dâvûd 2280. Bu hadis daha önce de geçti. İbni Sa'd 4/36.

[276] İbni Sa'd 4/41 de bu hadisi Abdullah için değil Ca'fer için nakleder.

[277] İ. Sa'd Ebû Hüreyre'nin "Ca'fer fakirler için en hayırlısıdır" dediğini nakleder 4/41.

[278] Yerini bulamadım.

[279] İbni Sa'd 4/38 de bu İbni Ömer rivayetlerini verir.

[280] İbni Sa'd 4/35; Taberânî Kebîr 2/110; Tab. Sağır 1/19; İbni Ebî Şeybe 12/106, 535, 14/349; Hakim 2/624, 3/208; Bey. S. Kübrâ 7/101.

[281] Kaynağını tam bu şekilde bulamadım.

[282] Ahzab Suresi ayet 37.

[283] Ahzab Suresi ayet 40.

[284] Ahzab Suresi ayet 4

[285] Ahzab Suresi ayet 5 İbni Sa'd 3/42, 43, 44, 45, 46 da buna benzer bir rivayeti İbni Abbas'a nisbet eder.

[286] İbni Sa'd Tabakat 3/444.

[287] Müsned 6/226, 82; Buhârî Menâkıb 2555; Fezail 3771. ve Feraiz 6770; İbni Sa'd

[288] 4/63; Son bölümü Buhârîde (Fezâilü Ashabın Nebî/Bab Fazli Zeyd) de geçer.

[289] İbni Sa'd Tabâkat 3/40, 41, Lâkin İbni Sa'd "Onu dörtyüz dirheme aldı" der.

[290] İbni Sa'd 3/44.

[291] İbni Sa'd 3/43.

[292] İbni Sa'd 3/45; El- Ma'rife vet-Târih 1/299; Buhârî Meğazî h. no: 4272.

[293] Buhârî Eymân ven Nüzûr 6627. ve Fezailüssahabe 3730; Meğazî 4250; Ahkâm 7187; Müslim 2426; Müsned 2/20, 98, 106, 110; Bey. S. Kübra 3/128, 8/145, 10/44; İbni EbîŞeybe 12/139.

[294] İbni Sa'd 3/44; Hakim 3/217; Müsned 5/204.

[295] İbni Sa'd Tabakat 3/46 da yalnız Muhammed b. Ubeyd, Vail-el-Behiy- Aişe isna­dıyla bunu Zehebi bir altta nakledecek.

[296] Müsned 6/226,227, 218, 254. İbni Sa'd 3/46; Hakim 3/251.

[297] İbni Asakir T. Tarih-i Dımeşk 5/462; Elbanî Sahîha 1859; Kenz 33299.

[298] Er-Rüyânî.

[299] İbni Sa'd Tabâkat 3/47; Ahlakun-Nebî h. no: 91; Tehzîb-i Tarih-i Dımeşk 5/462.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/154-175

[300] İbni Sa'd 3/525. Ondan Câbir (r.a) da rivayet eder.

[301] Buhârî Savm h. no: 1945; Müslim 1122; Ebû Dâvûd 2409; İbni Mâce 1663.

[302] Abdullah b. Mübarek Zühd.

[303] İbni Sa'd 3/528.

[304] Divanü Abdullah b. Ravâha s. 99.

[305] Abdullah b. Ravâha Divan sayfa 97.

[306] Hassan b. Sabit Dîvan sayfa 319.

[307] Tehzîb'i Târîh-i Dımışk 7/395.

[308] İbni Sa'd bunu senetsiz olarak 3/526 da nakleder.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/175-178

[309] Vâkidî de Sürâka b. Amr b. Atıyye ismini verir ve Abbad b. Kays'i da Ubâde b. Kays diye kaydeder. İbni Hişâm bunlardan sonra Sa'd b. Haris'in iki oğlu Amr ve Âmir'ide kaydeder.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/178

[310] Müslim Cihad h. no: 1774; Beyh. Delâil 4/376.

[311] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/179

[312] Buhârî Cihad 56/102. h. no: 2941; Müslim Cihad h. no: 1773; Buhârî Hadisi Be'dül Vahy'de de alır ve sonu daha uzundur.

[313] Buhârî Tefsir 65/3 Âli İmran 4. Müslim Cihad 1773.

[314] Zehebî Metninde bu kelime Müteşekkiran yerine "Mütenekkiran" diye dizilmiş ki doğrusunu Beyhakîye göre düzelttik.

[315] Beyh.Delâil 4/382.

[316] Beyhakî Delâil 4/384.

[317] Beyh. Delâil 4/384, 385; Urve, Meğazi sayfa 196, 197.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/179-187

[318] Müsned 1/243, Beyh. Delâil 4/387; İbni Sa'd 1/260.

[319] Müsned 3/442; Beyh. Delâil 4/388; İbni Sa'd 1/260.

[320] Müslim Fiten 52/18 h. no: 2919; Beyh. Delâil 4/388; Müsned 5/100; Tab. Kebîr 2/243.

[321] Beyh. Delâil 4/389.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/187-189

[322] Müsned 5/43; Beyh. Delâil 4/390; Hakim 4/525; İbni Adî el-Kâmil 2/570.

[323] Müsned 5/43; İbni Sa'd 1/260 Beyh. Delâil 4/390; Ebû Nuaym Delâil 122.   

[324] Müsned 3/513; Beyh. Delâil 4/391; T. T. Dımışk 1/65.

[325] Beyhakî Delâil 4/392; Ancak Beyhakîdeki ikinci isnad olan Leys isnadından sonra Akıyl - İbni Şihab diye gelir. Ayrıca Beyhakî iki isnad daha gösterir ama bunların hiç birinde Leys'ten sonra Yûnus yoktur.

[326] Müslim Fiten 2918; Beyhakî Delâil 4/393; Buhârî Cilt 4/104, 246, 8/160; Tir. 2216; Müsned 2/233, 5/99; Bey. S. Küb. 9/177; Tab. Kebîr 2/234; Tab. Sağır 1/245; Tahâvî Müşkil 1/213; Humeydi Müsned 1094; EbûNüaym Tarih-i İsfahan 1/187; Taberî 1/35; Hatib Tarih 5/36.

[327] Beyhakî S. Kübrâ 9/179; Beyhakî Delâil 4/394.

[328] Beyhakî Delâil 4/393, 6/325; Sahihi Müslim Fiten 2918; Bey. S. Kübra 9/177.

[329] Beyh. Delâil 4/394.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/189-192

[330] İbni Hişâm bunu kıssa olarak vermez, sadece isim verir. Beyhakî Delâil 4/395.

[331] Beyh. Delâil 4/396. Yalnız burada geçen hibe olayı yukarıda ki hadiste Cehm b. Kusem'e verilmiş oluyordu. Burada Ebu Cehm'e diyor. Ama Dr. Tedmurî'ninde belirttiği gibi kaynaklarda bu olay sadece Beyhakî rivayetinde yer alıyor.[331]

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/192-193

[332] Cüzam, küçük bir kabile olup, Yemen taraflarında otururlardı. Mu'cemû Kabâili'l arabda anlatıldığına göre, Hışma dağlarında göçebe idiler. Amr b. el-Âs'ın Mısırı fethinden sonra bir kısmı oraya iskan oldu.

[333] Beyh. Delâil 4/298; Urve Meğazî sayfa 207.

[334] Urve Meğazî sayfa 207; İbni Hişâm Sira 4/239; Beyhakî Delâil 4/399; İbni Asakir Teh. Tarih-i Dımışk 1/104, 7/162.

[335] Beyh. Delâil 4/400; Vâkidî 2/770; İbni Hişâm Sire 4/239. Parantez arası Beyhakî rivayeti ile İbni îshak'mdır. Zehebî ihtisar ederek atlamış.

[336] Buhârî Fazâilü Ashabın-Nebîyyi cild 4 sah 192 ve Meğazî/Gazvetü zatis-Seiâsil 5/113; Müslim Fazailüs-Sahabe h. no: 2384; Beyhakî Delâil 4/401.

[337] İbni Ebî Şeybe Musannef 7/18; Müsned 4/198, 202; İbni Hibban Tertîb 5/88; Buhârî Edebü'l Müfred h. no: 299; Hakim 2/236 ve 2/2.

[338] Buhârî Fezail Ciit 7/18, 19 ve Meğazide 8/59; Müslim h. no: 2384.

[339] Beyh. Delâil 4/400 Vakıdî 2/770.

[340] Vakıdî 2/773; İbni Sa'd 2/131; Beyh. Delâil 4/401.

[341] İbni Asakir Tarihi Dımışk 13/254.

[342] Ebû Dâvûd 335; Müsned 5/203; Hakim 1/177; Darakutnî 1/178; Beyhakî S. Kübra 1/225; Beyhakî Delâil 4/402; İbni Hibban Mevarid 202; İbni Asakir 13/255.

[343] Ebû Dâvûd 435; Beyh. Delâil 4/403; Vakîdi 2/173'te isnatsız olarak.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/194199

[344] BuhârîMeğazî 64/63 h. no: 4361; Müslim 3935; Beyh. Delâil 4/406,407.

[345] BuhârîMeğazî 4361.

[346] Buhârî şirket 1, Meğazî 65/65 h. no: 4350; Müslim 1935; Beyhakî Delâil 4/407; Vakıdî Meğazî 2/777; Malik Muvatta Sıfatün-Nebî 24; Müsned 3/306.

[347] Müslim 1935; Ebû Dâvûd 1714 ve 3840; Müsned 3/312; Bey. S. Kübra 6/194, 9/251; Delâil 4/408; Buhârî 4/49, 7/115; Tirmizî 848; Nesaî 7/207; Muvatta 351; Darakutnî 4/266 Temhîd 4/126; Tahâvî Meânî 2/174; İbni Hişâm 4/243; Vakidî 2/777; Taberî 3/33.

[348] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/199-201

[349] Vakıdî olayı gayet tafsilatlı anlatırken, Zehebî'nin ihtisarını anlayamadım 2/780.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/201-202

[350] İbni Hişâm 4/240; İbni Sa'd Tabakat 2/133; Taberî 3/35; Vakıdî 2/797.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/202-203

[351] Taberî 3/27; Halîfe Tarih 92; İbni Sa'd 8/34 de tarih sekizinci senenin evveli diye verir.

[352] İbni Sa'd 8/34, 35; Buhârî 2/93, 94; Müslim Cenaiz 36; Ebû Dâvûd Cenaiz 33; Nesâî 4/22; îbni Mâce 1458; Muvatta 222; Bey. S. Küb. 3/389, 4/6; Müsned 6/407; İ. E. Şeybe 3/242.

[353] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/203

[354] Mekke fethi için bak: Buhârî Meğazî 5/89; Müslim Cild 3/1405; Vakıdî 2/280; İbni Hişâm 4/84; Ta. Halîfe 87; İbni Sa'd 2/134; Urve Meğazî 208; Yakûbî Tarih 2/58; Taberî 3/42; İ. Abdi'l Ber Ed. Dürer 224; Cevamiu's-Sîra 223; Bey. S. Kübra 9/120; Camiu'i Us-:! 8/358..

[355] Metinde "Kureyşten bir kavim bizzat kendileri canlarıyla Huzaâa'ya yardım etti" şeklinde ise de doğrusu İbni Hişâm, İbni Sa'd, Beyhakî ve Vakîdî ise bizim tercemedekini söylerler. Üstelik, bu rivayet Bekkaî yoluyla, İbni Hişâm'daki de aynı rivayettir. Sanırım burada ya okuma ya dizgi hatası olmuş.

 

[356] Parantez arası Vakîdî'nın metnidir 2/793.

[357] Zehebî haberi burada bırakır. Oysa İbni İshak'ın bu haberi önemlidir. Tercemeyi İbni Hişâm'dan yapıyoruz.(M.C.)

[358] İbni Hişâm 4/84, 88; Beyhakî Delâil 5/5-9-12; Vâkidî 2/780-793; İbni Sa'd 2/134; Taberî 3/42-49

[359] Buhârî Meğazî h. no: 3007; Tefsir 48-90; Sürati'I Mümtehine, Müslim 36/161; Ebû Dâvûd Cihad 2/42; Tirmizî 3302, 3305; Müsned 1/80; İbni E. Şeybe 14/384; Beyhakî Delâii 5/17; S. Kübra 9/146; Hakim 3/302; Humeydî Müsned 49; Taberî 28/38.

[360] Taberî 3/49; Ebû Dâvûd Cihad 107; Tirmizî 3305; İ.E. Şeybe 12/155; B. S. Kübrâ 9/146; Taberî Tefsîr 8/50, 212.

[361] İbni Hişâm 4/88; Yalnız bu Urve'nin rivayeti olup arada ashab yoktur.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/204-212

[362] İbni Hişâm 4/88; Beyhakî Delâii 5/19; İbni Sa'd 2/137.

[363] Bu haber konunun başındaki uzun haberin bir parçasıdır. Ayrıca bak Urve Meğazî s. 208.

[364] Vâkidî 2/794'te bu sözü Hz. Ali'ye değil Nebî (s.a.v)'e nisbet ederki daha isabetli­dir.

[365] Zehebî Metnindeki düşüklüğü Beyhakrden düzelterek terceme ettik.

[366] Arapça Metinde yanlışlıkla "Tecessese" diye dizilmiş, doğrusu "Tehaşhaşe"dir. Tercemeyi ona göre yaptık. (M.C.)

[367] Ebû Sûfyan Halimeyi emdiği için Peygamberin süt kardeşidir de. Bak Vâkidî 2/806.

 

[368] Bazı   Kur'ân  terceme  ve  tefsirlerinde  buradaki   "vav"   harfi  yemin  gibi, bazılarındanda "Beled" üzerine atıf yapılıp "Hill" kelimeside "Hulul" anlamı veri­lerek "senin buraya girişine yemin ederim" diye mana vermişlersede uygun olanı bizim belirttiğimizdir.(M.C)

[369] Müsned 1/259. Hadis ilerde tam metin gelecektir.

[370] Burada Dr. Tedmurî Bunu Urve 211 ci sayfada nakledip "Taberî bunu Mürsel o-Iarak rivayet ediyor. Raviler arasında İbnü Lehîa var ki, hadisi hasen dereceli olsada onda za'f vardır" diye anlatır ve bu sözü az aşağıda örjina 535'te bir kere daha tekrarlar. Bu bir dikkatsizliktir. Urve Taberânî'den öncedir. Bu söz Heysemiye aittir. Bak. M. Zevaid 6/173.

[371] İbni Hişâm 4/105 te bu haberi Urve'den nakleder. Orada İkrime'nin kaçışı yoktur. 

[372] Parantez arası manayı tamamlamak için İbni Hişâm (4/92) dan ilavedir.

[373] Şiiri İbni Haşam'a göre düzeltip naklettik yoksa Zehebî metnindeki hem kısa hem takdim ve tehirli, hem de lafızda farklılıklar vardı. Şiir için bak İbni Hişâm 4/92 Taberî 3/58; Urve Meğazî sayfa 212; Hakim Müstedrek 3/241; Beyh. Delâil 4/47.

[374] Urve Meğazî 210-212; Beyhakî Delâil 5/45-48; Taberî 3/57-58.

[375] İbni Hişâm 4/88; Beyhakî Delâil 5/27.

[376] İbni Hişâm 4/89; Beyhakî Delâil 5/28; Vakîdî 2/810 şiirsiz.

[377] Beyhakî Delâil 5/24; Tirmizî Cihad 13, 1684 Temhîd 2/177.

[378] Buhari Meğazî 4275; Beyhakî Delâil 5/21.

[379] Müsned 2/336; Hakim Müstedrek 1/433; îbniHibban 5/224; İbni Ebi Şeybe 3/15; Hadis Zehebî metninde "Mürsel ise de" İmam Ahmed, Hakim, İbni Ebî Şeybe ve İbni Hibban rivayetlerinde Ebû Seleme yolu ile Ebû Hüreyre'den müsned bir şekil­de veriliyor. Hadise Hakim ve Zehebî, Buharı ve Müslim şartlarına göre sahihtir, demektedirler.

[380] Beyh. Delâil 5/22; Buhârî Meğazî 64/47. h. no: 4276; Müslim Siyam 15/88.

[381] Beyh. Delâil 5/23,24.

[382] Beyhakî Delâil 5/24.

[383] Vâkidî Meğazî 2/801; Beyh. Delâil 5/23.

[384] Dr. Tedmûrî'nin, bu haberin Urve'nin Meğazisihde olmadığını dipnota koyması, bunun asılsız olduğunu vehmettirmez. Zira Zehebî bu haberi Beyhakî'nin (Delâil 5/36) "İbnü Lehî'a -Ebû'l Esved-Urve isnadıyla verdiği yerden kısaltıp alıyor. Yine Musa b. Ukbe rivayeti de aynı yerdedir 5/26.

[385] İbni Hişâm 4/90; Beyh. Delâil 5/31.

[386] İbni Hişâm 4/91; Beyhakî Delâil 5/32.

[387] Tabi Bu İkrime Ebû Cehl'in oğlu olup ta Yermuk harbinde şehit olan sahabe de­ğildir. Bu İbni Abbas'ın âzâd ettiği talebesi İkrime'dir ve Tabiindendir.

[388] Bu kısım Mevsul rivayette yoktur.

 

[389] İbni Hişâm 4/89-90; Beyhakî Delâil 5/33, 34; Taberî Tarih 5/52, 55; Ebûl Ferec El-Eğanî 6/352.

[390] Buhârî Meğazî Cilt 5/91, 92; Beyhakî Delâil 5/39.

[391] Beyhakî Delâil 5/39.

[392] Bey. S. Kübra 9/121; Urve 121; Beyh. Delâil 5/39-49; Kıssayı Musa b. Ukbe ga­yet mufassal anlatirsada Zehebî diğer rivayetlerde bulunan bölümleri buraya al­mamıştır.

[393] Müslim Fezail h. no: 2490; Beyhakî Delâil 5/50-54; Beyhakî S. Kübra 10/238; Taberânî Kebîr 4/45; Ebû Dâvûd 5015.

[394] Ziyade Müslim'dendir. Aslında bu ziyade değildir, sadece Zehebî rivayetinde bu kısım sona alınmış biz Müslim Metnin'e göre tertipledik.

[395] Müslim Cihad 1780; İbni Hişâm 4/95; Beyhakî Delâil 5/57; Ebû Dâvûd 3024; Müsned 2/538; Bey. S. Küb. 9/117.

[396] B. Delâil 5/57, 58; İbnü Sünnî Amelü'l Yevm 318; İbni Sa'd 2/142; Vakidî 2/835.

[397] Buhârî 5/93; Meğazî; İbni Sa'd 2/140;

[398] Beyhakî Delâil 5/49; İbnü Abdi'l Ber Ed-Dürer 215-217.

[399] Buhârî Meğazî 5/92; Müslim 1375; Muvatta 1/423; Ebû Dâvûd 2685 Tirmizî 1693; Nesâî 5/210; Humeydî 1212; ibni Sa'd 2/139.

[400] Müslim Cihad 3/88; Daramı 2/198; Beyhakî Delâil 5/76; Abdürrezzak 9399; Tahâvî Müşkil 2/227; Müsned 4/213, 3/412; Tahâvî Ş. Manî 3/326; Hakim 4/275; Taberânî K. 7/188; İ. E. Şeybe 12/173, 14/490; Humeydî Müsned 568; İbni Ebî Asım Sünne 2/638.

[401] Müslim Hac 1358.

[402] Tayalisi Müsned 569; İbni Ebî Şeybe 8/234; İbn Sa'd 2/140; Beyhakî Delâil 5/67.

[403] Müslim Hac 1359; Beyhakî Delâil 5/68.

[404] Beyhakî Delâil 5/68.

[405] Hişâm 4/91; Beyh. Delâil 5/68.

[406] Beyhakî Delâil 5/68; Hakim 4/317.

[407] Buharî Meğazî Cilt 5/92 ve Tevhid kitab no: 97/bab 50; Müslim 794; Beyhakî Delâil 5/70; İbni Sa'd 2/142.

[408] Buharî Mezalim 46/32; Müslim 1781; Tirmizî 3137; Beyhakî Delâil 5/71.

[409] Beyhakî Delâil 5/72; Taberânî'den naklen Heysemî Zeâİd 6/176.

[410] Beyhakî Delâil 5/72; Vâkidî 2/832 de bunu isnadsız olarak verir. İbni Hişâm'da 4/104; Zührî Ubeydullah îbni Abbas isnadı ile bunu yakın bir ifade kullanırsa da oda İbnİ Hİşâm ile Zühri arasında inkıta1 vardır. Beyhakî burada "her ne kadar bu isnad zayıfsa da bundan önceki haber bunu kuvvetlendirir" der. Buradaki zayıflığı üst haber takviye etmez. Zira üst haber üçyüz altmış putun doğruluğunu gösterirse de putların el değmeden yıkılışına dair sahih bir haber yoktur.

[411] Buhârî Meğazî 65/Babû Eyne Rabezen-Nebiyyû- Cilt 5/93. Beyhakî Delâil 5/72, 73; İbni Hişâm 4/94, 104; İ.E. Şeybe 14/487. Ab. Rez. Musannef 19485; Müsned 1/334

[412] Üst kaynak.

[413] Beyhakî Delâil 5/73; Müsned 3/383, 336; Bey. S. Kübra 10/220.

[414] İbnûAsâkir 6/301.

[415] Hâcib: Ka'be örtüsünü giydiren ve değiştirendir.

[416] Buhârî 5/93; Tahâvî Ş. M. Asar 1/391; Müsned 6/15; Beyhakî Delâil 5/74; Vâkidî 2/834.

[417] İbni Hişâm 4/93; Beyhakî Delâil 5/73; Vâkidî 2/835.

[418] Ebû Dâvûd 2683; Nesâî 7/106; Tahâvî Müşkil 2/226; Temhîd 6/179; Beyhakî S. Kübrâ 7/40, 8/207; İbni Hişâm 4/93 te buna yakın olarak anlatır. Beyhakî Delaıi 5/60; İbni Sa'd 2/141.

[419] İbni Hişâm 4/93; Vakıdî 2/860; Beyh. Delâil 5/61.

[420] İbni Hişâm 4/92; Beyhakî Delâil 5/62; Vakıdî 2/855.

[421] İbni Hişâm 4/92, 93; Vakıdî 2/859; Beyhakî Delâil 5/62.

[422] Ezrakî, Ahbaru Mekke 1/122; Beyhakî Delâil 5/75; Vakıdî 2/841.

[423] Beyhakî Delâil 5/75; İbni Sa'd 2/137; Vâkidî Meğazî 2/862.

[424] Beyh Del. 5/77; îbni Hişâm 4/113; İbni Sa'd 2/145 Vakıdî 2/873; Taberî Tarih 3/65.

[425] Beyhakî Delâil 5/78; İbni Hişâm 4/114.

[426] Beyhakî Delâil 5/78; İbni Hişâm 4/115.

[427] Müslim Selâtül Müsâfirîn 6/13, Hadis 82; İbni Hişâm 4/193; Beyhakî Delâil 5/81; İbni Sa'd 2/144; Buhârî 1/100, 4/122, 8/46; Ebû Dâvûd 2763; Müsned 6/341, 342, 343, 423, 424, 425; Bey. S. Küb. 9/95; Hakim 4/45, 53; Said b. Mansur 2612; Muvatta 152; Tahâvî Ş. M. A 3/223; Taberânî Sağîr 2/67; Vâkidî 2/830.

[428] Buhârî Meğazî 64/h. no: 4925; Yine Buhârî İlim ve Hac bahsindede. Müslim 1354; Beyhakî Delâil 5/82; Tirmizî 1406; Müsned 6/285 Taberânî Kebîr 11/248; Tahâvî Ş. M. Asar 2/260; Tahâvî Müşkil 4/210; Ebû Dâvûd 4504; Bu haberi İbni Hişâm'da 4/104; aynen İbni îshak yolu ile Makburîden naklederse de Allah bilir bir iki kalem hatası var. Zîra Amr b. Saîd yerine Amr b. Zübeyr der. Ve "Mekkeye kardeşi Abdullah b. Zübeyrle çarpışmaya geldiğinde" diye söze aynen diğer riva-yetlerdeki gibi devam eder. Hadiseyi îbni İshaktan nakleden diğerleri ise Buhârîdeki gibi verir.

[429] Müsned 2/11, 164, 166, 3/410, 5/412; Vâkidî 837; Beyh. Delâil 5/85; İbni Hişâm 4/94; Daramî 2/197; İsnadın zayıflığı Ali b. Zeyd b. Cüd'an sebebiyledir. Ayrıca Ali ile İbni Ömer arasındaki ravi meçhuldür. Ancak Müsneddeki bir rivayette bu zat kasım b. Rabîa'dır.

[430] "Hilf kelimesi tarihte çok geçer. Biz bunu anlaşma olarak terceme ediyoruz. Ancak o günkü anlaşma ile İslâm tarihinin bu dönemindeki "anlaşma" kelimesi a-rasında hayli anlam farkı var. Bir yerde bu kelime: Pakt anlamına gelir, bir yerde normal anlaşma olur. İbnü'l Esir En-Nihayesinde H-L-F maddesinde şöyle der: Hılf aslında akitleşme olup destekleme yardımlaşma ve ittifak için yapılır. Cahiliye dönemindeki anlaşma ise Arab kabileleri arasında, kavga, saldırı veya fitne sebe­biyle yapılırdı ki, işte İslâmda bu hadisle yasaklanan bu idi. Ama Cahiliye döne­minde mazluma yardım, akrabalara destek olmak için Hılfü'l Mütayyebûn" ve ona benzer anlaşmalardaki gibi olanları hadisin ikinci kısmında belirtilen İslâmın destek verdiği anlaşmadır. İşte İslâmın gerekli gördüğü bu olup, İslâm hükmüne muhalif olanlarda yasakladıklarıdır. Rasûlüllahla Ebû Bekir "Mütayyebûn" kıs-mındandı. Ömer'de Âhlâftan. Ahlaf altı kabile olup onlarda şunlardır.

1- Abdüd-Dâr,

2- Cümah,

3- Mahzum,

4- 'Adiy,

5- Ka'b',

6- Sehm. Ahlaf denilme sebebi: Abdi Menaf kabilesi Kabedeki, Ka'be örtüsü; Rifâde. Sancak ve Sululuk gibi Ka­be hizmetini Abdüd-Dar oğullarından almaya kalkınca öbürleri direndi. Abdi Menhâf oğulları bir çanağa esans koyup, kendileriyle beraber ittifak andı yapacak olan Esed, Zühre ve Teym kabilelerini Beytullaha çağırıp bu çanağı önlerine koy­dular. Herbiri söz verirken elini bu çanağa batırryordu. Sonra Abdüddâr oğullan da kendileriyle bir olanlarla bu anlaşmayı yaptı. Böylece Ahlâf dendi.

[431] Müslim 2529, 2530; Ebû Dâvûd 2925; Müsned 1/190, 317, 329, 2/180, 205, 207, 213, 215, 3/162, 281, 4/85, 5/61; Beyh Del. 5/86; S. Kübra 8/29; İ.E.Şey. 9/288; Tirmizî 1413; Ab. Rezzak 10437; Tan. Muş. 2/346; îbni Hib. 5/113, 6/281; î. E. Şey 12/235; Tab, Kebîr 18/147; Hakim 2/220; Vâkidî 2/836.

[432] Buhârî Meğazî Cilt 5/92; Ebû Dâvûd 2910; Müslim Hac 355; Beyhakî Delâil 5/93; Tab. Kebîr 11/62; Müsned 2/263, 322, 353, Burası bugün apartmanlarla kaybolan Muhassab'ta idi.

[433] Müsned 3/415; Beyhakî Delâil 5/914.

[434] İbni Hişâm 4/91; Beyh. Delâil 5/95, 96; Hakim 3/244, 246; Müsned 6/349 Vâkidî Meğazi 2/824.

[435] Beyhakî Delâil 5/96; Müslim Libas 88, 89; Ebû Dâvûd 4204; Nesaî Zinet 8/138 Müsned 2/499, 3/339; Bey. S. Kübra 7/310; Ebû Avane Müsned 2/74; İbni Ebî Şeybe 4/89; Ab. Musannef 20179; Hakim 3/244; İbni Hibban (Mevarid no) 1476.

[436] Beyhakî Delaik 5/96.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/213-250

[437] İ. Malik Muvatta Nikah 2/75. 76 h. no: 544; Beyhakî Delâil 5/97, 98; Tiraıizî Şemail 161; Abdürrezzak, Musannef 10195, 12646, 198 52; Beğavî Ş. Sünne 5/394; Bu haber Malik'in naklettiği "balâğ" lardan biri olup hiç bir şekilde sahih bir isnadı bulunamıyanlardandır ki, İbni Abdü'l Ber'de Muvatta şerhi Temhîd'inde bunu böyle söyleyip "ne varki haber siyercİlerce malûmdur. Zührr"de«iyer alimidir diye savunur. Derim ki İbni İshak'da bu hadiseyi Muhammed b. Ca'fer yoluyla Urve'den nakleder ki, haber yine Mtirsel kalır. Vâkidî 2/850 de bu kadınların on tane olduğunu söyler ve Safvan'ın hanımının Muazzel kızı El-Beğûm olduğunu söyler. Ama İbni İshak onun Fahita binti Vekîl olduğunu söyler ki, bu daha doğru­dur, îbni Hişâm 4/106; Kıssayı Vâkidî uzunca anlatır 2/853, 854.

[438] İmam Malik Muvatta 546; Beyhakî Delâil 5/98; Hakim Müstedrek 3/241, 242; İbni Hişâm 4/106; Vâkidî çok tafsilatlı 2/851; Metinde "ı'ramâ aleyhi" yanlış di­zilmiştir. İkrime, Ebû Bekir (r.a) hilafetinde Şam diyarında Ecnâdeyn savaşmda şehit oldu. Yanında bu hanımı Ümmü Hakîm'de vardı. Geriye dönmedi ve iddet sonrası Halid b. Saîd (r.a) ile evlendi. Tam o sırada Mercû's-Safrâ savaşı gelip çatmıştı. Halid zifafa girmek isteyince Ümmü Hakîm: "Allah şu düşmanı yendirene kadar tehir etsek" deyince, o "İçimden bir ses bana şehit olacaksın" diyor, deyince evlenip oradaki bir köprünün yanında gerdeği girdiler. Bu köprü Ümmü Hakim köprüsü "Kantaratü-Ümmü Hakîm" diye anıldı. Sabahleyin düğün yemeği verirler­ken düşman geldi ve Haîid şehit düştü. Ümmü Hakîm o gün kılıç bulamaymca ça­dırının direğini alıp yedi tane Rum öldürdü.

[439] Vakıdî Meğazî 2/863; Beyh. Delâil 5/99.

[440] Buharî Eymân ven Nuzür 83/83 h. no: 6641; ve yine Menâkıbü'l Ensâr Cilt 4/232 ve Mezalim 3/101; Netâhat 6/192; Ahkam 8/109; Müslim Akdıye 1714; Beyhakî Delâil 5/100, 101.

[441] Beyhakî Delâil 5/102; Beyhakî bunu Hakim'in el-îklîl adlı eserinden verir.

[442] Beyhakî Deiâil 5/102.

[443] Beyh. Delâil 5/103.

[444] Buharî Megazî 5/95 h. no: 4299; Beyh. Delâil 5/104.

[445] Ebû Dâvûd Salat 1232; Beyhakî Delâil 5/105.

[446] Ebû Dâvûd 1229; Beyhakî Delâil 5/105; Sün. Kübra 3/133; Taberânî Kebîr 18/209,11/97.

[447] Vakıdî 2/871; İbni Hişâm Al.... Bunları Beyhakî İbni İshak'tan şöyle verir: Zührî -Muhammed b. Ali, Asım b. Ömer b. Katade, Amr b. Şuayb, Abdullah b. Ebî Ruhm. Delâil 5/106.

[448] B. Delâil 5/106.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/250-255

[449] Vakıdî Meğazî 2/870; İbni Hişâm 4/113; İbni Sa'd 2/145, Taberî 3/65; Beyhakî Del. 5/77; Vâkidî 3/873'te konuyu uzunca anlatır ve sonuna bir alttaki gibi verir.

[450] Bu konu Vakidi de böyle böyle başlarsa da sonu böyle değildir. Sanıyorum Zehebî istinsah esnasında Halid b. Velid'in Uzzayı yıkma konusu ile karıştırsa ge­rek Vâkidî 2/870; İbni Sa'd da (1/146) da aynıdır.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/255-256

[451] Buhârî Cihad 56/194; Müslim 1353; B. Delâil 5/108; Tir. 1590; Nesaî 7/146; Ebû Dâvûd cihat bab 2. Müsned 1/226, 355, 2/215, 3/22, 5/187; Daramî 2/239; Hakim 2/257,3/19, İ.E. Şey. 14/499; Tab. 10/411, 11/31; Buhârî T. Kebîr 7/109.

[452] Beyhakî Delâil 5/109, 110.

[453] Buhârî 64/53 h. no: 4302; Nesâî 2/9; Müsned 3/475, 5/30, 71; Beyh. Delâil 5/111.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/256-258

[454] İbni Hişâm Sîre 4/110; Beyhakî Delâil 5/113; Vâkidî 3/875; İbni Sa'd 2/147; Taberî 3/66

[455] Biz bir dini bırakıp öbürüne girdik anlamına geldiği gibi, Eski Saba halkının dinine girme anlamına gelir. Onların dini Hıristiyanlıkla yahudilik arasında bir dindi. Kureyşliler bu anlamda her müslüman olana "Sabe e flilan" derlerdi. Pey­gamberimize de Sabâî derlerdi.

[456] Buh. Meğazî 64/58, h. no: 4339; Abdürrezzak Musannef 9435, 18721; Tahâvî Müş. 4/204; Nesâî 8/237; Müsned 2/151; Bey. S. Kübra 9/115; B. Del. 5/114; Vâ­kidî 3/881; İbni Hişâm 4/111; İbni Sa'd 2/249; Taberî 3/67.

 

[457] İbni Hişâm 4/111; Taberî 3/667; Vâkidî 3/880-882; İbni Sa'd 2/147; Beyhakî Delâil 5/114.

[458] İbni Hişânı 4/112; İbni Sa'd 2/149 Taberî 3/69; Vâkidî gayet mufasal olarak 3/879; Bey. Del 5/117; İsfahanı El-Eğânî 7/279.

[459] İbni Hişânı 4/112; Taberî 3/69; Delâil 5/117. Bu konuyu Nesâî, Muhammed b. Ali, Ali b. Huseyn b. Vâkıd, babası, Yezîd en-Nahvî - İkrime isnadıyla İbni Abbas'tan şöyle anlatır:

- Rasûlü Ekrem, bir seriyye yolladı. Onlar bir yere saldırıp, ganimet ve esir aldılar. Aralarında bulunan birisi "ben bunlardan değilim, bunlardan bir kıza aşık idim, onun için gelmiştim. Birakında bu kıza bir bakayım, sonra bana istediğinizi ya­pın!" dedi. Uzun boylu esmer güzeli bir kadındı. Kadına, "Hubeyşe, bana teslim ol" dedi. (Nesaîbu üstte geçen iki beyti anlatır) Kadın evet sana feda olayım" dedi. Sonra genci alıp boynunu vurdular. Kadın gelip cesedin üzerine atılıp bir iki kere feryad edip öldü. Ashab, Peygamberin yanına gelince bunu anlattı: Nebi (s.a.v) de: 11 Hiç aranızda merhametli bir adam yokmuydu" buyurdu. Nesâî Taberânî 11/370; Beyhakî Delâil 5/118.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/258-262

[460] Bu şekildeki izah Zehebî'nin adeti değilsede, olayı bu şekilde veren Beyhakî ol­duğundan Zehebî aynen ona uyuyor.

[461] İbni Hişâm 4/122; Beyhakî Delâil 4/121; Taberî 3/72; İbni Sa'd 2/150; Vâkidî Meğazî 3/885-892.

[462] Ust kaynak.

[463] İbni Hişâm 4/122; Beyhakî Delâil 8/321; Taberî 3/72.   

[464] Metinde alt üst olup "Avf b. Malik" yazılı isede doğrusu Malik b. Avfdır.

[465] Vâkidî bu konuyu onbir sayfa ile izah eder 3/889-900; îbni Hişâm 4/124; İbni Sa'd 2/130; Taberî 3/74; Urve Meğazî sayfa 215; Beyhakî Delâil 5/124.

[466] İbni Hişâm 4/122; Beyh. Delâil 5/123; Taberî 3/82; Vâkidî 3/892 ve devamı.

[467] "Bekrate Ebîhi" hakiki anlamı yoktur. "El-Bekratû" çıkrık, makara anlamına gelir. Burada ise istiare yolu ile "Tamamı birden gelip, hiç biri geri kalmadı" demektir.

[468] Parantez arası Vakîdi'nin rivayetindendir. Mana o zaman tam anlaşılıyor. Birde Zehebî metninde "Uğranmıyalım" yerine "Uğranılmasın" diye geçerki, Ebû Dâvûd rivayetine göre tashih ederek terceme ettik.

[469] Ebû Dâvûd Cihad 2501; Beyhakî Delâil 5/126; Vâkidî 3/893, 894; Bey. S. Kübra 9/119; Hakim 2/84; Taberânî K. 6/116.

[470] Bu "Yensenî" kelimesi İbni Hişâm ve Beyhakî'nin Delâilinde "Felâ Şey' " diye geçerse de, doğrusu Zehebî metnindekidir.

[471] Parantez arası Sübülü'l Hûdâ'daki rivayetten alınmıştır 5/471.

[472] İbni Hişâm 4/124; Beyhakî Delâil 5/128; Taberî 3/73; Vâkidî 3/898; El-Kamil fit-Tarih 2/263.

[473] Beyhakî Delâil 5/128; Vâkidî Meğazî 3/896.

[474] İbni Hişâm 4/124; Beyh. Deiâil 5/128; Vâkidî Meğazî 3/910; Taberî 3/75; El-Kamil 2/263.

[475] El-Vatis: Fırın, Tandır ve çukur ocak iken, mecazen Harp anlamındadır. Bu cüm­le bu şekilde Efendimiz (s.av)'den önce araplar arasında hiç duyulmayan bir tabir­dir. Unut harbinde Ebû Izze el-Cumehî'ye söylediği "Mü'min bir delikten iki defa sokulmaz" hadisi de böyledir. Bu savaşa Evtas denilmesi de bu sebepdendir.

[476] Beyhakî Deiâil 5/129; İbni Hişâm 4/125; Vâkidî 3/899; Taberî 3/76 İbni Sa'd 2/151; EI-Kamil 2/263; Müsned 1/207; Tab. Kebîr 7/358.

[477] Urve Meğazî 214, 215; Beyhakî Delâil 5/131, 132; Eddürer, 226; "Şâhet'il-Vucûh" hadisi için bak. İbni Ebî Şeybe 14/230; Daremî Sünen 2/220; Müsned 5/286; Taberânî 3/227; Buhârî Tarih-i Kebîr 8/317; Taberî Tefsir 9/13, 10/71, 73; İbni Sa'd 2/156; Müslim 1778.

Dr. Ömer A. Tedmurî bu kısmın dip notunda, Zehebî'nin Urve rivayetindeki eksik demesine itiraz eder ve bu kısmın Urve'nin Meğazî'sinde mevcut bulunduğunu söy­ler. Tabi bu rivayet Zehebİ'yi bağlamaz. Zîra Zehebî bu rivayeti o "Meğazî'den" değil, Beyhakî'nin Delâil'inden nakleder ki, Zehebî'nin sözleri Beyhakî'de de var­dır.

[478] Buhârî Meğazî 65/54; H. 4315 ve Cihad 56/52. h. no: 2864, 2874; Müslim Cihad 1776; Beyh. Del: 5/133; Tirmizî 1738; Müsned 4/280, 289, 304; İbni Ebî Şeybe 14/251. h. no: 18829, 18830; Daramı 1/289; Bey. S. K. 9/155; BuhârîT. Sağîr 1/6; Ebû Nuaym Hıiye 7/132; Tahâvî Müş. 2/40; Tab. Kebîr 6/43, 7/357; Said b. Mansur 2839; Temhîd 6/489.

[479] Buhârî Cihad 56/97. h. no: 2930.

[480] Müslim 1776/79; Beyhakî Delâil 5/134; İbni Ebî Şeybe 14/522. h. no: 18829.

[481] Said b. Mansur 2840, 2841; Taberânî Kebîr 7/201. h. no: 6724; Beyhakî Delâil 5/136.

[482] Müslim Cihad 1776/76; Beyhakî Delâil 5/138, 139; İbni Hişâm 4/125; Taberî 3/76; Vâkidî 3/899; İbnü'l Esîr el-Kamil 2/263; Hakim 3/328; Beğavî Sünne 14/32; Vâkidî 3/898.

[483] Müsned 1/207; Müslim 1775/77; İbni Sa'd 2/155 Abdürrezzak 5/379, 380. h. no: 9741; Beyh. Delâil 5/139.

[484] Müslim Cihad 1777/81; Beyh. Delâil 5/140; İbni Ebî Şeybe 14/532.

[485] Zehebî'nin sadece son bölümünü aldığı kıssayı önemine binaen kaynaklarından naklettik. E. Dâvud-u Tayalîsi Müsned h. no: 1372; Ebû Dâvûd sünen 5233; İbni Ebî Âsim EI-Âhâd 863; Daramî 2/219; Taberânî Kebîr 22/741; Dölâbî 1/42; İbni E. Şeybe 14/529, 530; Müsned 5/286; Beyh. Delâil 5/141; İbni Sa'd 2/156, 5/455. Ravî Abdullah b. Yesâr Ebû Hemmâm Meçhuldür. Ancak ona İbni Hibban sika der. Ebû Dâvûd bu hadisi "Nebil asîl" bir hadis diye övüp Hamnıad b. Seleme ri­vayet ettiği için makbul sayar.

[486] Müsned 1/433, 454; Beyhakî Delâil 5/142; Hakim 2/1 17; Taberânî K. 10/209, 11/285; İbni Sa'd 2/157.

[487] Buhârî Tarih-i Kebîr 7/19; Beyhakî Delâil 5/142; Beyhakî burada der ki: "Buhârî Tarih'inde bu haberi rivayet eder, ama Iyaz'ın nesebine dair bilgi vermez."

[488] Beyh. Delâil 5/143; Vâkidî 3/906 da buna benzer ifadelerle Amr b. Abdullah yolu ile adını vermediği birinden nakleder.

[489] Vâkidî 3/909, 910; Beyhakî Delâil 5/145; İbni Hişâm daha kısa olarak 4/125; Taberî 3/75; Tehzîb-i Tarihi Dımışk 6/350; Taberânî Kebîr 8/358.

[490] Beyhakî Delâil 5/146; Taberânî Kebîr 7/357.

[491] Zehebî şiir sanki Malik'in gibi bir ifade kullanırsa da biz İbni Hişâm rivayetine göre düzelttik. Şair belli değildir.

[492] İbni Hişâm 4/137; Beyhakî Delâil 5/147.

[493] Buhârî Fezaü'l Humus 57/18; Megazî 64/54 Buyu 34/37; Müslim 1751/41; Ebû Dâvûd Cihat 2717; Beyhakî Delâil 5/148; Müsned 5/12, 295, 306; Tirmizî 1562; Bey. S. Kübra 6/220, 306, 8/133, 9/205; Şafiî Müsned 233; Muvatta1454.

[494] Müslim Cihad 2718; İbni Ebî Şeybe 14/524. h. no: 18834 ve 12/369; Tahâvî S. M. Âsâr 3/247; Müsned 5/306.

[495] Müslim Cihad 2718; Müsned; 3/109, 190, 279, 286; İbni Ebî Şeybe 14/524, 531, 532; Bey. S. Kübra 6/307; Delâil 5/150; Ebû Nüaym Hılye 2/60.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/263-282

[496] İbni Sa'd 2/151; Vâkidî 3/906.

[497] Vâkidî 3/914 İbni Sa'd 2/151.

[498] İbni Sa'd 2/152; Vâkidî 3/915; İbni Hişâm 4/135.

[499] Buhârî Meğazî 64/55. h. no: 4323; Müslim Fezâil 2498; Beyhakî Delâil 5/152, 153; Ebû Ya'la Müsned 13/7313, 7222; Müsned 4/399; İbni Asâkir 39/209; Buhârî Cihad h. no: 2884 ve Daavat h. no: 6383; Nesaî Süneni Kübra (Mizzî Tuhfetü'l Eş­raf 9046).

[500] İbni Hişâm 4/128, 129; Beyh. Delâil 5/154.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/282-285

[501] İbni Hişâm 4/130; Beyh. Delâii 5/154, 155; İbni Sa'd 2/152; Tarih-i Halife b. Hayyat s. 88, 89; Vâkidî Meğazî 3/922.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/445